13 Eylül 2019 Cuma

HZ. MERYEM’İN (A.S.) MABED GÜNLERİ



Hazret-i Meryem’in (a.s.) Nâsıra’da yahut Kudüs’te doğduğu rivayet edilir. Kudüs ihtimali daha kuvvetlidir. Hanne, doğan kızına o dönemde Ârâmî dilinde “ibadet eden” mânâsına gelen “Meryem” ismini verdi.
Kur’ân-ı Kerîm, Meryem Vâlidemizin ağzından dökülen o cümleleri şöyle ebedîleştirir:

“…«Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu, Senin korumanı diliyorum.» der.” (Âl-i İmrân, 36)

Burada Hanne’nin bir endişesi vardır: Kız çocuk, erkeklere nâmahrem olması, hayız ve nifâs görmesi sebebiyle erkek gibi değildir. Bir de o güne kadar Beytü’l-Makdis’e hep erkek çocuklar adanmıştır. Bir kız çocuğunun mescide adanması, daha önce yaşanmamış bir hâdisedir. Fakat Meryem’in annesinin, o daha doğmadan önce Allâh’a verdiği bir söz vardır. Kızını Beytü’l-Makdis’e götürdüğünde kabul edilip edilmeyeceği hususunda endişelidir. Ancak Allah, onun ne doğurduğunu kendisinden daha iyi bilmektedir.

Hanne, evlâdını bir beze sararak Mescid’e götürür. Dönemin geleneksel din anlayışına göre, erkek çocuk mâbede adanır, orada kalır, ibadet eder ve ergenlik çağına ulaşınca da hizmete devam edip etmemeyi kendisi seçerdi. Hanne, bebeği Hârun -aleyhisselâm-’ın soyundan olan ve Beytü’l-Makdis hizmetinde sayıları otuzu bulan din bilginlerinin (Ahbâr) yanına koyar. İlk önce büyük bir tereddüt yaşayan bu âlimler, daha sonra çocuğun “Allâh’a sunulmuş bir adak” ve “İmrân’ın kızı” olmasını göz önünde bulundurarak, onu himâye etmek üzere büyük bir yarışın içine girerler. Bu durum, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifade edilir:

“(Ey Rasûlüm!) Bunlar, Sana vahy ettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’i kim himayesine alıp koruyacak diye kalemlerini (kur’a için) atarlarken Sen onların yanlarında değildin. (Bu konuda)tartışırlarken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmrân, 44)

HZ. ZEKERİYYÂ (A.S.)’IN HİMÂYESİ

Hazret-i Zekeriyyâ, Hazret-i Meryem’in teyzesinin kocasıdır. Der ki:

“-Teyzesi benim zevcem olduğundan, onun üzerinde daha çok hakkım vardır.”

Ahbâr, Meryem hakkında kur’a çekmeye karar verirler. Ürdün Irmağı yakınına kadar giderek Tevrat yazarken kullandıkları kalemlerini suya atıp:

“-Kimin kalemine çıkarsa, onun yanında kalsın.” diye sözleşirler.

Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ın kalemi suyun üzerine çıkar, diğerlerinin kalemi suyun dibine batar. Zekeriyyâ -aleyhisselâm- da onun bakımını üzerine alır ve Yahyâ -aleyhisselâm-’ın annesi olan teyzesinin yanına Meryem’i götürür. Büyüyünceye kadar da ona bir süt anne tutar. Hazret-i Meryem, ergenlik çağına ulaşınca Hazret-i Zekeriyyâ, ona mescidde bir oda yaptırır. Hazret-i Meryem kendisi için yapılan özel odada (mihrâb) gece-gündüz ibadetle meşgul olur, Hazret-i Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’dan başka kimseyle görüşmez. Hazret-i Zekeriyyâ -aleyhisselâm- onun yanına her gelişinde yazın kış meyveleri, kışın yaz meyveleri bulmaya başlar. Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, Hazret-i Meryem’e:

“…«-Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?» diye sorar. O da: «Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir.» şeklinde cevap verir.”[2]

HZ. MERYEM’İN (A.S.) UZAK BİR YERE ÇEKİLMESİ

Hazret-i Meryem, Allâh’a tâat ve kullukta o derece ilerlemiştir ki, rivâyete göre gündüzleri oruç tutar, geceleri ise ayakları şişinceye kadar namaza devam eder.

Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, belki de Hazret-i Meryem’in faziletlerini gördükçe içten içe evlât hasretiyle yanar ve Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvarır:

“Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı. «Rabbim!» dedi. «Benim kemiklerim zayıfladı, saçım başım ağardı. Ve ben, Rabbim, Sana (ettiğim) duâ sayesinde hiç bedbaht olmadım. Gerçek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yâkub hânedânına vâris olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!” (Meryem, 3-6)

Bu samimî duâsı, Cenâb-ı Hak katında kabul görür ve Zekeriyyâ -aleyhisselâm- sâlih bir erkek evlatla müjdelenir. Evlâtları Hazret-i Yahyâ doğduğunda kendisi de zevcesi de 90 yaşın üzerindedir.

HZ. MERYEM’İN (A.S.) ALLAH TARAFINDAN SEÇİLMESİ


“Hani melekler; «Ey Meryem! Allah seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı. Ey Meryem! Rabbine dîvan dur. Secde et ve (O’nun huzûrunda) rükû edenlerle beraber rükû et» demişlerdi.” (Âl-i İmrân, 42-43)

Âyet-i kerîmede de geçtiği üzere, Hazret-i Meryem Allah tarafından “seçilmiştir”, ama niçin?

Âlimlere göre, ibadet ve takvâsının çokluğu, şerefi, her türlü vesveseden temiz oluşu sebebiyle Allah Teâlâ, Hazret-i Meryem’i “seçmiş” ve onu “dünya kadınlarına üstün” kılmıştır. Yeryüzünde daha önce hiç gerçekleşmemiş bir hâl olmuş ve bir mûcize eseri; Hazret-i Meryem, hiç evlenmeden, hattâ eline bir erkek eli bile değmeden bir evlât dünyaya getirmiştir. Cenâb-ı Hak, onun şahsında eşsiz kudretini göstermiş ve insanları büyük bir imtihan ile yoklamıştır.

Hazret-i Meryem, kendi hâlinde ibadetle meşgul olurken hayret verici bir hâdiseyle karşı karşıya kalmıştır:

“Hani melekler şöyle demişti: «Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu Îsâ Mesih’tir. Dünyada da, âhirette de îtibarlı ve Allâh’a çok yakın olanlardandır. O, beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, sâlihlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 45-46)

HZ. MERYEM’İN CEBRAİL (A.S.) İLE GÖRÜŞMESİ


Hazret-i Meryem’in Cebrâil -aleyhisselâm- ile karşılaştığı zamanlarda 13, 15 veya 17 yaşlarında olabileceği ileri sürülmüştür. Yahudi geleneklerine göre, bir kız 14 yaşına kadarki sürede evlenirdi. Hazret-i Meryem’in oğlunu dünyaya getirdiğinde bu yaşlarda olduğu sanılmaktadır. Babası olmadığı için bu bebeğe, “Meryem oğlu Îsâ” denilmiş, annesine nisbet edilmiştir. Hazret-i Meryem, bu müjdeyi alır almaz hayretler içinde Allâh’a yakararak şöyle der:

“Meryem: «Rabbim!» dedi, «Bana bir erkek eli değmediği hâlde nasıl çocuğum olur?» Allah şöyle buyurdu: «İşte böyledir. Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece «Ol!» der; o da oluverir.» (Melekler, Meryem’e hitâben Îsâ hakkında sözlerine devamla şöyle dediler:) «Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrât’ı, İncîl’i öğretecek.»” (Âl-i İmrân, 47-48)

Bu durum, Meryem Sûresi’nde ise şöyle anlatılır:

“(Ey Rasûlüm!) Kitap’ta (Kur’ân’da) Meryem’i de an. Hani âilesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmiş ve (kendini onlardan uzak tutmak için) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona Cebrâil’i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü. Meryem:

«-Senden, Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan çekinen biri isen, (bana kötülük etme)!» dedi. Cebrâil:

«-Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim.» dedi. Meryem:

«-Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?» dedi. Cebrâil:

«-Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mûcize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir.» dedi.” (Meryem, 16-21)

HAZRET-İ MERYEM’İN (A.S.) HAMİLE KALMASI


Hazret-i Meryem’in hâmile kaldığında, birkaç kez âdet gördüğü ifade edilir. Muhtemelen âdet dönemlerinde mâbedden uzak bir yere gider yahut teyzesinin yanında kalır, dînen temiz olduğu zamanlar mescide dönerdi. Hazret-i Meryem, kavminden uzak bir yerde bulunduğu sırada Cebrâil -aleyhisselâm- yakışıklı bir erkek sûretinde görünür. Hazret-i Meryem ondan korkar ve:

“-Rahmân’a sığınırım, senden!” der.

Onun kendisine dokunmak istediğini sanır. Müfessir İbn-i Kesîr der ki:

“Hazret-i Meryem, «Rahmân’a sığınırım senden!» deyince, melek silkinmiş ve aslî sûretine dönmüştür. «Ben bir elçiden başka bir şey değilim!» demiştir.”

“Nâmusunu korumuş olan kadını da (Meryem’i de) hatırla. Ona rûhumuzdan üflemiştik. Kendisini de, oğlunu da âlemlere (kudretimizi gösteren) birer delil yapmıştık.” (el-Enbiyâ, 91)

Cebrâil -aleyhisselâm-; Rabbinin emrini yerine getirir. Rivâyetlerde bu hususta farklı bilgiler olsa da hepsi ortak noktada buluşan ve birbirini tamamlayan yorumlardır. Cebrâil -aleyhisselâm-, Hazret-i Meryem’in; “gömleğinin yakasından”, “kolunun içerisinden gömleğine doğru” yahut “gömleğinin cebine” üfürür, bu üfürme vesîlesiyle Hazret-i Meryem, Allâh’ın izniyle hâmile kalır. En doğrusunu Allah bilir.

[1] Meryem, 16.

[2] Bkz: Âl-i İmrân, 37.

Kaynak: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, Sayı: 156
http://www.islamveihsan.com/hz-meryemin-a-s-mabed-gunleri.html

12 Eylül 2019 Perşembe

HZ. ZEKERİYA (as) HAYATI



Zekeriyyâ kelimesinin aslı İbrânîce Zekarya’dır ve “Yahve hatırlar” anlamına gelir. İslâmî kaynaklarda da kelimenin İbrânîce olduğu ve Zekeriyyü, Zekeriyyâ şeklinde telaffuz edildiği belirtilmektedir (İbn Düreyd, II, 324; Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, s. 349; Jeffery, s. 151).

Benî İsrâîl peygamberidir. Soyu, Süleyman -aleyhisselâm-’a ulaşır. Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ’da Tevrât yazar ve kur­ban kesmeyi idâre ederdi. Mûsâ -aleyhisselâm-’ın dînini kuvvet­lendirirdi. Marangozluk yapar, el emeği ile geçinirdi. Kavmi tara­fından şehîd edilmiş olup türbesi Halep’tedir.

