Allah’ın varlığı ve birliği akılla bulunabilir, ancak mahiyeti ve keyfiyeti, akılla bilinemez. Bu imanın konusudur. Çünkü akıl, yaratılan bir melekedir ve kendisini yaratını kuşatıp kavraması mümkün değildir. Allah ancak isimleriyle bilinir.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ‘Allah’ın doksan dokuz ismi vardır ki, kim onları bellerse cennete girer’ buyurur. Çünkü bu isimleri manalarıyla bilen ve buna inanan, Allah’ı istenildiği gibi tanımış demektir, bu da onun cennete girmesine yeter. Ancak Allah’ın isimleri bunlardan ibaret değildir, O’nun için söylenmesi caiz olan başka isimler de vardır ve biz bunları ancak Resulüllah’tan öğrenebiliriz.
Allah-u Teala, Kur’an-ı Kerim’de ‘bilin ki, Allah’tan başka ilah yoktur…’ (Muhammed 19) buyurduğuna göre Allah’ın tanınması bilgiyi gerektirir ve bu kadarcık bilme bütün müminler üzerine farzdır. İşte biz de Esma-i Hüsna'yı çalışarak bu farzı yerine getirmeye gayret ediyoruz.
El-Vedud ism-i şerifi, seven ve sevilen manasındadır. O’nun rahmeti, affı, cömertliği gibi bir çok sıfatı sadece zatından kullarına yönelik tarif edilirken Vedûd ismi iki yönlü olarak “hem seven hem sevilen” diye tanımlanmış ve Kur’an’da da açıkça O’nu her şeyden çok sevmemiz istenmiştir.
Allah Teala’nın biz kullarından böylesine yüksek bir sevgi talebi yani, O’nun sevgisinin kalbimizde en üst noktada olmasını istemesi, bizim ihtiyacımızdan dolayıdır; Zira Rabbimiz hiçbir şeye muhtaç olmayandır. Bunun tersi bir durumda ise Allah gibi sevdiğimiz herhangi bir şeye üzerimizde tanrılık etme yetkisi vermiş oluruz.
Bu iki manasıyla, Allah-u Teala Vedud’dur. Hem mahlukatını sever hem de mahlukatı tarafından sevilir.
1-Allah-u Teala, el-Vedud’dur mahlukatını sever. Allah’ın kullarını ne kadar çok sevdiğini anlatmak üzere Efendimiz bir benzetme yapar ve çölde devesini kaybedip bütün yaşam umudunu yitiren birisi ölmek için uzandığında devesini yanı başında görse ne kadar sevinirse Allah da günahlarla kendisinden uzaklaşan bir kulu tövbe edip kendisine döndüğünde ondan daha çok sevinir der.
Allah-u Teala, Kur’an-ı Kerim’de ‘bilin ki, Allah’tan başka ilah yoktur…’ (Muhammed 19) buyurduğuna göre Allah’ın tanınması bilgiyi gerektirir ve bu kadarcık bilme bütün müminler üzerine farzdır. İşte biz de Esma-i Hüsna'yı çalışarak bu farzı yerine getirmeye gayret ediyoruz.
El-Vedud ism-i şerifi, seven ve sevilen manasındadır. O’nun rahmeti, affı, cömertliği gibi bir çok sıfatı sadece zatından kullarına yönelik tarif edilirken Vedûd ismi iki yönlü olarak “hem seven hem sevilen” diye tanımlanmış ve Kur’an’da da açıkça O’nu her şeyden çok sevmemiz istenmiştir.
Allah Teala’nın biz kullarından böylesine yüksek bir sevgi talebi yani, O’nun sevgisinin kalbimizde en üst noktada olmasını istemesi, bizim ihtiyacımızdan dolayıdır; Zira Rabbimiz hiçbir şeye muhtaç olmayandır. Bunun tersi bir durumda ise Allah gibi sevdiğimiz herhangi bir şeye üzerimizde tanrılık etme yetkisi vermiş oluruz.
Bu iki manasıyla, Allah-u Teala Vedud’dur. Hem mahlukatını sever hem de mahlukatı tarafından sevilir.
1-Allah-u Teala, el-Vedud’dur mahlukatını sever. Allah’ın kullarını ne kadar çok sevdiğini anlatmak üzere Efendimiz bir benzetme yapar ve çölde devesini kaybedip bütün yaşam umudunu yitiren birisi ölmek için uzandığında devesini yanı başında görse ne kadar sevinirse Allah da günahlarla kendisinden uzaklaşan bir kulu tövbe edip kendisine döndüğünde ondan daha çok sevinir der.
Kur’an-ı Kerim’de Vedûd ismi iki yerde Rahîm ve Gafur isimleriyle birlikte geçmektedir. (Hûd, 11/90; Buruc, 85/14.) Bu seçim bize sevginin bağışlayıcılıkla yakınlığını net bir şekilde vurgular. Seven, merhamet ve mağfiret eder; bu merhamet ve bağışlayıcılığın sürdürülebilmesi için de sevmek şarttır.
Âl-i İmran suresi 31. ayetteki “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” ifadesi bağışlamayı sevgiden hemen sonra getirerek sevgi ile affın bir aradalığına işaret eder. Aynı zamanda bu ayet Allah’ı sevenin O’nun elçisi olan Efendimiz'e tabi olmaktan kaçınmaması gerektiğini de kuvvetle vurgular. Allah ve Rasulünü sevmenin insanda nasıl büyük bir fark meydana getirdiğini büyük günahlardan bazılarını işledikleri için cezalara çarptırılan sahabilerini eleştirenlere Efendimizin, “Ona öyle demeyin, vallahi o Allah ve Rasulünü çok seviyor.” deyişinde de görürüz. Onların Allah ve peygamber sevgisi günahtan uzak durmalarına yetmemişse Efendimizin onlara olan sevgisi de cezanın uygulanmasına engel olmamıştır. Fakat yapılan suçtan şahıslarını uzak tutmuş; onları işledikleri hata ile değil, kalplerindeki sevgi ile anmıştır.
Sevgi imana delalet ettiği gibi neyi sevdiğimize bağlı olarak şirke de delalet eder. Bakara suresi 165. ayet birtakım insanların bazı şeyleri Allah’a denk ve ortak gördüklerini ve onları Allah’ı sever gibi sevdiklerini söyler. Ayetin devamında ise iman edenlerin Allah’a olan sevgisinin daha yüksek olduğu hatırlatılır. Bu ayet ilah oluşun en önemli özelliklerinden birinin sevilmek olduğunu gösterir.
Demek ki sevgimiz inancımızın mahiyetini ortaya koyar. Bu ayet bizden en çok Allah’ı sevmemizi istemektedir. Bu da sevgide esas olanın sıralama olduğunu gösterir. Yani sevginin bir sıralaması vardır ve herkesi hak ettiği sıraya koymak kişinin erdemini ve kulluğundaki samimiyeti gösterir. Hatta denir ki bir adamın değerini öğrenmek isteyen onun neyi ve kimi sevdiğine bakmalıdır.
Bazılarına göre kulun Rabbini sevmesi Allah’ın lütfu iledir. Kulun gücü ve kabiliyeti sebebiyle değildir. Zira Allah kulunu sevince sevgiyi onun kalbine yerleştirir. Kul da bu ikramla Rabbini sever. Nitekim Maide suresi 54. ayette Yüce Allah ile kullarının sevgisinden aynen bu sırayla bahsedilmiştir.
Belki de sevginin bu esaslı yeri nedeniyle bazıları Allah’ı sadece sevgi ilahı olarak takdim ederler. Oysa O’nun kitabına baktığımızda Rabbimizin sevdikleri kadar sevmediklerinin de olduğunu görürüz.
Rabbimiz El Vedud ismiyle kimleri sevdiğini Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildirir:
Allah, muhsinleri (yani Allah’ı görür gibi O’na kulluk edenleri ) sever. (Bakara, 195), çok tövbe edenleri ve iyice temizlenenleri (Bakara, 2/222.) sever, müttakileri (yani takva ehli kullarını) sever (Âl-i İmran, 3/76.), sabredenleri (Âl-i İmran, 3/146.), tevekkül edenleri (Âl-i İmran, 3/159.), adil olanları (Maide, 5/42.), Allah yolunda saflar halinde savaşanları (Saff, 61/4.) ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e uyanları sevdiğini söylerken; haddi aşanları (Bakara, 2/190.), fesat çıkaranları (Bakara, 2/205.), nankör ve günahkârları (Bakara, 2/276.), kâfirleri (Âl-i İmran, 3/32.), zalimleri (Âl-i İmran, 3/57.), müsrifleri (Enam, 6/141.), hainleri, (Enfal, 8/58.) müstekbirleri (Nahl, 16/23.) ve kibirlileri (Lokman, 31/18.) de sevmediğini açıkça söylemiştir.
Buradan anlıyoruz ki Allah’ın kullarına olan sevgisi –haşa- onlara duyduğu bir zaafın sonucu değildir. Bu prensipleri olan bir sevgidir. Bu noktada varlığın esasını oluşturan koşulsuz sevginin yokluktan varlığa çıkarken Rahman ismi ile herkese, hiçbir şart aranmaksızın tecelli ettiğini; ama kendisine bahşedilen varlık imkânını çarçur edenlerle kemale doğru gitmek için kullananlar arasındaki farkın da bu ilkeli sevgiyi anlatan Rahim ismi ile tezahür ettiğini hatırlamak gerekir.
Tüm bu ayetlerden sonra bizlere düşen vazife ise Rabbimizin sevgisine, mazhar olmak için muhsinlerden, tövbe edenlerden, muttakilerden, sabredenlerden, tevekkül edenlerden, adaletle hükmedenlerden, O'nun yolunda cihad edenlerden ve Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve onun sünnetine tabi olanlardan olmaktır. Ta ki bununla Allah da bizi sevsin ve el Vedud isminin tecellisine mazhar etsin.
2-Şimdi de el-Vedud isminin ikinci manası olan “sevilen” manası üzerinde konuşalım.
Cenab-ı Hak, mahlukatını sevmesiyle el-Vedud olduğu gibi mahlukatı tarafından sevilmesi cihetiyle de, el-Vedud’dur.
İnsanın kalbine sonsuz bir muhabbet duygusu konulmuştur. Sevdiği şeyi sonsuz ve ölümsüz bir duyguyla sever. Bize verilen sonsuz muhabbet duygusu mahlukları sevmek için ya da mal, makam, şöhret gibi fani ve kıymetsiz şeylere kalbimizi bağlamak için verilmemiştir. Bu duygunun verilme sebebi, Allah’ı sevmektir; Onun isim ve sıfatlarına muhabbet etmektir. Hatta muhabbeti geçip, âşık olmaktır. İşte bunu yaptığımızda el-Vedud ismine mazhar oluruz.
El-Vedud ism-i şerifi her müminde tecelli eder. Çünkü Allah’ı sevmek müminin şiarıdır. Ancak bazı kulların el-Vedud isminden hissesi daha fazladır. Onların sevgisi aşka ulaşmıştır.
Cenab-ı Hak, mahlukatını sevmesiyle el-Vedud olduğu gibi mahlukatı tarafından sevilmesi cihetiyle de, el-Vedud’dur.
İnsanın kalbine sonsuz bir muhabbet duygusu konulmuştur. Sevdiği şeyi sonsuz ve ölümsüz bir duyguyla sever. Bize verilen sonsuz muhabbet duygusu mahlukları sevmek için ya da mal, makam, şöhret gibi fani ve kıymetsiz şeylere kalbimizi bağlamak için verilmemiştir. Bu duygunun verilme sebebi, Allah’ı sevmektir; Onun isim ve sıfatlarına muhabbet etmektir. Hatta muhabbeti geçip, âşık olmaktır. İşte bunu yaptığımızda el-Vedud ismine mazhar oluruz.
El-Vedud ism-i şerifi her müminde tecelli eder. Çünkü Allah’ı sevmek müminin şiarıdır. Ancak bazı kulların el-Vedud isminden hissesi daha fazladır. Onların sevgisi aşka ulaşmıştır.
Gazali’ye göre bu ismin tecellisine mazhar olan insanlar kendileri için arzu ettikleri her şeyi Allah’ın bütün mahlukatı için de sevip arzu ederler. Bu sevgi doruk noktasına ulaştığında ise kalpte sevgiye engel olacak öfke, kin vb. duygulara yer kalmaz.
Bir başka alime göre de şartlar ne olursa olsun bir kulun kalbinde Allah sevgisi ve onun sevilmesini emrettiklerinin muhabbeti yerleşmişse o kişide bu isim tecelli etmiştir. Böyle birinin Allah’a duyduğu sevgi Allah’ın ona neler verip neler vermediğine bağlı değildir. Böyle biri insanları sevmek için onlar tarafından sevilmeyi beklemez. Sevmek için bahaneler bulur; kızmak için değil. Sevmek için kendini zorlaması gerekmez. İnsanın bu dünyada görebileceği en saf ve pür sevgi olan Allah için sevmek de Allah’ı sevmenin doğal sonucudur.
İnsan sevilmek için uğraşmak yerine düzgün bir inanca ve diğer insanlara faydalı olmaya, salih ameller işlemeye odaklanırsa ayrıca çaba sarf etmesine gerek kalmadan sevilme ihtiyacını karşılayacaktır. Tek gereken bakış açısını değiştirmek ve özgür iradesi ile iman ve amele yönelmektir. Aslında insan bütün özüyle imana ve salih amele yöneldiğinde insanlar tarafından sevilmek artık onun birincil amacı olmaktan çıkar. Öyle olunca da sevilmek onun için beklenen bir amaç değil; Rabbinin fazladan bir ikramı hâline gelir.
Bir başka alime göre de şartlar ne olursa olsun bir kulun kalbinde Allah sevgisi ve onun sevilmesini emrettiklerinin muhabbeti yerleşmişse o kişide bu isim tecelli etmiştir. Böyle birinin Allah’a duyduğu sevgi Allah’ın ona neler verip neler vermediğine bağlı değildir. Böyle biri insanları sevmek için onlar tarafından sevilmeyi beklemez. Sevmek için bahaneler bulur; kızmak için değil. Sevmek için kendini zorlaması gerekmez. İnsanın bu dünyada görebileceği en saf ve pür sevgi olan Allah için sevmek de Allah’ı sevmenin doğal sonucudur.
İnsan sevilmek için uğraşmak yerine düzgün bir inanca ve diğer insanlara faydalı olmaya, salih ameller işlemeye odaklanırsa ayrıca çaba sarf etmesine gerek kalmadan sevilme ihtiyacını karşılayacaktır. Tek gereken bakış açısını değiştirmek ve özgür iradesi ile iman ve amele yönelmektir. Aslında insan bütün özüyle imana ve salih amele yöneldiğinde insanlar tarafından sevilmek artık onun birincil amacı olmaktan çıkar. Öyle olunca da sevilmek onun için beklenen bir amaç değil; Rabbinin fazladan bir ikramı hâline gelir.
Peki bizler, el-Vedud isminin tecellisine daha fazla nasıl mazhar olacağız? Yani Allah’ı daha çok sevip, Ona nasıl âşık olacağız? İnsan sevdiğini, bildiği ölçüde sever. Allah’ı sevmenin yolu, marifetullahtan, yani Allah bilgisinden geçer. Allah sevgisine ulaşmanın ve el-Vedud ismine daha fazla mazhar olmanın yolu, Allah’ı tanımaktan; isim ve sıfatlarını bilmekten ve bu isim ve sıfatların tecellisini kâinatta görmekten geçer. Allah’ı ne kadar çok tanırsak, o kadar çok severiz.
Eğer, “Ben Allah’ı ne kadar seviyorum” diye merak ediyorsanız, O'nu ne kadar tanıdığınıza, isim ve sıfatlarını ne kadar bildiğinize, bu isim ve sıfatların tecellisini kâinatta ne kadar gördüğünüze ve tefekkür ettiğinize bakarak anlayabilirsiniz. Ayrıca, Allah’ı ne kadar sevdiğinize şu ayeti de ölçü yapabilirsiniz: “De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmran, 31)
Demek Allah’ı sevmek, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmayı da gerektirir. Çünkü Allah’ı sevmek, Onun razı olacağı şeyleri yapmaktır. Razı olacağı şeyler de en mükemmel surette Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’de gözükmektedir. O halde Allah sevgimizin ölçüsü, Sünnet'e uymamız nispetindedir. Efendimizin sünnetine ne kadar uyuyorsak, Allah’ı o kadar seviyoruz demektir.
Cenab-ı Hak, el-Vedud ism-i şerifi hürmetine, kalplerimizi ve muhabbetimizi zatına çevirsin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder