Fitnelere karşı imanı korumayı asıl dava olarak görmek ve uğrunda fedakârlık yapılmasının gereğine inanmak şarttır. Belki de yüzeysel bir imanla köklü bir iman arasındaki açık farklardan biri budur. Her asrın getireceği fitnelere hazır olmak, iman etmenin gereğidir. Öncekilerin yaşadığı fitnelerin üzerinde yoğunlaşırken bizim için planlanmış fitnelerin tuzağına takılı kalmamız mümkündür.
1- İman, korunması ve geliştirilmesi gereken bir değerdir. Allah Teâlâ’ya imanın parçalanamayacağını, imanın gereklerinin o imanın içini doldurup ona hayatiyet kazandıracağını bilmek şarttır. Allah’a iman ediyor olmanın, O’nu mutlak hâkim olarak görmeyi gerektirdiğini, O’na tevekkül etmemenin imanla çelişeceğini bilmeyi, O’nun kaderinin yürüdüğünü benimsemek gerekmektedir.
Allah’a imanın en önemli sonuçlarından biri, O’nun kitabı Kur’an’ı rehber edinmektir. Kur’an’ın bizim gözümüzde fiilen veya sonuç olarak rehber ve bağlayıcı olma özelliğini kaybetmesi halinde ilk fitne rüzgârına kapılmak mukadderdir. Kur’an’ı ve Kur’an’ın tefsiri durumundaki sünneti yaşam için ölçü olarak benimsemek, şeytan ve nefsin telkinatına karşı çaresizlikten kurtulmaktır. Bu anlamda Kur’an’ı okuma kitabı düzeyinde bırakmayıp okunan ve amel edilen kitap haline yükseltmek, en müessir ilaç gibi durmaktadır. Kur’an’a rağmen yaşanabilecek bir Müslümanlık’tan söz edilemez.
Ne kadar Kur’an’ın etkisinde olduğumuz, ne kadar onun paralelinde yürüdüğümüz, namazda okuduğumuz Kur’an’dan önce ticaretimizden, ailevi ilişkilerimizden belli olmalıdır. Yürüyen Kur’an oluncaya kadar katetmemiz gereken mesafe uzundur. Kur’an’la paralel bir hayat için de yaygın bir Kur’an eğitimi almamız ve bu eğitimi sürekli hale getirmemiz önemli bir ihtiyaçtır. Dini bilgimiz çocukluk yıllarındaki dersler ve camilerde kaza ile kulağa giren bilgilerle mahdut olmamalıdır.
2- Salih amel boşluğunu tehlikeli görmeliyiz. İslam’ı namazla ve hacla sınırlı gören anlayış yerine, güneşin ışıklarıyla aydınlanan her yerde insanın yaptığı ne varsa onu Allah’ın rızasına muvafık yapmaya özen gösteren anlayışı İslam olarak görmeliyiz. Bu anlayış, camideki ibadet anlayışımızı evimize, işimize ve bütün sosyal ilişkilerimize taşıyacaktır. Bu da -eğlencesi de dâhil- hayatı Allah’ın rızasına uygun yaşamayı sağlayacak, mü’min kimliğimizin yıpranmasını, imana rağmen ikiyüzlü yaşamayı önleyecektir.
Hayatın genelinde, yasal süreçte olduğu zaman karşı çıktığımız laikliğin fertler olarak özel hayatımızda yer bulabilmesi; toplum önünde laikliği benimsemeyen, ama özünde laik olan tiplerin yaşantılarında oluşturduğu çelişki bu şekilde çözülebilir. Allah’tan korkup murakabesinden çekinmemek, dili, gözü, kulağı kuralsız bırakmak, mü’min kimliğimizle çelişiyor olmaktır.
Özellikle fitnelere karşı ibadet ve tilavet önemli bir koruyucudur. Fitne zamanında ve ortamında ilk darbeyi ibadetler yemektedir. Bu nedenle de fitne zamanında ibadet titizliği hadisi şerifte hicret olarak adlandırılmaktadır.
3- Günahların bünyemizde kökleşmesine karşı tedbirli olmalıyız. İşlenen bir günah, kendi hacminden çok, kimlik yıpranmasına neden olmasıyla sorun olmaktadır. Kökleşen bir günah, klasikleşen bir taviz yeni günahlara zemin hazırlamakta, günaha karşı cüreti artırmaktadır. Günahlardan istiğfarı önemli ve acil reçete görmeliyiz. Tevbe kavramının hacca gidenlere mahsus hale gelmesi, anlayışta bir erozyondur. Sokaklarda dolaşan sarhoşların veya teröre bulaşmış katillerin tevbeye aday olarak bilinmesi ve onları tevbenin en yakın adayları görüp kendini aklayan faizci beyin ciddi bir yuvarlanıştadır.
Günahlar konusuyla beraber ele alınacak önemli bir konu da, bu ümmetin temel karakterlerinden biri olan ‘iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama’ karakterinin canlı tutulması konusudur. Dinin ayakta kalmasını sağlayan en önemli unsurlardan biri, şüphesiz ona iman eden herkesin kendi hacmi kadar destek olmaya çalışmasıdır. Din adına görevlendirilmişlerden önce, dine mensup olanların dini yayması ve tavizleri önlemeye çalışması, hayatiyeti sağlayan temel yapıda vardır. İyiliğin çoğalmasından haz almak, kötülüğün yayılmasından endişe etmek iman alâmetidir. Bu hissiyatın belli bir düzeyin altına düşmesi halinde imandan hiçbir eser kalmamaktadır. Bu, bir tür otokontroldür; kontrol sisteminin erimesi halinde din, insanlar üzerindeki tesirini kaybetmektedir.
Nefislerle baş başa kalınan durumlarda gözlerden uzak olmanın tavize düşmedeki etkisinin bir izahı bulunabilir. Ama gözler önünde olduğu halde nefislerin arzularına taviz verilmesinden çekinilmiyor olmasını iman dairesinde iken izah etmek zordur. Birbirimizin koruyucuları olmamız, sadece bağ bahçemize yabancının girmesine karşı bir komşuluk görevi olarak anlaşılamaz. İmandaki kayma ve amelde isyan belirtilerine karşı ‘kardeşlik hattımız’ devreye girmelidir.
4- Yalnızlıktan kaçınmak şarttır. Her şeye rağmen, ‘mü’min cemaat’ vasfına en yakın cemaatle beraber bulunmak, kurda kapılmadan yaşamanın şartıdır. Cemaat olmanın gerektireceği bedellere razı olarak bulunulan bir cemaat, kendi zatında ibadettir. Ancak cemaat içinde bulunmak, sosyal etkinliklerden yararlanmak tarzında anlaşılmamalıdır. Yüküyle ve gölgesiyle cemaatte bulunmak, birbirine kenetlenmiş, hedef birliği içindeki cemaat olmaktır.
5- Şeytanın, mü’mini istikametten uzaklaştırmada kullandığı en yaygın silahı haramlardan önce mübahlardan oluşmaktadır. Mesela fiili zinaya düşmeden önce, zinaya davetiye olan göz ve kulak zinası devreye girmiştir. Onlardaki serbestlik, neticede ana harama kapı açmıştır. Bunu herhangi bir harama tatbik etmemiz mümkündür.
Mübahlardaki serbestliğin verdiği rahatlık, bir noktadan sonra tehlikeli bölgeye kaymaya neden olmaktadır. Ancak bir noktadan sonra gelinen noktayı tahlil etme imkânı da kalmadığı için mübahların verdiği rahatlıkla haramlara, haramlardan da sınır noktasına gelinebilmektedir.
Bazen israf, bazen kör taklit olarak karşımıza çıkabilen bu mübahlara dalma, en sathi ifadeyle dengesiz yaşamanın sonucudur. İbadette bile dengeyle memuruz. Rabbinin hakkını, bedeninin hakkını, ailenin hakkını düşünmeyi emreden anlayış, önemli bir kural koymaktadır. Mübahlara dalmanın akıbetini düşünmek zorundayız.
Sonuç
Bizden öncekiler, onların zamanlarının gereği olan, bir imtihanla iman sınavına tabi tutuldular. Biz de bizim zamanımızın sınavına tabiyiz. Bizim zamanımız, teknoloji ve imkânlar zamanı olduğuna göre imtihanımızın ağırlık noktası da onlar üzerinden olacaktır. İmanda gevşemeye, ibadette ihmale, ahlâkta seviye düşüklüğüne neden olan neyimiz varsa onu imtihanımız olarak görmeliyiz.
Bizim imtihanımız ne ise ona ağırlık vermek, onu fitnemiz olarak telâkki edip gereken tedbiri almak, görevimiz olmalıdır. Yoksa Ebu Cehil’in putuyla lüzumsuz yere ilgilenmiş oluruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder