23 Mart 2015 Pazartesi

455.SÜNNETİN HÜCCET DEĞERİ VE DİNDEKİ YERİ-5-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


I. Kur'an'a Göre Sünnetin Hüccet Değeri


A- Cenab-ı Hakk, Peygamberi Muhammed 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'ı Kur'an'ın Açıklayıcısı, İtaat Edilmesi Gereken Bir Örnek ve Ahkamı Teşri' Eden Bir Merci Olarak Gönderdi.

Sunnet-i nebevîyenin İslam'daki konumunu tesbit etmek istiyorsak, öncelikle sunnet-i nebevîyenin ve Rasûl-u Ekrem 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Kur'an'a göre haiz oldukları konumu anlamak gerekir.
Kur'an-ı Kerim'i incelediğimizde Cenab-ı Hakk'ın hikmeti gereği Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e onun risaletiyle mutenasib birtakım sıfatlar ve özellikler bahşettiğini görmekteyiz. [335]


Kur'an'a Göre Peygamber'in Haiz Olduğu Özellikler:


1. Bunlardan biri Cenab-ı Hakk'ın Peygamberi, İnzal ettiği Kitab'ın açıklayıcısı kılmasıdır. Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: "Biz zikri sana indirdik ki, İnsanlara kendileri İçin İndirileni beyan edesin. Umulur ki, düşünürler.[336]


Bu ayet-i kerime, Kur'an-ı Kerim'de insanlara muşkil gibi görünen ilahî muradı açıklama ve mucmel olarak varid olan hükümleri -ki bunlar Kur'an ahkamının önemli bir kısmını oluşturmaktadır- tafsil ederek beyanda bulunma ameliyesinin Peygamberin görevleri arasında olduğunu açıkça göstermektedir. Ayetteki "beyan" tilavetten ayrı bir şeydir. Bununla sözü daha açık bir ibareyle veya başka bir dille ifade etme kastedilmemektedir. Zira muhatablar fasîh Arapça konuştuklarından Kur'an'ı gayet iyi anlıyorlardı. Kur'an, onların diliyle ve onların kullandığı uslûb ve ifade teknikleriyle inmişti. Onlar bu anlamda bir beyana muhtaç değillerdi. Kur'an, ihtiva ettiği manalara açıkça delâlet ettiğinden ifade zaafı ve girifttik gibi belagata aykırı hususlardan uzaktır. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Arapça dışında bir dil bilmediği için ayetteki beyan ile tercümenin kastedildiğini söylemek de mümkün değildir. Dolayısıyla beyan ile kastedilen şey tercümedir, denemez.

Bilakis ayetteki beyan ile kastedilen şey, insanların ihtiyaç duyduğu türden bir beyan olmalıdır. Bu da iki kısımdır:

a. Kur'an'da muşkil görünen murad-ı ilahi'yi açıklama anlamındaki beyan (beyanu'l-murad)dır. Zira bir söz belagatın zirvesinde olduğu halde irade olunan mana bakımından muşkil olup, insanların çoğuna kapalı gelebilir. Böyle durumlarda izah ve beyana ihtiyaç duyulur.


b. Namaz, zekat, oruç ve hac gibi ahkama ilişkin konularda Kur'an'da varid olan mucmel ifadeleri tafsil etme anlamındaki beyandır. Bu da sözkonusu mucmel hükümleri keyfiyet, zaman, adet, miktar, rükün, şart, âdâb ve diğer noktalar açısından açıklığa kavuşturmakla olur.

Bu ayet-i kerimeyle sünnetin önemli bir kısmının yani muşkil ayetleri beyan ve mucmel hükümleri tafsil eden kısmının huccet oluşu kesinlik kazanmış olmaktadır.[337]


Beyan, Cenab-ı Hakk'ın Peygamber'e tevdi ettiği bir vazife ve emanet ettiği bir görevdir. Binaenaleyh Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i bu görevden ve bu emanetten soyutlamak mümkün değildir. Keza -önemli bir kısmı- Kitab'ın beyanı niteliğinde olan sünneti reddetmek, Kitab'a iman vasfıyla bağdaşmaz. Bu, aynı zamanda Kitab'ı da reddetmektir.

2. Peygamber'e bahşedilen bir diğer özellik, onun bütün müslümanlar için uyulması zorunlu olan örnek insan (usvetun hasene) olmasıdır.


"Sizler için, Allah'a ve Ahiret gününe kavuşmayı uman kimseler için Allah Rasûlu'nde güzel örnekler vardır.[338]


Cenab-ı Hak, Peygamber'in kayıtsız şartsız bir şekilde güzel örnek olduğunu belirtmiştir. Bu, müslümanların söz, fiil ve davranışlardan oluşan bütün işlerde Peygamberi örnek edinmek ve ona uymakla emrolunduğunu gösteriyor. Aynı zamanda bu, sünnetin bütün kısımlarıyla Huccet olduğunun bir delilidir.


3. Peygamber'e verilen özelliklerden bir diğeri ona itaatin Allah'a itaat gibi vacib kılınması ve Allah'a yapılan itaâttan bağımsız olarak ayrıca zikredilmesidir,


"Biz her Peygamberi, Allah'ın izniyle itaat olunsun diye gönderdik. [339]


"Ey İman edenler, Allah'a ve Rasûlu'ne itaat ediniz. [340] 


"Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. [341]

"Kim Allah'a ve Rasûlu'ne itaat ederse (bilmiş olun ki) onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği Peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salih kimselerle birlikte olacaktır. Onlar ne güzel arkadaştır.[342]


"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasûlu'ne itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de... Şayet herhangi bir şeyde ayrılığa düşerseniz, Allah'a ve Ahiret gününe inanıyorsanız onu Allah'a ve Rasûlu'ne havale ediniz. Bu daha hayırlı ve akıbet itibariyle daha güzeldir. Sana ve senden önce indirilene iman ettiklerini sanan o kimseleri görmedin mi? Onlar tağutun vereceği hükümle muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onlar, onu inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan ise onları derin bir sapıklığa düşürmek istemektedir. [343]


Bu ayetler, Peygamberlerin sadece tebliğ ve ikna için gönderilmediğini bununla birlikte Allah'ın izni sayesinde itaat olunmak için gönderildiklerini açıkça göstermektedir. 


Bu ayetler, aynı zamanda yerine getirilmesi gereken iki tür bağımsız itaatin olduğunu; bunlardan birinin Kur'an'da yer alan ilahî emirlere itaat olduğunu, diğerinin ise Kur'an'da yer almayan ancak Peypamber tarafından tebliğ edilen emirlere itaat olduğuna da delâlet etmektedir.

Keza bu ayetler, insanların muhakeme ve çözüm için Peygamberin hayatında nebevi hüküm ve emirlerde ifadeye kavuşan, onun vefatından sonra da Kitap ve Sünnette varlığını sürdüren ilahî şeriata başvurmadıkça iman etmiş olamayacaklarını göstermektedir.


Bunlar, İslam'ın bedahetle bilinen açık esaslarındandır.


"Hayır, Allah'a yemin olsun ki onlar aralarında vuku bulan ihtilaflarda seni hakem kılmadıkça sonra da vereceğin hükmü gönül huzuruyla kabul edip teslim olmadıkça iman etmiş olamazlar. [344]


4. Cenab-ı Hakk'ın Peygambere bahşettiği özelliklerden biri de teşrî' yetkisidir.


"Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ummî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte O Peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygambere inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur'a uyanlar var ya işte kurtuluşa erenler onlardır. De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize gönderilmiş olan göklerin ve yerin sahibi Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur. O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ummî Peygamber olan Rasûlu'ne -ki O, Allah'a ve Onun sözlerine inanır- iman edin ve Ona uyun ki doğru yolu bulaşınız.[345]


Bu ayetler Allah ve Rasûlu'ne imanı içermekte, bununla beraber bu imanın gereği olan emir ve teşrî'de Peygambere ve sünnet-i nebevîyeye itaatin lüzumunu da ihtiva etmektedir. Zaten insanların nebevî davete ittiba etmeden hidayet bulmaları umulacak bir şey değildir.


Mezkur ayetler, aynı zamanda Allah Teâla'nın Peygamber'e bahşettiği teşrî' yetkisini de kapsamaktadır. Ayet-i kerimedeki
"O Peygamber, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar." ifadesi de bu manayı teyid eder. Allah'ın helal ve haram kılması ile Peygamber'in helal ve haram kılması arasında itaatin gerekliliği açısından hiçbir fark olmadığı halde yukarıdaki ayette "helal ve haram kılma" eylemleri Peygamber'e isnad edilmiş ve bu husus Peygamberin gerçekleştirdiği ameller cümlesinden addedilmiştir, Bundan dolayı bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:


"Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. [346]


Bu ayet-i kerime, .şeriatın tek bir-kaynaktan, yani Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in ümmetine getirdiklerinden, alındığına işaret eder. Bunun Kuran veya Sünnet şeklinde olması bir şeyi değiştirmez. Zira ikisi de vahiy 'kaynaklıdır,[347]

"O (Peygamber) arzusuna göre konuşmadı; o (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. [348]


Pek çok örneğinden sadece birkaçını aktardığımız bu ayetleri gözönüne aldığımızda gerçek ortaya çıkmaktadır: Ne Allah Rasûlu'nün sünnetinden mustağni kalmak mümkündür ne de Kitabı, onun hamili ve taşıyıcısı olan Peygamber'den ayırmak mümkündür. Bundan dolayıdır ki, îmam Şafiî şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın Kitabında yer alan farzları, Allah'ın emri olarak kabul eden, Allah'ın Peygamberinin sünnetlerini de kabul etmiştir. Çünkü Allah, kulları için, Peygamberine itaati farz kılmış ve onun hükmüne başvurmalarını istemiştir. Kim Peygamberin hükmünü kabul ederse Allah'ın emrini kabul etmiş olur, Zira Allah, ona itaati farz kılmıştır. [349]


Bu ayetlerin tetkikinden vardığımız kesin sonuç şudur: 


Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'ne itaat vacibtir. Zira Allah'a itaat, Allah Rasulu'ne yapılan itaate bağlıdır. Vefatından sonra Allah Rasûlu'ne itaat, onun sünnetine ittiba etmekle mümkündür. Bundan dolayı ümmet fiilî olarak sünnetle amel etme konusunda fikir 'birliği (icma) etmiştir. Bu, kelam ümmetinin ilk günden itibaren anladığı bir husustur. Bundan dolayı İslam ümmeti, Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) döneminden beri, yaptığı teşrî' faaliyetlerinde ve çözdüğü problemlerde , Cenab-ı Hakk tarafından vaz'edilen bu rabbani metodu takib etmiştir.[350]

[335] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 137.
[336] Nahl, 44
[337] Bu açıklamalar ışığında "Ayetlerde geçen Peygamber (S.A.V)'e itaâttan maksat Kur'an'da yer alan ilahî emirlere itaattir." şeklindeki iddianın geçersizliği de anlaşılmış olmalıdır. Bu iddianın geçersizliğine dair deliller pek çok olmakla beraber biz bir kaç hususu aktarmakla yetineceğiz:
1-Böyle bir yaklaşım, Kur'an dili olan Arapcanın uslûb ve özelliğine aykırıdır. Zira Kur'an'da [ısrarla] iki müstakil merciye, Allah'a ve Rasulüne, itaat emredilmektedir.
2- Bu yaklaşım, genelde peygamberlere özelde . Muhammed (S.A.V)'e itaati emreden ayetlerin ruhuna aykırıdır. Zira ilgili ayetler sadece Allah'a itaati emretmemekte [bunun yanısıra] bizzat peygamberlere itaatin de emrediidiğine delalet etmektedir.
3- Şayet iddia edildiği gibi ayetler, Peygamber'e ve nebevî sünnete itaati emretmeksizin sadece Kur'an'a itaati emretmekle yetinmiş olsaydı -Sünnetin bağlayıcılık vasfını kaybetmesi nedeniyle- Kur'an, uygulanması imkansız bir kitap haline gelirdi. Kur'anî emirlerin önemli bir kısmı anlamını ve hikmetini kaybedip zayi olurdu. Zira hiç bir mükellefin bu [kapalı] emirleri uygulama imkanı olmayacaktı.
[338] Ahzab, 21
[339] Nisa, 165
[340] Enfal,20
[341] Nisa, 80
[342] Nisa, 69
[343] Nisa, 58-60
[344] Nisa, 65
[345] A'raf, 157-158
[346] Haşr,7
[347] Sünnet'in vahye dayanmayan (içtihadı) kısmı da vahyin onayına mazhar olduğu için vahye dayanan Sünnet mesabesindedir. Nitekim bu espiriden hareketle Hanefî usûlcüler Sünnetin bu kısmına "vahy-i bâtın" demişlerdir. [Bkz. İbni Hümam, et-Tahrîr, (İbni Emîr el-Hâc'ın şerhiyle birlikte) Beyrut, 1983, 3/295] Hatta Peygamberin tebliğe ilişkin konularda hataya maruz kalabileceğini söyleyen alimler bile Peygamberin hata üzere onaylanmayacağını belirtmişlerdir. Aksi takdirde başta Kur'an olmak üzere Peygamberin tebliğ ettiği bütün hususlar ve icra ettiği tasarruflar hatalı olma şüphesine maruz kalırlar. Bunun ise dinin ibtâliyle eşanlamlı olduğu izahtan varestedir, -çev.-
[348] Necm, 3-4
[349] er-Risâîe, 23
[350] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 137-143.


Devam edeceğim inşallah...

Şeyh Hasan Karakaya, Fıkıh Usulu/İslam-tr

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

Hiç yorum yok: