22 Haziran 2019 Cumartesi

İman aynı, imtihanlar farklı -2-


Ne çok davamız, sorunumuz var bizim!

Toprağımızla ilgili davalarımız var. Başta Kudüs olmak üzere yaşadığımız topraklarımız bir dava konusudur. Akidemiz üzerinden yürüyen davalarımız var, sağlık davamız var, siyaset davamız var, Dava içinde dava olacak sorunlarla yoğruluyoruz…

Bizi doğuranlar bize bu davaları miras bıraktılar. Onlar da öncekilerden miras almışlardı davalarını. Bir de aile davamız var ki, sıkıntıların kaynağında da çözümünde de o dava duruyor. Aile ile ilgili davamız çözülmedikçe Kudüs davamız da hallolmayacaktır. Eğitim davamız da siyaset davamız da aileye bağlı. Çekirdek dava aile davasıdır. Ne yazık ki aile davamızla yeteri kadar ilgilendiğimiz söylenemez. Ailemizdeki konuları ve sorunları taşeronlara havale ederek sıyrılmaya çalışıyoruz. Eşler arasındaki ilişki bozukluğunu psikologlara, çocuklarımızı öğretmenlere ve okullara havale ederek sorun çözdüğümüzü vehmediyoruz. Bizim çocuğumuzu, kendi çocuklarını ne yaptığı belli olmayan birilerinin sorun olmaktan uzaklaştırmasını beklemekteyiz.

Evlerimiz ve ailemiz bizim cennetimizdir. Ailemiz sığınağımız, evlerimiz son kalemizdir. Kurtuluşumuz evlerimizdedir. Dünya batsa ve helâk olsa biz küçücük evimizde cenneti bulabilirdik. Evlerimizi birer DARULERKAM yapabilmemiz mümkündür. Oradan yola çıkarak cennete erebilirdik. Evlerimizi medreseleştirmek mümkündür. Evlerimizi mescidlere dönüştürebiliriz. Evlerimizden kaçarak muhacirleşmek yerine, evlerimizi sığınak haline getirip ensar olabilirdik/olabiliriz de. Evlerdeki sorunlardan kaçmak yerine, evlerimizi sorun çözme merkezleri haline getirmenin yollarını bulmalıyız. Biz yapamasak bile bizden sonraki nesil yapsın bunu. Evlerimizi akşam yatmak için, acıkınca da doymak için girilen yerler değil de; fitnelere karşı korunağımız, riddete karşı iman kalemiz, cehalete karşı eğitim alanımız olarak görmeye mecburuz. Evlerimizden göklere doğru yükselen nûr, bizim amellerimizin nûru olmalıdır. Aile davamız, sadece eşler arasındaki ilişki sıkıntısından oluşmuyor. En büyük dert, evliliklerin yani nikâhın, dinin yarısı olma karakterini kaybettiği, cihad gibi düğünlerin yapılmadığı bir döneme rastlamış olmamızdır. Erkeğiyle kadınıyla beton yığınlarını, suntadan üretilmiş mobilyaları, mefruşatı evlendiriyor olmamızdır.Sanki evlilik, harcanacak paraya yer bulmak için olmuştur. Evlenip Allah’ın rızasına erme hedefi artık düğün veya nikâh esnasında yapılan göstermelik dualarda kaldı. Doğurmuyoruz. Doğursak da doğurduğumuzu dert olarak görüyoruz. Kendi elimizle kendimizi boğuyoruz. Çoğalmaktan korkuyoruz. Bir yandan rızkı Allah verir diyoruz, bir yandan da çocuk ne yiyecek diye endişe ediyoruz. Çelişkimiz pek büyüktür. Aslında bunaldık. Kendi içimizdeki bu çelişki bizi bunalttı. İmanımız bir tarafa, modern hayat başka bir tarafa çekiyor bizi. Kimimiz diğer bir tarafa kaydı, kızını oğlunu onlara teslim etti. Kimimiz ise ortada kaldı. Ne oraya buraya yar olabildi. Bu çelişkiler bizi bunalttı. Bir kurtuluş aradığımızı inkâr edemeyiz.

Siyasete ve siyasi çalışma yapanlara umut bağladık. Evimizin içinde bizi kurtaracaklarını zannettik. Gördük ki evin kaptanı gemisini kurtarmadan ona kimse yardım edemiyor.

Şeyh efendilere, hocalara, yazarlara kilitlendik. Ama onlara kilitlenenler de önce çocuklarını sonra da kendi huzurlarını kurtaramadılar. Anladılar ki aileyi, ailenin sahibi kurtarır. Allah Teâlâ yardım ederse kocaya da, hanıma da yardım ediyor. Terleyen erkek, terleyen kadın yardım gören kuldur. Başkasına sığınmak diye bir ibadet çeşidi olmadığını inşallah anlamaya başlamış bulunuyoruz.

Âdem aleyhisselamın ilk çocuklarının son çocukları ile yaratılma maksadı açısından buluştukları nokta imtihan noktasıdır. Aradaki uzun asırlara rağmen imtihan için yaratılmış olma maksadı hiç değişmemiştir. İnsan bu gerçeğin şuurunda olsun veya ondan gafil olsun, hakikat aynıdır: Dünyada bulunmak, imtihan sürecini geçirmek içindir. İnsanı kuşatan, dünya varlığı olarak tespit edilebilecek her ne varsa onu bu imtihan maksadının gereği olarak yaratılmış görebiliriz. İnsana, akıl da bunun için verilmiştir el de... Dünya hayatının ve dünyanın aslının faniliğindeki hikmetlerden biri bu gerçektir. Dünya imtihan yeridir, imtihan yerinin imtihan devam ettiği kadar devam etmesi pek tabiidir.

Âdem aleyhisselamın ilk iki çocuğu, onlar için çok hassas olan ama asırlar sonra bizim gözümüzde kolaylaşan bir imtihana tabi tutuldular. Biri kazandı diğeri kaybetti. Aslında onların imtihan edildiği şeyin çekirdeği, kıyamete kadar devam edecek her insanın önünde dikili bir fidana dönüşmüş olarak vardır. Onlardan birkaç asır sonra Nuh aleyhisselamın çocuklarının önüne de aynı çekirdekten bir fidan dikildi. Nuh aleyhisselamın çocukları, onu başka bir açıdan izleyerek yanılıp tuzağa düştüler. Maksat aynı, çekirdek aynı idi. İsrailoğullarının geçirdiği badire için de aynı şeyleri söylememiz mümkündür. İmtihan imtihandır; zamanın ve renklerin değişmiş olması maksadı etkilemiyor.

Bu ümmetin ilk nesli sahabiler, söz konusu imtihanın farklı şekillerine muhatap oldular. Mekke şartlarında Ebu Cehil’le simgeleşen baskıya karşı denendiler; o dönemin kazananları oldular. Medine’de Ebu Cehil kurumsallaştı, orduyla karşılarına çıktı. O dönemi de şehit olarak veya gaziliği tadarak kazandılar.

Bedir’de müşriklerin ordusu önünde aslan kesildiler. Meleklerle omuz omuza savaşan mücahitler olarak kayıtlara geçtiler. Allah’ın rızasına kavuştular. Bedir meydanı onlar için cennete dönüştü. O anı büyük bir başarı ile kazandılar. Ancak meydanı henüz terk etmeden karşılarına ikinci bir imtihan daha çıktı. Ezip geçtikleri müşriklerin enkazı üzerine tartışmaya başladılar. Birbirlerine ileri geri konuştular. Kur’an onları hemen ikaz etti. Takvayı hatırlattı onlara. Tekrar imtihan edildiklerini anladılar ve toparlandılar. Müşrikler sayesinde kazanıyorlardı, müşriklerin enkazı yüzünden de helâk olacaklardı.

İmtihanın özü budur. Meseleyi sadece Bedir meydanından ibaret gören için imtihan tehlikededir. Sabah vaktinde müşrik, öğlen vaktinde mal, akşam vaktinde de cinsel şehvet olarak beklenmeyen bir imtihanı kazanmak çok zordur.

Medine’de Ebu Cehil’i tasfiye ettikten sonra, imtihan onların karşısına Kisra sarayının mücevherleri şeklinde çıktı. Cariyeli, debdebeli bir hayat olarak çıktı. Siyasetin ton ton renkleriyle çıktı. Kölelikle sınandıkları günlerden şehirlere vali olarak atandıkları günlere kavuştular. Ebu Cehil’le simgeleşen imtihan türünden kurtuldukları gibi bu imtihandan da kurtulmaları beklendi onlardan. Otuz yıl içinde Ebu Cehil’i, malı ve yeşil bahçeleri, önlerinde imtihan nesnesi olarak buldular. Uzayıp giden asırlar hiçbir hakikati değiştirmedi. Her asırda iman edenler ya Ebu Cehil vâri bir imtihana muhatap oldular ya da mal ve bahçe imtihanı ile karşılaştılar.

İnsan imtihan için yaratıldı.İmtihanı, önce ona iman etme mükellefiyeti yükledi.İman edince imanın içini doldurmak üzere ibadete yönlendirildi. Namazdan cihada kadar en geniş anlamı ile ibadet eden biri olması istendi. İbadet ortamına geçtiğinde de adeta sinir sistemi test edilir gibi damarına basılarak imtihandaki istikrarı ölçüldü. Camiye gitmesi emredildi, o arada da önüne mal kondu. Helalle beslenmesi emredildi, harama cazibe kondu. İffeti öne çıkarıldı, iffet dışı fırsatlar önüne yoğun bir şekilde kondu. Namazın aynı rekât sayısıyla ve aynı tarzda kıyamete kadar devam edecek olması yani namazın değişmezliği, imtihanın ibadet olan türündedir. İbadet olarak talep edilen imtihanlarda bir değişiklik olmayacaktır. Temel iman esasları da böyledir. Aynı şeylere iman edilecek, aynı esaslar korunacaktır. İmtihanın ibadet ve iman ilkeleri dışındaki bölümü ise nesilden nesile, fertten ferde farklı olabilmektedir. Ama her fert imtihan halindedir. Namaz aynı namaz, oruç aynı oruç olarak kalacaktır. Namazın önündeki engeller ve orucun fitneleri ise zamana göre değişebilecektir. Bir zamanda namazın engeli tarladaki işler olurken, diğer zamanlardan birinde internet olabilecektir. Başka bir zamanda da sosyal bağlantılar, orucun hakkını vermeye karşı bir imtihan malzemesi olacaktır.

(Devam edeceğim İnşaallah…)


Nureddin Yıldız

Hiç yorum yok: