İmâm Şâfiî (r.a.) de şöyle demiştir: “Resûlullah (s.a.v.)’den bir hadîs rivâyet ettiğim halde, o hadisten başka bir hükme varırsam, beni hangi gökyüzü gölgelendirir, hangi yeryüzü beni taşır!”
Bir gün İmâm Şâfiî (r.a.) bir hadis rivâyet eder. Buhârî’nin şeyhlerinden el-Humeydî: “Bu hadîsi kabul ediyor musun?” der. İmâm Şâfiî (r.a.): “Sen beni belimde zünnarla kiliseden çıkarken mi gördün (ben müslüman değil miyim) ki Resûlullah (s.a.v.)’in bir hadisini duyup da onu kabul etmeyeyim?” cevabını verir.
İmâm Mâlik (r.a.)’in sünnetle ilgili şu benzetmesi ne kadar güzeldir: “Sünnetler Nûh’un gemisidir; kim o gemiye binerse kurtulur, kim binmezse boğulur.”
İmâm Ahmed b. Hanbel (r.a.) de şöyle demiştir: “Kim Rasûlullah (s.a.v.)’in hadîsini reddederse, o kimsenin helak olmasına ramak kalmıştır.”
Bu sözlerin tek bir nokta üzerinde durduğunu görüyoruz, o da: Resûlullah (s.a.v.)’in sünnetine sarılmanın zarûri oluşur. Kim sünneti öğrenir de onunla amel ederse, onun kazançlı ve kurtuluşa eren kimselerden olduğu, her kim de sünnetten yüz çevirirse, bunun hüsrân ve doğru yoldan ayrılma alâmeti olduğudur. Müslümanın kalbinde ve aklında -onların ilimde imâm olduklarına inanması yanında- bütün hak mezhep imâmlarına karşı böyle bir düşünce yerleşirse, o takdirde o kimsenin; her biri sünnete yaklaşmak için gayret sarf etmiş olmakla birlikte o imâmların şer’î hükümlerde niçin ihtilâf ettiklerini araştırmasında bir mahzûr yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder