30 Temmuz 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 137

Dine kural koymaya kalkan, adeta kendi ilahlığını ilan etmiş gibidir

Şûrâ 21: “Yoksa onların ortak koştukları tanrıları var da Allah’ın izin vermediği kuralları bunlar için din mi yapıyorlar?” 


Demek ki dine kural koymaya kalkan, adeta kendi ilahlığını ilan etmiş gibidir. 

İslam’da böyle bir şey yapmaya kalkan, dinin sahibi olan Allah’ın yanısıra kendisinin de bundan hisse sahibi olduğunu iddia etmiş gibi olur. 

“Yoksa onların ortakları mı var” sorusu böyle bir şey olmadığına işaret, cevabı belli, yermek maksadıyla sorulmuş sorudur. (İstinkari soru=İddiayı reddeden soru) 

Şûrâ 21: “…o zalimler için elîm bir azap var!”

Şirkin anılıp da devamında zulmün anılmadığı hiç bir ayeti kerime yoktur

Şirk muhakkak ki en büyük zulümdür. Cehennemdekiler zalimlerdir. Cehennemde bir insan yanlışlıkla bulunmaz. Bilgi eksikliği veya bulunduğu coğrafyada bilgi yokmuş vs vs falanca memlekette doğduğu için doğrulara erişememiş vs. Hayır öyle değil. Cehennemdekiler kendilerine doğrular, imkanlar verildiği halde yoksaymış, bile bile yanlışa ve zulme yönelmiş kimselerdir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

29 Temmuz 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 136

Cenab-ı Hak insanları bir çok konuda sınar

Bazı kimselere şeytan gelip onlara şunu dedirtiyor ki “Herkesin zekası bir mi efendim, bazı kimseler anlamayabilir, onlar ne olacak? Allah adaletsiz değil mi?” 

Cenab-ı Hak diyor ki “Ben öyle bir şey yapmıyorum ki, ben bunu herkese apaçık eyleyeceğim. Size ne benim işimden. Sana apaçık eyledim mi? Evet eyledim. Öyleyse kendi sorumluluğuna bak, kendi doğrularını takip et. Kendi işine bak. Ben her şeye tanığım ve bu sana yetmeli.” 

Cenab-ı Hak herkesi her konuda sınıyor değil. Binlerce belki milyonlarca konu var Cenab-ı Hakk’ın insanların teslimiyetini sınadığı. Kimi hangi konuda nasıl sınıyor ise onu o konuda net hale getiriyor, apaçık kanıtlar ile onu aydınlatıyor ve o kişi ya Cenab-ı Hakk’a karşı pozisyon alıyor yahut teslimiyet ile O’na boyun eğiyor. 

“Şüphesiz O kalplerde olanı çok iyi bilmektedir.” Şûrâ 24 

Göğüslerde ne olup bitiyor Allah biliyor. Allah celle ve alâ bu gerçekle zâtını öyle övüyor ki Kuranı Kerîm’de bunu çok yerde görürsünüz. 

Bu hem tehdittir hem müjdedir, her şeydir bu! 

Dolayısıyla bizler de Allah celle ve alâ’yı bununla övelim. Dualarımıza bununla başlayalım, insanlar duysun: 

YA RABBİ MUHAKKAK Kİ SEN, ANCAK SEN GÖĞÜSLERDE OLUP BİTENİ BİLENSİN, HABİR OLANSIN (HER AN HABERDAR OLANSIN) SANA SIĞINIYORUM. 

Bu ayet bizi bizle karşı karşıya getirdi. Allah, ben göğüslerde olanı kesinkes bilirim deyince, sanki önümüze muazzam bir ayna koydu. Bir anda bütün ayıplarımız, çirkinliklerimiz, hesaplarımız bir anda sanki mahşerde koca bir ekrana yansıdı gibi. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

28 Temmuz 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 135

Tövbe bir süreçtir

Şûrâ 25: “Kullarının tövbesini kabul eden, günahları bağışlayan ve yaptıklarınızı bilen O’dur.”


Tövbe ve istiğfarı ayırt etmek lazım. Tövbe bir süreçtir. İstiğfar, bağışlanma dilemedir, defaatle yapılabilir. 

Bazı insanlar istiğfar ettiklerinde tövbe ettim sanıyor. Halbuki tövbe bir barışma süreci. Kişinin benliğiyle, haliyle, vaktiyle, hissiyatıyla, ameliyle dönüşüm, ıslah süreci. Bir tarz değişimidir, aslına rücû etmedir. Yoldan çıkmaktan geri gelmedir. Kişinin bunu öğrenmesi, terakki etmesi demektir. Bu da belli bir sürece tekabül eder. Cenab-ı Hak da böylece yüzünü kuluna döner. 

Bu süreç bazılarında uzun bazılarında kısa olur. Tövbe bir sebat. Ya Rabbi ben bundan pişmanlık duydum deyip, bu pişmanlığın ardında ne kadar durabildiğini, ne kadar fedakarlık ettiğini gösteren bir sebat süreci. Yoksa iki kelimelik “Beni bağışla” demek değil. 

“Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” Furkan 70. 

Tövbe süreci içerisinde kul pişman olduğu o yanlışları işlemiyorsa ve artık salih ameller nasip olmuşsa, o kötülükler artık iyiliklere dönüşmüştür.
 

Ama kul her fitneyle karşı karşıya geldiğinde yine tepetaklak oluyorsa tehlike çanları çalıyor demektir. 

Dönüş ISLAH ile ilgilidir. Allah, o dönenler için ıslah olanlardan olarak bahsediyor. Ben şahsımca bunu kendi içimde bağışlanmayı o günahı unutmakla eşdeğer görüyorum. Eğer elimi açıp da bağışlanma dileyeceğim günahlarımı sıralamaya kalktığımda aklıma geliyorlarsa, demek ki bunları Rabbim henüz bağışlamamış. Bağışlamamış ki ben şimdi bunları tekrar hatırlayıp eziliyorum, sıkıntı çekiyorum, yüreğim burkuluyor. Demek ki hala Rabbim tövbe etmemi, pişmanlık göstermemi istiyor. Yeterince ben bunlar için sıkıntı çekmemişim, günahlarım sandığımdan daha büyükmüş. Belki de tövbeden önce istikbar sürecine girmişim. Tövbe ettim, nasıl olsa bağışlanması gerekir, gibi bir yol almışım kendimce. 

O kul o tövbe sürecinde öyle bir bağışlanma dilemeli ki Cenab-ı Hak bağışladığında ben inanıyorum ki artık onu aklına getirmemeli. Çünkü düşünüyorum ki Cenabı Hakk’ın zâtına yaraşmaz, kulum seni bağışladım dedikten sonra, ona bunu hatırlatıp boynunu eğdirsin. Bunu insanlar bile yapmıyor. Dolayısıyla günahımız aklımıza geliyor ise o günaha uygun düşecek yana yakıla o tövbeyi, yakarmayı henüz gerçekleştirmemişiz diye düşünüyorum. 

Tövbede, cürüm tamamen bize aittir. "Bu zulüm bana ait ya Rabbi, sen burada kusursuzsun. Sen Rabbim olarak beni esirgedin, kolladın, her türlü beni uyardın. Sana rağmen bilerek yaptım ben bunu. Sen bu ana kadar büyüklük yaptın , büyüklük yapmaya devam et, beni bağışla." 

Kişi işte böyle huzurda eğilerek, O’nu tenzih ederek bağışlanma dilemeli. Yoksa günahlarını hafifletecek teorilerle, şeytanın vehimleriyle huzura gitmemeli. 

Cürmüne yüzde 1 dahi olsa hisse çıkarmayacak. Şeytan bizi hiç farkına varmadan aldatmaya kalkıyor. “Çünkü ben bilmiyordum” ya da “Ben o zamanlar şöyle şöyle idim, eksik olan şuydu, buydu” vs. Oysa ki hakikat öyle değil. O tezleri dinleye dinleye ve beğene beğene biz, içimizdeki o hakikatleri de kaybettik. 

Bilmeliyiz ki Allah celle ve alâ temelde kulunu donatmadan, o sınayacağı konuda malumat vermeden onu sınavla karşı karşıya getirmez. Hiç bir şey Allah’ın bilgisi olmadan gerçekleşmez. Ve Allah celle ve alâ abesle iştigal hiç bir şey yapmaz, yaşatmaz. 

Biz bazen tövbeyi de, tövbenin kabulünü de kendi içimizde yaşıyoruz. Neredeyse Cenabı Hakk’a hiç bir şey kalmıyor!!!

Tövbe mi ediyor, tövbe ediyor gibi mi ediyor??? (Tövbeyi adam gibi yap, hizaya gel, Rabbinin makamına saygı duy) 

Tövbe bir-iki kelimeyle biten bir şey değil, tam tersi başlayan bir şey. İkrar ile tövbe süreci başlar. 

-Yûnus aleyhisselam balığın karnında hatasını ikrar etti , o karanlıklardaki tövbesini tesbihata dönüştürdü, tekrar tekrar, acıyla kıvrana kıvrana ölümüne Cenab-ı Allah’a seslendi. 

Ve Allah diyor ki; eğer böyle tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar balığın karnında bekletilirdi. 

Cürmü büyük, vebali büyük, sıkıntı büyük. Ama yakarış ve dönüş de büyük oldu ve Cenab-ı Hak icabet etti, Yûnus aleyhisselam'ı gamdan kurtardı. 

Yûnus aleyhisselam ızdıraba boğulmuştu, "ben bunu nasıl yaptım" diye dövünüyor, bir türlü izahat veremiyordu, kendini tırmalıyordu. İşte GAM.. GAM.. Bu kıssada bir şey daha öğreniyoruz; TÖVBE GAM HALİDİR. 

Allah celle ve alâ tövbeyi kabul ettiğinde gamı ortadan kaldırır. 

Gamla yoğrulmamış bir tövbe olmaz. 

Benzerini Musa aleyhisselâm'da da görüyoruz. “Sen bir adam öldürmüştün de biz seni gamdan kurtardık.” Tâhâ 40. 

Gam demek o efkarlı hal, bunaltılı depresif hal, her ne derseniz, kişinin gerçekten içten içe bu yanlışların vebalini, acısını çekmesi. 

Tövbeye salih amel ekle. Duayı da elden bırakma. Huşû ve ürperti içinde ol. Hayırda yarış. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

27 Temmuz 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 134

Çokça verseydik taşkınlık ederlerdi

Şûrâ 27: “Şayet Allah kullarına rızkı bol bol verseydi yeryüzünde taşkınlık ederlerdi; ama O dilediği ölçüye göre vermektedir. Çünkü O kullarının durumunu çok iyi bilmekte ve görmektedir.” 


Ayet-i kerimeye göre bu ölçü, kulları taşkınlığa sürüklemeyecek, iradesini baskı altına almayacak, onların doğruluk, hakka tutunma gibi sahip oldukları cevherlerini aşmayacak taşmayacak bir ölçü olsa gerek. Çokça verseydik taşkınlık ederlerdi, diyor. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

26 Temmuz 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 133

Başka sahibinin olmayacağını bilmen lazım

Şûrâ 28: “İnsanlar bütün ümitlerini yitirdikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayan O’dur. Gerçek dost ve koruyucu O’dur.” 

En dibe vurduğunu sandığın o kritik anda ümitsizliğe kapılıyor musun?

Cenab-ı Hakk’ın rahmetini mi umuyorsun? Pes mi ediyorsun? 

Pes edenler, ipini koparanlar, artık bu topraklara yağmur yağmaz diye terk edenler, artık beni affetmez diye Cenab-ı Hak ile yolunu ayıranlar, sürecin dışına çıkmış kimselerdir. 

Kuranı Kerim’de Allah bizi en son nokta olarak ve en önemli sınır, kırmızı çizgi olarak bununla ikaz ediyor. 

Ne yaparsanız ne ederseniz edin ama benim sahipliğimden vazgeçmeyin. 

Herkes gitsin, herkes bitsin. Ama yine biz-bize olduğumuzu unutmayın. Bütün herkes analar, babalar, efendiler hepsinin birer yalan olduğunu, yine sen ve ben ikimiz kalacağımızı, başka sahibinin olmayacağını bilmen lazım. 

Bunu bildiğin, benimle bağlantıyı koparmadığın sürece yerleri gökleri dolduracak kadar günahlara boyansan da, yine benim huzuruma gelebilecek imanın, bana güvenin olmalı. 

Çünkü ben bu denli Rahman, bu denli Rahim’im. 

Azapla karşılaşmadan evvel dönün çünkü Allah kendisine bu ayetin sonunda “Veli O’dur, sahip O’dur.” diyor. 

“EL VELİYY” Kuranı Kerîm’de 2 kez geçiyor ikisi de Şûrâ Sûresi’nde.

Veliyy Allah’tır. Dost-destekçi- korunak ve yardım kaynağı Allah’tır. 

Bırak kötüye giden şartların tekrar iyiye döndürülmesini, ölüyü bile dirilten O’dur. Ne kadar cürümkâr olsam da beni esirgeyecek rahmete sahip yegane dost Allah’tır. 

Eğer beni hatırlar, benden bilirseniz, bana teşekkür ederseniz ben sizi ziyadeleştiririm, diyor Rabbimiz.

Eğer beni unutur, başka yerlerden (en çok da kendinizden) bilirseniz ziyanda olursunuz. 

İnsanın en çok yaptığı şey kendinden bilmesidir. Bakıyorsun üniversite okumuş, çalıştık ettik tabi diyor. Nasıl oldu diye soruyorsunuz, çok çalıştım diyor. 

Bu ifadenin içinde Allah var mı, yok. 

Dolayısıyla bu yok saymadır. 

Peki çok çalıştığı için mi üniversiteyi kazanmıştı, hayır. Allah onun algı sistemini düşük seviyede yaratsaydı çok çalışsaydı da bir manası olmazdı. Çok çalışma imkanını, motivasyonunu, hevesini kim verdi? 

Burada çok parametre var ve hepsini Allah kontrol etti. Buna en iyi tanık kişinin kendisidir, kişi bunu kendinde görmüyorsa, bunu onda başka kimse görmez.

Dolaysıyla böyle soruya verilecek cevap; Allah da beni böyle bu meslek üzerinden sınamak istedi. Hamdolsun iyi bir meslek. Beni dilediği meslekte sınar. 

Yoksa, "görmüyor musun saçlarımı, nerede ağardı bu saçlar" diye kendinden bilerek cevap verirsen Cenab-ı Hak der ki, "şu kula bak kendinden biliyor bizi unutuyor, görmezden geliyor, küfre giriyor." 

İşte tam o noktada kişi kendini belli ediyor. 

Kişinin eline çok güzel bir araba geçtiğinde “Bu Rabbimin lütfu. Şimdi sınamak istiyor beni. O’ndan mı bileceğim; arabayı gördükçe “Teşekkür ederim Allahım, bana böyle bir araba takdir etmişsin” mi diyeceğim. Yoksa yığınla insanla bunun muhabbetini yaparken o parayı nasıl mı kazandığımı anlatacağım!!! 

Şükür vesilesi mi yapacağım yoksa benim ne kadar dahi, zekice plan yaptığımı, nasıl iyi bir ticaret kurguladığımı, nasıl da bu arabayı yahut arsayı denk getirdiğimi, nasıl iyi bir emlakçı olduğumu vs vs. 

Allah kullarını bilir, haberdardır. Bunca koşulu sırf insanı denemek için yaratan Cenab-ı Hak, semeresinden uzak kalır mı? 

Şüphesiz hepsini belli bir kitapta toplamaktadır. “Biz sizin yaptıklarınızın birer kopyasını alıyoruz.” diyor Cenab-ı Hak. O Basîrdir, her an gözetlemektedir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

25 Temmuz 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 132*****

***Bir musibetin bana isabet etme sebebi***  

Şûrâ 30: “Size her ne musibet isabet ediyorsa, bu sizin ellerinizin kazandığından ötürüdür. Allah bir çoğunu da bağışlar.”


Size her ne musibet isabet ediyorsa b
izâtihi işlediğiniz yanlışlıklar dolayısıyladır. 

Kuranı Kerîm’in bu ifadesi bize hayatımızda çok önemli bir ilkeyi tespit etmemizi öğretiyor; sabahtan akşama kadar çeşitli yerlerde, bizi tanıyan ya da tanımayan çeşitli insanlarla karşılaşıyoruz. O insanların bizde oluşturduğu sıkıntılar var, onlardan pek çok zararlar görebiliriz. Kimi aniden oluyor kimi bilinçli oluyor, suç teşkil edenleri dahi olabilir. 

Kim hangi suçu hangi kasıtla bize işlemiş olursa olsun, biz kendi içimizde muhasebeye geçmeliyiz. Bu konu niye gelip bize isabet etti? Tamam falanca kişi aleyhimizde cürüm işledi diye, o tarafı doğru. O suç niteliği o kişiyle alakalı. 

Onun suç işlemiş olması bizim bu musibetle karşılaşmamıza yetmiyor. “O yanlış yaptı ve bu yüzden biz de sıkıntıya düştük” diyorsak hayır öyle değilmiş denklem. 

Biz denkleme hep böyle yanlış odaklandık. “Bizim oğlan çok asi, çok yaramaz o yüzden bize çok sıkıntı çektiriyor.” Bütün çektiğimiz sıkıntıların sebebini ve sonucunu evladımızın söz dinlemezliğine, isyankarlığına veya ailevi sorunsa eşimizin huysuzluğuna bağladığımızda, aslında temel bir yanlış yapıyormuşuz, Kuran bize bunu öğretiyor. “Dolandırıcı geldi beni dolandırdı. Büyük mali kayba uğradım. Bütün kabahat dolandırıcının.” 

Bu kişilerin cürümleri kendileri için geçerli, oradan hiç bir şey eksilmeksizin biz kendi içimize baktığımızda şu muhasebeyi yapmamız gerektiğini Cenab-ı Hak bize öğretiyor; bu musibetin bana isabet etme sebebi falanca kişinin kastı, huysuzluğu vs değil. Bu benim ellerimin kazandığının bir kısmının bana geri dönüşü şeklindedir. 

Yaratıcı ile olan bu muhasebemde “Ya Rabbi falanca kişi böyle bir dolandırıcılık yapmak isteyecekti ama şehirde yığınla dükkan varken sen onu benim dükkanıma gönderdin. Bu musibeti senin müsaaden olmasa, koşulları sen ayarlamasan bu musibet asla gerçekleşmezdi. 

Kim hangi kin, öfke, gariz duygularıyla hareket ederse etsin musibet Allah’ın müsaadesiyle oluyor. “O kadar dükkan varken niye benim dükkanı buldu?” , “O kadar hanım varken niye ben böyle bir hanıma denk geldim?” , “O kadar hastalık varken niye bu hastalık bana isabet etti?” 

Burada 2 bağımsız olay gerçekleştiriyor. Onların bize işlediği suça karşı haklarımızı aramak sonuna kadar bizim vazifemiz. Ama Cenab-ı Hak o kişinin bana karşı o cürümünü işlemesine niye müsaade etti? 

Cenab-ı Hak diyor ki “Sizin işlediğiniz suçlarınız var. Esas neden bu. 

Sizin ellerinizle kazandıklarınız olmasaydı, kim size zulüm yapmak için aleyhinizde hesap kitap yapıp plan kurmuş olsa da bunu asla gerçekleştiremezdi. 

Başarabildiyse onun suçu elbetteki sabit. Ama sizin aleyhinizde olan bu sıkıntının karşılığında sizin ellerinizle kazandığınız cürümler var.”

Ve bilelim ki yapmış olduklarımızın çoğu da Cenab-ı Hak tarafından göz ardı edilmektedir, ilahi bir rahmet olarak musibete dönüştürülmemektedir. 

Hem birey olarak, hem toplum olarak Cenab-ı Hak durduk yere bizi cezalandırmaz. 

En sıkıntılı anlarında, bu sıkıntıları için başkalarından kaynaklandı diyenler meseleye seküler bakmayı öne çıkaranlardır.

 “Falanca falanca bana şunu şunu yaptı” diye uzun uzun anlatan kimseye biz uzaktan bakarken , “Falanca filanca yaptı diyorsun ama ne yaptın da Allah sana bu musibeti verdi?” diye içimizden çoğu zaman geçiriyoruz ama bunu dönüp onlara söylemek sıkıntılı oluyor.

 Çünkü onu suçlu olarak değerlendirdiğimizi fark etmiş oluyor. 

Cenab-ı Hak bunu başkaları için yapmamızı değil, kendimizle ilgili böyle değerlendirmemizi öğretiyor. 

Suçluyu bizzat biz kendimiz içimizde aramalıyız. Bunu başarabilirsek bu konuyu imanla ele aldığımızın tezahürü olacak. 

Çocuk babasına büyük saygısızlık yaptığında, babası odasına çekilip “Ya Rabbi ben hangi yanlışlar yaptım böyle asi bir evlat ile uğraşıyorum.” Ya da asi bir kiracı, yanlış bir komşuyla, hanımla, komşuyla vs. 

İşte böyle dediğinde Cenab-ı Hak da ona diyor ki “Bak kulum ona bunu benim gönderdiğimin hemen farkına vardı. Bak işte bu Mü’min! Kaynağı hemen gördü, iman sahibi. Eğer kullarım böyle çözümlemeye kalkarsa ben de ona hidayet ederim.”

Kulun musibetleri böyle karşılaması bir iman zevkidir. Başlı başına bir ibadettir. Tekamüldür, güzelliktir. 

“Suçu işleyenlerin hiç bir suçu yok, bu zaten bizim için mukaddermiş” diyemeyiz. Onların cürümü ayrı. 

Kulu arındırmak isteyen Allah , musibet gönderir. 

Kul arınmak paklanmak istiyorsa musibeti doğru okur. Tespitini yapar ve artık aynı hatayı yapmamaya başlar. 

Kalan hatalar için Cenab-ı Hak yine musibet gönderir, o da yine bir ihbar mektubu gibidir. Kul onun da altını çizer, hayatından ayıklamaya başlar. İşte bu tezkiye sürecidir. 

Allah’ın kulu akladığı pakladığı, rahmetiyle, şefkatiyle sardığı bir süreç. İçinde her ne kadar musibet olsa da yeter ki kul bunu doğru okusun! 

Musibet ile sabır kelimeleri yanyana yazılmalı. Bu musibeti karışımıza çıkaran Rabbimizin bir muradı var. Sabır ile karşılayıp karşılamayacağımı, bunu O’ndan bilip bilmeyeceğimi, yoksa müstekbir mi davranacağımı sınıyor. 

Sabır, musibetin geldiği ilk andan itibaren yapılırsa değerli. İlerleyen zamanlarda kişi sabretmeye başlamışsa bunun kıymeti artık iyice azalmıştır. “En güzel sabır darbenin ilk geldiği andadır.” (Buhârî, Cenâiz, 31)

Cenab-ı Hak kuluna musibet vermek istediği zaman demek ki kulda buna karşılık gelecek bolca kusur var. 

Müfessirler demişler ki; eğer kişi musibetten uzak kalmak istiyorsa, daha esenlikli korunaklı olmak, Yaradan’ın merhametini celbetmek istiyorsa sürekli Cenab-ı Hakk’a 

“Ya Rabbi beni her an muhafaza edebilirsin, bana her an musibet gönderebilirdin ama yapmadın. Bu senin rahmetinin tecellisi oldu. Bana her türlü kazayı yaşatabilirdin, yapmadıysan lütfunun, beni ne kadar sevdiğinin esirgediğinin eseri. Karşılığında hemen hemen hiç bir şeyim yok neredeyse. Hatta hiç yok. Tamamen full ekstra olarak lütufta bulunuyorsun. Nasıl şükredeceğimi bilemiyorum.” diye yaklaşmalı. 

Bu tarz yaklaşan bir kul sıkıntı ve musibetlerden daha emindir. Çünkü bu musibetler uyaran niteliğindedir. 

Uyaranlar da gaflettekileri daha çok bulur, onlarla ilgilidir, Cenab-ı Hakk’ı görmezden geldikleri o süreçte uyansınlar diyedir. 

Gaflet musibete davetiye çıkarır. Dolayısıyla bu yakînî şuuru, korkulu halini insan her gün canlı tutsa, kullukta hem ilerler hem de bu hayattaki saadetini daha çok temin eder. Sürprizlerden, ani tokatlanmalardan, çarpmalardan emin olur. Çünkü bu çarpma ve tokatlamalar hep zalimlerle ilgilidir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

24 Temmuz 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 131

Şükrünü unuttuğumuz nimetler

Şükrünü unuttuğumuz hatta lütfedip şükrüne hiç girmediğimiz o kadar yığınla nimetle iç içeyiz ki, bizim kalkıp Cenab-ı Hakk’a “bana az vermişsin-hiç vermemişsin” tarzında en küçük serzenişimiz tamamiyle bir cehalet, kendini, haddini bilmezlik, tamamiyle bir istikbardır. Nimet içinde yüzen birisinin Rabbine olan saygısızlığıdır. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

23 Temmuz 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 130

“Allah’ın dediği olur” inancı bizi emniyete değil, O’ndan korkmaya sevketmeli

Yeryüzünün her noktasında (ister okyanusun ortasında olsun, ister dağların tepesinde olsun) insan açısından risk, tehlike, sıkıntı, felaket eşit düzeydedir. 

Cenabı Hak bizi riskli ve risksiz ortamlar diye ikiye ayrılmış bir değerlendirmeden uzaklaşmamızı istiyor. 

Gerek karada, gerek suda, gerek havada emniyet riski eşittir, çünkü bizler kendiliğinden ve tesadüfen gelişen olaylar içinde olduğumuza değil, aksine her şeyin kontrol içerisinde geliştiğine, her bir değişimin yüce bir Kudret tarafından yönetildiğine inanıyoruz. 

Şeytanın bu süreçlerde kullandığı enteresan yöntemlerden bir tanesi de gelip kula “ya ne tedirgin oluyorsun, Allah’ın dediği olur, rahat ol” der. 

Tam da kul tedirginlik içinde Cenab-ı Hakk’a dönüp “ya Rabbi uçağımız kalktı ama biraz sıkıntı hissediyorum bizi koru” dediği bir anda gelip ona “ya rahat olsana, Allah’ın dediği olur, gazeteni al oku, bak karşındaki televizyonu seyret. Niye tedirginliğe kapılıyorsun” der. Eee Allah’ın dediği olursa tam da ne güzel Allah’a yalvarıyorum, O muhafaza etsin O kurtarsın diye. Tam yapılması gereken bir şeyi yaparken, şeytanın yapmak istediği şey gelip emniyeti yaygın hale getirmek. 

Yani onun güvenlik hissini Cenab-ı Hakk’ı hatırlamaksızın rahat olduğu hissini her tarafta yaygın hale getirmek. 

Şeytan “Ya niye korkuyorsun. Uçak yerdeki eşeklerden bile güvenli. İstatistiklere baktığımızda eşekten düşüp ölenlerin sayısı uçakların düşmesiyle ölenlerin sayısından daha çokmuş. Müsterih ol” diyerek istatistikler üzerinden ve “Allah’ın dediği olur” kalıbıyla ama her halükarda onu Allah’tan uzaklaştıran argümanlar kullanıyor. 

“Allah’ın dediği olur” inancı bizi emniyete değil, O’ndan korkmaya sevketmeli. “Ben günahkâr bir kulum, Cenab-ı Hak her an bana bir sıkıntı yaşatabilir, O’na dönmeliyim. Her yerdeki emniyetimi O’na borçluyum.” 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

22 Temmuz 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 129

Allah cc kişiye geri dönmesi için uyaranlar gönderir

Kişiler iyilik ve hidayet sürecinde ilerlerken rüzgar arka yönlüdür; Allah kulun bu gidişatından memnundur, onu destekler. 

Aksi istikamette ilerlerken rüzgar ters yönlüdür önden eser; insan adım attıkça zorlanır, küçük küçük musibetler ile engeller çıkarır, onu frenler, geri dönmesi için uyaranlar gönderir. 

Dolayısıyla hidayet yolunda ilerlemek kolayken aksi yol zordur, iyice inatçılığı ve ısrarı gerektirir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

21 Temmuz 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 128

Cenabı Hak ile barışık olmak

Dünya hayatı “ahirete nazaran” hapis gibidir. Yoksa dünya Mü’minin azaphanesi, çilehanesi, sıkıntı yurdu, perişanlık çektiği bir yer, ahiret ise mutluluğa kavuşacağı bir yer biçiminde bir algı Kur’an’a uymamaktadır. 

Cenabı Hakk’ın koyduğu sınırlar bize azap eden, yaşamı zorlaştıran şeyler asla değildir. 

Mevcut sınırlar zor da görünse mutluluğun kaynağıdır. 

Cenabı Hak ile barışık olmak, Kitab’ını okumak ile elde ettiğimiz kıvanç ve huzuru asla hiç bir şeyde tatmadığımızı göreceğiz.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

20 Temmuz 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 127

Eline geçen kıymetli cevher 

Gelen 3-5 milyar ile hissettiği mutluluğu, öğrendiği 3 yahut 5 ayet ile yakalayamıyorsa bir insan, büyük bir farkındalığı kaçırmış demektir. 

Biri sonsuza açılan bir güzergahta eline geçen son derece kıymetli cevher iken, öbürü sonu kabirle biten kapalı bir sokakta her adıma sevinmek gibi anlamsız bir duruma tekabül ediyor. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

19 Temmuz 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 126

Allah kimseyi iman etmeye zorlamaz

Rabbimiz celle ve alâ kendisini yok sayanı da rızıklandırıyor. 


Sadece Mü’minlerin rızıklandırılıp, kafirlerin aç susuz bırakılacağı bir düzen ilahi sünnete uygun değil. Çünkü böyle bir düzende insanlar iman etmeye zorlanmış olurlar. Allah kimseyi iman etmeye zorlamaz. 

O halde sen mi insanları iman etmeye zorlayacaksın, ayetini hatırlayın. Cenab-ı Allah metâyı bir ödül veya ceza aracı değil, bir test, bir sınama aracı olarak kullanıyor.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

18 Temmuz 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 125

Günah işlediği halde Rabbini hatırlamamak

Şûrâ 37 : “Onlar büyük günahlardan ictinâb ederler.”


İctinâb ifadesine dikkatimizi verelim. Ayette büyük günahlar işlemezler demiyor, ictinâb ederler diyor. (Kaçınırlar, uzak durmaya çalışırlar, çekinirler.) 

Masiyetten, günahtan büsbütün uzak kalmak hiç bir Mü’minin iddia edeceği bir şey değil, yani sıfır hatayı iddia etmek, hem kendisi hem de bir başkası için bunu iddia etmek Kuranı Kerîm’de yasaklanmıştır. “Kendinizi temize çıkarmayın, Allah sizi en iyi bilendir.” Necm-32

Anormal olan günah işlemek değil, anormal olan günah işlediği halde Rabbini hatırlamayıp, iblis gibi ne olmuş ki yani diyerek günahını savunmaya çalışması, bağışlanma dilememesi. 

“Senin Rabbin mağfireti geniş olandır.” Mağfiretten yana ne kadar ümitvâr olmamız gerektiğini hissediyoruz. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

17 Temmuz 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 124

Allah sizi sevsin, sizi bağışlasın istemez misiniz?

“Gayzlarını bastıranlar ve insanları bağışlayanlar.. Allah böyle güzel davranan kullarını sever.” Âl-i İmrân-134


Gayz: Öfke, hınç.  

Allah sizi sevsin, sizi bağışlasın istemez misiniz? 

Öyleyse öfkenize malik olun. 

Kendinizi sakinleştirip, Rabbinize sığının. “La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim”

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

16 Temmuz 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 123

İnfak sadece dini bir vecibe değildir

Şûrâ 38 : “…Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.”

İnfak, toplumun iktisadi temelini oluşturmaktadır. Nasıl Mü’min olmayan toplumlarda faiz yönetimin çok esaslı bir yanını teşkil ediyorsa, Mü’min toplumlarda da (insanlar bilseler) infak iktisadın çok önemli bir yanını teşkil eder. “Allah faizi çürütür, yok eder. Sadakaları ise bollaştırıp genişletir.” Bakara-276 

Zenginlerin parayı sıkıp ellerinde tuttukları, fakirlerin de parasızlıktan iş göremez hale geldikleri yerde, üretim durur ve bunun sonucundaki kıtlık da zenginleri de etkiler. 

Dolayısıyla infak sadece dini bir vecibe değil, iktisadi somut bir sonucu olan bir şeydir. İnfak ekonomiye katkı sağlar. 

Bugüne kadar insanlığın bir çok deneyimlerle başarısız kaldığı, çeşitli olumsuz sonuçlara yol açan bir sürü teorilerin eksik-yanlış yanlarını bu ayet-i kerime temelden düzeltiyor; 

Yönetimde istişare esası, iktisatta ise infak. 

İnfak ederken ne müsrif ol, ne cimri ol, mutedil bir yol tut. 

Mü’minler zekat dışında, mallarının bir kısmını (örneğin yüzde 10’unu-20’sini) harcamaya kendisini alıştırırlar. 

(Bazı insanlar yüzde 90’ları-95’leri zorluyorsa bu da onların takvalarının eseri, bu da onların Cenab-ı Hakk’a duydukları yakınlığın sonucu olur elbette ki) 

Malları büsbütün ellerinde tutmak caiz değildir. Altını ve gümüşü bir yerde kenz olarak (hazine, gömü) bir yerde tutuyorsan, bunu infak etmeni Cenab-ı Hak emrediyor. Madem buna ihtiyacın yok, iktisadın da dışına çıkarıp bunu halktan mahrum etme. 

Harcadıklarını Allah celle ve alâ’ya bir yakınlaşma vesilesi, bir kurban, Cenab-ı Allah’ın hoşnutluğu için bir araç olarak gör. Allah celle ve alâ'ya yakın olma arzusuyla infakı gönül hoşnutluğu ile yap. 

İnfakta başarılı olan kimseler kendileri açısından fevkalade ümitli olabilirler. İşte böyle kimseler Allah celle ve alâ'nın rahmetini umabilirler. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

6 Temmuz 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 122

Sorumluluk toplumun kendisindedir

Allah celle ve alâ’ya isyan eden hiç bir mahluka (adı halife, şeyh ne olursa olsun) itaat asla yoktur. 

Bireyin aklını pasifize eden, onu zayıflatan, emre buyruk hale getiren anlayışlar kesinlikle İslamî değildir. 

Allah bireyin sorumluluğunu kaldırmamıştır. 

“Yöneticine itaat et, anlamasan da itaat et, ne derse yap” şeklinde bir zorlama yoktur. Tam tersi, yöneticinin senden istediğine akletmelisin. Yaratıcı’ya karşı gelecek bir şeyi senden istiyorsa itiraz etmelisin, tepki vermelisin. Kur’anın yaklaşımı bu, Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in tesis ettiği toplum da bu. 

O yüzden peygamberimizin meclisinde de, hutbesinde de kalkıp soru soran insanlar görebilmektesiniz. Ondan sonraki topluluklarda da hutbe verirken Hz Ebubekir’e, Hz Ömer’e itiraz eden, muhalefet eden, “sana itaat etmiyorum” diyen kimseler görmektesiniz. 

Bunlar Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in oluşturduğu, bireylere sorumluluklarını iyice bellettiği, canlı toplumların tezahürüdür. 

Ne var ki sonralarda, bireyin sorumluluğunu törpüleyip yontan, hatta dini-İslamî argümanlar ile bunu ortadan kaldıran, Halife’ye itaati Yaratıcı’ya itaatin bir parçası olarak vurgulayıp, kişilerin sorgulayıcı yanını kaldıran, susan, her türlü zulme sessiz kalan, emre buyruk, ihtilal yapamayan, başkaldıramayan, yıllarca diktatöryel yönetimlere karşı sessiz, pısırık o toplulukları böyle oluşturdular. 

Bu, İslam’dan kaynaklanan değil, insanların kendi elleriyle bozduğu bir yapının neticesidir. 

Kuranı Kerîm “Onlar başlarındakilere itaat ederler, onun dediğinden çıkmazlar” demedi. Sorumluluk toplumun kendisindedir. Sorumluluğu toplumdan çekip kendi uhdesine aldığını söyleyenler toplumu pasifize etmiştir. Topluma “Siz işinize bakın, artık yönetim benim elimde. Ben ölene kadar böyle devam edecek. Hatta ben öldükten sonra da benim soyum üzerinden devam edecek.” algısını oluşturan ve bunu toplumun selameti açısından en uygun yolmuş gibi, fitne tazyikiyle (bak bu sisteme yanaşmazsanız fitne çıkar) toplumu sindiren anlayışlar, toplumun çökmesine, her türlü haktan ve gelişmeden mahrum kalmasına ve çürümesine yol açmışlardır. Halbuki canlı bir tartışma-muhalefet ortamı, yanlış bir filizin önünü keser ve böylece toplumda esenliğin, selametin, dürüstlüğün, nizamın sağlıklı ve kalıcı olmasına imkan verir. 

Adı halife de olsa kişilerin uhdesine bırakılacak bir şey değildir İslam toplumunun yönetimi ve akibeti. Allah “Onlar her türlü işlerini istişare ile çözerler.”derken hariçten gazel okumuyor. Katılımcılık ilkesi Kuranın emridir. 

Allah celle ve alâ halkın bile ses çıkarmasını beklerken alimler, ilim sahipleri ses çıkarmadılar. 

Vaktiyle ilim sahiplerine zoraki kadılık görevi vermek isteyenler, onu yönetimin bir parçası haline getirip böylece susturmak isteyenler kendi düzenlerini kurmaya çalışıyorlardı. Adına hilafet de deseniz bu İslamî bir şey değildi. Onlar “ben ne dersem o olsun” diyen kendi düzenlerini kurmaya çalışıyorlardı !!! 

Nitekim kimi alimler buna isyan ettiler, sistemin bir parçası olmamak için hapishanelerde işkence gördüler. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

5 Temmuz 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 121

Namaz onların muhafızlarıdır

Şûrâ 38: “Rablerinin çağrısına icabet ederler, namazı ikame ederler.”

Cenab-ı Allah’ı hatırlatan her türlü çağrıdan, çağrışımdan uzak duran kimseler vardır. 

Rablerine icabet etmediği suçluluğu yaşamamak için, buna dair hatırlatıcı unsurlardan uzak duran kimseler. 

“Eyvah, camiye yakın yerde ev tutmuşuz. Ben burada nasıl yaşayacağım. Her gün ezan sesi beni rahatsız ediyor.” 

Bu çağrı, bu mesaj onu rahatsız ettiği için camiye uzak muhitleri tercih ediyor. Biri etrafta ölümü hatırlatacak olsa “içimizi kararttın bunalttın” diye onu susturanlar, suçluluklarını derinden hissederler ki, bundan kaçmak için bir ömür farenin kediden kaçtığı gibi Allah’ın ayetlerinden ve Allah’ı işaret eden her türlü şeyden uzak kalarak güya kendilerince rahatlamaya çalışırlar. 

Böyle kimselere Cenab-ı Hakk’ı hatırlattığımızda yaydan çıkmış ok gibi ani tepkiler vermelerine şaşırmamak lazım. 

O tepkileri bize değil. O tepkileri, içlerinde var olan sıkışmış, hazır tepkilerdir. 

Kendi içlerinde çözememişlerdir, bizden duyduklarında bize patlarlar. Mesaiyi dünyaya harcayıp, Cenab-ı Hakk’ın çağrısına icabet etmeyenler ağır bir sorumluluğu yaşarlar. 

Rablerine icabet edenlerin hayatlarındaki en belirgin unsur namazdır. Resulullah (sav) Mü’min olanla olmayan arasındaki en temel fark namazdır, buyurmuştur. Onlar ki namazların muhafızlarıdır, namaz da onların muhafızlarıdır, bekçileridir. Karşılıklı birbirini koruyan, bekleyen mıknatısın iki kutbu gibi. 

“Onlar işlerini kendi aralarında şûrâ ile hallederler.”

İstişare ile birbirlerine danışarak hallederler. Mü’minler öyle kimselerdir. Mü’minler istişare ederken hangi referansları kullanacaklar? Elbetteki ayeti kerimelere ve peygamber efendimizin (sav) uygulamalarına dayanarak görüşme yapacaklar: 

“Bu konuda Rabbimizin bir sözü yönlendirmesi var mı? Peygamberimizin uygulamaları nasıldı?”

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

4 Temmuz 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 120

Sabır tek başına baş edilmesi ağır olabilir

Sabrı, Cenab-ı Allah yaşamın her alanında başvuracağımız bir kavram olarak önümüze koyuyor. 

Ve eşliğinde de çoğu zaman namazı zikrediyor. 

Sabır tek başına baş edilmesi ağır, zor olabilir. Bedende sabrı etkili ve sürdürebilir kılabilmek için eşliğinde namaz kılmak, hamd etmek gerektir. 

Böylece sen razı olursun, mutmain hissedersin. 

Rabbi’ni anmakla Allah kalbine sükunet indirir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

3 Temmuz 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 119

Mü’minler sabra tutunmalı

Şûrâ 43: “Ama kim sabreder ve bağışlarsa, işte bu güçlü irade gerektiren işlerdendir.”

Marufu anlat, marufu yay, doğruyu söyle, kötülükten sakındır. Ve başına gelene sabret. 

Bunları yapan kimsenin başına neler geleceğini biliriz, sen doğruyu söyleyince dokuz köyden kovulacaksın. Aile içinde bile doğruyu söylediğin takdirde yerilecek, küçümsenecek, hakir görüleceksin. 

Dolayısıyla sabra ihtiyacın var. Hele kötülükten sakındırmak istediğinde, sanki iyi olan onlar kötü olan senmişsin gibi dalga geçecekler. Mü’minlerin sabra tutunmaları, Cenab-ı Hakk’ın özellikle test ettiği bir sahadan ibaret. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

2 Temmuz 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 118

Allah bir kerecik yanlış yaptın diye hemen azab vermez

Delalet içinde ölen kimseleri Cenab-ı Hak neden mahşerde yüzleri üzre, kör, sağır, dilsiz ve sahipsiz olarak sürükleyerek haşredecek? 

Kanaatimce şundan ötürü; Allah’ın ayetlerine karşı israf ile karşılık verdiler, umursamadılar. Ayetlerden kaçtılar, gözlerini kapatıp kulaklarını tıkadılar. 

Şûrâ 44: “Allah kimi delalete, sapkınlığa uğratırsa artık onun velisi olmaz.”

Bir insan, Cenab-ı Hakk’ı memnun edememiş, O’nun o müşfik, o esirgeyen, o rahmet dolu yaklaşımına karşı ısrarla, inatla, istikbarla delaleti hak edecek bir hoyratlıkla davranmış ise artık Allah celle ve alâ onun velisi olmaz. Artık onun dostu yok. 

Bir kimse delalete saptırılmayı hak edecek davranışlarından ötürü, Allah celle ve alâ onu delalete sürüklediyse bu gelinen noktanın kurtuluşu yok. 

Sadece Allah’ı memnun etmeye odaklanmak gerekmektedir. Allah bir kerecik yanlış yaptın diye hemen azab vermez, o Halîm olandır. Toleranslıdır. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

1 Temmuz 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 117

Yaptığı sınav da O'nun gücüne ve ilmine uygun düşecek mükemmelliktedir

Bu mükemmel sistemleri var eden Cenab-ı Hakk’ın sınavını da ona uygun olarak düşünmemiz lazım. Nasıl yaratmada, yaşatmada kusur işlememişse, atomlardan yıldızlara kadar bunca karmaşık ve iç içe sistemi gücü ve ilmiyle yaratmışsa ve bu bizde hayranlık oluşturuyorsa, O’nun yaptığı sınav da bu güce ve ilme uygun düşecek mükemmelliktedir. 

Bu sistemdeki denge ne kadar ayarlı, ahenkli ise sınavımız da aynı şekilde ayarlı, dengeli, intizamlı, ahenkli, anlaşılır, mantıklı ve hayranlık uyandıracak güzellikle olmalıdır. O’nun sınavlarını adaletsiz tasavvur etmek; bunca kanıtı ve sanatı ortadayken, bizim kendi kendimizle çelişmemiz olur. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

29 Haziran 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 116

Bir uyduruk ehliyet sınavındaki kadar heyecanlanamayışımız!

Haşr gününün ürpertisi, heyecanı konusunda kendimi ve insanlığı derin bir aymazlığın içerisinde görüyorum. 

Nedense heyecanlanamıyoruz. Bir uyduruk ehliyet sınavındaki kadar heyecanlanamayışımıza şaşırıyorum. 

Kuran-ı Kerim’de bitiş çizgisini Allah CELLE CELÂLUH bize defaatle vurguluyor. 

Her an böyle dehşetli bir günle karşılaşacak olan bizlerin heyecan yapamayışımızı anlamakta zorlanıyorum. “Ey insanlar, bu yaşam bitmeden yapmanız gerekenleri, Rabbinize icabetimizi muhakkak yerine getirin. Gerçekten O’nun vâdettikleri haktır, sakın yanılmayın.” 

Bu ifadelere neden kendimizi kaptıramıyoruz, değişik bir aymazlıkla yaşıyoruz. Başına ölüm gelmeyenler için dünya güllük gülistanlık, başına gelenler içinde her şey harap bir halde. Bir gün ben de aynı duruma düşeceğim tümevarımını yapamıyor, serinkanlı yaşıyoruz. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

28 Haziran 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 115

Esas olan Rabbimize olan güvenimiz

Cenab-ı Allah, kul neye tutunmaya çalışırsa Kendisi’nden gayrı elinin altından çekip alıyor. Çünkü orada “Bana tutun” diyor. 


Kişinin Rabbi’yle kaim olması muazzam bir şeydir. Esas olan Rabbimize olan güvenimiz, O’nun esirgemesine olan güvenimiz. 

Bu aradaki bağlantı bizi mutlu ediyor, yarınlar için bu bağlantı ile kendimizi huzurlu hissediyorsak, bu yaklaşım Mü’min olmayan ile Mü’min arasındaki temel farktır. 

Biz hayatımızda neyin üzerine titrersek, Cenab-ı Hakk’a adeta bunun değersiz olduğunu göster diye yalvarmış oluyoruz. 

Cenabı Hak da çekip alıyor, o şeyi bir hiçe dönüştürüyor. O anda anlıyoruz, muazzam bir düşünceye çekiliyoruz. Bu işleri kim çekip çeviriyor???

“Benim Rabbim var” diyenler mutluluğu yakalayabiliyorlar. Diğer değişkenler onun mutluluğuna zarar veremiyor. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

27 Haziran 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 114


Biz başkasının sorusuyuz!

Birimiz diğerimize sınav aracıyız. 

Hayatımızdaki herkes sınavımızın parçası, ama aynı zamanda biz de onlara sınav malzemesi olup duruyoruz. 

Böyle karmaşık bir yapıyı yürüten Cenab-ı Hak sınırsız ilim ve kudret sahibi. 

Biz başkasının sorusuyuz adeta. Aynı anda da başkaları bizim sorumuz noktasında. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

21 Haziran 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 113

İnsan 150 sene daha yaşasaydı yine öğüt almayacaktı

Cenab-ı Hak, hakikati kabul edecek, kulluğunu ikrar edecek, öğüt alacak kimsenin, Yüce Yaradan’ına saygı gösterecek bir niyette olan kimsenin bunda muvaffak olacak kadar imkan ve ömrü insanlara nasip ettiğini söylüyor. 


İnsanların yaşama ömürlerinde de çeşitlilik vardır, bazıları bu duruma itiraz ediyor. “20 sene yaşadı, belki 40 sene yaşasaydı öğrenecekleriyle belki hidayet bulacaktı. 

Mesela bak kardeşi 40’ında hidayet buldu. Ama o bu yaşta kaza geçirerek son derece menfi bir hayat üzre vefat etti. Neresinde bunun fırsat eşitliği” gibi sorgulamalar da yanlış. 

Çünkü görünürde bizim 20 senelik gibi gördüğümüz ömürde o dediğimiz şey bu kişi için gerçekleşmiş. 

Yani Cenab-ı Hak kimisine 20 senelik ömürde yaşatır, diğerine daha seyreltilmiş halde 40 senede yaşatır. Biz dışarıdan farklı farklı uzunlukta yaşamlar görürüz ama bunu Cenab-ı Hak nisbî olarak dengeler, adil bir imkan ve fırsatı verir. 

O kişi 20 sene daha değil 150 sene daha yaşasaydı yine öğüt almayacaktı. Yani o öyle bir sınandı ki kalan müddet ne kadar uzun olursa olsun Allah’ın o kişi için hükmü değişmiyor. Tüm insanlar hakkında bu böyle. 

Allah ölçme ve test etmede fire vermez. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

20 Haziran 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 112

İbrahim aleyhisselam evlat sevgisinden vazgeçebileceğini gösterdi

İbrahim aleyhisselam ve İsmail aleyhisselam... 


Bu ikili, baba sevgisinin, oğul sevgisinin ve de can sevgisinin Cenab-ı Allah’ın emri karşısında bir hiç olduğunun en kalıcı, en gözle görülen, en tereddütsüz kanıtını icra ettiler. 

Onlar icra edince Cenabı Hak bize şunu gösterdi; “Ben ne çocuğu istedim ne babaya kıymak istedim. Ben sadece önceliğimi görmek istedim.” 

İbrahim aleyhisselam evlat sevgisinden vazgeçebileceğini gösterdi. 

Cenabı Allah da onu bütün insanlığa baba olarak takdim etti. Çünkü o babalığın en kralını yaptı, çocuğunu bile Yüce Yaratıcı karşısında bir hiç saydı. 

Çocuğunuza bakarken sınavda testin en önemli sorusuna bakar gibi bakın!!!

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 


19 Haziran 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 111

Çocuklarına bir iyilik yapacaksan onları ateşten koru!

Allah-u Teala’nın Kuran-ı Kerîm’de öğrettiği salih bir şekilde yaşayıp, Allah’a sığınıp, orada güvenlik aramak varken, çocuklarımız için hayali bir kurgu oluşturuyoruz, sığ bir dünya kuruyoruz, “Bizler çocuklarımız için, çocuklarımız bizler için olacaklar ve onlara iyi bir gelecek bırakarak hayatı devredeceğiz.” 

Bu şeytanın neredeyse her insana yutturduğu basit bir bilmeceden ibaret. Bu kurgunun içinde Yüce Yaratıcı’nın her şeye kudretinin yettiği inancı yok. Bu kurgunun içinde, hayatın zorluklarla dolu olduğu, tedbirin kendi başımıza alınması gerektiği, Allah’a güvenerek olursa “İşin Allah’a kalmış, sokaklarda kalırsın, perişan olursun.” biçiminde, arka planda tamamen seküler bir yaklaşım var. 

Tâhâ 132: “… ailene namaz kılmayı emret. Ve bunun üzerinde sabırlı bir şekilde dur.” 

Yani pes etme. “Bugün emrettim, yarınlarda emrettim ama kılmıyor, ben de yakasını bıraktım” diyorsun ama Cenabı Hak yakasını bırak diye emretmiyor. 

Sen çocuklarına bir iyilik yapacaksan onları ateşten koru. 

Onu gerçekten korumak istiyorsan ona namazı emret. “20 yıldır her sabah kaldırmaya çalışıyorum ama kalkmıyor hocam ne yapacağım?” Öyleyse 21. Yılı da aynı şekilde geçireceksin. Ayette sana “Artık bırakabilirsin” demiyor. Artık senin hanende değil, başka evde yaşıyor. Bundan sonra sorumluluk kalktı mı? Kalkmadı. 

Eğer Allah’ın elçisine bakarsan, namazda eğer Hz. Ali’yi görmediyse doğrudan Fâtıma’nın evine gider ve neden namaza kalkmadıklarını sorardı. Onların namazı konusunda bu denli sabırlı ve titiz bir bekçiydi; çünkü Yüce Yaratıcı’nın emri ortada. 

O namazı terk ettiği halde sen onla iyi olamazsın. O namazı terk ettiğinde, sen onunla iyi isen, artık o senin hayatında Cenab-ı Hak ile yarışa başlamış demektir. 

Artık Cenab-ı Hakk’ın bir emri çocuk dolayısıyla yere düşmüş ve çocuğun hatrı Cenab-ı Hakk’ı dengelemektedir. “N’apalım, şimdilik idare ediyoruz.” demek bir ödündür, bu ödünün ileride neyi getireceği bilinmez. 

Senin ailen hususunda birinci yükümlülüğün onlara namazı emretmek. “Ben sanıyordum ki birinci yükümlülüğüm akşam eve yiyecek götürmek” Hayır değil. “Biz senden rızk istemiyoruz; üstelik seni de biz rızıklandırıyoruz.” diyor ayeti kerime. Seni de biz yedirip giydiriyoruz. 

Eğer bir baba ailede Allah’ın halifesi olmak istiyorsa, ailede Allah’ın sözünün temsilcisi olmak istiyorsa, o babanın sorumluluğu ailede namaz kılınmasını gözetmektir. 

Şunu unutma sonuç müttakîlerin olacaktır. Bu düzeyde sakınma sahibi olan, hayatında Allah’ın buyruklarını öncelemiş olan, çocuğu namazı terk ettiğinde artık onunla problemli hale gelmiş “Sen Allah’la mesafelisin yavrum, ben de seninle mesafeliyim. Sen O’nunla arayı açtıkça benimle de böyle olacaksın” diyebilen. 

O çocuk bilecek ki “Babam bana karşı şuan soğuk çünkü ben Allah’a karşı soğuk duruyorum. Ben Allah’ın emrini yapmadıkça babam bana ısınamıyor. Çünkü ben babamın hayatında, eğer konu Allah’sa, bir hiçim.” 

Çocuk bundan emin olduğu gün, biz o sınavdan geçmişiz demektir. 

Ama çocuk “Yok, babam bana canını verir. Ben namaz kılmasam da katlanır buna. Ben düğünümü içkili de yapsam katlanır. Babam dindar bir insandır ama çocuklarına çok düşkündür.” 

Çocuğun izlenim ve deneyimleri buysa; o zaman Yüce Yaratıcı’yı geride bırakan öne çıkmış bir tanrıdan söz ediyoruz demektir. Kendisi tanrı değil ama, buyrukları Yüce Yaratıcı’yı geride bıraktığı için Allah ona şerik diyor, ortağım diyor, haberimiz yok !!!

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

18 Haziran 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 110


Ruh, Allah-u Teala’nın bir parçası değil, emriyle ortaya çıkmış bir varlıktır

Şûrâ Sûresi Mart 2023 


Ruh, Allah-u Teala’nın bir parçası değil, emriyle ortaya çıkmış bir varlıktır. 
Rabb’e saygı ve tazimde bulunur. 

Ruh Allah-u Teala’nın bir parçası değildir, Allah hâşâ ruhtan ibaret değildir. Hz Adem’in yaratılışında “Ona ruhumdan üfledim” demesi, “Ona emrimden olan ruhtan üfledim.” anlamındadır. 

Her birimizin içinde bulunan bu ruh, kişiye kişilik kazandıran Cenab-ı Hakk’ın muazzam bir eseri. Ama Allah’ın bir parçası olarak, O’ndan kopmuş bir unsur olarak görmek söz konusu değil. Asla Yüce Yaratıcı’nın gölgesi veya parçacıkları değillerdir. 

Zaten aklen düşünecek olsak Zâtı İlahi için bu muhaldir. Hz Mesih’in yaratılışında da Cenabı Hak Hz Meryem’e “Ona ruhumuzdan üfleyiverdik” haberini bize veriyor. (Gönderdiği elçi üzerinden) Bu ifadeyi hem Hz Adem’in hem Hz Mesih’in yaratılışında görüyoruz. Yaratılışları benzerdir. OL emriyle yaratıldılar. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

17 Haziran 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 109

Din sadece Cenab-ı Hakk’a tahsis edilmiş olmalı

İnsan hiç bir şeye ümit bağlamayacak, ümidi sadece Cenab-ı Hak olacak, gayesi amacı bütün beklentileri O’na dayalı olacak. 

Böyle olursa din sadece Cenab-ı Hakk’a tahsis edilmiş olur. Buna erişmek kolay değil. 

Kul bu anlamda gayrette bulunursa Cenab-ı Hak onu muvaffak kılar.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

10 Haziran 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 108

Kuran-ı Kerim’e göre içimizde Nuh aleyhisselam’ın soyundan gelmeyen kimse bulunmamaktadır

Sâffât 75-82: “Vaktiyle Nuh bize yakarmıştı, biz de ne güzel karşılık vermiştik. Nitekim kendisini ve ailesini o büyük felaketten kurtardık. Ve yalnız onun zürriyetini kalıcı kıldık. Onun hakkında iyi bir ün yaptık.”

Nuh 950 sene sabretti, dişini sıktı. Allah’a olan itimatını korudu. Biz de onu zayi etmedik. Biz de ona ödül verdik onu ikinci Adem yaptık, zürriyetini kalıcı kıldık. 

Diğer herkesin soyu tufanda ölüp bittiler, gemiye binenlerden de zürriyet kalmadı. Nuh aleyhisselam böylece insanlığın ikinci atası oldu. 

Dolayısıyla Kuran-ı Kerim’e göre içimizde Nuh aleyhisselam’ın soyundan gelmeyen kimse bulunmamaktadır. 

Zaman zaman söylediğimiz “hepimiz Ademin çocuklarıyız” cümlesini “hepimiz Nuh’un çocuklarıyız” şeklinde de söyleyebiliriz. 

Nuh aleyhisselam herkesin atası oluverdi, namı da hiç silinmedi. Allah-u Teala böyle insana selam eder.

“Bütün alemlerde ona selam olsun. İşte biz muhsinlere böyle karşılık veririz.”  

Nuh aleyhisselam muhsin biriydi ve sizlerden de muhsin, güzel davranan kimseler bekliyorum. -ki karşılık vereyim. 

Cenab-ı Hak kısacası bize sahne sizin diyor. Buradan manayı, dersi kaptınsa yol senin. Artık böyle bir şeyi elde etmek için çabalayabilirsin. Bunun en güzel örneğini Resulullah efendimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle tarif etmiş: Allahı görüyormuş gibi yaşamak, Allahı görüyorcasına ibadet etmek. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

9 Haziran 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 107

Siz ve atalarınız da dalalet içindesiniz

Sâffât 85, 86: “Babasına ve kavmine Siz neye tapıyorsunuz? demişti; Allahtan başka düzmece tanrılar mı edinmek istiyorsunuz?”


Sizin tanrılarınız işe yaramaz ve hepsi benim düşmanım. 

Bunu kim söylüyor? Gencecik bir çocuk söylüyor, Hz İbrahim. 

Şu ibadet ettiğiniz putlar var ya, sadece bunlar değil en eski atalarınızın ibadet ettiği putlara kadar, hepsini düşman ilan ediyorum. 

Onlar için atalarına söz söylemek son derece vahim bir şey. İbrahim aleyhisselam da en ağır bir biçimde tüm atalarını kast etti. Siz ve atalarınız da dalalet içindesiniz, dedi. 

İbrahim aleyhisselam böyle söyleyince şok oldular. Gencecik bir çocuk birdenbire kralın çıplak olduğunu haykırıyor. Bunlar sizin tanrılarınız değil. Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir. Ben de buna tanığım. O beni yaratandır, gece gündüz yedirendir, bana yol gösterendir. Her yapılan işi zaten o yapıyor. Bakın sizin tanrılarınız hiç bir şey yapmıyor. Hastalandığımda bana şifa veren odur. 

İbrahim aleyhisselam diyor ki: “Yazıklar olsun size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Akletmiyor musunuz?” 

İnanın Hz İbrahim’in bu sözü bütün Kuran gibi bir şeydir. Yergi var. İnsanın sahip olduğu donanımlara sadık olmaması, Allah’ın kendisine verdiği imkanları kullanmaması dolayısıyla yergi var. 

İnsanın yaratılışındaki büyüklük var. Yegane olan Allah’tan gayrısına tapınmaya insanın yönelmesi var. 

Bunlar Kur'an'ın anlattığı temel konulardır. Ve en sondaki Kur'an'ın en temel sorusu: Akletmiyor musunuz? 

Bütün Kuran’da hangi sûreyi okursanız okuyun konu buraya gelecektir. Konu İbrahim aleyhisselam’a gelecektir, konu yegane ilaha güvenmeye dayanmaya, sadece O’na dua etmeye, O’ndan gayrı herkesi ve her şeyi kendisi gibi kul ve aciz bilmeye gelecek. Ve bu noktaya gelmeyen, uzaklaşan insanların akletmeyişlerini yeren bir yerde düğümlenecektir. 

Bu mesaj sadece Kuran’da değil, İbrahim aleyhisselam’ın sahifelerinde de bu vardı, Nuh aleyhisselamın getirdiklerinde de bu vardı, Musa aleyhisselam’ın kitabında da bu vardı. Cenab-ı Hak bütün öncekilerin mesajının bu olduğunu söylüyor. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

30 Mayıs 2024 Perşembe

Pişmanlık tevbenin ilk şartıdır


Tevbenin özünde pişmanlık vardır. Hakiki bir tevbe için nefsin kendisi ile hesaplaşması, mücadele etmesi gerekir. Zaten Allah Resûlü"nün ifadesi ile günah, insanın içini tırmalayan ve başkalarının haberdar olmasını istemediği şeydir. Yani her an pişmanlık duyabileceği bir iştir. Pişmanlık ise tevbenin ilk şartıdır.

Tevbe, işlenen günahtan pişmanlık duyarak bir daha o günaha dönmemektir. 

Ardından istiğfar etmek, yani, Allah"tan, affetmesini istemek gelmelidir ki, tevbe tamamlanmış olsun. O hâlde, tevbe-istiğfar, kulun, işlediği günahtan pişmanlık duyarak bir daha o günaha dönmemesi ve Allah"tan kendisini affetmesini istemesidir. 

23 Mayıs 2024 Perşembe

Iskât-ı savm, ölünün üzerindeki oruç borçlarını düşürmek demektir. Iskât, kişinin sağlığında çeşitli sebeplerle eda edemediği oruç, adak, keffâret gibi dinî mükellefiyetlerinin, ölümünden sonra fidye ödenerek düşürülmesi, böylece o kişinin bu tür borçlarından kurtulması anlamını taşır.
Ölünün üzerinden, sağlığında mazereti sebebiyle tutamadığı oruç borçlarının düşürülmesi için fidye verilmesi hususu, âyet ile sabittir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir yoksul doyumuna yetecek kadar fidye öder.” (el-Bakara, 2/184) buyrulmaktadır.
Bu âyetin hükmüne göre, oruca güç yetiremeyen veya sağlık mazeretleri sebebiyle Ramazan’da ve diğer zamanlarda oruç tutmaktan aciz olan kimselerin, tutamadıkları her bir gün için fidye ödemeleri gerekir. Âyette, hayatta olup oruç tutmaya sağlığı imkân vermeyenlerin fidye vermeleri söz konusu edilmektedir. Hayatta iken imkân buldukları hâlde oruç tutmadan ölenler için oruç keffâreti ödenip ödenemeyeceği konusu âlimler arasında tartışmalıdır.
Fakihlerin çoğunluğu, yukarıdaki âyet-i kerîmeden hareketle, mazeretli veya mazeretsiz oruç tutmamış ve kaza etmeden vefat etmiş olan kimselerin oruç borçları için de fidye ödeneceğini, hatta bu kimselerin bu konuda vasiyette bulunmaları gerektiğini ifade etmişlerdir (Merğinânî, el-Hidâye, 1/124). Çünkü fidyenin gerekçesi, oruç tutmaktan aciz olmaktır. Ölen kimse de oruç tutmaktan mutlak surette acizdir. O hâlde bunların durumu, tutamadıkları oruca karşı fidye vermeleri nass ile sabit olan kişilerin durumuna kıyas edilebilir (Serahsî, el-Mebsût, 3/100; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/151). Başta Şâfiî mezhebi olmak üzere bazı görüşlere göre ise bir kimse imkânı olduğu hâlde fidyeyi vermeden ölürse vasiyete de gerek olmaksızın bıraktığı mirastan ödenir. Zira onun fidye ödemesi, hasta ve yolcunun orucu kaza etmesi gibidir (Nevevî, el-Mecmû’, 6/259).

22 Mayıs 2024 Çarşamba

Müctehidin bilmesi gereken ilimler

Bir müctehidin ictihâd ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Bunlardan dört mezhep meşhûrdur.

 Âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden, mânâları açıkça anlaşılamayanları, açıkça bildirilen diğer dînî hükümlere kıyâs ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkaran derin âlimlere “Müctehid” denir.

Müctehid dîn imâmlarına (âlimlerine) uymak, onların ictihâdları ile amel etmek Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uymanın aynısı sayılır. Nitekim büyük tefsîr âlimi Kâdî Beydâvî buyuruyor ki: “Dînî hükümlerde, Peygamberlere ve müctehidlerin doğru, sağlam delîlleriyle bilinenlere uymak, hakîkatte onları taklîd değil, Allahü teâlânın indirdiğine, yâni Kur’ân-ı kerîme uymaktır. Çünkü (Bilmiyorsanız, ilim ehline [müctehid âlimlere] sorunuz) meâlindeki âyet-i kerîme buna işâret etmektedir.”

Bir Müslümânın müctehid olabilmesi için lüzûmlu olan onlarca şartı birleştirerek, 5 ana kategori hâlinde arz edelim:

1- Kur’ân-ı kerîmi ezberlemiş olması, kırâat şekillerini bilmesi, Kur’ân-ı kerîmin bütün âyetlerinin tefsîrlerini bilmesi, âyet-i kerîmelerin hüküm bildirenlerini, geçmişten haber verenlerini, nüzûl sebeplerini yâni hangi hâdise üzerine ve ne için indiğini, mensûh olup olmadığını yanî hükmünün kaldırılıp, kaldırılmadığını bilmesi lâzımdır.

2- Hadîs-i şerîflerin çeşitlerini, sahîhlerini, uydurmalarını, râvîlerini, yâni kimler nakletmişlerse onları bilmesi ve tanıması, hadîs-i şerîfin niçin, nerede ve ne zaman söylendiğini bilmesi, Kütüb-i Sitte ve diğer hadîs kitaplarında geçen yüz binlerce hadîs-i şerîfi, rivâyet edenlerle birlikte ezberlemesi lâzımdır.

3- Arab dilini iyi bilmesi ve kelime mânâlarını ezberlemiş olması, lehçe farklarını, kelimelerin hakîkî ve mecâz mânâlarını bilmesi, fıkıh âlimi olması, hükümlerin delîllerini bilmesi gerekli.

4- Ayrıca verâ sâhibi, nefsi tezkiye bulmuş, sâdık, emîn olması lâzımdır.

5- Bunun yanında, zamânın fen bilgilerini de yeteri kadar bilmesi şarttır.

Bunlar kendisinde bulunan bir zât taklit olunabilir; fetvâ verebilir. Bütün bu üstünlüklerden biri bulunmazsa, müctehid olamaz; dînde söz sâhibi olamaz; onu taklit etmek câiz olmaz. Bunun bir müctehidi taklit etmesi lâzım olur.

Bir müctehidin ictihâd ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Bunlardan dört mezhep meşhûrdur. Mezhep imâmlarının, abdestte, namazda, nikâhta, mîrâsta, vasiyetlerde, talâkta (boşama), cürüm ve cinâyetlerde, alışverişte ve bunlar gibi birçok şeylerde, birbirlerine uymayan sözleri, hep ictihâdlarından olup, hiçbiri diğerinin sözüne yanlış, bozuk dememiştir.

Dört büyük İmâm, Peygamberimizin Kur’ân-ı kerîmden çıkardığı mânâları, bilgileri, Eshâb-ı kirâmdan işiterek toplamışlar, kitaplara geçirmişlerdir. Müctehid olmayan Müslümânlar da bunların mezheblerine uyarak doğru yolu bulmuşlar ve böylece İslâmiyete tâbi olmuşlardır.

Eshâb-ı kirâmdan sonra, meşhûr dört imâm ve bunların mezheplerine göre ictihâd eden yüksek âlimler yetişmiştir.

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ramazan-ayvalli/muctehidin-bilmesi-gereken-ilimler-623025



19 Mayıs 2024 Pazar

İstiğfara devam!


Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e göre kul ne kadar ibâdet etse yine de Allah’ın lutuf ve ihsanlarına karşı şükrünü yerine getiremez. 

Kul ne kadar mükemmel olsa yine de Allah Teâlâ’ya karşı kullukta kusurludur. Bunun için istiğfara devam etmesi gerekir.

18 Mayıs 2024 Cumartesi

Benim de kalbim bulutlanır



Mü’min erkek ve kadınlar günahlardan salim olmadıkları gibi, peygamberler de, büyük günahlardan korunmuş olsalar da, “zelle” dediğimiz küçük hatalardan uzak değillerdir. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e hem kendi günahı hem de erkek-kadın tüm mü’minlerin günahı için istiğfar etmesini istemiştir. 

 Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Benim de kalbim bulutlanır; gaflet ile perdelenir. Ben günde yüz kere Allah’tan bağışlanma dilerim.” (Müslim, Zikir 41)

17 Mayıs 2024 Cuma

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ya da kısaca Ehl-i Sünnet tabiri “Hz. Peygamber ile ashabın dinin temel konularında takip ettikleri yolu benimseyenler” manasına gelir (Yavuz, “Ehl-i Sünnet”, DİA, 10/525). Bilindiği gibi Rabbimizin insanlığa gönderdiği İslâm’ın öğretileri, son vahiy Kur’ân’ın Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından tebliğ ve beyan edilmesiyle vücut bulmuştur. Hz. Peygamber’in Sünneti; Kur’ân’ın beyanı, somut bir açıklaması ve uygulamasıdır. Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e itaati emretmesi, ona Kitab’ı beyan görevi vermesi, onun ve beraberindeki müminlerin yolundan ayrılmayı yasaklaması gibi hükümler, Allah Resûlü’nün Sünnetinin Müslümanlar için sürekli bir rehber ve model olmasını zorunlu kılmıştır.

Ashâb-ı Kirâm, Resûlullah’a iman edip onunla uzun süre beraber bulunmuş, davranışlarına şahit olmuş, söylediklerini dinlemiş, onun yüce ahlâkını benimsemiş kişilik sahibi, samimi ve fedakâr şahsiyetlerdir. Vahyin inişinin ve tatbikatının canlı tanığı olan Sahâbe-i Kiram, İslâm’ı bizzat Hz. Peygamber’den görmesi, öğrenmesi ve yaşayarak sonraki nesillere aktarması nedeniyle önemli bir yere ve ayrıcalığa sahiptirler.

Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra Müslümanlar arasında siyasî ihtilaflar baş göstermiştir. Hz. Ali ve Hz. Muaviye arasındaki hakem olayından sonra Haricilik, diğer Müslümanları tekfir eder bir nitelikte ortaya çıkmış ve ümmetin büyük kitlesini teşkil eden ana topluluktan (Cemaat, Sevâd-ı azam) ayrılmıştır. Aynı şekilde Hz. Ali ve onun soyundan gelenlerin imâm/halife olmalarını dinî bir emir ve esas olarak telakki eden ve bunu imanın bir şartı olarak görenler de Hz. Ali taraftarları anlamında “Şia” ismiyle ayrı bir grup oluşturmuşlardır.

Bütün bu siyasi mücadeleler neticesinde büyük günah işleyenin durumu, kader, imâmet ve yöneticilere itaat gibi meseleler başlıca tartışma konularını oluşturmuştur. Bunun yanında farklı inanç ve kültürlerle karşılaşılması, naslarda yer alan Allah’ın fiilleri ve sıfatları gibi bazı hususların yeniden yorumlanması ihtiyacını doğurmuştur. Bu tür meseleler Mutezile, Müşebbihe ve Mücessime gibi yeni ekollerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Ümmetin büyük kitlesini teşkil eden ana topluluk, Kur’ân’ı ve Hz. Peygamber’in Sünnetini esas almış ve başta Râşit Halifeler olmak üzere Sahâbenin yolunu takip etmiştir. Ümmetin ana gövdesine “Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat” adının verilmesinde esas unsur budur. Çünkü diğer gruplar bir veya daha fazla noktada İslâm’ın temel esaslarından olmayan bazı meseleleri inanç esası haline getirmeleri gibi nedenlerle “Cemaat”ten ayrılmışlardır. Mesela Hariciler, büyük günah meselesindeki dışlayıcı itikatlarıyla diğer Müslümanları tekfir etmişler, âyet-i kerimeleri, Kur'ân ve Sünnet bütünlüğü içerisinde bilinen anlamlarından farklı olarak yanlış yorumlamışlardır. Aynı şekilde Şiiler, Hz. Peygamber’den sonra ümmetin dinî ve siyasî liderinin (imâmın) kim olacağı meselesinde konuyla ilgili Kur'ân ve Sünnetin temel tutumunu ve Sahâbenin anlayışını terk edip, bazı âyet ve rivâyetleri kendi görüşleri doğrultusunda zorlama yorumlara tabi tutmuşlardır. Onlar, imâmetin vahiyle bildirilen ve bir inanç esası olarak kabul edilmesi gereken dinî bir hüküm olduğunu iddia etmişler, âyet ve hadisleri de bu yanlış anlayışlarına dayanak yapmışlardır.

İşte İslâm’ın anlaşılması ve yaşanmasında Hz. Peygamber’in Sünnetini ve ilk üç nesil Müslüman ümmetin çoğunluğunun (Cemaatin) yolunu takip eden ana kitleye, "Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat" adı verilmesi böyle bir arka plana dayanmaktadır.

Tarih boyunca selef-i sâlihînin yolunu takip eden geniş Müslüman kitlelerin mensubu bulunduğu Eşarîlik ve Matüridîlik gibi itikadî mezhepler ile Hanefîlik, Malikîlik, Şafîilik ve Hanbelîlik gibi amelî/fıkhî mezhepler, Ehl-i Sünneti temsil edegelmiştir. Aynı şekilde bu itikadî ve fıkhî anlayışları benimseyen ve şer’î esaslara bağlı kalan tasavvufî yorumlar da Ehl-i Sünnet içerisinde kabul edilmiştir. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet tabiri dışlayıcı değil, Kur'ân ve Sünneti anlama ve yorumlamada Sahâbe ve selef-i sâlihînin anlayışını takip eden, açıkça bidat ve dalâlete düşmeyen bütün Müslümanları kapsayıcı bir kavramdır.

Ehl-i Sünnetin en önemli ilkelerinden biri, aynı kıbleye yönelen (Ehl-i Kıble) hiçbir Müslümanı İslâm dairesi dışında görmemektir. Zira bidata varan görüşleri nedeniyle, Ehl-i Sünnet ana gövdeden ayrılanlara “Ehl-i bidat” adı verilmiş, ancak bu tekfir gibi ağır bir nitelemeye dönüştürülmemiştir. Ehl-i Sünnete göre bir kimseye Müslüman isminin verilmesi, onun “Ehl-i Kıble” oluşu ve Kelime-i Tevhid’i tasdik etmesiyle ilgilidir. Yani “Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullâh” düstûrunu benimseyen ve dile getiren herkes mümindir. Bu kimse, dinin emir ve yasakları konusunda ihmalkâr davransa da İslâm dışında görülemez ve küfürle itham edilemez. Ehl-i Sünnetin bu konulardaki bazı esasları şöyledir:

- Bir fiil veya sözün “küfür” kapsamına girmesiyle, bu tür fiilleri işleyen veya sözleri söyleyen kimse hakkında “kâfir” hükmü verilmesi aynı şey değildir. Dinin zorunlu olarak bilinen esaslarından birisini veya birkaçını inkâr ettiğini kendi irade ve rızasıyla açıkça beyan etmedikçe bir kimsenin kâfir olduğuna hükmedilemez.

- Kur’ân âyetlerine getirilen yorum ve tevil, Allah’tan başka bir ilâhın varlığını kabul etme, Allah’ın bazı insanların şahsına hulul ettiğine inanma, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamberliğini inkâr etme veya peygamberliğin O'ndan sonra devam ettiğini iddia etme; katî delillerle sabit olan haramları helal sayma ya da şer‘î yükümlülükleri kaldırma gibi dinin zorunlu olarak bilinen hüküm ve esaslarının dışına çıkmadığı veya bunları alay konusu etmediği sürece tekfir sebebi olarak görülmez. Bu itibarla İslâm âlimleri bu hususu, “tenzilin inkârı küfürdür, tevili ise küfür değildir” şeklinde bir ilke haline getirmişlerdir.

Bununla beraber günümüzde bazı kişi ve gruplar kendi görüşlerini merkeze alıp bunlara aykırı gördükleri her türlü farklı yorumu Ehl-i Sünnet karşıtı olarak nitelendirmekte ve mahkûm etmektedirler. Bu ve benzeri daraltıcı ve dışlayıcı tutumlar, İslâm tarihi boyunca kuşatıcılığı ve kapsayıcılığı esas alan Ehl-i Sünnet anlayışıyla uyuşmamaktadır. Özellikle günümüzde Ehl-i Sünnet kavramını dinî ve ideolojik bir yaftalamaya dönüştüren bu anlayışlar, ayrımcı ve ötekileştirici bir tavrı öne çıkardığı gibi güncel meydan okumalar karşısında yeni yorum ve çözümlere yönelen tüm arayışları Ehl-i Sünnet dairesinden çıkmakla itham etmektedirler.

Müslümanın yapması gereken geçmişten günümüze İslâm’ın ana yolunu temsil eden Ehl-i Sünnet tabirini bu türden dışlayıcı bakış açılarına kurban etmemesi ve bu kavramı ideolojik bir yaftalamaya alet etmemesidir. Bu itibarla Ehl-i Sünnet yaklaşımı, yukarıda belirtilen çerçevede bütün Müslümanları kucaklayan ve ötekileştirmeden İslâm’ın kardeşlik inancını pekiştiren bir anlayıştır.

16 Mayıs 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 106


Sâffât 97, 98: “Ötekiler, “Onun için bir yapı kurun ve (orada hazırlayacağınız) kuvvetli ateşe atın onu!” dediler. Böylece onu engellemek için bir plan kurdular; ama biz onları alta düşürdük.”

Onlar tuzak kurup ismini lekelemek istediler. Onun için binalar kurdular. 

Onu yakmaya giden süreçte uzunca bir zaman var. 

İlkin ikna etmeye caydırmaya çalıştılar. İkna edemeyince korkuttular. Onu büyük bir azabın beklediğini, mancınıkların hazırlandığı, büyük bir ateşin yakılacağını söylediler korkutmayı denediler. İbrahim as BEN KORKMUYORUM dedi. Bir adım geri atmadı. Küçük yaşına rağmen bu işkencelerden korkmadı. Ben sizin eş koştuklarınızdan nasıl korkayım? Siz eş koşmaktan korkmuyorsunuz, ben eş koştuklarınızdan mı korkacağım? Siz de Allah'ı tanıyorsunuz ben de Allah'ı tanıyorum bunda hemfikiriz. Siz diyorsunuz ki Allah putların da sahibi. Putlar ara işi görürler diyorsunuz. 

İbrahim aleyhisselam:"BEN RABBİME GİDİYORUM" 

Sonunda İbrahim’i ateşe attılar. Cenab-ı Allah ateşe dedi ki "OL". "Serinlik ol esenlik ol." İbrahim’e bir şey olmadı. 

Onları dibe düşürdük sefil eyledik, İbrahimi yükselttik. İbrahim oradan çıkınca bütün hazırlık tersine döndü. 

İbrahimin tanrısı ibrahimi korudu, bilgisi dilden dile herkese ulaştı. İbrahimi tutmanın sisteme iyice zarar vereceğini takdir ettiler. İbrahimi salıverdiler. Çünkü o muazzam ateşten kurtulması demek onun son derece güçlü bir el tarafından korunması demek. O muazzam ateşin içinden hiç bir yeri yanmamış olarak bir çocuk çıkıp gelince o zaman dediler ki İBRAHİM GİTSİN. Ve İbrahim dedi ki BEN GİDİYORUM. Sizin işiniz bitti , ben mesajımı verdim. 

İbrahim aleyhisselam bir yerde duran biri değil. İbrahim aleyhisselam bir gezgin. İbrahim aleyhisselam hicret eden yola çıkan birisi. Sorumluluk hisseden birisi. Nereye gidiyorsun dendiğinde BEN RABBİME GİDİYORUM diyen birisi. 

99 : “İbrâhim, “Ben rabbime gidiyorum” dedi, “O bana yol gösterecektir.”

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

15 Mayıs 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 105

KAPIYI ÇALMAYA DEVAM

Sâffât 100: “Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlât ver!”


İbrahim aleyhisselâm babadan/atadan ayrılınca yalnızlığı hissetti. Ve Rabbinden kendisine salih evlat vermesini istedi. 

İbrahim aleyhisselam geniş bir coğrafyayı uzun zaman yalnız olarak gezip dolaşmış. O kadar uzun zaman yalnız yaşamış ki Cenab-ı Hak onun için İBRAHİM TEK BAŞINA ÜMMETTİR demiş. 

Duası uzun yıllar sonra yaşlılığında kabul oldu ve İsmail aleyhisselam doğdu. 

O yüzden peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem diyor ki KAPIYI ÇALMAYA DEVAM. 

Duaya devam. 

Cenab-ı Hak kulunun dua etmesinden memnun. “De ki Rabbin seni ne etsin duanız olmasa!” 

İbrahim aleyhisselâm duaya tutkun. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

5 Mayıs 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 104


Teslim olmadan ölmeyin

Teslimiyetinden değil teslimiyetsizliğinden kork. 

Teslim olmadan ölmeyin. Ne yapın ne edin Allah’a teslimiyeti başarmadan ölmeyin. Teslimiyetten sonra ölebilirsiniz. 

Peki ya hayat? Hayat zaten bunun için vardı. Bu İbrahim aleyhisselam'ın hayattan anladığı ve çocuklarına vasiyet ettiği bir şey. 

Hz İbrahim zürriyetine son derece düşkün biri. 

Sâffât 102: “…. Dedi ki: “Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın.” 

Allah-u Teala İbrahim aleyhisselam’a öyle bir çocuk vermiş ki, o da babası gibi Hakk’a teslimiyeti esas almış. 
Onun ben rûyamda gördüm ifadesinden mesajı almış, mesajın kaynağının nereden geldiğini anlıyor. Sana bunu Rabbimiz emrettikten sonra ben bu emre teslimim. 

Nasıl insanlar ki bunlar, hareketlerinde, cevaplarında hep O’nunla olan irtibatı yakalıyor ve o irtibat üzerinden meseleyi çözmeye çalışıyorlar. Babasına olan teslimiyeti değil onu Yaradan’a olan teslimiyeti beyan ediyor. İbrahim aleyhisselam’a Cenab-ı Hak tam da istediği gibi bir evlat nasip etti. Sağlam ve Hakk’a teslim olmuş bir evlat. 

Dolayısıyla evladın nasıl gelişeceği nasıl hareket edeceği bir bakıma babanın sınavının bir semeresi, bir ürünü gibi olabilir. 

Evlat bir fitnedir, bir imtihan aracıdır. Ama babanın duruşu ve babanın sınavının sonuçlarıyla da bir bakıma içli dışlıdır. Cenab-ı Hak onları öyle bir ayarlar ki bi anda oğlanı sınarken, aynı babayı oğlu üzerinden sınar. Oradaki giriş çıkışlar (evladın iyiliği kötülüğü, akıllılığı akılsızlığı, yaramazlığı işe yararlılığı) hem evlat hem babanın sınavıyla ilişkilidir. 

Orada çok karmaşık bir sistem işlemektedir. Cenab-ı Hak orada öyle bir denge tanzim etmiş ki bizler birer baba olarak çocukta gördüğümüz yanlışları kendi kusurlarımızın tecellisi olarak değerlendirmiş olsak çok yanlış etmiş olmayız. 

Aynı teslimiyeti İsmail’in annesi Hacer’in dilinde de gördük. “Eğer Rabbinin emriyse gidiver , O bizi zayi etmeyecektir.” dedi. Dolayısıyla İsmail aleyhisselam’ın son derece güzel bir annesi babası var. İbrahim aleyhisselam da oğluna son derece sevgi dolu. Böyle bir kimsenin muhatap olduğu emri düşünelim. 

Teslimiyetin bu düzeyde olması gerektiğini bu ayetlerle öğrenmiş olduk. 

Sınav, kulun en zorlu anında gelir. Sınavdan geçince artık Cenab-ı Hak yolları kolay eyler. 

-İbrahim son derece duygulu, yufka yürekli biri. Lut kavmine dahi acıma duygusuyla hareket eden biri. Halim. 

-Allah İbrahim’i halil edindi. 

-Ben seni insanlara imam tayin ettim. 

-Ben Mü’min olmayanları da rızıklandıracağım. 

-Bizim çocuklarımıza ve ailemize karşı sorumluluğumuz onları ateşten korumayla ilgilidir. Allah Kuran’da çocuklarınıza şöyle böyle maişet yapın, şunları onlara bırakın diye bir emir vermiyor. Ateşten nasıl koruyacağız? İbrahim gibi dua ederek. 

“Ya Rabbi namazı kılsınlar.”

“Onları rızıklandır ki şükretsinler.”

İbrahim iyi bir baba. Çünkü evlatlarına dua ediyor! Dolayısıyla baba demek çocuklarını ateşten korumak için tedbir alan, bu tedbirlerin başında da hep duaya başvuran kimsedir! İbrahim aleyhisselâm Kuranı Kerîm’de bir baba örneğidir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1