28 Ağustos 2019 Çarşamba

7. BÖLÜM TEYEMMÜM 1. BÂB


Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
7. BÖLÜM TEYEMMÜM


1. BÂB
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Su bulamazsanız o vakit temiz toprakla te­yemmüm edin. Onunla yüzlerinizi ve (dirseklerle birlikte) ellerinizi meshedin.[el-Maide, 5/6]

334- Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem eşi Hz. Aişe'den radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Seferlerinin bi­rinde Allah Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile birlikte biz de bulunduk. Beydâ veya Zâtu'1-Ceyş [Buradaki şek, Hz. Aişe'den kaynaklanmaktadır. Beydâ veya Zâtu'1-Ceyş ise Mekke ve Medine arasında yer alır. Ayrıntılı bilgi için bk Kirmani,III,210.(H. Aldemir)] denen yere geldiğimiz zaman, gerdanlığım düştü. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem onu aramaya koyuldu.. Onunla birlikte sahabe de aramak için yollarından alıkondular. Ordu su bulunan bir yerde konaklamamıştı. Bu yüzden Ebu Bekir'e  radıyallahu anh gelip 'Şu Âişe'nin ettiğine bak! Hz. Peygamber'i Sallallahü Aleyhi ve Sellem ve hepimizi susuz bir yerde, üstelik elimizde su olmadığı halde durmaya mecbur etti' dediler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir  radıyallahu anh yanıma geldi. O esnada Allah Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem başını dizime koy­muş uyuyordu. Bana, 'Rasulullah'ı ve insanları alıkoydun. Ne konakladıkları yerde su var, ne de yanlarında' diyerek çıkıştı." Hz. Âişe  radıyallahu anha olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Ebu Bekir  radıyallahu anh beni azarladı ve bana ağzına geleni söyledi. Eliyle böğ­rüme vurmaya başladı. Ama yerimden kımıldamadım. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem dizimde uyuyordu. Sabahleyin Rasûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem uyandığı zaman elde hiç su yoktu. Bunun üzerine Allah Teâlâ, teyemmüm âyetini indirdi. Useyd İbn Hudayr  radıyallahu anh da şöyle dedi: Ey Ebu Bekir'in ailesi bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir." Hz. Aişe  radıyallahu anha son olarak şunları dedi: "Üzerinde yolculuk yaptığım deveyi kaldırdığımız zaman, gerdanlığı altında bulduk. [Hadisin geçtiği diğer yerler:336,3672,3773,4583,4607,4608,5264,5250,5882,6344,6845]

Açıklama

(Teyemmüm Bölümü) Teyemmüm sözlükte yönelmek anlamına gelir. Dinî terminolojide ise, namaz gibi ibadetleri mubah hale getirme niyetiyle yüzü ve dirseklere kadar elleri meshetmek İçin temiz toprağa yönelmek manasında kul­lanılır.

Teyemmümün azimet mi, yoksa ruhsat mı olduğu konusunda âlimler ara­sında farklı görüşler vardır. Bazıları meseleyi ayrıntılı bir şekilde ele alarak, te­yemmümün suyun bulunmadığı yerlerde azimet, bir özrün bulunduğu yerlerde ise ruhsat olduğunu söylemiştir.

(Bulamamışsanız) Kanaatimce İmam Buhârî, yukarıdaki hadiste Hz. Âişe'nin
  radıyallahu anha "Allah Teâlâ, teyemmüm âyetini indirdi" sözünde hangisi olduğunu açıkla­madığı âyetle, Mâide süresindeki âyetin kasdedildiğini belirtmek istemiştir.

(Seferlerinin birinde) İbn Abdilberr "Temhîd" adlı eserinde söz konusu sefe­rin, Benî Mustalık gazvesi olduğunu söylemiştir. "el-İstizkâr" adlı eserinde ise, bunu, kesin bir dille ifade etmiştir. Ondan daha önce İbn Sa'd ile İbn Hibbân bu görüşü dile getirmişlerdir. Hz. Aişe'nin
  radıyallahu anha başına gelen ifk hadisesi de, bu sefer sıra­sında meydana gelmişti.

(Ne konakladıkları yerde su var, ne de yanlarında) [İbn Hacer hadisin bu bölümünü, daha evvel geçen "Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip" kısmından önce zikretti.] Hadisin bu kısmı ile, su bulunmayan yerde konaklamanın ve su bulunmayan güzergahı takip etmenin caiz olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak hadisteki ibarenin bu şekilde açıklan­ması tartışmaya açıktır. Çünkü bu olayda Müslümanlar Medine'ye yaklaşmış­lardı. Belki de Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem konakladığı yerde su olmadı­ğını bilse bile, kervanda suyun olmadığını bilmiyordu. "Yanlarında su yoktu" ifadesinin, abdest için su olmadığı anlamına gelme ihtimali de vardır. Belki de, ihtiyaçları kadar içme suyuna sahiptiler. Ancak hadisten çıkarılan anlamın ilk açıklamasının da doğru olma ihtimali vardır. Zira, yağmur yağabilir veya Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem mübarek parmaklarından su akabilirdi. Nitekim bir çok yerde bu tür mucizeler gerçekleşmişti.

Hadisten çıkarılan bir başka sonuca göre ise, lider kimse önemsiz bir mesele dahi olsa Müslümanların haklarını korumaya özen göstermelidir. İbn Battal, bahsi geçen gerdanlığın 12 dirhem olduğunun rivayet edildiğini nakletmiştir. Geride kalanın yetişmesi, cenazeyi defnetmek gibi halkın menfaatine olan hu­suslar için konaklamak da, kaybolan şeyi bulmakla aynı hükme sahiptir. Ayrıca bu hadiste, malın kaybedilmemesi gerektiğine dair bir işaret vardır.

(Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip) Böyle bir durumda kadın, kocası hazır olsa bile babasına şikayet edilebilir. Gerçi ashâb-i kiram, Hz.Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem uyuduğu için Ebu Bekir'e şikayette bulunmuştur. Zira Hz.Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem uyuduğu zaman (vahyin gelme ihtimalinden dolayı) uyandırılmazdı. 

Yine bu hadisten çıkan bir sonuca göre, kişi, eşinin yanında olan kızının ya­nına girebilir. Ancak damadının buna rıza gösterdiğini bilmesi gerekir. Bir de, onların birlikte olmadıklarını kesin olarak bilmesi şarttır.

(Eliyle böğrüme vurmaya başladı.) Buna göre baba, yaşı ilerlemiş, evli ve kendisinden ayrı bir evde otursa bile kızını tedip edebilir. Bunun gibi devlet baş­kanının izni olmasa bile insan, terbiye sorumluluğu kendisinde olan kimselerin terbiyesini verebilir.

(Ama yerimden kımıldamadım) Buna göre, kımıldamasını gerektirecek veya yanında uyuyan kimseyi rahatsız etmesine neden olacak şekilde rahatsız edilen kimsenin, kendisine reva görülene sabretmesi müstehaptır. Bunun gibi namaz kılan, Kur'an okuyan, ilim öğrenen veya zikreden kimsenin de, bu tür rahatsız­lıklara sabretmesi müstehaptır.

(Rasülullah uyandığı zaman su yoktu) Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem için teheccüd namazının farziyeti sabit olduğu halde, bu ifade sefer sırasında teheccüd namazını terk etmesi için ona ruhsat verildiğine dair delil olarak kulla­nılmıştır. Bir başka sonuca göre ise, namaz vakti girmeden abdest için su ara­mak farz değildir. Ayrıca bu hadis, abdestin, abdest âyetinden önce farz oldu­ğuna delil olarak kullanılmıştır. Çünkü ashâb-ı kiram, su bulunmayan bir yerde konaklamayı çok büyük bir olay olarak görmüştür. Yine bu yüzden Ebu Bekir, Hz. Âişe'ye karşı söz konusu tavrı sergilemiştir. Bu konuda İbn Abdilberr şöyle demiştir: "Bütün meğâzî yazarlarına göre, namazın farz kılındığı ilk günden beri Hz.Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem namazını hep abdestle kılmıştır. Bu gerçeği ancak cahil kimselerle bile bile küfürde inat eden kimseler inkar eder. Hadiste geçen "teyemmüm âyeti" ifadesi, ashâb-ı kiramın öğrendiği yeni bilginin abdestin hükmü değil de, teyemmümün hükmü olduğunu gösterir. Abdest ile daha önceden amel edilmesine rağmen söz konusu âyetin nazil olmasındaki hikmet, abdestin farzının Kur'an'da okunan bir âyete bağlı olmasına dayanır." Bir başkası da şöyle demiştir: "Muhtemelen âyetin abdestle ilgili kısmı daha önce nazil ol­muştur. İnsanlar o zaman abdestî ve hükmünü öğrenmişlerdir. Daha sonra da ayetin bu kıssaya konu olan teyemmüm meselesini içeren geri kalan kısmı in­miştir.
 (Üseyd İbn Hudayr) Ensarın ileri gelenlerinden biridir.

(Bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir) Daha önce de Hz. Ebu Bekir'in ailesi bir çok iyiliğe sebep olmuştu. Ebu Bekir'in ailesinden maksat, kendisi, ha­nımı ve kendisine bağlı olan akrabalarıdır Bu hadis, Hz. Âİşe ile babasının fazi­letine ve bir çok güzelliğe ve iyiliğe sebep olmalarına işaret etmektedir. Nitekim Amr İbn Haris rivayetinde şöyle geçmektedir: "Hak Teâlâ sizde, insanlar için bir çok bereket ihsan etmiştir." İbn Ebî Müleyke kanalıyla Hz. Âişe'den gelen ve İshâk el-Büstî'nin tefsirinde yer alan bîr rivayete göre Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ona şöyle demiştir: "Gerdanlığın ne kadar da bereketliymiş.

Bu hadisten yukarıda işaret ettiğimiz sonuçlara ilaveten başka hükümler de çıkarılmıştır. Mesela kadınlarla birlikte yolculuğa çıkmak caizdir. Kadınlar, koca­larına güzel görünmek için ziynet eşyası kullanabilir. Ödünç alınan bir eşya ile, sahibinin izni olması durumunda yolculuk edilebilir.

335- Câbir İbn Abdullah'tan Rasulullah'ın 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle dediği nakledilmiştir: "Benden önce hiç kimseye verilmeyen şu beş şey bana bahşedildi:

Bir aylık zamanda kat edilecek uzaklıkta bulunan düşmanlarımın kalbine korku salmakla desteklendim. Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı. Bu yüzden ümmetimden her kim, bir namaz vaktine girerse, namazını kılsın. Ganimetler benim için helal kılındı. Benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştt. Bana şefaat hakkı tanındı. Pey­gamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi. Ben ise, tüm insan­lara gönderildim. 
[Hadisin geçtiği diğer yerler:438,3112]

Açıklama

Hadisten ilk etapta akla gelen anlama göre Hz. Peygamber'den 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem önce gönderilen peygamberlerin bu beş özellikten birine sahip olmadık­ları anlaşılır. Hakikatte de böyledir. Hz. Nuh'un Aleyhisselam tufandan sonra yeryüzünde ya­şayan herkese gönderilmesi bu durumla çelişmez. Çünkü o dönemde, sadece ona iman edenler kalmıştı. Hz. Nuh Aleyhisselam da, elçi olarak onlara gönderilmişti. Onun peygamberliğinin yeryüzünde bulunan herkese yönelik olması, aslında bu şe­kilde gönderildiğinden dolayı değildir. Aksine meydana gelen olay, buna vesile olmuştur. Şöyle ki, tufanda diğer insanların helak olmasıyla, yeryüzünde kalan­lar o an var olanlardan ibaretti.

Bizim peygamberimiz'in risaletinin evrenselliği ise, bizzat gönderilişine da­yanmaktadır. Bu yüzden sadece kendisinin evrensel nübüvvete mazhar olduğu kesinlik kazanır.

Sahih bir şekilde bize ulaşan şefaat hadisine göre, kıyamet günü hesabı bek­leyen insanların Hz. Nuh'a 
Aleyhisselam gelip "Sen yeryüzü sakinlerinin ilk resulüsün" deme­lerinden maksat, onun evrensel bir peygamberliğe sahip olması değildir. Aksine bununla, Hz. Nuh'un Aleyhisselam yeryüzüne gönderilen ilk resul olduğu kast edilir. Faraza bu İfade İle onun nübüvvetinin evrenselliği kasdedilmiş olsa bile, bu durum, Hz. Nuh'un Aleyhisselam kendi kavmine gönderildiğini beyan eden bir çok Kur'an pasajı ile tahsis edilmiştir. Onun kendi kavmi dışındaki insanlara da gönderildiğinden bahsedilmemiştir.

Bazıları Hz. Nuh'un 
Aleyhisselam peygamberliğinin evrensel olduğuna, onun yeryüzünde bulunan herkesi ilahi vahye davet ettiğini, ancak gemiye binenler dışında bütün insanların helak olduğunu delil olarak ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, eğer bütün insanlara gönderilmemiş olsaydı onlar helak olmazdı. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Biz, bir peygamber göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz." [el-İsra 17/15] Bir de, onun ilk resul olduğu sabittir.

Bu iddiaya şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Nuh'un 
Aleyhisselam peygamberliği döne­minde insanlara başka peygamberler de gönderilmiş olabilir. Nuh Peygamber onların iman etmeyeceğini öğrenmişti. Bu yüzden kendi kavminden iman etmeyenlere beddua ederken onlara da beddua etti ve bedduası kabul oldu. Bu ga­yet güzel bir cevaptır. Ancak Hz. Nuh döneminde başka birinin peygamber ola­rak gönderildiğine dair bir bilgi nakledilmemiştir.

Evrensel peygamberlik özelliğinin sadece Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ait olması, onun şeriatının kıyamete kadar sürmesiyle izah edilebilir. Zira Nuh ve diğer peygamberlerin şeriatlarının bir kısmı, kendi dönemlerinde veya daha sonraki zamanlarda gönderilen peygamberler tarafından neshediliyordu.

Belki de, Hz. Nuh'un  
Aleyhisselam yaptığı tevhîd çağrısı, diğer insanlara da ulaşmıştır. Buna rağmen onlar, şirkte ısrar edince, cezaya çarptırılmışlardır. Ni­tekim Hûd suresinin tefsirini yaparken İbn Atiyye de bu görüşe meyletmiştir: "Hz. Nuh uzun ömürlü olduğu için, davetinin yakın-uzak herkese ulaşmamış olması mümkün değildir." İbn Dakîk el-İyd ise bu konuya şu şekilde açıklık ge­tirmiştir: "Bazı peygamberlerin daveti, her ne kadar şeriat açısından evrensel olmasa da, tevhîd bakımından bütün insanlara hitap etmekteydi. Bu yüzden kimi peygamberler, kendi kavminden olmayan müşrik toplumlara karşı savaş­mıştır. Eğer o insanlar İçin tevhîd inancı inanılması gereken bir olgu olmasaydı, peygamberler bu gibi kimselerle savaşmazdı.

Yine ihtimal dahilindedir ki, Nuh peygamber gönderildiği zaman onun kavminden başka, topluluk yoktu.[Bu son ihtimal öncekilere nazaran daha doğrudur. Zira Allah Teala şöyle buyurmuştur: Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık asla inanmayacak." (Hud,11/36). "Nuh: Rabbim! dedi,yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma!" (Nuh,71/26). İbn Baz.] Onun peygamber olarak gönderilişi de sadece kendi kavmine yönelikti. Başkaları olmadığı için görünüş itibariyle peygamberliği genel bir risalet hüviyetindedir. Eğer o dönemde başkaları da olsaydı, onlara gönderîlmezdi.

(bir aylık zamanla) Buna göre Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem dışında hiç kimse bir aylık zamanla ve daha fazlasıyla kat edilecek mesafedeki düşmanlara korku salma ile desteklenmemiştir. Ancak bundan daha kısa bir mesafede bulu­nan düşmanlarına karşı desteklenmiş olabilirler. Burada mesafe bir aylık za­manla sınırlandırılmıştır. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile düşmanları arasındaki mesafe en fazla bu kadardı. Bu özellik, kayıtsız olarak Hz. Peygam­ber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem lutfedilmiştir. Bir başka ifadeyle ordusu olmasa da, aynı özelliğe sahiptir. Bunun ümmeti için geçerli olup olmadığı tartışılmıştır. Böyle bir şey, onun ümmeti için ihtimal dahilindedir.

(Yeryüzü benim için mescid kılındı) Yani secdeye varılacak yer kılındı. Yer­yüzünün sadece bir bölümü değil, tamamı secde yapılabilecek hale getirildi. Bu konuda İbnu't-Tîn şöyle demiştir: "Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı ifadesinden maksat, yeryüzünün diğer peygamberler için de ibadet edile­cek bir mekan kılındığı ancak, hem temiz hem de temizleyici özelliğe sahip ol­masının sadece Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  nasip olduğudur. Çünkü İsa Peygamber, yeryüzünde dolaşır ve her nerde vakit girerse namazını kılardı." Ancak Hattâbînin şu söyledikleri doğruya daha yakındır: "Önceki şeriatlara mensup kimselerin, kilise ve havra gibi, belirli yerlerde namaz kılmalarına müsa­ade edilmişti." Bu, ihtilaf noktası hakkında söylenmiş bir sözdür. Dolayısıyla Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem hususiyeti ortaya çıkmaktadır.
 (temizleyici)  Eğer bu kelime sadece "temiz" anla­mına gelmiş olsaydı, yeryüzünün temiz olması Hz. Peygamber'e özgü bir özellik olmazdı. Oysa hadis bunun için söylenmiştir. Nitekim İbnu'l-Münzir ile İbnu'l-Cârûd sahih bir senetle merfû' olarak Enes'ten şu rivayeti nakletmişlerdir: "Yeryüzü, benim için güzel, namazgah ve temizleyici kı­lındı." Güzelden maksat, temiz olmasıdır. 

Bu rivayet, toprağın da su gibi temizleyici özelliğe sahip olmasından dolayı teyemmümün hadesi ortadan kaldıracağına delil getirilmiştir. Ancak hadisten çıkarılan bu anlam pek de isabetli değildir. Ayrıca bu hadis, yeryüzünün bütün kısımlarıyla teyemmüm yapılabileceğine dair delil olarak kullanılmıştır.

(her kim) Bu lafız, umum ifade eder. Su ve toprak bulamayan fakat yeryü­zünden bir parça bulan herkesi içine alır. Bu durumda bulunan kimseler, yeryü­züne ait buldukları parçayla teyemmüm alırlar.

Bu hadiste sadece namaza özel bir durumun zikredildiği söylenemez. Çün­kü Câbir hadisi muhtasardır. Beyhakî'nin tahriç ettiği Ebu Ümâme'den gelen hadis daha geniştir. Şöyle ki; "Ümmetimden biri namaz kılmaya yönelip su bulamazsa, onun için yeryüzü hem temizleyici özelliğe sahip hem de secde edilmeye müsaittir." Ahmed İbn Hanbel ise söz konusu hadisin son kısmını şu şekilde rivayet etmiştir: "O vakit, tahûru toprağın temizleyici olma vasfı ve secdegâhı yanı başındadır." Amr İbn Şuayb rivayeti ise şu şekildedir: "Ne zaman namaz vakti girse, toprakla meshedip namaz kıldım."

Teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünde olanlar, İmam Müs­lim'in Huzeyfe'den naklettikleri şu hadise dayanmışlardır: "Yeryüzünün ta­mamı bizim için secdegâh kılındı. Toprağı ise su bulamadığımız za­man, bizim için temiz kılındı." Bu hadisteki hüküm hâstır. (Özel bir anlam taşır). Dolayısıyla umum ifade eden hüküm, buna hamledilmelidir. Böyle olunca, temizleyici olma özelliği sadece toprağa ait olur. Ayrıca bu hadiste, yer­yüzünün secdegâh olması tekit edilmiştir. Temizleyici özelliği ise tekit edilmemiş­tir. Üsluptaki bu farklılık, hükümlerin de farklı olduğuna delalet eder. Aksi tak­dirde burada da, babda zikredilen hadiste olduğu gibi iki husus, birbirine atf-ı nesak ile bağlanırdı.

Bazı alimler, "toprak lafzının, teyemmümün sadece toprakla alına­bileceğine delil olarak kullanılmasına karşı çıkmıştır. Bu hususta şöyle demişler­dir: "Her yerin toprağı, üzerinde bulunan toprak vs. gibi şeylerdir." Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Ali'den gelen hadiste şöyle geçmektedir: "Toprak benim için, temiz kılın­dı." Bunu da, Ahmed İbn Hanbel ile Beyhakî hasen bir senetle nakletmiştir.

Bu anlattıklarımız, teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünü güçlendirir. Zira bu hadis, hem toprağın değerini göstermek hem de teyemmü­mün sadece onunla yapılacağını belirtmek için varid olmuştur. Eğer toprak dı­şında başka bir şeyle teyemmüm edilecek olsaydı, sadece toprak belirtilmezdi.

(namazını kılsın) Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere bu ifade, te­yemmüm aldıktan sonra namaz kılsın manasına gelir.

(Ganimetler benim için helal kılındı.) Bu konuda Hattâbî şunları söylemiştir: "Hz. Peygamber'den 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ve önceki peygamberler iki kısma ayrılır. Onlardan bazılarına cihad yoluyla elde edilen şeyden almalarına izin verilmemişti. Dolayısıyla onların ganimetleri olmazdı. Bazılarının ise kazanılan ganimet­lerden pay almasına müsaade edilmişti. Ne var ki, onlardan yemeleri helal de­ğildi. Bir ateş çıkıp paylarını yakardı." Bir yoruma göre ise Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ganimetler konusunda dilediği gibi tasarruf yapma yetkisiyle diğer peygamberlerden ayrılmıştır. Ancak ilk açıklama daha doğrudur. Yani önceki peygamberlerin ganimetlerden İstifade etmeleri kesinlikle caiz olmamıştı.

(Bana şefaat hakkı tanındı.) Bu hususta İbn Dakîk el-İyd şöyle demiştir:  Bununla, hesaba çekilmeyi bekle­yen insanların rahatlatılmasına yarayacak şefaat-ı uzmâ (büyük şefaat) kast edilmiştir. Bunun gerçekleşeceği konusunda en ufak bir görüş ayrılığı yoktur." İmam Nevevî ve daha başkaları da, kesin bir dille bunun şefaat-i uzmâ olduğunu ifade etmiştir. Bazıları bunun, Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem isteği üzerine, reddedilmeden gerçekleşecek şefaat olduğunu, bazıları ise kalbinde zerre miktarı İman bulunanların cehennemden çıkması için yapacağı şefaat olduğunu söylemiştir. Çünkü, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem dışındaki kim­selerin yapacağı şefaat, kalbinde zerre miktarından daha fazla iman bulunan kimseler İçin söz konusu olacaktır. Nitekim bu konuda Kadı İyâz şöyle demiştir: "Bana göre, şefaat-i uzmâ İle birlikte, bu şefaat kasdedilmiştir. Çünkü, Hz. Pey­gamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şefaat-ı uzmâ'dan sonra bu şefaati yapacaktır." Rikâk Bölümünde şefaat hadisini işlerken bu konu üzerinde ayrıntılı bir şekilde dura­cağız.

Beyhakî "Şuabu'l-îmân [Eserin adı için bk. İbn Hacer,Fethu'l-Bari,I,523 (Buradaki ilgili dipnot) (H.Aldemir)] adlı kitabında şunları söylemiştir: "Sadece Hz, Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem bahşedilen şefaat, onun küçük ve büyük günah İşleyen kimselere şefaat etmesidir. Onun dışındakiler sadece küçük günah işle­yenlere şefaat edecektir. Büyük günah işleyenlere ise şefaat edemezler." Kâdî İyâz da, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem özgü şefaatin, geri çevrilmeyecek şefaat olduğunu nakletmiştir. Nitekim İbn Abbâs hadisinde şöyle geçmektedir: "Bana şefaat bahşedildi. Bunu, ümmetim için sona bıraktım. Bu şefaat, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlar İçindir." Amr İbn Şuayb'dan da şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Bu şefaat sizin ve lâilâhe illallâh'ı kabul eden herkesindir."

Öyle anlaşılıyor ki, bu hadiste Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem özgü ola­rak geçen şefaat, tevhîd inancından başka, salih ameli olmayan kimseleri ce­hennemden çıkarmak için tecelli edecek şefaattir. Ayrıca, şefaat-i uzmâ da sa­dece Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem mahsustur. Ancak burada diğerine işaret edilmiştir. Çünkü şefaatin asıl gayesi ona bağlıdır. Zira ancak böyle bir Şefaat insanı ebedî rahata kavuşturur.

(Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi.) Hadisin bu kısmın­dan babın giriş kısmında bahsetmiştik. Hadisin "Ben ise, tüm insanlara gönderil­dim bölümü, İmam Müslim'in rivayetinde "Kızıl ve siyahlara gönderildim" şek­linde geçmektedir. Burada geçen siyah, Araplar; kızıl ise, Arap olmayanlar şek­linde yorumlanmıştır. Ayrıca kızıl ile insanlar, siyah ile cinlerin kasdedildiği söy­lenmiştir. Birinci yoruma göre, yakındaki ile uzaktakine işaret etme yoluyla tüm insanlar kasdedilmiştir. Zira Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem herkese gönderil­miştir.

Bu konudaki en kapsamlı ve en açık rivayet, İmam Müslim'in Ebu Hureyre'den naklettiği şu hadistir: "Ben, bütün mahlukâta gönderildim."

Tekmile: Ebu Hureyre'den nakledilen bu hadisin baş tarafı şöyledir: "Diğer peygamberlerden altı özellikle üstün kılındım." Bu rivayette, Câbir hadi­sinde bulunan beş özellikten şefaat dışındakiler zikredilmiştir. İki de yeni ilave yapılmıştır. Şöyle ki; "Bana cevâmiu'l-kelim' olma özelliği verildi. Benimle pey­gamberlik sona erdirildi." Câbir hadisi ile bu hadisteki Özellikleri topladığımız zaman, netice itibariyle yedi özellik söz konusu olur. Ayrıca İmam Müslim'in Huzeyfe'den naklettiği bir rivayette şöyle geçmektedir: "Şu üç özellikle in­sanlardan üstün kılındım: Saflarımız meleklerin safları gibi kılındı." Huzeyfe ikinci olarak Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem yeryüzüyle ilgili ayrıcalığını zikretmiş, üçüncü olarak ise "bir Özellik daha belirtti" demiştir. Bu rivayette açıklanma­yan üçüncü özelliği, İbn Huzeyme ile Nesâî şu şekilde vuzuha kavuşturmuşlardır: "Arşın altındaki bir hazineden alınarak Bakara suresinin sonunda yer alan âyetler bana verildi." Bu İfadeyle Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Allah Teâlâ'nın ümmetinden ağır yükü kaldırmasına, onlara güç yetiremeyecekleri yükümlülükleri yüklememesine, hata ve unutmadan dolayı onların sorumlu tutulmayacaklarına işaret etmiştir.

Bu rivayetle birlikte Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ayrıcalıkları dokuza çıkar. Ahmed İbn Hanbel şöyle bir hadis nakletmiştir: "Allah'ın peygamberle­rinden hiç kimseye verilmeyen şu dört şey bana bahşedildi: Yeryüzü­nün anahtarları bana verildi, Ahmed olarak isimlendirildim, ümmetin en hayırlı ümmet kılındı." Dördüncü özellik olarak ise Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem toprağın temizleyici vasfını zikretmiştir. Böylece Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ayrıcalıkları on İkiye çıkar.

Bezzâr merfu' şekilde farklı bir senetle Ebu Hureyre'den şu hadisi nakletmiş­tir: "Şu altı özellik sayesinde diğer peygamberlerden üstün kılındım: Gelmiş geçmiş bütün günahlarım bağışlandı, ümmetim en hayırlı üm­met kılındı, bana Kevser lütfedildi, sizin şu arkadaşınız kıyamet günü Adem peygamber ve onun neslinin bulunacağı livâu'l-hamd'ın (hamd sancağının) sahibidir." Bu hadiste Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem , bahsettiğimiz özelliklerine ilaveten iki özellik daha saymıştır. Yine Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan merfû' olarak naklettiği bir başka hadis ise şöyledir: "Şu iki özellik ile diğer peygamber­lerden üstün kılındım: Benim şeytanım kâfirdi. Ona karşı Allah bana yardım etti. Bunun üzerine o, Müslüman oldu." İbn Abbâs ikinci özelliğin ne olduğunu unuttuğunu söylemiştir.

Kısacası bütün bu anlattığımız rivayetlerden Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem diğer pey­gamberlerden ayrıldığı on yedi özelliğinin bulunduğu anlaşılır. Daha kapsamlı araştırma yapanlar, bu sayının daha fazla olduğunu tespit edebilirler. Mesela Ebû Saîd en-Nîsâbûri "Şerefu'l-Mustafâ" adlı kitabında, diğer peygamberlerde olmayıp sadece Hz. Peygamber'de Sallallahü Aleyhi ve Sellem bulunan özelliklerin sayısını altmış olarak vermiştir.

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

1- Allah'ın bahşettiği nimetleri saymak dinen uygundur.

2- Soru olmadan bir konu hakkında bilgi verilebilir.

3- Yeryüzü, asıl itibariyle temizdir.

4- Namazın sahih olması, bu ibadete tahsis edilmiş bir binada kılınmasına bağlı değildir. "Camiye komşu olanın namazı, ancak camide kabul olur." hadi­si ise zayıftır.

5- Hanefiler'den "el-Mebsût" adlı kitabın yazarı [Serahsi.(H.Aldemir)] bu hadisi insanın değerli bir varlık olmasına delil getirmiştir. Bu konuda şöyle demiştir: "İnsan, su ve top­raktan yaratılmıştır. Bunların her ikisi de temizleyici özelliğe sahiptir. Bu da insa­nın şerefli bir varlık olduğunu gösterir."
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

Hiç yorum yok: