Cevap: Fedek (bugünkü Hâit) Medine ile Hayber arasında, Medine’ye yaklaşık 150 km. mesafede Yahudilerin yaşadığı bir yerdi. Sa’doğullarının (Benî Sa”d b. Bekir) Hayber Yahudilerine yardım etmek üzere Fedek’te toplandıklarını ve buna karşılık Hayber’in hurma gelirlerinden pay istediklerini haber alan Resûl-i Ekrem, Hayber’in fethinden önce 6. yılın Şaban ayında Hz. Ali kumandasındaki 100 kişilik bir askerî birliği Sa’doğulları üzerine Fedek’e göndermişti. Gerçekten Hayber Yahudileri Teymâ, Fedek, Vâdilkurâ Yahudilerini de yanlarına alarak Müslümanlara karşı savaş hazırlığına başlamışlardı. Fedek civarına ulaşan askerî birlik Sa’doğullarının casuslarından birini sıkıştırarak karargâhlarını öğrendi. Hz. Ali Yahudilerin karargâhına vardığında onların kaçtığını gördü, koyun sürülerine ve develere ganimet olarak el koyup orada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye döndü.
Hz. Peygamber, Hayber’in fethinden sonra Ensardan Muhayyesa b. Mes’ûd’u, Fedek halkını İslâm’a davet için gönderdi. Fedek halkı topraklarının yarısı karşılığında Resûlullah ile anlaşmak istediler. Resûl-i Ekrem, Müslümanların istedikleri zaman Yahudileri çıkarmaları şartıyla bunu kabul etti. Böylece Fedek savaş yapılmadan ele geçirildiği için arazisinin yarısı Hz. Peygamber’e tahsis edildi. Resûlullah buradan elde edilen geliri amme işlerine, yolcu ve misafirlere, bir miktarını da ailesine ve Ehli Beyti’ne özelliklede Hz. Fatıma’ya sarf ederdi.
Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra gerek hanımlarının gerekse kızı Fâtma’nın Halife Ebû Bekir’den bazı istekleri oldu. Nakledildiğine göre Hz. Peygamber’in vefatı üzerine hanımları Resûl-i Ekrem’in Hayber ve Fedek’teki hisselerinden miraslarını almak için Hz. Osman’ı Hz. Ebû Bekir’e gönderdilerse de Hz. Âişe onlara Resûlullah’ın: “Biz peygamberler miras bırakmayız, bizim bıraktıklarımız sadakadır” dediğini söyledi. Bunun üzerine isteklerinden vazgeçtiler.
Hz. Ebû Bekir’in Fatma’ya haksızlık ettiği iddiasıyla kaydedilen bir başka rivayet daha vardır. Bu rivayette, Hz. Fâtıma’nın Fedek hurmalığını Resûlullah’ın kendisine hibe ettiğini söylemesi üzerine Hz. Ebû Bekir’in Fâtıma’dan şahit istediği, onun da Hz. Ali ile Ümmü Eymen’i şahit gösterdiği, Halifenin Hz. Ali’nin şahadetini davacının kocası olması sebebiyle geçerli saymadığını, sadece Ümmü Eymen’in şahadetini de yeterli görmediği belirtilmektedir. Bu rivayet doğru kabul edilse bile Hz. Ebû Bekir’in verdiği hükümlerde dinî esaslara ne kadar titizlikle riayet ettiğini gösterir. Esasen Hz. Fatma’yı Resûlullah’ın vefatından sonra miras derdine düşmüş bir vâris gibi gösteren bu rivayet, onun Hz. Ebû Bekir’in hilâfetine olan itirazının da bir mesnedi yapılmak istenmektedir. Babasından kalan mirası alamayan Fatıma’nın ashabı toplayarak onların huzurunda uzun bir konuşma yaptığı, Kur’ân-ı Kerîm’deki miras âyetlerini okuyup halifeyi onlara şikâyet ettiği, kendisine yardımcı olmadıkları için de sitemde bulunduğu, bunun üzerine Ebû Bekir’in Resûlullah’a olan bağlılığını dile getirerek peygamberlerin miras bırakmayacaklarına dair hadisi ondan bizzat duyduğunu belirttiği, buna karşılık Fâtıma’nın peygamberlerin miras bıraktığına dair âyetler okuyarak ona itiraz ettiği yolunda Şîa kaynaklarında yer alan rivayetin de aynı maksatla uydurulduğu bellidir. Ayrıca Hz. Ali’nin halife olduktan sonra Fedek’in statüsünü ilk üç halife dönemindeki şekliyle devam ettirmesi Hz. Ebû Bekir’in isabetli hüküm verdiğini göstermeye yeterlidir.
Hz. Ömer, anlaşmalara bağlı kalmayıp Müslümanlar aleyhinde faaliyette bulundukları için Yahudileri Fedek’ten çıkarmaya karar verince Ebü’l-Heysem Mâlik b. Teyyihân, Sehl b. Ebû Hasme ve Zeyd b. Sâbit’i oraya gönderdi. Bunlar Fedek topraklarının yarısının değerini tespit ettiler. 50.000 dirhemin üzerinde olduğu sanılan bu miktarı Hz. Ömer ödedi ve Yahudileri yine İslâm sınırları içinde bulunan Suriye tarafına gönderdi. Böylece Fedek gelirinin yarısı beytül-mâle geçti; diğer yarısının harcanmasına da Hz. Peygamber devrinde olduğu gibi devam edildi.
Halife Ömer, Fedek’i Hz. Fâtıma’nın mirasçılarına vermek istediyse de Hz. Ali ile Hz. Abbas arasında anlaşmazlık çıktığı için arazi yine beytülmâle kaldı. Daha sonraları ise Muâviye, Fedek’i Mervân b. Hakem’e iktâ etti. Mervân da burayı iki oğlu Abdülmelik ile Abdülazîz’e bağışladı. Daha sonra Ömer b. Abdülazîz’e ve Abdülmelik b. Mervân’ın iki oğlu Velîd ile Süleyman’a intikal etti. Velîd ile Süleyman halife olduklarında kendi hisselerini Ömer b. Abdülazîz’e bağışladılar. Ömer b. Abdülazîz halife olunca Fedek’i Hz. Fatma’nın torunlarına verdi, ancak halefi II. Yezîd burayı geri aldı. Abbasi döneminde de defaatle el değiştirip durdu; bugün Fedek belde halkının özel mülkiyetinde bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi mesele birilerinin iddia ettiği gibi değildir; ortada ilk halife Hz. Ebû Bekir’in dini hükümleri uygulama noktasındaki titizliği ve hiç kimseye bir imtiyaz tanımadan kararlılık göstermesi vardır. Hz. Ebû Bekir’in bu kararlılığını çok riskli olmasına rağmen Üsame ordusu ve irtidat hareketleri için ortaya koyduğu tavırlarda da görmekteyiz. Bu olaylar olurken Hz. Ebû Bekir, Hz. Fatıma’ya gelip, şöyle diyor: “Ey Allah Resulü’nün biricik hatırası, vallahi amacım ne seni üzmek, ne seni zor durumda bırakmaktır. Nefsim kudreti elinde olan Allah’a yemin ederim ki, karabet-i Resulullah’a sıla-i rahim, kendi öz akrabalarıma yapacağım sıla-i rahimden daha önceliklidir. Eğer ben babandan; “Biz peygamberler topluluğu ilim dışında bir miras bırakmayız, bıraktığımız sadece sadakadır” sözünü duymasaydım, asla senin elinden Fedek’i almazdım. Ama bu sözü duymama rağmen gereğini yapmazsam Allah katında mesul olurum. Sizin tüm ihtiyaçlarınız bizim üzerimizdedir.”
İşte bu sözler meseleyi anlamamız açısından yeterlidir. Şimdi birileri kalkıp ileri geri konuşmasının hiçbir isnadı yoktur. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali arasında bir sıkıntı olsa, hele hele bazı müfritlerin iddia ettikleri gibi Fatıma validemizin karnındaki çocuğu düşürülmesine, hastalanıp vefat etmesine bu hadiseler sebep olsa; Hz. Ali iki senelik Hz. Ebû Bekir’in hilafet günlerinde onun yanında ayrılmadan durabilir miydi? Hz. Ebû Bekir’in arkasından doğan bir oğluna ismi yaşasın diye Ebû Bekir ismini verebilir miydi? Dolayısı ile meseleyi sıhhati meçhul rivayetler üzerinden değil, hadiselerin tamamı üzerinden anlamak daha doğrudur.
Allah (cc) bizi hakikatinden ayırmasın. (âmin)
Muhammed Emin YILDIRIM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder