Bismillahirrahmanirrahim
Re´y üzerindeki ihtilâf, re´yin aslı ve metodu hakkındadır. Bazı İslâm hukukçuları, îslâmi hükümlerin ancak nâss´lardan alınacağını ileri sürmüşlerdir. Bunların başında Dâvud ez-Zâhiri gelir. Ondan sonra İbni Hazm el-Ehdelüsi gelmektedir. O, Zahirî Mezhebi´nin ikinci İmamı sayılmaktadır. O, bu mezhebi tedvin etmiş, mezhebin kurucusu Davud´tan daha çok şiddetli davranmış ve ileri gitmiştir.
Re´y ile içtihadı kabul eden İslâm hukukçuları çoğunluğu teşkil ederler. Hattâ nass bulunmayan yerlerde, hükme esas teşkil etmek üzere re´y ile ictihad hakkında icma´ derecesine yaklaşan bir ittifak hâsıl olmuştur.
Bundan dolayı İslâm hukukçularının çoğu; «Re´y´i tanımayanların muhalefetlerinin hiçbir değeri yoktur. Re´y´in değeri hususunda onlara itibar etmeksizin icmâ´ hâsıl olmuştur. Çünkü re´y´i tanımayanlar İslâm hukukçuları zümresine dahil değildirler» demişlerdir. Fakat bu hüküm üzerinde de tartışılabilir.
Re´y´i kabul edenler, onun metodunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazıları, re´y ile içtihadın metodu kıyastır, demişlerdir. Yukarıda da geçtiği gibi kıyas, hakkında nass bulunmayan bir meseleyi, aralarında hükmün sebeb-i vücudu olan ortak illetlerden ötürü hakkında nass bulunan bir meseleye göre halletmektir. Şiîler´den İmamiyye mezhebi kıyas´ı tanımaz; fakat bu mezhep bilginleri, re´yi, nass bulunmadığı takdirde mücerret akim hükmü olarak görürler. Onlara göre nass Kur´an-ı Kerim, Peygamber (S.A.)´in ve İmamların sözlerini içine alır. Onlar, nass bulunmayan yerlerde mücerret akıl ile hüküm verirler. Bu hükümlerinde de aklın kabul edeceği maslahatı esas olarak alırlar. Çünkü akıl, maslahata uymayan zararlı şeyleri caiz görmez. Aklın maslahatı gördüğü şeyde şüphe edilemez. O halde akılla hüküm, gerçekte akim kabul ettiği maslahata göre hükmetmek demektir.
Kıyas´ı, re´y ile fetva vermek hususunda bir prensip olarak tanımayanların karşısında Şâfiîler´i görüyoruz. Şafiîler´e göre fetva verirken esas tutulan herhangi bir re´y metodu, kıyas´tan başka birşey olamaz. Çünkü şer´î bir hüküm, ya nass ile veya nass üzerine kıyas yoluyla olur. İmam Şafiî, fıkhını tamamen nassa bağlamaktadır. Zira O´na göre fakih, hükmüne esas teşkil edecek bir nass bulamazsa bu hükme benzeyen ve hakkında nass bulunan meseleleri araştırır ve nass ile sabit olan hükme göre karar verir.
Hanefîler, Şafiîler´in bu yolunu benimsemişlerdir. Fakat onlar re´y ile ictihad kapısını daha çok genişletmişler ve istihsan prensibini koymuşlardır. Istihsan; örf, zaruret veya sabit bir nassa bağlanabilen maslahat gibi hususlardan dolayı kıyas kaidelerine muhalif olarak hüküm vermektir.
Malikiler, Zeydiler ve Hanbelilerin bir kısmı, re´y´in mânâsını genişleterek kıyası, istihsanı ve masalih-i mursele´yi de kabul etmişlerdir. Masalih-i mursele İslâm Şeriati´nın amaçlarına uygun olan umumi menfaatlardır. Herhangi bir maslahat hakkında müsbet veya menfi özel bir nass bulunmazsa o, bu metoda göre değerlendirilir. Fakat bu hususta nass´ların hükümleri dışına çıkılmaz. Fakat kıyasta olduğu gibi belli bir nassa bağlanmak ve meseleyi o nassa göre halletmek durumu yoktur. Bilâkis burada muhtelif nass´larla meydana çıkan maslahatları araştırıp buna göre fetva ve hüküm vermek gerekmektedir. Bu prensibi kabul edenler Ömer, Ali, Osman (R.A.) gibi büyük sahabilerin yolundan gitmişlerdir.
Re y hususundaki ihtilaf konularından biri de, nass bulunan bir yerde re´y´in değeri meselesidir. Hakkında delâlet bakımından kesin olan mütevâtir bir nass bulunan herhangi bir meselede re´yin yeri yoktur. Bu hususta ittifak edilmiştir. Fakat nass, âhad hadisler gibi zannî olduğu zaman, kıyasla bu nâss´lardan hangisinin tercih edileceği tartışma konusu olmuştur. İslâm hukukçuları bu durumda, re´y kıyas´a dayanıyorsa ve kıyas´ın illeti bir nass´la tesbit edilmişse kıyasla hadis arasında mukayese yapılmasını, eğer bu hadis hiçbir kıyas şekli ile bağdaşmıyorsa, kıyas´ın tercih edilmesini ittifakla kabul etmişlerdir. Şayet kıyas´ın illeti bir nass ile tesbit edilmemiş ve âhad hadis de bütün kıyas şekillerine aykırı ise böyle bir meselede anlaşmazlık çıkmıştır. Bu durumda bir kısım îslâm hukukçuları hadisi tercih etmişlerdir. Çünkü nass bulunan yerde ictihad yapılmaz. Re´y´e başvurmak, nass bulunmayan bir konuda hüküm vermek için zarurîdir. Bu görüş Ebu Hanîfe, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel´den rivayet edilmiştir.
Bazı Hanefîlere göre hadîsi rivayet eden Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes´ud ve Zeyd b. Sabit gibi bilgin sahabilerden biri ise hadis tercih edilir. Fakih olmayan bir sahabî ise kıyas tercih edilir. Fakat mesele, bazı kıyas şekillerine uygun, bazı kıyas şekillerine de aykırı düşerse hadis tercih edilir. Çünkü hadis bu takdirde mutlak olarak kıyasa aykırı düşmemiştir. Bu görüş Ebu Hanife´ye nisbet edilmekte ise de, O´nun görüşünü yukarıda belirttik.
Bazı İslâm hukukçularına göre, fıkıh kaideleri ile bağdaşmak suretiyle kıyasın sebebi kesin olup onu tesbit etmek hususunda birçok hüküm mevcutsa kıyas tercih edilir. Nass bulunmadığı halde, kesin olarak re´y veya kıyasla sabit olan bir hükmü farzetmek, Şeriatın kaynaklarını ve amaçlarım bilen kimse için sübûtu imkansız bir şeydir. Zaten böyle bir hüküm bulunursa, Zahiriler hariç, bütün fakihler re´y´i tercih ederler.
Malikilere göre, re´y´i, Medînelilerin ameli destekliyorsa hadis reddedilir. Zira, onu Peygamber (S.A.)´e nisbet etmek doğru olmaz. Eğer hadis, Medînelilerin ameline uygun düştüğü halde, re´y´e aykırı düşüyorsa durum incelenir: re´y, Kitaba ve Sünnete dayanan hiçbir fıkıh kaidesiyle bağdaşmıyorsa hadis tercih edilir, durum böyle değilse re´y tercih edilir.
Burada belirtmek isteriz ki, re´y´i hadîs´e tercih edenlere göre bu hadisin Peygamber (S.A.)´e nisbeti sahih sayılmamaktadır. Hattâ onlar böyle bir nispeti inkâr edip bu hadisi metin itibariyle de ŞAZ görmektedirler. Çünkü o, Şeriatın amaçlarından ve özel nass´larından alınan esas kaidelere aykırı düşmektedir. Onların böyle bir hadisin Peygamber (S.A.)´e nisbetini herhangi bir suretle tasdik edip dinî bir meselede kendi anlayışlarını, Peygamber (S.A.V)´e nisbeti sahih bir hadîs´e tercih ettiklerini asla düşünemeyiz. Çünkü kendi anlayışlarını Peygamber (S.A.)´in hadislerine tercih etmek isteyen birileri günümüzde türemiştir. Gerçi bunlar gibi bid´at ehli olan bir kısım kimseler İslâm tarihinde görülmekte ise de, büyük İslâm müctehidleri arasında bu türlü çarpık anlayış sahipleri asla mevcut değildir.
M.Ebu Zehra
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder