25 Temmuz 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 132*****

***Bir musibetin bana isabet etme sebebi***  

Şûrâ 30: “Size her ne musibet isabet ediyorsa, bu sizin ellerinizin kazandığından ötürüdür. Allah bir çoğunu da bağışlar.”


Size her ne musibet isabet ediyorsa b
izâtihi işlediğiniz yanlışlıklar dolayısıyladır. 

Kuranı Kerîm’in bu ifadesi bize hayatımızda çok önemli bir ilkeyi tespit etmemizi öğretiyor; sabahtan akşama kadar çeşitli yerlerde, bizi tanıyan ya da tanımayan çeşitli insanlarla karşılaşıyoruz. O insanların bizde oluşturduğu sıkıntılar var, onlardan pek çok zararlar görebiliriz. Kimi aniden oluyor kimi bilinçli oluyor, suç teşkil edenleri dahi olabilir. 

Kim hangi suçu hangi kasıtla bize işlemiş olursa olsun, biz kendi içimizde muhasebeye geçmeliyiz. Bu konu niye gelip bize isabet etti? Tamam falanca kişi aleyhimizde cürüm işledi diye, o tarafı doğru. O suç niteliği o kişiyle alakalı. 

Onun suç işlemiş olması bizim bu musibetle karşılaşmamıza yetmiyor. “O yanlış yaptı ve bu yüzden biz de sıkıntıya düştük” diyorsak hayır öyle değilmiş denklem. 

Biz denkleme hep böyle yanlış odaklandık. “Bizim oğlan çok asi, çok yaramaz o yüzden bize çok sıkıntı çektiriyor.” Bütün çektiğimiz sıkıntıların sebebini ve sonucunu evladımızın söz dinlemezliğine, isyankarlığına veya ailevi sorunsa eşimizin huysuzluğuna bağladığımızda, aslında temel bir yanlış yapıyormuşuz, Kuran bize bunu öğretiyor. “Dolandırıcı geldi beni dolandırdı. Büyük mali kayba uğradım. Bütün kabahat dolandırıcının.” 

Bu kişilerin cürümleri kendileri için geçerli, oradan hiç bir şey eksilmeksizin biz kendi içimize baktığımızda şu muhasebeyi yapmamız gerektiğini Cenab-ı Hak bize öğretiyor; bu musibetin bana isabet etme sebebi falanca kişinin kastı, huysuzluğu vs değil. Bu benim ellerimin kazandığının bir kısmının bana geri dönüşü şeklindedir. 

Yaratıcı ile olan bu muhasebemde “Ya Rabbi falanca kişi böyle bir dolandırıcılık yapmak isteyecekti ama şehirde yığınla dükkan varken sen onu benim dükkanıma gönderdin. Bu musibeti senin müsaaden olmasa, koşulları sen ayarlamasan bu musibet asla gerçekleşmezdi. 

Kim hangi kin, öfke, gariz duygularıyla hareket ederse etsin musibet Allah’ın müsaadesiyle oluyor. “O kadar dükkan varken niye benim dükkanı buldu?” , “O kadar hanım varken niye ben böyle bir hanıma denk geldim?” , “O kadar hastalık varken niye bu hastalık bana isabet etti?” 

Burada 2 bağımsız olay gerçekleştiriyor. Onların bize işlediği suça karşı haklarımızı aramak sonuna kadar bizim vazifemiz. Ama Cenab-ı Hak o kişinin bana karşı o cürümünü işlemesine niye müsaade etti? 

Cenab-ı Hak diyor ki “Sizin işlediğiniz suçlarınız var. Esas neden bu. 

Sizin ellerinizle kazandıklarınız olmasaydı, kim size zulüm yapmak için aleyhinizde hesap kitap yapıp plan kurmuş olsa da bunu asla gerçekleştiremezdi. 

Başarabildiyse onun suçu elbetteki sabit. Ama sizin aleyhinizde olan bu sıkıntının karşılığında sizin ellerinizle kazandığınız cürümler var.”

Ve bilelim ki yapmış olduklarımızın çoğu da Cenab-ı Hak tarafından göz ardı edilmektedir, ilahi bir rahmet olarak musibete dönüştürülmemektedir. 

Hem birey olarak, hem toplum olarak Cenab-ı Hak durduk yere bizi cezalandırmaz. 

En sıkıntılı anlarında, bu sıkıntıları için başkalarından kaynaklandı diyenler meseleye seküler bakmayı öne çıkaranlardır.

 “Falanca falanca bana şunu şunu yaptı” diye uzun uzun anlatan kimseye biz uzaktan bakarken , “Falanca filanca yaptı diyorsun ama ne yaptın da Allah sana bu musibeti verdi?” diye içimizden çoğu zaman geçiriyoruz ama bunu dönüp onlara söylemek sıkıntılı oluyor.

 Çünkü onu suçlu olarak değerlendirdiğimizi fark etmiş oluyor. 

Cenab-ı Hak bunu başkaları için yapmamızı değil, kendimizle ilgili böyle değerlendirmemizi öğretiyor. 

Suçluyu bizzat biz kendimiz içimizde aramalıyız. Bunu başarabilirsek bu konuyu imanla ele aldığımızın tezahürü olacak. 

Çocuk babasına büyük saygısızlık yaptığında, babası odasına çekilip “Ya Rabbi ben hangi yanlışlar yaptım böyle asi bir evlat ile uğraşıyorum.” Ya da asi bir kiracı, yanlış bir komşuyla, hanımla, komşuyla vs. 

İşte böyle dediğinde Cenab-ı Hak da ona diyor ki “Bak kulum ona bunu benim gönderdiğimin hemen farkına vardı. Bak işte bu Mü’min! Kaynağı hemen gördü, iman sahibi. Eğer kullarım böyle çözümlemeye kalkarsa ben de ona hidayet ederim.”

Kulun musibetleri böyle karşılaması bir iman zevkidir. Başlı başına bir ibadettir. Tekamüldür, güzelliktir. 

“Suçu işleyenlerin hiç bir suçu yok, bu zaten bizim için mukaddermiş” diyemeyiz. Onların cürümü ayrı. 

Kulu arındırmak isteyen Allah , musibet gönderir. 

Kul arınmak paklanmak istiyorsa musibeti doğru okur. Tespitini yapar ve artık aynı hatayı yapmamaya başlar. 

Kalan hatalar için Cenab-ı Hak yine musibet gönderir, o da yine bir ihbar mektubu gibidir. Kul onun da altını çizer, hayatından ayıklamaya başlar. İşte bu tezkiye sürecidir. 

Allah’ın kulu akladığı pakladığı, rahmetiyle, şefkatiyle sardığı bir süreç. İçinde her ne kadar musibet olsa da yeter ki kul bunu doğru okusun! 

Musibet ile sabır kelimeleri yanyana yazılmalı. Bu musibeti karışımıza çıkaran Rabbimizin bir muradı var. Sabır ile karşılayıp karşılamayacağımı, bunu O’ndan bilip bilmeyeceğimi, yoksa müstekbir mi davranacağımı sınıyor. 

Sabır, musibetin geldiği ilk andan itibaren yapılırsa değerli. İlerleyen zamanlarda kişi sabretmeye başlamışsa bunun kıymeti artık iyice azalmıştır. “En güzel sabır darbenin ilk geldiği andadır.” (Buhârî, Cenâiz, 31)

Cenab-ı Hak kuluna musibet vermek istediği zaman demek ki kulda buna karşılık gelecek bolca kusur var. 

Müfessirler demişler ki; eğer kişi musibetten uzak kalmak istiyorsa, daha esenlikli korunaklı olmak, Yaradan’ın merhametini celbetmek istiyorsa sürekli Cenab-ı Hakk’a 

“Ya Rabbi beni her an muhafaza edebilirsin, bana her an musibet gönderebilirdin ama yapmadın. Bu senin rahmetinin tecellisi oldu. Bana her türlü kazayı yaşatabilirdin, yapmadıysan lütfunun, beni ne kadar sevdiğinin esirgediğinin eseri. Karşılığında hemen hemen hiç bir şeyim yok neredeyse. Hatta hiç yok. Tamamen full ekstra olarak lütufta bulunuyorsun. Nasıl şükredeceğimi bilemiyorum.” diye yaklaşmalı. 

Bu tarz yaklaşan bir kul sıkıntı ve musibetlerden daha emindir. Çünkü bu musibetler uyaran niteliğindedir. 

Uyaranlar da gaflettekileri daha çok bulur, onlarla ilgilidir, Cenab-ı Hakk’ı görmezden geldikleri o süreçte uyansınlar diyedir. 

Gaflet musibete davetiye çıkarır. Dolayısıyla bu yakînî şuuru, korkulu halini insan her gün canlı tutsa, kullukta hem ilerler hem de bu hayattaki saadetini daha çok temin eder. Sürprizlerden, ani tokatlanmalardan, çarpmalardan emin olur. Çünkü bu çarpma ve tokatlamalar hep zalimlerle ilgilidir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

Hiç yorum yok: