19 Aralık 2017 Salı

Merhamete Mazhar Olmanın Yolu Peygambere İtaat Etmek

Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, “Merhamete Mazhar Olmanın Yolu Peygambere İtaat Etmek” serlevhasında, Peygamber hukukunun en önemli alanı olan itaat meselesini anlattı. Hz. Peygamber’e (sas) nasıl itaat edilmesi gerektiğini Sahabe efendilerimiz üzerinden aktaran Hocamız, yine çok önemli mesajları bizlerle paylaştı.

Dersten Cümleler

Müslüman der demez aklımıza şöyle bir tanım gelmeli: Kayıtsız ve şartsız bir biçimde Allah’a teslim olan, Allah’ın kendisine yüklediği sorumlulukları da yerine getirme adına hukuklu yaşamaya gayret eden…

Müslüman dört hukuku tesis etmekle sorumludur:

1. Hukukullah/Allah-İnsan arasındaki hukuk
2. Huku’n-Nefs/İnsanın kendi nefsi ile arasındaki hukuk
3. Hukuku’l-İbâd/İnsanın başka insanlar ile kurması gereken hukuk
4. Hukuku’l-Eşya/ İnsanın eşya ile, varlık ile, kainat ile kurması gereken hukuk

Bu hukuklar ne ile tesis edilebilir?


Hukukullah’ı, İhsan şuuru ile
Huku’n-Nefs’i, İradenin hakkını verme ile
Hukuku’l-İbâd’ı, İsâr’ı en temel hedef olarak belirleme ile
Hukuku’l-Eşya’yı, İkram’ı bütün bir varlığa yansıtma ile…

Peygamber hukuku, Hukukullah başlığı altında ele alınmalıdır.

Hukukullah dediğimiz zaman, bu ana başlık içine Allah ile hukukumuz, Peygamber ile hukukumuz, Kur’an ile hukukumuz, dinin intikal ve muhafazasında önemli bir yeri olan anahtar kuşak Sahabe ile hukukumuz, din dediğimiz o temel yapıyı bize aktaran, anlatan, kavramamızı sağlayan âlimlerimiz ile olan hukukumuzu dâhil etmiş oluruz.

Peygamber hukukunu, Kur’an’da anlatan doğrudan ayet sayısı 300’ün üzerindedir.

Resûlullah (sas) ile kurmamız gereken hukuk 5 temel kavram üzerinden anlaşılabilir:

1. İtaat
2. İttiba
3. İ’tisam
4. İhsan
5. İtidal

İslam Toplumu, mutî/itaatkâr bir toplumdur.

İtaat, bilinçli ve sınırlı bir şekilde söylenenleri yerine getirmektir.
İtaat, acıtmasına rağmen boyun eğmektir!
İtaat, sevmemesine rağmen isteneni yerine getirmektir!
İtaat, zoruna gitmesine rağmen nefsini ayaklar altına alıp, Allah (cc) için eyvallah demektir.

Bazı sahabî efendilerimiz biat ettikleri zaman şöyle diyorlardı:
“Ya Resûlullah! Zoruma giden işlerde bile sana itaat edeceğime dair biat ediyorum.”

“Ey İman Edenler! Allah’a, Resulü’ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.” (Nisa, 59)

Resûlullah’a itaati emreden kim? Elbette Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır…

200’e yakın ayet, Resulullah’a (sas) itaatten bahsediyor.

Doğrudan ise 32 ayet, çok açık bir şekilde Resulullah’a (sas) itaatten bahsetmektedir.

Bu 32 ayetin mesajlarını şu şekilde tasnif edebiliriz:

1. Resûlullah’a itaat, hem Allah’ı sevmenin bir hakkı, hem de Allah’ın sevgisinin ve mağfiretinin kazanılmasının en temel yoludur. (Ali İmran, 31)

2. Resûlullah’a itaat, imanın bir gereği, İslam’ın en büyük alameti, kâfirlerle, münafıklarla, facirlerle ayrışmanın en önemli işaretidir. (Ali İmran, 32; Nisa, 65; Maide, 92; Enfal, 1; Tevbe, 71; Nur, 47)

3. Resûlullah’a itaat, mutlak kurtuluşa ermenin, nimetler yurdu olan Cennet’i kazanmanın en önemli vesiledir. (Nisa, 13; Nisa, 69; Nur, 52; Ahzab, 71)

4. Resûlullah’a itaat, dünya hayatında ortaya çıkan tüm anlaşmazlıkların giderilmesinin, ihtilafların sonlandırılmasının en sağlam teminatıdır. (Nisa, 59; Enfal, 20; Enfal, 24; Enfal, 46; Nûr, 51; Nûr, 54)

5. Resûlullah’a itaat, getirdiklerine teslim olmakla beraber aslında Allah’a itaat etmek olduğunun en açık göstergesidir. (Nisa, 80)

6. Resûlullah’a itaat, sadece sözle olabilecek bir şey değil, duygu, düşünce ve eylem planında ortaya konması gereken en temel iman işaretidir. (Ahzab, 36)

“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 36)

7. Resûlullah’a itaat, amellerin bereketlenmesinin, Allah katında makbuliyetinin ve şiddetli azaba duçar olmamanın en mühim sebebidir. (Muhammed, 33; Fetih, 17; Hucurat, 14)

8. Resûlullah’a itaat, dünya ve ahirette Allah’ın o eşsiz merhametine erişmenin, o bitimsiz rahmetini kazanmanın en önemli yoludur. (Ali İmran, 132, Nûr, 56)

Âlimlerimizin ortak kanaati: “Peygamber’e itaat edin demek; sağlığında kendine, vefatından sonra da Sünnetine uyun demektir.”

“Kur’an’da Resul’e itaati emreden ayetlerin manası, Kuran’da olmayan hususlarda Peygamber’in sünnetine sarılın, demektir.” (İmam Şâtibî el -Muvafakat ta III, 14 )

“Resûlullah’a itaatin Allah’a itaatle birlikte yan yana zikredilmesinde ki incelik, Allah’ın Resûl’ünün değerini ortaya koymak, Kuran’da bulunmayan dini emirleri yapmak gerekmez zannını kesinlikle yıkmak ve Peygamber’in Kuran’dan ayrı ve müstakil olarak (hadislerinde) ortaya koyduğu emirlerine itaat etmektir.” (İmam Âlûsî)

“Namazı ikame edin, zekâtlarınızı hakkıyla verin ve Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.”
(Nur, 56)

“Size merhamet edilmesi için, rahmete mazhar olmanız için Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” (Ali İmran, 132)

“Kâfirler için hazırlanmış bulunan Cehennemden sakının!” (Ali İmran, 131)

Ali İmran 132. ayetin vermiş olduğu mesajlar:

1. Allah ve Resulü’ne itaat, Uhud gibi bir imtihanı kaybetseniz bile yine insana merhameti kazandıracak bir durumdur.
2. Allah ve Resulü’ne itaat, Uhud gibi zor zamanlarda bile eğer tesis edilirse, asla mağlubiyet yaşatmayacak bir haldir.
3. Allah ve Resulü’ne itaat, Uhud gibi düşmanın güçlü, dostların zayıf, münafıkların ise bin bir entrikalarına karşı insanı koruyacak bir kalkandır.
4. Allah ve Resulü’ne itaat, Uhud gibi ortada dünyevi anlamda bir mağlubiyet olsa bile eğer istenilen oranda sağlana bilinirse yine merhameti celpedecek bir mükâfattır.
5. Allah ve Resulü’ne itaat, Uhud gibi ağır bir yaranın ardından, ölümden sonra dirilmek gibi Hamraü’l-Esed’ler için insanı ayağa kaldıracak bir imkândır.

“Allah’ım! Uhudlar yaşadığımız şu anlarda Sen bize bir kez daha Hamraü’l-Esed yaşat!”

“Ey Ebü Nüceyd (Bu İmran’ın künyesidir)! Bize Kur’an’dan bahset! Sen Kur’an’da olmayan şeyleri bize anlatıyorsun!”

“Sen ve senin gibiler Kur’an’ı okuyorsunuz değil mi? Bana namazdan, namazın içindeki davranışlardan bahsedebilir misin? Bana Kur’an’dan akşam namazının üç, yatsı namazının dört, sabah namazının iki, öğle ve ikindi namazlarının dört rekât kılındığını söyleyebilir misin? Yine bu namazlarda gündüz namazlarının sırren, yatsı, akşam ve sabah namazlarının cehren kıraatin yapılabileceğini söyleyebilir misin? Bana altının, sığırın, devenin ve diğer malların zekâtından bahsedebilir misin? Bunlardan bahsedemeyeceksin. Çünkü bütün bunları biz Resûlullah’tan öğrendik, sen yokken, ben peygamberle beraberdim. O bize ne dediyse biz işittik ve itaat ettik ve onun gereğini yerine getirmeye azmettik.”


Bu sözlerin ardından adam özür diledi ve dedi ki: “Allah sana merhamet etsin Ey Ebû Nüceyd! Sen beni ihya ettin, Allah da seni ihya etsin!” Olayı bize nakleden Hasan-ı Basrî demiştir ki “Bu adam daha sonra Müslümanların en fakihlerinden biri oldu!” (Hâkim, el-Müstedrek, 1,109-110)

Abdullah b. Mes’ûd (ra) bir gün insanlara bir şeyler anlatırken Efendimiz’in bir hadisine binaen şöyle demişti: “Bedenine dövme yapan ve yaptıran, yüzünün tüyünü yolan, dişlerinin arasını ayırtarak Allah’ın yarattığını değiştiren kadınlara Allah lanet etmiştir.”

Bu sözleri duyan Ümmü Ya’kub isimli bir kadın hemen itiraz etmiş ve demişti ki: “Ben Kur’an’ı baştan sona okudum ve bu söylediklerine rastlamadım! Kur’an’da olmayan bir şeyleri mi bize söylüyorsun Ey İbn Ümmü Abd!”

Sonra diyor ki bu Ümmü Ya’kub: “Birde böyle konuşuyorsun ama muhakkak senin hanımında bu üç şeyden bir tanesini yapıyordur.”

“Bana bak! Eğer Resûlullah’ın yasakladığı şeylerden biri, hanımım da bulunsaydı, biz onunla asla bir arada olamazdık!”
(Müslim, Libas, 120)

Sonra Ümmü Ya’kub’un sözleri karşısında Abdullah b. Mes’ûd (ra) eşsiz ilmiyle o kadına şöyle cevap vermişti: “Sen Kur’an’da “…Resul size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasak ettiyse ondan da sakının.” Haşr 7. ayetini okumadın mı? Şüphesiz ki Resulullah (sas) bu kişilere lanet etti. Bize de bunu bildirdi, bundan sonra bize düşen bu söylenenlere mutlak manada itaat etmektir.” (Buhari, 4846, Müslim 2125/120)

“Ey Abdullah! Allah, senin kendisine ve Peygamberine olan itaatini arttırsın!”

Ka’b b.Malik ile Abdullah b. Ebî Hadred el-Eslemi arasında geçen hatıra…

Hz. Ebû Bekir’in, hilafet sürecinin üç önemli hadisesinin itaat konusunda verdiği mesajlar: Fedek arazisi, Üsame ordusu ve Ridde olayları…

“Al bunu, mal edin kendine, istersen tasadduk edersin. Sen istemeden, beklemeden, dileyip dilenmeden sana bu dünya malından gelirse al, bunda beis yoktur.” (Buhârî, Ahkâm, 17; Müslim, Zekât, 111)

Ebû Hureyre (ra) şöyle dedi: Resûlullah (sas) şöyle buyurdu: “Ümmetimin hepsi cennete girecektir ancak imtina edenler giremeyecektir!”Sahabe efendilerimiz: “Ya Resûlullah! İmtina edenler kimlerdir?” diye, sordular. Resûlullah (sas) şöyle buyurdu: “Her kim bana itaat ederse, cennete girecektir. Her kim de bana asi olursa, o da imtina etmiş olacak ve cennete giremeyecektir!” (Buhari, İ’tisam, 2; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 14/342, 343)


Muhammed Emin Yıldırım 

18 Aralık 2017 Pazartesi

***Bu yazı Hz.MEVLANA'yı ANLAYAMAYANLARADIR!!

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu hafta Hz.Mevlana'yı anma haftası ; dolayısıyle bir kez daha onu anlamaya çalışalım istedim.

Mevlana Celaleddin Rumi son bin yılda gelmiş İslam alimlerinden biridir. Eserleri ve sözleri günümüzde dünya çapında okunan bu zât, bazılarınca doğru anlaşılamamış ve doğru anlatılamamıştır. 

Hz.Mevlana, İslam’ın bâtınî (gizli mânâ) yönünü anlatır; ancak  yaşadığımız çağ, İslamiyet’in esaslarına hücum edildiği ve İslam’ın zâhirî (açık mânâ) hükümlerinin bile yeterince bilinmediği ve uygulanmadığı bir çağdır. İslamiyet’in namaz, oruç, zekat gibi zâhirî hükümlerini gereğince yerine getirmeyen, zâhirî ilimleri yeterince bilmeyen insanların Hz.Mevlana’nın anlattığı bâtınî ilimleri doğru bir şekilde anlaması beklenemez tabiki..



 Rabia-tül Adeviyye şöyle demiştir: “Eğer Allah’ı sevdiğini iddia ediyorsan O’na itaat edeceksin. Çünkü seven sevdiğine itaat eder.” 

Hz.Mevlana, Allah aşığıdır ve Sevdiğine itaat eder. Şeriatın kurallarına sıkı sıkıya bağlıdır. “Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim (kölesiyim). Ben Hz. Muhammed’in (Sav) ayağının tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse, ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikâyetçiyim.” diyerek İslamiyet’in dışında bir yolda olmadığını anlatır. Dolayısıyla Hz.Mevlana, İslamiyet’in zâhirî hükümlerini kabul etmiş ve bu hükümlere sıkı sıkıya bağlı kalmıştır.

 Hz.Mevlana’yı doğru anlamak için öncelikle iman sahibi olmak ve imanı güçlendirmek gerekir. Bunun yanında İslamiyet’in zâhirî hükümlerine sıkı sıkıya bağlı kalınmalıdır. Çünkü Hz.Mevlana insanı ve insanlığı anlatırken aslında İslam’ı anlatmıştır. Ve İslam’ı gereğince yaşamayan bir insan, Mevlana’yı da doğru bir şekilde anlayamamıştır…

Hz.Mevlana, insan ruhunun yüceltilmesinin, olgunluğa ulaşmasının “ Sevgiyle” mümkün olacağını söylemiştir. Aşkın, hayatın aslı, kainatın yaratılış sebebi olduğunu belirtirken, insanın yaratılmasındaki yegane amacın, Allah'ı tanımak, sevmek ve kulluk etmek olduğunu, onu unutarak, mal , mülk ve mevki gibi tuzakları olan dünyaya gönül vermenin yalnızca bir esaret olduğunu ve asla sevgi olamayacağını, gönlünü ilahi aşka açanların bütün kötü huylarından arınacağını, gerçek aşka sahip olmanın ise bir çok derde, belaya sabretmek ve zor sınavlardan geçmek gerektiğini ifade etmiştir.

Hz.Mevlana, insanın ibadetlerinin temelinde sevginin bulunmasının gereğini vurgularken, Hakk'ın sevgisine layık olmak için, hırs, kin, riya, yalan, kibir, kıskançlık gibi duygulara, maddiyata, geçici dünya nimetlerine olan düşkünlüğe gönülde yer vermemek konusunda bizleri uyarmıştır.

Hz. Mevlana, İlmin insanlık için ne kadar önemli olduğunu, sevgiyle birlikte olan ilmin ise insanlığa fayda getireceğini, bilginin sözde kalmamasını, hayatta uygulanması ve insanlığa hizmet etmesi ve yalnızca ilim sahibi olmanın yetmediğini, bunun amel ile birlikte olmasının faydalı olacağını, önce çalışmanın sonra da tevekkülün geldiğini söylemektedir.

Her canlının olduğu gibi hepimiz bir gün ölümü tadacağız. Mevlana ölüm gününü “ şeb-i aruz” yani “ düğün gecemdi. Ölüydüm, dirildim. Dost aldı götürdü beni” sözleriyle insanlar için büyük bir korku sebebi olan ölümü sevgiliye kavuşmak olarak görmüştür. Mevlana; ölüm korkusunu açıklarken, ölümü bir aynaya benzetir. İyi insanlar, için ölüm güzel, kötüler için de çirkindir. Dolayısıyla insanı korkutan husus ölüm değil, aynada gördükleri kendi çirkinlikleri ve kendi hatalarıdır” sözleriyle ölüm gerçeğini kavramak, dünyaya gönül bağlamamak, kaçınılmaz sonu güzel ve hayırlı işlerle geçen bir ömrün sonundaki mükafat haline getirmeyi isterken son vasiyetinde ise şunları söylemiştir:

“ Size , gizlide ve açıkta Allah'tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, dininize bağlanmayı, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olanı, sözün en hayırlısı ise az ve anlaşır olanıdır.”


Düğün gecen kutlu olsun...

Dostsözü


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Nebevî Mirasın Sadıklarından Olabilmek

‘Nebevî Miras deyince ne anlamalıyız? Müslümanlar olarak bu mirasa karşı tavırlarımız nasıldır?
 Neden bu kadar büyük ve değerli bir mirasa rağmen sıkıntılar içindeyiz? 
Ne yaparsak hakkı ile bu mirastan istifade ederiz?’ 

1. Ders: Nebevî Mirasın Sadıklarından Olabilmek

Hamdele ve Salvele bir İslam geleneğidir ve bizim geleneğimizin kaynağı da Sünnettir.

“el-Vahid ve el-Kahhar olan Allah’a hamdolsun.”

Kalplerimiz dağınık, zihinlerimiz dağınık, hafızalarımız dağınık, evlerimiz dağınık, hayatlarımız dağınık, Müslümanlar olarak birbirlerimizle ilişkilerimiz dağınık ve ümmetimiz dağınık… Bu dağınıklıktan bizi kurtaracak olan el-Vahid olan Allah’tır.

“Salat ve selam seçilmiş, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Nebimizin, Peygamberimizin üzerine olsun.”

“Ya Resûlullah! Mutlak manada rehber, önder, lider, ölçü, örnek, model Sensin. Sen ne dersen, Senin dediğin olur. Sen ne yapsan, Senin yaptığın takip edilir. Sen beni neye davet etsen, Senin davetine icabet edilir. Beni neyden sakındırsan, ondan da uzak durulur.”

“Ve selam Peygamberimizin tertemiz Ehli Beytine ve Sahabesine olsun.”

“Ve selam gönderilen bütün nebilere, elçilere –ki onlar insanlığın en hasları yani ebrar olanlardır- onlara olsun.”

“Allah’ım! Bizi büyüklerin ayak izlerinden ayırma! Onların izlerini takip ederek kulluk yolunda yürümeyi bize kolaylaştır.”

“Allah’ım! Bizi ebrar ile iyilerle beraber cennetine al!”

Dinlemek bir sorumluluk, konuşmak bin sorumluluktur…

Nebevî Miras, Hz. Peygamber’in (sas) bizlere emanet ettiği mesajlar manzumesidir.
Nebevî Miras, gecesi gündüz kadar aydınlık olan Peygamber yoludur.
Nebevî Miras, bizleri sarıldığımız müddetçe dalalete düşmekten alıkoyacak bir kalkandır.
Nebevî Miras, doğru işi doğru zamanda yapabilmenin en önemli rehberidir.
Nebevî Miras, iki cihan saadetini, nasıl elde edeceğimizin en mühim işaret taşlarıdır.

Nebevi Miras der demez bizim aklımıza şu üç şey gelmeli:

Allah’ın Kitabı
Resul’ün Sünneti
Mekteb’in Talebeleri

Edille-i Şer’îyye’nin dört temel kaynağı: Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas…

“Size sarıldığınız müddetçe asla sapmayacağınız iki ağır emanet bırakıyorum. Onlardan biri Allah’ın kitabı, diğeri ise benim Sünnetimdir…” (İmam Mâlik, Muvatta, Kader, 3)

Sahabe’den Irbâd İbn Sâriye radıyallahu anh o anları bize şöyle rivayet etmektedir. Sözleri bitince Efendimiz’in, Sahabe’den biri ayağa kalkıp: “Ey Allah’ın Resulü! Sanki bu, veda eden bir şahsın konuşması gibi… Bize neyi tavsiye ve vasiyet edersiniz” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurdu: “Size Allah’tan korkmayı yani takvâyı ve başınızdaki idareci Habeşli bir köle de olsa itaat etmenizi tavsiye ve vasiyet ediyorum. Benden sonra hayatta kalanlar birçok ihtilâf görecek. O zaman benim Sünnetime ve hidayet üzere olan râşid halifelerin (Hulefâ-i Râşidîn) Sünnetine sarılın. Dinde aslı esası olmayan sonradan çıkma işlerden sakının. Bu şekilde sonradan ortaya atılmış dine zarar verici her şey bid’attır. Her bid’at ise sapıklıktır.” (Ebû Davûd, Sünnet 5; Tirmizî, İlim 16, İbni Mace, Mukaddime 6, Dârimî, Mukaddime 16, Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 126, 127)

Ümmetin, Nebevî Miras ile kurdukları münasebeti şu başlıklar altında toparlayabiliriz.

Nebevî Miras’ı, Görmemezlikten Gelenler
Nebevî Miras’ı, Değeri Nispetinde Anlamayanlar
Nebevî Miras’ı, Anlayacakları Yerde Üzerinde Kavga Edenler
Nebevî Miras’ı, Kutsal Hatıra Gibi Algılayanlar
Nebevî Miras’ı, Bugünlere Taşıyamayanlar
Nebevî Miras’ı, Sadıkane Bir Şekilde Hayatlarına Taşımaya Çalışanlar

Bu memleketin şu an imanî problemlerinin dışında en büyük dört problemi var: Irkçılık, Adalet, İffet ve Eğitim…

Sadık, olmak; dostun vefasızlığına, düşmanın cefasına, cahilin kınamasına, kardeşinin alkışlamasına, muarızının tenkitlerine, akrabasının hasedine, komşunun eziyetine, yani hiçbir şeye takılmadan hedefine doğru koşmasıdır.

“O yeryüzünde İsa’nın zühdü ile yaşar!”

“Vallahi beni öldürmek için kılıcı şuraya koysanız, ben de Resûlullah’tan işitmiş olacağım bir sözü, siz işinizi tamamlayıncaya kadar infaz edebileceğimi, yânî i’lân edebileceğimi bilsem yine infaz ederim.” (Buhari, Kitabü’l-İlm, 10)

“Kays b. Kesîr’in anlatımına göre Medine’den bir adam Şam’da bulunan (sahabî) Ebu’d-Derdâ’ya geldi. Ebu’d-Derdâ adama ‘Buraya seni getiren nedir kardeşim?’ diye sordu. Adam gelişini şöyle açıkladı: ‘Rasûlüllah’tan naklettiğini duyduğum bir hadis’ Ebu’d-Derdâ ‘bir ihtiyacın için mi geldin?’ deyince adam ‘Hayır’ dedi. Ardından ‘Bir ticaret için mi geldin?’ sorusuna adam ‘Hayır, sadece bu hadisi senden talep etmek için geldim’ yanıtını verdi. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ, Rasûlüllah’ı şöyle derken işittiğini söyledi:

“Kim ilim talep etme isteğiyle bir yol tutarsa, Allah onun yolunu cennete ulaştırır. Melekler ilim talebesine, hoşnutlukla kanatlarını sererler. Muhakkak ki âlim için göklerde ve yerde bulunanlar istiğfar dilerler. Hatta denizdeki balıklar bile… Âlimin âbide (ibadet eden kişiye) üstünlüğü, ayın (bazı rivayetlerde ‘dolunay halindeyken’) diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, nebîlerin varisleridir. Nebîler dinar veya dirhem miras bırakmazlar. Onlar sadece ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa çokça nasip almış demektir.”
(Tirmizî, İlim, 19; Ebû Dâvûd, İlim, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 17)

Müjdeler büyük, mesajlar mühim, gösterilen hedefler ise çok ama çok ulvidir. Allah (cc) anlayanlardan etsin bizleri…


Muhammed Emin Yıldırım 

17 Aralık 2017 Pazar

***MİLLİ PİYANGO BİLETİ ALMAK CAİZ Mİ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

KUMAR meşru bir ihtiyacın karşılanması için bir çalışma sonucu olmadan piyango ve şans oyunları gibi haram yollarla kazanç elde etmektir. Dinimizde böyle oyunların her türlüsü haramdır. Bir müslüman kendi menfaatini isteyip zararını istemediği gibi; diğer bir müslümanın da çıkarını gözetip kötülüğünü isteyemez. Halbuki kumara katılan herkes, karşı tarafın zararıyle kendi çıkarlarını düşünmektedir.Eğer böyle bir menfaat ve zarar oyunda konulmamışsa ve dince yasaklanan maksadlar da yoksa, yine de her insan için en kıymetli mal olan zamanını boş yere harcamak olur ki bu da zarardır.

Neticesinin ne olacağı belli olmayan bir şeye bağlanıp kolayca malı elden çıkarmak veya bu yoldan zahmetsizce para kazanmak haramdır. Piyango alan kimseler neticede kimin kazanacağı belli olmayan bir oyuna bağlanarak para veriyor veya bu şekilde zahmetsizce para kazanıyorlar. Oyuna iştirak etmek üzere verilen paraların bir kısmı oyunu idare eden müessese tarafından alınıyor. Diğeri iştirakçiler arasında yapılan çekiliş neticesinde kazanan bir kaç kişiye dağıtılıyor. Cahiliye devrinde müşrik Arapların da bu günkü piyangoya benzeyen bir kumarları vardı ki bununla övünç duyarlardı. Mesela: Bir deve keser, 28 hisseye ayırırlardı. İştirakçiler devenin parasını verir ve aralarında çekiliş yapılırdı. On tane okları vardı. Bunlardan üçü boş, yedisi dolu idi. Bu oklar bir torbaya doldurulur ve güvenilir bir kişi her iştirakçi namına bir kura çeker, boş çıkanlar hisse alamaz, dolu çıkanlar da hisselerini fakirlere verirlerdi. Dinimiz bunu kumar sayarak yasaklamıştır.
(Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili c. l s. 764-765) 


Hayır cemiyetleri veya insanî gayeler adı altında da olsa kumar ve piyangoya müsaade etmek mümkün değildir. Gaye iyi ise de kullanılan vasıta yanlıştır. Dinimizde kötülüğü önlemek, iyiliği elde etmeğe tercih edilmiştir. Bu, İslam hukukunda “Def-i mefâsid celb-i menâfi’den evlâdır” prensibiyle kökleştirilmiştir. Yani “kötülüğü gidermek menfaat elde etmekten önce gelir” demektir. Sonuç olarak piyango gibi oyunlara cevaz vermek dinimize göre mümkün değildir.


'Marketlerden ve benzin istasyonlarından alınan piyango biletleri de haramdır. Harama götüren şey haramdır.'
 Kumar ile ilgili iki âyet-i kerime meali:
(Ey inananlar, hamr [alkollü içki], kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.) [Maide 90]


(Şeytan, hamr ile ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister. Sizi, Allah’ı zikirden ve namazdan alıkoymak ister. Siz[zararları bilinirken] bunlardan hâlâ sakınmaz mısınız?) [Maide 91]


Ayrıca Milli piyangodan çıkan ikramiyeyi kullanmak da caiz değildir. Haram olan paranın nasıl kullanılacağını ifade etmek oldukça zordur. Akla en uygun olanı, yoksula dağıtmak ve bu dağıtımın karşılığında sevap ümit etmemek; bu hareketi hayır hasenat olarak görmemektir. Pişman olup tövbe etmek ve bir daha almamak en uygun harekettir. Çıkan ikramiyenin yoksullara verilmesi - ümit ederiz ki- Allah katında pişmanlık olarak kabul edilir. Çıkan ikramiyeyi yoksullara vermek suretiyle başlangıçta bilet alarak işlediğimiz hataya ikramiyeyi kullanmayarak ikinci hatayı eklememiş oluruz. İkinci bir günahtan kurtulmuş oluruz. Peygamberimizin Sallallahü Aleyhi ve Sellem ifade ettiği gibi kazancın en güzeli ve helalı meşru yoldan el emeğiyle elde edilenidir.

Diyanet/Sorularla islamiyet/http://tr.yenisehir.wikia.com/

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hadislere Yaklaşımda İki Büyük Tehlike

 Muhammed Emin Yıldırım Hoca Efendi, “Hadislere Yaklaşımda İki Büyük Tehlike” serlevhasında, herkesin dikkat etmesi gereken iki büyük tehlikeye dikkat çekti ve bu konuda mutedil yaklaşımın nasıl olması gerektiğini anlattı. Ayrıca, hadis uydurmacılığına dairde açıklamalarda bulundu. Uydurma faaliyetlerinin sebeplerine değinen Hocamız, bu konuda âlimlerimizin nasıl tavırlar sergilediklerine değindi.

Dersten Cümleler

Hicri Takvim’de 3. ay olan Rebiülevvel ayındayız ve adım adım Resûlullah’ın (sas) doğum gününe, yani Veladet gecesine doğru yaklaşıyoruz.

Ne kadar Sünnet-i Muhammed ile beraber yaşıyoruz? Allah Resûlü’nün sünneti ne kadar hayatımızda?

Hz. Peygamber’in (sas) en büyük sünnetlerinden biri Hakkın ikamesi için çalışmaktı. 23 yıl boyunca gecesini gündüzüne katarak hep bunun için uğraştı.

Hz. Peygamber’in (sas) en büyük sünnetlerinden biri Adaleti tesis etmekti.

Hz. Peygamber’in (sas) en büyük sünnetlerinden biri, Emaneti ehline vermek, asla adam kayırmamak, ailesini, yakınlarını, arkadaşlarını, sevenlerini, torpille, usulsüzlüklerle bir yerlere getirmemekti.

Hz. Peygamber’in (sas) en büyük sünnetlerinden biri, ailesine ve ehline iyi davranması idi.

Hz. Peygamber’in (sas) en büyük sünnetlerinden biri, yapacağı işleri, atacağı adımları, vereceği kararları işin ehli olan insanlarla istişare ederek yapması idi.

İnsanlığın mayasıdır Ümmet-i Muhammed’dir. Bugün Ümmet-i Muhammed bozulduğu için insanlık bozuldu.

Ebû Bekre künyeli, Nufey’ b. el- Hâris (ra), Hz. Peygamber’den 132 (sas) hadis rivayet etmiştir.

“Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?”

“Allah’a şirk koşmak! Anne-babaya kötü davranmak! Elâ ve Kavlü’z-Zûr ve Şehâdetü’z-Zûr!”
(Buhari, Kitabü’ş-Şehadat, 10; Müslim, Kitabü’l-İman, 38; Tirmizi, Şehadat, 1)

Kavlü’z-Zûr: Birisinin söylemediği veya yapmadığı bir şeyi “söyledi” veya “yaptı” demek. Veyahut söylediği ve yaptığı bir şeyi “söylemedi” veya “yapmadı” şeklinde başkalarına iletmek!

Şehâdetü’z-Zûr: Yalan yere şahitlik etmek, bir menfaat elde etmek için görmediği şeye gördüm demek, gördüğü şeyi birilerini memnun etmek için olduğu gibi değil, karşıdakinin memnun olacağı şekilde anlatmak.

“Hadislere Yaklaşımda İki Büyük Tehlike”
Resulullah’ın (sas) söylemediği veya yapmadığı bir sözü ve fiili O’na isnat etmek
Resulullah’ın (sas) söylediği veya yaptığı bir sözü ve fiili inkâr etmek


Öyle bir hadis ki bu Aşere-i Mübeşşere’nin naklinde ittifak ettikleri yani o 10 sahabinin de naklettiği, onlarla beraber 60 veya 70 sahabinin de ayrıca naklettikleri, biraz farklılıklarla 100’e yakın rivayetin bulunduğu hatta o manayı yansıtan 200 civarı rivayetin olduğu bir hadis bu…

“Bu hadis yüzünden sahâbe ve tabiûndan bazıları, eksik veya fazla söylemek ya da yanılmak kaygısıyla, Resûlullah’tan (sas) çok hadis rivayet etmeyi hoş görmemişlerdir. Hatta tabiûndan bazıları hadisi Nebî’ye ref’ etmekten (merfu) korkmuş, sahâbede bırakarak (mevkuf) rivayet etmişlerdir. ‘Sözü sahâbeye mal etmek, Resûlullah’a (sas) isnad etmekten daha az veballidir.’ demişlerdir. Bazıları hadisi ref’ etmiş, bazıları ‘bana ulaştığına göre’ diyerek rivayet etmiştir. Bütün bunlar Resûlullah’dan hadis rivayet etmekten kaçınmalarının kaygısından ve cehennemlik olma korkusundan dolayıdır.” (Beğavî, Şerhu’s-Sünne, I/255-256)

“Kim benim adıma kasten yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın”
(Buhari, İlim, 38; Cenaiz, 34; Enbiya, 50; Müslim, Zühd, 72; Ebû Davud, İlim, 4; Tirmizi, Fiten, 70)

“Adamın biri Medine köylerinden birine gitti. ‘Allah Resûlü beni size, filan kadınla evlendirmeniz için gönderdi’ dedi. Kadının ailesinden biri, ‘Bu adam bize Allah Resûlü’nden (sas) duymadığımız bir şey getirdi. Adamı misafir edip ağırlayın; ben gidip size haber getireyim’ dedi. Bunun üzerine bir elçi Medine’ye Resulullah’a (sas) ve olayı anlattı. Resulullah’a (sas) bunu duyunca çok sinirlendi ve adamın yalancı olduğunu söyledi. Sonra Hz. Ali ile Hz. Zübeyr’i çağırdı ve dedi ki: “Gidin o adamı yakalayın ve adamı öldürün. Ancak yetişeceğinizi sanmıyorum.” Hz. Ali ile Hz. Zübeyr hemen yola koyulup, o köye doğru gittiler ancak adamı yılan sokmuş ve ölmüştü. Resulullah’a (sas) dönüp durumu haber verdiler. Resulullah’a (sas) bunun üzerine “Kim bana kasten söylemediğim bir sözü isnad ederse cehennemdeki yerine hazır olsun!” buyurdu. (Rebi’ b. Habîb, Müsned, 1/ 324-325; Abdurrezzâk, Musannef, XI/261, V/308; Tahavî, Şerhu müşkili’l-âsar, I/352)

Sahabe’den Mikdâm b. Ma’dîkerib (ra) rivayet ediyor, Efendimiz (sas) buyurmuşlardır ki: “Yakındır; sedirine (koltuğuna) yaslanıp oturan bir adama, benim hadisim ulaşacak ve o, şöyle diyecek: ‘Aramızda Allah’ın Kitap’ı vardır. Onun içinde helal olarak bulduğumuzu helal sayar, haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız. (ondan başka bir şey kabul etmeyiz) Oysa (o zavallı bilmiyor ki) Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem’in haram kıldığı şey de, Allah’ın haram kıldığı şey gibidir.” (İbn Mace, Sünen, 1/5; Beyhaki, Sünen, 1/6)

İsnat sistemi, dinde olmayan bir şeyi dine dâhil etmek için değil, dinde olmayan bir şeyi dışarıda bırakmak, dine ait bir şeyi ise çemberin içerisine dâhil etmek için kurulmuştur.

“İleride bir takım deccaller ve yalancılar ortaya çıkacaktır, sizlere ne kendinizin, ne de babanızın işittiği hadisler getireceklerdir. Onlardan şiddetle sakının, sizleri sapıtıp fitnelere düşürmelerine asla fırsat vermeyin.” (Müslim, Mukaddime, 7)

Tarih boyunca neden yalan rivayetler uydurulmuştur?
1-Düşmanların, İslam’ı içeriden yıkma planlarını yürütme arzuları,


2-Dostların, İslam’a güya hizmet etme arzuları,

3-Fırka, Mezheb ve Meşreblerini müdafaa etme arzuları,

4-Kabile, kavim ve ailelerini yüceltme arzuları,

5-Şahsi menfaat, manevi nüfuz ve itibar görme arzuları.

Yalan rivayetlerden bazıları:
“Allahu Teâla, melekleri kolunun kıllarından yaratmıştır.” (İbn Kuteybe, Muhtilefi’l-Hadis, 7)

“Resulullah, Cenab-ı Hakk’ı Mina’da üzerinde yün cübbeyle boz bir deve binmiş olarak görmüştür.” (İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerî’a, 1/146)

“Resulullah, Cenab-ı Hakk’ı Miraç’ta incilerle süslenmiş bir tâc giymiş olarak görmüştür.” (İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerî’a, 1/137)

“Eşek arıları, atların başlarından, atlarda öküzlerin başlarından yaratılmıştır.” (Şevkani, el-Fevâ’idü’l-Mecmû’a, 493)

“Bu tehdit O’nun aleyhine yalan söyleyenleri hedef almaktadır, biz ise Resulullah’ın lehine yalan söylüyor ve şeriatini takviye ediyoruz.” (İbnü’l-Cevzi, Mevzuat, 16)

“Her kim Pazartesi gün dört rekât namaz kılar ve her rekâtta Fatiha, Ayete’l-Kürsî, Kul hüvallahü ahad, Kul eüzü bi rabbi’l-felak ve Kul eüzü bi rabbi’n-nas’ı birer defa okur, selam verdiğinde on defa istiğfar eder ve on defa salavat getirirse, bütün günahları affolunur ve Allahu Teâla ona cennette beyaz inciden yapılmış on odalı bir köşk verir, her odanın uzunluğu ve genişliği üçer bin arşındır. Birinci oda beyaz gümüşten, ikincisi altından, üçüncüsü inciden, dördüncüsü zümrütten, beşincisi zebercetten, altıncısı iri incilerden, yedincisi parlayan bir nurdan ma’müldür. Odaların kapıları anberden yapılmış olup her kapının üzerinde zaferandan bin tane örtü vardır. Her odada kâfurdan mamul bin karyola ve her karyolanın üzerinde bin yatak ve her yatakta Allah Teâla’nın en güzel kokularından yarattığı hûri vardır. Hurilerin ayaklarından diz kapağına kadar olan kısımları yaş zaferandan, diz kapaklarından göğüslerine kadar olan yerleri en ala miskten, göğüslerinden boyunlarına kadar gri anberden, gerdanı beyaz kâfurdan halkedilmiştir. Her bir hurinin üzerinde de en güzel cennet elbiselerinden yetmiş elbise vardır.” (İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerî’a, 2/86)

“Hesap gününde Ali’ye taraftar olanların küçük-büyük günahlarının hiçbirinin hesabı sorulmayacak, onların seyyiatleri bile hasenata tebdil edilecek, hatta Allah Teâla’ya isyan etmiş olsa bile, Ali’yi sevmesi sebebi ile asla azab görmeyecektir.” (Dihlevî, Muhtasaru’-t-Tuhfeti’l-İsna Aşeriyye, 35)

“Her ümmetin bir Firavun’u vardır, bu ümmetin Firavun’u da Muaviye’dir.” (Şevkani, el-Fevâ’idü’l-Mecmû’a, 407)

“Cebrail (as) bir gün elinde altından bir kalem olduğu halde Resulullah’ın yanına geldi, Allah’ın selamını söyledikten sonra dedi ki Allah Teâla diyor ki: “Ey Habibim! Ben bu kalemi yüce arşımdan Muaviye’ye hediye ediyorum, bu kalemi ona ver ve bununla Ayete’l-Kürsi’yi yazmasını söyle!” (Şevkani, el-Fevâ’idü’l-Mecmû’a, 403)

“Ümmetimde Muhammed b. İdris (eş-Şafii) adında bir şahıs zuhûr edecektir, o ümmetime şeytandan daha zararlı olacaktır. Ve yine ümmetimin arasından Ebû Hanife denecek bir zat gelecektir ki, o ümmetimin ışığı olacaktır.” (İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerî’a, 2/30)

“Arşın etrafındaki melekler Farsça konuşurlar…”

“Şüphesiz Allah gazaplandığında vahyi Arapça olarak indirir. Memnun ve hoşnut kaldığında ise vahyi Farsça olarak indirir.”

Yalancılığı ve riyakârlığı ile meşhur Gıyas b. İbrahim, Abbasi Halifesi Mehdi’nin huzuruna girer. Bakar ki Halife Mehdi güvercin yarıştırıyor. Hemen düzmece bir isnat söylüyor ve Resulullah’ın şöyle buyurduğunu dillendiriyor: “Ok, deve, at ve kuş yarışlarından başkası için ödül almak helal olmaz.” Bu hadisten çok memnun olan Halife Mehdi, Gıyas b. İbrahim’e 10.000 dirhem ihsanda bulunur. Ama daha sonra öğrenir ki hadisin aslında kuş yoktur, Gıyas onu memnun etmek için bu ilaveyi yapmıştır. Çok sinirlenir ve Gıyas’a: “Senin şu kafan yok mu, tam bir yalancı kafasıdır, senin kafan…” demiştir.

Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Main bir gün Rasafe Mescidinde namaz kılarlar. Tam bu sırada bir kıssacı vaiz ayağa kalkıp söze başlar ve şöyle der: ‘Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Main bize anlattı, ikisi dediler ki bize Abdurrezzak’dan, o Katade’den o da Enes’ten (radıyallahu anh) bize tahdis etti. Yani rivayette bulundu, Enes (radıyallahu anh) dedi ki Allah Resûl’ü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kim La ilahe İllallah derse, Allah bunun her bir kelimesi için bir kuş yaratır, gagası altından, tüyleri mercandan,’ diye yaklaşık yirmi sayfaya yakın uzunca bir uydurma hadis rivayet eder…”

“Ben, hep Yahya b. Main’in ahmak biri olduğunu duyardım da, şimdi bu anda bu durum gerçekleşmiş oldu” dedi. Yahya kendisine: ‘Yani nasıl?’ deyince hikâyeci de: ‘Yahu dünyada senden başka Yahya b. Main ve Ahmed b. Hanbel yok mu? Oysa ben, sizden başka on sekiz Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Main isimli adamlardan hadis yazdım’ diye yüzü hiç kızarmaksızın pişkince bir cevap verir. Bu söz üzerine Ahmed b. Hanbel koluyla yüzünü kapatır, yani utanır, Yahya b. Main’e: ‘Bırak bu utanmaz adamı gitsin” diyerek; adamı huzurlarından gönderirler.” (İbnü’l-Cevzi, Mevzuat, 5; Zehebi, Mizan, 1/47)


Muhammed Emin Yıldırım

http://www.siyertv.com/hadislere-yaklasimda-iki-buyuk-tehlike/

16 Aralık 2017 Cumartesi

Çocuklarınıza Güzel Örnek Olunuz-Dr. M. Şerafettin KALAY

Çocuklar, canlı, şen şakrak tavırlardan, hareketlilikten, gülümseyerek kendisine yaklaşılmasından, neşeli sözlerden hoşlanırlar. Sevdikleri ve saydıkları insanların kendilerine değer verdiğini, yakınlık duyduğunu hissederlerse bundan mutluluk duyarlar. Latifeler de yakınlık, samimiyet ifade eden davranışlardandır.

Biz, Allah Rasûlü’nü(sav) güler yüzüyle, engin hoşgörüsü, tevâzûsu, tatlı ve içten sözleriyle tanıyoruz. Mizah yönü fazla olmamakla birlikte onun zaman zaman şakalaştığını ve şakalarının da birer güzellik taşıdığını biliyoruz.

Allah Rasûlü’nün(sav) çocuklarla latîfeleştiğine dair örneklerden biri de Efendimizin Enes’e(ra);
“Ey iki kulaklı!” diye hitab ederek takıldığıdır.[1]

Evet, her sağlıklı insan iki kulaklıdır. Ancak bir çocuğa adıyla veya daha ciddî bir şekilde hitap yerine böyle şaşırtıcı ve şaşkınlığın arkasından gülümsetici bir şekilde hitap ederseniz, size karşı daha fazla sıcaklık duyar, birden neşelenir, aynı canlılık ve neşeyle size cevap verir.

Bu, aynı zamanda takılarak hitap eden insanın neşesinin yerinde olduğunun, sevincini, neşesini veya sevgisini, yakınlığını karşısındakiyle paylaşmak istediğinin de işaretini verir.

*


Enes’ten(ra) bir başka takılışı dinliyoruz:

“Rasûlullah(sav) beni “Bakla” diye lakaplandırdı. Çünkü bakla topluyordum."[2]

Bu, devamlı bir lakaplandırma değildir. Daha ziyade Enes’e takılmak, onunla şakalaşmak için sesleniştir. Enes(ra) da zaten böyle anlamış ve böyle nakletmiştir.

Hz. Enes’in Allah Rasûlü’nün bu hitaplarına sevindiği, sonraki nesillere; “Rasûlullah(sav) bana bu derece yakınlık duyardı,” manasına anlattığı bir gerçektir.

*

Bu mânâda başka bir hatırayı Muhammed İbn Rebi‘(ra) anlatıyor:

“Beş yaşlarındaydım. Allah Rasûlü’nün kovadan ağzına su alarak yüzüme doğru püskürttüğünü hatırlıyorum.”[3]

Bazı rivâyetlerde “kovadan” yerine “kuyularının suyundan” şeklinde geçer.[4] Bundan da Muhammed İbn Rebi’lerin bahçelerinde kuyularının olduğu, Allah Rasûlü’nün bu kuyudan dolan bir kovadan ağzına su alarak küçük Muhammed’e püskürttüğü anlaşılır.

Kaynakların verdiği bilgiye göre bu hadise, Allah Rasûlü’nün hayata gözlerini yummadan kısa bir süre önce, ömrünün son yılında cereyan etmiş bir hadisedir.[5]Dolayısıyla küçük Muhammed, sonraki yıllarda bu hatırayı Allah Rasûlü(sav) ile bir daha paylaşma imkanı bulamamıştır. Yaşadığını paha biçilmez bir hatıra olarak korumuştur.

*

Enes’ten(ra) bir başka hatıra dinliyoruz:

Allah Rasûlü(sav) bizim aramıza karışır ve bizimle kaynaşırdı. Hatta benim küçük bir kardeşim vardı, ona; “-Ey Ebu Umeyr! Ne yapıyor Nuğayr!” diye takılırdı.[6]

Müslim'in rivâyetinde ise Enes; "Rasûlullah(sav) insanların en güzel ahlâklısı idi. Benim bir kardeşim vardı. Kendisine Ebu Umeyr denilirdi. Yakında sütten kesilmişti," der ve Allah Rasûlü'nün kardeşine takılışını anlatır.[7]

“Nuğayr”, küçük kuş, minik kuş, kuşcuk demektir. Enes’in kardeşinin kafeste küçük bir kuşu vardır. Küçük çocuk kuşunu çok sevmekte, onunla oynamaktadır. Allah Rasûlü(sav)onun bu sevgisini bildiği için, hem kendisine takılır, şakalaşır, hem de kuşunun hatırını sorar, onun gönlünü alırdı. Hatta bu kuş öldükten sonra da Allah Rasûlü(sav)’nün Enes’in kardeşini gördükçe; “-Ey Ebu Umeyr! Ne yapıyor Nuğayr!” diyerek takılmaya, kuşuna olan düşkünlüğünü ve sevgisini onunla paylaşmaya, ona “Ebu Umeyr” diye künyesiyle hitab ederek, bu künyeyi nuğayr kelimesiyle kafiyeleştirerek onunla yakınlık kurmaya devam ettiği naklolunur.[8]

Ayrıca bir çocuğa; “Umeyr’in Babası” şeklinde künyeyle hitap etmenin, ona değer verme, onu büyük insan gibi kabul etme manası taşıdığı kendini hissettirmektedir.

Çocuklara büyük insan gibi davranmak, onlarla konuşurken büyük insanla konuşuyormuşçasına cümleler kurup ona göre söz söylemek, onlarda kendisine değer verildiği hissini uyandıracak, iç dünyalarında coşkuya sebep olacaktır.

*

Allah Rasûlü’nün(sav) çokça şaka yapmadığını söylemiştik. Yaptığı şakalarda da asla kimseyle alay etmediği, kimseyi incitmediği bilinir. Şakalarında bile bir güzellik, ibret, ciddiyet, doğruluk ve ölçü vardır.

Allah Rasûlü(sav) eğer şaka yapmışsa ve yaptığının şaka olduğu karşıdaki insan tarafından anlaşılmamışsa, şakayı fazla sürdürmez, bunun şaka olduğunu sevgisiyle de yoğurarak belli ederdi. Böylece gönüllerde tatlı rüzgârların daha güçlü esmesini sağlardı.

Bir gün Ebu Hureyre(ra), Efendimize; “Ya Rasûlallah! Sen bizimle şakalaşıyorsun!?” demiş, onun bu sözüne karşılık olarak Allah Rasûlü(sav); “Evet, ancak ben sadece doğru olanı söylerim” buyurmuştur.[9]

Allah Rasûlü’nün bu sözüyle ne demek istediğini, sahabelerle nasıl şakalaştığını anlamak için verilecek güzel misallerden biri herhalde şu olsa gerektir:

Enes(ra) anlatıyor:

“Bir adam Rasûlullah’tan kendisini bir bineğe bindirmesini istedi. Rasûlullah(sav)Efendimiz ona; “-Seni hemen şimdi bir deve yavrusuna bindiririm.” buyurdu.

Adam şaşırmıştı; “-Ya Rasûlallah! Ne yapayım ben deve yavrusunu!?” dedi.

Onun bu sözleri üzerine Allah Rasûlü(sav); “Her deve, bir devenin yavrusu değil midir?”
buyurdu.[10]

Şaşkınlığından anlaşıldığı gibi adam, Allah Rasûlü’nün kendisini küçük bir deve yavrusuna bindireceğini zannetmişti. Kendisinin isteği ona bir binek vermesi, gideceği yere hayvan sırtında taşınması idi. Allah Rasûlü(sav) onu iyi anlamış ve onunla şakalaşmak istemiş ve ifadeyi böyle anlaşılabilecek şekilde kullanmıştı. Allah Rasûlü’nün de tahmin ettiği gibi adam söylenilen sözlerden ilk akla geleni anlamış ve Allah Rasûlü’ne; “Ya Rasûlallah! Ne yapayım ben deve yavrusunu!?” demişti.

Şüphesiz her deve, bir devenin yavrusuydu; ancak o söylenilen sözün bu tarafını düşünmemiş ve Rasûlullah’ın şakalaşmak için söylediği cümleye yakalanmıştı…

Sonradan anlayınca da, bu sözler gideceği yere varıncaya kadar, belki ondan da öte zaman zaman gülümsemesine sebep olmuştu…

*

Şakalaşmak, insan hayatına çeşni ve tat katar. Arada yakınlık ve sıcaklık oluşmasına, çabuk kaynaşılmasına vesile olur. Ancak şakalaşmalarda ölçünün kaçırılmaması, şakaların yakınlık ve sıcaklığa sebep olması gerekirken alaya, aşağılamaya dönüşmemesi, mü’minin vakarını zedeleyecek, ciddiyetini sarsacak ebatlara varmaması gerekir. Şaka yaparken yalan söylenilmemeli, insanlar küçük düşürülmemeli, başkaları gülsün diye bir insan kurban verilmemeli, şaka lüzumundan uzun sürdürülmemelidir.

Yapılan şakaların, latîfelerin ince, kıvrak zekaya dayalı ve ufuk açıcı olması, sonradan hatırlanınca gönülde güzel duygular uyandırması, iyi niyet ve ibret verici özellikler taşıması doğru olandır. Uygun bir atmosferde yapılmalıdır. Şaka bittiğinde herkes gülen taraf olmalı, yıllar sonra hatırlanınca da gülümsenebilmeli, zihinde güzel duygular canlanmalıdır.


Dr. M. Şerafettin KALAY

[1] Sünen-i Ebu Davûd, Edeb (5/ 272), Sünen-i Tirmizî, Mizah (4/ 358), Menâkıb (5/ 681). Tirmizî hadisin sahih, ğarib olduğunu söyler.
[2] Sünen-i Tirmizî, Menâkıb (5/ 682)
[3] Sahih-i Buharî, İlim (2/ 17)
[4] Sahih-i Buharî, Vudû (2 / 382, 18/ 370)
[5] Umdetü’l-Kârî (2 / 19)
[6] Şemâilü’l-Muhammediyye, Tirmizî (s. 124
[7] Sahih-i Mislim, Âdâb (3/ 1692-1693)
[8] Şemâilü’l-Muhammediyye, Tirmizî (s. 126)
[9] Sünen-i Tirmizî, Bir (4/ 357) ve Şemâilü’l-Muhammediyye (s. 126) Tirmizî hadis için; “hasen sahih” der.
[10] Sünen-i Ebu Davûd, Edeb (5/ 270-271), Sünen-i Tirmizî, Bir (4/ 357) ve Şemâilü’l-Muhammediyye (s. 126), Tirmizî hadis için; “-Hasen, sahih, ğarîb” der.
http://www.siyerinebi.com/tr/dr-m-serafettin-kalay/cocuklariniza-guzel-ornek-olunuz

15 Aralık 2017 Cuma

Çocuklarınızı Güzel Ahlâkla Yetiştiriniz, Onları Şımartmayınız-Dr. M. Şerafettin KALAY

Allah Rasûlü(sav); “Çocuklarınıza değer verin, onlara ikramda bulunun, onların terbiyelerini güzel yapın!” buyurur. (1)

Her insan çocuğuna, kendi çocuğu olması hasebiyle değer verir, vermelidir. Hadisteki değer vermeden murat, daha çok çocukların duygularına, düşüncelerine, sözlerine, şahsiyetlerine değer vermek ve bunu kendilerine hissettirmek, onları güzel hasletlerle donatarak her selim fıtratlı insanın takdir edeceği bir şahsiyet haline getirmektir. Terbiyelerine dikkat etmek, onları İslâm edeb ve terbiyesiyle yetiştirmek, onları hem kendilerine, hem âilelerine, hem ülkelerine, hem de inandıkları dâvâya faydalı olacak, takdire değer hizmetler sunacak şekilde yetiştirmektir.Bu onlara hem Rabbimiz katında hem de insanların gözünde değer kazandıracaktır. Bir anne ve babanın çocuğuna yapacağı en büyük iyiliklerden biri de şüphesiz bu olsa gerektir.


Allah Rasûlü(sav) Ebu’d-Derdâ’dan gelen bir hadiste de şöyle buyurur: “Kıyamet gününde mü’min kulun mizanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Allah, rezil, çirkef, çirkin ve kaba tavırlı insanları sevmez.” (2)

Âişe Vâlidemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte de; "Bir mü min güzel ahlâkıyla, namaz ve oruca tutkun olup devamlı ibadet eden insanların derecesine ulaşır," (3) buyurur.Bunun sebebi ahlâkın bütün hayatımızı kuşatışı, hayatımızın her anında var oluşudur. İbadetler ise belli bir zaman dilimi ile çerçevelidir. Güzel ahlâk hayatın her adımında onu taşıyan kişinin vasfı olarak bulunur ve o kişiye ecir kazandırmaya devam eder.

Çocuğumuza gerçek mânâda değer veriyor, hem insanlar hem de Allah katında değerli olmasını istiyorsak ona güzel ahlâk kazandırmalı, bunun için titizlik göstermeli, emek sarf etmeliyiz. Kendi ahlâkımız güzel olmadan onların ahlâkının güzel olabileceğini düşünme hatasına düşmemeliyiz. İstisnalar yok demek değildir, ancak asılın ne olduğunu bilmeliyiz.

Her gün, -belki bir kaç kere- aynaya bakıp dış görünüşümüze çeki düzen veriyoruz. Hiç davranışlarımıza, edep ve terbiyemize, konuşma üslubumuza, duygu ve düşüncelerimizi dış dünyaya aksettiriş tarzlarımıza; bizi gören, bizimle komşuluk, arkadaşlık, iş arkadaşlığı yapan, yolculuk eden, bizimle alış-verişte bulunan, sohbet eden insanların gözüyle kendimize bakıyor, gördüğümüz hataları düzeltiyor, kendimize çeki düzen veriyor muyuz?

Ahlâkî görünümümüzün, iç dünyamızın dış dünyaya aksedişinin güzelliği, kılık kıyafetimizin güzelliği, uyumluluğu kadar değer taşımıyor, bizi ilgilendirmiyor mu!?

Güzel görünmek için pahalı, markalı elbiseler alan, ceketin, pantolonun, gömleğin, ayakkabılarla, çorapların, elbiselerle kravatın birbiriyle renk ve şekil uyumuna kadar dikkat eden insanları görüyoruz.

Hanımlarda elbiselerin, renk ve model uyumu yetmiyor, ziynetler de ekleniyor, özene bezene giyiniliyor, takınılıyor…

Saçlar taranıyor, elbisenin kıvrık yerleri, inik kalkık yanları düzeltiliyor. Yandan, önden bakışlarla ayna karşısında dakikalar harcanıyor… Kısaca güzel görünülmeye çalışılıyor, çirkin görünüşler engelleniliyor. Ancak kaba, edep dışı veya çiğ bir sözün, bencil, yersiz veya hafif bir davranışın ne kadar çirkin olduğu aynı dikkatle takip ediliyor mu?.. İsterseniz soruyu şöyle soralım: Kaba veya edep dışı bir söz ve davranışın, yersiz veya hafif bir hareketin verdiği çirkin görüntü, ceketin yakasının kalkık, saçlardan bir bölümünün dağınık olmasından, çorabın renginin elbiseye uymamasından daha mı azdır?!. Elbisesi güzel olanın çirkin davranışına dikkat edilmez mi? Güzel görünen ve markalı bir kravat, kabalığı, bencilliği, sinsiliği, hilekârlığı, düzenbazlığı, kibir ve gururu örter mi? Yüksek topuklu bir ayakkabı, boyunuzu yüksek gösterdiği gibi, edep ve terbiyenizi, insanî değerlerinizi de yüksek gösterir mi?.. Siz karşınızdaki insanda hangisini görmek istersiniz?..

Bizi en güzel şekilde yaratan ve bize sayısız nimet bahşeden Rabbimiz bizi nasıl görmek istiyor!?

Tekrar düşününüz. Edep, terbiye, ahlâk dünyevî hiçbir malla kıyaslanmayacak kadar güzel ve değerlidirler. Aklı ve insafı olan herkes tarafından kabul edilen bu gerçek, zihinlerden asla uzak tutulmamalı ve kadri bilinmelidir.

Kalplerde yer eden imanın güzelliğine, nûruna inanıyorsak onun dış dünyaya güzel aksetmesinin lüzumuna da inanmalıyız. Güzel bir şeyin dışa çirkin aksetmesi abestir. Ya duygularımızda, ya da davranışlarımızda bir gariplik var demektir. Ancak sebebi ne olursa olsun dışa çirkin aksedişin, içteki imanı da yaralayacağı, hem sahibine, hem de içinde yaşadığı cemiyete, hem de temsil ettiği inanca, fikre, davaya zarar vereceği kesindir.

Elbette ki aynı şeyler çocuklarımız için de geçerlidir. Onları güzel ahlâkla yetiştiriniz, onlara izzet, şeref ve değer kazandırınız.

*


Şımarıklık güzel ahlâktan değildir. Bu hemen hemen her insanın bildiği bir gerçektir. Ancak birçok anne ve baba tarafından basite alındığı, çocukluğun gereği kabul edildiği, "benim çocuğum, biraz şımarma hakkına sahiptir" anlayışına sahip olunduğu veya çocuk karşısında çaresiz kalıp boş verildiği sıkça görülen hallerdendir.


Bu anlayış, davranış ve ihmaller çocuğunuzun geleceğine tesir edecektir. Belki sizinkine de. Sonradan acılar ve pişmanlıklar yaşamak istemiyorsak baştan tedbir almak zorundayız.

Çocukların doğruları bilme kadar, hataları bilme hakkı da vardır. Doğru ve yanlış terazinin iki zıt kefesidir. Doğruların ağır basmasını, çocuklarınızın, âilenizin değerinin yükselmesini istiyorsanız, diğer kefedeki yanlışları boşaltmalısınız.



(1) Sünen-i İbn Mâce, Edeb (2/ 1211).
(2) Sünen-i Tirmizî, Birr ve Sıla (4/ 362), Tirmizî hadis için; “hasendir, sahihtir,” der. Hadisin ilk bölümü Sünen-i Ebu Davud da da nakledilir. Bak. Edeb (5/ 150).
(3) Sünen-i Ebu Davud, Edeb (5/ 149). Hadisin isnadı sahihtir.

http://www.siyerinebi.com/tr/cocuklarinizi-guzel-ahlakla-yetistiriniz-onlari-simartmayiniz

14 Aralık 2017 Perşembe

Sünneti Hakka Giden Yol Bilmek-Dr. M. Şerafettin KALAY

Rabbımızın;
“Size kendi cinsinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki; sizin sıkıntıya uğramanız veya zorluklarla karşılaşmanız gerçekten onun gönlüne ağırlık verir. Mü’minlere son derece düşkündür; şefkatlidir. Bütün insanlığa sevgi ve rahmet duygulan ile doludur.”
(Tevbe, 128) buyurarak övdüğü, âlemlere rahmet kıldığı (Enbiyâ, 107) ve Makamı Mahmûd vaadettiği habîbî, yaratılmışların en hayırlısı, kâinatın efendisidir. O bir uyarıcı olarak geldi.

Zikri Hakîm’de;
”Ey Peygamber! Biz seni hakikaten hem kendi ümmetine hem de bütün ümmetlere şâhid, bir müjdeleyici, bir uyarıcı olarak gönderdik.Allah’ın izniyle hakka davetçi, nur saçarak hakka giden yolu aydınlatan bir ışık kaynağı olarak gönderdik.” (Ahzab, 4546) buyurulan şâhid, ebedî nimetleri müjdeleyici, elim azaba karşı uyarıcı, en yüce davetci, nûr kaynağıdır.Beşeriyet çerçevesinde ne kadar övülse, o övgüye layıktır ve bunun için kullanılan kelimeleri yetersiz bırakacak derecede güzel sıfatlarla doludur.O, güvenilir, emin, kendi nevasından konuşmayandır; son derece doğru sözlüdür.O, Muhammed Mustafâ’dır… 

 Allah Rasûlü’nün asırlar ötesinden bizi uyaran bir hadisi şerifini dikkatle okuyunuz. Hadisi Ebû Rafi’ (r.a.) rivayet ediyor:”Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki; "Gün gelip içinizden çıkacak şöyle birisiyle karşılaşmayayım. Rahat koltuğuna yan gelip oturmuş duruyor. Yapılması gereken bir konu için verdiğim emir veya yapılmaması gereken bir konudaki nehyim kendisine ulaşıyor. O kişi de; Ben öyle bir şey bilmiyor, tanımıyorum. Biz Allah’ın Kitabında ne bulursak onu yapar, yalnız onu takip ederiz, diyor.”Bu hadis, sahih bir hadistir. Onu, Ebu Davud’un Süneninde, Sünnetle ilgili bölümde (H. No: 4605), Tirmizî’nin Süneninde, İlimle ilgili bölümde (H. No:2663) bulabilirsiniz. Tirmizî (rh.a.) adeti üzere hadisin sıhhatiyle ilgili kanaatini belirtirken; “Bu hadis, hasendir, sahihtir” der.

Hadis, İbn Mâce’nin Süneninde, Mukaddime bölümünde de (el / 7) yer alır. (Ayrıca bak: Câmiu’lUsûl, 1/283) Aynı konuyu, değişik bir lafızla dile getiren ikinci bir hadisi, sahabîlerden Mikdam İbn Ma’dîkerb (r.a.) rivayet eder ve şöyle der:Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyurmuştur ki; “Bana Kur’ânı Kerim vahyedildi. Onunla birlikte bir o kadar da ek bilgi verildi.Çok zaman kalmadı. Koltuğuna kurulmuş, karnı dolu adamlar türeyecek; Bütün dikkatinizi bu Kur’ân’a verin. Biz, yalnız onda bulduğumuz helali helal, haramı haram sayarız… derler.”Hadisi, bu şekliyle Ebu Davud yine Sünnet bölümünde (H. No: 4604) nakleder.Aynı hadisi Tirmizî de nakleder. (H. No: 2664) Ancak, onun naklinde okuyucularımıza aktarmak istediğim iki önemli farklılık vardır:

Birincisi: Bu tür zihniyeti aşılamak isteyen kişilerin lüks koltuklarına “dengilmiş” olduğu ifâdesi.Arapça aslını tercüme için bu kelimeyi, bilerek seçiyorum. Çünkü “dengilme” sıradan bir yaslanma değildir. Anadolu’nun bir çok yerinde; biraz yana kaykılarak, tok karnı gevşeterek ve rahata alarak keyifli bir yaslanış için kullanılır. Hadisi Şerifteki tasvir de tam budur.
İkincisi; hadisin sonundaki ek olarak yer alan şu cümledir:”Allah Rasûlü’nün haram kıldığı bir şey, tıpkı Allah’ın haram kıldığı bir şey gibidir.”Hadis, Süneni Ebû Davud ve Tirmizî’de yer aldığı gibi, Ahmcd İbn Hanbel’in Müsned’inde (4/ 130131), İbn Mâce’nin Sünen’inde de (1/ 6) yer alır.

Nereye gidiliyor? Nereye gidilmek isteniyor!?


Bu hadisleri nakletme ve üzerinde durmaktaki maksadımızın ne olduğunun anlaşıldığını ümit ediyorum. Zira günümüzde de koluğuna kurulmuş, karnı tok veya doyurulmuş, ancak vicdanı ve şahsiyeti satın alınmış, âhireti unutmuş, dünyaya kanmış, Allah’ın gazabını üzerine çekerek kul memnun etmeye çalışanlardan bu tür cümleler duymaya başladık.
Hadis, ayrıca bir açıklamaya meydan bırakmayacak kadar açık ve nettir. Ancak, bizim de piyasaya sürülen ve süslü kelimelerle pazarlanılmaya çalışılan sözlerle fazla oyalanmadan söylemek istediğimiz birkaç cümlemiz var:

Allah’a ve Rasûlü’ne itaat

Gerçekten Kur’ân’a değer veren, Allah’ın Kur’ân’da bildikleriyle amel eden, orda yer alan ilâhî emirleri hayatına yansıtan her insan, Allah Rasûlü’nün emirlerini de kabul eder ve hayatına yansıtır. Zira Rabbimiz;”Ey İman Edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin!”

"O’na itaat ederseniz, hidayet bulursunuz.”
"Rasûle itaat eden, şüphesiz Allah’a itaat etmiş olur.”
"Size Allah Rasûlü’nün verdiğini alın, yasakladığından da uzak durun…”
"Kıyamet günü, yüzleri evrilip çevrilerek Cehennem ateşinde kavrulurlarken pişmanlık içinde; No’laydı da Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etseydik,” diyeceklerdir.
"Allah Rasûlü’nde sizlere ne güzel örnekler vardır." "Bu, Allah’ın huzuruna varacağına, âhiret gününün varlığına inananlar ve Allah’ı çokça zikredenler içindir.” 
"O, kendi heva ve hevesinden konuşmaz.” buyurmakladır.Bu kadar açık ve net âyetler ve biraz aklını kullananın hemen anlayacağı gerçekler varken, bu çatlak sesler nerden, nasıl çıkıyor? Bu tür soruların cevaplarının, bizi götürdüğü bir gerçek var: Ön kapıdan girmeye zorlanan şeytan, yan kapıları, arka kapıları… deniyor; çarpık zihniyetleri süsleyerek göze hoş göstermeye çalışıyor. Dünyalığın kamaştırdığı gözler, biraz ilerideki uçurumu ve tehlikeleri görmüyor.

Saldırılan değerler, saldıranları çaresiz bırakacak kadar güçlüdür.

Öte yandan, ortada bir gariplik var. Bu yöndeki saldırılar, İslâmın en güçlü olduğu alanlardan birinde geliyor. Hiçbir ümmet, bu ümmet gibi peygamberlerinden gelen sözleri titizlikle kayda geçilmemiş, saklamamış, kayda geçenleri titizlikle korumamış, ince eleklerden geçirip süzmemiştir.
Her hadis’in senedi, metni kaydedilmiş; nakleden insanlar, zekâları, kişilikleri, samimiyetleri, unutkanlıkları, doğru sözlülükleri, meyilleri, sonradan zihinlerine tesir edecek bir rahatsızlık geçirmişlerse bu rahatsızlıkları, bunun hadislere tesir oranı, bu rahatsızlıktan önce ve sonra naklettiği hadislerle ilgili bilgiler verilmiş; hadis kitablarının yanında tahric ve rical konusunda da akla durgunluk verecek derecede eserler telif edilmiştir.
Bu alanda insaflı çalışma yürüten herkes, şüphesiz verilen emeğe, katedilen yollara, konulan ölçülere, yetişen ilim ehline, telif edilen eserlere hayran kalacaktır.
Allah Rasûlü’nün fiilleri, sözleri, emir ve yasakları, yaşadıkları, sadece kaybedilmemiş, ilim ehli tarafından, bir bir arının binbir çiçek dolaşarak bal toplayışı gibi elden geçirilmiş, işlenmiş, hükümleri hayata aksettirilmiştir. Yok edilemeyecek kadar sağlam, sarsılmayacak kadar güçlüdür.
Bu gün, büyük mücadelelerle kendi değer ve kıymetlerinden uzaklaştırılmış, bir çoğundan habersiz hale getirilmiş bir milletin içine düştüğü cehaletten istifadeyle insanların akıl ve inançlarıyla oynanmak isteyenlerin modasının geçeceği, başlarını bir gün hakikat duvarlarına toslayacakları kesindir.

O’na iman, şehâdetin bir parçasıdır.

Allah Rasûlü’nün hükümlerini dışlamaya çalışanlar, hadislerini reddetmek için fırsat ve bahaneler arayanlar, onlara imkan hazırlayıp çanak tutanlar ve onların propaganda yoğunluğu karşısında sarsılanlar, modaya kapılma hevesi taşıyanlar… bilmelidirler ki;


Biz bu aziz dîni Allah Rasûlü’nden öğrendik. Allah Kelamını ilk önce Ondan dinledik. Rabbımızın bize ne emrettiğini, emrini nasıl yerine getireceğimizi anlamak için Ona kulak verdik. İslâmın kemaliyle nasıl yaşanacağını Onda gördük. Ahlak güzelliğinin bütün meyvelerini Onda tattık.

Yine bilinmelidir ki biz, kelime-i şahadet getirirken Allah’ın varlığına, birliğine, O’ndan başka hiçbir ilah olmadığına, mutlak kudret sahibinin O olduğuna inanıp, inancımızı îlân ederken, Muhammed Mustafâ’nın da O’nun kulu ve rasûlü olduğuna inandık, iman ettik ve bu inancımızı da îlân ettik. Ona olan imanımız kelime-i tevhidin, şehadetin içinde yer aldı; îman çekirdeğimizi oluşturdu.Eğer biz Ondan duyduğumuz sözleri, hükümleri reddedersek, Ondan duyduğumuz âyetleri nasıl kabul edeceğiz? Onun bize öğrettiği Kur’an’da yer almayan; namazların kılınış şekilleri, haccın edâ edilişi, doğal kaynaklarda yetişen sahipsiz malların mülkiyete geçiş yolları veya onlardan yararlanma şartları; alışveriş hukuku, şirketler hukuku, kefalet, vekâlet, aile hukukuyla… ilgili bir çok hükümleri ne yapacağız? inkar mı edeceğiz; reddedip yok mu sayacağız? Sıra buraya mı gelecek? Giderek sonunda Allah’ın hükümlerini ve Kelâmını redde mi dayanacak? Bunun mu planları yapılıyor, temelleri atılıyor!?

Ancak, plan ve programlar, hazırlanan tuzaklar ne olursa olsun Allah nurunu tamamlayacak, İblis uğruna yürütülen çabalar, Allah’ın nurunu söndürmeye yetmeyecektir.


Son söz olarak hatırlatmak istediğimiz İlâhî ikaz var;”İman edenler arasında çirkin ve çirkef şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için, hem dünya hayatında hem de âhirette çok acıklı ve ızdırap verici bir azap vardır…” (Nûr, 24/ 19)

Kim ne derse desin; kervan, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hidâyet Rehberinin rehberliğinde Hakka yürümeye devam edecektir!

Dr. M. Şerafettin KALAY


http://www.siyerinebi.com/tr/sunneti-hakka-giden-yol-bilmek

13 Aralık 2017 Çarşamba

Yuva’nın Temelleri-Dr. M. Şerafettin KALAY

“Yuvanızı sevgi, rahmet ve şefkat temelleri üzerine kurunuz.”

Abdullah İbn Amr İbn Âs(ra) rivayet ediyor: Rasûlullah(sav) buyurdu ki:


“Rahmân olan Allah, merhamet edenlere merhamet eder. Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündeki de size merhamet etsin.” 


Merhamet yeri ve yönü doğru olduğunda her zaman güzeldir. Âile içinde daha da güzeldir. Sevgiyle yoğrulduğunda çok daha güzeldir. Hatta yuvaların temel taşıdır. Şu âyet-i kerîmeyi dikkatle okuyunuz ve bizlere ne emrettiği, bizleri neye irşad ettiği üzerinde tefekkür ediniz:


“Kaynaşıp huzur duymanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet geliştirmesi onun varlığı ve yüceliğinin delillerindendir. Doğrusu bunda düşünen, tefekkür eden bir topluluk için gerçekten ibret vardır.” (Rum, 30/ 21)


Yuvaların kuruluşuna dikkat ediniz. Kısa bir zaman dilimi önce birbirini hiç tanımayan nice kadın ve erkek, gün gelir bir vesileyle tanışır, giderek birbirleriyle kaynaşır ve yeni bir yuva kurarlar. Hayatın geri kalan basamaklarını birlikte tırmanmaya başlar, böylece birbirlerine en yakın iki insan haline gelirler. Acıda tatlıda, varlık ve yoklukta berâber olmaya azmederler. Sırlarını birbirlerine açar, dertleşir, zorlukları aşmak için dayanışırlar; ileriye yönelik hayaller kurarlar. Birbirlerinde huzur bulurlar. Aralarında sevgi ve rahmet oluşur. Onlar artık bir âile olmuşlardır. Onların sayesinde önceki âileleri kenetlenir, kaynaşır. Âilenin uzakta kalan fertleri zamanla birbirini tanır, kaynaşır. Önlerinde yeni bir dünya, yeni ufuklar açılır. Yeni dost halkaları meydana gelir.

Hem kadın hem de erkek, kendi kardeşleri, anne, baba ve yakınları yanında davranamayacağı kadar rahat davranabilir, onlara karşı açılamayan perdeler açılır, sırlar, hayaller, ümitler paylaşılır.

Anne-baba, kardeş-akraba bağlarının kıymeti oldukça büyüktür ve bu bağlar, üzerinde meşru ölçüler içinde titizlik gösterilmesi gereken bağlardır. Ancak evlilik ve yuva bağı, diğerlerinden çok başka, daha değişik bir bağdır.

Diğer bir ifâde ile; “evlilikle bir erkeğe en yakın varlık kadın, bir kadına en yakın varlık da erkek olur.” Onlar birbirlerinin hasmı değil, hayatta birbirlerini bütünleyicidirler.

Kadın ve erkeğin her birine tek tek yaşama imkânı verilmiştir ama gerçek saadet, bütünlüktedir. Yaratılış böyledir ve böyle olması gerekir. Rabbimiz;“Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız, kaynaşmanız, belirgin niteliklerle bilinmeniz için sizleri kavimlere, kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en değerli olanınız, en takvâlı olanınızdır.Elbette ki Allah her şeyi bütün yönleri ve incelikleriyle bilir ve her şeyden haberdardır.”(Hucurât 49/ 13) buyuruyor.

Bu gerçek bütün yönleriyle idrak edilmeli, güzellik ve değer takvâda aranmalı, kalplerin takvâ duyguları ile dolu olması için gayret gösterilmelidir.

Âyet-i kerîme “aranızda sevgi ve merhamet geliştirmesi” ifadesiyle dikkatlerimizi bir yuvanın temelinin meveddet ve rahmet olması gerektiğine çekiyor. Meveddet karşılıklı sevgi demektir. Rahmet ise, bilindiği gibi şefkat, acıma duygusu, merhamet demektir. Haksızlığa, zulme uğratmama ve zulme rıza göstermeme şuurudur.

Hayatın inişleri ve çıkışları, acı ve tatlıları, sevinçleri, kederleri, öfkeleri, hüzünleri, varlık anları, yokluk anları vardır. Hayatın seyri içinde işlenen hatalar da vardır. Doğru yapıldığı zannedilip de sonradan ciddî bir hata olduğu anlaşılanlar da vardır. Bir yuva içinde bütün bunlar yaşanabilir, her bir yuva bu merhalelerden geçebilir. Yaşanan bütün fırtınalardan, depremlerden, girilen bütün girdaplardan yuvayı kurtaracak olan temelinin meveddet ve rahmet üzerine sağlam bir şekilde kurulu olmasıdır.

Gönül inceliği, zarafeti gerçek bir nimettir; kaybı da büyük bir kayıptır. Allah Rasûlü(sav) bunu şöyle vurgular:
“Kim, incelik, edep ve terbiyeden mahrum edilmişse, o kişi bütün hayırdan mahrum edilmiştir.”2]

Eşlerden her biri, kendi üzerine düşeni yerine getirmeye gayret ettiği gibi, yaşanılan dünyanın her zaman güllük gülistanlık olmadığını, rüzgarın her zaman istenilen taraftan esmediğini bilmeli, sıkıntılı, acılı, gergin anların, varlık ve yokluk zamanlarının olduğunu fark etmeli, zaman zaman kendini eşinin yerine koyarak yaşanılanları onun açısından da değerlendirmelidir. Gergin ve sıkıntılı anlarında eşinin üstüne gitmemeli, rahatlatıcı tavır ve sözler sergilemeli, toplanan bulutları, şimşekleri yavaş yavaş dağıtmasını bilmelidir. Ortalık rahatlayınca, gerginliğin sebebi sorulmalı, öğrenilince de ortadan kaldırılması veya sabır ve tahammülle karşılanması konusunda yardımlaşılmalıdır.

Sevgi ve rahmet, karşılıklı hukukun korunma kaynağıdır. İşlenecek hataları af edici olabilmek gönülde güzel duygular canlandırır. Af edene olgunluk verir, af edilene sevgi ve hürmet aşılar. Yuvanın devamı ve saadeti için bunlar gerçekten lüzumludur.

Sevgi ve rahmet, karşılıklı fedakârlıkların, kalp kazanıcı, gönül alıcı davranışların da kaynağıdır. Yuvalar bunlarla çiçek açar, bunlarla yeni baharlar yaşar. Bunlarla gelecek günlere güvenle bakar, bunlarla ümitlerine ümit ekler. Hayat ırmağının şırıltıları böyle olunca daha güzel, çiçekler arasından ummana yol alışı daha şirindir…


Dr. M. Şerafettin KALAY


[1] Sünen-i Ebu Davud, Edeb (5/ 231), Sünen-i Tirmizî, Birr ve Sıla (4/ 323-324) .
[2] Sahih-i Müslim, Birr ve Sıla (4/ 2003), Sünen -i Ebu Davud, Edeb (5/157).
 
http://www.siyerinebi.com/tr/yuvanin-temelleri