ALLAH’TAN (C.C) PEYGAMBER İSTEDİLER

Zekeriyyâ -aleyhisselâm- zamanında Şam ve Kudüs, Batlamyusçular’ın elindeydi. Bunlar, Beyt-i Makdis’e hürmet eder­ler ve İsrâîloğulları’nı hoş tutarlardı. Bu kavmin uluları, ibâdethâneden hiç dışarıya çıkmazdı. Beyt-i Makdis’te gece-gündüz ibâ­det ederlerdi. O zamanlar İsrâîloğulları arasında bir peygamber yoktu. Kendilerine bir peygamber göndermesi için Allâh’a ilticâ ettiler.

Nihayet Zekeriyyâ -aleyhisselâm- Allâh -celle celâlühû- ta­rafından peygamber olarak gönderildi.

Beyt-i Makdis’te dört yüz âzadlı âbid ibâdet etmekteydi. Âzadlı bir kişi, Allâh katında mûteber olmak isterse, hanımı hâ­mile olunca:

“–Yâ Rabbî! Oğlum olursa, onu sana ibâdet için Beyt-i Makdis’e nezir (adak) olarak adadım.” derdi.

Bu şekilde erkek çocuklar mutlakâ Beyt-i Makdis’e adanırdı. Bu âdet, Mûsâ -aleyhisselâm- zamanından kalmıştı. Allâh -celle celâlühû-, Mûsâ -aleyhisselâm-’a buyurmuştur:

“–Ey Mûsâ! Ben, kullarımdan o kişiyi severim ki, gençlik za­manından ihtiyarlık hâline kadar ömrünü ibâdetle geçirmiştir. Gençliğinde günah işlememiş ve gönlünü yalnızca bana bağla­yarak benim sevgimi kazanmıştır.”

HZ. ZEKERİYA’NIN (A.S) KÜNYESİ

Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, Süleyman -aleyhisselâm-’ın so­yundan olan Elisa ile evlendi. Elisa, Meryem’in annesi olan Hunne’nin kızkardeşidir. Hunne’nin kocası, İmrân’dır.

Zekeriyyâ -aleyhisselâm- ile Elisa’dan Yahyâ -aleyhisselâm- doğmuştur.

HZ. ZEKERİYA’NIN (A.S) KUR’AN’DA GEÇEN ÖZELLİĞİ

Hz. Zekeriyyâ’nın Kur’an’da anılan bir başka özelliği de annesi tarafından mâbede adanan Hz. Meryem’in himayesini üzerine almış olmasıdır. Hz. Meryem’in mâbedde kimin himayesinde kalacağı hususunda İmrân ailesi arasında kura çekilince kura Hz. Zekeriyyâ’ya çıkar. Rivayete göre Hz. Meryem’in korunmasını üstlendikten sonra Hz. Zekeriyyâ mâbedde Hz. Meryem’e tahsis ettiği dua odasına (mihrab) her çıkışında onun yanında taze meyveler bulur. Bazı rivayetlere göre taze meyvelerden maksat onun kışın yaz meyvelerini, yazın da kış meyvelerini bulmasıdır. Meryem’e Allah tarafından meyveler ihsan edildiği bilgisine yer verilen rivayetlerde bu durumun Zekeriyyâ’yı, Allah’ın tıpkı Meryem’e mevsim dışı meyveler ihsan etmesi gibi yaşlanmış bedenlerinde bir çocuk üretebileceği düşüncesine sevkettiği ve bunun için Allah’a dua ettiği belirtilir.

Kur’ân-ı Kerîm’de adı altı yerde geçen Zekeriyyâ (Âl-i İmrân 3/37, 38; el-En‘âm 6/85; Meryem 19/2, 7; el-Enbiyâ 21/89) duası kabul edilen, hayırlı işlere koşan (el-Enbiyâ 21/90), namaz kılan (Âl-i İmrân 3/39), Meryem’i himaye eden (Âl-i İmrân 3/37) bir kişi ve Allah’ın kulu olarak (Meryem 19/2) anlatılmaktadır (Fîrûzâbâdî, VI, 92-93). Kaynaklarda Zekeriyyâ’nın Dâvûd ve Süleyman soyundan geldiği zikredilmektedir.

HZ. ZEKERİYA’NIN DUASI


Hz. Zekeriya’nın (a.s.) Kur’an-ı Kerim’de geçen duası…

Zekeriya (a.s.), Allah’a dua edip kendisine çocuk ihsan etmesini istemişti:

وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ

“(Ey Peygamberim!) Zekeriya’yı da (an). O, Rabbine; ‘Rabbim! Beni tek (yalnız başıma çocuksuz) bırakma. Sen, vârislerin en hayırlısısın (her şeyim sana kalacaktır)’ diye dua etmişti.” (Enbiyâ, 21/89)

Yüce Allah, Zekeriya Peygamberin duasını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir:

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ

“Onun duasını da kabul buyurduk ve ona Yahyâ’yı armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik (çocuk doğurmağa elverişli bir hâle getirdik). Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin saygı gösterirlerdi.” (Enbiyâ, 21/90)

HZ. ZEKERİYA ŞEHİT EDİLDİ

İslâmî kaynaklarda onun tıpkı oğlu Yahyâ gibi şehid edildiği belirtilmektedir.

Bir hadiste marangozluk yaptığı bildirilen Zekeriyyâ’nın (Müsned, II, 296; Müslim, “Feżâǿil”, 169) vefatıyla ilgili hıristiyan kaynaklarında bilgi yoktur; İslâmî kaynaklarda ise onun tıpkı oğlu Yahyâ gibi şehid edildiği belirtilmektedir. Buna göre Yahyâ’nın Büyük Herod tarafından idam edilmesinden sonra yaşadığı bölgeden kaçan Zekeriyyâ yarılmış bir ağacın kovuğunda saklanmış, ancak şeytan onun elbisesinin bir kenarını dışarıda bırakmış, daha sonra düşmanlarına haber vermiş, onlar da ağacı keserek ikiye bölmüş, böylece Zekeriyyâ şehid edilmiştir (Sa‘lebî, s. 238-239). Türbesinin Halep Ulucamii bitişiğinde olduğu rivayet edilmektedir (DİA, XV, 248-249).

Türbesinin Halep Ulucamii bitişiğinde olduğu rivayet edilmektedir (DİA, XV, 248-249). (Vefatı Kaynak:Türkiye Diyanet Vakfı -İSAM)
http://www.islamveihsan.com/hz-zekeriya-kimdir-hz-zekeriya-hayati.html

11 Eylül 2019 Çarşamba

TEVBE SÛRESİ 128.- 129. ayetlerin tefsiri


Rasulullah (S.A.)'ın Sıfatları, Ümmetiyle İrtibat Halinde Oluşu
128- Şüphesiz ki size sizin içinizden bir peygamber gelmiştir. Sizin sıkıntıya düşmeniz O'na çok ağır gelir. O, size son derece düşkündür. Müminlere çok şefkatli ve çok merhametlidir.

129- (Ey Peygamber!) Senden yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvendim. O yüce Arşın Rabbidir."


Açıklaması


Allah müminlere kendi içlerinden yani kendi cinslerinden ve kendi dille­rinde konuşan bir Peygamber göndermek suretiyle büyük bir lütufta bulun­muştur.

Ey Araplar! Size kendi cinsinizden ve kendi dilinizden bir peygamber geldi.

Nitekim bir ayet-i kerimede, "Okuma yazma bilmeyenlere kendilerinden bir peygamber gönderen Odur." (Cum'a, 62/2) buyurulmaktadır. Bir başka ayet-i kerimede ise, "Allah müminlere kendilerinden... bir peygamber gönder­mekle büyük bir lütufta bulundu." (Al-i İmran, 3/164) buyurulmaktadır.

Allah bu peygamberi şu beş sıfatla tavsif etmiştir.


1- "Sizin içinizden" yani Araplardan olması. Bu ifadeden maksat Arapları O'nu desteklemeye teşvik etmektir.

İbni Abbas diyor ki: Araplardan hiçbir kabile yoktur ki, Peygamberimiz (s.a.)'in doğumu onlarla ilgili olmasın. Mudar, Rabia, Yemenli kabilelerden ta­mamı onunla ilgilidir. Yani onun nesebi bütün Arap kabilelerine dağılmıştır.

2- "Sizin sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir." Sizin dünya ve ahirette meşak­kat çekmeniz ve zorluklarla karşılaşmanız ona çok ağır gelir. Çünkü o sizden­dir, sizin acı duymanızdan acı duyar, sizin sevincinizle sevinir.

3- "O, size son derece düşkündür." Sizin hidayeti bulmanıza ve hidayete de­vam etmeniz hususunda, dünya ve ahirette size hayırların ulaşmasında son derece gayretlidir.

4- "Müminlere çok şefkatli ve çok merhametlidir." İbni Abbas (r.a.) diyor ki: Allah O'nu kendi isimlerinden iki isimle -"Rauf" ve "Rahim" isimleriyle- adlan­dırdı.

Eğer -müşrikler ve münafıklar- senden, senin peygamberliğine iman et­mekten, senin şeriatınla doğru yolu bulmaktan yüz çevirirlerse onlara de ki: -Düşmanlara karşı yardım etmek hususunda- "Bana Allah yeter."

"O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur." Kendisine yalvarıp yakaracağım, boyun eğeceğim, O'ndan başka ibadete lâyık hiçbir varlık yoktur. Sadece Ona güven­dim. İşimi sadece O'na havale ettim. O'ndan başkasına itimat etmiyorum.

"O yüce Arş'ın Rabbidir." Arş yeryüzü, gökyüzü ve ikisi arasındaki bütün varlıkların tavanıdır. Burada özellikle Arş'ı zikretti. Çünkü O mahlûkatın en büyüğüdür. O zikredilince Onun altındaki bütün varlıklar buna dahil olur. Bü­tün mahlûkatın işlerinin idaresi sadece Allah'a aittir. "O, Arş'a istiva eyledi. Her şeyi O tedvir eder." (Yunus, 10/3).

Ebu Davud, Ebu'd-Derda'dan şöyle rivayet etmektedir: "Kim sabah ve ak­şam Hasbiyallahu... duasını (Tevbe suresinin son ayetindeki duayı) yedi defa okursa bunu okurken sadık da olsa yalancı da olsa onu endişeye düşüren işle­rinde Allah O'na yeter."

Nakkaş'ın rivayetinde Übeyy b. Ka'b diyor ki: Kur'an'ın, kulu Allah'a en yakın kılan ayetleri, Tevbe suresinin son iki ayetidir.

Sahabe-i kiram Kur'an bir mushaf içerisinde toplandığı zaman bu iki ayeti "Berae" suresi'nin sonuna koyma hususunda ittifak etmişlerdir.

İmam Ahmed, Buharî, Tirmizî ve diğer bazı alimler Hz. Ebubekir (r.a.) za­manında Kur'an'ın toplanması ve yazılması konusunda Zeyd b. Sabitin şu sö­zünü rivayet etmişlerdir. Tevbe suresinden iki ayeti Huzeyme el-Ensarî'nin ya­nında buldum. Bu iki ayeti "Lekad caekum.." başka birinin yanında bulama­dım. Yani İbni Hacer'in belirttiği gibi, her ne kadar bu iki ayet onun ve başka­larının ezberinde olsa bile yazılı olarak sadece onun yanında buldum.

İbni Cerîr ve İbnü'l-Münzir'in rivayetine göre, Ensar'dan bir zat bu iki ayeti Hz. Ömer (r.a.)'e getirdi. Hz. Ömer, "Buna kesinlikle senden şahit isteme­yeceğim. Rasulullah (s.a.) bu ayetleri aynen bu şekilde okuyordu" dedi. [86]



[86] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/84-85.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

10 Eylül 2019 Salı

Kadının İhtilam Olması

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
5. BÖLÜM GUSÜL

22. Kadının İhtilam Olması

282- Ümmü Seleme validemizden şöyle nakledilmiştir: "Ebu Talha'nın eşi Ümmü Süleym Rasulullah'a 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem gelip 'ey Allah'ın elçisi! Allah Teâlâ haktan utanmaz. İhtilam olan kadına gusül abdesti gerekir mi?' diye sordu. Hz. Peygamber, 'Su gördüğü zaman evet' cevabını verdi."

(Allah Teâlâ haktan utanmaz) Ümmü Süleym, utanılacak bir konuyu açma­dan önce mazur görülmesini sağlamak için bu ifadeyi kullanmıştır. Buradaki utanma, lügat anlamındaki utanmadır. Zira dinin ön gördüğü utanmanın tama­mı hayırlıdır. "İman Bölümünde" lügat bakımından hayanın (utanmanın), deği­şiklik ve pişmanlık olduğunu İfade etmiştik. Bu anlamıyla hayanın Allah Teâlâ için kullanılması imkansızdır. Bu durumda söz konusu ifade şu anlama gelir: Allah Teâlâ hakkı öğrenmede hayalı olmayı emretmez, bir başka deyişle hakkın anlatılmasına engel olmaz.

Allah Teâlâ'ya sıfat İsnat edilirken tevile gerek olduğu söylenmiştir.
[Doğrusu,her halükarda tevile gerek yoktur.Çünkü Allah Teala diğer sıfatlarında olduğu gibi şanına yakışır şekilde ve mahlukata benzemeksizin haya ile tavsif edilir.Birçok dini metinde bu şekilde vasıflandırılmıştır. O halde, şanına yakışır bir şekilde haya sıfatını taşıdığını kabul etmek gerekir.Bu ehl-i sünnetin kitap ve sahih sünnette varid olan sıfatların tamamına ilişkin görüşüdür.Kurtuluş yolu da budur.Hasılı okuyucu buna dikkat etmeli ve tevilden sakınmalıdır. Allah herşeyin en iyisini bilir.(İbn Bâz] Nefyederken ise nefyedilen şeyin mümkün olduğu şart konulmamıştır. Burada ortaya çıkan mana, Allah Teâlâ'nın hak dışındaki hususlarda haya duyduğunu gösteri­yor. Bu durumda O'na bir sıfat nispeti söz konusudur. Dolayısıyla bu durumda tevile ihtiyaç duyulur.

(Su gördüğü zaman) Yani uyandığı vakit, meni gördüğü zaman. Bir riva­yette hanımlara hitaben "Sizden biriniz su gördüğü zaman gusül abdesti alsın" buyrulmuştur. Ayrıca söz konusu rivayette "Ümmü Seleme, 'kadın ihtilam olur mu?' diye sordu." ilavesi yer almıştır. İbn Battal, bu hadisin bütün kadınların ihtilam olduğuna delil teşkil ettiğini söylemiştir. Onun dışındakiler ise, tam aksine bu hadiste bazı kadınların İhtilam olmadığına dair delil bulunduğunu ifade etmişlerdir. Görünen o ki, İbn Battal, bu sözüyle bütün kadınların ihtilam oldu­ğunu değil, ihtilam olabileceğini kasdetmiştir. Bir başka ifade ile bütün kadın­larda ihtilam olma kabiliyetinin bulunduğunu anlatmaya çalışmıştır.

Bu hadis, orgazm olan kadının gusül abdesti alması gerektiğine ve kadınla­rın kendileriyle ilgili meseleleri sorup öğrenmelerine delil teşkil eder. Meydana gelen şer'î olaylar ders çıkanlması hedeflendiği için, ayrıntılı olarak anlatılır.

Ayrıca bu hadiste hayrete düşen kimselerin tebessüm edebileceğine dair de­lil vardır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

9 Eylül 2019 Pazartesi

Ölünün evinde yemek yemek doğru mudur?


Ölünün akrabaları ve komşularının ölü evine yemek yapıp götürmesi müstehaptır. Çünkü rivayet edildiğine göre,

"Cefar b. Ebu Talib (ra) öldürülünce, Hz. Peygamber (as) şöyle buyurdu:

"Caferin ailesine yemek yapıp götürün. Çünkü başlarına kendilerini meşgul edecek bir musibet gelmiştir."(Ebu Davud, Cenaiz, 25-26)

Komşular, yaptıkları yemekleri ölü ailesine yardımda bulunmak ve kalplerini kazanmak için gönderirler. Çünkü cenaze sahipleri musibetle, gelen gidenlerle meşguliyet sebebiyle yemek yapamamış olabilirler.

Bunun aksine ölü evinin gelen gidenlere yemek hazırlaması mekruhtur, bidattır, aslı esası yoktur. Çünkü böyle yapmakla ölü ailesinin sıkıntı ve kederi bir kat daha arttırılmış olur, meşguliyetlerine meşguliyet katılmış ve cahiliyye döneminin adetlerine benzetilmiş olur. Hele ölünün varisleri arasında ergenlik çağına girmeyen çocuklar varsa, böyle bir evde yemek hazırlayıp misafirlere ve ziyaretçilere takdim etmek haramdır.

Cerir b. Abdullah şöyle demiştir:

"Eğer yemek yapmaya ihtiyaç varsa caizdir. Çünkü ölü evine cenaze ve taziye için köylerden ve uzak yerlerden gelenler olur, ölü evinde gecelemeleri gerekirse, o takdirde yemek yapılıp yedirilebilir."

(bk. Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi)


5 Eylül 2019 Perşembe

Hac zamanında eşle ilişki, ihramda dikişli terlik konuları


Soru:

1. Hac için harem bölgesinde bulunduğun süre zarfında; yani yasaksızken insanın eşiyle ilişkiye girmesinde bir sakınca var mıdır?
2. İhramlı iken giyilen terliğin dikişli olmasında bir sakınca var mıdır?

Cevap:

1. İhramlı değil iken harem bölgesinde kişinin, eşi ile cinsel temas yapması caizdir.
2. Terlik sandalet veya yanlar ve üstü kısmen açık olur, ayağı topuklara kadar tamamen kapatmazsa ihramlının bunu giymesi caizdir. Dikişli olmasında sakınca yoktur.


4 Eylül 2019 Çarşamba

Kadınların kabir ziyareti yapması, ilgili hadisler


Soru:
Geçenlerde kabir ziyareti yapan kadınların Peygamber (as) tarafından lanetlendiği şeklinde bir hadis okudum. Sorum böyle bir şeyin olup-olmadığı. Ayrıca kabirlerde bir şey okunup okunmaması ve yine ölen kişinin arkasından Kuran-ı Kerim okunup-okunmaması konusunda; bilgi verirseniz sevinirim. Bir de ölen kişi için bağışlanma dilenip-dilenmeyeceği ve de onun faydasına hayır hasenat yapılıp-yapılmayacağı.

Cevap:
1. Peygamberimiz (s.a.), İslam'ı tebliğ ederek, bir topluluk içinde onu uygulayarak, aynı zamanda büyük bir inkılab olan İslam'a insanları alıştırmak/intibak ettirmek üzere tedbirler alarak yaklaşık 23 yıl yaşadı. Tabîî kendisi de bir beşer/insan idi, her söylediği, her yaptığı -meşru olmakla beraber- herkesi bağlayan, bütün müminlerin uyması gerekli olan davranışlar değildi. Onun davranışlarını bağlayıcılık bakımından sınıflandırma işi sahâbe devrine kadar uzanır.


Yukarıdaki soruda O'nun, kadınların kabir ziyaretleri ile ilgili bir sözü nakledilmektedir. Bu örnekte olduğu gibi, aynı konuda birbiri ile çelişir gözüken birden fazla hadisin rivayet edildiği de az değildir. Bu durumda ehli ve uzman olanlar inceleme yaparlar, ya hadislerin bir kısmının sahih olmadığını (rivayet edilen şekliyle Peygamberimize ait bulunmadığını) tesbit ederler veya çeşitli yollardan çelişkiyi ortadan kaldıran yorumlar ve açıklamalar yaparlar. Burada bir uygulama olsun diye kabir ziyareti konusunda rivayet edilen ve muteber kaynaklara girmiş bulunan başlıca hadisleri aktaralım:
a) Size kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım, Muhammed'e anasının kabrini ziyaret izni verildi, artık siz de kabirleri ziyaret edin; çünkü bu size âhireti hatırlatır. (Tirmizî)
b) İbn Ebî Müleyke anlatıyor: Bir gün Hz. Âişe kabristan tarafından çıkageldi, kendisine sordum:
- Ey müminlerin anası! Nereden geliyorsun?
- Kardeşim Abdurrahman'ın kabrinden geliyorum.
- Resûlullah (s.a.) kabir ziyaretini yasaklamadı mı?
- Evet, kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştı, fakat sonra izin verdi. (Sünenü'l-Esram).
c) Resûlullah durmadan kabirleri ziyaret eden (işleri güçleri kabirleri ziyaret etmek olan) kadınları lanetlemiştir. (İbn Mâce, Tirmizî).
d) Hz. Âişe sevgili eşi Efendimize soruyor:
- Kabirleri ziyaret ettiğimde ne diyeyim yâ Resûlallah?
- Şöyle de: "Bu yerlerin mümin sakinlerine selam olsun! Biz de Allah dilerse size katılacağız. Size de bize de Allah'tan âfiyet (af ve iyilik) diliyorum! (Buhârî, Müslim).
e) Hz. Fâtıma her Cuma günü amcası Hamza'nın kabrini ziyaret eder, orada namaz kılarak Rabbine ibadet ve amcası için dua eder, ağlardı. (Hâkim)
Konu ile ilgili olup yukarıdakileri bir şekilde tekrarlayan, destekleyen başka rivayetler de vardır. Bu hadislerin bazları, rivayetleri sağlam olmamakla tenkit edilmiştir. Sağlam olanlar arasındaki çelişki de "önce şu sebeple yasaklandı sonra şu sebeple izin verildi" denilerek giderilmiştir. Kadınların kabir ziyaretleri konusunda lânet hadisi bulunmakla beraber Hz. Fâtıma, Hz. Âişe gibi büyüklerimizin kabir ziyaretlerine dair sağlam rivayetler de vardır. Bunların karşısında lanet hadisi, "ziyaret konusunda aşırı gidenler, diğer vazifeleri aksatanlarla ilgilidir, genel değildir" şeklinde yorumlanmıştır.
Sonuç olarak kadınların ve erkeklerin normal ölçülerde kabir ziyaretleri meşrudur; buna İbn Hazm gibi, "Hayatta bir kere olsun ziyaret vacibdir" diyenler bile olmuştur (Şevkânî, Neylü'l-evtâr, V, 117-120).
Kabir ziyaretinin asıl amacı ibret almak, ölümü ve âhireti hatırlamak olmalıdır. Ölüler için selam vermek, dua etmek, sevab onların olsun diye çeşitli ibadetler yapmak da meşrudur. Kabristan'da, özellikle mezara karşı namaz kılmak, ölü kim olursa olsun ondan bir şey istemek caiz değildir.

1 Eylül 2019 Pazar

Peygamberimizin (sas) Öptüğü Eller

Dersten Cümleler

“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

‘Tarihi ‘ tekerrür ‘ diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

İslam’ın süvarisi olarak bilinen Miktad b. Amr…

“Allah’ım senden tek isteğim, aziz olan bu dinin kıyamete kadar aziz kalmasıdır. Allah’ım, ben öleyim ama İslam’ın zillete düştüğünü görmeyeyim.”
Sevgilinin en sevgilinin her hatırası O’nu hatırlattığı için bizlere, her hatıra O’ndan dolayı değerlidir.

“Bu el Allah ve Resulü’nün sevdiği eldir. Bu ele Cehennem azabı dokunmayacaktır.”

“O genç insanlara muhtaç olmamak, ona buna el açmamak, evde yemek bekleyen küçük çocuklarına, hanımına, ihtiyar anne ve babasına bakmak için yaptığı bu gayret Allah yolunda cihad gibidir.”

İmam Gazali İhyası’nda, Hz. İsa’dan bir menkıbe anlatır bize…

“Menkıbelerde asla bakılmaz, fasla bakılır!”

“Desenize asıl ibadet eden o çalışan kardeşidir, asıl takdiri hak eden odur.”

“Siz ondan daha hayırlısınız! Sizin en hayırlınız başkalarına yük olmadan kendi işini kendi görendir.”

“Keşke o zatın bir mesleği, uğraştığı bir işi olsaydı!”

Hz. Ömer: “Şimdi gözümden düştün, git bir işe gir, bir meslek edin, öyle yanıma gel!”

İşveren ahlakı: adalet ve ihsan…

Kasas Süresi’nde geçen Şuayb’ın kızlarının kıssası…

“İffetin önemini, ideal muallim ve talebe ahlakını, kadın-erkek ilişkilerinin düzeyini, nikahın bereket ve geçerliliğini, iffetin sadece kadına has bir durum değil, erkeğinde en büyük ziyneti
olduğunu!”

“Şuayb’ın iki kızından biri: Babacığım! Onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, kaviy ve emin/ güçlü ve güvenilir olandır, dedi.”

“Kaviyy ve Emin! Ehliyet ve Emniyet!”

İşveren: Adalet ve İhsan…
İşçi: Ehliyet ve Emniyet…

İbn Haldun’a göre işçiler dört sınıfa ayrılır.

1- Güvenilir ve becerikli olanlar
2- Ne becerikli ne de güvenilir olanlar
3- Becerikli ama güvenilir olmayanlar
4- Güvenilir ama becerikli olmayanlar

İşçi Ahlakı’nın beş temel ilkesi:

1- Rezzak olan Rabbin tüm rızıkları kulları arasında taksim etmiştir, sana da bundan belli paylar düşmüştür. Haline ve rızkına, rıza göster ki, haddi aşmayasın.
2- Sana tevdi edilen her iş bir emanet, sen ise emanetçisin. Emanete ihanet etme ki, nifaka bulaşmayasın.
3- Geçimini temin ettiğin kapıyı kendi işin gibi görmelisin. Çalıştığın iş yerini kendine aitmiş gibi sahiplenmelisin ki, işin hakkını ortaya koyabilesin.
4- Karşılıklı haklara riayet etmeli, asla hakkın olmayan beklentilere girmemelisin. Bu konuda hassas olmalısın ki, berekete nail olabilesin.
5- İş verenine karşı vefalı olmalı, yapılan ihsanları asla küçük görmemelisin. İnsanlara teşekkür etmeyi kendine ahlak olarak edin ki, Allah’a da gerçek manada şükür edebilesin.

1- Rezzak olan Rabbin tüm rızıkları kulları arasında taksim etmiştir, sana da bundan belli paylar düşmüştür. Haline, rızkına, rıza göster ki, haddi aşmayasın.

“Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Nebi ve Resul olarak da Efendimiz’den razı olduk, olmalıydık!”
Bazen mahrumiyetin, bazen mazhariyetin nimet olduğu unutulmamalıdır.

2- Sana tevdi edilen her iş bir emanet, sen ise emanetçisin. Emanete ihanet etme ki, nifaka bulaşmayasın.

“Hepiniz çobansınız ve raiyetiniz altındakilerden sorumlusunuz. Devlet başkanı sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin beyi sorumludur ve ailenin fertlerinden mesuldür. Hizmetçi/İşçi efendisinin işverenin malından, işinden sorumludur ve kendisine emanet edilenlerden mesuldür.” (Buhari, İstikraz, 20)

3- Geçimini temin ettiğin kapıyı kendi işin gibi görmelisin. Çalıştığın iş yerini kendine aitmiş gibi sahiplenmelisin ki, işin hakkını ortaya koyabilesin.

“Muhakkak ki Allah, sizden birinizin yaptığı işi sağlam ve güzel yapmasından hoşnut olur.” (Suyûtî, Fethu’l-Kebîr, I, 354)

“Kendisi için istediğini, mümin kardeşi için istemeyen kamil manada iman etmiş sayılmaz.”

4- Karşılıklı haklara riayet etmeli, asla hakkın olmayan beklentilere girmemelisin. Bu konuda hassas olmalısın ki, berekete nail olabilesin.

“İlâhî teveccüh, yardım, işçinin çalışmasına göre iner. Kimin çalışması en güzel, en sağlam olursa, hasenat (sevablar, iyilikler) ona kat kat ve pek çok olarak verilir.” (Siracül-Münîr, c: 1,
s: 413.)

5- İş verenine karşı vefalı olmalı, yapılan ihsanları asla küçük görmemelisin. İnsanlara teşekkür etmeyi kendine ahlak olarak edin ki, Allah’a da gerçek manada şükür edebilesin.
Ebu Hureyre bize naklediyor, Hadis Tirmizi’de geçiyor, (Birr, 35) “İnsanlara teşekkür etmeyen kimse

Allah’a da şükür edemez.”

Buhari, Müslim rivayeti; İbn Abbas naklediyor, Efendimiz (sas) buyurdular ki: “Bana cehennem gösterildi. Baktım, oradakilerin çoğu inkarcı kadınlardan oluşuyor.”

“Ya Resulullah! Onlar Allah’ı mı inkar ettiler de küfre düştüler? Efendimiz dedi ki: “Hayır, onlar kocalarının kendilerine yaptıkları iyilikleri küçük görüp, inkar ederler. Onlardan birine bir ömür boyu iyilik etsen, sonra da senden dolayı bir sıkıntı ile karşılaşsa: “anında, senden bir hayır görmedim, keşke seninle evlenmeseydim! falan derler.”

“Allah babanla perdesiz bir şekilde cennette konuştu. Onu diriltti ve ona sordu; ne istersin benden? Baban dedi ki: Ya Rabbi! Şehit olmak ne güzel bir duyguymuş ne olur beni bir daha dünyaya gönder, gideyim senin için savaşayım öleyim, bir daha senin huzuruna geleyim. Yine beni gönder, gidip yine geleyim ve bu hal hep devam edip dursun! Rabbimiz babana dedi ki: Hüküm verilmiştir, bir daha dünyaya dönmek yoktur! Rabbinin bu sözü üzerine baban dedi ki: “O zaman Ne olur Ya Rabbi! Şehitlerin elde ettikleri bu güzellikleri bunlardan habersiz olan kardeşlerimize bildir!” Bunun üzerine Rabbimiz, Ali İmran Süresinin 169. ayetini indirdi. “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, bilakis onlar diridirler ve Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar!..”

“Allah’ım eğer bana yolunda şehadet nasip etmeyeceksen, hiç değilse çoluk çocuğuma helal lokma getirmek için yola çıktığımda, bir iş üzerinde canımı al!

İşçilerimize ehliyet ve emniyet, iş verenlerimize adalet ve ihsan, hepimize de ihlas ver….


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:
http://www.siyertv.com/peygamberimizin-sas-optugu-eller/

31 Ağustos 2019 Cumartesi

Peygamberimizin (sas) Düşman Olduğu Kişi

Dersten Cümleler

Sahabe’nin edebine dair bir örnek…

Kul hakkı meselesi çok ağır bir meseldir.

Bugünkü dersimizin başlığı: “Peygamberimizin Düşman Olduğu Kişi”

“Allah Teâla buyurdu ki: Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü ben onların hasmıyım/ düşmanıyım. Ben kime düşman olursam, ona davacı olurum, kime de davacı olursam o davayı kaybeder. Bu üç sınıfın birincisi: Benim ismimle yemin edip, sonra ahdini bozan. İkincisi: Hür bir kimseyi köle olarak satan ve parasını yiyen. Üçüncüsü: Bir işçi tutup çalıştırdıktan sonra ücretini tam olarak vermeyen.” (Buhari, İcara, 10)

Hepimiz hayatın içerisinde bir yönü ile işçi, bir yönü ile işvereniz.

Ecir-i has ve Ecir-i müşterek…

Hukukullah/Allah hakları ve Hukuku’l-ibâd/ Kul hakları…

Efendimiz’in (sas) işveren ahlakına dair söyledikleri iki Kur’anî kavrama dayanır: 


Adalet ve İhsan…

Adalet: Hak ettiğine, hak ettiğini vermektir.

İşçine hak ettiğini ver, bir de ötesini ver.

İşveren ahlakının ilkeleri:
1- İşi ehil olana vermeli, ehliyet ve liyakati her şeyin üzerinde görmelisin.

2- Merhameti ilişkilerinin temeli olarak belirlemeli, menfaat öncelikli değil, merhamet öncelikli olarak yürümelisin.

3- Yaptığın işi sevmeli, ekmek kapına saygılı olmalı ve bunu çalışanlarına yansıtmalısın.

4- İşçilerinin haklarına riayet etmeli, beklentilerini itidal çizgisine çekmeli, ücretlerini işin başında belirlemeli ve kesinlikle zamanında ödemelisin.

5- İşçilerini mümin kardeşlerin yada olmaya aday muhatapların olarak bilmeli, kardeşlik hukukunu sonuna kadar işletmelisin.

1- İşi ehil olana vermeli, ehliyet ve liyakati her şeyin üzerinde görmelisin.

Kur’an, “emanetin ehline verilmesini” emretmiştir.

Efendimiz: “İşler, ehil kişilere verilmediği zaman kıyameti bekleyiniz.”

Efendimiz (sas): “Daha ehil ve liyakatlisi varken, yakınlık sebebiyle bir işe, bir başkasını tercih ve istihdam eden kişi Allah’a, Resûlü’ne ve bütün Müslümanlara hâinlik etmiş olur.” (İbn Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, II, 233)

Ebû Musa el-Eşari’nin hatırası…

“Bizden iş dileyen kimseyi biz, işimiz üzerinde kullanmayız!”

Hz. Ebû Bekir, Yezid b. Ebî Süfyan’a hitaben: “Ey Yezid! Senin çok akraban vardır. Ben senin onları başkalarına tercih etmenden korkuyorum. Şunu bilmeni isterim ki Hz. Peygamber böyle kişileri tehdit edip şunları söylemiştir: “Müslümanların başına getirilen kişi, bir iş hususunda sevdiği kişilerden birini haksız olarak diğer hak sahiplerine tercih edecek olursa, Allah ona lanet eder. Onun farz ve nafile ibadetlerini kabul etmez ve nihayet onu cehenneme atar. Kim de Müslümanların malından, hak etmedikleri halde sevdiklerine ve akrabalarına verecek olursa o da Allah’ın lanetini hak etmiş olur. Allah Teâlâ insanları kendisine iman etmeye çağırır. Kim Allah’ın korunmasını emrettiği sınırlardan birini çiğnemeye kalkışacak olursa, Allah da ona lanet eder ve onun üzerinden korumasını kaldırır!” (Ahmed, Hâkim ve Heysemî)

2- Merhameti ilişkilerinin temeli olarak belirlemeli, menfaat öncelikli değil, merhamet öncelikli olarak yürümelisin.

Efendimiz’in (sas) Hz. Enes b. Malik’e merhameti…

“Hz. Peygamber’e (sas) on yıl boyunca hizmet ettim. Bana bir şeyi emredip de gevşek davranarak onu yerine getirmediğimde beni kınaması vaki olmadı. Bana bir gün olsun “off” demedi, yüzünü asmadı, kızmadı, kınamadı, kötü söz söylemedi. Eğer ben işimi aksatmış ve yapmamışsam böyle bir durumda ailesinden biri, yani annelerimizden biri beni kınarsa “Onu rahat bırakın! Şayet Allah dileseydi, benim Enes’im yapardı.”

Müslim’de geçen rivayet ise şöyledir: “Yapmadığım bir şey için Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Bunu niçin yapmadın?’ demezdi. Yaptığım bir şey için de Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Bunu niçin böyle yaptın?’ demezdi.” (Müslim 2309/51

Enes b. Malik’in hatırası…

3- Yaptığın işi sevmeli, ekmek kapına saygılı olmalı ve bunu çalışanlarına yansıtmalısın.

“Muhakkak ki Allah, sizden birinizin yaptığı işi sağlam ve güzel yapmasından hoşnut olur.” (Suyûtî, Fethu’l-Kebîr, I, 354)

4- İşçilerinin haklarına riayet etmeli, beklentilerini itidal çizgisine çekmeli, ücretlerini işin başında belirlemeli ve kesinlikle zamanında ödemelisin.

1- Haklara riayet, beklentilere itidal

2- Ücretlerin belirlenmesi

3- Ücretlerin zamanında ödenmesi

1- Haklara riayet beklentilere itidal

2- Ücretlerin belirlenmesi

“Kim bir işçi çalıştırırsa ona (işin öncesinde) ücretini bildirsin!” (Beyhakî, Sünen, IV, 120)

Asgari geçim standardını devlet belirler, Medine standardını ise Hz. Peygamber (sas) belirler.

“Kim bize âmil (işçi, memur) olursa, bizim vereceğimiz ücretle hanım alabilmeli, yani evlenebilmeli. Eğer hizmetçisi yoksa hizmetçi tutabilmeli. Eğer evi yoksa ev alabilmeli. Ancak kim bunlardan fazlasını isterse ve bize amil olmuşken bunları edinirse o, ya hilekârdır yahut hırsızdır.”

Ömer b. Abdülaziz: “Bizim zamanımızda herkesin barınacağı bir evi, hizmetçisi, düşmana karşı yararlanacağı bir atı ve ev için gerekli eşyası olmalıdır. Bu imkânlara sahip bulunmayan kimse borçlu sayılır ve zekât fonundan desteklenir.”

3- Ücretlerin zamanında ödenmesi:

“İşçiye ücretini, alın teri kurumadan önce veriniz!” (İbn Mâce, Ruhûn, 4)

Mağaraya sığınan üç adam kıssası…

5- İşçilerini mümin kardeşlerin yada olmaya aday muhatapların olarak bilmeli, kardeşlik hukukunu sonuna kadar işletmelisin.

“Kendisi için istediğini, mümin kardeşi için istemeyen kamil manada iman etmiş sayılmaz.”

İşçiler kardeş, işverenlerde kardeştir.

“Onlar sizin kardeşleriniz olup, Allah onları sizin sorumluluğunuz altına vermiştir. Hal böyle olunca bir din kardeşini elinin altında bulunduran kimse ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin onlara gücü yetmediği şeyleri yüklemesin. Şayet yüklerini ağırlaştırırsa onlara yardımcı olsun.” (Buhârî, Itk, 16)

Hz. Ebû Zer’in Bilal-i Habeşi ile olan hatırası…


 muhammed emin yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

30 Ağustos 2019 Cuma

Sahip Olma Değil Şahit Olma Dünyası

Bu derste, öne çıkan en önemli mesaj şu idi: “Sahip değil, şahitsin. Malik değil, Malikü’l-Mülke abdsin.”

Dersten Cümleler

“Şehadet bir çağrıdır tüm nesillere ve çağlara…”
Abdullah Molla’nın Şehadeti… Bangladeş’ten…
Düşmanlar dıştan değil, içimizden….

“Allah’ım! Cehenneme gitmeme sebep olacak fitnelerden, cehennemin azabından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.”

Hz. Ömer: “Sabır ile şükür iki güzel deve gibidir. Ben o develerden birine bineyim de hangisine binmem önemli değildir.”

Dünyevileşme hastalığı…

Dünyevileşme derin bir sapkınlık; yada Kur’an’da ki ifadesi ile “Dalalim-Baid!”

“Şayet dünyanın Allah katında bir sinek kanadı kadar ağırlığı yani değeri olsaydı, Allah hiçbir inkârcıya ondan bir damla su bile içirmezdi.”

Peygamberlerin gönderiliş gayeleri:

1-Kulluk
2-Tebliğ
3-Güzel Örnek
4-İtiraz kapısını kapatmak
5-Dünya ve ahiret dengesini insanlara göstermek
فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ

“İnsanlardan öyleleri vardır ki sadece “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver” diye yalvarırlar. Böylelerinin ahiretten hiçbir nasipleri yoktur.”
وِمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

“O insanlardan bir kısmı da şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ve güzellik ver, ahirette iyilik ve güzellik ver. Ve bizleri ateşin azabından koru!”
أُولَئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّمَّا كَسَبُواْ وَاللّهُ سَرِيعُ الْحِسَا

“İşte onlar için – kim onlar dünyada yaşamalarına rağmen dünyevileşmeyenler” kazandıklarından nasipleri vardır. Şüphesiz Allah hesapları çabukça görendir.”
İslam ne mülkiyet hakkını tamamen iptal eder, ne de mülkiyeti bir put haline getirir.

Hz. Ebû Zer’i kullananlar…

Sahabe içerisinde en fazla zülüm ettiğimiz isimlerden biridir biliyor musunuz Hz. Ebu Zer?
“Yeryüzünde İsa’nın verası ile, zühdü ile yürüyen biriydi.”

” Ebu Zer, o tek başın yaşar, tek başına ölür ve tek başına dirilir!”
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde…
Hz. Osman’ı üçüncü halife olarak seçilmesi, o zaman Hicri 23’ü, Miladi 644’i göstermektedir ve Hz. Ebû Zer, 74-75 yaşlarındadır.

“Kıyamet günü bana en yakın olanınız, onu dünyada nasıl bırakmışsam o haliyle dünya hayatından ahirete göçen, bana kavuşandır.”

“Efendimiz (sas) böyle buyurdu. Ben kıyamet günü Efendimiz’e yakın olmak istiyorum. O halde beni hangi halde bırakmışsa ben o halden kesinlikle farklı bir hale girmem; elime ne kadar imkân geçerse geçsin, ben peygamber döneminde ki Ebu Zer olarak kalacağım.”
Zaten O: “Dünyada doğmuş ama ahirete göre yaratılmıştı!”

“Bizim öyle bir evimiz var ki, biz değerli eşyalarımızı önceden oraya göndeririz.”
Mesihü’l-İslam, İslam’ın Mesihi…

“Ebu Zer! Gel sana bazı kelimeler, cümleler öğreteyim, sen onları söyle zenginlerin infakla kazandıkları sevaptan daha fazla sevap kazan. Eğer bu cümleleri sen söylersen, söylemeyen herkesi sen
sevap itibari ile gerilerde bırakırsın.”

“Bundan sonra her namazın ardından otuz üç defa Sübhanallah der Allah’ı tespih edersin, otuz üç defa Elhamdullilah der, Allah’a hamd edersin, otuz üç defa Allahu Ekber der onu yüceltirsin. Sonra bunları; ‘Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâşerîke leh, lehu’l mülkü ve lehu’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.’ cümleleri ile bitirirsin. Böyle yaparsan günahın denizin köpükleri kadar da olsa bağışlanır ve çok çok sevap kazanırsın.” (Müslim, Mesacid, 142, Ebû Davud, Vitr, 24, Darimi, Salat, 90)

“Ebu Zer! Korkma Allah’ın ikramı geniştir. O dilediğine dilediği kadar verir!”
Sa’d b. Ebi Vakkas örneği…

‘Üçte bir az sayılmaz, ciddi bir miktardır. Ey Sa’d! Mirasçılarını senden sonra zengin bırakman, onları insanlara avuç açan yoksul kimseler olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Allah rızasını gözeterek verdiğin her şeyin karşılığında, mutlaka sevap kazanacaksın. Hatta bu gaye ile hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile sana sevap kazandırtacaktır.”

Ciddi oranda bir arazi ve 250.000 dirhem nakit para…

Ka’b b. Malik…

“Ya Resulullah! Bu büyük müjdeye karşı malımın tamamını Allah yolunda infak etmek istiyorum?”

Hz. Ebû Bekir ufku…
Hz. Osman örneği…
30 milyon 500 bin dirhem, 150 bin dinar, 1000 deve, 200 bin dinar değerinde gayri menkul…

Hz. Talha b. Ubeydullah örneği…

Onun bıraktığı mal, 30 milyon dirhemdi. Bunun 2.200.000 dirhemi ile 200 bin dinarı nakit, diğeri ise çeşitli mallardan oluşuyordu.
– Sahip değil, şahitsin.
– Malik değil, Malikü’l-Mülke abdsin.
Ne güzel demiş Üstadımız:
Eğer Allah’ı buldunsa
Bütün eşya senindir, gör!
Eğer Malikü’l-Mülke memluk isen,
Onun mülkü senindir gör!
Abdullah b. Mes’ud’un bir duası: “Allah’ım azdıran zenginlikten ve şaşırtan fakirlikten sana sığınırım!”


muhammed emin yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

http://www.siyertv.com/sahip-olma-degil-sahit-olma-dunyasi/

29 Ağustos 2019 Perşembe

Su Ve Toprak Bulamayan Kimse


Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.



"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
7. BÖLÜM TEYEMMÜM

2. Su Ve Toprak Bulamayan Kimse

336- Hz. Âişe, (kız kardeşi) Esmâ'dan bir gerdanlık ödünç almıştı. Ama ger­danlık kayboldu. Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem, onu araması için bir adam gönderdi. Adam gerdanlığı buldu. Bu esnada, namaz vakti girdi. İnsanların yanında su yoktu. Buna rağmen namaz kıldılar. Bu durumu Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem şikayet ettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ teyemmüm âyetini indirdi.

Bu olaydan sonra Üseyd İbn Hudayr Hz. Aişe'ye 'Allah daima hayrını ver­sin. Allah'a and olsun ki, her ne seni üzen bir hadise meydana gelse, Hak Teâlâ onda, hem senin, hem de Müslümanlar için hayır kılıyor." dedi.

Açıklama

(Su ve Toprak Bulamayan Kimse) Bu başlık konusunda İbn Reşîd şöyle demiştir: "İmam Buhârî, teyemmümün şer'i bir meşruluk kazanmadan önceki durumu, teyemmümün şer'î bir meşruluk kazandıktan sonra toprağın bulunmama­sı durumuna benzetti. Sanki şöyle demek istedi: Bu hadiste bahsi geçen toplulu­ğun temizleyici madde olan sudan yoksun bulundukları hale dair hüküm, bizim temizleyici olan su ve topraktan yoksun olduğumuz haldeki hükmümüzle aynı­dır." Bu şekilde hadisin bab başlığı ile olan ilişkisi de ortaya çıkar. Çünkü ha­diste, insanların topraktan yoksun oldukları belirtilmiyor. Onların sadece sudan yoksun oldukları ifade ediliyor.

Bu hadîs, temizleyici vasfa sahip su ve topraktan yoksun olan kimseler için de namazın, farz olduğuna delil teşkil eder. Çünkü hadiste bahsi geçen topluluk, farz olduğuna inandıkları için namaz kılmışlardı. Eğer o halde namaz kılmaları yasak olsaydı, kuşkusuz Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem yaptıklarının yanlış olduğunu belirtirdi. İmam Şafiî, Ahmed İbn Hanbel, hadisçilerin çoğunluğu ve Malikilerin pek çoğu bu görüştedir. Ancak bu âlimler, bu şekilde namaz kılan birinin, namazını tekrar kılmasının gerekip gerekmediği konusunda ihtilaf etmişlerdir. imam Şafiî'den gelen yeniden namaz kılması gerektiğine dair bir görüş belirtmemiştir. Şafiî âlimlerin çoğu bunu doğrulamıştır. Bunun pek nadir mey­dana gelen bir mazeret olduğunu, dolayısıyla yeniden kılmayı düşürmeyeceğini ifade etmişlerdir. Ahmed İbn Hanbel'in meşhur olan görüşüne göre, tekrar kılması gerekmez. Müzenî, Sahnûn ve İbn Münzîr de bu görüştedir. Onlar da bu hadisi delil olarak kullanmıştır. Şöyle ki, eğer namazlarını tekrar etmeleri gerekseydi, mutlaka Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu durumu onlara açıklardı. Çünkü onun, ihtiyaç anında açıklama yapmaması caiz değildir. Ancak bu iddi­aya "namazın tekrar kılınması hemen gerekmez, yani hemen yerine getirilmesi gereken bir farz değildir. Böyle olunca da, ihtiyaç anında yapılması gereken açıklamanın geciktiğinden bahsedilemez" denerek cevap verilmiştir.

O halde, bu tür durumlarda namazın yeniden kılınmasını gerektiren başka bir delilin olması gerekir. İmam Malik ve Ebu Hanife'nin meşhur olan görüşleri­ne göre, bu şekilde namaz kılan biri, namazını tekrar kılmaz. Ancak bir başka görüşle Ebu Hanife ve Hanefiler, namazın kaza edilmesi gerektiğini söylemişler­dir. Sevrî ve Evzâî de bu görüştedir. Medineliler'in kendisinden naklettiğine göre İmam Malik şöyle demiştir: "Böyle bir kimsenin namazını kaza etmesi gerekmez."

Bu dört görüş, bu konudaki en meşhur görüşlerdir. İmam Nevevî "Şerhu'l-Mühezzeb"de imam Şafiî'nin kadim görüşünü/eski içtihadını nakletmistir. Buna göre namazın o anda kılınması müstehap, tekrarlanması ise farzdır. Böylece konu hakkındaki görüşler beşe çıkmıştır.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

28 Ağustos 2019 Çarşamba

7. BÖLÜM TEYEMMÜM 1. BÂB


Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
7. BÖLÜM TEYEMMÜM


1. BÂB
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Su bulamazsanız o vakit temiz toprakla te­yemmüm edin. Onunla yüzlerinizi ve (dirseklerle birlikte) ellerinizi meshedin.[el-Maide, 5/6]

334- Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem eşi Hz. Aişe'den radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Seferlerinin bi­rinde Allah Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile birlikte biz de bulunduk. Beydâ veya Zâtu'1-Ceyş [Buradaki şek, Hz. Aişe'den kaynaklanmaktadır. Beydâ veya Zâtu'1-Ceyş ise Mekke ve Medine arasında yer alır. Ayrıntılı bilgi için bk Kirmani,III,210.(H. Aldemir)] denen yere geldiğimiz zaman, gerdanlığım düştü. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem onu aramaya koyuldu.. Onunla birlikte sahabe de aramak için yollarından alıkondular. Ordu su bulunan bir yerde konaklamamıştı. Bu yüzden Ebu Bekir'e  radıyallahu anh gelip 'Şu Âişe'nin ettiğine bak! Hz. Peygamber'i Sallallahü Aleyhi ve Sellem ve hepimizi susuz bir yerde, üstelik elimizde su olmadığı halde durmaya mecbur etti' dediler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir  radıyallahu anh yanıma geldi. O esnada Allah Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem başını dizime koy­muş uyuyordu. Bana, 'Rasulullah'ı ve insanları alıkoydun. Ne konakladıkları yerde su var, ne de yanlarında' diyerek çıkıştı." Hz. Âişe  radıyallahu anha olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Ebu Bekir  radıyallahu anh beni azarladı ve bana ağzına geleni söyledi. Eliyle böğ­rüme vurmaya başladı. Ama yerimden kımıldamadım. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem dizimde uyuyordu. Sabahleyin Rasûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem uyandığı zaman elde hiç su yoktu. Bunun üzerine Allah Teâlâ, teyemmüm âyetini indirdi. Useyd İbn Hudayr  radıyallahu anh da şöyle dedi: Ey Ebu Bekir'in ailesi bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir." Hz. Aişe  radıyallahu anha son olarak şunları dedi: "Üzerinde yolculuk yaptığım deveyi kaldırdığımız zaman, gerdanlığı altında bulduk. [Hadisin geçtiği diğer yerler:336,3672,3773,4583,4607,4608,5264,5250,5882,6344,6845]

Açıklama

(Teyemmüm Bölümü) Teyemmüm sözlükte yönelmek anlamına gelir. Dinî terminolojide ise, namaz gibi ibadetleri mubah hale getirme niyetiyle yüzü ve dirseklere kadar elleri meshetmek İçin temiz toprağa yönelmek manasında kul­lanılır.

Teyemmümün azimet mi, yoksa ruhsat mı olduğu konusunda âlimler ara­sında farklı görüşler vardır. Bazıları meseleyi ayrıntılı bir şekilde ele alarak, te­yemmümün suyun bulunmadığı yerlerde azimet, bir özrün bulunduğu yerlerde ise ruhsat olduğunu söylemiştir.

(Bulamamışsanız) Kanaatimce İmam Buhârî, yukarıdaki hadiste Hz. Âişe'nin
  radıyallahu anha "Allah Teâlâ, teyemmüm âyetini indirdi" sözünde hangisi olduğunu açıkla­madığı âyetle, Mâide süresindeki âyetin kasdedildiğini belirtmek istemiştir.

(Seferlerinin birinde) İbn Abdilberr "Temhîd" adlı eserinde söz konusu sefe­rin, Benî Mustalık gazvesi olduğunu söylemiştir. "el-İstizkâr" adlı eserinde ise, bunu, kesin bir dille ifade etmiştir. Ondan daha önce İbn Sa'd ile İbn Hibbân bu görüşü dile getirmişlerdir. Hz. Aişe'nin
  radıyallahu anha başına gelen ifk hadisesi de, bu sefer sıra­sında meydana gelmişti.

(Ne konakladıkları yerde su var, ne de yanlarında) [İbn Hacer hadisin bu bölümünü, daha evvel geçen "Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip" kısmından önce zikretti.] Hadisin bu kısmı ile, su bulunmayan yerde konaklamanın ve su bulunmayan güzergahı takip etmenin caiz olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak hadisteki ibarenin bu şekilde açıklan­ması tartışmaya açıktır. Çünkü bu olayda Müslümanlar Medine'ye yaklaşmış­lardı. Belki de Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem konakladığı yerde su olmadı­ğını bilse bile, kervanda suyun olmadığını bilmiyordu. "Yanlarında su yoktu" ifadesinin, abdest için su olmadığı anlamına gelme ihtimali de vardır. Belki de, ihtiyaçları kadar içme suyuna sahiptiler. Ancak hadisten çıkarılan anlamın ilk açıklamasının da doğru olma ihtimali vardır. Zira, yağmur yağabilir veya Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem mübarek parmaklarından su akabilirdi. Nitekim bir çok yerde bu tür mucizeler gerçekleşmişti.

Hadisten çıkarılan bir başka sonuca göre ise, lider kimse önemsiz bir mesele dahi olsa Müslümanların haklarını korumaya özen göstermelidir. İbn Battal, bahsi geçen gerdanlığın 12 dirhem olduğunun rivayet edildiğini nakletmiştir. Geride kalanın yetişmesi, cenazeyi defnetmek gibi halkın menfaatine olan hu­suslar için konaklamak da, kaybolan şeyi bulmakla aynı hükme sahiptir. Ayrıca bu hadiste, malın kaybedilmemesi gerektiğine dair bir işaret vardır.

(Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip) Böyle bir durumda kadın, kocası hazır olsa bile babasına şikayet edilebilir. Gerçi ashâb-i kiram, Hz.Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem uyuduğu için Ebu Bekir'e şikayette bulunmuştur. Zira Hz.Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem uyuduğu zaman (vahyin gelme ihtimalinden dolayı) uyandırılmazdı. 

Yine bu hadisten çıkan bir sonuca göre, kişi, eşinin yanında olan kızının ya­nına girebilir. Ancak damadının buna rıza gösterdiğini bilmesi gerekir. Bir de, onların birlikte olmadıklarını kesin olarak bilmesi şarttır.

(Eliyle böğrüme vurmaya başladı.) Buna göre baba, yaşı ilerlemiş, evli ve kendisinden ayrı bir evde otursa bile kızını tedip edebilir. Bunun gibi devlet baş­kanının izni olmasa bile insan, terbiye sorumluluğu kendisinde olan kimselerin terbiyesini verebilir.

(Ama yerimden kımıldamadım) Buna göre, kımıldamasını gerektirecek veya yanında uyuyan kimseyi rahatsız etmesine neden olacak şekilde rahatsız edilen kimsenin, kendisine reva görülene sabretmesi müstehaptır. Bunun gibi namaz kılan, Kur'an okuyan, ilim öğrenen veya zikreden kimsenin de, bu tür rahatsız­lıklara sabretmesi müstehaptır.

(Rasülullah uyandığı zaman su yoktu) Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem için teheccüd namazının farziyeti sabit olduğu halde, bu ifade sefer sırasında teheccüd namazını terk etmesi için ona ruhsat verildiğine dair delil olarak kulla­nılmıştır. Bir başka sonuca göre ise, namaz vakti girmeden abdest için su ara­mak farz değildir. Ayrıca bu hadis, abdestin, abdest âyetinden önce farz oldu­ğuna delil olarak kullanılmıştır. Çünkü ashâb-ı kiram, su bulunmayan bir yerde konaklamayı çok büyük bir olay olarak görmüştür. Yine bu yüzden Ebu Bekir, Hz. Âişe'ye karşı söz konusu tavrı sergilemiştir. Bu konuda İbn Abdilberr şöyle demiştir: "Bütün meğâzî yazarlarına göre, namazın farz kılındığı ilk günden beri Hz.Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem namazını hep abdestle kılmıştır. Bu gerçeği ancak cahil kimselerle bile bile küfürde inat eden kimseler inkar eder. Hadiste geçen "teyemmüm âyeti" ifadesi, ashâb-ı kiramın öğrendiği yeni bilginin abdestin hükmü değil de, teyemmümün hükmü olduğunu gösterir. Abdest ile daha önceden amel edilmesine rağmen söz konusu âyetin nazil olmasındaki hikmet, abdestin farzının Kur'an'da okunan bir âyete bağlı olmasına dayanır." Bir başkası da şöyle demiştir: "Muhtemelen âyetin abdestle ilgili kısmı daha önce nazil ol­muştur. İnsanlar o zaman abdestî ve hükmünü öğrenmişlerdir. Daha sonra da ayetin bu kıssaya konu olan teyemmüm meselesini içeren geri kalan kısmı in­miştir.
 (Üseyd İbn Hudayr) Ensarın ileri gelenlerinden biridir.

(Bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir) Daha önce de Hz. Ebu Bekir'in ailesi bir çok iyiliğe sebep olmuştu. Ebu Bekir'in ailesinden maksat, kendisi, ha­nımı ve kendisine bağlı olan akrabalarıdır Bu hadis, Hz. Âİşe ile babasının fazi­letine ve bir çok güzelliğe ve iyiliğe sebep olmalarına işaret etmektedir. Nitekim Amr İbn Haris rivayetinde şöyle geçmektedir: "Hak Teâlâ sizde, insanlar için bir çok bereket ihsan etmiştir." İbn Ebî Müleyke kanalıyla Hz. Âişe'den gelen ve İshâk el-Büstî'nin tefsirinde yer alan bîr rivayete göre Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ona şöyle demiştir: "Gerdanlığın ne kadar da bereketliymiş.

Bu hadisten yukarıda işaret ettiğimiz sonuçlara ilaveten başka hükümler de çıkarılmıştır. Mesela kadınlarla birlikte yolculuğa çıkmak caizdir. Kadınlar, koca­larına güzel görünmek için ziynet eşyası kullanabilir. Ödünç alınan bir eşya ile, sahibinin izni olması durumunda yolculuk edilebilir.

335- Câbir İbn Abdullah'tan Rasulullah'ın 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle dediği nakledilmiştir: "Benden önce hiç kimseye verilmeyen şu beş şey bana bahşedildi:

Bir aylık zamanda kat edilecek uzaklıkta bulunan düşmanlarımın kalbine korku salmakla desteklendim. Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı. Bu yüzden ümmetimden her kim, bir namaz vaktine girerse, namazını kılsın. Ganimetler benim için helal kılındı. Benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştt. Bana şefaat hakkı tanındı. Pey­gamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi. Ben ise, tüm insan­lara gönderildim. 
[Hadisin geçtiği diğer yerler:438,3112]

Açıklama

Hadisten ilk etapta akla gelen anlama göre Hz. Peygamber'den 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem önce gönderilen peygamberlerin bu beş özellikten birine sahip olmadık­ları anlaşılır. Hakikatte de böyledir. Hz. Nuh'un Aleyhisselam tufandan sonra yeryüzünde ya­şayan herkese gönderilmesi bu durumla çelişmez. Çünkü o dönemde, sadece ona iman edenler kalmıştı. Hz. Nuh Aleyhisselam da, elçi olarak onlara gönderilmişti. Onun peygamberliğinin yeryüzünde bulunan herkese yönelik olması, aslında bu şe­kilde gönderildiğinden dolayı değildir. Aksine meydana gelen olay, buna vesile olmuştur. Şöyle ki, tufanda diğer insanların helak olmasıyla, yeryüzünde kalan­lar o an var olanlardan ibaretti.

Bizim peygamberimiz'in risaletinin evrenselliği ise, bizzat gönderilişine da­yanmaktadır. Bu yüzden sadece kendisinin evrensel nübüvvete mazhar olduğu kesinlik kazanır.

Sahih bir şekilde bize ulaşan şefaat hadisine göre, kıyamet günü hesabı bek­leyen insanların Hz. Nuh'a 
Aleyhisselam gelip "Sen yeryüzü sakinlerinin ilk resulüsün" deme­lerinden maksat, onun evrensel bir peygamberliğe sahip olması değildir. Aksine bununla, Hz. Nuh'un Aleyhisselam yeryüzüne gönderilen ilk resul olduğu kast edilir. Faraza bu İfade İle onun nübüvvetinin evrenselliği kasdedilmiş olsa bile, bu durum, Hz. Nuh'un Aleyhisselam kendi kavmine gönderildiğini beyan eden bir çok Kur'an pasajı ile tahsis edilmiştir. Onun kendi kavmi dışındaki insanlara da gönderildiğinden bahsedilmemiştir.

Bazıları Hz. Nuh'un 
Aleyhisselam peygamberliğinin evrensel olduğuna, onun yeryüzünde bulunan herkesi ilahi vahye davet ettiğini, ancak gemiye binenler dışında bütün insanların helak olduğunu delil olarak ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, eğer bütün insanlara gönderilmemiş olsaydı onlar helak olmazdı. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Biz, bir peygamber göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz." [el-İsra 17/15] Bir de, onun ilk resul olduğu sabittir.

Bu iddiaya şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Nuh'un 
Aleyhisselam peygamberliği döne­minde insanlara başka peygamberler de gönderilmiş olabilir. Nuh Peygamber onların iman etmeyeceğini öğrenmişti. Bu yüzden kendi kavminden iman etmeyenlere beddua ederken onlara da beddua etti ve bedduası kabul oldu. Bu ga­yet güzel bir cevaptır. Ancak Hz. Nuh döneminde başka birinin peygamber ola­rak gönderildiğine dair bir bilgi nakledilmemiştir.

Evrensel peygamberlik özelliğinin sadece Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ait olması, onun şeriatının kıyamete kadar sürmesiyle izah edilebilir. Zira Nuh ve diğer peygamberlerin şeriatlarının bir kısmı, kendi dönemlerinde veya daha sonraki zamanlarda gönderilen peygamberler tarafından neshediliyordu.

Belki de, Hz. Nuh'un  
Aleyhisselam yaptığı tevhîd çağrısı, diğer insanlara da ulaşmıştır. Buna rağmen onlar, şirkte ısrar edince, cezaya çarptırılmışlardır. Ni­tekim Hûd suresinin tefsirini yaparken İbn Atiyye de bu görüşe meyletmiştir: "Hz. Nuh uzun ömürlü olduğu için, davetinin yakın-uzak herkese ulaşmamış olması mümkün değildir." İbn Dakîk el-İyd ise bu konuya şu şekilde açıklık ge­tirmiştir: "Bazı peygamberlerin daveti, her ne kadar şeriat açısından evrensel olmasa da, tevhîd bakımından bütün insanlara hitap etmekteydi. Bu yüzden kimi peygamberler, kendi kavminden olmayan müşrik toplumlara karşı savaş­mıştır. Eğer o insanlar İçin tevhîd inancı inanılması gereken bir olgu olmasaydı, peygamberler bu gibi kimselerle savaşmazdı.

Yine ihtimal dahilindedir ki, Nuh peygamber gönderildiği zaman onun kavminden başka, topluluk yoktu.[Bu son ihtimal öncekilere nazaran daha doğrudur. Zira Allah Teala şöyle buyurmuştur: Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık asla inanmayacak." (Hud,11/36). "Nuh: Rabbim! dedi,yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma!" (Nuh,71/26). İbn Baz.] Onun peygamber olarak gönderilişi de sadece kendi kavmine yönelikti. Başkaları olmadığı için görünüş itibariyle peygamberliği genel bir risalet hüviyetindedir. Eğer o dönemde başkaları da olsaydı, onlara gönderîlmezdi.

(bir aylık zamanla) Buna göre Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem dışında hiç kimse bir aylık zamanla ve daha fazlasıyla kat edilecek mesafedeki düşmanlara korku salma ile desteklenmemiştir. Ancak bundan daha kısa bir mesafede bulu­nan düşmanlarına karşı desteklenmiş olabilirler. Burada mesafe bir aylık za­manla sınırlandırılmıştır. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile düşmanları arasındaki mesafe en fazla bu kadardı. Bu özellik, kayıtsız olarak Hz. Peygam­ber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem lutfedilmiştir. Bir başka ifadeyle ordusu olmasa da, aynı özelliğe sahiptir. Bunun ümmeti için geçerli olup olmadığı tartışılmıştır. Böyle bir şey, onun ümmeti için ihtimal dahilindedir.

(Yeryüzü benim için mescid kılındı) Yani secdeye varılacak yer kılındı. Yer­yüzünün sadece bir bölümü değil, tamamı secde yapılabilecek hale getirildi. Bu konuda İbnu't-Tîn şöyle demiştir: "Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı ifadesinden maksat, yeryüzünün diğer peygamberler için de ibadet edile­cek bir mekan kılındığı ancak, hem temiz hem de temizleyici özelliğe sahip ol­masının sadece Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  nasip olduğudur. Çünkü İsa Peygamber, yeryüzünde dolaşır ve her nerde vakit girerse namazını kılardı." Ancak Hattâbînin şu söyledikleri doğruya daha yakındır: "Önceki şeriatlara mensup kimselerin, kilise ve havra gibi, belirli yerlerde namaz kılmalarına müsa­ade edilmişti." Bu, ihtilaf noktası hakkında söylenmiş bir sözdür. Dolayısıyla Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem hususiyeti ortaya çıkmaktadır.
 (temizleyici)  Eğer bu kelime sadece "temiz" anla­mına gelmiş olsaydı, yeryüzünün temiz olması Hz. Peygamber'e özgü bir özellik olmazdı. Oysa hadis bunun için söylenmiştir. Nitekim İbnu'l-Münzir ile İbnu'l-Cârûd sahih bir senetle merfû' olarak Enes'ten şu rivayeti nakletmişlerdir: "Yeryüzü, benim için güzel, namazgah ve temizleyici kı­lındı." Güzelden maksat, temiz olmasıdır. 

Bu rivayet, toprağın da su gibi temizleyici özelliğe sahip olmasından dolayı teyemmümün hadesi ortadan kaldıracağına delil getirilmiştir. Ancak hadisten çıkarılan bu anlam pek de isabetli değildir. Ayrıca bu hadis, yeryüzünün bütün kısımlarıyla teyemmüm yapılabileceğine dair delil olarak kullanılmıştır.

(her kim) Bu lafız, umum ifade eder. Su ve toprak bulamayan fakat yeryü­zünden bir parça bulan herkesi içine alır. Bu durumda bulunan kimseler, yeryü­züne ait buldukları parçayla teyemmüm alırlar.

Bu hadiste sadece namaza özel bir durumun zikredildiği söylenemez. Çün­kü Câbir hadisi muhtasardır. Beyhakî'nin tahriç ettiği Ebu Ümâme'den gelen hadis daha geniştir. Şöyle ki; "Ümmetimden biri namaz kılmaya yönelip su bulamazsa, onun için yeryüzü hem temizleyici özelliğe sahip hem de secde edilmeye müsaittir." Ahmed İbn Hanbel ise söz konusu hadisin son kısmını şu şekilde rivayet etmiştir: "O vakit, tahûru toprağın temizleyici olma vasfı ve secdegâhı yanı başındadır." Amr İbn Şuayb rivayeti ise şu şekildedir: "Ne zaman namaz vakti girse, toprakla meshedip namaz kıldım."

Teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünde olanlar, İmam Müs­lim'in Huzeyfe'den naklettikleri şu hadise dayanmışlardır: "Yeryüzünün ta­mamı bizim için secdegâh kılındı. Toprağı ise su bulamadığımız za­man, bizim için temiz kılındı." Bu hadisteki hüküm hâstır. (Özel bir anlam taşır). Dolayısıyla umum ifade eden hüküm, buna hamledilmelidir. Böyle olunca, temizleyici olma özelliği sadece toprağa ait olur. Ayrıca bu hadiste, yer­yüzünün secdegâh olması tekit edilmiştir. Temizleyici özelliği ise tekit edilmemiş­tir. Üsluptaki bu farklılık, hükümlerin de farklı olduğuna delalet eder. Aksi tak­dirde burada da, babda zikredilen hadiste olduğu gibi iki husus, birbirine atf-ı nesak ile bağlanırdı.

Bazı alimler, "toprak lafzının, teyemmümün sadece toprakla alına­bileceğine delil olarak kullanılmasına karşı çıkmıştır. Bu hususta şöyle demişler­dir: "Her yerin toprağı, üzerinde bulunan toprak vs. gibi şeylerdir." Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Ali'den gelen hadiste şöyle geçmektedir: "Toprak benim için, temiz kılın­dı." Bunu da, Ahmed İbn Hanbel ile Beyhakî hasen bir senetle nakletmiştir.

Bu anlattıklarımız, teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünü güçlendirir. Zira bu hadis, hem toprağın değerini göstermek hem de teyemmü­mün sadece onunla yapılacağını belirtmek için varid olmuştur. Eğer toprak dı­şında başka bir şeyle teyemmüm edilecek olsaydı, sadece toprak belirtilmezdi.

(namazını kılsın) Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere bu ifade, te­yemmüm aldıktan sonra namaz kılsın manasına gelir.

(Ganimetler benim için helal kılındı.) Bu konuda Hattâbî şunları söylemiştir: "Hz. Peygamber'den 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ve önceki peygamberler iki kısma ayrılır. Onlardan bazılarına cihad yoluyla elde edilen şeyden almalarına izin verilmemişti. Dolayısıyla onların ganimetleri olmazdı. Bazılarının ise kazanılan ganimet­lerden pay almasına müsaade edilmişti. Ne var ki, onlardan yemeleri helal de­ğildi. Bir ateş çıkıp paylarını yakardı." Bir yoruma göre ise Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ganimetler konusunda dilediği gibi tasarruf yapma yetkisiyle diğer peygamberlerden ayrılmıştır. Ancak ilk açıklama daha doğrudur. Yani önceki peygamberlerin ganimetlerden İstifade etmeleri kesinlikle caiz olmamıştı.

(Bana şefaat hakkı tanındı.) Bu hususta İbn Dakîk el-İyd şöyle demiştir:  Bununla, hesaba çekilmeyi bekle­yen insanların rahatlatılmasına yarayacak şefaat-ı uzmâ (büyük şefaat) kast edilmiştir. Bunun gerçekleşeceği konusunda en ufak bir görüş ayrılığı yoktur." İmam Nevevî ve daha başkaları da, kesin bir dille bunun şefaat-i uzmâ olduğunu ifade etmiştir. Bazıları bunun, Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem isteği üzerine, reddedilmeden gerçekleşecek şefaat olduğunu, bazıları ise kalbinde zerre miktarı İman bulunanların cehennemden çıkması için yapacağı şefaat olduğunu söylemiştir. Çünkü, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem dışındaki kim­selerin yapacağı şefaat, kalbinde zerre miktarından daha fazla iman bulunan kimseler İçin söz konusu olacaktır. Nitekim bu konuda Kadı İyâz şöyle demiştir: "Bana göre, şefaat-i uzmâ İle birlikte, bu şefaat kasdedilmiştir. Çünkü, Hz. Pey­gamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şefaat-ı uzmâ'dan sonra bu şefaati yapacaktır." Rikâk Bölümünde şefaat hadisini işlerken bu konu üzerinde ayrıntılı bir şekilde dura­cağız.

Beyhakî "Şuabu'l-îmân [Eserin adı için bk. İbn Hacer,Fethu'l-Bari,I,523 (Buradaki ilgili dipnot) (H.Aldemir)] adlı kitabında şunları söylemiştir: "Sadece Hz, Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem bahşedilen şefaat, onun küçük ve büyük günah İşleyen kimselere şefaat etmesidir. Onun dışındakiler sadece küçük günah işle­yenlere şefaat edecektir. Büyük günah işleyenlere ise şefaat edemezler." Kâdî İyâz da, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem özgü şefaatin, geri çevrilmeyecek şefaat olduğunu nakletmiştir. Nitekim İbn Abbâs hadisinde şöyle geçmektedir: "Bana şefaat bahşedildi. Bunu, ümmetim için sona bıraktım. Bu şefaat, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlar İçindir." Amr İbn Şuayb'dan da şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Bu şefaat sizin ve lâilâhe illallâh'ı kabul eden herkesindir."

Öyle anlaşılıyor ki, bu hadiste Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem özgü ola­rak geçen şefaat, tevhîd inancından başka, salih ameli olmayan kimseleri ce­hennemden çıkarmak için tecelli edecek şefaattir. Ayrıca, şefaat-i uzmâ da sa­dece Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem mahsustur. Ancak burada diğerine işaret edilmiştir. Çünkü şefaatin asıl gayesi ona bağlıdır. Zira ancak böyle bir Şefaat insanı ebedî rahata kavuşturur.

(Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi.) Hadisin bu kısmın­dan babın giriş kısmında bahsetmiştik. Hadisin "Ben ise, tüm insanlara gönderil­dim bölümü, İmam Müslim'in rivayetinde "Kızıl ve siyahlara gönderildim" şek­linde geçmektedir. Burada geçen siyah, Araplar; kızıl ise, Arap olmayanlar şek­linde yorumlanmıştır. Ayrıca kızıl ile insanlar, siyah ile cinlerin kasdedildiği söy­lenmiştir. Birinci yoruma göre, yakındaki ile uzaktakine işaret etme yoluyla tüm insanlar kasdedilmiştir. Zira Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem herkese gönderil­miştir.

Bu konudaki en kapsamlı ve en açık rivayet, İmam Müslim'in Ebu Hureyre'den naklettiği şu hadistir: "Ben, bütün mahlukâta gönderildim."

Tekmile: Ebu Hureyre'den nakledilen bu hadisin baş tarafı şöyledir: "Diğer peygamberlerden altı özellikle üstün kılındım." Bu rivayette, Câbir hadi­sinde bulunan beş özellikten şefaat dışındakiler zikredilmiştir. İki de yeni ilave yapılmıştır. Şöyle ki; "Bana cevâmiu'l-kelim' olma özelliği verildi. Benimle pey­gamberlik sona erdirildi." Câbir hadisi ile bu hadisteki Özellikleri topladığımız zaman, netice itibariyle yedi özellik söz konusu olur. Ayrıca İmam Müslim'in Huzeyfe'den naklettiği bir rivayette şöyle geçmektedir: "Şu üç özellikle in­sanlardan üstün kılındım: Saflarımız meleklerin safları gibi kılındı." Huzeyfe ikinci olarak Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem yeryüzüyle ilgili ayrıcalığını zikretmiş, üçüncü olarak ise "bir Özellik daha belirtti" demiştir. Bu rivayette açıklanma­yan üçüncü özelliği, İbn Huzeyme ile Nesâî şu şekilde vuzuha kavuşturmuşlardır: "Arşın altındaki bir hazineden alınarak Bakara suresinin sonunda yer alan âyetler bana verildi." Bu İfadeyle Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Allah Teâlâ'nın ümmetinden ağır yükü kaldırmasına, onlara güç yetiremeyecekleri yükümlülükleri yüklememesine, hata ve unutmadan dolayı onların sorumlu tutulmayacaklarına işaret etmiştir.

Bu rivayetle birlikte Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ayrıcalıkları dokuza çıkar. Ahmed İbn Hanbel şöyle bir hadis nakletmiştir: "Allah'ın peygamberle­rinden hiç kimseye verilmeyen şu dört şey bana bahşedildi: Yeryüzü­nün anahtarları bana verildi, Ahmed olarak isimlendirildim, ümmetin en hayırlı ümmet kılındı." Dördüncü özellik olarak ise Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem toprağın temizleyici vasfını zikretmiştir. Böylece Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ayrıcalıkları on İkiye çıkar.

Bezzâr merfu' şekilde farklı bir senetle Ebu Hureyre'den şu hadisi nakletmiş­tir: "Şu altı özellik sayesinde diğer peygamberlerden üstün kılındım: Gelmiş geçmiş bütün günahlarım bağışlandı, ümmetim en hayırlı üm­met kılındı, bana Kevser lütfedildi, sizin şu arkadaşınız kıyamet günü Adem peygamber ve onun neslinin bulunacağı livâu'l-hamd'ın (hamd sancağının) sahibidir." Bu hadiste Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem , bahsettiğimiz özelliklerine ilaveten iki özellik daha saymıştır. Yine Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan merfû' olarak naklettiği bir başka hadis ise şöyledir: "Şu iki özellik ile diğer peygamber­lerden üstün kılındım: Benim şeytanım kâfirdi. Ona karşı Allah bana yardım etti. Bunun üzerine o, Müslüman oldu." İbn Abbâs ikinci özelliğin ne olduğunu unuttuğunu söylemiştir.

Kısacası bütün bu anlattığımız rivayetlerden Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem diğer pey­gamberlerden ayrıldığı on yedi özelliğinin bulunduğu anlaşılır. Daha kapsamlı araştırma yapanlar, bu sayının daha fazla olduğunu tespit edebilirler. Mesela Ebû Saîd en-Nîsâbûri "Şerefu'l-Mustafâ" adlı kitabında, diğer peygamberlerde olmayıp sadece Hz. Peygamber'de Sallallahü Aleyhi ve Sellem bulunan özelliklerin sayısını altmış olarak vermiştir.

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

1- Allah'ın bahşettiği nimetleri saymak dinen uygundur.

2- Soru olmadan bir konu hakkında bilgi verilebilir.

3- Yeryüzü, asıl itibariyle temizdir.

4- Namazın sahih olması, bu ibadete tahsis edilmiş bir binada kılınmasına bağlı değildir. "Camiye komşu olanın namazı, ancak camide kabul olur." hadi­si ise zayıftır.

5- Hanefiler'den "el-Mebsût" adlı kitabın yazarı [Serahsi.(H.Aldemir)] bu hadisi insanın değerli bir varlık olmasına delil getirmiştir. Bu konuda şöyle demiştir: "İnsan, su ve top­raktan yaratılmıştır. Bunların her ikisi de temizleyici özelliğe sahiptir. Bu da insa­nın şerefli bir varlık olduğunu gösterir."
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR