4 Mart 2014 Salı

277.CENNET İLE MÜJDELENENLER – 9 EBU UBEYDE BİN EL-CERRAH (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Asıl adı Amir bin Abdullah bin Cerrah’tır. Kureyş kabilesinin Fihr oğullarındandır. Nesebi, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in nesebi ile Fihr’de birleşir. Annesi Ümeyye bintü’l-Haris’tir.Tabakat 3/297, İbnu’l-Esir Üsdü’l-Gabe 3/84

Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) Ebu Bekir’in davetiyle aynı gün Müslüman olan beş kişiden birisi olarak ilk Müslümanlardandır. Diğer dört kişi Osman bin Maz’un, Ubeyde bin Haris, Abdurrahman bin Avf ve Ebu Seleme bin Abdi Esed’dir.Tabakat 3/298

Önce Habeşistan’a, oradan da Medine’ye hicret edenlerdendir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine’de onunla Sa’d bin Muaz (Radiyallahu Anh)’ı kardeş ilan etmiştir.Cevamiu’s-Sire 112, el-İsabe 4/111

Cennetle müjdelenenlerden olan Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) kahramanlığı ve komutanlığı ile tanındığı kadar Emin’ül-Ümme Ümmetin Emini lakabıyla da meşhur olmuştur.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun için:

“Her ümmetin güvendiği emin bir kimsesi vardır. Ey ümmet! Bizim eminimiz de hassaten Ebu Ubeydetü’bnü’l-Cerrah’tır”buyurmuştur.Buhari 3524, Müslim 2419/53

Esasında ashabın hepsi emanet ve adillikte yüksek mertebededir. Ancak bir vasıf her insanda aynı derecede bulunmaz. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de, eminlik vasfının ashabı içinde en fazla Ebu Ubeyde’de temayüz ettiğini böyle ifade etmiştir.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Ümmetimin, ümmetime karşı en merhametlisi Ebu Bekir, Allah’ın emri hususunda en şiddetlisi Ömer, haya bakımından en doğrusu Osman bin Affan, haram ve helali en iyi bileni Muaz bin Cebel, feraizi (miras paylarını) en iyi bilen Zeyd bin Sabit ve en iyi kıraat alimi Ubeyy bin Ka’b’dır. Her ümmetin bir emini vardır, bu ümmetin emini de Ebu Ubeyde’dir” buyurmuştur.Tirmizi 4041

Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) Bedir’den itibaren bütün gazalara katılmış büyük bir mücahittir. Taberani’nin Abdullah bin Şevzeb’den rivayet ettiğine göre, Bedir Gazası’nda müşriklerin safında çarpışan babasını öldürmüştür. İslam tarihinde buna benzer olaylar çoktur. Mesela Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) oğlu ile, Mus’ab bin Umeyr (Radiyallahu Anh) kardeşiyle, Ömer (Radiyallahu Anh) dayısıyla çarpışmıştır. Allah-u Teâlâ, Ebu Ubeyde’nin babasını öldürmesi üzerine:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Rasulü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.
Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak ve orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş ve onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Onlar Allah’ın tarafıdırlar ve iyi bilin ki kurtuluşa erecekler de Allah’ın tarafı olanların ta kendileridir.”
Mücadele 22. ayetini indirmiştir.İbni Kesir Hadislerle Kur’an’ı Kerim Tefsiri 14/7793

Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) Uhud Savaşında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yüzüne batan miğfer parçalarını dişleriyle çıkarırken iki ön dişi kırılmıştır.
Tabakat 3/298

Cabir (Radiyallahu Anh)’ın rivayet ettiğine göre, Ebu Ubeyde’nin kumandanlığında keşfe gönderilen üç yüz kişilik sahabe birliğinin iki dağarcık hurması bulunmakta, bütün gün her bir kişi tek bir hurma ile idare etmekteydi.

Bu hurmalar bitince Habat denilen dikenli ağacın yapraklarını ve yemişlerini yediler. Bu sebeple bu gazaya ‘Habat Gazvesi’ denir. Müteakiben Allah (Azze ve Celle) sahile Anber denilen bir balık attı da bu balığın eti ile on beş gün karınlarını doyurdular.

Bu balığın kaburga kemiklerinin altından deveye binmiş uzun boylu bir süvari kemiğe dokunmadan geçmiştir.Buhari 4055

Bu örnek olay, sahabenin hangi zor şartlar ve yokluk altında cihada çıktığının bir örneğidir. İbni Hacer, Musa bin Ukbe’den şöyle rivayet etmektedir:

Amr bin As, Zatü’s-Selasil bölgesinde takviye güç isteyince Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), içlerinde Ebu Bekir ve Ömer’in de bulunduğu bir birliği Ebu Ubeyde’nin komutasında Amr’a yardıma göndermiştir.

Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) hicretin 9. yılında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından ‘Emin’ül-Ümme’ diye övülerek Necran Hristiyanlarından cizye almaya ve Yemenlilere İslam’ı ve sünneti öğretmeye memur edildi.Müslim 2419/54, Buhari 3524

Mekke Fethi’nde, Taif Muhasarası’nda, Veda Haccı’nda hep Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanında bulunmuştur. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra meydana gelen Benu Saide sakifesi olayında Ensar:

−Bizden bir emir, Muhacirlerden bir emir olsun dediğinde, Ebu Bekir (Radiyallahu Anh)’ın, yanında bulunan Ömer ile Ebu Ubeyde’nin ellerinden tutarak:
−Bu ikisinden birine bey’at edin dediği iki kişiden birisidir. Bilindiği gibi bu teklifi Ömer (Radiyallahu Anh) kabul etmeyerek Ebu Bekir’e bey’at etmiş ve Müslümanlar da onu takip etmişlerdi.
Buhari 3429

Ebu Ubeydetu’bnu’l-Cerrah (Radiyallahu Anh), Ebu Bekir ve Ömer (Radiyallahu Anhuma)’nın hilafetleri döneminde cihad hareketlerinde bulunmuş, Şam bölgesi fetihlerinde, Bizan, Taberiye, Ba’l-Bekke, Humus, Hama, Seyre, Lazkiye, Halep, Antakya ve Delul bölgelerinin fetihlerine çoğunlukla kumandan olarak, bazen de Halid bin Velid (Radiyallahu Anh)’ın komutası altında katılmış ve aldığı yerlerde halka karşı uyguladığı adalet ve gösterdiği şefkat bölge sakini olan Hristiyan Bizanslıları hayran bırakmıştır.

Ebu Bekir (Radiyallahu Anh), Şam bölgesi için dört ayrı birlik hazırlayıp göndermiş ve onlardan birinin başına Ebu Ubeyde(Radiyallahu Anh)’ı tayin etmiştir. Daha sonra Ömer (Radiyallahu Anh)’ın onu Şam bölgesindeki bu dört ordunun başına emir tayin etmesiyle ‘Emir’ul-Umera’ Emirler Emiri olarak adlandırılan ilk kişi olmuştur.

Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) Şam emiri iken hicri 17. yılın sonunda Suriye, Mısır ve Irak’ı ‘Amvas Taunu’ diye tarihe geçen veba salgını istila etmiş, birçok sahabi bu salgında vefat etmişti. Ömer (Radiyallahu Anh) Ebu Ubeyde’ye Şam’dan ayrılması için ısrar etmiş, ancak o Mü’minlerin Emiri’ne yazdığı cevapta:

−Ben Müslümanların ordularından bir ordunun içindeyim ve onların başına gelen musibetten kendi nefsime rağbet edecek değilim demiş, Şam’ da kalmaya ısrar etmişti. Nitekim malum taun ona da bulaşmıştı.Hakim 3/263

Bu ümmetin emini olan Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) zühd ve takva sahibi, cesur bir savaşçı, adaletle hükmeden bir emir ve itaatkâr bir sahabidir. Diğer birçok sahabi gibi o da fetihler sonunda ele geçirilen mal ve mülke rağbet etmeyerek sade bir hayat sürdü.

Ömer (Radiyallahu Anh), Şam’da Emirler Emiri’yken onun odasına girmiş, odada bir keçe, bir su kırbası ve birkaç kırıntı yiyecekten başka bir şey olmadığını görünce ağlamış ve:

−Dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi demiştir.

Aşere-i Mübeşşere’den olan Ebu Ubeydetu’bnul-Cerrah (Radiyallahu Anh) sadece 14 hadis rivayet etmiş, bunlardan birisini Müslim Sahihi’ne almıştır. Sürekli Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile bulunduğu ve ondan sonra da hayat sürdüğü halde bu kadar az hadis rivayet etmesi, hadis rivayetinin büyük bir sorumluluk olduğunun bilincinde oluşundan kaynaklanmaktadır.

Kendisi gibi mukillin az rivayet eden ashabın birçok büyüğü, daha ziyade sünneti yaşayarak canlı bir numune olmaya önem vermişler, sünneti anlatma sorumluluğunu ise daha ehil arkadaşlarına bırakmışlardır.

Vebaya yakalanan Ebu Ubeyde (Radiyallahu Anh) vefatına yakın, maiyyetine şöyle vasiyet etmiştir:

−Size bir vasiyetim var, kabul ederseniz hayra erersiniz:
1) Namazınızı kılın,
2) Orucunuzu tutun,
3) Zekatınızı verin,
4) Haccı ifa edin,
5) Birbirinizi gözetin,
6) Emirlerinize itaat edin ve onları aldatmayın.
7) Dünya sizi aldatmasın. Bir insan bin sene de yaşasa akıbeti şudur ki; Allah (Azze ve Celle) insanların alnına ölümü yazmıştır. İnsanların en akıllısı Allah (Azze ve Celle)’ye en çok itaat eden, ahiret için en çok çalışandır.”

Taberi, Riyazu’n-Nadira fi Menakibi’l-Aşra li’l-Muhib 2/423, 424

Emirler Emiri Ebu Ubeydetü’bnül-Cerrah (Radiyallahu Anh), bu Amvas taunu sebebiyle hicri 18. yılda 58 yaşında olduğu halde Şam bölgesinde vefat etmiş ve daha yaşarken müjdelendiği muttakilerin ebedi saadetgahına kavuşmuştur.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve
sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

3 Mart 2014 Pazartesi

276.ÖZGÜRLÜK ADI ALTINDA GERÇEK KÖLELİK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İslâm dışı inanç ve düşünce sistemleri , özellikle modern kültür, insanı “özgür varlık” olarak tarif eder. Modernitenin hayatın temeline yerleştirdiği en temel kavramlardan birisidir “özgürlük.”

“Hevasını ilâh edinen kimseyi gördün mü? Allah onu bir ilim üzerine saptırmış, kulağını ve kalbini mühürleyip, gözüne perde çekmiştir. Artık onu Allah’tan başka kim hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?” (Câsiye, 23)

Bu ayette anlatılan kişinin belirgin bir özelliği var: Heva ve heveslerini, yani nefsî ve şeytanî arzuları ilâh edinip, onlara kulluk kölelik etmek.

Ayette anlatılan kişi ise, içinden her geçeni, aklına her geleni yapacak kadar özgür. Ama kendine tutsak. Bu duruma o ve onun gibiler “özgürlük” diyor. Bu durum onu, gerçek ve tek İlâh’a boyun eğmekten alıkoymuş, nefsini ve şeytanı ilâh edinmeye sevk etmiştir. Özgürlük adı altında gerçek kölelik…

Anılan ayet son derece ilgi çekici bir noktayı dikkatimize sunmaktadır: Bu kimse bu durumu, “bir ilim” üzere yaşamaktadır. Müfessirler ayetteki “alâ ilmin” ifadesinin birkaç şekilde anlaşılabileceğine dikkat çeker:

1. Allah Tealâ’nın, ezelî ilmiyle, bu kişinin gerçek yüzünü ve geleceğini bilmesi, “hak ettiği için” kendisini saptırması.

2. Bu kişinin, kendisine hakikatin bilgisi ulaştığı halde, ona kulak asmadığı için saptırılması.

3. Bilgisini esas alarak sapması. (İbn Kesîr, 4/191; Elmalılı, 6/4321)

Bu anlamların hepsi birbirini teyit eder. Ancak üçüncüsü hayli ilgi çekicidir: Bilgide ulaştığı seviyenin başını döndürmesi sebebiyle sapmak… Elmalılı merhumun da altını çizdiği gibi, filozofların birçoğunun durumu böyledir.

Modern dönemde üretilen “bilimsel bilgi”nin her şeye hakim konuma taşınması, insanın bilgisi sebebiyle sapıtmasının temelinde yatan en önemli unsurdur. Modern insan bu sebeple aklının ermediği, gözünün görmediği her şeyi inkâr etmeyi “bilimsellik” zannetmektedir. Yaratıcı, melek, vahiy, ölüm sonrası hayat… gibi gayb ve gaybiyyatın inkârı da bundandır; Din’in emir, yasak ve yönlendirmelerine burun kıvırmasının sebebi de budur.

Şüphesiz insanın kendi ilmini, bilgisini bu derece merkeze koyan kimse, hevasını ilâh edinmiştir.

Batılı insan, Aydınlanma denen süreçle birlikte insan aklını ve bilgisini mutlaklaştırmaya başlamıştır. Bu da dinden (Hristiyanlık’tan) uzaklaşmak manasına gelir. Aklın kavrayamadığı, gözün göremediği ve elin tutamadığı her şeyin inkârı, sonunda ortaya modern insan tipini çıkardı: Dinin (Kilise Hristiyanlığının) baskıcı tutumundan kurtulan, hayatı sadece kendi istediği gibi dizayn etme özgürlüğünü elde eden, dünya hayatını her şeyin üstünde tutan “seküler insan”dır bu.

Modern seküler insan için her şey dünya hayatından ibarettir. Allah korkusu, ahiret inancı, sorgusu-suali olmayan bu hayat tarzında her şey kazanmaya ve harcamaya endekslidir. Yani insan ne kadar çok kazanıyor ve ne kadar fazla harcıyorsa o kadar makbul bir hayat yaşıyor bu anlayışa göre. Her şeye rağmen çok kazanmak, çok harcamak ve nasıl yaşayacağına sadece kendisi karar vermek… İşte “özgürlük” kavramına modern dünyada yüklenen anlam!

Bu oldukça tabii bir durum. Zira Batı’da Kilise’nin insan aklına, özgürlüğüne ve bilimsel faaliyetlere nasıl zincirler vurduğunu, ambargolar koyduğunu biliyoruz. Kilise karşısında verdiği “özgürlük mücadelesi”nin sonucunda onun baskısından kurtuldu Batılı insan. Daha doğrusu ona bir sınır çizdi ve bu sınırlar içine hapsetti.

Ancak bu, Batılı insanın gerçek anlamda “kurtulduğu” anlamına gelmiyor. Zira Kilise’nin egemenliğine son veren Batılı insan, onun yerine nefsin egemenliğini koydu. Adına da “özgürlük” dedi. Yani Batılı insan bir yanlıştan kurtulayım derken bir başka yanlışın içine düştü. Hevayı nefsine kulluk etmeyi, Kilise’nin kölesi olmaya tercih etti.

Bunu bir ölçüde normal karşılamak gerekiyor. Çünkü Batılı insan için ya Kilise’nin egemenliği söz konusudur ya da nefsin egemenliği. O, vahyin ve tek hakikatin, yani İslâm’ın kılavuzluğundan habersiz olduğu için ya birini (Kilise’yi), veya diğerini (nefsani hevayı) tercih etmek durumunda kalıyor.

Peki Hakikatin şahitleri olması gereken müslümanlara ne oluyor? Yeryüzünde hakkı ve hakikati temsil etmesi gereken onlar, “modernleşme” adı altında Batılı insanın yürüdüğü yolu yürümeyi ve onun düştüğü uçurumdan düşmeyi niçin “olmazsa olmaz” bir durum olarak görüyor?

Müslümanları bu duruma iten nedir? Kalbimizi hangi düşünceler bulandırıyor da kendimizi diğer din mensuplarıyla, dolayısıyla İslâm’ı diğer dinlerle eşitlemek anlamına gelen davranış ve fikirleri benimsiyoruz?

Özellikle son çeyrek asır içinde Müslümanlar arasında, bu eğilimin hızla yayılmakta olduğunu görüyoruz: Yasaksız bir din anlayışı!

Bu öyle tehlikeli bir virüs ki, adeta müslümanlığımızın içini boşaltıyor. Müslümanlıktan vazgeçmiyoruz ama seleflerimizin yaşadığı müslümanlığa da pek benzemiyor bizimki!

“Ekonomik hayatta var olmak için ekonominin kurallarına göre oynamak gerekir” gibi şeyler söylemeye yani liberalleşmeye başladık.. Bu çerçevede vahşi kapitalizmin “ekonominin gerçekleri” olarak dayattığı ne varsa benimsiyor, Din’den de bunlara fetvalar arıyoruz.

Yüce Kitabımız’da “hudûdullâh: Allah’ın sınırları” tabiri birkaç yerde geçmektedir. Oruç hükümlerinin (Bakara, 187), boşanmayla ilgili bazı hükümlerin (Bakara, 229-230; Mücâdile, 2-4; Talâk, 1), Miras taksimatının (Nisâ, 12-13) söz konusu edildiği ayetlerin sonunda, “İşte bunlar hududullahtır” (Allah’ın tayin ettiği sınırlardır) buyurulur.

Hududullahın Kur’an’da bu bağlamlarda zikredilmiş olması, onun sadece buralara özgü bir kavram olduğu anlamına gelmez. O, Allah Tealâ’nın ve Rasul-i Zîşan s.a.v. Efendimizin emir, yasak, teşvik, yönlendirme, sakındırma… içeren bütün hükümlerini içine alan bir kavramdır. Çünkü “hudûdullâha riayet”, müminlerin ayırt edici vasfı olarak yine bizzat Yüce Kitabımız tarafından dile getirilmiştir:

“Allah mü’minlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cenneti vermek üzere satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak vaad etmiştir. Vaadini Allah’tan ziyade yerine getirebilecek kimdir? Artık yapmış olduğunuz o alışverişten dolayı size müjdeler olsun! İşte bu büyük bir kazançtır. Onlar, tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükûa varanlar, secdeye kapananlar, marufu emredip münkerden sakındıranlar ve hududullahı muhafaza edenlerdir. Müjdele o müminleri.” (Tevbe, 111, 112)

Efendimiz s.a.v. bu durumu 1400 yıl önce haber vermiş ve şöyle buyurmuştu: “Sizden öncekilerin yoluna karış karış, arşın arşın uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğinden girse, siz de gireceksiniz.” (Buharî, Müslim)

Şüphesiz bu Nebevî beyan, sadece müslümanların tutulduğu hastalığı dikkatimize sunmakla kalmıyor, hastalığın kaynağını da işaret ediyor. Bizim hastalığımız, bizden önceki din mensuplarının, yani yahudi ve hıristiyanların tutulduğu hastalığın aynısı.

Onlara ait kavramları bilinç dünyamıza sokma ve hayatı onlar gibi algılama ısrarımız, dinimizle ilişkimizi de onların kendi dinleriyle ilişkisine benzetiyor. Bireysel özgürlüklerle çatışma teşkil etmeyen bir din arayışı içine giriyoruz. Yasaksız, haramsız, sıkmayan bir din istiyoruz.
“Allah’tan korkulmaz, Allah sevilir!” diyoruz mesela. Bize bunu dedirten, Allah Tealâ’nın hilmine, bağışlayıcılığına, affediciliğine vurgu yaparak, O’nun azabını ve gazabını ruh ve tefekkür dünyamızdan uzaklaştırma isteğinden başka bir şey değildir. Zira O’nun gazabını davet eden pek çok şey artık hayatımızın ayrılmaz birer parçası olmuştur. Onlardan vazgeçmektense, Kur’an ve Sünnet’in bize tanıttığından farklı bir Allah tasavvur etmeye yöneliyoruz. O’nu hep affeden, kullarının hiçbir günahını önemsemeyen, “celâl” sıfatları olmayan bir ilâh olarak anlamak ve kabul etmek işimize geliyor.

İslâm’ın her bakımdan kolaylık dini olduğunu söyleyip durmamız da bu yüzden. Bu sebeple Fukahanın dini zorlaştırdığını söyleyen araştırmacıları ve akademisyenleri çok seviyoruz. Oysa, “Kulları içinde Allah’tan, ancak alimler hakkıyla korkar.” (Fâtır, 28) ayeti bize bu tarz bir “sevgi ilâhı” tasavvurunun cehaletten kaynaklandığını haber veriyor.

Bir şey daha söylüyor bu ayet: O beğenmediğiniz fakihler Allah’ın dinini ne olduğundan kolay, ne de olduğundan zor göstermeye yeltenmeyecek ölçüde Allah’tan korkan kimselerdi. Onların dünya ile ilişkilerinin bizimkiyle kıyas kabul etmeyecek kadar müslümanca olduğu ise çok açıktır.

Bizden öncekilerin yoluna karış karış, arşın arşın uyarak, Allah’ın koyduğu sınırları çiğnemek, müslümanlığı dönüştürmek isteyenleri ikaz etmek hem bir görev, hem de sorumluluktur.

Sorumluluktur; zira bu din Allah’ındır ve O nasıl yaşanmasını istemişse öyle yaşanacaktır. Müslümanın en temel vasfı olan emr-i ma’ruf -nehy-i münker çerçevesinde, bu yolun sonunun çıkmaz olduğunu söylemek durumundayız.

Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur:

“Hududullahı muhafaza eden kimseyle çiğneyen kimse şunlara benzer: Bir topluluk bir gemiye biner ve bir kısmı geminin üst katını, bir kısmı da alt katını kullanmak üzere anlaşırlar. Alt katı kullananlar suya ihtiyaç duyduklarında üst kattakilere giderek şu teklifi yaparlar: ‘Siz üst kattakileri rahatsız etmeden, sadece kendi bulunduğumuz bölgede küçük bir delik açarak su alsak nasıl olur?’ Eğer onlara izin verirlerse, hep birlikte helak olurlar. Mani olmaları halinde ise hep birlikte kurtulurlar.” (Buharî, Tirmizî, Ahmed b. Hanbel)

Gerekçe ne olursa olsun, hangi kavramlar kullanılarak yapılırsa yapılsın, tahrif tahriftir. Hz. Musa a.s.’ın tebliğ ettiği dini Yahudiliğe, Hz. İsa a.s.’ın dinini Hristiyanlığa dönüştürenler de buna benzer bir anlayışla hareket etmişlerdi. O yüce peygamberlerin getirdiği hak dini zamanlarına uymuyor, rahatlarını bozuyor diye yahut zahmetli ve meşakkatli buldukları için tahrif etmiş, aslından uzaklaştırmışlardı.

Şimdi bir kısım müslümanların yaşadığı da buna benzer bir durum. Dünya hayatını mutlaklaştırmanın, hevayı- nefsi rehber edinmenin kaçınılmaz sonu bu.

Yüce Kitabımız bizi bakın nasıl uyarıyor: “Ey insanlar! Rabbinizden ittika edin(sakının) ve bir günden korkun ki, baba evladına hiçbir bir fayda veremez. Evlat da babasına herhangi bir fayda sağlayamaz. Şüphe yok ki, Allah’ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi sakın aldatmasın ve sakın o mağrur (şeytan) sizi Allah(ın bağışlayıcılığın)a güvendir(erek helaka sürükle)mesin.” (Lokman, 33)


E.Sifil


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

1 Mart 2014 Cumartesi

275.CENNET İLE MÜJDELENENLER-8 SAD BİN EBİ VAKKAS (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Ebu Vakkas lakaplı Malik bin Vehb’in oğludur. Nesebi Kilab bin Mürre’de Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birleşir. Sa’d’ın babası, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in annesi gibi Zühre oğullarındandır ve onunla amca çocuklarıdır. Dolayısıyla Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh), Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in:

“İşte bu benim dayımdır, kimin böyle bir dayısı varsa göstersin!” dediği gibi dayısı sayılır.Tirmizi 3998

İslamiyeti kabullenen yedinci kişi olup Müslüman olduğunda 17 yaşındaydı. Kendisi Aşere-i Mübeşşere’den ve Ömer(Radiyallahu Anh)’ın halife tayini için seçtiği altı kişilik şuradandır. Ömer (Radiyallahu Anh) bu şura heyetine:

“Eğer halifelik işi Sa’d’a verilirse isabet olur. Yok verilmezse halife olacak zat Sa’d’dan yardım istemekten geri durmasın” demiştir.Buhari 3464

Künyesi Ebu İshak olan Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) kendi ifadesiyle “Allah yolunda ok atmış olan mücahitlerin ilkidir” Bu şöyle olmuştur:

Hicretin ilk yılında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından bir müfreze, Ebu Süfyan idaresinde Şam’dan dönen bir ticaret kervanının üzerine gönderildi. Bu, Mekke müşrikleri ile Muhacir Müslümanların ilk karşılaşması idi. Bu ilk karşılaşmada da, ilk oku Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) atmış ve tarihe geçmiştir.Buhari 3510

Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) hicret etti, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Bedir’den itibaren bütün savaşlara katıldı. Özellikle Uhud’da büyük yararlılıklar gösterip Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i attığı oklarla koruyan ve:

“At, ey Sa’d! Anam babam sana feda olsun” övgüsüne mazhar olmuştur.Buhari 3509, Müslim 2411/41

Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) Irak’ın fatihi ve aynı zamanda Sa’sani Devleti’ni ortadan kaldıran meşhur Kadisiye savaşının muzaffer kumandanıdır. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in muhafızlarındandır.Müslim 2410/39

Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh), Ömer (Radiyallahu Anh) tarafından Kufe’ye emir olarak atanmış, acemleri buradan çıkararak Kufe’yi şehir haline getirmiştir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından hakkında:

“Allah’ım! Sana dua ettiği vakit, Sa’d’ın duasını kabul buyur” diye duada bulunulması sebebiyle duası kabul olunan birisiydi.Tirmizi 3997

Kufe ehlinin bazısı Sa’d’ı halife Ömer (Radiyallahu Anh)’a şikayet etmişlerdi. Ömer (Radiyallahu Anh) meseleyi tahkik için birkaç kişiyi Kufe’ye gönderip ahaliden Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh)’ın halini sordurdu. Halkın hepsi onun için övgülerde bulundu. Usame bin Katade isimli birisi ise:

“Sa’d bin Ebi Vakkas ordunun başına geçip harp etmez, ganimeti eşit dağıtmaz ve hükmettiğinde adaletli hükmetmez” dedi. Bunun üzerine Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh):

−“Ey Allah’ım! Bu kulun yalancı ise, ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt ve fitnelere uğrat” diye aleyhine dua etti. Sonraları bu adamın kendisi:

−“Kocamış, fitnelere uğramış birisiyim” derdi. Ravi Abdulmelik onun hakkında şöyle dedi:

−“Sonraları onu ben de gördüm, yaşlılıktan kaşları gözlerinin üzerine sarkmış olduğu halde yollarda rast geldiği cariyelere sataşır, onları çimdiklerdi.”Buhari 764

Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) hakkında birçok ayet inmiştir:

1) Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) Müslüman olunca annesi, dininden dönmedikçe onunla konuşmayacağına, yemeyeceğine ve içmeyeceğine yemin etti. Bu halde üç gün geçince açlıktan bayıldı. Böyle olunca Umare isimli oğlu annesine su içirdi. Müteakiben annesi Sa’d bin Ebi Vakkas’a beddua etmeye başladı. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle):

“Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar seni hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin…” Lokman 14 ve 15mealindeki ayetleri inzal etti.Müslim 2412/43

2) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) büyük bir ganimet malı ele geçirmişti. Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) onların içinde bir kılıç görmüş ve onu kendisine hediye etmesi için Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rica etmiş, buna kızan Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), kılıcı yerine götürmesini emretmişti. Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) kılıcı götürmüş, ancak kılıcın cazibesine dayanamamış ve tekrar geri getirerek aynı ricayı tekrarlamıştı. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha şiddetli bir tarzla kılıcı yerine götürmesini emretti. Müteakiben Allah (Azze ve Celle):

“Sana savaş ganimetlerini sorarlar. De ki, ganimetler Allah’a ve Rasulü’ne aittir…” Enfal 1 mealindeki ayeti inzal etti.Müslim 1748/33

3) Şarabın haram kılınmasından önce Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh)’ı Ensar ve Muhacirlerden bir cemaat içkili bir yemeğe davet etmişti. Yeme içme esnasında Ensar ve Muhacirler hakkında konuşuldu. Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) Muhacirlerin Ensar’dan hayırlı olduğunu söyleyince aralarından birisi onun burnunu yaraladı. Akabinde Sa’d bin Ebi Vakkas, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelip durumu anlatınca Allah (Azze ve Celle):

“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felaha eresiniz.” Maide 90 mealindeki ayetini inzal etti.Müslim 2412/43

4) “Sabah akşam sırf O’nun cemalini dileyerek Rablerine dua edenleri kovma. Onların hesaplarından hiçbir şey sana ve senin hesabından hiçbir şey de onlara ait değildir. Onları kovarsan zalimlerden olursun.” En’am 52mealindeki ayet, Sa’d bin Ebi Vakkas ve İbni Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’nın da aralarında bulunduğu altı kişi hakkında nazil olmuştur.Müslim 2413/45

Ayrıca İslam’da varisler dışında kalanlara vasiyet etme ve bunun ölçüsü Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anh) sebebiyle caiz ve malum kılınmıştır. Sa’d bin Ebi Vakkas hastalandı, bu hastalığında onun sadece bir kızı vardı. Ziyaretine gelen Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den malının tamamını vasiyet etmek için müsaade istedi, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabul etmedi, yarısını sadaka yapmak istedi, onu da kabul etmedi. Malının üçte birini teklif edince kabul etti ve:

“Mirasçılarını zengin bırakman, onları insanlara avuç açar fakirler halinde bırakmandan hayırlıdır” buyurdu ve böylece malın üçte birine kadar vasiyet caiz oldu.Buhari 2584, Müslim 2412/43

Fitne dönemlerinde tarafsız kalarak inzivaya çekilen bu büyük sahabi 271 hadis rivayet etmiş, bunlardan 15’ini Buhari ve Müslim ittifaken, 5’ini Buhari ve 18’ini Müslim münferiden rivayet etmiştir. Kendisinden hadis rivayet edenlerin başında oğulları ile Aişe, Kays bin Ebi Hazim, Said bin Müseyyeb, Alkame, Ebu Osman ve Mücahid gelir.

Ölüm döşeğinde:

−“Ey oğul, sana benden daha iyi öğüt vereni bulamazsın.

1) Namaz kılmak istediğinde güzelce abdest al ve o son namazınmış da, başka namaz kılamayacakmışsın gibi namaz kıl.
2) Tamahkârlıktan kaçın, çünkü o peşin fakirliktir.
3) Kanaatkâr olmaya bak, çünkü o zenginliktir.
4) İş ve sözlerinde dikkatli ol. Sonradan özür dilemek zorunda kalacağın her şeyden kaçın.
5) Hayırlı olduğuna inandığın işi yap.” Şeklinde nasihat etmiştir.Mu’cemu’l-Kebir 1/142

Bu yüce sahabi hicri 55 senesinde 80 yaşını aşmış olduğu halde Medine dışında Akik mevkiinde vefat etmiş ve cenazesi buradan omuzlarda taşınarak Medine’ye getirilmiştir. Mü’minlerin Anneleri’nden hayatta olanların da katılımıyla cenaze namazı kılınarak Aşerei Mübeşşere’nin ve Muhacirlerin sonuncusu olarak Cennetü’l-Baki’ye defnedilmiştir.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

27 Şubat 2014 Perşembe

274.CENNETE GİRDİREN 30 SEBEP

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

 Cennete girmenizi sağlayacak sebepleri öğrenmek ister misiniz? İşte 30 sebep:


(1) İman ve (2) Salih Ameller İşlemek
Kur’an’ı Kerim’de iman, Allah’ın izniyle cennete ulaştıran sebeplerin en mühimi olarak gelmiştir. Bununla beraber o daima salih amele bitişik olarak anılmış, amelsiz olarak anılmamıştır. Kur’an’da imanın salih amele bitişik olmadan cennete girmeye sebep olduğu zikredilen bir yer neredeyse yok gibidir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“İman edenler ve salih amel işleyenler; işte onlar cennetin sahipleridir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.”
Bakara 82

Bu manadaki ayet ve hadisler bayağı kabarıktır. Teker teker saymak değil de örnek olması açısından şu ayetlere bakılabilir:

Bakara 25, Lokman 8, Kehf 107, Hac 14, 23, 56, Fetih 5, Hadid 12, 21, Tegabun 9, Talak 11, Buruc 11, Beyyine 7, Mü’minun 11, Ankebut 57


(3) Takvalı Olmak
Takvanın tariflerinden en doğru olan: Allah’tan korkmak, Kur’an’la amel etmek, aza kanaat etmek, yolculuk günü için hazırlanmaktır.

Şu da takvanın tariflerindendir:

Allah’tan bir nur üzere, Allah’a itaat etmek, sevabını umup azabından korkarak O’na asi olmayı terk etmektir. Yani: Allah’ın Kitabında ve Nebinin sünnetinde geldiği gibi amel etmektir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz muttakiler cennette ve pınarlardadır.”
Zariyat 15

Cennet, muttakiler için hazırlanmıştır. Yine Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Rabbinizden bir mağfirete, genişliği semalar ve yer kadar olup muttakiler için hazırlanmış olan cennetlere koşun.”Âl-i İmran 132

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“İnsanları en çok cennete girdiren şey, Allah’a karşı takvalı olmak ve güzel ahlaktır. İnsanları en çok ateşe girdiren şey ise kişinin ağzı ve zekeridir (cinsel organı).”İbni Mace 4246, Albânî Sahiha 977


(4) Allah ve Rasulüne İtaat Etmek

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Kim Allah ve Rasulüne itaat ederse, onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar, kim de yüz çevirirse, ona da elim bir azab ile azabeder.”Fetih 17

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ümmetimin hepsi cennete girecektir. Ancak imtina edenler müstesna!”
Dediler ki:
−Ya Rasulallah! İmtina edenler kimlerdir?
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Kim bana itaat ederse cennete girer. Kim de bana asi olursa o da imtina etmiş olur!’ buyurdu.”Buhari 7143


(5) Allah Yolunda Cihad Etmek

Cihad: Allah yolunda can ve malla savaşarak olur.

 Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz Allah müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığı cennet olarak satın almıştır. Onlar Allah’ın yolunda savaşırlar, ölürler veya öldürürler. Bu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah’ın üzerine hak bir va’ddir.”Tevbe 111

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Elim azaptan kurtaran bir ticaret üzere size delillik edeyim mi? Allah’a ve Rasulüne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. İşte bu, eğer bilirseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerinde güzel meskenlere sokar. İşte bu büyük kurtuluştur.”Saf 10, 12


(6) Tevbe
Tevbe, kendinden önceki günahları siler.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Günahtan tevbe eden, günahı olmayan gibidir.”İbni Mace 4250

Allah-u Teâlâ ise:
“Ancak kim tevbe eder, iman eder ve salih amel işlerse, işte onlar cennete girerler ve hiçbir şekilde zulme uğramazlar.” buyurmaktadır.Meryem 60


(7) Allah’ın Dini Üzerinde Dosdoğru Olmak
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra dosdoğru olanlar var ya işte onlara korku yoktur, onlar üzülmeyecektir de. Yaptıklarına karşılık onlar cennetin ashabıdır ve onlar orada ebedi kalacaklardır.”Ahkaf 13

Süfyan bin Abdullah es-Segafi (Radiyallahu Anh) dedi ki:
−Ya Rasulallah! Bana İslam’da senden sonra hiç kimseye sormayacağım bir söz söyle dedim.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
−“Allah’a iman ettim de, sonra dosdoğru ol!”Müslim 38/62


(8) Allah İçin İlim Talep Etmek
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“…Kim ilim talep etmek için bir yola suluk ederse, Allah ona cennetin yolunu kolaylaştırır. Bir kavim Allah’ın evlerinden bir evde toplanır da Allah’ın Kitabı’nı okur ve aralarında onu öğrenirlerse onlara sekinet iner, rahmet onları kuşatır, melekler onların etrafını sarar. Ve Allah kendi yanındakilere onlardan bahseder.”Müslim 2699/38, Ebu Davud 3641


(9) Mescit İnşa Etmek
Osman bin Affan (Radiyallahu Anh) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i şöyle buyururken işittiğini bize haber verdi:
“Kim Allah’ın vechini (yüzünü) isteyerek mescit inşa ederse, Allah’da onun benzerini cennette o kimse için bina eder.”
Buhari 545


(10) Güzel Ahlak
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“…Ahlakını güzelleştiren kimseye cennetin en yükseğinde bir eve kefilim.”Ebu Davud 4800


Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“İnsanları en çok cennete girdiren şey Allah korkusu ve güzel ahlaktır.”İbni Mace 4246

Birçok şey güzel ahlakın içine girer. Aişe (Radiyallahu Anha)’ya Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ahlakı sorulduğu vakit o:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ahlakı Kur’an idi.” demekle güzel ahlakı özlü bir şekilde ifade etmiştir.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizim tek örneğimizdir. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki sen yüce bir ahlak üzeresin.”Kalem 3

Allah-u Teâlâ, bu ayetiyle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i övmüştür.

Güzel ahlak nedir ve onu nasıl kazanırız? Bunu öğrenmek için Allah’ın Kitabı’na, Rasulü’nün sünnetine, siretine ve ashabının siretine bakmamız gerekir.

(11) Çekişmeyi Terk Etmek
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Haklı da olsa çekişmeyi terk eden kimse için ben cennetin ortasında bir eve kefilim…”Ebu Davud 4800


(12) Şaka da Olsa Yalanı Terk Etmek
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“…Şaka da olsa yalanı terk eden kimse için, ben cennetin ortasında bir eve kefilim…”Ebu Davud 4800


(13) Her Hadesten Sonra Abdest Almaya ve Ezandan Sonra İki Rekât Namaz Kılmaya Devam Etmek
Abdullah bin Bureyde (Radiyallahu Anh) babasından şöyle rivayet etti:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün sabah olduğu vakit Bilal’ı çağırdı ve ona şöyle buyurdu:

−‘Ey Bilal! Beni cennete girmekte ne ile geçtin? Ben gece cennete girdim. Önümde senin ayak seslerini işittim.’
Bilal (Radiyallahu Anh) dedi ki:

−Ben ezan okuduğum vakit iki rekât namaz kılarım. Bana hades isabet ettiğinde de abdest alırım.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘İşte bununla beni geçtin’ buyurdu.”Ahmed 23102, Albânî Sahihu’t-Terğib ve’t-Terhib 194


(14) Namaz Kılmak İçin Mescide GitmekEbu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Kim mescide akşam veya gündüz giderse, Allah, her gittiğinde cennette onun için meskenler yapar’ buyurdu.”
Buhari 694, Müslim 669/285

İmam Nevevi (Rahmetullahi Aleyh) bu hadisin şerhinde dedi ki:
−Hadiste geçen mesken lafzı, misafire geldiği zaman hazırlanan konaklama yeridir.


(15) Allah İçin Secdeyi Çoğaltmak
Rebia bin Kab el-Eslemi (Radiyallahu Anh) şöyle rivayet etti:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile geceliyor, ona abdest ve ihtiyaç suyunu getiriyordum.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bana dedi ki:

−‘Benden dilekte bulun!’
Ben:
−Cennette sana arkadaş olmak istiyorum, dedim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Bundan başka bir şey var mı?’ buyurdu.
Ben:
−İstediğim budur dedim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Sen de secdeyi çoğaltarak nefsin üzere bana yardım et’ buyurdu.”Müslim 489/226


(16) Makbu’l-Hac
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Kim hacceder, kötü söz söylemez ve günah işlemezse, annesinden doğduğu gibi günahsız olarak döner.”Buhari 1448, Tirmizi 808

Yine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Makbul haccın cennetten başka karşılığı yoktur.”Ahmed 14489


(17) Her Farz Namazın Arkasından Ayete’l-Kürsi’yi Okumak

Ebu Ümame el-Bahili (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Kim, her farz namazın arkasından Ayete’l-Kürsi’yi okursa, kendisi ile cennete girmesi arasına ölümden başka bir şey engel olmaz’ buyurdu.”Nesei Amelu’l-Yevm 100, Albânî Sahiha 972

(18) Her Gündüz ve Gecede Allah İçin On İki Rekât
Nafile Namaz Kılmak

Ümmü Habibe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Kim, bir gün ve gecede on iki rekât namaz kılarsa onun için cennette bir ev bina olunur. Dört öğleden önce, iki sonra, iki akşamdan sonra, iki yatsıdan sonra, iki de sabah namazından öncedir’ buyurdu.”Nesei 1801, 1802, Ebu Davud 1250


(19) Selamı Yaymak, Yemek Yedirmek, Akraba Ziyareti Yapmak ve Gece Namazı Kılmak
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Selamı yayın! Yemek yedirin! Sıla-i rahim yapın! İnsanlar uyurken gece namazı kılın! Selametle cennete girersiniz.”İbni Mace 3251, Ahmed 23845


(20) Sözde Doğruluk, Ahde Vefa, Emaneti Eda, Ferci Koruma, Gözü Sakınma ve Haramdan El Çekme
Ubade bin Samit (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Bana nefisleriniz adına altı şeyi garanti edin, ben de size cenneti garanti edeyim:

1) Konuştuğunuz vakit doğru söyleyin,
2) Va’dettiğiniz vakit vefa gösterin,
3) Emanet verildiği vakit ödeyin,
4) Ferclerinizi (cinsel organlarınızı zinadan) koruyun,
5) Gözlerinizi haramdan sakının,
6) Ellerinizi haramdan çekin’ buyurdu.”
Hakim 8066, Ahmed 22821


(21) Allah’ın Emrettiği Şekilde Namazı Kılmak, Ramazan Orucu Tutmak, Ferci Korumak ve Kocaya İtaat Etmek
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Kadın beş vakit namazını kıldığı, Ramazan orucunu tuttuğu, fercini (cinsel organını) koruduğu ve kocasına itaat ettiği vakit ona:
‘Cennetin hangi kapısından dilersen oradan gir’ denir,’ buyurdu.”
Ahmed 1661, İbni Hibban 4163, Albâni Sahihu’l-Cami 660


(22) Üç Kız Çocuğun Veya Kız Kardeşin Bakım ve Terbiyesini Üstlenmek
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi var da Allah’tan korkarak onların bakımını yerine getirirse, cennette benimle şöyledir.”buyurdu ve şehadet ve orta parmağını işaret etti.
Ahmed 12594, Albânî Sahiha 295

Başka bir hadiste Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Kim iki kıza bakarsa, o benimle beraber şöyle cennete girer.” buyurdu ve iki parmağıyla işaret etti.Müslim 2631/149, Tirmizi 1981


(23) Çocukların ve Yakınların Ölümüne Sabredip Bu Sabrın Karşılığını Allah’tan Beklemek

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Kim, sulbünden üç çocuğun ölümüne sabredip karşılığını Allah’tan beklerse, cennete girer” buyurdu.

Bir kadın:
−İki de olur mu? dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−“Evet” buyurdu.Müslim 2632/151, Nesei 1871, İbni Hibban 2943

Yine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
Müslüman eşlerden birinin buluğa ermeden üç çocuğu ölürse, Allah onları fazlı rahmetiyle cennete girdirir.”Ahmed 3534, Nesei 1874

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
şöyle dedi:

‘Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: ‘Mümin bir kulumun dünya ahalisinden yakını ölür de, sabredip karşılığını benden beklerse, benim yanımda onun cennetten başka bir karşılığı yoktur’ buyurdu.”Ahmed 9402, Albânî Sahihu’l-Cami 8193


(24) Yetimin Bakımını Üstlenmek
Sehl bin Sad (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Ben ve yetimin kefili cennette böyleyiz’ buyurdu ve şehadet ve orta parmağı ile işaret etti.”Buhari 6000


(25) Allah İçin Hasta Yahut Din Kardeşi Ziyaret Etmek
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

Kim, Allah için bir hastayı veya kardeşini ziyaret ederse, bir münadi şöyle nida eder: Sen temiz oldun, yürüdüğün yer de temiz oldu. Cennette sana bir yer hazırlandı’ buyurdu.”
Tirmizi 2076, Albânî el Mişkat 5015

Yine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Kim, hastayı ziyaret ederse, dönene kadar cennetin bahçesinde olur.”Müslim 2568/40


(26) İki Tesbihata Devam Etmek
Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘İki haslet var ki, Müslüman bir kul onları muhafaza ederse mutlaka cennete girer. O ikisi kolaydır ancak yapanlar azdır. Her namazın arkasından on kere tesbih, on kere tahmid, on kere tekbir getirirsin. Bunlar dilde yüz elli eder. Mizanda ise bin beş yüz olur. Yatağına girdiğin vakit otuz dört kere tekbir, otuz üç kere tesbih, otuz üç kere tahmid getirirsin. Bunlar dilde yüz eder. Mizanda bin olur’ buyurdu.”

Ben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i bunları eli ile sayarken gördüm.
Dediler ki:
−Ya Rasulallah! Nasıl hem onlar kolaydır hem de yapanları azdır?

Tesbih: Subhanallah

Tahmid: Elhamdulillah

Tekbir: Allah-u Ekber

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Şeytan sizden birine yatağında gelir tesbihatı söylemeden uyutur. Namazda gelir ve tesbihatı söylemeden önce bir ihtiyacını hatırlatır.”Ebu Davud 5065, İbni Hibban 2018


(27) Alışverişte Müsamahakâr Davranmak
Osman bin Affan (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Müşteri de olsa satıcı da olsa, hüküm veren de olsa hükmedilen de olsa kolaylaştırıcı kimseyi Allah cennete girdirir’buyurdu.”Nesei 4669, Albânî Sahiha 1181


(28) Yoksul Kimseye Müsamaha Göstermek
Huzeyfe bin Yeman (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Bir adam öldü ve cennete girdi.
Ona:
−Sen ne amel ediyordun? denildi. Ya kendi hatırladı ya da hatırlatıldı.
Dedi ki:
−Ben insanlarla alışveriş yapıyordum. Yoksul kimseyi gözetirdim. Sikkede veya nakit parada müsamahakâr davranıyordum. O kimse bu sebeple bağışlandı’ buyurdu.”
Müslim 1560/28, Ahmed 23444

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Bir adam insanlara borç verirdi. Kölesine dedi ki: Yoksul biri geldiği vakit ona müsamahakâr davran. Umulur ki Allah da bize müsamahakâr davranır. O adam Allah ile karşılaştığı vakit Allah da ona müsamahakâr davrandı’ buyurdu.”Müslim 1562/31, Ahmed 7582


(29) Salih Ameller aynı günde bir müslümanda birarada bulunursa Allah’ın fazlıyla Cennete girer
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Sizden kim bugün oruçlu olarak sabahladı?’ dedi.
Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) ben dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Sizden kim bugün bir cenazeyi takip etti?’ dedi.
Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) ben dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Sizden kim bugün bir fakir doyurdu?’ dedi.
Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) ben dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Sizden kim bugün hastayı ziyaret etti?’ dedi.
Ebu Bekir (Radiyallahu Anh) ben dedi.
Rasullulah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Bir kimsede bu hasletler bir araya gelirse o ancak cennete girer,’ buyurdu.”Müslim 1028/87


(30) Görme Nimetinin Kaybedilmesine Sabretmek

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) den rivayet edildiğine göre:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: Kimin görmesini giderirsem, o kimse de sabredip karşılığını benden beklerse, onun için cennetten başka bir sevaba razı olmam,’ buyurdu.”Tirmizi 2511, 2512

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

26 Şubat 2014 Çarşamba

273.CENAB-I HAK ŞERLERİ HAYR EYLER

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İnsan ne kadar bilgili olursa olsun, onun bilgisi ancak duyu organlarıyla elde ettiklerine bağlıdır. Vereceği kararlar da dış görünüşlere göre olur. Olayların iyi veya kötü olduğu, bunlardan doğacak fayda ve zararları tecrübe ile bilir. Çoğu zaman tecrübeye de imkan bulamaz. Tecrübeye bakıldığında da iş işten geçmiş olur. Kısacası insan, hadiselerin ancak dış yüzünü bilir. Bazen de insanın nefsi, dinen daha uygun olanını sevmez, bazen de bunun tersini sever.

Allah-u Teala ise, herşeyi yaratan kendisi olduğundan herşeyin dışını da içini de bilir. Ve insanların faydasına olan şeyleri emreder, zararına olan şeyleri de yasaklar.

Bu sebeple bütün İslami hükümler insanların arzularına değil yükümlülükten hasıl olacak sonucun iyi veya kötü, hayırlı veya hayırsız, faydalı veya zararlı olmasına dayanmaktadır. 

İnsan varoluş gayesi itibarıyle faydalı olan bazı şeyleri arzulayabilmekte, hatta bunlara karşı direnebilmekte, zararlı olanları da bazen şiddetle, ısrarla isteyebilmekte, engellenmeye karşı direnebilmektedir. Hikmetten yeterince nasip almamış ve olgunlaşmamış nefis, bu durumda iken kendine ağır gelen yükümlülüklerle eğitilmeli, aklın, hikmetin ve ahlakın eksenine çekilmelidir.

Allah-u Teala'nın emrettiği bir şey görünüşte hoş olmasa da gerçekte hoştur.Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

.... fakat olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır. Olur ki, siz birşeyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.(Bakara 216)

O halde biz elimizden geldiği,gücümüzün yettiği kadar faydalı işler yapmaya, durumumuzu düzeltmeye, kötü sonuç doğuracak işlerden kaçmaya, tehlikelerden sakınmaya çalışmalıyız.

Fakat, başımıza bir olay geldiği, hoşumuza gitmeyen, bizi üzen bir olayla karşılaştığımız zaman da kendimizi üzüntü girdabına atmak yerine sabretmeli, işin sonunu beklemeliyiz.

Allah-u Teala'nın takdiri ne şekilde tecelli ederse etsin, mutlaka hakkımızda hayırlıdır.

Şayet Allah cc sana istediğin bir şeyi vermiyorsa, seni zengin etmiyor, fakir yaşatıyorsa, seni çocuksuz yapmışsa veya çok sevdiğin bir şeyi elinden almışsa üzülme, sabret; bu hoşuna gitmeyen işlerin içinde senin için kimbilir nice faydalar vardır! Ya bu vesile ile sana ileride çok faydalı şeyler verecek, yahut seni bu olaylarla deneyip ruhunu olgunlaştıracak, manevi dereceni yükseltecektir.

Olaylarda Allah-u Teala'nın hikmetleri vardır. İnsanın kötü gördüğü birçok şey, aslında iyidir. Ancak içyüzünü bilmediği için insan onu şer sanır. Bu bakımdan başa gelen olayları, O'nun hikmetine havale edip sabretmeli ve sonunda onun hayırlı olacağını düşünmelidir. Bu bakımdan içyüzünü bilmediğimiz bir olay, bir mesele ile karşılaştığımızda, duygusallıktan uzak kalıp onun içyüzünü öğreninceye kadar, bir hüküm vermemek en isabetli yoldur. Bu gibi hususlarda hissimizle değil, aklımız ve imanımızla çözüm aramalıyız.

Karşımıza çıkan bir kazanın hayırlı olacağını, iyi sonuç vereceğini düşünmemiz, ilahi takdire teslimiyetin ifadesidir. 

Çünkü Allah-u Teala hiç bir zaman haksızlık yapmaz. O'nun her yaptığında mutlak hayır vardır.

M.Talu

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

25 Şubat 2014 Salı

272.EHL-İ SÜNNETİN GÖRÜŞLERİ MUTLAK DOĞRU GÖRÜŞLER Mİ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

- Ehl-i sünnet ekolü, kendi arasında farklı görüşlere sahip insanların yer aldığı bir camiadır. Daha önce on iki mezhepten oluşuyordu. Bu kadar büyük gruplardan oluşan bir ekolün -camia olarak- yanlış yapma ihtimali çok azdır. Halbuki diğer gruplar azınlığı temsil etmektedir. Bunların yanlış yapma ihtimali çok daha fazladır.

- Bir hadiste "Ümmetim, sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size 'sevâdu'l a'zam (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim." (İbn Mâce. Fiten. 8) buyurulmuştur.

Sevâdu'l-a'zam:
Sırât-ı Müstakim metodunu benimseme hususunda görüş birliği içinde bulunan topluluk olarak tefsir edilmiştir. (İbnü'l-Esir, en-Nihâye, II, 419). Alimler, ehlisünnet ve cemaatin doğru bir çizgide olduğuna delil olarak bu hadisi zikrederler.

- İslam literatüründe ehl-i sünnet ekolü, Fırka-i Naciye olarak da kabul edilmektedir. Bu da onların genel olarak doğru bir çizgide olduklarını -şayet varsa- hatalarının bağışlanabilen türden olduğunu gösterir.

- Hadiste bu fırka “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu çizgiyi takip edenler.” (Tirmizi, iman; 18) olarak tarif edilmiştir. Demek ki, ehl-i sünnetin çizgisi, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde şekillenen, sahabelerin de görüşlerini yansıtan bir konumdadır. Tarihî realiteler de böyle cereyan etmiştir.

- İtikadî noktada İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun intisap ettiği ehli sünnetin Eşarî ekolünün kurucusu, Ebu’l-Hasan el-Eşarî’nin Mutezile Mezhebi'ni bırakıp ehl-i sünnet camiasına girmesi ve hayatı boyunca Mutezile ile mücadele etmesi, ehl-i sünnetin haklılığını gösteren diğer bir delildir.

- Mutezilenin hiçbir görüşü doğru değil, demek büyük bir haksızlık olur. Çünkü, her batıl doktrinde de bir veya bir çok dane-i hakikat bulunur.

- Eğer söz gelimi mütezilenin bir görüşünün -kitap ve sünnete göre- daha doğru olduğuna kanaat getiren bir kimsenin onu benimsemesinde bir sakınca olmasa gerektir.

- Yalnız şu nokta önemlidir:
Ümmetin büyük çoğunluğunu teşkil eden, en büyük dahi alimleri içinde barındıran, Kur’an ve Sünnet çizgisini yol haritası olarak benimseyen ehli sünnetin çizgisini takip etmek, marjinal grupların arasına girip kendini riske sokmaktan çok daha mantıklı bir yoldur. Büyük cadde dururken, izbe yollara sapmanın bir manası yoktur.

Abdulkâdir el-Bağdâdi'ye göre, ehli sünnet sekiz zümreden meydana gelmektedir:

1- Ehl-i bid'atın hatalarına düşmeyen kelâm âlimleri,
2- Sevri, Evzâî, Dâvûd ez-Zahiri dahil büyük müctehid fakihler ve mensupları,
3- Muhaddisler,
4- Ehl-i bid'ate meyletmeyen sarf,Nahv, lugat ve edebiyat âlimleri,
5- Ehl-i sünnet görüşüne sadık kalan kıraat imamları ve müfessirler,
6- Müteşerrî Sufiyye, yani şeriate bağlı tasavvuf ehli,
7- Ehl-i sünnet yolundan ayrılmayan müslüman mücahidler,
8- Ehl-i sünnet akîdesinin yayıldığı memleket ahalisi (el-Bağdâdı, el-Fark beynel-Fırak, s.313-318; Bekir Topaloğlu, a.g.e., s.109-110).

İslâm dünyasının büyük bir çoğunluğunu oluşturan Sünnîlik sadece bir isim, sıfat veya mezhep değil, bütünüyle bir yaşam tarzıdır ki, tamamen Kitap ve Sünnete uygun olarak İslâm'ın hayata tatbikidir.

İtikadda orta yol, ehl-i sünnetin yoludur. Ümmet-i Muhammed (s.a.s.)'in ana özelliği, itidaldir. Cenab-ı Hak, bunu şu şekilde belirtiyor: "İşte böylece biz, sizi orta (dengeli) bir ümmet yaptık" (el-Bakara: 2/143).

Câbir b. Abdullah'tan gelen sahih bir rivâyete göre, Hz. Peygamber, toprağa düz bir çizgi çizdi ve bu çizginin üstüne elini koyup, şöyle buyurdu: "İşte bu, Allah'ın yoludur." Daha sonra o çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizdi. "Bunlar da değişik tefrika yollarıdır. Herbirinin basında ona çağıran bir şeytan vardır" dedi. Bilahare şu âyeti okudu: "Bu benim dosdoğru yolumdur. Öyleyse ona uyun. Sizi o'nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın" (en-En'âm, 6/153) (İbn Mâce, Mukaddime, 2; Dârimî, Mukaddime, 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/435). Hz. Peygamber (s.a.s.) burada dinde sağa sola sapmalara işaret etmiş, doğru yolun ortadaki ehl-i sünnet yolu olduğunu belirtmiştir.
İmam Tahâvî, ehl-i sünnet yolunu şöyle özetlemektedir: Bu din, ifratla tefritin ortası, teşbihle ta'tilin ortası, cebr ile kaderciliğin ortası, ümitsizlikle aşırı güvenin ortası, korku ile ümidin ortası bir yoldur. İşte dinimiz, zâhiren ve bâtınen budur. Tefrika görüşlerden, merdûd mezheplerden, müşebbihe, mûtezile, cehmiyye, cebriyye, kaderiyye v.s. gibi ehl-i sünnet ve'l cemaat'e muhalefet eden, dalâlete sapan mezheplerin görüşleri ehl-i sünnet âlimlerince incelenmiş ve delillere dayanan ikna edici cevaplar verilmiştir.


 (Tahâvi, Şerhû akiteti't- Tahaviyye, 586-588).

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

24 Şubat 2014 Pazartesi

271.CENNET İLE MÜJDELENENLER-7 ABDURRAHMAN BİN AVF (ra)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Künyesi Ebu Muhammed’dir. Cahiliye zamanında ismi Abdu Amr idi. Annesinin adı ise Şifa’dır. Fil Vak’asından on sene sonra 581 yılında doğmuştur. Kendisi otuz yaşına geldiğinde Allah (Azze ve Celle), kulu Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e nübüvvet ve risalet görevini verdi.

Ebu Bekir (Radiyallahu Anh), içinde Abdu Amr’ın da olduğu beş kişiye İslam’ı takdim etti diğer dört kişi Osman bin Affan, Talha, Zübeyr, Sa’d bin Ebi Vakkas (Radiyallahu Anhum)’dur. Bu takdime istisnasız hepsi icabet ederek Müslüman oldular. Böylece Abdu Amr Müslüman olan ilk sekiz kişiden birisi olarak şereflendi. Müslüman olunca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) adını değiştirerek Abdurrahman koymuştur.Hakim 3/306

Ashabı Kiram içinde Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Abdurrahman (Radiyallahu Anh), Ömer (Radiyallahu Anh)tarafından kendisinden sonraki halifeyi tayin etmeleri için oluşturulan altı güzide sahabiden birisidir.Buhari 3460, Müslim 567/78

İlk Müslümanların karşılaştıkları işkencelerle o da karşılaşmış, onlarla birlikte sabır ve sebat göstermiştir. İşkenceler dayanılmaz boyutlara ulaşınca da önce Habeşistan’a, oradan da Medine’ye hicret eden muhacirlerdendir. Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Bedir’den itibaren küfürle yapılan bütün savaşlara katılmış, önemli yararlılıklar göstermiş ve bunların nişanesi olarak da derin yaralar almıştı.

Hafız İbni Hacer’in bildirdiğine göre özellikle Uhud’da yirmi bir yara almıştır. Hatta ayağına aldığı bir yara sebebiyle topal hale geldiği anlatılmaktadır.

Bilindiği gibi hicretin yedinci ayında, mescit inşasının bitimi sırasında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Muhacirler ile Ensar Medine’nin yerleşik halkından kırk beşerden doksan kişi arasında Medine’deki evinde kardeşlik ahdi yaptı.Buhari 2121, Müslim 2529/204

Böylece tarihin kaydettiği benzersiz dayanışma ve yardımlaşma müessesesi kurulmuş oldu. Bu ahit esnasında Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)’a, Sa’d bin er-Rebi (Radiyallahu Anh) kardeş yapıldı. Sa’d er-Rebi (Radiyallahu Anh)kardeşine hitaben:

−Ben mal cihetiyle Ensar’ın en zenginiyim, malımı ikiye böleyim. İki tane de hanımım var. Bak, hangisi hoşuna giderse onu boşayayım, iddeti bitince onunla evlenirsin dedi. Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)’da Sa’d er-Rebi (Radiyallahu Anh)’a:

−Allah ehlini ve malını sana mübarek kılsın diye karşılık vererek ticaret yapılan çarşılarını sordu. Ona Beni Kaynuka çarşısını gösterdiler. Artık her gün o çarşıya gider gelir, keş ve yağ alıp satardı. Böylece mehir verebilecek kadar para biriktirip Ensar’dan bir kadınla evlendi.

Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) başarılı bir tacirdi. Malının çoğunu ticaret ile elde etmişti. Bu sayede sayılı zenginlerden olmasına rağmen malını Allah yolunda harcamaktan geri durmazdı. Bunun en bariz misali de şudur:

Aişe (Radiyallahu Anha) validemizden rivayet olunduğuna göre Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hanımlarına hitaben şöyle buyurdu:

“Sizin benden sonraki durumunuz beni cidden düşündürüyor. Size, ancak çokça vermeye gücü yeten tahammülü olanlar tahammül edeceklerdir.”

Sonra Aişe (Radiyallahu Anha) Abdurrahman bin Avf’ın oğlu Ebu Seleme’ye hitaben şöyle derdi:

−Allah senin babana Cennet Selsebili’nden içirsin! Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hanımlarına kırk bin dinara diğer bir rivayette dört yüz bine satılan bir mal, bahçe vasiyet etmişti.”Tirmizi 3995, 3996

Bir seferde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tuvalet ihtiyacı için arkada kaldı. Öndeki gurup ileride mola vermişti. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in gelmesi gecikince Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)’ın imamlığında sahabiler namaza durdular. Henüz bir rek’at kılmışlardı ki Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanlarına geldi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in gelişini farkeden Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) öne geçmesi için gerilemeye başladı. Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de ona yerinde kalması için işaret etti ve arkasında namaza iştirak etti.Müslim 274/81

Ömer (Radiyallahu Anh)’da sabah namazı esnasında Ebu Lu’lu isimli Mecusi tarafından hançerlenince, Abdurrahman bin Avf(Radiyallahu Anh)’ı elinden tutup mihraba geçirdi ve o da cemaate namaz kıldırdı.Buhari 3461

Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)’ın yönetim, siyaset ve iktisattaki düşünceleri oldukça isabetliydi. Bu alanlardaki birçok problemi gayet yerinde ve doğru fikirler ortaya koyarak çözüme kavuştururdu. Ömer (Radiyallahu Anh)’ın halife tayini için tespit ettiği şura heyeti, cenazenin defnini müteakip toplandı. Bu toplantıda Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)ihtilafı azaltacak ve seçimi kolaylaştıracak şu zekice teklifi yaptı:

−Üç kişi seçim reyini gönül hoşluğu ile diğer üç kişiye vererek seçimden çekilsin. Bu teklif üzerine Zübeyr Ali’ye, Talha Osman’a ve Sa’d bin Ebi Vakkas’da Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh)’a reylerini tahsis ederek seçimden çekildiler.

Bundan sonra, gene Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) Ali ve Osman (Radiyallahu Anhuma)’ya bu üç kişiden birinin halife adaylığından feragat ederek halkla istişare neticesinde halifenin tayini yetkisini o kimseye vermeyi teklif etti. Ali ve Osman(Radiyallahu Anhuma) bu teklife sukut edince:

−Öyleyse seçim işiyle uğraşmayı bana veriyor musunuz? Allah üzerime şahittir ki, ben sizin efdalinizi seçmede adaletsizlik yapmayacağım dedi. Onlar da bu teklifi kabul ettiler. Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) üç gün, üç gece uyku uyumaksızın bütün Müslüman tabakalarıyla istişare yaparak genel arzuyu anladı.

Son yapılan hilafet toplantısında önce Ali (Radiyallahu Anh)’ı, sonra da Osman (Radiyallahu Anh)’ı layık oldukları şekilde övdü, onlara faziletlerini ikrar ederek seçilene, seçilmeyenin itaat edeceğine dair inancını belirtip her ikisinden de sağlam bir misak aldıktan sonra Osman (Radiyallahu Anh)’a:

–Ey Osman, elini kaldır! dedi ve ona bey’at etti. Müteakiben Ali (Radiyallahu Anh) ve ardından da Medine ahalisi bey’at etti. Böylece bu önemli ve kritik mesele sorunsuz olarak gönül hoşluğu ile halloldu.Buhari 3465

65 hadis rivayet eden Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) hicretin 31. yılında 75 yaşında olduğu halde Medine’de vefat ederek daha yaşarken müjdelendiği ebedi saadet yurduna kavuştu. Namazını Osman (Radiyallahu Anh) kıldırdı ve Cennetü’l-Baki’ye defnedildi.

Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

21 Şubat 2014 Cuma

270.İSLAMDA DEVLETE İSYANIN HÜKMÜ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Son haftalarda çok konuşulan bir konuya değinmek istedim: İslam'da devlete isyan ve Osmanlı da Kardeş Katli

Osmanlı Devletinde kardeş katli, bazı tarihçiler tarafından vahşet ve saltanat uğruna insan katliamı olarak anlatılmaktadır. Kardeş katli meselesinin Kanunnâmedeki dayanağı olan madde nedir?
Kanunnâmenin ihtilâfa yol açan ve farklı fikirlerin doğmasına sebep olan asıl maddesi, kardeş katli meselesi ile alâkalı şu maddedir:


‘‘Ve her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.’’

Acaba bu maddenin mânâ ve mefhumunun İslâm hukukundaki izahı nasıldır? Şayet bu madde sahih ve İslâm Hukukuna uygun ise, Osmanlı tatbikatındaki örnekler, bu kanuna ne derece uygundur? Şer'î hükümlere ters düşen, Osmanlı tatbikatı mıdır yoksa bu kanun maddesi midir? Bütün bu ve benzeri suallerin doğru cevabı nedir?

Kardeş katli meselesinin şer'î dayanağı var mıdır?

Bu sorunun cevabı, ilgili maddenin de izahı demektir. Önce İslâm hukukundaki suç ve cezaları görelim: Bilindiği gibi İslâm Hukukunda, üç çeşit suç ve ceza vardır:

a) Had suç ve cezalarıdır. Hırsızlık (hadd-i şirb), yol kesmek (kat'-ı tarik), zina (hadd-i zina), dinden dönmek (irtidâd) ve devlete isyan (bağy) suçlarından ibaret olan bu suçların, unsurları teşekkül ettiği takdirde, tatbik edilecek cezaları, Allah ve Resulü (asm) tarafından tesbit edilmiştir. Bunlarda mühim olan, unsurların teşekkülüdür. Unsurlardan birisi eksik olursa had cezası tatbik edilmez; ancak ulü'l-emr tarafından tesbit edilecek ta'zîr cezaları uygulanır. Meselâ, dört şahidle zina yaptığı isbat edilemeyen suçluya, zina haddi tatbik edilmeyecektir. Ancak üç şahitle zina yaptığı isbat edilen suçlu, bütün bütün cezasız da bırakılmayacaktır. İşte unsurları teşekkül etmeyen bu suçlara tatbik edilecek cezalara "ta'zîr cezaları" denir ve ulü'l-emr tarafından tesbit edilir.

b) Şahsa karşı işlenen cinayet suçlarıdır ki, cezaları kısas veya diyettir. Bunların da çoğu cezaları, Allah ve Resulü (asm) tarafından tesbit edilmiştir.

c) Tazir suç ve cezalarıdır ki, biraz önce zikredilen had veya cinayet gruplarına girmeyen (esrar içmek gibi) yahut girdiği halde o cezaların tatbiki için gerekli unsurlara sahip olmayan (üç şahitle ispat edilen zina suçu gibi) suç ve cezalardır. İşte bu bölümde ulü'l-emrin tesbit ettiği veya kadı tarafından takdir edilen cezalar tatbik edilecektir.

Bu kısa açıklamadan sonra, kardeş katli ve bunu emreden kanun maddesinin tahlilini yapabiliriz: Her hukuk sisteminde, Osmanlı hukukunda nizâm-ı âlem, yani âlemin nizâmı, günümüzdeki ifadesiyle kamu düzeni ve kamu yararı için vaz'edilen idam cezaları vardır. Biraz sonra açıklayacağımız veçhile, Türk Ceza Kanunun 125 ile 163 maddeleri arasındaki bütün hükümleri, devlete yani âlemin nizâmına karşı işlenen suçları tanzim etmekte ve daha birinci maddesinde devletin toprağı ve bağımsızlığını dağıtmaya ve bölmeye ma'tuf bütün hareketleri, idam cezası ile cezalandırmaktadır. Dünyadaki bütün ceza hukuku sistemlerinde de devlete isyan suçları, benzeri hükümlerle önlenmeye çalışılmıştır.

Şimdi bu tür hükümlerin, İslâm hukukunda nasıl yer aldığını ve bu hükümlerin Fâtih'in Kanunnâmesindeki hükümle nasıl bağdaştırılabildiğini açıklamaya çalışalım.

A) Bağy (Devlete İsyan) Suçunun Tatbiki Sonucu Kardeşlerin Katledilme Meselesi:
Kardeş katli meselesinin birinci şer'î dayanağı, her hukuk nizâmında bulunan "devlete isyan" suçudur. Biraz önce açıkladığımız gibi, devlete isyan suçu, İslâm hukukunda, had suç ve cezaları arasında yer alan "bağy" adı altında düzenlenmiş ve unsurları tahakkuk ettiği takdirde idam cezası ile cezalandırılmıştır.

Bağy suçunun unsurları, devlete (imama, sultana) karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirmeyi amaçlamak (muğalebe) ve açık bir isyan kasdı içinde bulunmaktır.

Bağy suçunun cezaları, unsurlarının tahakkukuna göre değişir: Sultândan farklı düşündüğü halde bir isyan grubu teşkil etmeyen ve bir yerde toplanarak baş kaldırmayanlara dokunulmamalıdır. Propaganda yaparlarsa ikaz edilirler, ileri giderlerse ta'zîr cezaları ile cezalandırılırlar. Devlete isyan ettikleri an, savaşla yola getirilirler ve cezaları idamdır. Yalnız bunlar Müslüman oldukları için, çoluk-çocukları esir edilmez ve malları ganimet sayılmaz. Bunlara verilen ölüm cezası bir had cezasıdır ve hikmeti de devleti yani nizâm-ı âlemi korumaktır.

İşte Osmanlı hukukçuları, padişahın meşru emirlerine yapılan her çeşit itaatsizliği, umumi rahatı ve nizâm-ı âlemi ihlal edecek olan her türlü isyanı ve memlekette anarşi çıkarma hareketlerini (fesâd bis-sa'y), bağy suçu kabul etmiş ve buna sebep olanları da bâği olarak vasıflandırmışlardır. Bu isyan suçunun cezasının da idam cezası olduğunu, fetvalarında açıklamışlardır. İsyan eden Padişahın kardeşi de olsa, şer'î hüküm değişmeyecektir. Meselâ, Yavuz Sultân Selim'in, birisi Şiîlerle ve bir diğeri de eşkıya ile ittifak ederek Devlete isyan eden ve bağy suçunda aranan şartlara uygun bir şekilde bu suçu işleyen kardeşlerine karşı olan tutumu, tamamen şer'îdir. Fâtih'in kanun maddesindeki kardeş katlinin birinci grubunu, bu tip hâdiseler teşkil etmektedir.

Ancak nazariyat bu olmakla beraber ve söz konusu madde bu şekilde tefsir edilebilmekle birlikte, tatbikat, her zaman nazariyatı takip etmemiş, kanuna rağmen, şartlar teşekkül etmeden idamlar verilmiştir. Beşikteki bir bebeğin öldürülmesini, elbette ki müdafaa etmek yahut buna uyuyor demek de mümkün değildir. Ancak Fâtih, kanunnâmesinde böyle bir durumu da emretmemektedir.
Osmanlı tarihindeki kardeş katlleri ve idamların yarıya yakınının, bir had cezası olan bağy suçuna sokulduğunu verilen fetvalardan anlıyoruz. Ancak şunu da hatırlatmak istiyoruz ki, bazen bağy denilen had suçunun şartları teşekkül etmediği halde, araya giren jurnalcilerin ve yalancı şahitlerin beyanıyla, şeyhülislâmlardan bağy suçu imiş gibi fetva alındığı da görülmüştür.

Netice olarak bağy suçunu işleyen padişahın kardeşi de olsa, eğer unsurları tahakkuk etmişse, gereken cezayı vermek, elbette ki şer'îdir. Ancak İslâm hukukunun hükümlerine aykırı olarak, şunun-bunun tahrikiyle unsurları tam teşekkül etmeden insanları dünyevî saltanat uğruna idam etmek, elbette ki şer'î değildir.

B) Siyâseten Katl=Ta'zîr Bil-Katl:
Bu konunun girişinde açıkladığımız gibi, bağy suçunun unsurları tahakkuk etmediği takdirde, saltanat aleyhinde olanları, bâği olarak kabul edip idam ettirmek mümkün değildir. Yani had cezası olarak idam cezası tatbik edilmez. Ancak unsurları tam teşekkül etmese de, kamu düzenini (maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem) bozan bazı hareket ve fiiller, ulûl-emr tarafından ta'zîr yoluyla ve idam cezasıyla cezalandırılmaz mı? Hanefi ve Hanbelî hukukçularının çoğunluğu, maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem gerektirdiği takdirde, ta'zîr yoluyla idam cezasının verilebileceğini kabul etmişlerdir kî, buna siyâseten katl denmektedir. Meselâ, livâta suçu, Hanefi hukukçulara göre, had cezasını gerektiren bir zina suçu değildir. Ancak bu, hiç suç değildir anlamına alınmamalıdır. Bu suçun cezası, ulûl-emr tarafından tesbit edilir. Böylesine bir çirkef işi âdet haline getiren insanın, genel ahlâk, âdâb ve kamu düzeni icabı ta'zir yoluyla idam edilebileceğini İstâm hukukçuları kabul etmişlerdir. Aynı şekilde fiilen isyan etmese bile isyana hazırlandığı her halinden belli olan bir insanın, âmme maslahatı ve âlemin nizâmı düşünülerek, ta'zîr yoluyla idam edilebileceğini, Hanefi hukukçuların çoğunluğu kabul etmektedir. İşte Fâtih Sultân Mehmed'in "ekseri ulema tecviz etmişlerdir" diyerek ifade ettiği durum budur. Ancak bunun için de, fesadın tahakkuku hususunda kesin delillerin bulunması icabeder. Eğer bir fâsık, fıkıh kitaplarında aranan fesadın kuvvetle muhtemel olması yani nizâm-ı âlem şartına uymadan, sırf keyfî ve menfaati için böyle bir yola baş vuruyorsa, bu, kanunun ve fıkıhçıların vaz'ettlği siyâseten kati prensibinin hatası değil, belki şer'i bir hükmün suiistimalidir ve işlenen bir günahdır. Osmanlı Hukukunda nizâm-ı âlem, fesada sa'y edenleri men' ve maslahat-i âmme tabirleriyle ifade edilen durum, bugün devtetin birlik ve beraberliği olarak ifade olunmakta ve bunun aleyhinde harekette bulunanlar, idam cezası ile mahkûm edilmektedir (TCK., md. 125 vd.). Şimdi bu hüküm, Türk Ceza kanununda bulununca adalet oluyor da, Osmanlı Kanunnâmelerinde bulununca, Padişahın keyfî adam öldürmesi mi oluyor? Böyle bir iddia çifte standartlılık olur. Ancak bugün aynı madde suiistimal edilerek bazen masumların canları yakıldığı gibi, Osmanlı tarihi boyunca da, fıkıh kitaplarında aranan şartlar gerçekleşmeden infaz edilen idam kararları maalesef olmuştur. Bu suiistimal, elbette ki kötüdür ve yapanlar da manen mes'uldürler. Fâtih'in kanunnâmesindeki hüküm ise, fıkıh kitaplarındaki ifadelere uygundur.

Konuyu tarih ilmi ve devlet siyâseti açısından değerlendiren bir araştırmacının görüşlerini özetleyerek verip bitirelim: Osmanlı Devleti'ni tehdid eden en büyük tehlike, yabancılara sığınan şehzade veya diğer hanedan mensuplarının, tahtın mirasçısı olduklarını iddia etmeleri ve başta Bizans ve İran olmak üzere, düşman ülkelerin de bu fırsattan yararlanmak arzusudur. Osmanlı sultanları ve bilhassa Hz. Peygamber'in sas senasına mazhar olan Fâtih, ülkenin parçalanıp, bunun kimlere yarayacağının ve i'lây-ı kelimetullâh hizmetinin nasıl sekteye uğrayacağının çok iyi farkında idiler. İşte onlar, böyle bir duruma fırsat vermemek için, Şeyhülislâmdan aldıkları fetvalarla, kardeşlerini bile feda etmişlerdir. Bazan şer'î esasın tatbikinde, araya giren jurnalcilerin te'siriyle hata etmiş olabilirler. Ancak kendilerini, İslâm dinini dünyanın her tarafına yaymayı gaye edinen, ilây-ı kelimetullâhın en büyük temsilcisi kabul etmişlerdir. 

Netice olarak, kardeş katli meselesini, keyfî iradeyi hâkim kılmak şeklinde değil, nizâm-ı âlemi devam ettirmek için şer'î hükümlerin tatbiki tarzında değerlendirmek icabeder. Vatana ihanet suçunun her hukuk nizâmında idamla cezalandırıldığını da unutmamak gerekir.
 "Siyâseten katl"i, mahkeme kararı olmadan ve yargılama yapılmadan sırf saltanat ve dünyevi menfaat uğruna Padişahın adam öldürmesi olarak anlayanlar, bu manayı nerden çıkardıklarını isbat etmek zorundadırlar. Zira nizâm-ı âlem için siyâseten katlin, uygulamada suiistimal yapılsa bile, vatanın ve devletin birliğini tehlikeye sokacak ve emniyet ve asayişi altüst edecek kimselerin fesada sa'y etmelerinden dolayı verilecek bir idam cezası olduğu; hem fıkıh kitaplarında ve hem de fetvâlarda uygulanması için "şer'an sabit" olması yani İslâm muhakeme usulü kaidelerine göre yargılanıp suçun sabit görülmesi şartının tahakkuku aranmaktadır. Ayrıca "emr-i eliyy'ülemr ile katl”den kasıt, sadece mahkeme kararının yeterli görülmemesi ve bu tip cezaların infazında veliyy'ülemrin yani Sultânın tasdikinin de şart koşulmasıdır. Bu da önemli bir husustur. Kanunnâmelerde yer alan şu ifade, yargılama konusunda Avrupa'nın 20. asırda ulaştığı seviyeyi göstermektedir:

" Suçlu yargılanmadan veya kendisine isnâd edilen suçlar hukuken sabit olmadan, yetkililer para cezası alarak salıveremezler; ceza uygulayamazlar".

Fıkıh kitaplarında yapılan bu açık izahlara ve şer'î hükümlere rağmen, bir kısım muhterem insanların "1400 yıllık tarihimizde yazılan fıkıh kitaplarının hiç birinde böyle fetva verilmemiştir" diyebilmeleri, neyin verdiği cesarettir; doğrusu biz de tesbit edemedik. Eğer bundan, Padişahın keyfî adam asması kasdediliyorsa, böyle bir şeyden ne kanunnamelerde ve ne de fıkıh kitaplarında bahsedilmemiştir. Yapılan suiistimaller dahi, "ehven-i şer ihtiyar olunur" kaidesine uyularak yapılmıştır. Hem kasdedilen bu menfi mânâyı ve hem de suiistimalleri tasvip etmek mümkün değildir. Şunu unutmayalım ki, Osmanlı devleti, onun kadıları ve Şeyhülislâmları, en az bizim kadar İslâm'a ve onun hukuk nizâmının kaynakları olan fıkıh kitaplarına hürmet duyan insanlardır. Değerli araştırmacı Abdülkadir Özcan'ın yerinde tesbitleri gibi, Şeyhülislâm veya diğer kadıların fetvası, kadıların kararı ve Padişahın tasdikiyle icra edilen siyâseten katl cezalarının fetvasını veren, kararını yazan yahut en azından "nizâm-ı âlem içün öldürüldü" diyen Hoca Sa'deddin Efendiler, Bostan-Zâde Yahya Efendiler, bu sözlerini Şeyhülislâmlık veyahut kazaskerlik gibi fetva ve kaza makamının en yüksek makamlarında bulunmuş kimseler olarak söylemektedirler.

Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ – Doç. Dr. Said ÖZTÜRK (Bilinmeyen Osmanlı),s:80-89

Kaynaklar:
1- Konuyla ilgili bazı fetvalar; Nuruosmaniye kütp. nr. 3209, vrk. 358/a vd.; Süleymaniye kütp. Esad Efendi, nr. 1888; Damad, Mecma'ül-Enhür, 1/707- 709; BA, YEE, nr. 14-1540, sh. 50-51; İbn-l Âbidin; Reddu'l-Muhtâr Ale'd-Dürri'l-Muhtâr I-VI, Mısır 1967, c. IV, sh. 62-65; Şeyh Mehmed Arif, Terc. Siyasetname, sh. 6, 25-35 ;
2- Berki, A. Himmet, İstanbul'un 500. Yıldönümü Münasebetiyle Büyük Türk Hükümdarı istanbul Fâtihi Sultân Mehmed ve Adalet Hayatı, İstanbul 1953, sn. 142-148; Alderson, A.D., The Structure of the Ottoman Dynasty, Connecöcut 1982, 2. Baskı, sh. 30-31; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, sn.328, Md. 37, 1/114-117, 287, 331 vd.; c. II, sh. 10 vd.; Konrad, Dilger, Untersuchungen zur Geschichte deş Osmanischen Hofıeremünlells im 15. und 16. Jahrhundert, München 1967, sh. 5 vd., 34 vd.; Özcan, Abdülkadir, "Fâtih'in Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Alem için Kardeş Katli Meselesi", İÜEFTD, sayı 33 (1980-81), sh. 12-13; Taneri; Aydın, Osmanlı Devletinin Kuruluş Aneminde Hükümranlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayati-Teşkilati, Ankara 1978, sh, 184 vd.
* İbn-i Kemal, Tevârih-i Ali Osman, I. Defter, sh. 129; Aktan, Ali, "Osmanlı Hanedanı İçinde Saltanat Mücadelesi ve Kardeş Katli", Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 10 {Ekim 1987), sh. 8; Akman, Mehmed, Osmanlı Devleti'n de kardeş Katli. BU son eser, bu zamana kadar yapılan en kapsamlı çalışmadır
3- “Pala, Namık Kemalin Tarihî Biyografileri, sn. 105-106; Solakzâde, sh. 187; Hoca Sa'deddin, Tâc'üt-Tevârîh, c.I s. 407; İnalcık, Halil, Fâtih Devri Üzerinde Tedkikler ve Vesikalar l, Ankara 1954, sh. 110; Âsıkpaşazâde, Tarih, 140; İbn-i Kemal, VII. Defter, sh. 8-9; Akman, Kardeş Katli, sh. 64-69; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c.II, sh. 5 vd.; Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Mümin Çevik nesri, I-X, İstanbul 1998, c. II, sh. 258; Gazavât-ı Sultân Murad Han b. Mehemmed Hân, Haz. inalcık, Halil-Oğuz, Mevlûd, Ankara 1978, sh. 37-38; Aktan, 14-15; Kantemir, c.I Sh. 147.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

EN DOĞRUYU BULMAK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İslamiyeti araştırmaya başladığımda önüme farklı bir çok itikad çıkmıştı ve ben buna çok şaşırmıştım. Her görüşü okumaya çalıştım hangisinin doğru olduğunu nasıl anlayacaktım bilmiyordum; ama okumaya devam ettikçe bazı görüşlerin arkasının gelmediğini ve kendi içlerinde çeliştiklerini farkettim. Okudukça sadece bir tanesinin kendi içinde çelişmediğini ve hepsinin  delillere dayandığını  gördüm. Artık kalbim mutmain olmuştu ve çok rahatlamıştım.Ben Peygamberimizden ve sahabelerden nakil yoluyla gelen" ehli sünnet itikad"ını uzun okumalardan sonra bulmuştum. Bütün sorularım cevabını bulmuş herşey yerli yerine oturmuştu . 12 sene doğru- yanlış  birçok kitap okumuştum ama bu süreç benim mukayese yaparak doğruya ulaşmamı sağlamıştı.


Aşağıdaki yazı da doğruya ulaşmak isteyenlere bir rehber niteliğinde;


Bizim sıkıntımız bilmemek değil bilmek istememek. Araştırma yapmadan doğduğumuz toplum içinde neyi bulduysak, kulağımıza ve nefsimize neyi hoş görmüşsek onu devam ettirmek. Belki de doğruları bulmaktan korkuyoruz. Eğer doğru bilgi edinirsek onu yapmak zorunda olacağız ama ya çevre, içinde bulunduğumuz toplum? Bize ne derler, hakkımızda ne düşünürler? Birde dışlarlarsa? 


Doğruyu kabullenmek istemeyişimiz Allah-u Teala tarafından Maide suresinin 104. ayetinde bize bildiriliyor.

(Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve Peygamber’ e gelin” denildiğinde onlar, “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?)

Müjdele o kulları ki, onlar sözü dinlerler de en iyisine, en güzeline tabi olurlar. Onlardır Allah’ın hidayet verdikleri, onlardır o temiz akıllılar.” (Zümer, 17, 18)

Söz karşısında en iyi olana tabi olma sorumluluğumuz bize neleri hatırlatmalı? En iyiye tabi olmak için hangi safhalardan geçmeliyiz?

Ayet-i kerime bizi “dinleme” ye dikkat çekiyor.

Dinlemek anlamanın, anlamak da bütün zihin ve kalp faaliyetlerinin ön şartıdır.

Dinlemek temelde bir had bilmektir. “Bilmiyorsam, zaten bir bileni dinlemeliyim. Eğer biliyorsam, benden daha iyi bilen olabilir. Ola ki bu söz benden daha iyi bilen birinin sözüdür. Öyleyse onu dinlemeliyim” deme erdemidir. Bir yerde herkes konuşuyor, kimse kimseyi dinlemiyorsa orada bir “had bilmeme” probleminden söze başlayabiliriz.

Demek ki ilk aşama had bilmek…

Peki En iyiyi, en doğruyu nasıl tespit edeceğiz?

Bunu tespit etmek için iki şeye ihtiyacımız olacak: Muhakeme ve karar.

Muhakemeye ihtiyacımız olacak. Çünkü en iyi, en güzel tabiri, etimolojisi gereği tafdîl gerektirir. Tafdîl, bir şeyi/fikri diğer bir şeyden/fikirden daha kıymetli, daha doğru ve hatta ayetteki örneğiyle daha iyi-güzel görmektir. Bunun için iki ya da daha çok fikri karşılaştırmak icap ediyor. Bunun adı muhakeme…

İyi bir muhakeme için duyduğunuz sözün içerdiği fikir her ne ise onu da, zıddını da bilmek lazım.

Baştan başlayalım, eğer hiçbir şey bilmiyorsanız size yargı imkânı sunacak en ufak bir malzemeye sahip değilsiniz demektir.

Eğer sadece duyduğunuz sözün içerdiği fikri biliyorsanız yine muhakeme yapamazsınız. Çünkü muhakeme “hüküm vermekten” farklıdır. İki kişinin ortak fiilidir muhakeme. Bir siz hüküm veriyorsunuz, bir karşınızdaki. Ortada iki hüküm, iki taraf var. Bunun için tek kendi fikrinizi hesaba katarak gerçekleştirdiğiniz akıl yürütmeye değil, hem kendi adınıza hem de karşı görüş adına düşünüp her iki fikri de tartarak yürüttüğünüz akıl yürütmeye muhakeme denir. Kısacası “düz yargı” ya değil, “karşılaştırmalı yargı” ya ihtiyacımız var. Zıt fikri bilmeden de karşılaştırma yapamazsınız.

Hatta bazen “doğru-yanlış” şeklinde çift kutuplu karşıtlık yerine “doğru-daha doğru-yanlış” olmak üzere bir karşıtlık ilişkisi de söz konusu olabilir. Bu durumda göreviniz sadece doğruyu değil, ayette de geçtiği gibi “en doğru”yu, “daha doğru”yu tespit etmektir.

Bir alt katmana daha iniyoruz: “En doğru”ya neye göre karar vereceğiz? Kararlarımızın zihin planında birikmiş yargılar ve bu yargıların mayaladığı prensipler vardır. Şuna ya da buna dair doğru-yanlış, iyi-güzel gibi en temel yargılarımızı hep bu stoklarla gerçekleştiririz.

Yeni olan, gerek dış duyularla, gerek iç duyularla oluşturduğumuz “anlık idrakler”imizdir aslında… “Elde ettiğimiz” değil, özellikle “oluşturduğumuz” demek doğru olur…

Öyle anlık idrakler vardır ki, bazen gerekli psiko-sosyal alt yapısı oluştuğunda birkaçı zihin dünyanızda büyük patlama etkisi yapabilir, bildiğiniz ne varsa hepsini sarsıp sizi küçük ve hatta büyük öncüllerinizi yeniden kurmaya itebilirler…

Dua ve ubudiyet burada en kritik rolünü oynuyor… Allah’ım, değişen yargılarım arasında imanıma, samimiyetime halel bulaştırmama fırsat verme! kalbimin batıla doğru eğrilmesine fırsat verme! Elimden tut, beni bana bırakma! Ne hakka sırt döneyim, ne hak bellediğim vehimler uğruna senin nurundan mahrum kalayım!

Demek oluyor ki, anlık idraklere kapıları kapatmamak, zihin stoklarımızı sürekli elden geçirmek lazım… Kalbimizin iman, tevazu ve tevekkül kaynaklarını secdelerle besleyerek…

Ve  işin karar safhası …

Karar vermek basit bir şey değildir. Bunun için hem zihni bir katiyete hem de kalbi bir itminana kavuşmak gerekir. Fikrimizin mantık-usul-bilgi boyutlarını sorgulayıp bileşenleri eleme-ayıklamadan geçirdikten sonra zihin katiyetine; dua, secde ve gerekirse istişare- istihare eşliğinde Allah’a iltica ederek kalb itminanına kavuşuruz.

Son adım, tabi olmak/ittiba için her türlü bedeli göze alarak en iyi, en doğru ve en güzel olana yüreğini açıp harekete geçmektir…

Ama her şey önce dinlemekle başlıyor…

Eğer amacınız en iyiyi, en doğruyu bulmaksa bir mukayese yapmalısınız … Mukayese yapmak adına dinleyin, anlayın ve sonra düşünün…

Ne reddederken ne de kabullenirken acele etmeyin. Aşamaları sabırla ve duayla hazmede hazmede geçmeye bakın…


T.H.Alp

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

20 Şubat 2014 Perşembe

EVLATLARIMIZ İÇİN GÜZEL BİR DUA


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Allahım ! Bizlere hayırlı evlatlar ihsan eyle , onların başkalarına karşı faydalı olmalarını nasib et, Sana itaat etmeye muvaffak kıl, iyilikleriyle bizi rızıklandır;

Ey Hz Musa ve Hz Ademin muallimi olan ve Hz Süleyman'a anlama kabiliyeti ihsan eyleyen Allahım ! Onlara anlayış kabiliyeti ver.

Ey Hz Lokman'a hikmet ve güzel konuşma yeteneği bahşeden Allahım! onlara da hikmet ve güzel konuşma yeteneği bahşeyle;

Allahım! Çocuklarımıza bilmediklerini öğret, unuttuklarını hatırlat, onlara göğün ve yerin bereketlerini aç , Sen duyan ve duaları kabul edensin;

Allahım! Onlara ezberleme kuvveti, çabuk anlama kabiliyeti ve zihin açıklığı ver;

Allahım! Onları sapanlardan ve saptıranlardan değil; doğru yolu gösteren ve doğru yola uyanlardan eyle;

Allahım! Onlara imanı sevdir ve onu gönüllerine yerleştir , fıskı ve isyanı onlara çirkin göster , onları doğru yolda olanlardan eyle.

Rabbimiz bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl;

Allahım! Onları dünyada ve ahirette en bol nasibi olan talihli kullarından eyle;

Allahım! Onları önlerinden ve ve sağlarından amellerinin nurları akıp giden, korku ve üzüntü çekmeyen veli ve has kullarından eyle;

Allahım! Onların günahlarını bağışla, kalplerini temizle, namuslarını koru; Onların ahlaklarını güzelleştir , kalplerini nur ve hikmetle doldur, onları her türlü hayırlı nimete ehil kıl, onların kalplerine hidayet ver ve insanların hidayetine vesile kıl;

Allahım! Onları dinin bekçileri eyle, Seni daima zikredenlerden ve kendilerini hayırla anılanlardan eyle. Onlara lütfunla muamele eyle Ya Kerimallah;

Allahım! Kalplerini camilere ve Sana itaate bağla . Onları Sana yönelen ve Seni sevenlerin öncülerinden eyle;

Allahım! Onları kitabını ezberleyenlerden, Senin rızan için camilere çağrılanlardan; Senin yolunda cihat yapanlardan ve Rasulünün tebliğcilerinden eyle;

Allahım! Onlara ariflere bahşettiğin keşif kabiliyetini ver;

Onları hikmet ve faydalı ilimle rızıklandır, ahlaklarını sabır ve hoşgörü ile ziynetlendir, onlara takva ile ikramda bulun, onlara afiyetler ihsan eyle , onları koru, onları bağışla; onlara hayırlı arkadaşlar nasip et;

Allahım! Onları kanaat ile rıza ile rızıklandır;
Kalplerini senden başkasına bağlanmaktan temizle. Onları sevdiklerinden eyle;Onları Seni sevmekle, Peygamberin Hz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi sevmekle, Seni seven herkesi sevmekle, Senin sevgine yaklaştıracak her çeşit ameli sevmekle rızıklandır;

Allahım! Evlatlarımızı Sana karşı tevazu gösterip yücelttiklerinden Senin heybetine boyun eğip Seni kazananlardan, Sana yaklaşıp kendine yaklaştırdıklarından ve Senden isteyip desteklerini kabul ettiklerinden eyle;

Allahım! Onlarla seçilmiş peygamberini mutlu eyle , onlar vasıtasıyla ilahi nuru yücelt; Ya Kerim onları sevdiğin şeyleri yapmaya yönelt;

Allahım! Onlara geniş rahmetinden helal rızık kapılarını aç, haram şeylerden uzaklaşıp helal rızkınla yetinsinler, Senden başkasından uzaklaşıp Senin Fazlınla yetinsinler, Senden başkasını dost edinmelerine fırsat verme;

Allahım! Onları her türlü fuhşiyattan, musibetlerden, depremlerden açık ve gizli fitnelerden uzak tut; Onları kötü arkadaşlardan beri eyle; Onları zinadan uzak tut; Onları her türlü uyuşturucudan, içkiden kumardan muhafaza eyle;

Allahım! Onları hastalıklardan, devasız dertlerden ve afetlerden koru;

Allahım! Gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında açık ve gizli ortamlarda kötü kimselerin kötülüğünden onları koru, yapmalarına razı olduğun şeyleri yapmalarını nasip et;

Ey Gaffar olan Allahım! Onları affet; Onları doğru yola ilettikten sonra kalplerini eğriltme, onlara tarafından rahmet bağışla, onları rahmet kanatlarının altına al; Onları iki cihanda koruduğun, kayırdığın kullarından eyle; Onlara iki cihan saadeti nasip eyle; uzun ömürlü, bizlere karşı hayırlı ve yararlı olmalarıyla iyilikte bulun; Sıhhat ve afiyet içinde Sana ve Senin rızana uygun ameller yaparak ömürlerine bereket ihsan eyle;

Allahım! Zayıf olanlarına güç ve kuvvet ver; Akıllarına, ruhlarına, bedenlerine, kalplerine ve tüm organlarına sıhhat ve afiyet ver;

Allahım! Onların nefislerine takvayı ve arınmayı bahşet , İmanlarını ebeden ve daim eyle . Sen nefsi arındıranların en hayırlısısın; Onlara aklı selimle davranmayı ilham eyle;

Allahım! Onları iyilerden, takva sahibi, basiretli, söz dinleyen, nasihat eden, Seni ve dostlarını seven, düşmanlarına buğzeden kimselerden eyle; Onları ana baba sözü dinleyenlerden eyle; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in kamil ahlakıyla ahlaklandır ve Onun sünnetine uyanlardan eyle;Katından maddi manevi yardımcılar ve koruyucular ihsan eyle;

Allahım! evlatlarımızı bir an bile nefisleriyle, heva ve hevesleriyle başbaşa bırakma; onları terbiye etmede, güzel davranışlar kazandırmada ve onları iyi bir insan olarak yetiştirmede bizlere yardım et;

Allahım! evlatlarımızı ve bizleri helal rızkı olanlardan, zilletten Sana sığınanlardan, adlinle zulme maruz kalmayanlardan , rahmetinle belalardan uzak olanlardan , takva sahibi kılmanla günahlardan, sürçmelerden ve hatalardan korunanlardan eyle;

Allahım ! Bizleri , çocuklarımızı ve neslimizi kabir fitnesinden kabir azabı fitnesinden her türlü bid'attan ve Mesih deccalın fitnesinden koru; dünyada ve ahirette tüm hayırları ihsan eyle;

Allahım! onlara Rahmet nazarınla bak, onlara yardım et, onları koru, onları destekle ; şeytanlardan , insan, cin, zalim, haset kimselerden ve tüm yarattıklarının şerrinden korumanla , himayenle, yakınlığınla, sığındırmanla, ordularınla, barınağınla muhafaza eyle Allahım! Şanı yüce Zatın için hayırlı kullar, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem için hayırlı ümmetler olmalarını ihsan eyle; cennette Cemalinle sonsuza kadar müşerref eyle;

Bütün hamd ve senalar Alemlerin Rabbı olan Allaha mahsustur. Bütün salat ve selamlar nebilerin ve Resullerin en şereflisi olan Efendimiz Muhammed'e ve bütün Al ve Ashabının üzerine olsun. Amin sonsuz kere amin.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR