21 Mart 2015 Cumartesi

454.İSLAMDA SÜNNETİN YERİ (Sünnetin Delil Oluşu)-4-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


İslâm dininin temel iki kaynağından birincisi Allah Teala'nın Cebrail aracılığıyla Muhammed 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gönderdiği Kur'an-ı Kerim, ikinci kaynağı ise, Kur'an'ı bize açıklayan Rasulullah'ın sünnetidir.

İslâm Ummeti, Kur'an'ın birinci, sünnetin de ikinci kaynak olduğu hususunda ittifak etmiştir. Ancak bir kısım şaz mezhebler ve marjinal fırkalar, Rasulullah'ın sünnetinin İslâm dininin ikinci kaynağı olması hususunda ortaya bazı tutarsız şüpheler atmışlardır. İslâm düşmanları da bu şüpheleri değerlendirerek islâm ümmetinin düşünce ve inançlarını bulandırmaya çalışmışlardır.


İslâm'ın devlet nizamı olduğu zamanlarda, bu yüce dini iyi bilen, ona yöneltilen saldırılara cevap verecek yetenekte olan alimler, sünnetin İslâm'ın ikinci kaynağı olduğuna gölge düşürmek isteyenlere kafi derecede cevap vermişler ve kalpleri hasta olan bu insanlara gereken ilmî delilleri zikretmişlerdir.


Ne yazık ki, birinci dünya savaşından sonra müslümanlar tamamen mağlub olmuşlar ve İslâm dini yürürlükten bütünüyle kaldırılmıştır. İslâm alimleri, darağaçlarına çekilmiş, hapishanelere doldurulmuş, çeşitli terör ve despotluklarla susturulmuşlardır. İşte böyle bir dönemde tekrar şaz görüşler yeniden hortlamış, marjinal kalan fırkalar meydanları boş bulmuşlardır. Bunların eski hastalıkları yeniden depreşmiş ve bunlar, çeşitli yollarla cahil kalan müslümanları peygamberlerine ve onun hadislerine karşı kışkırtmaya girişmişlerdir.


Bu gibi kimselerin halini muşahade eden alimler, İslâm ümmetinin birlik ve beraberlik içinde olmasına şiddetli bir ihtiyaç bulunduğu bir çağda bu gibi kimselere cevap vermekten ise vermemeyi tercih ettikleri olmuştur. Fakat onlar, bunu idrak edememiş, bu husustaki iddialarına yenilerini de ilave etmekten geri durmamışlardır. Bu insanlar, şunu iyi bilmelidirler ki. bu davranışlarıyla önce müslümanlar nezdinde Rasulullah'ın itibarını silmeye, daha sonra da ona gelen vahyin değerini düşürmeye hizmet etmektedirler. Diğer taraftan bunlar müslümanlar arasında ayrılıklara, sebep olacak meseleleri gündemde tutmaya çalışan ve emperyalist emeller doğrultusunda ilmîlik kisvesi altında faaliyet gösteren oryantalistlerin amaçlarına, belli bir oranda da olsa, katkıda bulunmaktadırlar.


İslâm'ın çerçevesi dışına çıkan kadîyanilik, behailik, dürzilik, nusayrilik, raftzilik ve benzeri fırkalar da önce hadislere şüphe sokarak işe başlamışlar, daha sonra ise haşa Allah'ın bir beşere hulul edeceği(gireceği) İnancına kadar varmışlardır.

İşte İslâm'dan ayrılan bu gibi mezhep ve fırkaların durumuna düşmemek için, sorumsuzca davranışlarımızdan vazgeçmemiz, bir şey hakkında konuşuyorsak onu iyice incelememiz ve insaf ölçülerini elden kaçırmadan onun hakkında fikir beyan etmemiz gerekir. Zaten tarih boyunca da sünnete gölge düşürmek isteyen fırkalar ya tamamen İnkıraza uğramışlar veya kabuklarına çekilerek felsefi tartışmalarla kendilerini tatmine çalışmışlardır. Pratikte İslama ve müslümanlara herhangi bir şey sunmamışlardır. 


Hadislerin delil oluşuna şüphe sokmak isteyenlere bir hatırlatma olmak üzere şunların kaleme alınması uygun görülmüştür.


Sünnet Şeriatin İkinci Kaynağıdır:

Kur'an, sünnet, sahabelerin davranışları ve aklı selim, sünnetin, İslâm'ın ikinci kaynak olduğunu ifade etmektedir.

1. Kur'an-ı Kerim'de Sünnetin Şer'i Delil Olduğuna Dair Beyanlar:

Kur'an'da bir çok âyet Rasulullah'a 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) itaat edilmesini emretmekte, O'na karşı gelmeyi yasaklamaktadır. Bir kısım âyetler, Allah'a ve Rasulüne itaati birlikte İfade buyururken, diğer bir kısım ayetler Rasulullah'a itaat etmeyi yalnız olarak zikretmişler, böylece Rasulullah'a İtaatin ayrı bir özelliği olduğunu beyan etmişlerdir.

Diğer bir kısım âyetler de Rasulullah'ın sünnetinin vahiy olduğuna işaret etmişlerdir.


Konu ile ilgili olan âyetleri şöylece sıralamak mümkündür:

a. Allah'a ve Peygamberine İtaati Birlikte Emreden Ayetler:

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin. Sizden olan idarecilere de. Eğer aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Peygamberine götürün. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız (bunu böyle yapın) Bu daha hayırlıdır. Netice olarak daha güzeldir.”[50]

Görüldüğü gibi âyetin başında "Allah'a itaat edin. Peygambere itaat edin" buyrularak "itaat edin" emri iki defa zikredilmiştir. Aslında Allah'a itaat peygambere itaat demektir. Buna rağmen itaat emrinin iki kez zikredilmesi, "Kur'an'da zikredilmeyip sadece sünnette zikredilen hükümlere uymak gerekmez" şeklindeki vehim ve kuruntuları bertaraf etmek ve Rasulullah'ın hiçbir kimse için sabit olmayan müstakil ve özel bir İtaat edilme hakkına sahip olduğunu beyan etmek içindir. Kur'an gibi veciz bir kitapta itaat emrinin tekrarı, gözden kaçırılmamalıdır.


Yine âyet-i kerimenin devamında: 

"Eğer aranızda herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz onun hükmünü Allah'a ve Peygamberine götürün" buyurulmaktadır.


Elbetteki anlaşmazlık konusu olan meseleyi Allah'a götürmekten maksad, Allah Teala'nın kitabı olan Kur'an'a başvurmaktır. Akıl sahibi hiç bir kimse, "Bundan maksat meseleyi bizzat Allah'ın kendisine götürmektir" diye bir iddiada bulunamaz. Meselenin hükmünü Rasulullah'a
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) götürmekten maksat ise, Rasulullah hayatta iken bizzat kendisine götürmek, vefatından sonra da sünnetine başvurmaktır. 

Rasulullah'ın vefatından sonra "sünnetinin hakemliğini kabullenmemek" âyetin geniş kapsamlı manasını delilsiz olarak daraltmaktır, ilmi olmayan ve İslâm'ın ruhuna ters düşen bir davranıştır. Çünkü bu iddiaya göre, Kur'an'ın bu emri, sadece Rasulullah'ın yirmiüç yıllık peygamberliği dönemi için geçerli olur ki, bu da "Kur'an'ın hükümlerinde esas olan kıyamete kadar baki olmasıdır" esasına ters düşmekte ve Rasulullah'ın Kur'an'ı uygulama pratiği olan sünnet hazinesini hiçe saymaktır. 

Böylece âyetin cümle ve kelimelerinden sünnetin şer'î bir delil olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yeter ki onu düşünüp anlayacak akıllar bulunsun.

Başka bir âyette: "Ey Muhammed! De ki: "Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse Peygamber sadece kendisine yüklenilen yükümlülükten sorumludur. Sizler de size yüklenilen yükümlülükten sorumlusunuz. Eğer Peygambere itaat ederseniz, hidâyete kavuşmuş olursunuz. Peygambere düşen, ancak tebliğ etmektir"[51] buyurulmaktadır. 


Görüldüğü gibi bu âyette de peygambere İtaat ayrı bir emir olarak zikredilmiş ki, Peygamberin de özel bir itaat hakkı bulunduğu vurgulansın. Ayrıca Peygambere itaatin hidâyete eriştireceği zikredilmiş ve böylece Rasulullah'ın zatının ve sünnetinin mu'minlerin rehberi olduğu beyan edilmiştir.

Bu âyette dikkati çeken diğer bir husus da şudur: 
"Peygambere itaatin insanları hidâyete ulaştıracağı" vadiyle "peygambere düşen ancak tebliğ etmektir" fermanının yanyana zikredilmesidir. Bu da göstermektedir ki, "Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir" ifadesinden maksad: 
"Peygamber, sapanların ve isyankârların yaptıklarından sorumlu değildir" demektir. Yoksa bundan maksad "Peygamber ancak Allah'ın emirlerini tebliğ eden bir postacı niteliğindedir. Onun sünnetinin şer'î hiçbir değeri yoktur" demek değildir. Eğer böyle olsaydı Allah'a itaatin emredilmesi yeterli olurdu. Ayrıca Rasulullah'a itaat etme emri yersiz ve anlamsız bir uzatma sayılır ve Rasulullah'a itaatin hidâyete ulaştıracağı vadi gerçek dışı bir vaad olurdu. Haşa Allah Teala böyle bîr vâdden munezzehtir

.
Diğer bir âyette "Allah ve Rasulü, bir şey hakkında hüküm verdiği zaman herhangi bir mümin erkeğin ve mumin bir kadının kendi işlerinde başka hükmü seçme hakları yoktur. Kim Allah'a ve Rasulune isyan ederse, şubhesiz ki o açıkça sapmıştır"[52] duyurulmaktadır.


 Bu âyetteki: "Allah'ın verdiği hükümden" maksat O'nun bize gönderdiği Kur'an'daki hükümlerdir. "Rasulullah'ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) verdiği hükümlerden maksat ise, "Hayatta iken hakemlik yapıp verdiği hükümler ve beyan ettiği emir ve yasaklardır."

"Rasulullah'ın bu hükümlerine sadece o hayatta iken uymak gereklidir. Vefatından sonra onun hükümleri bizî bağlamaz" diyebilir miyiz? Bunu söylemekle delilsiz bir iddiada bulunmuş olmaz mıyız? Böyle bir iddia ne derece doğru olur? Bugün Rasulullah'ın sünnetini kabul etmeyen bir insan onun hangi hükmünü kabullenmiş olur?
Allah Teala birçok âyetinde, kendisiyle birlikte Peygamberine itaat edenleri övmekte onların mertebelerinin yüksek olacağını ve kurtuluşa ereceklerini belirtmektedir. "Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, İşte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar”[53]


Şayet Rasulullah'a 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) itaatin bir anlamı olmasaydı, onu Allah'a itaatle birlikte zikretmenin manası ne olurdu? Rasulullah'a itaat, sünnetini almamızı gerekli kılmaz mı? Rasulullah'ın sünnetini reddederek ona itaati hiçe sayanlar, bu âyetler karşısında ne cevap vereceklerdir?
Yine şu âyetlerde: 
"Kim Allah'a ve Rasulüne itaat eder, Allah'tan korkar ve O'ndan çekinecek olursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir. "[54] "Aralarında Peygamberin hükmetmesi için Allah'a ve Rasulüne davet edildikleri zaman müminlerin sözü ancak "işittik ve itaat ettik" olur. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir."[55]
"Allah'a ve Peygambere İtaat edin ki merhamet olunasınız"[56] buyurulmaktadır.

Âyetlerde Allah'tan korkmanın; Allah'a ve Rasulü'ne itaatle olacağı, muminlerin Allah'ın ve Rasulü'nün hükmüne çağırılmaları halinde "işittik ve itaat ettik" diyecekleri belirtiliyor. "Ben sadece Kur'an'a İtaat ederim, hadisler beni bağlamaz" diyenler, takvaya nasıl erişebilirler ve mümin olma sıfatını nasıl muhafaza edebilirler?
Allah Teala diğer bir çok âyet-i kerime'de de kendisiyle birlikte Peygambere itaat etmeyenleri kınamakta ve onları küfürle vasıflandırmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin. Davetini işittiğiniz halde peygamberden yüz çevirmeyin."[57]
"De ki Allah'a ve Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şubhesiz ki Allah kâfirleri sevmez."[58]


Peygamberin sünnetini reddedenler bu âyeti çok iyi düşünmeli ve felsefi cedellerden vazgeçmelidirler.
"Ey iman edenler! Allah'ın Rasulü sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah'ın ve Rasulünün davetini kabul edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve O'nun huzurunda toplanacaksınız. "[59]

b. Yalnız Rasulullah'a İtaat Etmeyi Emreden Âyetler:


"Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Peygambere itaat edin ki, merhamet edilesiniz."[60] Sünneti red eden, bu itibarla Peygambere itaati hafife alan insanlar, bu âyeti düşünüp kendilerine acısınlar ve nasıl bir tavır takındıklarını iyice gözden geçirsinler.
"Eğer Peygambere itaat ederseniz hidâyete erişmiş olursunuz..."[61] "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın..."[62] 


Âyetin ifadesine göre Allah'ın sevgisine erişmek, Peygambere uymakla tahakkuk ediyor. Temelsiz felsefelere ve akli cedellere uymakla değil.

"Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi de yasakladıysa ondan da kaçının. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki, Allah azabı pek şiddetli olandır. "[63] 


Her ne kadar bu âyet ganimet mallan hakkında inmişse de âyette geçen "ne verdiyse" ifadesi genel bir anlam taşıdığından Rasulullah'ın ümmetine verdiği her emir ve yasağı kapsamakta ve sünnetin delil olduğunu göstermek için yeterli görülmektedir. Çünkü Rasulullah'ın ümmetine bahşettiği en değerli hediyesi sünnetidir.
Nitekim İbn Cureyc ve Abdullah b. Mes'ud, bu âyeti umumi manada tefsir etmişler, emir ve yasağının müslümanları bağladığını söylemişlerdir.


Bir gün Abdullah b. Mes'ud:
"Allah Teala dövme yapan, dövme yaptıran, tüylerini alan, güzellik için dişlerinin arasını törpületen ve Allah'ın yaratma şeklini değiştiren kadınlara lanet eder" demiştir. Onun bu sözü, Esedoğullarından Ummu Yakub isimli Kur'an'ı çok iyi okuyan ve anlayan bir kadına ulaşmış kadın da İbn Mesud'a gelerek "İşittiğime göre sen şöyle ve şöyle olan kadınlara lanet okumuşsun" demiştir. Abdullah bin Mesud da o kadına şu cevabı vermiştir:
"Niçin ben, Rasulullah tarafından lanetlenen ve Allah'ın kitabında da hükmü bulunan kimseleri lanetlemeyeyim" Kadın: "Ben Kur'an'ın iki kapağının arasında bulunan bütün âyetleri okudum. Böyle bir lanetleme bulamadım." demiş, Abdullah bin Mes'ud da "Eğer okumuş olsaydın onu bulurdun. Sen Allah Teala'nın "Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan da kaçının" âyetini okudun mu? diye sormuş, kadın: "Evet okudum" demiştir. Bunun üzerine Abdullah: "Kadınların bunları yapmalarını Rasulullah yasaklamıştır" demiştir.[64]


Görüldüğü gibi İbn Mes'ud, bu âyeti "umum İfade eden bîr âyet" olarak genel anlamda tefsir etmiştir. Ve Rasulullah'ın buyurduğu veya yasakladığı her şeyin âyetle zikredilmiş gibi hüküm İfade edeceğini söylemiştir.


"Ayetlerimize İman edenler o kimselerdir ki, okuyup yazması olmayan ve Allah'ın elçisi olan Peygambere uyarlar. Peygamber onlara iyiliği emreder, kötülüğü men eder. Temiz şeyleri onlar için helal, murdar şeyleri de haram kılar. Onların üzerlerindeki ağır yükleri ve kendilerini bağlayan bağları kaldırır... "[65]


Ayette zikredilen temiz şeyleri helal kılma ve murdar şeyleri haram kılma fiilleri Rasulullah'a izafe edilmiştir. Elbetteki bunun bir anlamı vardır. O da sünnete uymanın gerekliliğini belirtmektedir.


"... o Peygambere uyun ki doğru yola eresiniz."[66] 


Peygambere uyma, sünneti kabullenme dışında nasıl mümkün olacaktır. Bundan başka bir yol var mıdır? 
Allah Teala diğer bazı âyetlerinde de Peygambere itaat etmenin son derece önemli olduğunu beyan ederek ona itaatin Allah'a itaat sayılacağını, onun hakemliğini kabul etmeyenin mu'min olamayacağını bildirmiştir. "Kim Peygambere itaat ederse şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu olarak göndermedik"[67]


Peygamberin 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) söylediklerine uymadan ve yaptıklarını yapmadan ona itaat edilmesi hiç mümkün müdür? Bu da sünnetin şer'î bir hüccet olduğunun açıkça bir delili değil midir?

"Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem, seçip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar."[68]


Bu âyette, Rasulullah'ı hakem seçmeyenin mü'min olamayacağı beyan edilmiştir. Rasulullah'ın hakemliğini sadece sağlığına tahsis etmek, bu âyeti dar bir çerçevede yorumlamak olmaz mı? Sırf sünnete karşı çıkmak için bir zorlama sayılmaz mı?
Rasulullah'a uymayı emreden diğer âyetler de göz önünde bulundurulduğunda şu gerçek ortaya çıkmaktadır: Rasulullah'ın hakemliği hem hayatta iken hem de ölümünden sonra geçerlidir. Vefatından sonra sözleri ve fiilleri alınarak hakemliği kabul edilmiş olur. Âyette Rasulullah'ın hakemliğinin sadece hayatı boyunca geçerli olduğuna hiçbir işaret olmadığı gibi, Kur'an'ın genel ifadesi, onun hakemliğinin ölümünden sonra da devam ettiğini gerektirmektedir. Bu da ancak sünnetine uymakla olur.


Kur'an-ı Kerim mücmel bir kısım farzlar ve genel kaideler getirmiştir. Bu mucmel farzların tafsilatını ve genel kaidelerin detayını ancak Rasulullah'ın açıklamasıyla bilmek mümkündür. 


Mesela Allah Teala; "Ey iman edenler! Oruç size farz kılındı..."[69] "Namazı kılın, zekatı verin..."[70] "Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin..."[71] buyuruyor. Allah Teala bunların nasıl yapılacağını öğretmeyi Peygamber efendimize bırakmıştır. O halde Peygamber'in sünneti olmadan bu emirlerin nasıl yapılacağını bilmek mümkün değildir. Nitekim Allah Teala; "... Sana da Kur'an'ı indirdik ki, insanlara vahy edilenleri açıklayasın..."[72] buyurmuştur.
Ayetler Rasulullah'ın sünnetinin de Allah tarafından bir vahiy olduğuna işaret etmektedirler. "O arkadaşınız (Rasulullah) kendi arzu ve hevasından konuşmaz. Onun konuştuğu gönderilen vahiyden başka bir şey değildir. "[73]
"... Allah sana kitab ve hikmeti indirmiş, ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana olan lütfü büyüktür."[74]
"... Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size indirdiği Kitabı ve hikmeti hatırlayın. Allah bununla size öğüt verir. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi çok iyi bilendir."[75]


Bu iki âyette, indirildiği ifade edilen "Kitap"tan maksadın Kur'an-ı Kerim olduğu muhakkaktır. "Hikmet"ten maksat ise, birçok alime göre Rasulullah'ın sünnetidir. Bu itibarla sünnetin de "vahy-î gayri metluv" olduğu beyan edilmiştir. Zira hikmetin lügat manası, bir şeyi tam yerine koymak ve bir işi icap ettiği gibi yapmaktır. Rasulullah'ın sünneti de bizlere dinin nasıl tatbik edildiğini öğrettiği için ona hikmet denilmiştir.


"... Şuphesiz ki sen, dosdoğru bir yola iletiyorsun."[76] 


Âyette doğru yola iletme işi Rasulullah'a isnad ediliyor. Bu da gösteriyor ki Rasulullah'ın söz ve fiillerinin İslâm şeriatında önemli bir yeri vardır. Şayet Rasulullah'ın sözü dinlenmeyecek ve fiilleri işlenmeyecek olursa, onun insanlara doğru yolu göstermesi nasıl gerçekleşmiş olabilir?

[50] Nisa, 59
[51] Nur, 54
[52] Ahzab, 36
[53] Nisa, 69
[54] Nur, 52
[55] Nur, 51
[56] Ali İmran, 132
[57] Enfal, 20
[58] Ali İmran, 32
[59] Enfal, 24
[60] Nur, 56
[61] Nur, 54
[62] Ali İmran, 31
[63] Haşr, 7
[64] Buhârl, Kit. Libas, bab: 82, 84, 85, 87; Müslim, Kit. Libas: bab: 120 hn. 2125; Ebû Dâvûd; Kit. Terecciil bab: 5, hn. 4169; Tirmizi, Kit. Edeb, bab: 33 İm. 2782; İbn Mace, Kit. Nikah, bab: 52 hn. 1989
[65] Araf, 157
[66] Araf, 158
[67] Nisa, 80
[68] Nisa, 65
[69] Bakara, 184
[70] Bakara, 43
[71] Maide, 1
[72] Nahl, 44
[73] Necin, 3-4
[74] Nisa, 113
[75] Bakara, 231
[76] Şura, 52


Devam edeceğim inşallah...

Şeyh Hasan Karakaya, Fıkıh Usulu/İslam-tr

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hiç yorum yok: