19 Ekim 2019 Cumartesi

HÜKÜMLERİN GAYELERİ


§: 316- İslâm Hukukunun Ana Gayeleri:

Bilginlerin büyük çoğunluğu, Yüce Allah'ın, koyduğu bütün hükümlerde mutlaka bir takım ana gayeleri hedeflediği ve bu gayelerin sonuç itibariyle insanlar için fayda sağlama, onlardan zararı savma ve dünyayı şerlerden temizleme noktasında birleştiği hususunda fikirbirliği etmişlerdir.


Bu gayelerin bilinmesi, gerek nassların anlaşılması ve olaylara uygulanmasında gerekse hakkında nass bulunmayan durumlara ait hükümlerin istidlal edilmesinde en önemli vasıtalardan olduğuna göre, cüz'î delillerinden şer'î hükümleri istinbat etmek isteyen kimselerin, herşeyden önce nassların derin manalarını ve Şâri'in hüküm koyarken gözettiği ana gayeleri etraflı bir şekilde kavramış olması gerekir. 

Zira lâfızların ve ibarelerin manalara delâleti bazen birden fazla ihtimale açık olabilir, İşte bu ihtimallerden birinin diğerine veya diğerlerine üstün tutulması Şâri'in teşrî' gayelerinin iyi bilinmesi sayesinde mümkün olabilecektir. 

Diğer taraftan, cüz'î deliller, bazen birbiriyle çelişkili görünür. Bunları uzlaştırma ve hangisi ile amel edilip hangisi ile amel edilemeyeceğini belirleme ihtiyacı ortaya çıkar. Şayet bunları inceleyen kimse, nassların ihtiva ettiği hikmetleri ve İslâm hukukunun ana gayelerini iyi biliyorsa, bu işi kavrayabilir ve neyin alınıp neyin alınmayacağını anlayabilir.Aynı şekilde, karşılaşılan olayların bazısı nassların ibareleri kapsamına katılamaz ve bunların hükmünü tesbit edebilmek için, kıyâs, istıslah gibi metodlara başvurmak gerekir. İşte bu işin de başarı ile yapılabilmesi, ancak nassların derin anlamlarını ve İslâm hukukunun genel hedeflerini iyi anlamış olmakla mümkündür.[1]

§: 317- "Makâsıd'ın Nevileri:

Usul bilginleri İslâm teşrî'inin ana gayelerini ("ei-makâsid el-âmme) üç noktada toplamışlardır:

Birinci "maksad": "Zarûriyât"ın korunması.

Zarûriyyât, toplumun varlığını koruyabilmesi için kaçınılmaz olan değerler demektir. Bunlar yitirildiği takdirde, hayatın düzeni yok olur, anarşi kol gezer, bozgunculuk ve kötülükler her tarafa yayılır, âhiretteki ebedî saadet de yitirilmiş olur.

Bu zarurî değerler şunlardır: 1- Din, 2- Nefis, 3- Akıl, 4- Nesil, 5- Mal.

Dünya ve âhiretin mamur olması bu zarûriyyât-ı hamse (beş zarurî değer) üzerine kuruludur. Gerek fertlerin durumu gerekse toplumların düzeni bunların korunması ile yoluna girer.

Gerçekten, İslâm, bu zaruriyyâtın korunmasına özel bir itina göstermiş, bunlardan herbirinin gerek varlığını ve ayakta durmasını gerekse sürekliliğini ve korunmasını sağlayan hükümler koymuştur. Ki bu sayede hem varlıklarını sürdürmüş hem kendilerinden beklenen semereyi vermiş olsunlar. Nitekim Yüce Allah:

*"Din"in varlığı için, kendisine iman edilmesini ve bunun yanısıra namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetleri farz kılmıştır.Dinin korunması ve ona yönelecek düşmanca saldırılara karşı müdafaa edilmesi için de, cihad, dine saldıranların, dinden saptıranların ve dine çağrı görevini engelleyenlerin cezalandırılması hükümlerini koymuş, dinden dönenlerin, zekât vermemekte direnenlerin ve benzerlerinin öldürülmelerini gerekli kılmıştır.

* "Nefis'in (canın) varlığı için, soyun devamlılığını ve insan nevinin ona yaraşır bir biçimde sürüp gitmesini sağlayacak olan evliliği meşru kılmıştır.Canın korunması için de, hayatın idamesi için zaruri olan miktarda yemeyi, içmeyi ve giyinmeyi farz kılmış, öte yandan cana yönelik tecavüzlere karşı kısas, diyet ve kefaret hükümlerini koymuştur.

* "Akıl'in korunması için, onun selim kalmasını sağlayacak ve aktivitesini arttıracak her şeyi mubah kılmış, bozulmasına ve zaafa uğramasına yol açacak içki vb. sarhoş edici ve uyuşturucu maddeleri yasaklamış, bunları alanlar için cezaî hükümler koymuştur.

* "Nefis'in (soyun) korunması ve insana yaraşır bir mükemmellikte sürüp gitmesi için evliliği meşru kılmış, zinayı yasaklamış, zina edenler için cezaî hükümler koymuştur.

* "Mal'ın varlığı ve elde edilmesi için, rızık temin etmek üzere çalışmayı farz kılmış, alım-satım, kira, hibe ve ariyet gibi muameleleri meşru saymıştır.Malın korunması için de, hırsızlığı yasaklamış, hırsızın fiiline ceza tertip etmiştir.Öte yandan, aldatmayı, hıyaneti, ribâyı ve "insanların mallarını haksız yere yeme" olarak nitelendirilebilecek her türlü fiili haram kılmış, başkalarına verilen zararların tazmin edilmesi hükmünü koymuştur.

İkinci "maksad": "Hâciyyât"ın sağlanması.

Hâciyyât, insanların yaşantılarını kolaylık içinde ve sıkıntıya düşmeden sürdürebilmek için muhtaç oldukları düzenlemeler demektir. Bunların bulunmaması halinde, birinci nevide olduğu gibi hayatın düzeni bozulmaz; fakat insanlar genelde zorluk ve sıkıntı ile karşılaşırlar. Şu halde hâciyyât, mükellefiyetteki zorluk ve sıkıntıları gideren ve beşeri ilişkilerde kolaylık sağlayan her türlü düzenlemeyi kapsamaktadır.Gerçekten, Allah Teâlâ, gerek ibâdetler gerekse âdât (günlük davranışlar), muamelât ve ukûbât (cezalar) çerçevesine giren konularda, gayesi kullarına kolaylık sağlamak ve onlardan zorluk ve sıkıntıyı gidermek olan pek çok hüküm koymuştur. Nitekim Yüce Allah:

* İbâdetler çerçevesinde olmak üzere, su bulamayan için teyemmüm hükmünü koymuş, ramazanda hasta ve yolcunun oruç tutmamasına müsaade etmiş, yolcu için dört rekât namazlar, kısaltma kolaylığı sağlamış ve ayakta duramayacak kişinin oturarak namaz kılmasına cevaz vermiştir.

* Âdât (normal ihtiyaçlara ait davranışlar) çerçevesinde, avlanmayı, temiz olan yiyecek, içecek, giyecek ve meskenlerden faydalanmayı helâl kılmıştır.

* Ukûbât (cezalar) alanında, hata ile adam öldüren kişi için ağır bir malî mükellefiyet olan diyet yükünü hafifletmek üzere diyet borcunu *'âkile"ye[2] yüklemiş; maktulün velisine kısas isteme hakkından vazgeçme yetkisini tanımıştır.

Üçüncü "maksad": "Tahsîniyyât"ın gerçekleştirilmesi.

Tahsîniyyât veya "kemâliyyât"kâmil insan, üstün ahlâk ve güzel davranış vasıflarına uygun düşen durumlar demektir. Bunların bulunmaması halinde ne birinci nevide olduğu gibi hayatın düzeni yok olur, ne de ikinci nevide olduğu gibi insanlar sıkıntı ve zorluklarla karşılaşır. Fakat sağduyu ve selim fıtrat sahiplerinin nazarında, bu özelliklerden mahrum İnsanların hayatı nahoş ve çirkin görünür.O halde, tahsîniyyât, mekârim-i ahlâka, güzel âdetlere uygun düşen iyi ve faziletli olma gayesine yönelik her türlü durum ve davranışı içine alır.İslâmiyet, gerek ibâdât gerekse âdât, muamelât ve ukûbât çerçevesine giren konularda, gayesi, insanların durumlarını iyileştirmek, mükemmele yaklaştırmak ve mekârimi ahlâka yönlendirmek olan pekçok hüküm koymuştur. 

Nitekim İslâm:

* İbâdât çerçevesinde, temizliğin muhtelif çeşitleri, setr-i avret (görünmemesi gerekli yerleri örtme), namaz için üstbaşm düzeltilmesi, namaz, oruç ve sadaka gibi nafile ibadetlerle Allah'a daha yakın oimaya çalışma hususları ile ilgili hükümler koymuştur.

* Âdât çerçevesinde, yeme-içme âdabını Öğretmiş, temiz olmayan yiyecek ve içeceklerden sakınılması, yeme, içme, giyinme ve diğer hususlarda israftan kaçınma yönünde yol göstermiştir.

* Muamelât alanında, pis ve zararlı herşeyin hukukî muamelelere konu edilmesini, kamuya ait su ve nebatatın satılmasını, kişinin kardeşinin evlenme veya alım-satım teklifi üzerine (onun teklifi sonuçlanmadan) yeni bir teklifte bulunmasını yasaklamış, zevceye İyi davranmayı,ya iyilikle geçinmeyi yahut (buna imkân kalmayınca) güzellikle ayrılmayı emretmiştir.

*.Ukûbât alanında, işkenceyi ve yetki tecavüzünü yasaklamış; harplerde, kadınların, çocukların ve din adamlarının öldürülmesini haram kılmıştır.

§: 318- Bu Maksatların Tamamlayıcısı Olan Kurallar:

Yüce Sâri', bu üç maksadın korunmasını sağlayan hükümlerin yanısıra bir de tamamlayıcı nitelikte hükümler koymuştur ki bunlara "tekmile" adı verilir. 

Mese­lâ, Sâri':

Zarûriyyâtta:Dinin ayakta durması için namazı farz kıldığı gibi, dini sembolize eden görüntüleri daha belirgin hale getirmek ve üzerinde birliği sağlamak suretiyle bu gayeyi daha mükemmelleştirmek için ezan ve cemaatle namaz hükümlerini de koymuştur.

Soyun devamlılığı ve insan nevinin ona yaraşır bir biçimde sürüp gitmesi için evliliği meşru kıldığı gibi, eşlerin birbirine bağlılığını, iyi ve sürekli geçimi sağlamak üzere eşler arasında "kefâef'i (denkliği) de şart koşmuştur.

Canın korunması için kısas hükmünü koyduğu gibi, hükmün gayesinin tam ve mükemmel bir biçimde gerçekleşebilmesi için bu cezanın uygulanmasında "mumaselet" (eşdeğerde olma) şartını da koymuştur.

Neslin korunması için zinayı haram kıldığı gibi, bu kötü sonuca götürücü yollan kapatmak üzere, muharremâttan olmayan kadınlara bakmayı ve böyle bir kadınla tamamen başbaşa kalmayı da yasaklamıştır.

Başkasının malına tecavüzü yasaklayıp tecavüzde bulunana tazmin mükellefiyetini yüklediği gibi, bu tazminatın verilen zararla eşdeğerde olmasına dikkat edilmesini de emretmiştir.

Hâciy
yatta:Yolculuk sırasında namazın kısaltılmasına cevaz verdiği gibi, bunu başka bir hükümle tamamlamış, yani yolculukta namazı birleştirmeye de müsaade etmiştir.

Küçüklerin evlendirilmesini tecviz ettiği gibi, kefareti ve mehr-i misili şart koşarak bu hükmü ikmal etmiştir. 

Yine, ticâreti veşirketleri meşru saydığı gibi, hıyaneti ve aldatmayı yasaklamak suretiyle bu meşruiyet hükmünü tamamlamıştır.

Temizlik nevileri ile ilgili farz hükümler koyduğu gibi, bunları yapılmasına teşvik ettiği müstehap hükümleriyle tamamlamıştır.

Sadaka vererek sevap kazanma davranışını meşru kıldığı gibi, malın iyisini seçin vermeyi tavsiye ederek bunu ikmal etmiştir.

§: 319- Şer'î Hükümlerin "Makâsıd" Açısından Tertibi:

Yukarıdaki bilgilerden anlaşılacağı üzere, bu makâsıdın (ana gayelerin) en önemlileri zarûriyyât nevine girenlerdir. Çünkü bunların yok olması halinde, dünya hayatının düzeni bozulur, Âhirette ebedi nimetlerden mahrum kalınır. Önem sırası bakımından İkinci derecede hâciyyât bulunur. Zira hayatın düzeni bozulmasa bile bunların bulunmaması halinde insanlar zorluk ve sıkıntı içine düşerler. Daha sonra tahsîniyyât gelir. Bunların bulunmaması, hayat düzeninin bozulmasına veya İnsanların meşakkate girmelerine yol açmaz; fakat insanların sağduyunun tasvip ettiği durumdan çıkması ve kâmil insan olamaması sonucunu doğurur.

O yüzden zaruriyyâtın korunması için konmuş hükümler, en önemli ve Öncelikle gözönüne alınması gerekli hükümlerdir. Bunları, hâciyyâtın sağlanması için konmuş hükümler takip eder. Çünkü hâciyyât, bütünü itibariyle, zaruriyyâtın tamamlayıcısı durumundadır. Ardından tahsîniyyâtın gerçekleştirilmesi için konan hükümler gelir. Zira tahsîniyyât da, bütünü itibariyle, hâciyyâtın tamamlayıcısı sayılır.Buna göre, dikkate alınması, zarurî veya hâcî bir hükmü ihlâl ediyorsa, tahsînî hüküme itibar edilmez. Yine gözönüne alınması, zarurî bir hükmü ihlâl etmesi halinde, hâcî hüküm muteber değildir, Çünkü tamamlayıcı role sahip bir hususun dikkate alınması, tamamlayacağı şeyi ihlâl edecekse, o hususa itibar olunamaz. Bundan ötürü, ihtiyaç veya zaruret halinde, örtülmesi gereken yerlerin açılması caiz kılınmıştır. Meselâ tedavisi bunu gerekli kılıyorsa, doktorun tedavi maksadıyla kadının avret yerlerini görmesi olayında durum böyledir. Zira setr-i avret, tahsîniyyâttandır; ihtiyaç ve zaruret karşısında tahsiniyyata bakılmaz.Zaruret halinde usûlüne göre kesilmemiş hayvanın dinen leş sayılan etini yemek de bu yüzden caiz kılınmıştır. Çünkü, böyle etin yenmemesi tahsîniyyattandır. Canın korunması ve hayatın idamesi ise zaruriyyâttandır.

Yine, bazı meşakkatler ihtiva etmesine rağmen birtakım fiiller mükelleflere farz kılınmıştır. Çünkü bu farzlar, zaruriyyâttandır; meşakkatin giderilmesi ise hâciyâttandır.

Zarûriyyât çerçevesindeki hükümlere gelince, bunların gereğine daima uymak gerekir. Gereğinin yerine getirilmesi kendisinden daha önemli bir zaruri hükmü iptal etmediği sürece bu nevi hükümlerin ihlâl edilmesi caiz değildir. O yüzden, Sâri', can kaybına yol açma özelliği taşımasına rağmen dinin korunması uğrunda cihadı farz kılmıştır. Zira dinin korunması canın korunmasından daha önemlidir. 

Yine, ıztırar halinde bulunan veya ikrah altında tutulan kişinin içki içmesine müsaade etmiştir. Çünkü canın korunması aklın korunmasından daha önemlidir. 

Aynı şekilde, başkasının malını telef etmesi için ikrah altında tutulan kişinin o mala zarar vermesini caiz saymıştır. Zira canın korunması, malın korunmasından daha önemlidir.

[1] İmam Şâtibî el-Muvâfakaat isimii eserinin ikinci cildinde bu makasıdı incelemiş. Şâri'in gayelerini dört neviyc ayırmıştır: Bunlar, Şâri'in: I- Prensip hükümleri koyma maksadı -ki bu hükümler kulların iki cihanda faydasınadır-, 2- Hükümleri kavratma maksadı, 3- Mükellefiyet yükleme maksadı. 4- Mükellefi kendi hakimiyeti altında tutma maksadıdır. Bu maksatlar, belirli hükümlere has olmayıp küllidir. Şâtibî. daha sonra her neviyi detaylı bir şekilde ele almış, bunlara bir de mükellefin teklifi konulardaki maksadı bahsini eklemiştir. O, usûl ilminin bu yönü hakkında, kendinden önce başkalarının yapamadığı geniş bir incelemeyi gerçekleştirmiştir.


[2]Âkile" için bkz. dipnot 143.

Hiç yorum yok: