15 Eylül 2014 Pazartesi

372.KUR'AN'A ABDESTSİZ DOKUNULABİLİR Mİ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Kur'an'a abdestsiz dokunabilir miyiz-dokunamaz mıyız ile ilgili ayet ve hadisleri vermeden önce yanlış bir algımızdan bahsetmek istiyorum. Son dönemlerde, bu konu veya buna benzer konular tartışılmaya başlandı. Bu konudan bahsetmeden önce bizi böyle düşünmemize sevk eden nedenlere bir göz atalım istiyorum; çünkü bu yanlış algının kökünü temizlemezsek bütün ayet ve hadisleri önümüze koysakta inanmayacak olan yine inanmayacaktır : 

Kesin hükümle bildirilmiş yada bildirilmemiş ayet ve hadislerin açıklamasında kim doğruyu söylüyor? Kime inanacağız ? Bunu nasıl tespit edeceğiz? İşte size küçük ipuçları:

Öncelikle ülemanın birleştiği konularda birileri çıkıpta aykırı birşey söylüyorsa bilinki orada bir sıkıntı var ;o kişiyi ve beyanını tasdik etmeden önce dayandığı delillerini sorgulamanız gerekir. Delillerini söylerken ayetleri şu ana kadar onun gibi yorumlayan hiç kimsenin yada birkaç kişinin olduğunu görürseniz veya bazı hadislerin zayıf veya uydurma olduğunu söylüyorsa (Tabi bunu anlayabilmek için küçük bir araştırmayla çoğunluğun o konudaki icmasını bulmanız gerekiyor) o zaman bunlar kendi heva ve hevesiyle ve aklıyla yaptığı yorumlardır ve  onun Kur'an'dan kendi anladığıdır. Biz ise Efendimizden sas bize nakil yoluyla gelen (ve hadisle de bildirilen) ilk  300 yıl içindeki ulemanın naklini kabul ederiz. Yok eğer siz hala körükörüne "ya evet çok mantıklı,bence de bu böyle "diyorsanız bilin ki sizin deliliniz de "aklınız".

Elbette sorgulayacağız; ama ayetleri,hadisleri değil! Sorgulayacağız;ama doğru bilgiyi kimden alacağız onu sorgulayacağız. Aklımızı devreye sokacağız ve Peygamberimizden sas bugüne bize nakil yoluyla gelmiş bilgiyi bulacağız. Bu bilgiyi bize ulaştıran  sahabeyi,tabiini(sahabeyi görenler), tebe-i tabiini (tabiini görenler), hak mezhep imamlarını tanıyacağız; ilmi seviyelerini ,bize nasıl ve ne şartlarda nakil yaptıklarını hayatlarını okuyarak öğreneceğiz. Ülemanın bilgisini her konuya nasıl vakıf olduklarını, nasıl bir ilime sahip olduklarını bileceğiz. Bu bilgileri edindikten sonra aklımızı devreye sokup düşüneceğiz: Elimde bu kadar delil var iken Peygamberim sas bana hadislerle de kimlerden nakil alacağımı da belirtmişken ben elbetteki ulemanın hiç tereddütsüz birleştiği konulara iman edeceğim. Yoksa son yüzyılda kendi "aklını" devreye sokup hiçbir delili olmadan yada ayetleri kendi "akıl"larıyla yorumlayan, kendi heva ve hevesleriyle "vardır-yoktur" diyen kişilere mi inanacağım.

Buradaki  asıl gayemizin  doğru itikadı bulup kurtuluşa ermek olduğunu hatırlatıp  bu meseleyi delilleriyle masaya yatırmadan evvel Peygamberimizin sas bizi nasıl yönlendirdiğine bakalım ki  aklımızla değil Efendimiz'in sas buyurduğu gibi davranalım inşallah :(Aşağıda verdiğim 4 hadis, benim istikametimi çizen en önemli verilerdir.)


Peygamberimiz sas buyuruyor:

*"Size ashabımı (onlara tâbi olmayı) tavsiye ederim, sonra onların peşinden gelenleri, sonra da onların peşinden gelenleri. Daha sonra yalan yaygınlaşacaktır."

*Ümmetimin icmasında çoğunluğun dediği geçerlidir; ümmetim sapıklıkta birleşmez.” (Eğer yukarıda bahsettiğim konularla ilgili hiçbir bilginiz yok; araştırmak için vaktiniz de yok ise sadece bu hadisle amel etmeniz yeterli.)

*"İçinizde benden sonra yaşayanlar birçok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sünnetimi, hidâyete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerinin sünnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, âdeta dişlerinizle tutun, sonradan çıkacak şeylerden sakının. Çünkü her uydurma, bid'at; her bid'at sapıklıktır" (Ebû Dâvûd, Sünne, 5).

* "Ümmetim, sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size 'sevâdu'l a'zam (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim" (İbn Mâce. Fiten. 8).
Sevâdu'l-a'zam: Sırât-ı Müstakim metodunu benimseme hususunda görüş birliği içinde bulunan topluluk olarak tefsir edilmiştir (İbnü'l-Esir, en-Nihâye, II, 419).

Hz. Peygamber, cemaâta, sevâdu'l a'zama tabi olunmasını emretmiştir. Cemaât; ilk dönemde, sahabîler; sonraki dönemlerde ise sâlih amel sahibi bilginlerdir. Abdullah b. Mübarek'e cemaat kimlerdir? denilince "Ebû Bekr, Ömer (r.a.)dır" diye cevap vermiş, "Onlar öldü", denilince de yine "falan ve falandır" demiştir. Onlar da öldü, denilince "işte şu Ebû Hamza es-Sekkerî cemaâtdır" der (Tirmizî, Fiten, 7). İmâm Tirmizî şöyle der: Âlimler, cemaâtı şöyle tarif etmişlerdir: "Ehl-i fıkıh, ehl-i ilm ve ehl-i hadis cemaâttir" (Tirmizî, Fiten, 7). Bu anlamıyla, âlimler cemaâtının sapıtması mümkün değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) "Allahu Teâlâ ümmetimi sapıklık üzerine bir araya getirmez. Allah'ın rahmet eli cemaâtledir. Kim cemaâtten ayrılırsa; cehenneme atılacaktır" (Tirmizî, Fiten, 7) diye buyurmuştur.

Konuya geçmeden evvel bir de "Edille-i şer'iyye"nin ne demek olduğundan bahsetmek istiyorum ki daha iyi anlaşılabilsin:

Edille-i şer'iyye dörttür:
Kitâb (Kur'ân-ı kerîm),
Sünnet (Peygamber efendimizin söz, fiil ve takrirleri, bir iş yapılırken görüp de ona mâni olmadıkları şeyler),
İcmâ (müctehid âlimlerin dînî bir işin hükmünde söz birliği etmeleri) 
Kıyâs (hükmü bilinmeyen bir şeyi hükmü bilinene benzeterek anlamak). (Abdülganî Nablüsî)

*İslâmiyet, edille-i şer'iyye ve ona bağlı ikinci derecedeki delil ve vesîkalar ile bize gelmiştir. Bu delîllere dayanmayan, bunların dışında kalan her şey bid'attir, red olunur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

*Din ile ilgili hükümlerin isbâtında edille-i şer'iyye, mû'teberdir. Tasavvufçuların keşif ve kerâmetleri değil. (İmâm-ı Rabbânî)

*Edille-i şer'iyyenin dört olması müctehidler içindir. Mukallidler yâni dört mezhebden birinde olanlar için delil, sened,bulunduğu mezheb reisinin ictihadı ve sözüdür. (Hâdimî)

Tarih boyunca hiçbir bid’at fırkası mütevatir Sünnetle sabit olan itikadi unsuları inkar etmemiştir. 

Yüzyılımızın başlangıcında ise bu inkarların başladığını görüyoruz. Modernist zihniyetin mütevatir sünnetle sabit olmuş bu tür meseleleri inkardaki esas problemi sünnet/hadis alanındadır. Onların kafasında farklı bir İslam anlayışı olduğu için edille-i şer’iyye’nin her biri için devre dışı bırakma formülleri vardır. Mesela kıyas hakkında derler ki; “bu lafızcı bir anlayışın ürünüdür. Oysa asl olan maksaddır. Nassların maksadına, hedefine bakalım.” 

Mesela icma için derler ki; “icma her devirde vardır. Sahabenin bir icması varsa kendi dönemlerini bağlar. Biz kendi dönemimizde kendi icma’mızı oluşturabiliriz. Dolayısıyla geçmiş icma’ya aykırı icma’da bulunabiliriz.”     

Sünnete gelince, burada birkaç mekanizma devreye girer. 

Birincisi nakil problemi var derler. "İşin içine ravi girdiyse orada problem var demektir;dolayısıyla rivayetlere tam anlamıyla güvenmemiz, en azından Kur’an’a itimad ettiğimiz gibi itimad etmemiz mümkün değildir" derler. 

İkincisi rivayetlerin mana ile nakledilmesi gibi bir hadise var. "Burada Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm’ın tam olarak ne dediğini tesbit etmemiz hemen imkansızdır" derler. 

Üçüncüsü "Efendimiz aleyhisselam Sünnet vazederken kendi dönemini, şartlarını, toplumunu dikkate almıştır. O, tarihin o döneminde kalmıştır. Bugün her şey değişiyor. Efendimizin kendi toplumu için vazettiği bir takım uygulamaları biz bugünün toplumunu dikkate alarak yeniden yorumlamalıyız" gibi bir takım mekanizmalarla edille-i şer’iyye’yi devre dışı bırakırlar. Sünnet konusunda, Mehdî, nüzul-i İsa (a.s) üzerinde bunu çok yaparlar. Özellikle bu meseleler hakkında araştırma yaparken sık sık şu iddialarını görürüz: “Rivayetlerin, hadislerin sahih kabul edilebilmesi için birincisi Kur’an’a uygun olması, ikincisi akla uygun olması, üçüncüsü vakıaya uygun olması gerekir. Bunlardan birisiyle çatışırsa rivayet sahih değildir. Hanefiler de zaten böyle demişler. Onlar da bizim gibi düşünürler” derler. İyi ama siz zaten aklı ve Kur’an’ı kendinize göre yeniden tarif ediyorsunuz. Bir şeyin Kur’an’a uygun olup olmadığına nasıl karar vereceğiz.Örneğin  recm Kur’an’a uygun mudur, aykırı mıdır diye bakarsak; bu ümmetin seleften halefe bütün alimlerine göre Kur’an’a aykırı değildir. Ama modernistlere göre aykırıdır. Peki burada kim hakemlik yapacak o zaman? Bu akıl hangi akıl? İslami akıl mı, hristiyanın aklı mı, ateistin aklı mı, kimin aklı? Eğer akıl yeknesak bir şey olsa idi hiç kimsenin Allah’ı inkar etmemesi lazımdı. Oysa bakıyorsunuz ateistlerin de kendilerine göre bir akli zeminleri var. Onun için bu tamamen İslam itikadiyatının, bilhassa Kelam ilminin vazettiği çerçeve içersinde hareket edilmesi gereken bir alandır. İşte bu sebepten akla uygun mudur değil midir meselesi girdiği zaman orada Kelam ilmi devreye girer.

Peki Bu akıl nasıl çalışacak? Bu akla çalışma ilkelerini kim verecek? Ölçüsü ne olacak? Hangi zeminde hareket edecek, neyi hedef alacak?


Akıl, sahibine göre şekillenen bir şey. Herhangi bir konu  hakkındaki rivayetlerin sünnet temelli olması bu rivayetlerin herhangi bir biçimde zayıf noktasını oluşturmaz. Biz herhangi bir hususun hakikat olarak telakki edilebilmesi için özellikle Kur’an’da açık bir şekilde yer alması şartı aramayız. Çünkü Kur’an’ı bize nakleden, tebliğ eden, tefsir eden Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz aynı zamanda Allah Teala’dan aldığı emirle ve selahiyetle mecazen şari’dir
(şeriat koyan). Onun şari olması bu dinin tebliği ve tefsiri bağlamında Kur’an dışı bir vahiyle bize pek çok şey söylemiş, pek çok hüküm koymuş olması, Kur’an’ın yanında ikinci bir kaynak olarak Sünnetine itibar etmek zorunda bırakıyor bizleri. Efendimiz sas bize sadece Kur’an’ın lafızlarını tebliğ etmemiş, aynı zamanda muradullah nedir bunu bilfiil göstermiş. Dolayısıyla biz İslam’ı Kur’an’dan ibare görmüyoruz, ortada bir peygamber gerçeği var. Peygamber Aleyhisselâm’ın sünneti aynı zamanda Kur’an’ın etrafında bir mahfazadır. O mahfazayı, o fanusu kaldırdığınız zaman Kur’an tabiri caizse korumasız kalır. Dileyen ona dilediği yerde dilediği şeyi söyletebilir. Evet Kur’an korunmuştur, lafzı kıyamete kadar korunmuştur. Ama ortada birçok da yanlış Kur’an yorumları vardır. Allah Teala Kur’an’da  bir şey buyurmuş, biri çıkıyor başka bir şey söylüyor. Bunu yorum yapmak suretiyle yapıyorlar. Zaten Ehl-i Kitab da kendi kitaplarını yorumla tahrif etmişlerdi.  İncil’i sadece çıkarmalar veya ilavelerle değil, yorumla da bozmuşlardı. Hatta İncil araştırmacıları İncil’deki tahrifin en fazla yorum yoluyla yapıldığını söylerler. Tevrat’ta da bu geçerlidir. Aynı şey Kur’an için de geçerlidir. Kimse Kur’an’dan bir ayeti silemez. Ama yorumlarında öyle şeyler söylerler ki Kur'an'ı tahrif ederler.
 Mesela Hindistan’da bunu Kur’aniyyûn ekolü yapıyor. "Salât (namaz) kelimesi dua demektir, günde üç kere kıbleye dönersiniz dua edersiniz bu emir yerine getirilmiş olur diyorlar." Bu bir tahriftir. Kur’an’ın metni apaçık dururken  ve Efendimiz'in bilfiil uygulaması varken; o namaz emrini dua olarak yorumluyor ve bu temel ibadet başka bir şeye dönüşüyor.

Bu bilgilerden sonra reformcu yeni müçtehidlerin sözlerinden birini ele alalım istiyorum: Diyorlar ki "abdestsiz olarak Kur’ana dokunabiliriz."


Abdest ayetinde “Kuran’a dokunulmaz” ifadesi geçmiyor diye “Kuran’da yok”deyip bu konuda delil olan şu ayetleri de çarpıtma peşine düşüyorlar.

Vakıa suresi
77. O, elbette değerli bir Kur’an’dır.
78. Korunmuş bir kitaptadır.
79. Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.
80. Âlemlerin Rabb’inden indirilmedir.

“Ona ancak tertemiz olanlar dokunabilir” ifadesini açıklayan iki görüş var:

1- “ona” ifadesinin bir önceki ayette belirtilen “levhi mahfuza” işaret ettiği
2- “ona” ifadesinin “Kur’an-ı Kerime” işaret ettiği

1. manaya göre Kur’an korunmuş bir kitaptır ve ona temiz olmayanlardan yani meleklerden başkası yani şeytanlar dokunamaz.
2. manaya göre ise Kur’an-ı Kerime gusül ve abdesti olmayanlar dokunamazlar.


İkinci mana çok daha kuvvetlidir ve Müfessirlerin çoğu(yukarıdaki hadisi hatırlayın) bu ayetin “Kuran’a abdestsiz dokunulmayacağına delil” olduğunu kabul etmişlerdir.

Çok önemli bir başka konu da; Kur’an-ı Kerim bir bütündür ve bütün olarak ele alındığı takdirde hükümleri anlaşılmaktadır. 

Bakınız abdest ve teyemmümü emreden ayet-i kerime de nasıl bir ifade geçiyor:

“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınızı mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.” (Maide 6)

Allahu Teala bu ayet-i kerimesinde insanlar için “tertemiz” ifadelerini kullanıyor ve abdest ile teyemmüm alınarak “tertemiz” olunmasını emrediyor. Vakıa suresinde de aynı ifade ile “tertemiz olanların” dokunabileceğini buyuruyor.

Sadece bu bütünlükten bile tertemiz olanların abdest alanlar olduğu ve Kur’an-ı Kerime tertemiz olanların el sürebileceği manası anlaşılmaktadır.

Yani formülünü şu şekilde yapalım:
Maide 6: Abdest-teyemmüm alın ve TERTEMİZ olun
Vakıa 79: O’na ancak TERTEMİZ olanlar dokunabilir…

Bu çok önemli bir ayrıntıdır;


Tefsirlerin verdiği mana:
Vakıa suresinin 79. ayeti: “Ona ancak temiz olanlar dokunabilir”

*Ayetin manasında diğer bazı alimler şöyle dedi: Yani: Cünüplükten ve hadesten temiz olanlar. Ayetin lafzı haber verme üzeredir, ama manası taleb (yasaklama) dır. Burda Kur’andan murad, Mushaf’tır. (İbni Kesir: 7/545)

*Bağavi Tefsiri’de aynı şekilde hadesten ve cünüplükten temiz olanların ancak Kur’ana dokunabileceği manasını verdi. (Bağavi: 8/23)

*Kur’ana ancak, Allahu teala’nın her türlü âfet ve günahtan tertemiz kıldığı keremli melekler dokunabilir. Aynı şekilde Kur’ana, şirkten, cünüplükten ve hadesten temiz olanlar dokunabilir. (Tefsiri Müyesser 15/10)

*Hadeslerden ve necasetlerden temiz olanlar. (Cami-ul Ahkam-ul Kur’an 17/226)



KUR’AN-I KERİMDE TEMİZ OLANLAR KİMLER?
Kur’an-ı Kerimin diğer hiçbir yerinde meleklerden “tertemiz” gibi ifadeler ile BAHSEDİLMEZ. Tam aksine Kur’an-ı Kerimin bir çok yerinde insanların “tertemiz” olmasından bahsedilmiştir.

Ahzab 33. "Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resülüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor."

Zümer 73. "Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cennete sevk edilirler. Cennete vardıklarında oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: “Size selam olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedi kalmak üzere buraya girin.”


Ali İmran 164. "Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler."

Tevbe 108." Onun içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit (Kuba mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz onları sever."


KUR’AN-I KERİM DE TERTEMİZDİR
Beyyine
2. Bu delil, tertemiz sahifeleri okuyan, Allah tarafından gönderilen bir peygamberdir.
3. O sahifelerde dosdoğru hükümler vardır.

abese
11- (Habîbim!) Hayır! (Bir daha böyle bir şey yapma)! Şüphesiz ki o (Kur’an ayetleri, kendisiyle amel edilmesi gereken) büyük bir öğüttür!
12- Artık dileyen onu düşünüp öğütlenir (veya onu ezberler)!
13- (O Kur’ân, Allah tarafından) değerli kılınmış (Levh-i Mahfûz’daki) pek kıymetli birtakım sahifelerdedir.
14- (O sayfalar ki; yedinci kat semada) yükseltilmiş ve (şeytanların ulaşmasından ve Allah kelâmı dışındaki her şeyden) tertemiz kılınmış)

Şimdi inceleyelim:
Vakıa 80. ayette: “Âlemlerin Rabb’inden indirilmedir.” buyruluyor,

Abese 13-14. ayette: “tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir” buyruluyor,

Maide 6. ayette Gusül ve abdest alanların tertemiz olduğunu buyuruyor,

Vakıa 79. ayette de “Ona ancak tertemiz olanlar dokunabilir” buyuruyor.

Peygamber Efendimiz de: “Kur’ân’a temiz olandan başkası dokunmasın”buyuruyor…

Bütün bunlardan Rabbimizin katından indirdiği ve tertemiz olduğu beyan edilen bir Kitab’a, tertemiz olan insanların dokunabileceği açıkça anlaşılıyor…


Eğer inkarcıların iddia ettiği gibi “kutsal olan sadece ayetlerin maneviyatları” olsaydı Peygamber Efendimiz de böyle buyurmazdı. Demek ki önemli olan şey, Mushaf-ı şerife abdestsiz bir şekilde dokunulamamasıdır. 


İçerisinde Rabbimizin kelamının yazılı olması da başlı başına bir sebeptir…

Takva sahibi bütün müçtehiler ve mezheb imamları Kur’ana layık edeble tazim edilmesini, abdestli olarak dokunulmasını emretmişlerdir.

Kur’an-ı Kerimi şerh eden, Şeriatın açıklayıcısı dinin nasıl yaşandığını canlı olarak gösteren peygamber Efendimizin sas de bu ayet-i kerimeyi destekleyen hadis-i şerifleri mevcuttur. Bu sebeple ayet daha kuvvetli bir delil olmaktadır.


*Ehl-i Sünnet ulemâsının herhangi bir itikadî esası, hatta herhangi bir fıkhî esası bile, haram-helâl meselesini bile isbat ederken, ortaya koyarken takip ettikleri bir metot vardır: 
 Âyet-i kerimenin o konuya temâsı ama açıktır, ama kapalıdır, ama işârî bir ifade vardır, ama sarih bir ifade vardır, önce konuyu Kur’ân-ı Kerim âyetiyle ortaya koyarlar; (bizim burada yapmış olduğumuz gibi)
 sonra konu hadislerle desteklenir, teyit edilir. Daha sonra sahabenin, tâbiînin, müctehid imamların konuyla ilgili icmaına, ittifakına yer verilir. İşte şimdi biz de bu metodu takip etmek sûretiyle âyetlerden çıkan bu sonucu bir de Hz. Peygamber Efendimizden nakledilen hadisler bağlamında ele alalım inşallah.

İbni Ömer dedi: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Kur’ana ancak temiz iken dokun” (Lübab: 18/437)


Ulema, İmamı Malik’in r.a. Muvatta’sında zikrettiği şu rivayetle delil getirdiler: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Amr ibni Hazm’e yazdığı mektupta şöyle buyurmuştur “Kur’ân’a temiz olandan başkası dokunmasın”  (Kurtubî, 17/225; Mâlik b. Enes, Muvatta, K. el-Kur’ân 15/1; Darimi, Talak: 3; Taberani, El-Mecmuu’l-Kebir, Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, Darekutni, Sünen, Hakim el-Müstedrek)

Cumhur fukaha yani Hanefi, Şafii, Maliki fukahası, ayrıca ashabın pek çoğu, evlatlarını Kur’ana dokunmak için abdest almalarını emrederlerdi. Bu hususta Hazreti Ömer’in r.a. müslüman olurken zikredilen kıssası yeterlidir. "Önce temizlendi, sonra Kur’an yazılı sahifeleri eline verdiler de okuyup müslüman oldu."

İmam Serahsi’nin Mebsut’unda şu ibare vardır:
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, bazı kabilelere yazdı:

“Kur’ana hayızlı ve cünüb dokunmasın”

(Hüküm bakımından, abdestsiz olan, cünüp olan, hayız ve nifas olan kadınlar aynıdır.)

Ne Peygamberimizden, ne sahabeden ve de ashabından bu yazılanların tersi bir beyanat yoktur…

**Salim ibni Abdillah ibni Ömer, babasından rivayetle Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kur’ana ancak temiz olduğun halde dokun” (Bunun üzerine ashabın icması vardır.)

**Ali’ye r.a. soruldu: Abdestsiz olan, Mushafa dokunur mu?

- Hayır, dedi.

**Rivayet edildiki Mus’ab ibni Sa’d ibni ebi Vakkas, Mushaf’tan okurdu. Elini avret yerine sokup kaşıdı. Babası (Ebi Vakkas r.a) elinden Mushafı aldı ve dedi:

“Kalk abdest al, sonra Mushafı tut.”

Bunlara ashabtan muhalif olan bulunmamıştır.


**Ata’ derki: “Mushafın yapraklarını ancak abdestli olan çevirir.”

Abdestsiz Kur’ana dokunulmasına cevaz verenler, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Kisraya yazdığı mektubu delil getirirler. 
(Abdestsiz olarak Kisra'nın bu mektubu okuduğu kastedilerek)

Orda şöyle yazılıdır:

“Bismilahirrahmanirrahim. De ki ey ehli kitab, bizimle sizin aramızda ortak olan kelimeye gelin…”


Buna cevab olarak alimlerimiz der ki: Zaruret olduğu zaman, veya bir özür buna sevkettiği zaman caiz olur. Yani tebliğ edilmesinde başka çare yoktur. (Tefsiri Sa’lebi: 1/2224)

Ayrıca mektubu götüren, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in elçisidir, onlara kendisi okumuşta olabilir.


 Birileri çıkıpta 1400 yıldır uygulanan ve söylenenin aksi birşey  söylüyorsa o zaman bizde şöyle deriz:
“Açıklamayı Allah yapmaz da insanlar yaparsa, kim olursa olsun, karşı taraf bunu Allah’ın açıklaması zanneder; Allah’a itaat ettiği düşüncesiyle bir insana itaat eder. O insan kendisini Allah’ın yerine koymuş olur…” HAŞA.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hiç yorum yok: