24 Nisan 2013 Çarşamba

SEMAVİ DİNLERDE İMAN (1)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Bismillahirrahmanirrahim

Semavi din,, hak olan, doğru olan ilahi din demektir. Kur'an-ı kerim hariç, hiçbir semavi dinin kitabının bozulmadan önceki hâli yoktur. Hazret-i Nuh’a as ve diğer Resullere verilen kitapların ise hiç birisi yoktur. Hazret-i Âdem’in as, Hazret-i İbrahim’in as ve kendilerine kitap gönderilen diğer Resullerin dinine de semavi din denir. Hak olan bu dinlere muteber kitaplarda semavi din denmesi, vahyi getiren meleklerin semadan gelmesinden dolayıdır.

İsevilik ve Musevilik de semavi birer din iken zamanla tahrif edilmiştir. Tahrif edilmemiş, bozulmamış, yani indirildiği gibi de olsalardı, nesh edilmiş, yani yürürlükten kaldırılmış olduğu için, artık o dinlerle amel edilemezdi.Çünkü Rabbimizin buyurduğu üzere sadece yürürlükteki İslamiyet kıyamete kadar devam edecektir.

Semavi dinlerde iman farklı değildi. Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren İlahi dinlerin hepsi, insanlar tarafından bozulmadan önce, inanılacak şeyler bakımından birbirinin aynıydı. Aralarında fark yoktu.

Şu âyet-i kerime de iman edilecek şeylerin hep aynı olduğunu bildirmektedir:
(Kur'an, önce gelmiş olan kitapları tasdik edicidir.) [Bakara 97]
Bu âyette, Amentü’de yer aldığı gibi önceki kitaplara iman etmeyi bildiriyor, onlarla amel etmeyi söylemiyor. O kitaplar hiç değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ onları nesh edip, yani yürüklükten kaldırıp yeni din gönderdiği için onlarla amel etmek asla caiz değildir. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]

(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)[Al-i İmran 85]

Musevilik ve İsevilik de, Allahü teâlânın bir olduğunu ve Allahü teâlânın peygamberlerinin bir insan olduğunu bildirmiştir. Ancak Yahudiler, Hazret-i İsa’ya inanmadılar. Hıristiyanlar da putlara tapınmaktan kurtulamadılar ve Hazret-i İsa, (Ben de sizin gibi bir insanım. Allah’ın oğlu değilim) dediği halde, Baba, Oğul ve Ruh-ul kudüs ismi ile 3 ayrı ilaha tapındılar.

Bu yanlış inançları, ancak Allahü teâlâ, son peygamberi Muhammed aleyhisselam vasıtası ile düzeltmiştir. Bu dinleri, içlerine sokulmuş olan hurafelerden temizleyen hakiki, doğru din, İslam dinidir. Müslüman olan İngiliz Fellowes, şöyle diyor: (Hıristiyanlığın yanlış inançlarını düzeltmeye kalkan Martin Luther, ne yazık ki İslamiyet ile bu kusurların düzeltildiğini bilmiyordu.)

Eski dinlerin neshi nasıl oldu kısaca anlatmaya çalışalım:

Allahü teâlânın gönderdiği bütün dinlerde, iman bilgileri aynıydı. Her dinde Allah’ın var ve bir olduğu, Cennet, Cehennem ve ahiret hayatı bildiriliyordu. Bunlarda değişiklik yoktu. Hindistan ulemasından Rahmetullah Efendi diyor ki:
Nesh, peygamber kıssaları ile Cennet ve Cehennemden haber veren âyetlerde olmaz. Yalnız, emir ve yasakların bazılarında olur. Nesh; bazı emir ve yasakları değiştirmek demek değildir. Bunların yürürlük zamanlarının bittiğini haber vermek demektir. Kur’an-ı kerim, Tevrat ve İncili nesh etmiş, yürürlükten kaldırmıştır. (Beyan-ül-hak)

Hazret-i Hud, Âd kavmine; Hazret-i Salih, Semud kavmine; Hazret-i Musa, Beni İsraile gönderilmiştir. Peygamberlerden Harun, Davud, Süleyman, Zekeriyya ve Yahya “aleyhimüsselam” da, yine Beni İsraile gönderilmiştir. Fakat, bunların ayrı dini olmayıp, Beni İsraili, Hazret-i Musa’nın dinine davet etmişlerdi.

Hazret-i Davud’a inen Zebur’da ahkâm, emir ve ibadet yoktu. Vaaz ve nasihatle dolu idi. Tevrat’ı neshetmedi, yani, yürürlükten kaldırmadı, onu kuvvetlendirdi. Bunun için Hazret-i Musa’nın dini, Hazret-i İsa zamanına kadar devam etti. Fakat Hazret-i İsa gelince, bu din, Hazret-i Musa’nın dinini neshetti. Yani Tevrat’ın hükmü kalmadı ve bundan sonra, Hazret-i Musa’nın dinine uymak caiz olmayıp, Muhammed aleyhisselamın dini gelinceye kadar, Hazret-i İsa’nın dinine uymak lazım oldu. Fakat, Beni İsrailin çoğu, “Biz Tevrat’a uyarız” diyerek, Hazret-i İsa’ya iman etmedi. İşte Yahudilik ile Nasaralık [İsevilik] böylece ayrıldı.

Yahudiler, “Hazret-i Musa’nın dinine uyup, Tevrat ve Zebur ‘a uyarız; Nasara da, “Hazret-i İsa’nın dinine uyup, İncil’e uyarız dediler.

Hâlbuki bütün âlemlere peygamber olarak gönderilen Muhammed aleyhisselamın dini ki, din-i İslam’dır, bütün dinleri neshetmiştir. Bu dinin hükmü kıyamete kadar süreceğinden, dünyanın hiçbir yerinde, Onun dininden başka bir dinde bulunmak caiz olmaz. Ondan sonra, hiç peygamber gelmeyecektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Muhammed, Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.)[Ahzab 40]

(Biz seni bütün âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]

Yahudi ve Hıristiyanların kâfir olduğuna dair bazı âyet-i kerime mealleri de şöyle:
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin]sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.)[Tevbe 30]

("Allah’ın çocuğu oldu" dediler. Hâşâ, O yücedir, göklerde ve yerdekilerin hepsi Onundur, hepsi Ona boyun eğmiştir.) [Bakara 116]

("Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız" diyenlere de ki: "Aksine biz, hanif [doğru yaşamış] İbrahim’in dinine uyarız.") [Bakara 135]

("Biz, Allah ve Onun indinde bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Esbata indirilene, Musa’ya, İsa’ya verilenlere, Rablerinden diğer peygamberlere gelenlere, onların hiçbiri arasında fark gözetmeden inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk" deyin!) [Bakara 136]

(["Kur'an İsa’nın babasız olduğunu kabul ettiğine göre, ilahlığını da kabul ediyor" diyen Necranlı Hıristiyanlara] de ki: Gelin dua edelim, Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun!) [A. İmran 61]
[Fakat Hıristiyanların buna yanaşmadığı tefsirlerde bildirilmektedir.]

(İsa’ya, Allah diyenler kâfir olmuştur. Hâlbuki Mesih, "Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin" demiştir. "Allah üçün üçüncüsü" diyenler de kâfirdir.) [Maide 72, 73]

(Meryem, İsa’yı doğurup kucağında getirince, ona, "Çok garip bir iş yapmışsın, baban kötü, annen ise iffetsiz değildi" dediler. Meryem, [sormaları için] çocuğu gösterince, ona, "Biz çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. Çocuk dedi ki: "Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Bana namazı ve zekâtı emretti.") [Meryem 27–31] (Hıristiyanlar, İncil’de emredilen namaz ve zekâtı da tahrif etmişlerdir.)

(İsa, "Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli peygamberi müjdeleyici olarak geldim" demişti.) [Saf 6]


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.



"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim

Devam edeceğim inşallah.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

23 Nisan 2013 Salı

HUBB-İ FİLLAH VE BUĞD-İ FİLLAH

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim


Yine bilgisizliğimden kaynaklanan okuduğumda şaşırdığım ama beni çok etkileyen başka bir konuyu aktarmaya çalışacağım size inşallah.

Müslümanlığı sonradan öğrenen biri olarak öğrendiklerimi ahlakıma da geçirmeye gayret ediyor insanlara müslüman, gayrimüslim, inançlı, inançsız farketmiyor seviyor, yanlışlarına ses çıkarmıyor anlayışla karşılıyordum. Biliyorum sizler de böyle davranmanın doğru olduğunu düşünüyorsunuz.

Ben her Allah’ımızın cc ilminden yeni birşey öğrendiğimde bir kez daha cehaletimi görüyorum.

Ben çoğunluk müslümanların yaptığı gibi bildiğimi sandığım (çünkü aklımı devreye soktum ve mantıken bu böyle olmalı dedim ve sorgulamadım)aslında hiç bilmediğim Allah’ın ilmi hakkında kendimce hüküm koyarak ve araştırma yapmayı da gerekli bulmayarak
(çünkü çok eminim ki Allah’ta böyle davranmamı ister) Allah’ın düşmanım dediği kişilere sevgiyle yaklaştım. Amaaa.... her zamanki gibi yanılmışım!........Gelin birlikte gerçekte Rabbimizin bizden nasıl davranmamızı istediğini öğrenelim.

Hubb-i fillah buğd-i fillah, sevdiklerini sırf Allah rızası için sevmek, düşmanlık ettiklerine de sırf Allah rızası için düşmanlık etmek demektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(İbadetlerin en kıymetlisi, Allah için sevmek ve Allah için düşmanlıktır.) [Ebu Davud]

(İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.) [Buhari]

Doğru imanın alameti, kâfirleri düşman bilip, onlara mahsus olan ve kâfirlik alameti olan şeyleri yapmamaktır. 


Çünkü İslam ile küfür, birbirinin aksidir. Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerine hakaret ve kötülemek olur. Allahü teâlâ, habibi olan Muhammed aleyhisselama, İslam düşmanları ile savaşmayı ve onlara sertlik göstermeyi emrediyor. Allahü teâlâ, kâfirlerin, kendi düşmanı ve Peygamberinin düşmanı olduklarını bildiriyor. Allah’ın düşmanlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allah’a düşman olmaya sürükler. Bir kimse, kendini Müslüman zanneder, Kelime-i tevhidi söyleyip, inanıyorum der. Namaz kılar ve ibadet yapar. Halbuki, bilmez ki, böyle, [Allah’ın dostlarını sevmemek veya Allah’ın düşmanlarını “şu iyilikleri de var” diye sevmek] gibi çirkin hareketleri, onun imanını temelinden götürür. (1/163)

Muhammed Masum hazretleri buyurdu ki:
Sevgi, sevgilinin dostlarını sevmeyi, düşmanlarına düşmanlık etmeyi gerektirir. Bu sevgi ve düşmanlık, âşıkların elinde ve iradesinde değildir. Seviyorum diyen bir kimse, sevgilisinin düşmanlarından uzaklaşmadıkça sözünün eri sayılmaz. Buna yalancı denir. Sevgi, sevgilinin her şeyini sevmeyi gerektirir.. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allah’tan uzaklaştırır. Onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sevgiliye dost olunmaz. Kâfirleri sevmemek, Kur’an-ı kerimde açıkça emredilmiştir. Kur’an-ı kerime uymamız farzdır. (1/29)

Kâfirleri sevmeyi haram eden âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyle:


(Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar, [İslam’a olan düşmanlıklarında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez.)[Maide 51]

(Ey iman edenler, benim ve sizin düşmanınız olanları dost edinmeyin, onları sevmeyin!) [Mümtehine 1]

Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı, (Kâfirlere gadab ederler, birbirlerine merhametlidirler) diye övmektedir. (Feth 29)

Halife Ömer’e, (Hire’li bir hıristiyan var. Çok zeki, yazısı da çok güzel, bunu kendine kâtip yap) dediler. Kabul etmedi. Şu âyet-i kerimeyi okudu: "Ey iman edenler, Benim ve sizin düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine 1)

Ebu Musa el Eşari hazretleri anlatır: Halife Ömer’e dedim ki:
- Hıristiyan katibim çok işe yarıyor.
- Niçin, bir Müslüman katip kullanmıyorsun? (Ey müminler! Yahudi ve hıristiyanları sevmeyin) âyetini işitmedin mi?
- Dini onun, katipliği benim.
- Allahü teâlânın hakir ettiğine ikram etme! Onun zelil ettiğini aziz eyleme! Allah’ın uzaklaştırdığına yaklaşma!
- Basra’yı onunla idare edebiliyorum.
- Hıristiyan ölürse ne yapacaksan, şimdi onu yap! Hemen onu değiştir! buyurmuştur Hz.Ömer.

Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerifler, Allahü teâlânın kâfirlere düşman olduğunu, açıkça bildiriyor. Onun düşmanlarını seven, Onu sevmiş olur mu? Kâfirler, Allahü teâlânın düşmanı olmasalardı, (Buğd-i fillah)vacip olmazdı. İnsanı Allahü teâlânın rızasına kavuşturacakların en üstünü olmaz ve imanın kemaline sebep olmazdı.

Sevenin, sevgilinin sevdiklerini sevmesi ve sevmediklerini sevmemesi gerekir. Bu sevgi ve düşmanlık, insanın elinde değildir. Sevginin icabıdır. Burada, diğer işlerde gereken iradeye ve kesbe ihtiyaç yoktur. Kendiliğinden hâsıl olur. Dostun dostları, insana sevimli görünür. Düşmanları, çok çirkin görünür. Bir kimse, birisini seviyorum derse, onun düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sözüne inanılmaz. Ona münafık denir.

Allahü teâlâ, Mümtehine suresinin dördüncü âyetinde mealen,(İbrahim’in ve Onunla beraber olan müminlerin sözlerinden ibret alınız! Onlar, kâfirlere dediler ki, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Dininizi beğenmiyoruz. Allahü teâlâya inanıncaya kadar, aramızda düşmanlık vardır) buyurdu. Bundan sonraki âyet-i kerimede mealen, (Bu sözlerinde sizin için ve Allahü teâlânın rızasını ve ahiret gününün nimetlerini isteyenler için, ibret vardır) buyurdu.

Buradan anlaşılıyor ki, Allahü teâlânın rızasını kazanmak isteyenlere, bu teberri [uzaklaşmak] gerekir. Allahü teâlâ mealen buyuruyor ki,(Kâfirleri sevmek, Allahü teâlâyı sevmemektir. İki zıt şey, birlikte sevilemez.) Bir kimse, seviyorum dese, fakat Onun düşmanlarından teberri etmese, bu sözüne inanılmaz. Al-i İmran suresinin 28. âyetinde mealen, (Kâfirleri sevenleri, Allahü teâlâ, azabı ile korkutuyor) buyurdu. 

(Allah için seven, Allah için düşmanlık edenin imanı kâmildir.)[Ebu Davud, Tirmizi]

(İmanın temeli, Müslümanları yani Allah’ın dostlarını sevmek ve kâfirleri yani Allah’ın düşmanlarını, din düşmanlarını sevmemektir.) [İ.Ahmed]

Eğer Müslüman arkadaşı, Müslüman olduğu için değil de, yanlış hareketlerinden dolayı sevmiyorsak küfür olmaz. Müslümanı, Müslüman olduğu için sevmek şarttır. Buna hubb-i fillah yani Allah için sevmek denir. Kâfirleri sevmemeye de buğd-i fillah denir. Bir kimse, Hazret-i Ömer’le Hazret-i Ali'yi sevmese, Ebu Cehil’le, Firavun’u sevse kâfir olur. Çünkü Allah'ın sevdiklerini sevmek, Allah'ın düşmanlarını sevmemek lazımdır.

Eshab-ı kiramın herhangi birini sevmeyen de kâfir olur. Çünkü Allah onları sevdiğini Kur'an-ı kerimde açıkça beyan ediyor, hepsinin cennetlik olduğunu bildiriyor. Sıradan bir Müslümanı bile sevmemek küfür olur. Çünkü Allahü teâlâ, Müslümanı seviyor. Ama bir Müslümanı, bize zulmettiği için, alacağımızı vermediği için veya başka yanlış işlerinden dolayı sevmezsek, imanımıza zararı olmaz, çünkü imanını, Müslümanlığını değil, hatalarını sevmiyoruz. Din kardeşlerimizi sevmek ve onlarla beraber olmak ise, iman alametidir.

Kâfirleri sevmemek gerekir ise de, dinimizin emri gereği, onlara eziyet etmek, kalblerini incitmek haramdır. Sevmemek ayrı, onları üzmek ayrı şeydir. Onlarla ticaret yapılır, aldatılmaz, kötülük yapılmaz. Herkese olduğu gibi onlara da iyi davranmak lazımdır. Hatta hidayete kavuşmaları, Müslüman olmaları için dua da edilir.

Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir. Çünkü kâfir, Müslüman olup ebedi saadete kavuşabilir, Müslüman da, Allah korusun küfre düşüp Cehennemlik olabilir. 


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

21 Nisan 2013 Pazar

DUALARIM (2)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Allah’ım! Benim, ailemin ve tüm müminlerin imanını, itikadını, kalbini, ahlakını, dünyalık, ahiretlik tüm işlerini Sana emanet ediyorum. Onları koruyacak olan Sensin. El Hafız isminle koru ve El Hakem isminle bizim hakkımızdaki kararları Sen ver, bizi nefsimize bırakma. Bizim layık olduğumuzu değil Senin layık gördüğünü ver bize.

Allah’ım! Bize Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin kulluğu gibi bir kulluk, imanı gibi bir iman, ibadeti gibi bir ibadet nasip et ve öyle razı ve hoşnut ol ki bizden tüm müminler cennetinin 8 kapısından da girelim.

Allah’ım! Kimler doğru yolda ise, Senin rızan kimlerleyse, bana, aileme ve tüm müminlere onları sevmeyi, onlarla beraber olmayı nasip et. Dinimi doğru öğrenmek istiyorum. Razı olduğun ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarını okuyup, doğru olarak anlamayı ve amel etmeyi nasip et.

Ey büyük Allah’ım! Kalpleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren ancak Sensin. Kalbimizi dininde sabit kıl, dininden döndürme, müslümanlıktan ayırma.

Bizleri hayatta bıraktığın sürece günahları terkettirmekle bize merhamet eyle.

Allah’ım! Hakkı (doğruyu) hak olarak göster ve Hakka tabi olarak yaşamakla bizi rızıklandır. Bize batılı (yanlışı) batıl olarak göster ve ondan kaçınmakla bizi rızıklandır ve eşyanın hakikatını olduğu gibi göster.

Allah’ım! Senden rahmetine sebep olacak şeyleri, mağfiretine sebep olacak iradeni, her türlü günahtan kurtuluşu, her türlü iyiliği elde etmeyi, cennete kavuşmayı, cehennem ateşinden kurtulmayı diliyorum.

Allah’ım! Bana bağışlamayacağın bir günah, ferahlık vermeyeceğin bir sıkıntı, ödettirmeyeceğin bir borç, yerine getiremeyeceğim dünya ve ahiret ihtiyaçlarından herhangi bir ihtiyaç bırakma.

Ey Allah’ım! Sen kudretli bir Meliksin, ne istersen o olur. Şu anda içinde bulunduğum durumda beni başarılı kıl. Dünya ve ahirette bana mutluluk ver. Hayat ve ölüm fitnesinden koru ve korktuğumuz şeylerden bizi emin eyle. 

Ey gizli lutufta bulunan Allah’ım !Allah’ın rahmeti seyyidimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem üzerine, ailesine ve ashabına olsun. Hamd alemlerin Rabbi Allah’adır.

Allah’ım! Bize keder ve dert verme, bizi koru; bizden yardımını esirgeme.

Allah’ım! Gizlediğim şeylerimi açığa vurduklarımdan daha hayırlı eyle. Açığa vurduklarımı da güzel eyle. 

Allah’ım! Ben katı bir insanım beni yumuşat. Cimriyim cömert yap. Zayıf biriyim bana kuvvet ihsan eyle. Sana karşı kusur işlemeden, kulluk vazifemi ihmal etmeden ruhumu kabzet. Gaflet içinde olduğum halde beni öldürmenden, beni gaflet içinde bırakmaktan ve gafillerden kılmandan Sana sığınırım.

Allahım! Kelimetullahı ve kelimetülhakkı dünyanın her yerinde bir kez daha i’lâ buyur. Bizim ve dünyanın her köşesindeki bütün kullarının kalblerini imana, İslam’a, Kur’ân’a ve iman hizmetine aç ve bizi bu vazifede istihdam buyur. Gökte ve yerdeki kulların arasında bizim için sevgi ve hüsnükabul vaz’et. Bizi muhlis, muhlas, müttaki, vera’ sahibi, zâhid, kurbiyete mazhar, Rabbinden hoşnut ve Rabbi kendisinden hoşnut, Seni seven ve nezdinde sevilen, huşû sahibi, mütevazi, Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmış kullarından eyle. Efendimiz Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, âline ve bütün ashabına da salât ü selâm eyle! Âmîn! Sonsuz defa âmîn!

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

20 Nisan 2013 Cumartesi

PEYGAMBERİMİZİN (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) FAZİLETLERİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Canlılar içinde ilk olarak Muhammed aleyhisselamın ruhu yaratıldı. Tevrat, İncil ve Zebur’da övülüp müjdelenmiştir.

Âmine validemiz ona hamile olunca, bütün putlar yüzüstü devrildi. Bütün şeytanlar ve sihir yapan büyücüler âciz kalıp, işlerini yapamaz oldular. Doğunca da bütün putlar yıkıldı. Doğduğu gece, Kisra’nın sarayı yıkıldı. Mecusilerin bin yıldan beri yanan ateşi söndü. Save gölünün suyu kurudu.

Safiye Hatun anlatır:
Doğduğu gece 6 alamet gördüm:
1- Doğar doğmaz secde etti.
2- Başını kaldırıp “La ilahe illallah inni Resulullah” dedi.
3- Her taraf aydınlandı.
4- Yıkayacaktım, biz Onu yıkadık diye bir ses işittim.
5- Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş gördüm.
6- Sırtında nübüvvet mührü vardı. İki küreği ortasında “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazılı idi.


Çocuk iken, başı hizasında bir bulut gölge yapardı.

Ona salavat okumak âyet-i kerime ile bildirildi. Kelime-i şehadette, ezanda, ikamette, namazdaki teşehhüdde, birçok dualarda ve Cennette Allahü teâlâ, Onun ismini kendi isminin yanına koymuştur.

Allahü teâlâ, Onu kendisine habib [sevgili] yaptı, herkesten daha çok sevdi.

Kimseden bir şey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ ona, her ilmi, her üstünlüğü verdi. Her yerde her zaman mübarek kalbi hep Allahü teâlâ ile idi.
Allahü teâlâ, bütün peygamberlere (Ya Âdem, ya Musa, ya İsa) diyerek ismi ile hitap ederken, ona (Ya eyyühennebiyyu, ya eyyüherresul) diye özel hitap ediyor.
Namazda otururken, (Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi) okuyarak, Ona selam vermek emrolundu. Namazda, başka bir Peygambere böyle söylemek caiz olmadı.

Her peygamber kendi milletine, o ise her millete gönderilmiştir.

Her peygamber, iftiralara kendisi cevap verdi, fakat ona yapılan iftiralara Allahü teâlâ cevap verdi.

İsmi ile çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak haram idi.

Mübarek hanımları müminlerin anneleri idi ve onlarla evlenmek başkalarına haram edildi.

Önünden gördüğü gibi, arkasından da görürdü.

Mübarek teri, gül gibi güzel kokardı.

Uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.

Güneş ve Ay ışığında gölgesi yere düşmezdi.

Üstüne sinek ve başka hiçbir böcek konmazdı.

Çamaşırları, ne kadar çok giyse de hiç kirlenmezdi.

Taş üstüne basınca, izi kalır, kum üstünde iz bırakmazdı.

Sözü çok vecizdi. Az kelime ile çok şey anlatırdı.

Eshabının hepsi, peygamberler hariç, bütün insanlardan üstündür.

Onun ümmeti de bütün ümmetlerin en üstünüdür.

Onu ve ehl-i beytini sevmek farzdır.

Hazret-i Azrail, içeri girmek için izin istedi. Başka hiç kimseden izin istemedi.

Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

19 Nisan 2013 Cuma

HİLYE-İ SAADET (2)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Bir önceki yazıma devam ediyorum inşallah:

Güzel huyların hepsi Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemde toplanmıştı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiş olup, çalışarak, sonradan kazanmış değildi. Bir Müslümanın ismini söyleyerek, hiçbir zaman lanet etmemiş ve asla mübarek eli ile kimseyi dövmemiştir. Kendi için, hiçbir şeyden intikam almamıştır. Allah azze ve celle için intikam alırdı. Akrabasına, Eshabına ve hizmetçilerine tevazu ederek, iyi muamele eylerdi. Ev içinde çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Hastaları ziyarete gider, cenazelerde bulunurdu. Eshabının işlerine yardım eder, çocuklarını kucağına alırdı. Fakat, kalbi bunlarla meşgul değildi. Mübarek ruhu melekler âleminde idi.

Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi ansızın gören kimseyi korku kaplardı. Kendisi yumuşak davranmasaydı, Peygamberlik hallerinden, asla kimse yanında oturamaz, sözünü işitmeye takat getiremezdi. Halbuki, kendisi, hayasından, mübarek gözleri ile kimsenin yüzüne bakmazdı.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, insanların en cömertiydi. Bir şey istenip de, yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa, cevap vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsanları vardı ki, Rum imparatorları, İran şahları, o kadar ihsan yapamadılar. Fakat kendisi sıkıntı ile yaşamayı severdi. Öyle bir hayat yaşıyordu ki, yemek ve içmek hatırına bile gelmezdi. Yemek getirin yiyelim veya falanca yemeği pişiriniz buyurmazdı. Yemek getirirlerse yer, her ne meyve verseler kabul ederdi. Bazen aylarca az yer, açlığı severdi. Bazen de çok yerdi. Yemeği üç parmakla yerdi. Yemek sonunda su içmezdi. Suyu otururken içerdi. Başkaları ile yemek yerken, herkesten sonra el çekerdi. Herkesin hediyesini kabul ederdi. Hediye getirene karşılık olarak, katkat fazlasını verirdi.

Çeşitli elbise giymek âdet-i şerifesi idi. Yabancı devlet elçileri gelince süslenirdi. Yani kıymetli ve nefis elbise giyerek, güzel yüzünü gösterirdi. Yüzüğünü mühür olarak kullanırdı. Yüzüğü üzerinde(Muhammedün Resulullah) yazılı idi. Yatağı deriden olup, içi hurma ağacı iplikleri ile dolu idi. Bazen bu yatak üzerine, bazen yere serili deri üzerine, bazen de, hasır veya kuru toprak üzerine yatardı. Mübarek avucunun içini sağ yanağının altına koyup, sağ yanı üstüne yatardı.

Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, zekât malı almaz, çiğ soğan ve sarmısak gibi şeyler yemez ve şiir söylemezdi.

Server-i âlem efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek gözleri uyur, kalb-i şerifi uyumazdı. Aç yatıp tok kalkardı. Asla esnemezdi. Mübarek vücudu nurani olup, gölgesi yere düşmezdi. Elbisesine sinek konmaz, sivrisinek ve diğer böcekler mübarek kanını içmezdi. Allahü teâlâ tarafından Resulullah olduğu bildirildikten sonra, şeytanlar göklere çıkarak haber alamaz ve kâhinler söyleyemez oldu.


Bir kimse, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi rüyada görse, muhakkak Onu görmüştür; çünkü şeytan Onun şekline giremez.

Rabbimiz azze ve celle bize Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemi önce rüyada, sonra ölüm anında ve nihayetinde de Firdevs cennetinde görmeyi nasip etsin .
AMİN sonsuz kere amin.

Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

18 Nisan 2013 Perşembe

HİLYE-İ SAADET(Resulullahın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görünüşü) (1)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek yüzü ve bütün a’za-i şerifesi ve mübarek sesi, bütün insanların yüzlerinden ve a’zasından ve seslerinden güzeldi. Mübarek yüzü, bir miktar yuvarlaktı. Neşeli olduğu zamanda, mübarek yüzü ay gibi nurlanırdı. Sevindiği, mübarek alnından belli olurdu.
 

Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, gündüz nasıl görürse, gece dahi öyle görürdü. Önünde olanları gördüğü gibi, arkasında olanları dahi görürdü.
Yana ve geriye bakacağı zaman, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Yeryüzüne nazarı, semaya bakmasından ziyade idi. Mübarek gözleri büyüktü. Mübarek kirpikleri uzundu. Mübarek gözlerinde bir miktar kırmızılık vardı. Mübarek gözlerinin karası gayet siyahtı. Fahr-i âlem efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin alnı açıktı. Mübarek kaşları inceydi. Kaşları arası açıktı. İki kaşı arasında olan damar, hiddetlenince kabarırdı. Mübarek burnu gayet güzel olup, orta yeri bir miktar yüksekti. Mübarek başı büyüktü.

Mübarek ağzı küçük değildi. Mübarek dişleri beyazdı. Mübarek ön dişleri seyrekti. Söz söylediği zamanda, sanki dişleri arasından nur çıkardı. Allahü teâlânın kulları arasında ondan daha fasih ve tatlı sözlü kimse görülmedi. Mübarek sözleri gayet kolay anlaşılır, gönülleri alırdı ve ruhları cezb ederdi. Söz söylediği zaman, kelimeleri inci gibi dizilirdi. Bir kimse saymak istese, kelimelerini saymak mümkündü. Bazen iyi anlaşılması için, üç kere tekrar ederdi. Mübarek sesi, kimsenin sesinin yetişemediği yere yetişirdi.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem güler yüzlü idi. Tebessüm ederek gülerdi. Gülerken, mübarek dişleri görünürdü. Güldüğü zaman, nuru duvarlar üzerine ziya verirdi. Ağlaması da, gülmesi gibi hafifti. Kahkaha ile gülmediği gibi, yüksek sesle de ağlamazdı, ama mübarek gözlerinden yaş akar, mübarek göğsünün sesi işitilirdi. Ümmetinin günahlarını düşünüp ağlardı ve Allahü teâlânın korkusundan ve Kur’an-ı kerimi işitince ve bazen de namaz kılarken ağlardı.

Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek parmakları iriydi. Mübarek kolları etliydi. Mübarek avuçlarının içi genişti. Bütün vücudunun kokusu, miskten güzeldi. Mübarek bedeni, hem yumuşak, hem de kuvvetliydi. Enes bin Malik diyor ki, Resulullaha on sene hizmet ettim. Mübarek elleri ipekten yumuşaktı. Mübarek teri miskten ve çiçekten daha güzel kokuyordu. Mübarek kolları, ayakları ve parmakları uzundu. Mübarek ayaklarının parmakları iriydi. Mübarek ayaklarının altı çok yüksek olmayıp, yumuşaktı. Mübarek karnı geniş olup, göğsü ile karnı beraberdi. Omuz başının kemikleri iriydi. Mübarek göğsü genişti. Resulullahın kalb-i şerifi, nazargâh-ı ilahi idi.

Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çok uzun boylu olmayıp, kısa dahi değildi. Yanına uzun bir kimse gelse, ondan uzun görünürdü. Oturduğu zaman, mübarek omuzu, oturanların hepsinden yukarı olurdu.

Mübarek saçları ve sakallarının kılı çok kıvırcık ve çok düz değildi. Mübarek saçları uzundu. Önceleri kakül bırakırdı, sonradan ikiye ayırır oldu. Mübarek saçlarını bazen uzatır, bazen de keser, kısaltırdı. Saç ve sakalını boyamazdı. Vefat ettiği zamanda, saç ve sakalında ak kıl, yirmiden azdı. Mübarek bıyığını kırkardı. Bıyıklarının uzunluğu ve şekli, mübarek kaşları kadardı..
 

Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem misvakını ve tarağını yanından ayırmazdı. Mübarek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi. Geceleri mübarek gözlerine sürme çekerdi.

Kâinatın efendisi (sallallahü aleyhi ve sellem) önüne bakarak, süratle yürürdü. Bir yoldan geçtiği, güzel kokusundan belli olurdu.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kırmızı ile karışık beyaz benizli olup, gayet güzel, nurlu ve sevimli idi.


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Konuya devam edeceğim inşallah.

  
 

16 Nisan 2013 Salı

PEYGAMBERSİZ BİR DİN OLAMAZ (2)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

Bir önceki yazıma devam ediyorum inşallah:

Kur’an dışı gelen üç vahiy daha şöyledir:

Bir gün Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip, “Hani göklerden, Cennetten, Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor” dediler. Münafıkların bu sözü Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme ulaşınca, (Vallahi ben ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Şu anda Rabbim, bana devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir) buyurdu. Tarif edilen yere gidip deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular.(Mevahib-i ledünniyye)

(Üzeyr'in ve Zülkarneyn'in Peygamber olup olmadığını bilmiyorum. Hazret-i Cebrail gelinceye kadar, oturulacak yerlerin en iyisi ve en kötüsünün ne olduğunu soranlara"bilmiyorum" dedim. Cebrail de, "bilmiyorum" dedi. Nihayet Allahü teâlâ bildirdi ki, "Oturulacak yerlerin en iyisi camiler, en kötüsü de sokaklardır.") [Ebu Davud]

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, mestleri üzerine mesh edince, (Ya Resulallah, [ayakları yıkamayı] unuttunuz galiba dediler. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
(Hayır, ben unutmadım, Rabbim böyle yapmamı emretti.) [Ebu Davud]

Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bütün emir ve yasakları mesela namazın ve diğer ibadetlerin farzlarını, sünnetlerini, müfsitlerini vahye uygun olarak ümmetine bildirmiştir. Hiçbir şeyi gizli bırakmamıştır. İşte iki âyet-i kerime meali:

(Eğer O [Peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.) [Hakka 44-47]

(O gayb hakkında cimri değildir.) [Tekvir 24]
Müfessirler bu âyeti şöyle açıklıyorlar:
(Gaybdan yani kimsenin bilmediği vahiyle bildirilen bilgileri ümmetine açıklamak hususunda cimrilik yapmaz, hepsini bildirir. Allah’ın bildirdiklerini niye gizledin diye töhmet altında bırakılamaz, itham edilemez.)

Bu gayb bilgilerini de Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ümmetine tebliğ etmiştir. Namazın farzları, nasıl kılınacağı, diğer ibadet bilgileri hep bu gayb bilgilerdendir. Bunları hâşâ bildirmemesi mümkün mü? İşte bir âyet-i kerime meali:
(Ey Resulüm, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan Onun elçiliğini [Peygamberlik görevini] yapmamış olursun.) [Maide 67]

Görülüyor ki Allah Resulüne düşmanlık, Peygambersiz din meydana çıkarma gayreti, İslamiyet’i içeriden yıkmanın başka yoludur. Bu niyette olup,Yalnız Kur’an diyenler kesinlikle Kur’an-ı kerime de inanmıyorlar. Halbuki, Resulüne karşı gelenlerin yapmak istediklerinin çirkinliğini ve akıbetlerini de Allahü teâlâ Kur’an-ı keriminde mealen şöyle bildiriyor:
(Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36]

(Kimi, Resule iman etti, kimi de, yüz çevirdi. Bunlara çılgın ateşli Cehennem kâfi gelir.) [Nisa 55]

Vahiysiz dine ait hüküm yoktur.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin vahiy dışında içtihada dayanan sözleri de vardır. Bazı sözlerine, Allahü teâlâ, yanlış demiş ve affettiğini bildirmiştir. Tevbe suresi, 43. âyetinde mealen, (Hay Allah seni affetsin [iyiliğini versin]; [mazeretinde] doğru olanlar ile, yalancı olanlar belli olmadan, niçin onlara izin verdin?) buyuruldu.

Bu ayetten anlaşıldığı üzere Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin ictihadla söyledikleri de var. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Kur’an-ı kerim dışındaki mübarek sözlerini anlamak için, (Ya Resulallah, bu vahiy mi, yani Allahü teâlânın kesin emri mi, yoksa kendi ictihadınız mı?) diye sorarlardı. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de, vahiyse vahiy, değilse kendi ictihadı olduğunu bildirirdi.

İctihad makamına varmış bulunan yüksek kimseler, kendi ictihadlarına göre hareket etmek mecburiyetindedir. Başka müctehidlerin ictihadlarına tâbi olamazlar. Hatta Peygamberlerin zamanlarında da, sahabeden biri, kendi Peygamberinin ictihadına uymayan ictihadda bulunursa, kendi ictihadına göre hareket ederdi. Peygamberler de ictihad ederlerdi. Fakat ictihadlarında hata ederlerse, Allahü teâlâ, derhal Cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları vahiy ile düzeltilirdi. Yani Peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela, Bedir gazasında alınan esirlere yapılacak şey için, Server-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem bazı Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ise, başka türlü ictihad etmişti. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer’in ictihadının doğru olduğunu bildirdi.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından böyle ictihadla söylenenler, dini emir ve yasaklara ait hüküm ise, düzeltildiği için, neticede Peygamber efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem söyledikleri vahiy oluyor, yani son söylediği vahiy oluyor. Âyet âyeti nesh edebiliyor, hadis hadisi nesh edebiliyor, hadis âyeti nesh edebiliyor. Bunlar da vahiy ile oluyor, yani dine ait bir hüküm vahiy ile oluyor. Vahiysiz dine ait hüküm yoktur.

İctihadda Eshab-ı kiramdan biri, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme uymayabilirdi. Fakat bu ahkam, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanında hatalı ve şüpheli olamazdı. Çünkü, Cebrail aleyhisselam gelerek, yanlış olan ictihadlar, Allahü teâlâ tarafından hemen düzeltilir, hak ile bâtıl birbirinden hemen ayrılırdı. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin vefatından sonra meydana çıkarılan ahkam ise, böyle değildir. Bunun için, vahiy zamanında ictihad olunan ahkamı, hem yapmak, hem de inanmak lazımdır. (c.2, m.36)
Düzeltildiği için Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanlış olan, vahye dayanmayan bir ictihadı yoktur. Hepsi vahye dayanır.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin zamanında eshab-ı kiramın ictihadı bile hatalı olmuyor, hemen vahiy gelip düzeltiliyor, düzeltilmiş hâli vahiy oluyordu. [Buradan, (Her birine Cenneti vaad ettim, Hepsinden razıyım, onlar da benden razıdır) mealindeki âyet-i kerimelerle ve, sekiz muhaddis âlimin naklettiği (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir) mealindeki hadis-i şerifle methedilen Eshab-ı kiramın derecesini de anlamalıdır. Bu yüzden mezhep imamlarımız da onlardan gelen her haberi senet kabul etmiş, bunlara uymayan ictihadlarını bile hemen terk etmişlerdir.] Önemli olan neticedir. Bunun için Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, (Yemin ederim ki, ben size ancak Allahü teâlânın emrettiğini emrediyor, nehyettiğini nehyediyorum) buyuruyor. (Taberani)

Bu hadis-i şerif de gösteriyor ki, dine ait, hüküm koyan sözler vahiyledir, yanlış olma ihtimali asla yoktur.

Son bir örnek; Kisra’nın gönderdiği iki elçi sakalsız ve uzun bıyıklı idi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu elçilere, (Size bunu kim emretti?) diye sordu. Elçiler de, (Rabbimiz Kisra emretti) dediler. Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
(Benim Rabbim de, bana sakalımı uzatmamı ve bıyığımı kısaltmamı emretti.) [Ebu Nuaym]

Böyle açık bir emir, Kur'an-ı kerimde yoktur, Kur'an-ı kerim haricinde de vahiy geldiğini bu olay göstermektedir. Demek ki, bu hadis-i şerif de, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin dine ait sözlerinin vahye dayandığını gösteriyor.

Bize Kur’an yeter diyenler bu ayetleri nasıl görmezlikten gelebiliyorlar?... A tabii onlar Allah’ımızın (azze ve celle) Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme bildirdiği sünnetleri beğenmeyip kendi “akıl”larıyla yorumluyorlardı değil mi?

Allah-ü Teala hepimizi gerçek akıl sahiplerinden eylesin. AMİN. 


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim” 


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

14 Nisan 2013 Pazar

PEYGAMBERSİZ BİR DİN OLAMAZ(1)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Bismillahirrahmanirrahim

 Bazı kişiler  Yalnız Kur’an sloganı ile, “Peygambere Kur’an harici başka bilgi verilmedi, Vahiy haricindeki sözleri senet olamaz” diyerek peygambersiz bir din meydana çıkarmak istiyorlar. Bakalım Kur’anda Rabbimiz cc ne buyuruyor?


Kur’anda, (Yalnız Allah’a itaat edin) denmiyor, Resulüne itaati de şart koşuyor:
(Allah’a ve Resulüne itaat edin!)
 [Al-i İmran 32]

(İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan
 [Kur’andan] ve Resulünden[Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59]

(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.)
[Ahzab 36]

(Resulullahta sizin için
 [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.)[Ahzab 21]

Allahü teâlâ, Resulünü kendi ile beraber bildirirken şu âyetlerde de sadece Resulünü bildiriyor:
(Resulüme uyun ki, doğru yolu bulasınız!)
 [Araf 158]

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.)
 [Nisa 80] 

(Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!)
 [Haşr 7] 

(İhtilaflarda seni hakem edip verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmeyen iman etmiş olmaz.)
 [Nisa 65] 

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Kur’an dışındaki, dini hükümlere ait bütün emir ve yasaklardaki sözleri de, vahye dayanır. Bir âyet meali şöyledir:
(Resulüm, kendi arzusu ile konuşmaz. Onun
 [dini hükümlere ait her] sözü vahiydir.) [Necm 3, 4]

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin dini emir ve yasaklarda hüküm bildiren her sözünün vahiyle olduğuna birkaç örnek verelim inşallah::

1.
Bir âyet meali:
(Hani, Allah size, iki taifeden
 [Kervan veya Kureyş ordusundan]birinin sizin olacağını vaat etmişti. Siz de kuvvetsiz olanın[kervanın] sizin olmasını istiyordunuz. Oysa, suçluların hoşuna gitmese de, hakkı ortaya çıkarmak ve batılı yıkmak için, Allah hakkı ortaya koymak ve [Kureyş ordusunu yok edip] kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.) [Enfal 7]

Kervan kaçarak kurtuldu. Fakat Kureyş ordusu daha kalabalık olmasına rağmen
 Bedir’de yenildi. Allahü teâlâ daha önce bunu bildirdiğini söylüyor. Halbuki daha önce böyle bir şey söylediği Kur’an-ı kerimde yok. Demek ki, Peygamber efendimize vahiy ile bildirdi. 

2
. Bir âyet meali de şöyle:
 
(Hani siz Rabbinizden yardım istemiştiniz de, O da, “Ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim” diyerek bu duanızı kabul etmişti.)
 [Enfal 9]

Allahü teâlâ,
 (Bin melekle size yardım edeceğim) 
dediğini bildiriyor. Bunu Kur’an-ı kerimde daha önce bildirmediğine göre, Kur’andan ayrı olarak Resulullaha vahiy ile bildirdiği ortaya çıkıyor.

3. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hazret-i Hafsa’ya ra gizlice bir söz söylemişti. Tefsirlerde bu gizli sözün Hazret-i Ebu Bekir’in ra halife olacağına dair olduğu bildiriliyor. O da, bunu, mahzur yok diye Hazret-i Âişe’ye ra anlattı. Allahü teâlâ da bunu Resulüne bildirdi. İşte âyet-i kerime meali:
(Peygamber , hanımlarından birine
 [Hazret-i Hafsa’ya ra] gizlice bir söz söylemişti. O, bunu [Hazret-i Âişe’ye ra ] haber verince, Allah da cc Resulüne durumu bildirdi, o da bir kısmını açıkladı, bir kısmını da söylemedi. Hanımı [Hafsa], “Bunu sana kim haber verdi?” dedi, o da, “Bana, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah haber verdi” dedi.) [Tahrim 3]
Allahü teâlâ, Hazret-i Hafsa’nın sözünü Resulüne bildirdiğini söylüyor. Ama bu Kur’anda yok. Demek ki, Allahü teâlâ, Kur’andan başka da, Resulüne vahiy ile bildiriyor.
 

4
. bir âyet meali de şöyle:
(Siz
 [Hayber’den gelen] ganimetleri almak için giderken,[Hudeybiye seferinden] geri bırakılanlar, «Biz de sizin arkanızdan gelelim» diyecekler. Onlar [böyle söylemekle] Allah’ın cc [Hudeybiye seferine katılmayan bedevileri, bundan böyle başka bir sefere çıkarma] emrini değiştirmelerini isterler. De ki: «Bizim arkamıza asla gelemezsiniz. Allah cc, daha önce böyle buyurdu.» Bunun üzerine de «Hayır, siz bizi çekemiyorsunuz» diyeceklerdir. Halbuki onlar pek az söz anlayan kimselerdir.) [Fetih 15]
Burada Bedevilerin Hayber savaşına katılmalarının yasaklandığı, bu savaşa sadece Hudeybiye’de bulunanların katılacağı, bunun da, Resulullaha daha önce bildirildiği belirtiliyor. Kur’anda bunu bildiren bir âyet yoktur. Bu da gösteriyor ki, Resulullaha Kur’an harici vahiy de gelmektedir.

Kur’an-ı kerimde
 hikmet ile ilgili bir çok âyet vardır. Bir tanesinin meali şöyledir:
(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.)
 [Bakara 151]
İmam-ı Şafii hazretleri, (Bu âyetteki hikmet, Sünnettir. Önce Kur’an, peşinden hikmet bildirilmiştir) buyurdu. (Risale s.78)

Sünnetler de, Kur’an-ı kerim gibi vahiy iledir. Dinimizdeki dört delilin ikincisidir.
Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Cebrail aleyhisselam, Kur’an ile beraber açıklaması olan sünneti de getirmiştir.)
 [Darimi]

(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.)
 [İ. Ahmed]

(Ben size ancak Allahü teâlânın emrettiğini emrediyor, nehyettiğini nehyediyorum.)
 [Taberani]


Konuya devam edeceğim inşallah.

Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR


11 Nisan 2013 Perşembe

ŞEYTAN DA İNANIYOR


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Soru: Cennete, Cehenneme ve Allah’a inanan herkes mümindir ve Cennete gider deniyor acaba bu doğru mu? Okuduklarımı aktarıyorum:

Şeytan da Allah’a inanıyor, o da Cennete Cehenneme inanıyor. Hatta imanın diğer şartlarına da inanıyor. Meleklere inanıyor, Peygamberlere inanıyor, gönderilen kitaplara inanıyor. Öldükten sonra dirilmeye inanıyor. Hesaba, kitaba inanıyor ve bunları biliyor. Demek ki Amentü’ye sadece inanmakla, bunları bilmekle iman olmuyor. Amentü’de bildirilen altı esasa inanmakla birlikte, Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve hepsini beğenmek de şarttır. Birini bile beğenmeyen müslüman olamaz. Bir de, Hubb-i fillah, buğd-i fillah ile gayba iman var. Yani Allah dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek ve gayba inanmak gerekir. Tersi, yani Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost bilen ve gayba inanmayan kimse mümin olamaz.

Demek ki Amentü’ye şeytan da inanıyor, hepsini teker teker biliyor. Ancak şeytan, inandığı, teker teker bildiği bu şeyleri kabul etmiyor, beğenmiyor ve Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost biliyor. Şeytan gibi bilen ve inanan kimse mümin olmaz.
Bazıları Allah’a inanan herkesin Cennete gideceğini sanıyor. Bu çok yanlıştır. Amentü’deki altı esastan birine inanmayanın imanı geçersizdir. Bunun için inanmak değil, doğru inanmak önemlidir. Ahirette kurtulmak, ibadetin çok olmasına değil, doğru imana bağlıdır. İhlaslı ameli az da olsa, hatta hiç ameli olmasa, zerre kadar doğru imanı olsa yine Cennete girer. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kalbinde zerre kadar imanı olan Cehennemde kalmaz.) [Buhari, Müslim]

Dünyadan herkes ahirete yolculuk yapıyor. Herkes bir vasıtaya binip gidiyor. Bir vasıtaya binmek değil, doğru vasıtaya binmek önemlidir. Yanlış vasıtaya binen, istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. 

Allahü teâlâ, doğruyu azıcık merak edene, doğruyu arayana doğru yolu yani hakiki İslamiyet’i nasip edeceğine söz vermiştir. [Ankebut 69, Şûra 13], Allah sözünden dönmez. (Al-i imran 9)

Allahü teâlâ rızka kefildir ama imana kefil değildir. Doğru iman sahibi olmaya çalışmalıdır. İtikadı düzeltmeden önce ibadet etmenin faydası olmaz. Doğru itikad, ehl-i sünnet itikadıdır. İtikad doğru olunca ibadetleri arttırmak, insanın gayretine, ihlasına, ilmine bağlıdır. İstediği kadar artırır. Ancak, doğru itikadı, yani ehl-i sünnet itikadı yoksa ibadetlerinin hiç faydası olmaz.


Dinimiz İslam'dan faydalanılmıştır.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

9 Nisan 2013 Salı

KÜÇÜK NOTLARIM (2) Allah'a sığınmak ve razı olmak


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

* Biriyle aranıza huzursuzluk girerse ,“Ben Rabbim’e sığınırım” de. O zaman sıkıntı kendiğinden düzelir. Aramızın iyi olması, kötü olması da bizden değilmiş. Sen düzeltemediğin işi Allah’a havale et. O’na sığın O düzeltir.

*Hak’tan razı olun. Kendi halinden şikayet eden Hak’tan şikayetçi olur. Hamd edin. Şükredin. Şükredin ki iyilik artsın.

* Her neye aklınız takılırsa o sizin imtihanınızdır. Ondan kurtulmadıkça yol alamazsınız. Kafana takılan kuruntuları Rabbine havale et de rahatla.

* Tek güveneceğin Allah’tır cc. Hatalar sende kendine olan güvenini bitiriyor. (ne zaman dersen ki) “Ya Rabbi! Ben bunu kendi başıma başaramıyacağım, hata yapmaktan kurtulamıyorum.” Bak hata işe yaradı, Rabbine sığındın. Yoksa kendine güvenecektin.

* Hatalar kişilerindir, dinin değil.

* Kaderinizi sevmek, Allah’tan cc razı olmaktır. “Ey Sevgili, bana böyle yaşamayı uygun gördüysen, bana bu kaderi takdir ettiysen, ben de razıyım. Çünkü Seni çok seviyorum.

*Mal, can ve herşeyi ile Allah’a teslim, hatta acı, tatlı hiçbir şeye itirazın caiz olmayacağını itiraf ile Allah’ın dilediğini yapmasına, kaza ve kadere razı olduğuna inanan kişi pek büyük bir makama ermiştir. Buna Allah’ın cc emrine razı olmuş nefis denir.

*Allah’a sığındığının farkında olanların üzerinden imtihan kalkar.

* En üstün gaye mal değil, Allah cc rızasıdır. Yaptıklarını Allah cc için yap, istediklerini Allah cc için iste.

* Hak yolcusu yaptıklarını sevap için değil, Allah’ın cc rızasını elde etmek için yapmalıdır. Yaptığı her işi alışkanlık olarak değil, ibadet olarak yapmalıdır.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR



5 Nisan 2013 Cuma

KÜÇÜK NOTLARIM (1) günahlar ve tevbe


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Farklı kaynakları okurken defterime veya kağıtlara not düştüğüm değişik konuları yazmadan geçemeyeceğim. Benim içinde bir sürü not kağıtlarından kurtulup tek bir yerde toplanmasına vesile olacak inşallah.

Günahlar ve Tevbe etmekle ilgili notlarım:

*Allah-ü Teala öyle çok tevbe kabul eder ki; tevbe ile her günahı affedebilir. Hiçbir günahkarın tevbe ile affolunamayacak bir günahı düşünülemez. Çünkü en büyük günah şirktir. Tevbe ve iman ile Allah azze ve celle onu da affeder. Tevbe edeni hiç günah yapmamış gibi kabul eder.

*Her gece yatmadan tevbe et. Bugün ne günah işledin düşün ve tevbe et. Hergün kendini hesaba çekersen ve tevbe edersen Allah 
azze ve celle seni neden hesaba çeksin; zaten sen kendini hesaba çekiyorsun.

*Her namazdan evvel ve sonra “estağfirullah” derken bilinçli söyle. Hadis-i şerifte geçtiği üzere sol omuzdaki melek günahları yazmadan 5 vakit namazı süresince (yaklaşık 6 saat) bekler; ola ki kul tevbe eder diye Rabbimiz beklemesini emretmiş.

*Kişinin “içim sıkılıyor” demesi ne anlama geliyor biliyor musunuz? Kişinin hatası veya hataları vardır. Allah 
azze ve celle de kişiyi ikaz etmektedir. Kişi hatalarını bulup düzeltmelidir. Hatalarını bulup düzelten ve tevbe eden kişi sıkıntılarından kurtulur.

* Günahları huy edinmemek için daima tevbe edilmelidir. İnsanı ümitsizleştirecek şey günah değil günahta ısrar etmek, tevbeyi unutarak şeytana uymayı huy edinmektir.

* Kul Rabbine karşı hatasını itiraf eder; hatasını yok saydırmak için hileye başvurmaz. Hatası için bahaneler üretmez. Şeytanı şeytan yapan hatasını kabul etmemesi, isyanına bahane aramasıdır. Hatasını kabul etmeyen affa layık değildir. İtirafın seni Rabbine yakınlaştırır. Hatanı inkar eder ve nefsini savunursan, kendini Rabbinin katından uzaklaştırırsın.

Hatasını itiraf etmeyen için yol ikidir: 

1) Ya hiç affedilmeyeceğini düşünerek Allah azze ve celle’nin rahmetinden ümidini keser,

2) Ya da hatasız olduğunu sanıp kendini yüceltmeye kalkar, gururlanır, aldanır. 

İtiraf ve istiğfarda ise ne ümitsizlik vardır ne de gurur saklıdır. İstiğfar eden kul hata bile etse, hatta sırf hata ettiği için Rabbine yeni bir yakınlık kazanır. İtiraf ettiği için kurtulur.

* Kendi iyilik ve sevaplarına güvenmek yerine Rabbinin mağfiretini um. Hata edebileceğini kabullenmek, hiç hatasız olmaya çalışmaktan daha kolaydır. Mümin ne günahsızlığa soyunmalı, ne de günahın günah olduğunu itiraftan kaçınmalıdır. Her iki durumda da mağfiretin ve affın yolunu kapatır, kendisini kendi elleriyle ateşe sokar.

* Kalbinde zerre kadar iman olanlar, günahı günah bilenler ve ona helal demeyenler hakkında ebedi azap yoktur.

Ey Allah'ım! Bana, aileme ve tüm müminlere "Rahim" isminle merhamet et, bizi "Gafur" isminle affet, "Tevvab" isminle tevbelerimizi kabul et, "Gaffar" isminle günahlarımızı ört, öyle ki işlediğimiz günahları hatırlamıyalım. AMİN.

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

4 Nisan 2013 Perşembe

ÇOK GÜZEL DUALAR BULDUM (2)


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim


 Not: "
Mennân", Allah'ın güzel isimlerinden biri olup, Allah Teala'nın kullarına olan ihsanının çokluğunu ve sayısız nimetler verdiğini ifade eder.

**Allah’ım! Lutfunla verdiğin nimetleri Senin yolunda sarfederken çok gösterme gözümüze iyiliklerimizi. Mennan adının hakkı için Allah’ım yaptığımız iyilikleri dergahında kabul et, bizi minnet altında bırakanlardan yapma. 
Mennan adınla Rabbim ilahi tecelliler nasip et kalbimize ve ilahi tecellin ile Sana muhtaç gönüllere ihsan indir. Bütün iyilikler Sendendir. Ne yaptıysak iyilik adına Senin sonsuz lutfun ve ihsanındandır. 
Mennan adının tecellisidir yaptığımız hayırlar. 
Mennan adının hürmetine bizi hayır sahibi yap. Katında itibar edeceğin salih ameller yapmamızı nasip et bize.
İmdada yetişen, yardıma koşan, kapına geleni boş çevirmeyen Sensin. Verdikçe bereketlenen bereketlendikçe paylaşılan nimetler ihsan eyle bize.
Mennan adının tecellisini indir bugün yüreğimize. Bütün güzel isimlerin tecelli etsin kalbimizde. 
Son nefesimizde lütfunla Allah’ım ihsanınla gülümseyerek getirsin Meleklerin ruhumuzu Sana.
Sana kavuşacağımız O günde bizleri Sensiz bırakma. Sıddıklarla, şehitlerle, müminlerle bir tut bizi. 
Bizleri ebedi yurdunda lütfunla, ihsanınla yanına al. Kavurucu azaptan bizleri koru Mennan adınla.

**Ya Rabbi! Sana inanıyorum, Seni ve peygamberlerini seviyorum, İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, ailemi ve tüm müslümanları yanlış yola gitmekten koru.


**Yaptığımız iyiliklerin ve günahların zararından bizleri koru.


**Gelmiş geçmiş kulların arasında en yakın kullarından eyle.


**Bizi açık ve gizli bütün günahlardan koru.


**Bizi dünya zilletinden ve ahiret azabından koru.


**Ölüm anındaki sıkıntılara karşı bize yardım et.


**Kulak, göz, dil, kalp ve şehvetimizin şerinden koru.


**Nankörlükten, kabir azabından Sana sığınırız.


**Bize hidayet, takva, tok gözlülük ve zenginlik nasip et. Kalbimizi ve amelimizi riyadan, dilimizi yalandan, gözümüzü hıyanetten koru. Gerçek imana kavuştur. Salihlerle olmayı nasip et. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Sünnetinden ayırma, bi’datlerden uzak tut.


**Ecelimiz gelmeden nasuhi bir tevbe yapmayı ve Sana iman üzere, abdestli, oruçlu, şahadet getirerek, şehit olarak gelmeyi nasip et. 


**Bize verdiğin mal ve diğer nimetlere hakkıyla şükretmemizi ve hoşnut olacağın salih amellerde bulunmamızı nasip et. Sana daha çok zikretmemize ve yakınlaşmamıza vesile kıl.


**Bizi en hayırlı kullarınla birlikte haşret. Kulaklarımız, gözlerimiz ve kuvvetimizle maneviyatımızı güçlendirecek hayırlar kazanmayı nasip et. Bu kazancımızı da ebedi ve kalıcı kıl. Bize zulmedenlerden intikamımızı al. Bize düşmanlık edenlere karşı yardım et. Hatalarımızı affet. Belaları başımızdan def et. Hastalarımıza şifa ver, gönüllerimizi nurlandır, ihtiyaçlarımızı gider. Ailemizden küçüklere ve büyüklere merhamet et. Bu geçici dünyayı en büyük kaygımız ve ilmimizin de son hedefi kılma. Bize dini ve dünyevi müsibet verme. Günahlarımız sebebiyle bize merhamet etmiyecekleri başımıza musallat etme.


**Oburluktan, kıtlıktan, haddini aşmaktan, geçimsiz olmaktan, kötü zandan, sarhoş edici içkilerden, bolluk içinde gaflete düşmekten, kötülük yapmaktan, verilen habere zan ile yaklaşmaktan, karanlık fitneden ve geçim darlığından Sana sığınırız.


**Akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi yap bizleri.


**Rahmetine vesile olacak amelleri, mağfiretini celbedecek sebepleri talep ediyor her çeşit günahtan koruman için yalvarıyorum. Hangi amelden razı isen onu ver bize.


**Bize Kur’an bilgisini ver ve o bilgiyle bizleri Kendi yolunda çalıştır.


**Razı olduğun sahada bizi kuvvetlendir, zafiyetimizi gider. Bizi alnımızdan tutup hayra doğru yönelt. Sen neyi seviyor, neden razıysan bizi onu yapmaya muvaffak kıl. AMİN.


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

28 Mart 2013 Perşembe

BİR MÜSLÜMANIN EHLİ SÜNNET OLABİLMESİ İÇİN İNANMASI GEREKEN KONULAR

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim

İmanın şartları, ehli sünnet, bi’dat ehli, Allah-ü Teala’nın sıfatları ve bir müslümanın itikadı nasıl olmalı konu başlıkları altında anlatılmaya çalışıldı. Bu yazımda da son olarak itikadımızı tekrar bir gözden geçirip İTİKAD konusunu tamamlamak istiyorum inşallah. Ve tekrar kendime ve sizlere bu inançlara sahip olmamızın, bu itikadı korumamızın ve bu inanç üzere ölmemizin önemini hatırlatıyorum.

BİR MÜSLÜMANIN EHLİ SÜNNET OLABİLMESİ İÇİN  İNANMASI GEREKEN KONULAR

1. İyi ve fasık her müslümanın arkasında namaz kılmanın caiz olduğuna inanmak, (bidat ehli de dahil)(imam olmaları mekruhtur ama imam olmaları durumunda namaz caizdir)

2. Kıble ehlini, işlediği günahı helal saymadıkça küfre nispet etmemek,

3. İster iyi ister kötü, iman üzere ölen herkesin cenaze namazının kılınacağına inanmak,

4. Kur’an’ın mahluk (yaratılmış) olmadığına inanmak. Kur’an bizzat Allah-ü Teala’nın kelamıdır. Melek ve peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sadece vasıtadır.

Kur’an’ı Kerim’in 4 unsuru vardır. Bunlardan biri eksik olursa Kur’an olmaz. Çevirilerine meal denir;Kur’an denmez:
a. Lafız olması,
b. Arapça olması,
c. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirilmiş olması,
d. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olması.

5. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin miracının hak olduğuna inanmak. Ehl-i sünnet miracın hem beden hem ruh ile olduğuna inanır. Hadis mütavatir olmadığı için miracı inkar eden kafir değil bidatçıdır.(ehl-i sünnetten çıkmıştır.)

İsra’yı (Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülmesi) ise inkar eden kafir olur. Çünkü ayetle sabittir.

6. Müminlerin cennette Allah-ü Teala’yı göreceklerinin hak olduğuna inanmak,

7. Cennet ve Cehennemin hali hazırda yaratılmış olduğuna inanmak,

8. Sahabelerin sadece hayırla anılacağına inanmak,(sahih hadislerle sabit)

Sahabeye sövmek, ileri geri konuşmak şayet kesin delillere aykırı düşüyorsa küfürdür. Kesin delillere dayanmıyorsa bi’dat ve fasıklıktır.

9. Amellerin tartılmasının hak olduğuna inanmak,

10. Sıratın hak olduğuna inanmak,

11. Büyük günah işleyenler hakkında Allah-u Teala'nın izniyle Peygamberlerin ve hayırlı kişilerin şefaat etme yetkilerinin var olduğuna inanmak. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Kıyâmet gününde üç sınıf şefaat edecek: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler..." (İbni Mace, Zühd 37)

12. Büyük günah işleyen müslümanlar tevbe etmeden ölseler dahi cehennemde ebedi olarak kalmayacaklarına inanmak,

13. Amelin imandan cüz olmadığına inanmak,

14. Şirkin dışında büyük günah işlemenin mümini imandan çıkarmayacağına inanmak,

Büyük günahları da açıklayalım inşallah; Allah’a cc şirk koşmak, haksız yere adam öldürmek, namuslu kadının iffetine iftira etmek, zina etmek, savaştan kaçmak, sihir, büyü yapmak ve yaptırmak, yetim malı yemek, müslüman olan anne-babaya asi olmak, Mescid-i Haram’da günah işlemek, faiz yemek, hırsızlık yapmak, içki içmek.

15. Allah-ü Teala’nın duaları kabul edip, ihtiyaçları göreceğine inanmak,

16. Kulun kendi iradesiyle yaptığı bütün iyi ve kötü fiillerinin yaratıcısının Allah-ü Teala olduğuna inanmak,( “yarattı” kelimesini biri için kullanmaktan da sakınmalıyız)

17. Yolcu veya yolcu değilken mestler üzerine meshetmenin caiz olduğuna inanmak,

18. Kabirde Münker ve Nekir’in sual sormalarının hak olduğuna inanmak.

19. Kafirlere ve asi olan bazı müminlere yapılacak kabir azabının hak olduğuna inanmak,

20. Müslümanların Cennete girmeleri, amellerinin karşılığı olmayıp bilakis Allah-ü Teala’nın fazl-u keremi ile olduğuna inanmak, (bir bilgi: müminlerin Cennetteki derecelerinin farklı olması amellerinin azlığı ve çokluğuna bağlıdır.)

21. Öldürülenenin, eceliyle öldürüldüğüne inanmak,
22. Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisinin Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer radıyallahu anhum olduğuna inanmak,

23. Hz.Osman ve Hz. Ali ‘yi radıyallahu anhum sevmenin gerekliliğine inanmak,

24. Veliler (Allah-ü Teala’nın dostlarının) kerametlerinin hak olduğuna inanmak, ( bir bilgi: Bazen iman ve amelle ilgisi bulunmayan kişilerden de harkulade hadiseler zuhur edebilir buna "istidrac" denir.)

25. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin cennetle müjdelemiş olduğu 10 kişinin cennetlik olduğuna dair şehadette bulunmanın hak olduğuna inanmak,

26. Kitabın hak olduğuna inanmak;( Hafaza meleklerinin, mükellef kulun taat ve isyanlarını yazdıkları divan haktır),

27. Sualin hak olduğuna inanmak. Kıyamet günü hesap zamanı Mevla Teala’nın, kullarına dünyada yaptıklarını sorması haktır. O müminlerin günahını teşhir etmeyip onlarla teke tek görüşecek ve neticede günahlarını mağfiret edecektir inşallah.

28. Havz-ı Kevser’in hak olduğuna inanmak,

29. İnsanların peygamberlerinin, meleklerin peygamberlerinden, meleklerin peygamberlerinin, insanların peygamber olmayanlarından, insanların peygamber olmayanlarının da meleklerin peygamber olmayanlarından daha faziletli olduğuna inanmak.

Rabbim bizi Firdevs cennetinde buluştursun. AMİN.

İtikad Risalesi

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

24 Mart 2013 Pazar

(Fiili Sıfatlar) ALLAH-U TEALA’NIN ZATI VE SIFATLARI İLE İLGİLİ İTİKADIMIZ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim


Ve son olarak fiili sıfatları:

3.FİİLİ- Allah Teala’nın kainatla olan münasebetini en açık bir şekilde ifade eden ve O’nun kainatı yaratış ve idare edişini oldukça ayrıntılı biçimde anlatan sıfatlardır.

a)TAHLİK- icat etmek, yoktan yaratmak,

Her şeyin yaratıcısı olan Rabbimiz azze ve celle, dilerse dilediğini yaratan, dilemezse yaratmayan yegâne "Hâlîk" dir. İyiliğin de, kötülüğün de, hayrın da, şerrinde, güzelin de, güzel olmayanın da yegâne yaradanı Rabbimiz Allah Teâlâ'dır... 

Allah Teala'nın, iyiliğe, hayra ve güzel olana rızası vardır... Kötülükten, şerden ve çirkinlikten razı değildir... O'nun her yarattığı şeyde bir hikmet vardır... Bu hikmeti bazen idrak ederken, bazen de idrakimizin dışında kalmaktadır... 

Müslüman kullar olarak vazifemiz, Rabbimizin her yarattığını bir hikmet üzere yarattığına ve O'nun boş yere bir şey yaratmadığına iman edip, O'nun hükmüne razı olmamızdır... Kula düşen, Rabbi Allah'a tam teslim olmakdır...

Rabbimiz azze ve celle şöyle buyurur:

Dedi ki: “Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur?” Allah buyurdu: “İşte öyle, Allah dilediğini yaratır, bir işin olmasını istedi mi ona sadece ‘ol!’ der, o da oluverir.” 
Âl-i İmrân Suresi - 47 

"Gökleri ve yeri yaratan Allah onların benzerini yaratmaya kādir değil mi? Elbette öyledir. O eşsiz yaratıcıdır, her şeyi bilir." Yâsîn Suresi - 81

b)TERZİK-rızık vermek,

c)İHYA-diriltmek,

d)İMATE- öldürmek,

e)TEN’İM-ve f)TE’ZİP Ten'im, nimet vermek, ta'zib de azab etmek demektir... 

Rabbimiz Allah Teâlâ, kullarından dilediğine bol bol nimetler ihsan eder, günah işleyerek cezayı hak etmiş olan kullarından dilediğine de azab eder... Dilediğinin bütün günahlarını affeder, dilediğinin küçük bir günahına karşılık ceza verir... Rabbimiz'in affetmeyeceğini beyan buyurduğu suç ve günah, şirk ve küfür işlemektir. Şirk ve küfrün dışındaki suçlardan dilediğini affeder...

Rabbimizin cc bütün bu fiilleri tekvin sıfatına dönücüdür.

Allah’ımız cc tüm teferuatı bilir. En ufak şeyi bile duyar, görür. Mütezile fırkasının “Allah küçük şeylerle uğraşmaz“ diyerek O’nun görmediği, işitmediği şeyler varmış gibi (haşa) Rabbimize noksanlık, acizlik, cahillik gibi noksan sıfatların isnadı kişiyi dinden çıkarır.

Bundan sonra Rabbimizin sıfatları konusunda hassas davranalım inşallah. O’nun hakkında konuşulurken daha dikkatli olalım. Bir ortamda konuşurken bazen “Allah yukarda” diye elimizle gökyüzünü gösterdiğimiz oluyor. O’nun sıfatlarını bilmemekten kaynaklanan böyle konuşmalar geçebiliyor. O mekandan münezzehtir. Biz Allah’ımıza karşı hürmetimizi muhafaza etmek zorundayız. Hangi ortamda olursak olalım Allah’ımıza azze ve celle, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme, Kitab’ımıza, Ehl-i Beyt’ e karşı bilinçli ya da bilinçsiz söylenen her söze karşı onları muhafaza edelim inşallah.

Müslüman şuurlu olmalı. 

VE SON OLARAK TEKRAR !!!

Bu dünya RABBİMİZİ tanımanın yeri.

O’nu tanımadan ölürsek bir daha tanıyamayız.


İtikad Risalesi

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

22 Mart 2013 Cuma

BİR GAZETE YAZISI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Bismillahirrahmanirrahim

Sizlere "Ehl-i Sünnete aykırı görüşler", "Kur'an herkes tarafından anlaşılamaz", "Ehl-i sünnet" ve "Bi'dat ehl-i" yazılarımda bahsetmeye çalıştığım konuları bugünkü (22 mart 2013 ) Sabah Gazetesinde Nihat Hatipoğlu'da " Sizi ancak Bedir'in aslanları geçer " adlı yazısının içinde "Dini kirletenlere dikkat ediniz!" başlığı altında değinmiş. Paylaşıyorum.

Dini kirletenlere dikkat ediniz!
Çağımızda dini kirletenlerin ve din üzerine oyun kuranların çoğaldığını ibretle görüyoruz. Bu oyunları birkaç madde halinde hatırlatmak istiyoruz. Dikkat etmemiz lazım. Çünkü dini kirletenler ve tahrif edenler bunu yaparken sureti hakikatten görünüp -dine hizmet ediyormuş gibi görünüp- din kisvesi altında bunu yapmaktadırlar. Elbette ki, ben dini bozacağım diye ortaya çıkmayacaktır. Çünkü eğer böyle deselerdi siz hemen onları tanırdınız. Onları bozuk ruh halleriyle baş başa bırakırdınız.

1- Bize Kuran-ı Kerim yeter. Hadislere gerek yoktur diyerek bütün hadisleri inkâr edenlere dikkat ediniz. Onlar aslında Hz. Peygamber'siz (s.a.v.) ve ibadetsiz bir İslam'ın peşindeler. Bunu açıkça diyemedikleri için böyle bir yol deniyorlardır. Takiyye yapıyorlardır. Onların son hedefi peygambersiz bir İslam'dır. Biz Hz. Peygamber'in olmadığı bir din dayatmasını küfürle eşit sayıyoruz. Biz hadislerin sahih -doğru- olanını uydurma olanından ayırırız.

2- Şefaat yoktur diyorlar. Bununla; Hz. Peygamber'in (s.a.v.), namazın, Kuran'ın, meleklerin ahiretteki şefaatini inkâr ediyorlar. Bunu yaparken de; "putlar ahirette bizim şefaatçimiz olacak" diyen müşrikler hakkında inen ayetleri müminler hakkında inmiş gibi gösteriyorlar. Ayetlerin iniş sebebini tahrif ediyorlar. Kuran'ın anlamını bozuyorlar.

3- Kabir azabı yoktur diyorlar. Böylece hem bazı ayetleri ve hem de bu konuda söylenmiş yüzlerce hadisi yok sayıyorlar. 

4- Ahiretteki; sırat köprüsü, terazi, Kevser havuzu gibi durakları inkâr ediyorlar. Bu husustaki bazı ayetlerin işaretini ve hadisleri yok sayıyorlar.

5- Ehli beyt-i sevdiklerini iddia ederek, onların şanlı isimlerini istismar ederek Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer gibi büyük sahabelere saldırmak için yol arıyorlar. Bizler biliyoruz ki Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman gibi yeryüzünün yıldızları, birbirlerine kardeşten öte bir sevda ile bağlıydılar. Biri diğerinin sağ kolu, yardımcısı ve dostu olarak yaşadı. Allah tümünden razı olsun. Sahabeye saldıranların bid'at ve hurafe ehli olduklarını alimler deklare etmişlerdir.

6- Tasavvufu bid'at olarak nitelendirip inkâr ediyorlar. Biz biliyoruz ki doğru uygulandığında, hurafe ve bid'atten uzak olarak anlaşıldığında tasavvuf; Efendimiz'in (s.a.v.) yaşadığı temiz ahlakı yaşamaya davettir. Bu, davetin bir yöntemidir. Bizler; sahtekâr ve şarlatan olanları ile gerçekten Allah'a hizmetkâr olan iddiasız, istismarsız gerçek davetçileri, mürşitleri birbirinden ayırıyoruz. Tasavvufa saygılıyız. Tasavvufu istismar edenlerle gerçek tasavvuf erbabını birbirlerinden ayırıyoruz.

7- İslam'ı anlatırken sanki Yüce Allah'tan daha merhametliymişler gibi bir role soyunup, cehennemi yok sayıyorlar. Bizler; cenneti de, cehennemi de Yüce Allah'ın yarattığına inanıyoruz. Elbette ikisini de hak edenler vardır. Ve bizler cennete talip olmaya çalışıyoruz.

8- Dinin eksenini; Kuran'dan, Hz. Peygamber'den (s.a.v.) başka tarafa çevirip namazsız, ibadetsiz, cezasız, mükâfatsız, sorumsuz bir din kurmaya çalışıyorlar. Bunun için ayetleri kendilerine evirip çeviriyorlar.

9- Yüce Rabbimizin Kuran-ı Kerim'de belirtilmiş vasıflarını yok sayıp Yüce Allah'a "Allah baba" diyerek tevhid anlayışını bozuyorlar.

10- Mezhep imamları olan; İmam Ebu Hanife (İmamı Azam), İmam Şafii, İmamı Malik ve İmam Ahmed gibi büyük alimleri yok sayıp, tenkit edip kendi hezeyanlarını onların önüne almaya çabalıyorlar.

Sizler bu tür insanları elbette biliyorsunuz. Bizim için onların ismi cismi değil, ne yaptıkları önemlidir. Rabbim bizleri saadet dönemindeki -Hz. Peygamber dönemindeki doğru çizgiden ayırmasın...



“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”