18 Ekim 2013 Cuma

167.RABBİMİZİN cc 11.NASİHATI


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar!
Dünya, yurdu olmayanların yurdu, malı olmayanların malıdır. Dünya malını aklı olmayanlar biriktirir, onunla anlayışı kıt olanlar sevinir. Tevekkülü olmayanlar dünya için hırs gösterir ve marifete ulaşamayanlar dünya zevklerinin peşine düşerler.
Her kim yok olacak bir nimeti ve sonu olan bir hayatı isterse, şüphesiz o, nefsine zulmetmiş, rabbine isyan etmiş, âhireti unutmuş, dünyası kendisini aldatmış, açığıyla gizlisiyle günahı arzu etmiştir. 'Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir.' Ey âdemoğlu! Bana kulak ver ve benimle ticaret yap, bana çalış ve kârını yanımda saklayıp âhirette al.
En'âm6/120.

Benim yanımda hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin kalbine gelip hayal etmediği nice nimetler vardır. Benim hazinelerim ne biter ne de eksilir. Ben hesapsız ihsan edenim ve sonsuz ikram sahibiyim."


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

17 Ekim 2013 Perşembe

166.RABBİMİZİN cc 10.NASİHATI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "'Ey insanlar, size rabbinizin katından bir öğüt ve kalplerdeki hastalıklar için bir şifa gelmiştir.'^ Öyleyse neden yalnız size iyilik edene iyilikte bulunuyor, sadece size gelene gidiyor, sizinle konuşanla konuşuyor ve yalnız size ikram edene ikramda bulunuyorsunuz?

Hiç kimsenin bir diğerine üstünlüğü yoktur. Müminler, ancak Allah'a ve Resûlü'ne iman eden kimselerdir. Onlar, kendilerine kötülükte bulunana iyilik ederler, gelmeyene giderler, kendilerine vermeyeni affederler, ihanet edene hainlik yapmazlar. Kendilerini terkedenlerle konuşur ve hakaret edenlere ikramda bulunurlar. Şüphesiz ben sizin her yaptığınızdan haberdarım."
Yûnus 10/57. 

Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

16 Ekim 2013 Çarşamba

165.RABBİMİZİN cc 9.NASİHATI


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey âdemoğlu!

Yaratılmışlara lanet okumayın, sonra lanet size döner.

Ey âdemoğlu! Gökler boşlukta benim isimlerimden biri ile direksiz olarak dosdoğru durmakta iken, sizin kalpleriniz kitabımın binlerce öğüdüyle bile dosdoğru olamamaktadır.

Ey insanlar! Su, içindeki sert taşı yumuşatmadığı gibi, güzel öğütler de katı kalplere tesir etmez.

Ey âdemoğlu! Allah'ın kulları olduğunuza şahitlik ettiğiniz halde nasıl olur da O'na isyan ediyorsunuz? Yine ölümün hak olduğuna inandığınız halde ondan nasıl hoşlanmıyorsunuz?

Hakkında hiçbir bilginiz olmayan nice şeyleri söylüyor ve bunu önemsiz görüyorsunuz; oysa bunun günahı Allah katında çok büyüktür." 


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

15 Ekim 2013 Salı

164.RABBİMİZİN cc 8.NASİHATI


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey âdemoğlu!
Ben sizleri boşuna ve başıboş bırakmak için yaratmadım. Ben sizden gafil değilim, her şeyinizden haberdarım.
Siz Benim katımdaki nimet ve müjdelere, ancak hoşunuza gitmeyen şeylere karşı Benim rızam için sabrederek ulaşabilirsiniz.

Sizin Bana itaatte göstereceğiniz sabır, sizin için, Bana isyanda gösterilecek sabırdan daha kolaydır. Günahı terketmeniz, cehennem ateşi karşısında benden özür dilemenizden daha kolaydır. Dünya azabı, sizin için âhiret azabından daha hafiftir.
Ey âdemoğlu! Benim hidayete ulaştırdıklarım hariç, tümünüz sapık yolda kalırsınız. Yine Benim koruduklarım hariç hepiniz günahkârsınız. Öyleyse Bana tövbe ediniz ki size merhamet edeyim. Kendisine hiçbir sırrınız gizli kalmayacak Rabbiniz yanında gizli günahlarla sırrınızı ortaya dökmeyiniz.


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

3 Ekim 2013 Perşembe

153.ŞEYTANLA NASIL SAVAŞALIM?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


Dünkü yazıdan devam edip bugün bitirelim inşallah.


şeytanın düşmanları:

1)Çok sadaka veren müslüman,
2)Tövbesinde sabit kalan tövbekarlar,
3)Adil idareciler,
4)Dürüst ve doğru sözlü tüccarlar ,
5)Nasihat eden müslüman,
6)ALLAH'dan cc korkan alimler,
7)Mütevazi zengin ,
8)Gece namazı kılan müminler,
9)Daima abdestli olan müminler,
10)Daima Kur'an okuyan hafızlar,
11)Merhametli müminler,
12)Haramdan sakınan müminler,
13)Güzel huylu müminler,
14)İnsanlara faydalı olan müminler.


şeytanın dostları:


1)Namaza tembel olan ve ağır davrananlar ,
2)Hile yapan, aldatan tüccarlar,
3)Zekata engel olan kişiler,
4)Yetim malı yiyenler,
5)Zina yapanlar ,
6)Uzun emeli olan insanlar ,
7) Zalim idareciler ,
8)Kibirli zengin,
9)İçki içen kişiler.

şeytanın insanı saptırması ve hileleri:

1)İnsanlara yalan söyletmek ve yalan yere yemin ettirmek,


2)Gıybet ve koğuculuk yaptırmak,


3)Talak üzere yemin ettirmek ,(Talak üzere yemin edilirse erkeğe hanımı haram olur, çocukları da zina çocukları olur.)


4)Namazı ertelettirmek ve namazda insanı saptırmaya çalışmak;
a)Henüz vakit var, sonra kılarsın vesvesesini vererek namazı vaktinde kıldırmamak,
b)Namazda acele ettirerek, çabuk çabuk kıldırmak,
c)Namazda sağa, sola bak vesvesesini vererek; namazın sevabından alıkoymak ,
d)Namazda İmamdan önce rüku ve secdeye vardırıp; İmamdan önce rüku ve secdeden kaldırmak,
e)Namazda parmakları çıtlattırmak, (kişi namazda parmak çıtlatarak şeytanı tesbih etmiş olur)
f)Namazda kişinin burnuna üfleyerek esnemesini sağlatmak,
g)Kişiye Namazı bırakması için vesvese verir, (şu an işin var, meşgulsün, sen daha gençsin, ihtiyarlayınca kılarsın, sen hastasın iyileşince veya işin bitince
kılarsın, vb. diyerek namazdan alıkoyar)
ğ)Namazda uyuklama ve aksırma meydana getirmek,
h)Namazda insanın aklına dünya işlerini getirmek,
i)Namazda abdestin bozuldu vesvesesini vererek namazı yarım bıraktırmak.


5)Faiz yedirmek ve faiz yemeyi mübah göstermek,


6)Cuma Namazını terkettirmek ,


7)Zina ettirmek,


8)Sarhoş edici şeyler içilmesini sağlamak,


9)Kişinin hırsızlık yapmasını sağlamak,


10)Sihirbazlık ve büyücülük yaptırmak,


11)Erkeğe karısını boşattırmak, (aile arasında huzuru bozarak, eşleri ayırmak) 


12)Kişinin öfkelenmesini ve hiddetlenmesini sağlamak, (böylece kişiye sonradan pişmanlık duyacağı davranışları yaptırır ve sözleri söyletir)


13)Hırs ve kin tohumlarını kişinin kalbine yerleştirmek,


14)İnsanın yapacağı her işi aceleye getittirmek,


15)Cimriliği hoş gösterip, kişinin sadaka ve zekat vermesini engellemeye çalışmak,


16)Kişinin çok yemek yemesini sağlamak, (çok yemek yenildiğinde kişi rahatsızlanır, kişiye ağırlık çöker ve uyku hasıl olur)


17)İnsanın ibadetlerini yerine getirmekten alıkoymak,


18)Mal ve servet sevdasıyla insanı aldatmak,


19)Kişinin arzularını hoş ve güzel göstererek şehvetini arttırmak,


20)İnsanı lüzumsuz işlere yöneltmek, (bu sayede kişiyi ibadetten alıkoyar)


21)Kişinin ALLAH'a verdiği sözü ve adağı yerine getirmesinde onu geciktirir ve zamanla unutturur, (söz ve adak hemen yerine getirilmelidir.) 


22)İnsanın yapacağı her işte şeytan hazır bulunarak ortak olur,( bu nedenle her işe Euzu Besmele ile başlanılmalıdır.)


23)Ölüm anında insanın imansız gitmesi için uğraşmak,


24)İnsanın kötü söz söylemesini ve küfür etmesini sağlamak, ( kötü sözü ve küfürü hoş göstererek, sonradan pişman olacağı sözü söyletmeye çalışmak)


25)Kişiyi cemaat ve mescidden alıkoymaya çalışmak,


26)İnsanları; gösterişe, medhedilmeye ve övülmeye sevketmek,


27)Günah ve haramları hoş göstererek; insanın günah işlemesini ve haram olan davranışları yapmasını sağlamak,


28)Kişiye sürekli vesvese vererek, şüpheye düşürmek ve huzurunu bozmak,


29)İnsanlarda baş olma isteğini ön plana çıkarmak ve makam, mevki arzusunu ve hırsını ortaya çıkartmak,


30)İnsanlarda dünya ve mal sevgisini arttırmak,


31)İnsanların hased etmesini sağlamak,


32)İnsanların kibirlenmesini sağlamak ,


33)İnsanın içine kıskançlık tohumları ekerek kötü yollara sevketmek,


34)İnsanların rahatlık, bolluk ve uzun emel isteklerini arttırmak,


35)İnsanların kötü zan ve iftirada bulunmalarını sağlamak,


36)İnsanlara yalan söylettirmek ve yalan yere yemin etmelerini sağlamak ,


37)Kişinin başkalarını küçük görmesini ve onlara saygısızlık yapmasını sağlamak,


38)Kadına vesvese vererek açılmasını sağlamak,


39)Makam, mevki ve mal sahibi kişilerin gurur ve kibirlerini arttırarak, toplumda sınıf ayrımı yapılmasını sağlamak,


40)Toplum düzenini bozan; kin, nefret, gıybet, koğuculuk, iftira, hırs, kıskançlık, kibir, ihtiras, ahlaksızlık gibi vb. çeşitli duygu, düşünce ve davranışları insanlar arasında yaymaya çalışmak.

Peki o zaman şeytanla nasıl savaşıcağız?

şeytan ile savaşırken ve onun aldatmalarına kapılmamak ve tuzağına düşmemek için yardım istenilecek şeylerin başında KELİME-İ TEVHİD ve ALLAH'u Teala'yı çokca anmak gerekir. 


Hadisi Şerifte: ALLAHü Teala buyuruyor ki "La ilahe illALLAH benim kal'am dır (kale). Bunun için La ilahe illALLAH diyen benim kal'ama girer. Benim kal'ama giren ise azabımdan emin olur." buyrulmuştur. 


Yine buyurdu ki: " Bir kimse halis ve muhlis olarak La ilahe illALLAH dese, Cennete girer."
şeytan azaba sebebdir. Hadislerden anlaşılıyor ki, bir kimse La ilahe illALLAH kelimesini söylese, ALLAHü Teala'nın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınsa ve şeytan onu o halde görse, ondan uzaklaşır, yanına yaklaşamaz. Bu durumda şeytan zararından kurtulur.

Euzü ve Besmeleyi çok söylemekle Şeytanla savaşılmış, onun hile ve aldatmalarına karşı Besmeleden yardım alınmış olunulur. 


Zira Resulüllah S.A.V. bir kimsenin şeytanın telef olmasına ve helakine beddua ettiğini işitince:" Böyle deme, zira şeytan kibirlenir ve seni yenmek için elimden geleni yaparım der. Ancak Euzü Besmele oku. Bu durumda şeytan küçülür. Zerre gibi hor ve hakir olur."

Kişi, ALLAH'a C.C. güvenip; dünyayı isteyenlerden, onların mallarından, hediyelerinden, medhlerinden, övmelerinden ve hırslarından ayrılmakla da şeytanın hile ve aldatmalarına karşı durmakta yardım görür. Çünkü dünyayı sevenler; şeytanın malı, askeri ve takımıdır. İnsan için lazım olan, bunların hepsinden sevgiyi kesip, ALLAH'ın C.C. lutfüyle kimseye muhtaç olmayıp, her halinde ve işinde ALLAH'a güvenmesidir, tevekkül etmesidir. ALLAHü Teala'ya dönmesidir.


 İnsanlara minneti, haram ve şüpheli şeyleri terketmelidir. Dünyanın helal ve mübahlarını az kullanmakta zühdü, vera ve takva yolunu tercih etmelidir.

şeytan ile içten mücadele ve çarpışma kalb ve iman ile olur. Sen şeytanla mücahede ettiğin zaman, senin yardımcın, dayanağın ALLAH'u Teâlâ'dır.
Kafirle olan cihadın (savaşın), çarpışmanın sonu vardır. Nefs ve şeytanla cihad etmenin (savaşın) sonu yoktur.


medresedersleri.com'dan faydalanılmıştır.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

152.ŞEYTAN VE BİZ


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


şeytanı tanımaya devam ediyoruz...


Namaz vakti gelince iblis, şeytanları dağıtır ve namazlarında insanları meşgul etmelerini ister. şeytan gelir ve namaz vaktini geçirmesi için, insanı meşgul edecek yollara sevkeder. Bu olmazsa namazını karıştırmaya çalışır ve dualarında eksik yapması için insanı meşgul eder.

iblis; insan kendini beğendiği zaman, amelini çok bulduğu zaman ve günahını unuttuğu zaman, insana galip gelir.

Acele iş de şeytandandır. Bir işe acele etmek ve acele kılınan namazda şeytanın vesvesesi sonucudur. şeytan; insan ve cinlerdende bazı kimseleri kullanarak diğer insanların üzerine yollar. Bunlar fitne ve vesveselerle yanıltıp, kışkırttığı insanlardır. Bunlara insan ve cin şeytanları denilir. İnsanın kalbinde, ALLAH C.C. inancı sadece sözde kalmışsa veya ALLAH'a C.C. inancı yoksa artık o insan şeytandan farksızdır. Böyle bir insan şeytanın kuklası ve onun yardımcısı olma yoluna girmiştir. Bu insanlar toplumda şeytanın vazifelerini görmeye ve insanları ALLAH C.C. yolundan saptırmaya başlarlar. Toplumda; fitne,fesatlık,zulum ve maddi hırs gibi kötülükler onların yardımlarıyla artar ve çoğalır.

İçki, kumar ve falcılık şeytanın pis işlerindendir. Bu sayede şeytan(içki, kumar ve falcılıkla) insanlar arasındaki ilişkileri bozar ve kin, düşmanlık üretir.

Faiz dinimizce haramdır. Çalışmadan, emek harcanmadan kazanılan paranın hayrı olmayacağı gibi, faizle kazanç sağlayan kişinin kazancındada hayır ve bereket olmaz. Çok kazanıyor gibi görünsede bir zaman sonra tüm kazancı ve elindekiler kaybolur gider. şeytan faizi insanlara hoş gösterir. Değişik isimler altında faizi mübah göstermeye çalışır.

Kişi evine girerken besmele ile girerse ve yemektede besmele çekerse; iblis yanındaki şeytanlara; "size burada kalıp, gecelemek ve yiyip, içmek yokdur" der.

Kişi evine girerken besmele çeker, fakat yemek yerken çekmezse; iblis yanındaki şeytanlara; "yemeğe kavuştunuz ama burada kalmanız ve gecelemeniz mümkün değildir" der.

Kişi eve girerken ve yemek yerken besmele çekmezse; iblis yanındaki şeytanlara ; "yemeğe de, burada kalıp, yatmaya da yetiştiniz" der.
şeytanın yemesi ve içmesi konusunda; gerçekten yeme içme olur diyenlerin yanında, bunun koku ve koklayarak yaptığını rivayet edenlerde vardır. Her iki durumda da sofradan bereket kalkacağı gibi, eksilmede olur.

şeytan insanın her yaptığına ve her ibadetine müdahelede bulunur. İman kalesi olan kalbi bozarsa, insana sahip olur ve insanı istediği gibi yönetir ve kullanır.

şeytan, insanı kandırmak için her yola başvurur.Bunlardan bazısı; yalan söylemesi ve bolca yemin etmesidir. Şeytanın insan üzerinde zorla yaptırım gücü yoktur. İnsanın şüphe içinde kalmasını sağlar.

şeytan riyakardır. İnsanın; kendini beğenme, beğendirme, başkalarının güvenini ve rızasını kazanmak için iş yapma ile ibadetleri menfaate dayalı görüntü vermeye çalışmada şeytanın işidir.

şeytan edebiyat ve felsefe yapar. İnsanı küfür ve dalalet gibi yanlış yollara sürüklemek için edebi sözleri ve felsefe yorumlarını kullanır.
şeytan vesvese yoluyla verdiği umut ve telkinlerle günah ve kötülükleri süsleyip, insana güzel gösterir.

şeytan insanın düşmanı ve kötü bir arkadaşıdır. Kafirlerinde dostudur.
İnkarcılar ve onlara yardım edenler,insanı saptırmaya yönelik çalışmalar yapanlar, şeytanın emeline hizmet edenler (böyleleri) şeytanın yardakcılarıdır.

şeytan Kur'an'dan uzak duranlarında dostudur. Kur'an'a uyan kurtulur, uymayan şaşırıp, hüsrana uğrar. Kur'an insanlara doğruyu gösteren en iyi rehberdir. Kur'an'ı okumak, anlamak, anladığını yapmak ve yaşamak görevimizdir.

şeytana yaklaşan ALLAH'dan C.C. uzaklaşır. şeytan insanı her yönden görür ve aldatmaya çalışır. İnsana zayıf olduğu yönden, noktadan yaklaşır ve buradan sokularak kandırmayı hedef alır. İnsan uyanık olur ve açık vermezse şeytan insana bir şey yapamaz.
şeytan zaaflarına düşkün olan kişileri, telkin ve vesveseleriyle kötülüğe sevkeder. İnsan günah ve haramdan uzak durursa şeytanın aldatmaları sonuçsuz kalır. şeytan insanın vücuduna girer, damarlarına,beynine kalbine nüfuz eder. İnsanı saptırmaya ve hastalıklara sebep olur.

şeytan daha çok; kendini beğenen, kusursuz sanan kişilere, münafıklara, inkarcılara, dindarlarla alay edenlere, günaha girmede sakınca görmeyenlere, haram yiyen ve haram işleyenlere, şeytandan ALLAH'a sığınmayanlara, şeytandan medet ve yardım umanlara, kahin, büyücü, medyum ve falcılara, yalan, iftira ve isyan halinde olanlara, ALLAH'dan başka varlıklara tapanlara, ALLAH'ı unutanlara, ihlas ve samimiyetten uzak, yoksun olanlara, ALLAH C.C. ve Resulüne SAV düşman olanlara gelir. Onları bulundukları durumda kalmaları için iknaya çalışır. Ölünceye kadar bu kişilerin peşini bırakmaz. Onların ALLAH'a C.C. yönelmelerini engellemeye çalışır.

şeytan ayrıca inanan ve iman sahibi dindar kişilerle de uğraşır. Hatta inanç sahibi kişilere daha çok önem verir. Çünkü diğerlerini aldatmak onun için kolaydır, onlar ALLAH'ı C.C. unutmuşlardır. Onlarla istediği gibi oynar, istediği yöne sevkeder. Fakat iman sahibi olanları dinden soğutmak ve şüphe içersinde bırakmak zordur. Bunun için tüm gücüyle çalışır. Onları saptırmak içinde çeşitli yollar dener. Kimini şeyh yarışmasına, kimini peygamberlik iddiasına, kimini paraya pula, üne, kimini baş olmaya, kimini makam mevki sevdasına, kimini ibadette üstünlük yarışına, kimine diğer insanları hor gösterip, kendini büyük görmeye, kimini dünya sevdasına sevketmeye, dünyaya müptela etmeye, kimini dinden soğutup, nefret etmesini sağlamaya uğraşır.

şeytanın en çok korktuğu; euzu besmele ve arif insanların kalblerindeki marifet nurudur. İnsan arifler derecesine çıkıncaya kadar ( takva sahiplerinin ALLAH'a C.C. sığınmaları gibi ) euzu besmele ile ALLAH'a sığınmaları gerekir. O dereceye çıktıktan sonra kalbteki nur şeytanın tesirini ortadan kaldırır.

şeytanın aldatmasına kapılmamak ve tuzağına düşmemek içinde Kelime-i Tevhid ve ALLAH'ı C.C. anmak gerekir.

şeytan azaba sebeptir. İnsan La ilahe illALLAH derse ve ALLAH'ın C.C. emir ve yasaklarına riayet ederse, şeytan onun yanına yaklaşamaz. Kişi şeytandan uzak olabilmek için; takva üzere bulunmalı, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmalı ,euzu besmele ve kelime-i tevhidden uzak olmamalıdır.

şeytan, kıyamet günü, firavun,karun ve haman'la beraber ebedi cehennemde azap içinde kalacaktır.

Adamın biri, iblisi gördüğünde; ne yapmam lazımki senin gibi olayım der. şeytan şaşırır ve "benim gibi olmak istiyorsan; namazlarını son vaktine bırak, yalanda olsa, doğruda olsa her sözünde yemin et. "der.

şeytanla mücadele kalb ve imanla olur. Kazanırsan; ebedi cennette kalmakla ve ALLAH'ın C.C. Cemali ile mükafatlandırılırsın. İnsan ölünceye kadar nefis ve şeytanla mücadele etmek durumundadır.

Kalbe iki şey gelir. Kalbe bir melek tarafından olup; daima iyiliği ve Hakk'ı kabul etmeyi ihtar eden düşünceler. Diğeri şeytan tarafından olup; daima kötülüğü ve HAKK'ı yalanlamayı bildiren, iyilikten ve iyi işlerden men eden düşünceler gelir. şeytan insan kalbine sürekli vesvese verir. 


Kalbe gelen düşünceler 6 çeşittir.

1)Akıldan gelen düşünceler,
2)Ruh dan gelen düşünceler ,
3)Melekten gelen düşünceler ,
4)şeytandan gelen düşünceler ,
5)Nefsden gelen düşünceler ,
6)Yakıni gelen düşünceler. ( bu düşünceler ALLAH C.C. tarafından evliya içinde secilmiş kullarına gelir.)


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

2 Ekim 2013 Çarşamba

151.DÜŞMANIMIZI TANIMAYA NE DERSİNİZ?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


Düşmanımız bize nasıl ve ne zaman musallat oluyor? onu tanıyalım ki ondan nasıl korunacağımızı da bilelim.

 şeytan insanları; cimrilik, hiddet ve sarhoşlukla sapıttırır. Kişi zengin de olsa şeytan ona mallarını az gösterir, başkalarının malına göz diktirir, onu cimriliğe alıştırır. Kişi hiddetlenip, öfkeye kapılınca, şeytan onu çocuk oynatır gibi oynatır. Kişi sarhoş olunca şeytan onu kolayca isyana çeker. Öfke anında şeytan insanın sırtını yere getirir. İnsana sonradan pişman olacağı şeyleri yaptırır.

şeytan, insanı yenmek için; "sakin olduğu zaman kalbine otururum, kızdığı zaman uçup kafasına konarım" der. Öfke şeytandandır, şeytanın silahıdır. Öfke anında insan euzu besmele çekerse, abdest alırsa öfkesi geçer. Şeytanın arzusu öfkelenmiş kişiye sonradan pişmanlık duyacağı sözü söyletmek, davranışta bulundurmaktır. Cemaat ve mescidden ayrılmayan kişi şeytandan uzak olur. şeytan ölüm anında müslümana birşey yapamadığında, onu imanından çeviremediğinde çok şiddetli ağlar.

şeytan insanın her işinde hazır bulunur. O yüzden bir işe başlanılacağı vakit euzu besmele ile (ALLAH'a sığınarak ve ALLAH'ın ismini anarak)başlanılmalıdır. Bu sayede şeytan uzaklaştırılır. Bir işte acelede şeytandandır. Namazdayken şeytan namaz kılanın yanına gelir. Kişinin namazdan ayrılmaması onu kızdırır. Abdest bozuldu hissini vermek için kişinin dübürüne üfler. Bu durumda yellenme olmadıkca, ses duyulmadıkca namaz bozulmaz. Namazda uyuklamak ve aksırmak şeytandandır.

şeytan insanı 3 yönden yakalar:

1)İnsan öfkelendiği zaman(şeytanın gözleri,insanın gözlerinde;vesveseside insanın kalbinde olur)
2)İnsan savaşacağı zaman(Savaş anında insanın yanına gelerek;senin malın, mülkün ve ailen var, vazgeç savaştan diyerek iğva verir)
3)İnsan mahremi olmayan kadınla başbaşa kaldığı zaman(şeytan araya girer yapacağını yapar)

İnsan 3 şeyden sakınmalıdır:


1)Sadaka verirken beklemekten(sadaka vereceksen hemen ver. Çünkü biraz beklersen şeytan, insanı sadaka vermekten caydırır)
2)ALLAH'a verdiğin sözü geçiktirmekten(ALLAH'a verdiğin sözü mutlaka yerine getir. Çünkü şeytan hemen gelir, aklına girer ve verdiğin söze muhalefet ettirir.)
3)Yabancı(mahremin olmayan)kadınla başbaşa kalma.(Çünkü şeytan seni saptırır)

Çok yemek yemekte şeytandandır. Çok yemek yiyen kişiye ağırlık çöker ve uyku ağır basar. Böylelikle insanı bazı ibadetleri yapmasından alıkoyar. Şeytanın insanlar arasında en çok sevdiği cimri mümindir. En nefret ettiği ise cömert fasıktır. Çünkü mümin cimriliğiyle şeytana yapacak iş bırakmamıştır. O zaten kendine cimriliğiyle yapacağını yapmıştır. Fakat cömert olan fasık insanı ALLAH cömertliğinden dolayı affeder diye korkar.

şeytan dünya ile beraberdir. Mal ve servet sevdasıyla insanı yanıltır. Nefsin arzularını insana hoş ve güzel gösterir. İnsanı şehvete yönlendirincede peşini bırakmaz.

İnsan yaratıldığı zaman, kendine yararlı şeyleri elde edebilmesi için şehvet verilmiştir.

Kendine yapılan saldırıları önleyebilmesi içinde öfke verilmiştir.
Akılda bir terbiyeci gibi yararlı olanı alması, zararlı olanı bırakması için verilmiştir.

şeytanda sırf insanı saptırmak, yoldan çıkarmak ve luzumsuz işler yaptırmak için yaratılmıştır.

şeytanın insanı aldattığı ve vesvese verdiği hususlar:

1)Küfür,ALLAH ve Resulüne SAV asi(karşı )gelme ve şirk mertebesi ,
2)Bidat mertebesi ,(Bidatın zararı dinedir.Bidat şeytanın arayıpta bulamadığı şeydir. Çünkü günahdan tövbe edilip, dönülür. Ama bidattan dönülmez, zira bid'atçı yaptığı kötü işi sevap işliyorum diye yapmaktadır.)
3)Büyük günahlar,
4)Küçük günahlar,
5)Sevab ve ikabı olmayan uğraşılar,
6)Faziletli amelden az faziletlisine sevk etmeye çalışmak.

şeytan insanı saptırmak için 10 kapı açar ve oralardan yaklaşarak saptırır.

1)Kibir kapısı ,
2)Gösteriş ve insanların övgüsü kapısı ,
3)Haset kapısı ,
4)Hırs ve kötü zan kapısı,
5)Rahatlık ve bolluk isteği kapısından,
6)Hayat ve uzun emel kapısından ,
7)Tamah kapısından ,
8)Cimrilik kapısından ,
9)Kendine ve yaptığı iyiliklere güvenme kapısı ,
10)Din kardeşlerini hafife alma,küçümseme ve onlara saygısızlık kapısı.

şeytan, Besmele çekilmeyen sofraya oturur ve yemek yiyenlerle birlikte oda yer. şeytan sol eliyle yer ve içer.  Her insanın bir şeytanı vardır. O şeytan, insanı sürekli ALLAH yolundan alıkoymaya çalışır.

şeytan yaptığı 5 davranış yüzünden huzurdan kovulup,lanetlendi.

1)Günahını kabul etmedi ,
2)Pişmanlık duymadı ,
3)Tövbe etmedi ,
4)Kendini isyan ettiren nefsini kınamadı,
5)ALLAH'dan umudunu kesti.

şeytanı; kibri ve gururu mahvetmiştir. iblis; Adem'e A.S. verilen üstünlüğü kabul etmeyerek, kendine emredileni yapmamış ve ALLAH'a isyan etmiştir. iblis kendini üstün görerek, kibirlenmiş ve büyüklük taslamaya kalkışmıştır. Böylece lanetlenmiş ve ebedi cehennemde kalmayı haketmiştir. iblis tövbe etmeyip; insanlığa hasım olmayı tercih etmiştir.

şeytan, insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır. Kötü rüyada şeytandandır.
İnsan namaza durduğunda şeytan gelir ve namazı karıştırır. O kişi kaç rekat namaz kıldığını unutur ve namazda dünya işlerini düşünmeye başlar.

Unutma ve unutkanlıkta şeytandandır. İnsanın kalbi iyi olursa bedende iyi olur. Bozuk olursa bütün bedende bozulur. Çarşı ve pazarlar şeytanın savaş yeridir. şeytan yalamayı sever. Yemekten sonra eller ve ağız yıkanmalıdır.  İnsanın ölüm anında şeytan; o kişinin daha önce ölmüş ana-babası veya akrabaları kılığında görünerek imanlı ölmesini engellemeye çalışır. Aldatamadığında çok şiddetli feryat edip,ağlar.

İlk felsefe yapan şeytandır. Kendini Adem A.S.ile kıyaslamıştır.


 İblis 4 defa çığlık atmıştır:

1)Lanetlendiği zaman,
2)Huzurdan kovulup, yer yüzüne indiği zaman,
3)Hz. Muhammed S.A.V Efendimiz doğduğu zaman,
4)Fatiha suresi nazil olduğu zaman.

şeytan zengini 3 şeyle kandırır:

 
1)Zengine israf yolunu açar,(böylece zengin malını yerinde harcayamaz)
2)Daha çok mal için kalbini arzuyla doldurur,(böylece hakkı olmayan yollardan mal kazanmaya çalışır)
3)Zengine malını güzel gösterir.(böylece zengin malının hakkını vermez)

şeytan insanı fakir olmakla korkutur. İnsana cimriliği ve sadaka vermemeyi telkin eder.


Devam edeceğim inşallah.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

30 Eylül 2013 Pazartesi

Şiilik / Şiîliğin doğuşu nasıl olmuştur?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim



Şiilik / Şiîliğin doğuşu nasıl olmuştur?
Cevap
En büyük hidayet meşalesi olan Kur’ân-ı Azimüşşân’ın nâzil olmasıyla bütün insanlık âleminde yepyeni bir devir başlamıştı. İnsanlar kalp ve ruhlarının tabiî ihtiyacı olan “Hak Din”e kavuşma sevinci içinde idiler. Şirkten tevhide, zulmetten nura, hurafelerden hakikate, cehaletten bilgiye kavuşmuşlardı. Kur’an’ın hayattar prensipleri, onları her an maddî ve mânevî yüceliğe doğru götürüyordu.

Resul-i Ekrem Efendimizin döneminde İslâmiyet’ Mekke, Medine, Hicaz ve civar bölgelerde mutlak hakimiyetini kurdu. Artık cehalet ve zulmet devri, yerini saadet ve nûr devrine bırakmıştı.

Hz. Ebubekir ve Ömer (ra.) devirlerinde kısa zaman içerisinde yapılan eşsiz fetihlerle Suriye, Mısır, Irak ve İran’ın fethine başarılı olundu.

Bu harikulâde gelişme, İslâm düşmanlarının, bilhassa Yahudilerin haset ve kinlerini kabarttı. Yahudiler, İslâmiyet’in kısa zamanda gösterdiği büyük gelişme karşısında dehşete kapılıyor ve beyinleri çatlayacak gibi oluyordu. Üstelik birçok Yahudi cemaatlerinin İslâm’a girişi de onları büsbütün çıldırtıyordu. İslâmiyet’in bu hızlı ve parlak yayılışı mutlaka durdurulmalıydı.

Vaktiyle, Hıristiyanlara karşı tezgâhlanan oyunun, şimdi Müslümanlara karşı oynanması lâzımdı. Uzun müzakerelerde bulundular ve sonunda Medine’de İbn-i Sebe’yi sahneye çıkardılar. Abdullah İbn-i Sebe hahambaşıydı ve büyük bir komiteciydi.

İbn-i Sebe, tahribat programını başlıca iki esas üzerine kurdu. İlk olarak, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarmakla, İslâm’ın gelişmesine engel olacak; ikinci safhada İslâmî inanç ve itikada hurâfeler katarak, onlar arasına, kıyâmete kadar sürecek bir fikir ayrılığı sokacaktı. Bu iki hedefin gerçekleşmesi için komiteler kuracak ve onlar aracılığı ile Müslümanlar arasındaki birlik ruhunu, muhabbet, uhuvvet gibi mânevî bağları zayıflatarak ortadan kaldırmak üzere yoğun faaliyet gösterecekti. Her bir ifsat merhalesinin arkasından hemen durum değerlendirmesi yapılacak, plânlanan hedeflerle alınan neticeler kontrol edilecek, değişen ve gelişen şartlar altında yeni hedeflerin gerçekleşmesi için yeni plânlar yapılacak ve uygulama sahasına sokulacaktı.

İbn-i Sebe, Müslümanlar arasında çıkardığı ihtilaflarla ve iç harplerle birinci maksadına tam muvaffak olmuştu.

İbn-i Sebe, bu iç savaşlarla esas amacına yaklaşmış oluyordu. Çünkü onun asıl amacı, İslâm inancına hurâfeler sokarak onu öz saflığından çıkarmaktı.

Bugün kavga eden müminler yarın barışabilir ve tekrar bir araya gelerek İslâm birliğini yeniden tesis edebilirlerdi. Müslümanlar arasında tâ kıyâmete kadar devam edebilecek bir ayrılık çıkararak onları inanç yönünden parçalamak, hiziplere ayırmak icap ediyordu. Şimdi yapılacak en önemli iş, inançları asıl çizgisinden saptırmak için dine hurâfeler sokmaktı. İbn-i Sebe bu işe, “Ehl-i Beyt” muhabbetini istismar etmekle başladı. Ehl-i Beyt’in en ateşli bir taraftarı olarak sahneye çıktı. Hilâfetin baştan beri Hz. Ali’nin hakkı olduğunu ve ondan haksız olarak gasp edildiğini etrafa yaydı. Hz. Ali ve evlâtlarını, “İlâhlar Hanedanı” haline getirerek İslâm Dinini Hıristiyanlıkta olduğu gibi tevhit esasından saptırmaya tevessül etti. Sonunda, İbn-i Sebe başkanlığındaki bir grup, Hz. Ali’nin (ra.) huzuruna çıkarak ona: “Sen Rabbimizsin, İlâhımızsın,” dediler. Hz. Ali, bu müşriklerin bir kısmını yaktırdı. İbn-i Sebe’yi ise, ordu içinde taraftarlarının çokluğu sebebiyle, fitne ve zaafa yol açacağı endişesinden, yaktırmaktan vazgeçti. İran’ın eski hükümet merkezi olan Medayin’e sürdürdü.

Ne yazık ki, Medayin, İbn-i Sebe’nin sapık fikirlerinin üretilmesine çok müsait bir zemin idi. İbn-i Sebe burada, vaktiyle Hz. Ali’den kaçan Haricilerle görüştü ve reisleri Evfa oğlunu buldu. Evfa oğlunun Hz. Ali’ye karşı bir harekette bulunmak istediğini anlayınca, ona: “Böyle bir hareketle Ali’yi mağlup edemezsiniz, ancak siz mağlup olursunuz.” dedi. Evfa oğlu, İbn-i Sebe’ye fikrini sorunca, o da: “Üç fedai ile bu işi hallederiz.” dedi.

Bu konuşmadan sonra, Hz. Ali, Hz. Muâviye ve Hz. Amr İbnü’l-Âs’ın öldürülmesinde mutabık kaldılar. Bu maksatla üç suikastçıyı yola çıkardılar. Üç sahabe, Ramazan’ın 17. günü sabah namazını kıldıracakları sırada öldürüleceklerdi. Takdir-i İlâhi ile Hz. Muâviye ve Amr İbnü’l-Âs bu suikasttan kurtuldular. Fakat İbn-i Mülcem isimli suikastçı Hz. Ali’yi, şahadetine sebep olan zehirli bir kılıç ile yaralamaya muvaffak oldu.

İbn-i Sebe, İbn-i Mülcem’i Hz. Ali’yi öldürtmek üzere yola çıkardıktan sonra, Meymun oğlunu birkaç adamıyla Küfe’ye göndermişti. Meymun oğlu orada: “Ali ölmedi, uruç etti, semâya çıktı. Şimdi o, bulutların üzerindedir. Çok geçmeden geri dönecek ve kılıcıyla bütün dünyaya adalet dağıtacaktır...” gibi hurâfeler yayacaktı.

İbn-i Sebe, yakın mesai arkadaşları ile beraber İran’da yapacakları ihanet faaliyetlerinin plânlarını hazırladılar ve çalışmaya koyuldular. O günkü sosyal durum da onların bu plânlarını uygulamaya son derece elverişli idi. Şöyle ki:

İslâmiyet çok kısa bir zamanda geniş bir sahaya yayılmıştı. Bu derece geniş ve yaygın bir coğrafya üzerinde İslâm’ın bütün anlam ve inceliklerini, hikmet ve hakikatlerini, yeni Müslümanlığı kabul etmiş milletlere, intikal ettirmek, mizaçları farklı kavimleri İslâmî potada eritmek ve yoğurmak, henüz yeni kurulmuş bir İslâm Devleti için fevkalâde zor bir işti. İslâm’ın ulaştığı her yerde, İslâm’a kitleler halinde katılmalar oluyordu. Gerçi bu durum, Müslümanları sevindiriyordu. Fakat, mânevî hamur gerekli şekilde yoğrulamıyor, ideal mânâda Müslümanlar pek yetişemiyor, dolayısıyla da ideal duyuş ve yaşayış açısından Müslümanlar arzu edilen kıvamda bütünleşemiyordu. Halk tabakaları, işlenmemiş ham toprak gibiydiler. Bu durum, bilhassa kendini İran’da açık bir şekilde gösteriyordu.

Yeni Müslüman olmuş kimseler, eski yanlış inançlarından bütün bütün kurtulmuş değillerdi. Asırlardan beri süre gelmiş hurâfe ve bâtıl inançların etkisinde kalarak ruhları, akılları, kalpleri boyanmış bu insanlara İslâm’ın vehim ve hayâlâttan, düzmece ve hurâfattan uzak olan berrak, net, safi hakikatlerini olduğu gibi kabul etmek hayli zor geliyordu. İslâmiyet bu mutaassıp insanlarca hakkıyla hazmedilemiyor ve hak din kalplere ve hislere tam mânâsıyla yerleştirilemiyordu. Psikolojik olarak istiyorlardı ki eski inançlarını, örf ve an’anelerini de İslâmiyet’le birlikte devam ettirsinler. Diğer taraftan, hilâfet makamı da, bu ülkede ikaz ve irşat hizmetini gereken seviyede yapamıyordu. O beldelerdeki insanlara, İslâm’ı bütün kurumlarıyla yerleştirme ve onların şüphe ve tereddütlerini izale etme hizmeti, büyük ölçüde aksıyordu. Zira, İslâmiyet gayet geniş bir sahaya yayılmış, sahabelerin büyük bir kısmı iç fitnelerde vefat etmiş, diğer bir kısmı uzlet hayatını tercih etmiş, bir kısmı da sosyal hayata müdahale edemeyecek kadar yaşlanmıştı.

Bu önemli görevin ihmal edilmesi neticesinde, bu yeni beldeler uzun süre sahipsiz kaldı. Fetih zamanında aldıkları ilk feyiz ve ilimle Kur’an’a ve imana ait hakikatleri tamamıyla anlayamamışlardı. Bu sebeple henüz hak ve bâtılı, hurâfe ve hakikati temyiz edecek duruma gelmemişlerdi.

İşte, Yahudi gibi fitneci bir kavim, bu sosyal durumdan faydalanmayı başardı.

İbn-i Sebe’nin, İran’da olumsuz fikirlerini yerleştirmesinde önemli bir faktör de halkın psikolojik yapısıydı. Onların iç dünyasında, akıldan ziyade his hükmediyordu. Gönülleri hakikatten ziyade efsane ve hurâfelere açıktı. Hâdiseleri mantık ve muhakeme uyumu içinde tahlil edemiyor, fikir süzgecinden hakkıyla geçiremiyorlardı.

Diğer taraftan asırlarca süren saltanatlarının ve milli gururlarının, vaktiyle köle addettikleri Araplar tarafından söndürülmesini de bir türlü hazmedemiyor, akıl plânında olmasa bile, his plânında İslâmiyet’e karşı bir hazımsızlık gösteriyorlardı.

İbn-i Sebe, bütün bu faktörleri değerlendirmesini bildi. Arkadaşlarını toplayarak onlara, “Biz asıl harbe yeni başladık. Bilmiş olun ki, bu, Müslümanlar arasında kıyâmete kadar devam edecek bir savaşın başlangıcıdır. Şimdi, biz Ali’yi takdis edeceğiz ve ettireceğiz. Ona, yerine göre ‘ilâhlık’ yakıştıracağız, yerine göre ‘peygamberdir’ diyeceğiz, yerine göre de ‘hilâfetin, Ali’nin hakkı olduğunu, fakat Ebubekir, Ömer ve Osman’ın onun bu hakkını gasbettiklerini’ anlatacağız.”

İbn-i Sebe ve arkadaşları, bu kararı aldıktan sonra etrafındaki adamlarını, bu fikirleri yaymak üzere görevlendirdiler. Bunlar, “Hilâfet Ali’nin hakkı idi. Hilâfete lâyık Ali ve evlâtlarıdır. Bu hak, onlardan gasp edildi. Üç halife, bilhassa Ömer, bu hakkı gasbetmekle Allah’ın iradesine karşı geldiler... Allah’ın iradesine itaat için Ali’den yana çıkmak lâzımdır...” diye telkinlere başladılar. Bu telkinler, halk tarafından kabul görünce, daha da ileri giderek insanlara ilâhlık isnat eden “Hulûl Akidesini” İslâm inancına sokmak için gayret gösterdiler. İslâm inancını asıl çizgisinden saptırarak, tevhit akidesine taban tabana zıt bir inanışı yaymaya başladılar. “Hulûl Akidesi’ İranlıların eski dinlerinde de vardı. Bu bakımdan, bu bâtıl itikat onlarda kolaylıkla taraftar buldu.

Önce, Hz. Ali’ye (ra.) ilâhlık izafe ettiler. Daha sonra, bu ilâhlığın, onun evlâtlarına da intikal ettiği davasında bulundular ve neticede İran’da bir ilâhlar hanedanı ortaya çıktı.

Hz. Ali’nin (ra.) vefatında İbn-i Sebe, “Ölen Ali değil, onun sûretine giren bir şeytandır. Ali şimdi göklere çıkmış ve bulutlar üzerinde taht kurmuştur.” diyerek onun ölümüne hulûl akidesi paralelinde bir yorum getirdi.

Böylece, Mısır’da “Sebeiyye Mezhebi”nin kurulmasıyla tohumu atılan Şiîlik, İran’da yeşermeye, gelişmeye başladı. Ve bundan yirmiden fazla fırka (kol) türedi.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

29 Eylül 2013 Pazar

149.KÜÇÜK NOTLARIM (5)günahta ısrar-ameli kendine mal etmek


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Bismillahirrahmanirrahim

*Kim Yüce Allah’a cc itaat ederse Allah cc,herşeyi onun emrine bağlar.

*Günahta ısrar eden kimse için zenginlik,fakirlik,sıhhat ve hastalık duruma göre birer ceza şekli olabilir.Kul işlediği günahlar yüzünden maddi ve manevi rızıklardan mahrum olur.

*Namaza durduğun zaman,dünyayı ve içindekileri unut,kıyamet gününde yöneleceğin gibi Yüce Allah’a cc yönel.Ahirette O’nunla senin aranda hiçbir tercüman olmadan Allah’ın huzurundaki duruşunu düşün.O sana yönelmiş hitap ediyor.Sen de kimin huzurunda durduğunu biliyorsun.

*İnna lillahi inna ileyhi raciun: Bizler zaten Allah’a cc aidiz ve sonunda hepimiz O’na döneceğiz.(sahip olduğumuz bütün nimetler bize O’nun emanetidir ve istediği zaman elbette geri alacaktır.)

*Kimsenin yanlışını görme.DÖN kendi yanlışlarınla uğraş.Yanlışlar şeytandandır,insandan bilme.Allah cc yarattığı için o kulu sev,yanlışlarını sevme.

*Vesile olduğun hiç birşeyi ,hiç bir ameli kendine mal edip sevinme.Hepsi Allah’ın cc tecellisidir,esmalarıdır,var etmesidir.Kendinden bilme ,böbürlenme.

*O çok akıllıdır,bilgilidir,güzeldir deme;bunların hepsi Allah’ın özellikleridir,O’nun tecellisidir,O’nun yarattığıdır."Allah’ım Sen ne güzelsin,herşeyi bilensin,hüküm Senindir ,övmek ve övülmek Sana aittir,"de.

*Herşeyi Allah’tan cc bil,kendine pay çıkarma.Bir şeye vesile olduysan üstünde düşünme ,kalbin kıpırdamasın ki ilerleyesin.Allah’a cc yakınlaşmak için herşeyin O’ndan geldiğini zikret.

*El-Kuddüs isminin zikrine devam etmek insanı Allah’a cc yaklaştırır ve himayesine sokar.Böylece manevi bir dostluk oluşur.

*Hastalığa tutulan hiçbir müslüman yoktur ki Allah cc onun hata ve günahlarını ağacın yaprakları döküldüğü gibi dökmesin.

*Herşey Cenab-ı Hakk’ın ezeli iradesi dairesinde cereyan eder.Allah’ın cc kaza ve kaderine galebe etmek sevdasına kapılmayınız.Çünkü mağlup olursunuz.Allah’a cc hile yapmaya kalkışmayınız,zira zarar ve ziyana siz uğrarsınız.

*İnsanlar! Bilmelisiniz ki günah işlemek ,nimet ve kısmetlerin değişmesine sebep olur.İnsanların ekserisi salih olursa,onların amirleri,idarecileri de adl ve insaf ile muamele ederler.Halk ,isyan ve günaha meylederse onların idarecileri,hakimleri de zulm ve adaletsiz iş görmeye yönelirler.

*Kimileri var ki Allah’ın cc emrine kayıtsız şartsız itaat yerine kendi aklını temel ölçü kabul ederler.

*Bütün kuvvet ve kudretin Allah’ın cc elinde olduğunu ve O dilemedikçe hiç kimsenin size bir şey yapamayacağını bilin.Sakın ola ki ümitsizliğe düşmeyin.Yalnızca Allah’ın cc yardımına sığının ve O’nun yolunda zalimlere karşı mücadele verirken tam bir direnç göstererek sabredin.Dünyada da ahirette de mutlu son ve nihai zafer ,Allah’a cc saygıyla bağlanarak kötülüklerden titizlikle sakınan dürüst ,erdemli kimselerin olacaktır.

*Korku anında ümitsizliğe ,ümit anında gaflete kapılmayın ve daima iyi insan olma yolunda gayret gösterin.Allah’ın cc bereket ve rahmeti iyilik edenlere pek yakındır.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

28 Eylül 2013 Cumartesi

148.YAPILMASI LÜZUMLU DÖRT NASİHAT


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


Dünkü yazıma devam ediyorum ve bitiriyorum inşallah.

 1 - Allahü Teâlâ ile muamele:
Allahü Teâlâ'ya kulluğunda, sana karşı muti olup güzel hizmet eden, yaptıklarından memnun olduğun, seni kızdırmayan, canını sıkacak bir tarafı bulunmayan kölenin (hizmetçinin) sana karşı muamelesi gibi ol. Sen, nasıl ki, kendi kölenin istemediğin bir işi yapmasından razı değilsen, Allah da, senin rızasına aykırı bir iş yapmanı istemez. Bil ki, sen bir kulsun ve Efendin de Allah'tır.

 2 - İnsanlarla münasebetlerin:
İnsanlara karşı yaptığın işleri, onların sana
yapmalarını arzu ettiğin şekilde yap. Çünkü kendin için sevdiğin bir şeyi başkaları için de sevmedikçe imanın kâmil olmaz. 

 3 - Faydalı bilgiler hakkında:
Okuyup mütalâa ettiğin ilimler, kalbini düzeltip ahlâkını güzelleştiren mahiyette olmalıdır. Meselâ, ömrünün sonuna bir hafta kaldığını öğrensen, bu kısacık zamanda fıkıh, usûl, kelâm, ahlâk ve diğer ilimlerle uğraşmazsın. Çünkü bu gibi ilimlerden artık sana fayda yoktur. Hemen kalbini yoklar, dünya ile alâkanı keser, ruhunu tanımaya çalışır, Allahü Teâlâ'nın sevgisi ile kulluk ve taatiyle meşgul olur, güzel huylarla bezenmeye çalışırsın. Halbuki insanın her girdiği gün ve gecede ölmesi mümkündür. Binaenaleyh, buna göre seçtiğin ilimler, hep dünya ilmi olmamalı, biraz da maneviyatını düzelten ilimlerden olmalıdır.

 4 - Dünya malından isteyeceğin miktar: 
 Dünya malından sana ve aile efradına bir sene yetecek kadarından fazlasını toplama. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bazı hanımları için bir senelik nafaka ayırmıştır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Allahım, Muhammedin (s.a.v.) âlinin, rızkını onlara kâfi kıl", diye dua etmiştir.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Son 4 yazı İmam Gazzali'nın Ey Oğul isimli kitabından derlenmiştir. 

27 Eylül 2013 Cuma

147.SONUNDA BULDUM...

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu blogun en güzel yanı ne biliyor musunuz? Daha önce okumuş olsam da kavrayamadığım,idrak edemediğim,kalbime nakşedemediğim meseleleri idrak ettiğim anda bu bilgileri kendime saklamadan hemen paylaşabilmek. Aşağıdaki öğütler daha önce de karşıma çıkmıştı ama o zaman bana tesir etmemişti.Şimdi ise bir hazine bulmuş gibiyim. Aylardır aradığım soruların cevabını sonunda bana bulduran Rabbime cc hamd-u senalar olsun. Amel etmeyi nasip etsin. AMİN.


İMAM GAZALİ'NİN SEKİZ ÖĞÜDÜ
Ey oğul! Sana sekiz nasihat edeceğim. Kıyamet gününde ilminin senden davacı olmaması için bunları kabul et. Bunların dördü yapılacak, dördü kaçınılacak şeylerdir.

Yapılmaması gereken 4 şey:
 Birincisi: Mümkün mertebe kimse ile herhangi bir hususta münakaşa ve münazara etme. Çünkü bunda büyük zararlar vardır. Günahı faydasından büyüktür. Münakaşa; haset, riya, kibir, düşmanlık, kin, benlik (ego) ve benzeri kötü huyların kaynağıdır. Tabiî ki, gerçeği izah etmek için herhangi bir konu hakkında konuşabilir, bir veya birkaç kişi ile münakaşa edebilirsin. Bu münakaşada gayen, gerçeğin ortaya çıkması olmalıdır. Bunun ise iki belirtisi vardır: 

a - Hak ve hakikatin senin veya bir başkasının diliyle açıklanmasında hiçbir fark gözetmeyeceksin. 
 b - Münakaşanın toplum arasında değil de
tenhada yapılmasını sevmektir. 


Dinle, burada sana bir kaide öğreteceğim: Bilmiş ol ki, herhangi bir meselenin halledilmesi için sorulan sual, kalbin hastalığını doktora anlatmak gibi bir şeydir. Bu soruya verilecek cevap da, doktorun hastalığı iyi etmeye çalışmasıdır. Yine bilmiş ol ki, cahiller demek, kalpleri hasta olan kimseler demektir. Âlim olanlar da doktorlardır. Yarım âlim tedaviyi tam olarak yapamaz. Hakiki âlim de her hastayı değil, tedavisi mümkün olan ve branşı dahilinde olan hastayı kabul ve tedavi eder. Hastalık müzmin veya tedavisi gayr-i kabil ise, doktor bu vaziyet karşısında, "Bu hastalık ilâç kabul etmiyor, onun tedavisi ile uğraşmam!" demelidir. Çünkü böyle bir hastayla uğraşmak, zamanı boşa geçirmek demektir. 

Bundan sonra bilmiş ol ki, cehalet adı altındaki hastalıklar dört bölümdür. Bunlardan ancak bir tanesinin tedavisi mümkün, diğerlerinin, değildir. Önce tedavisi mümkün olmayanları sayayım:

 Birincisi: Cehalet hastalığına yakalananlar, soru ve itirazlarını karşısındakini çekememezlikten ve kinlerinden ötürü yaparlar. Ona ne kadar açık ve güzel cevaplar verirsen ver, onun düşmanlığı ve çekememezliği artar. En doğru olan böylelerinin sorularına cevap vermemektir.

"Bütün düşmanlıkları izale etmek mümkündür. Yalnız sana hasedinden dolayı düşmanlık edeninki müstesna".
Bu gibilere yapacağın en doğru hareket, onlardan yüz çevirmek ve hastalığı ile başbaşa bırakmaktır. Nitekim Allahü Teâlâ, "Sen bizim zikrimize arka çeviren, dünya hayatından başkasını arzu etmeyen kimselerden yüz çevir" (Sûre: 53, âyet: 29) buyurmaktadır.
Hased eden, yaptığı ve söylediği her şeyi ile amel tarlasını ateşe verir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, "Ateşin odunları yakıp tükettiği gibi, hased de iyi amelleri yer, mahveder" buyurmaktadır.

 İkincisi: Bu kimselerin hastalığı ahmaklıktandır. Bunların tedavisi mümkün değildir. Nitekim İsa aleyhisselâm, "Ben ölüleri dirilttim. Fakat ahmak kimseyi tedavi etmekten âciz kaldım", buyurmuştur. Ahmak adam şu kimseye derler ki, aklî ve nakli ilimlerle ilgili şeyleri kısa zamanda öğreneceği ve âlim olacağı kuruntusuna kapılır ve ömrünü ilim ve amelle geçiren zatlara saldırmaya başlar. Zanneder ki, kendisi için müşkül olan, onlar için de müşküldür. Şayet bu yanlışını idrak etmezse sual ve cevapları ahmaklıktandır. Onun için lâyık olan sorularını cevapsız bırakmaktır.

Üçüncüsü: Gerçeği arayan bir kişidir. Büyüklerin sözlerini anlayamadığı zaman kusuru kendinde buluyor. Sorularını da faydalanmak için soruyor. Fakat ne yazık ki, kafa kalın, bu hakikatleri anlamasına asla imkân yok. Bir fayda sağlamayacağı için bu kimse ile uğraşıp vakit harcamaya değmez. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, "Biz peygamberler insanların aklî seviyelerine göre konuşmakla emrolunduk", buyurmuştur.

 Dördüncüsü: Tedavisi mümkün olan cehalet hastalığına gelince: Bu, hakikati arayan akıllı ve anlayışlı bir kişidir. Haset, öfke, ihtiras sahibi değildir. Dünya mal ve rütbelerine körü körüne bağlı olmayıp doğru yolu aramaktadır. Soru ve itirazları, karşısındakini denemek ve hased, inad için değil; tenkit etmek için hiç değildir. İşte bu cahilin tedavisi mümkündür, bu adamın sorularını cevaplandırmak caiz ve hatta borçtur. 

Yapılmaması gereken dört şeyin 
ikincisi: Nasihat etmek ve vaizlik taslamaktır. Çünkü bu çok mahzurludur ve şiddetle kaçınmak lâzımdır. Bu işi ancak iki şartla yapabilirsin:

Birinci şartı: Söyleyeceğin nasihatları evvelâ kendin tutacaksın, ondan sonra başkalarına öğüt vereceksin. İsa aleyhisselâma bu hususta söylenen şu söze de kulak ver: "Ey Meryem oğlu! Önce kendi nefsine nasihat et, kabul ederse o nasihati insanlara söyle, yoksa Rabbinden utan!". Eğer vaizlik vazifesi sana verilirse şu iki kötü huydan sakın: - Sözlerinde, tabir ve şiirlerinde, işaret ve hareketlerinde yapmacık söz ve davranışlardan sakın. Çünkü Allahü Teâlâ yapmacık tavırlarda bulunanlara gazab eder. Haddini aşıp gayri tabii ve yapmacık konuşmak kalbi gaflete düşürür, insanın içinin harap olmasına sebep olur. Tezkir'in mânâsı, yani nasihat vermenin anlamı: Kulun, âhiret ateşini, Yaradan'a karşı hizmetindeki kusurlarını hatırlamasına, kendisine hiçbir fayda getirmeyecek meşguliyetlerle boşa harcadığı ömrünü hatırlamaya ve önündeki son nefeste imanını koruyup koruyamayacağına, ölüm meleği canını alırken durumunun ne olacağına, Münkir ve Nekir'in kabirde sorularına doğru dürüst cevap verip veremeyeceğine, kıyamet gününde durumunu düşünmektir. Acaba Sırat köprüsünü selâmetle geçebilecek midir, yoksa cehennemin dibine mi düşecektir? Bütün bu sualleri kalben düşünecek, kalbinin daima endişe içinde kalmasına sebep olacaktır. Cehennemin ebedi ateşinin galeyanının ve gelecek musibetlerin bütün dehşetleriyle anlatılmasına tezkir, yani nasihat vermek, va'z etmek denir.
Allah'a karsı ibadetsiz geçen günlere hayıflanmaları ve boşa geçen ömürlerini telafiye çalışmaları için onlara noksanlarını hatırlatmak, nefislerinin kusurlarını göstermek, hatalarını düşünmeye sevkederek kendilerini saracak pişmanlık ateşini ve yukarıda anlatılanları halka bildirmeye va'z denir. Nasıl ki, birinin evine çoluk çocuğu ile içerde otururken azgın bir selin yaklaştığını görsen, bu vaziyet karşısında ev sahibine "Dikkat, dikkat, sel geliyor, kaçın!" diye mi bağırırsın, yoksa böyle nazik bir durumu evin sahibine, birtakım uydurma laflar, nükteli ve yaldızlı sözler, teşbihler, beyitler, mimikler ve jestlerle mi haber verirsin? Tabii ki hayır! İşte vaizin de bunun gibi, yapmacık hareket ve ifadelerden sakınması, tehlikeyi bir an önce en açık bir ifade ile bildirmesi gerekir.

 İkinci şart: Va'z ederken halk "Ne güzel va'z ediyor, ne hatip adam" desinler diye, halkı galeyana getirme; vecde getirip coşmalarına ve taşkınlık yapmalarına sebep olma. Çünkü bu gibi şeyler dünya sevgisidir ve gafletten doğar. Va'zdaki maksadın, insanları dünyadan âhirete, hırstan zühde, masiyetten ibadete, gafletten uyanıklığa, gururdan takvaya davet olmalıdır. Âhireti insanlara sevdirmeli; dünyanın tuzaklarından nefret ettirmelisin. Onlara zühd ve ibadet bilgilerini öğretmelisin. Sakın ha, onları Allahû Teâlâ'nın kerem ve rahmetine güvenme hususunda teşvik etme. Çünkü insanın yaratılışında şeriat yolundan sapmak, Allahü Teâlâ'nın rızası hilâfına hareket etmek ve kötülüğe meyil vardır. Şu halde kalplerine Allah korkusu sal ve karşılaşacakları dehşetli sondan haber ver. Belki iç âlemleri değişir de, iş ve hareketleri doğru yola döner, içlerinde günahlardan tevbe edip Allah'a ibadet etmeye arzu ve şevk uyanır. İşte başkalarına va'z ü nasihat etmenin yolu budur. Böyle olmayan her va'z, va'zedene ve dinleyen cemaate vebaldir. Hatta kötü vaizi insanları yoldan çıkarıp helake sürükleyen şeytan ve gûl'e  benzetenler olmuştur. Bu gibi vaizlerden kaçınmak lâzımdır. Çünkü bu vaizin dine yaptığı kötülüğü, şeytan bile yapamaz. Kudret ve gücü yeten kimsenin, yetki ve selâhiyeti olanların böylelerini kürsüden indirmesi ve başladığı va'za mani olması lâzımdır. Bu şekilde hareket etmek, emri bilmaruf nehyi ani'l-münker, yani iyi işleri emretme, kötü işlerden nehyetme vazifesi içine girer.

Yapılmaması gereken şeylerin 
üçüncüsü: İdarecilerin, emir ve sultanların arasına karışıp uzun uzun görüşmemeli, yolda karşılaşmaktan çekinmelidir. Onlarla görüşmek, mecliste beraber olmak çok tehlikelidir. Eğer onlarla düşüp kalkmak zorunda kalırsan sakın onları övme. Çünkü Allahü Teâlâ fâsık ve zalim kişinin methedilmesine gazaplanır. Bunların uzun yıllar yaşamasına dua eden bir kimse, elbette ki yeryüzünde Allahü Teâlâ'ya isyan edilmesini istemiş olur.

 dördüncüsü:
 Hükümdar ve emirlerin bahşiş ve hediyelerinin helâl olduğunu bilsen bile kabul etmendir. Çünkü bunları kabul etmek, dinde fesat meydana getirir. Onlardan bir şey beklemekle, iltifat ve yaltaklık ile zulümlerinde onlara katılmış olursun. Bunların hepsi de dinin için büyük bir tehlikedir. Onların hediyelerini kabul edip dünyalıklarından istifade etmenin en az zararı, böyle yapmakla sana faydaları dokunacağı için onları sevmendir. Kim bir kişiyi severse, onun uzun ömürlü olması için dua eder. Bir zalimin çok yaşamasını arzu etmek ise, Allahü Teâlâ'nın kullarına zulüm edilmesini ve âlemin harap olmasını dilemektir. 0 halde, din ve insanın akıbeti için bundan daha zararlı ne olabilir? Kendini şeytanın aldatmasından koru ve bilhassa, "Bu işin en makbul ve doğrusu, onlardan bu gibi paraları alıp fakir kimselere dağıtmaktır. Nasıl olsa onlar bu paraları kötü yolda harcayacaklardı. Senin bu paraları yoksullara vermen daha doğru olur" gibi seni yanıltıcı sözlere sakın aldanma. Lanetlenmiş şeytan bu çeşit vesveselerle insanlardan birçoğunu helake sürüklemiştir. 


Devam edeceğim inşallah.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

26 Eylül 2013 Perşembe

146.ALLAH'A KULLUK


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


İmam Gazali'nin öğütlerine devam ediyorum...

ALLAH'A KULLUK

 Sonra bana şunu sordun: Allahü Teâlâ'ya kulluk (ubudiyet) nasıl olur?
 Bu, üç şekilde olur:
 1 - Şeriatın hükümlerini korumakla,
 2 - Kaza ve kadere, Allahü Teâlâ'nın taksimatına rıza göstermekle, 
 3 - Kendi nefsinin isteklerine değil, Allahü Teâlâ'nın rızasına baş eğmekle olur.

 Bir de Allah'a tevekkülü sormuştun. Tevekkül, bu âlemdeki bütün yaratıklar bir araya gelip önlemeğe çalışsalar da, Allahü Te-âlâ'nın senin için takdir edip yazdığı her şeyin seni bulacağına, yine bütün insanlar senin için çalışıp çabalasalar da Allahü Teâlâ'nın sana nasip etmediği bir şeyin eline geçmeyeceğine kesin olarak iman etmendir.

 İhlâsı da sormuştun. İhlâs, her işi Allah rızası için yapmak, insanların seni övmesine sevinmemek, yermelerine de aldırış etmemektir. Bilmiş ol ki, riya, halkın seni methedip olduğundan fazla büyütmesini istemenden doğar.

Halka karşı böyle bir riyadan kurtulmanın ilâcı şudur:
 İnsanları Allah'ın kudretine bağlanmış ve sana ne rahatlık ne de zorluk çıkarmak bakımından güçleri olmayan cansız varlıklar gibi kabul edersin. Şayet bu gibi kimseleri kudret ve irade sahibi olarak görürsen riya da senden uzaklaşmaz.

Bildiğinle amel etmelisin ki, bilmediklerin sana açıklansın. Bundan sonra bana ancak kalb diliyle, (yazı veya sözle değil), cevaplandırabilecek meseleleri, "Eğer onlar sabretmiş olsalardı kendileri için daha hayırlı olurdu" (Sûre: 49, âyet: 5) âyet-i kerimesine binaen sorma. Bu hususta Hızır aleyhisselâmın, "Ben sana ondan bahsetmedikçe, bana hiçbir şey sorma" (Sûre: 18, âyet: 70) mealindeki nasihatini kendine düstur et. Acele etme. Zamanı gelince cehalet örtüsü kalkar, her şey sana açılır, görürsün. Allahü Teâlâ'nın, "Size, âyetlerimi yakından göstereceğim. Acele etmeyiniz" (Sûre: 21, âyet: 37) âyet-i kerimesini düşün.

Zamanı gelmeden bana bir şey sorma. Şunu bilmiş ol ki, ancak yürümekle yol alırsın. Nitekim Allahü Teâlâ,"Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden evvelki kavimlerin akıbetlerinin nasıl olduğunu görmüyorlar mı?" (Sûre: 30, âyet: 9) buyuruyor.

Ey oğul! Allahü Teâlâ'ya yemin olsun, şayet bu yola girersen, her uğrak yerinde birçok acayip haller
görürsün. Nefsini feda et. Çünkü bu işin esası nefsi feda etmektir. Nitekim Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi aleyh) öğrencilerinden birisine, "Benliğinden geçebilirsen gel, yoksa sofilerin edebiyatıyla ve taşkın sözleriyle uğraşma" demiştir.


Devam edeceğim inşallah.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

25 Eylül 2013 Çarşamba

145.BU NASİHATLERLE AMEL ETMELİYİM..(2)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Çok önemli nasihatlar bunlar.Rabbim cc hepimize amel etmeyi nasip etsin. AMİN.


Ey oğul! "Gecenin bir kısmında uyanıp, (Kur'ân-ı Kerim okuyarak) namaz kıl". (İsra Sûresi: 79) âyet-i kerimesi bir emirdir.


 "Seher vakitlerinde de onlar istiğfar ederlerdi". (Zariyat Sûresi: 18) âyet-i kerimesi bir şükürdür.

"Seherlerde Allah'dan mağfiret dileyenler..." (Âl-i İmran Sûresi: 17) âyet-i kerimesi de bir zikirdir.

Hazreti Peygamber (s.a.v.), "Allahü Teâlâ üç sesi sever: Tan ağarırken öten horozun sesini, Kur'ân okuyanın sesini, seher vakti istiğfar edenin sesini" buyurdu. 

 Süfyan-ı Sevri (Allah ona rahmet etsin) dedi ki: - Allahü Teâlâ seher vakti esen, zikir ve istiğfarları kendisine getiren bir rüzgâr yaratmıştır. Yine dedi ki: - Bir münadi, gecenin ilk saatlerinde Arş'ın altından şöyle seslenir: "Ey ibadet edecekler, kalkın!". Bu sesi işitenler kalkarlar. Allah'ın takdiri ve lütfettiği kadar namaz kılarlar. Sonra gece yarısında bir münadi yine seslenir: "Ey çok uzun namaz kılıp dua edenler, uyanınız!". Bunlar da uyanıp kalkar ve seher vaktine kadar namaz kılar, dua ederler. Seher vakti gelince yine bir münadi seslenir: "Ey istiğfar edenler, kalkınız!". Bu ses üzerine onlar da kalkar, Allahü Teâlâ'dan, tevbe istiğfar ederek mağfiretlerini isterler. Tanyeri ağarıp, güneş doğduktan sonra yine bir münadi şöyle seslenir: "Ey gafiller, kalkınız!". Gafiller de, mezarlarından dirilip kalkan ölüler gibi yataklarından doğrulurlar.


 Ey oğul! İlmin esası, ibadet ve taatin ne demek olduğunu bilmektir.

Şunu bilmelisin ki, taat ve ibadet, söz ve işlerinde Allah'ın ve Peygamberinin koyduğu emir ve yasaklara uymaktır. Yani söyleyeceğin, söylemeyeceğin, yapacağın veya yapmayacağın her şeyde şeriata uymak demektir. Mesela, Kurban Bayramı ve onu takip eden teşrik (
Kurban Bayramı'nın 2-4'üncü günleri) günlerinde oruç tutacak olursan isyan etmiş, günaha girmiş olursun. Yahut da zorla alınan elbise ile namaz kılarsan, namazın ibadet olduğu halde, yine günahkâr olursun. Söz ve fiilinin şeriata uygun olması gerekir. Zira, şeriata uymayan ilim ve amel sapıklıktır. Bilmiş ol ki, başıboş bırakılan dil, gaflet ve şehvetle dolu kalp, azgınlık işaretidir. Esaslı bir mücahede ile nefsini yenemezsen kalbin asla marifet nuruyle aydınlanamaz.

 Derim ki: Doğru yola, hak yoluna girmek isteyene dört şey vaciptir:

 1 - İçinde bid'at olmayan doğru ve sağlam bir inanç,
 2 - Bir daha kusur işlememek ve günaha girmemek hususunda nasuh tevbesi etmek. 
 3 - Hak sahiplerinin (hasımlarının) senin üzerindeki haklarını, onlar hoşnut oluncaya ve üzerinde hakları kalmaymcaya kadar ödemek. 
 4 - Allah'ın emir ve yasaklarını bilecek kadar din bilgisini, dünyada kendini kurtaracak kadar da diğer ilimleri okuyup öğrenmek.

Hikâye edilir ki, Şiblî (rahimehullah)  dörtyüz bilgine hizmet edip onlardan ders aldı. En sonunda şöyle dedi: - Dörtbin hadîs-i şerif okudum ve öğrendim. Sonra bunların arasından birini seçtim ve onunla amel ettim. Sonra kurtuluşum için bu hadîsin bana kâfi geleceğini anladım. Eski ve yeni bütün ilimler bu hadîste toplandığı için ben de bunda karar kıldım. 

Şöyle ki: "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ashabından bazılarına: Dünya için orada kalacağın müddet (nisbetinde) çalış, ahiret için orada kalacağın müddet (nisbetinde) çalış ve cehennem ateşi için de ona dayanabileceğin (sabredebileceğin) kadar günah işle." buyurdu.

Ey oğul! Eğer sen de bu hadîs-i şerifi biliyorsan fazla ihtiyacın kalmaz. Aşağıda anlatacağım şu hikâye üzerinde de düşün:

HÂTEM'İN HOCASINDAN ÖĞRENDİKLERİ
Hâtem-i Esam , Şakik-i Belhi'nin  (Allah ikisine de rahmet eylesin) öğrencisiydi. Şakik, bir gün Hâtem'e şöyle sordu: - Otuz senedir benimle beraber kalıyorsun.. Bu zaman içinde benden ne öğrendin? Hâtem'in cevabı şöyle oldu: - İlimden sekiz şey öğrendim ki, bunlar bana ömrüm boyunca kâfidir. Çünkü kurtuluşumu, bu sekiz şeyde görüyorum. Şakik: - Bu sekiz şey nedir? Hatem:


Birincisi: Herkesin âşık olduğu bir sevgilisi,, gönül verdiği maşuku var. Bu sevgililerden bazıları ölüm döşeğine kadar arkadaşlık ediyor,, bazıları da kabrin başına kadar gidiyordu. Sonunda orada onu yalnız bırakıp dönüyorlardı.. Hiç kimse onunla beraber ölmüyor, mezara girmiyordu. Kendi kendime düşünüp dedim ki: - Kişinin en hakiki dostu, kendisi mezara girdiğinde onunla mezara girip arkadaşlık edendir. Böyle bir dost ise, ancak iyi ameldir. Ben de kendime iyi amelleri dost ve sevgili buldum ki, bana kabirde arkadaş olsun da yalnız kalmayayım.

İkincisi: insanların arzularını tatmin için nefislerinin isteklerini yerine getirme peşinde koştuklarını gördüm. Bu da beni Allahü Teâlâ'nın, "Rabbinin huzurunda suçlu durmaktan korkarak nefsini süfli heveslerden nehyeden için de, şüphe yok ki, (varılacak) yurt cennettir", (Sûre: 79, âyet: 40-41) kelâmını düşünmeye şevketti. Kur'ân-ı Kerim'in doğruluğuna inandığım için, nefsimin isteklerinin aksine onları zapt u rapta alıp dizginlemeye çalıştım. Tâ ki, Allahü Teâlâ'ya muti olsun, onun taatini ihtiyar etsin.

Üçüncüsü: İnsanların dünya malının ardından koşup onları toplayarak sıkı sıkıya sarılıp muhafaza etmeye çalıştıklarını gördüm. Bu vaziyet karşısında Allahü Teâlâ'nın, "Sizde ne varsa tükenir, Allah'ın (rahmeti ve nimetleri) ise bakidir" (Sûre: 16, âyet: 96) âyet-i kerimesini düşündüm. Ben de, elde ettiklerimi Allah rızası için fakir-fukara arasında taksim ettim.


Dördüncüsü: Bazı kişiler, ululuk ve yüceliğin, aşirette, kabilede, akraba çokluğunda olduğunu zannedip bunlarla övünmek isterler. Diğer bazı kişiler de şeref ve izzetin, mal ve evlat çokluğunda olduğunu zannedip bununla övünürler. Bazı kimseler de şeref ve izzeti, başkalarının mallarını mülklerini zorla almakta, zulüm etmek ve kan dökmekte bulurlar. Bir kısmı da şeref ve izzetin mal ve mülkü lüzumsuz yere bolca sarfederek israf etmekte olacağına inanırlar. Allahü Teâlâ'nın, "Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır (Allah'tan en ziyade korkanınızdır.)" (Sûre: 49, âyet: 13) âyet-i kerimesini düşündüm. Saydığım grupların zan ve iddiaların boş şeyler olduğunu anladım.

Beşincisi: insanların birbirlerini çekiştirdiklerini, birbirleri hakkında dedikodu ve gıybet yaptıklarını gördüm. Bütün bunların sebeplerinin de mal, mevki ve ilimdeki çekememezlikten kaynaklandığını gördüm. Allahü Teâlâ'nın, "...Bu dünya hayatında onların maişetlerini aralarında dağıtan... Biziz..." (Sûre: 43, âyet: 32) âyet-i kerimesini düşündüm. Böylece rızkların ezelde Allahü Teâlâ tarafından dağıtıldığını anladım ve hiçbir kimseye haset etmedim. Allah'ın verdiğine kanaat ettim:

 Altıncısı: insanların bazı gaye ve sebeplerden dolayı birbirlerine düşmanlık ettiklerini gördüm. Allahü Teâlâ'nın, "Şeytan sizin düşmanınızdır. Onu düşman tanıyın..." (Sûre: 35, âyet: 6) âyet-i kerimesini düşündüm. Böylece asıl düşmanımın şeytan olduğunu anladım. Şeytandan başkasına düşmanlığın caiz olmadığını öğrendim.

 Yedincisi: Gördüm ki, insanlar rızık ve geçimini temin hususunda şerefini alçaltarak, nefsini zelil edecek, şüphe ve harama düşürecek şekilde kazanmaya gayret ediyorlar. Allahü Teâlâ' nm, "Arz üzerinde yürür hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkı Allah'a ait olmasın" (Sûre: 11, âyet: 6) âyet-i kerimesini düşündüm ve anladım ki, rızkımı Allahü Teâlâ garanti etti ve ona kefil oldu ben de bu gibi taşkınlıklardan çekinerek ibadetle meşgul oldum

 Sekizincisi: Herkesin bir yaratılmışa güvendiğini; kiminin mala-mülke, altına, gümüşe; kiminin sanat veya zanaatine; kiminin de kendisi gibi bir insan olmak üzere bir yaratılmışa bel bağladığını gördüm. Ben de bu durum karşısında Allahü Teâlâ'nın, "Her kim Allah'a güvenirse, Allah da ona yeter. Hak Teâlâ, emrini muhakkak yerine getirir. Hak Teâlâ her şeye bir ölçü tayin etmiştir", (Sûre 65, âyet: 3) âyet-i kerimesini düşündüm ve Allah'a tevekkül ettim. O, bana yeter dedim ve O, ne güzel vekildir!.. Hatim sözlerini bitirince Şakik ona şöyle dedi: - Ey Hatim! Allah seni emeline nail eylesin. Ben Tevrat'ı, İncil'i, Zebur'u ve Furkan'ı mütalâa ettim ve dördünün de bu sekiz mesele üzerinde ittifak ettiğini anladım. Kim bunlarla amel ederse, bu dört kitapla amel etmiş olur.

Devam edeceğim inşallah.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

24 Eylül 2013 Salı

144.BU NASİHATLERLE AMEL ETMELİYİM..(1)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a; iyi akıbet O'ndan sakınanlara; salât ve selâm O'nun Peygamberi Muhammed'e ve bütün âline olsun!



Bismillahirrahmanirrahim

Yine bir gün kafamda bir sürü soru cevabını ararken daha önce karşıma çıkmış ama tesir etmemiş olan risaleyi tekrar ama bu kez kalbimin derinliklerine tesir ederek okudum .Bir kaç yazı olarak vereceğim inşallah.

 Hüccetü'l-İslâm  Ebu Hâmid b. Mu-hammed el-Gazâlî'nin, (Allah rahmet eylesin) önde gelen talebelerinden birisi, günün birinde kendi kendine düşünürken aklına şöyle bir fikir geldi ve dedi ki: - Şimdiye kadar çeşitli ilimler okudum, gençliğim bunları öğrenmek ve toplamakla geçti. Şimdi bu bilgilerden hangilerinin yarın öldüğümde âhirette bana faydalı ve kabrimde yardımcı olacağını bilmem lâzım ki, lüzumsuz olanları terkedeyim.
Bu düşünce, talebenin kafasını devamlı olarak meşgul etti. Sonunda bu düşüncesini Şeyh Hüccetü'l-İslâm Muhammed el Gazâli'ye (Allah rahmet eylesin) yazarak fikir danışmaya, bazı sualler sorup tavsiye ve hayır dua istemeye sevketti. 


Talebesinin arzusu üzerine Şeyh, bu risaleyi kaleme alarak ona gönderdi .

Ey sevgili ve aziz oğlum!
Allah seni her zaman itaat eden kullarından ve sevdiği dostlarının yolundan yürüyenlerden eylesin.
Bilmiş ol ki, Hazreti Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemden rivayet edilenler en güzel nasihattir. Eğer sen şimdiye kadar ondan bir şeyler öğrendiysen benim öğüdüme ihtiyacın yok. Şayet ondan bir şey elde edemediysen söyle bana:
- Şu geçip giden bunca senede ne kazandın,ne öğrendin?

Ey oğul!
Hazreti Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin ümmetine verdiği nasihatlardan birisi şu değerli sözüdür:
"Allahü Teâlâ'nın kulundan yüz çevirdiğinin alâmeti, o kulun kendisine faydası olmayan, yararsız işlerle uğraşmasıdır. Bir kişi yaratılışının sebebi olan zikir ve ibadetten başka bir işle ömrünün bir saatini geçirirse, "Ceza gününde" muhakkak ki, hüsrana uğramaya müstahaktır. Kırk yaşını aşmış bir kimsenin hayrı şerrinden üstün değilse, o adam cehennem ateşine hazırlansın".
Bu nasihatim, bilgili ve anlayışlı kimseye yeter.

Ey oğul!
Nasihat etmek kolaydır. Mühim olan onu tutup gereğince amel etmektir. Bu ise çok zordur. Çünkü benlik ve nefis üstünlüğü olan kişilere nasihat acı gelir. Yasaklanan işler (menahî) ise onların kalblerine güzel ve cazip görünür.
Bu sözlerimle, bilhassa suret ve şekil olarak ilim isteyen kimseyi; şekle bağlı kalarak, vaktini nefsini tatmin ve dünya mevkilerini kazanmaya götüren yolları nazarî bir şekilde araştırmakla harcayan kişileri kastediyorum.
Onlar, mücerret ve nazarî ilmin kendilerini kurtaracağını, bilgileriyle amel etmeye ihtiyaçları olmadıklarını zannederler ki, bu, filozofların inancıdır. (Subhanallah!). Allahü, Teâlâ'yı her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Bu gururlu ve aldanmış kişi bilmez mi ki, bildiği ile amel etmeyince bu bilgiler, aleyhlerinde delil olacaktır. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerifinde:


"Kıyamet günü en şiddetli azaba çarpılacaklar Allah'ın, bilgilerinden kendilerini faydalandırmadığı âlimlerdir", buyurmuştur.


Rivayet olunur ki, Cüneyd  (Allah rahmet eylesin) vefatından sonra rüyada görüldü ve ona şöyle soruldu:
- Ey Ebü'l-Kasım, halin nasıldır, ne haber? Cüneyd bu soruya şöyle cevap verdi:
- Dünyada sarf edilen o büyük büyük yaldızlı sözler fayda etmedi, kaybolup gitti. Faydasını gördüğüm, gece yarısı kıldığım birkaç rekâtçık namazdır.

Ey oğul!
Amel bakımından iflas etmiş olma, hâl ilminden de geri kalma. Bil ki, sadece nazarî ilim sana yardım elini uzatmaz. Sana bir misal vereyim:
Yanında on hind kılıcı ve diğer bazı silâhlar bulunan savaşçı, yiğit bir adama kırda bir arslan saldırsa, sanır mısın ki, elindeki bu silâhları kullanmadan o yiğit adam kendini kurtarabilir? Pekâlâ bilirsin ki, adamın kurtuluşu, hareket ve silâhları kullanmakla mümkündür, îşte bunun gibi bir kimse ilimden yüz bin mesele okumuş ve öğrenmiş olsa fakat öğrendikleri ile amel etmese ona bir faydası olmaz. O ancak bildikleri ile amel ederse bir fayda sağlayabilir. Onu ancak ameli kurtarabilir. 


İşte bunun gibi yüz sene ders okusan, bin tane kitap yazsan amel etmedikçe Allahü Teâlâ'nın rahmetine hak kazanamazsın. Çünkü Allahü Te-âlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur". (Sûre: 53, âyet: 39)
"Her kim Rabbine kavuşmak isterse yararlı işler işlesin..." (Sûre: 18, âyet: 110)
"İman ederek yararlı işler (amâl-i saliha) işleyenlerin konakları cennet bahçeleri olacaktır. Onlar orada ebedî kalırlar. Oradan çıkmak ve ayrılmak istemezler". (Sûre: 18, âyet: 107-108).

"...Onlardan sonra öyle kötü bir nesil geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bunlar da azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir. Ancak tevbe edip imana gelen ve yararlı işler işleyenler cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğramazlar". (Sûre: 19, âyet: 59-60).

 Ey oğul!
Yararlı işler (amâl-i saliha) işlemedikçe mükâfatını alamazsın. Hikâye edilir ki:
Beni İsrail'den bir kimse Allahü Teâlâ'ya yetmiş sene ibadet etti. Allahü Teâlâ onun bu kadar ibadet etmesine rağmen cennete girmeye lâyık olmadığını bildirmek üzere bir melek gönderdi. Melek o kula giderek bu kadar ibadet etmesine rağmen cennete girmeye layık olamadığını kendisine haber verdi. Bunun üzerine âbid:
- Biz ibadet etmek üzere yaratıldık. Bizim muhakkak ibadet etmemiz lâzım. (O dilerse, cennete, dilerse cehenneme kor...) dedi.
Bu cevabı alan melek Rabbinin huzuruna dönünce:
- İlahî, Sen onun verdiği cevabı benden iyi bilirsin, dedi.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ:
- O kulum madem ki, ibadetten vazgeçmedi, Biz de keremimizle ondan vazgeçmeyiz. Ey meleklerim, şahit olun, Ben de onu muhakkak affettim, buyurdu.

Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "(Kıyamet gününde) hesaba çekilmeden (dünyada), kendi muhasebenizi yapın, (amelleriniz orada) tartılmadan önce siz onları tartın".
Hazreti Ali radıyallahu anh, "Çalışmadan (cennete) gireceğini sanan kimse boş ümide kapılmıştır. Yalnız kendi gayret ve çalışmasiyle cennete gireceğini zanneden de kendine çok güvenen kimsedir", buyuruyor.
Hasan Basri hazretleri, "Amelsiz cennete girmeyi istemek, günahlardan bir günahtır" buyurdu. Yine Hasan Basri buyuruyor:
"Hakikate ermenin alâmeti, karşılığını beklemeden yararlı işler yapmaya devam etmektir".
Resûlullah (s.a.v.), "Akıllı insan, nefsini ıslah edip ölümden sonrası için çalışan kimsedir. Ahmak da, nefsine uyup Allahü Teâlâ'ya karşı boş yere ümit bağlayandır" diye buyurmuştur.


Ey oğul!
Öğrenmek için kitapları tekrar tekrar okuyup mütalâa ederek birçok geceler uykusuz kaldın; uykuyu kendine zehir ettin. Buna sebep olanın ne olduğunu bilmiyorum. Şayet gayen dünyalık elde etmek, onun nimetlerini toplamak, mevki ve rütbelerini kazanmak ile arkadaşların arasında üstünlük ve benlik taslamaksa, vay haline!.. Yazıklar olsun sana!.. Yok, böyle değil de, maksadın Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şeriatini ihya etmek, ahlâkını güzelleştirmek, fenalığı emreden nefsine hâkim olmak idiyse, ne mutlu sana, müjdeler olsun sana!..

Ey oğul!
İstediğin kadar yaşa, nasıl olsa bir gün öleceksin; dilediğini sev, nasıl olsa bir gün ayrılacaksın; istediğini yap, nasıl olsa bir gün hesabını vereceksin.

Ey oğul!
Sarf, nahv, aruz, şiir, kelâm, astronomi, belagat, mantık, tıb gibi ilimleri okumakla Allahü Teâlâ'nın sana ibadet edesin diye vermiş olduğu ömrü boşa harcamış olmaktan başka eline ne geçti?
Hazreti İsa aleyhisselâmın İncil'inde şöyle bir ibareye rastladım:
Bir ölünün tabuta konulduğu saatten, kabrin kenarına getirildiği âna kadar, Allahü Teâlâ azametiyle o ölüden kırk sual sorar:
Bu sorulardan biri de şudur:
"Ey kulum! Halkın gözüne güzel görünmek için senelerce yüzünü yıkayıp temizledin. Benim baktığım kalbini bir kerecik olsun temizleyip hoş görünmedin". Halbuki Allahü Teâlâ her gün senin kalbine bakar ve der ki:
- Benim nimetlerimle bolluk içinde yaşarken, başkaları için çalışıyorsun. Şunu iyi bil ki, sen, bu hitabı işitmezsin, çünkü sağırsın.

Ey oğul!
İlimsiz amel olmayacağı gibi, amelsiz ilim de bir deliliktir. Bilmiş ol ki, bugün seni günahlardan uzaklaştırmayan, ibadete yaklaştırmayan ilim, yarın da cehennem ateşinden uzaklaştırmayacaktır. Bugün hazır fırsat elindeyken ilminle amel etmez, geçmiş günleri de telafiye çalışmazsan yarın kıyamet gününde:
"Ey Rabbimiz, bizi dünyaya geri gönder de iyi amel işleyelim", (Sûre: 32, âyet: 12) diyenlerden olursun. O zaman da sana cevap olarak denir ki: - Ey ahmak! Sen oradan geliyorsun!


Ey oğul!
 

 Maksadın, ruhunu olgunlaştırmaya, nefsine hâkim olmaya, bedenini de ölüme hazırlamaya gayret etmek olmalıdır. Çünkü son durağın kabir olacaktır. Kabirdekiler, "Ne zaman geleceksin?" diye beklemektedirler. Sakın oraya azıksız gideyim deme!
Amelsiz ilim sana yetse, iyi işler yapmak gerekmeseydi, Allahü Teâlâ'nın, "Benden bir şey isteyen var mı, af dileyen var mı, tevbe eden var mı, istiğfar eden var mı?" çağrısı boşa gider ve lüzumsuz olurdu.

Devam edeceğim inşallah.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR