16 Temmuz 2023 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 28


Evde olmak eğer temizliği, pislikten uzak kalmayı, takvayı daha iyi sağlayan bir süreç ise “Bunlar bizi ilgilendirmez bunlar Resulullah’ın hanımları ile ilgiliydi” deyip geçmemeliyiz.

Cenab-ı Hakk’ın Resulullah eşleri için öngördüğünden ne denli nasiplenir, buna ne denli dikkat eder, biz de ne denli bundan hissedar olursak, takvamızı o denli yükseltmiş, biz de arınmaya o denli yol aramış oluruz şeklinde düşünmek, böyle bir orantı kurmak, elbetteki ayet-i kerimeden ibret almak açısından gerekli bir noktadır diye düşünüyorum.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

14 Temmuz 2023 Cuma

ON SEKİZİNCİ CÜZDEN 3 MESAJ


ON SEKİZİNCİ CÜZ ' (s. 341 - 360)

 İdeal sıfatlar taşıyan her mümin, bu dünyayı değiştirme potansiyeline sahiptir. Müminlerin en yüksek sıfatı; ahlak ve haya sahibi olmalarıdır. Kur’ân bu şekilde ideal bir insan profili ile toplumda farklılık ve farkındalık oluşturmaktadır.

  On sekizinci cüzde; Müminûn ve Nur surelerinin tamamı, Furkan suresinin baş tarafı bulunmaktadır. Bu üç surede de ideal müminin vasıfları anlatılmaktadır. 18. cüzdeki temel konular şunlardır:

 1. KURTULUŞA EREN MÜMİNLERİN SIFATLARI

 Müminûn suresinin başında, (cennetlerin en güzeli) Firdevs cennetine girecek müminlerin vasıfları kısaca zikredilir. (Mü’minûn, 23/1-11).

 Bu vasıflara göre ideal müminler; 

a. Namazlarını huşu içinde kılarlar, 

b. Boş/faydasız şeyleri terk ederler (zaman onlar için önemlidir), 

c. Zekât verirler, 

d. Namuslarını korurlar, 

e. Emanete riayet ederler (onlar güvenilir ve dürüst insanlardır). 

Sonra Allah’ın verdiği nimetler (Mü’minûn, 23/12-22) ve bu nimetleri inkâr edenlerin sonları anlatılır (Mü’minûn, 23/23-53). Müslümanlardan da aynı hataya düşmemeleri istenir. (Mü’minûn, 23/54-91). 

2. AHLAK MÜMİNLERİN EN TEMEL SIFATIDIR

Cüzdeki diğer sure ise Nur suresidir. Bu sure önceki Müminûn suresinin tamamlayıcısı konumundadır. Buna göre; ideal mümin, ahlaki seviyesi yüksek olan, başörtüsü ve tesettürü Allah’ın emri olarak kabul eden, başkalarının ırzına dil uzatmayan, dedikoduların peşinde koşmayan ve dilini koruyan kişidir. Bu surede iki büyük tehlikeye dikkat çekilir: Zina ve iftira. Bunlara karşı ceza, boykot (kamuoyu baskısı) ve ahlaki eğitim yöntemleri anlatılır. Bu surede ideal müminin sıfatları ahlaki açıdan şöyle açıklanır: 

a. Zinadan kaçarlar, 

b. Başkasına iftirada bulunmazlar, 

c. Günah işlediklerinde hemen tövbe ederler ve bir daha o günahı işlemezler, 

d. Hz. Peygamber’e ve eşlerine karşı saygılıdırlar, 

e. Tesettüre dikkat ederler, 

f. Karşı cinsi gördüklerinde gözlerini indirirler ve harama bakmazlar. 

g. Evliliğe teşvik ederler, 

h. Sabah-akşam Allah’ı zikrederler ve farzları yerine getirirler, 

ı. Çocuklarını doğru eğitirler, 

i. Ticaretleri onları ibadetten alıkoymaz, 

j. Evlere girince selam verirler ve eşlerine iyi davranırlar (Nûr, 24/2-61). 

3. KUR’ÂN, MÜMİNLERDE BİR FARKINDALIK OLUŞTURMAYA ÇALIŞIR

 Bu cüzün sonunda ise Furkan suresinin giriş kısmı bulunmaktadır. İlk ayette; Kur’ân’ın misyonunun, âlemler için bir uyarıcı olduğu hatırlatılır (Nûr, 24/1), sonra farklı şeylere dikkat çekilir. Bununla bir farklılık ve farkındalık oluşturulmaya çalışılır: 

a. Her şeyi yaratan Allah ile hiçbir şey yaratamayan/aciz putlar bir değildir, 

b. İyiler için cennet, kötüler/zalimler için cehennem söz konusudur, 

c. Ayrıca Kur’ân’ı kabul edenler ve reddedenler, 

d. Peygamberler ve ümmetleri, 

e. Gündüz ve gece, yağmur ve kıtlık/kuraklık, tatlı su ve tuzlu su, baki ve fani, gökler ve yerler anlatılır… (Furkân, 25/2-62) 

Kur’ân bu şekilde Furkan olma özelliği ile sizde bir farklılık ve farkındalık oluşturur.

13 Temmuz 2023 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 27


Tedbir ile emrolunduk

Tedbir ile emrolunduk. Cenab-ı Allah bize tedbire başvurmamızı, kendimizi korumamızı emretti. Görünür bütün tedbirleri alın, diyor. Ama bunların neticeyi garanti etmediğini de haber veriyor.

Yani biz biliyoruz ki tedbir Cenab-ı Hakk’ın emrine karşı herhangi bir işe yaramaz. Biz onu emir yerine gelsin diye yapıyoruz. Bir iyilik bize dokunuyorsa bu Allah’ın bize lütfundandır, bunu kendi yaptıklarımız üzerinden saymamalıyız.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

12 Temmuz 2023 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 26


Hangi cephedeyiz?

İçinde bulunduğumuz, rezilliği, çirkinliği tolere ettiğimiz her noktada o dev pastadan pay alıyoruz maalesef.

Ancak çirkinliğe tepki gösteren insanlar bundan zimmetlerini kurtarabilirler. Böyle bir şey izlediğinde tepki göstererek, şikayet edip çaba sarf ederek böyle bir vebalden kurtulabilirler. Diğer türlü suçun bir parçası haline gelirler. O programı açarak reytingine katkıda bulundun. Bu gidişata dur demek sadece yöneticilerin işi değil. Mümince sorumluluklarımız olmalı.

Hangi cephedeyiz; şeytan ve askerlerin cephesinde mi yoksa Cenab-ı Hakk’ın vaadine tutunmuş, dünya hayatını O’na olan teslimiyetimizi sergileyebilme fırsatı bulduğumuz bir arena olarak mı sayıyoruz?

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

11 Temmuz 2023 Salı

On Yedinci Cüzden Üç Mesaj


Müminlerin dostu ve destekçisi; Allah, Peygamber ve müminlerdir. Peygamberin yolunu ve sünnetini terk edenler dinlerini parçalarlar ve tahrif ederler. Hac, insanlara Peygamber yolunu yeniden hatırlatan ve onları eğiten evrensel bir ibadettir.

On yedinci cüz Kur'an-ı Kerim'de kaçıncı sayfada ?

On yedinci cüz 321. sayfadan başlayıp 340'da son bulmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in on yedinci cüzünde hangi sureler yer almaktadır?

On yedinci cüzde; Enbiya ve Hac surelerinin tamamı bulunmaktadır.
On yedinci cüzde öne çıkan üç mesaj hangileridir?

On yedinci cüzde öne çıkan 3 konu (mesaj):

1. ALLAH’IN DOSTLARI

Allah; Peygamberlerin ve Kendisinin Yolunda Çalışan Müminlerin Dostudur/Destekçisidir

Enbiya suresi, peygamberlerin mücadeleleri ve Allah’ın hâkimiyetinden bahseder. Surenin girişinde peygamberlere tavır alanların durumu anlatılır (Enbiyâ, 21/1-47); daha sonra peygamberlerin mücadeleleri ve kurtuluş örnekleri aktarılır:

a. Hz. İbrahim, tevhid mücadelesi ve ateşten kurtuluşu,

b. Hz. Lut, tevhid mücadelesi ve azaptan kurtuluşu,

c. Hz. Nuh, tevhid mücadelesi ve tufandan kurtuluşu,

d. Hz. Eyüb ve sabrı ile sıkıntıdan kurtuluşu,

e. Hz. Yunus, mücadelesi ve cezadan kurtuluşu,

f. Hz. Zekeriya’nın soyunun Hz. Yahya ile devam etmesi,

g. Hz. Meryem’in soyunun Hz. İsa ile devam etmesi. İşte bunlar İslam ümmetinin tarihsel sürecidir (Enbiyâ, 21/48-91).
2. PEYGAMBER SONRASI DURUM

Enbiya suresinde ise, peygamberlerden sonra ümmetlerinin halleri aktarılır:

a. Dinlerini parçaladılar, tahrif ettiler,

b. Salih amel işleyenler ve sapmayanlar kurtuldu,

c. Sapanlar dünya ve ahirette cezalandırıldı (Enbiyâ, 21/92-106).

3. HACCIN EVRENSELLİĞİ

İnsanlara Peygamberler Yolunu Gösteren ve Onları Eğiten Evrensel Bir İbadet

Hac suresinde, Allah’ın yeryüzündeki sembollerini anlamamız ve onlara karşı saygılı olmamız istenir. Kâbe, tevhidin sembolüdür, Safa ile Merve fedakârlığın sembolüdür. Kurban, Allah’a yaklaşmanın sembolüdür. Surenin başında insanlar takvaya (sorumluluk bilincine) çağrılır, ölüm ve hayat üzerinde düşünmeleri istenir (Hac, 22/1-24); daha sonra yoğun bir şekilde hac ibadeti, tevhid inancı, Hz. İbrahim’den bugüne kadar Kâbe’nin konumu ve önemi, hacda kesilen kurbanlarla ile ilgili hükümler, Allah için yaşamanın ve mücadele etmenin önemi anlatılır (Hac, 22/2576). Bu surede, secde ayeti de bulunmaktadır. Rabbimizin bütün emirlerine boyun büktüğümüzü ve itaat ettiğimizi secde ile göstermemiz istenir. İbn Mes’ud şöyle dedi: “ Hac suresi, içinde secde emri olduğu halde Resûlullah’a inen ilk suredir. Allah Resûlü sureyi okuduktan sonra secde yaptı ve insanlar da secde yaptılar…” (Hakim, 1/342 (803), (sahih)). Secde, Allah’a kulluğun zirvesi ve itaatin bir sembolüdür

10 Temmuz 2023 Pazartesi

Bid’at


Bid’at kelimesi birşey icat etmek, ortaya çıkarmak, üretmek, hatta yaratmak manaları ihtiva ediyor. 

Dini terminolojide bidat kelimesi daha önce bilinmeyen, daha önce yok olan bir şeyi ortaya çıkarma manasındadır. 

Bid'at kelimesi dinimiz açısından itikadi ve taabudi yani ibadetler konularındadır. 

İslam dininin sabiteleri, yani değişmeyecek olan hususlar itikat ve ibadet konularında Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem'in bize öğrettiği neyse odur; onun dışında herhangi bir kimsenin gerek itikadi alanda gerekse ibadet konusunda yeni bir şey belirlemesi ortaya çıkarması bir usül, yöntem belirlemesi bunların tamamı bidattir.

Namaz dinin direğidir. Son derece önemlidir, farz ibadetimizdir dolayısıyla Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem bize ne öğrettiyse, kaç rekat olduğu, vakitleri, nasıl kılınacağı vs. din ondan ibarettir. Onun dışında Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in bize öğretmediği zamanlarda, şekillerde, reçete gibi belli tariflerle kılınması istenen namazların hiç birisi makbul ibadet değildir. 

Nafile namaz kılmanın sınırı yok. Ancak Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in şu rekatta şunu okuyun, şu kadar rekat kılın gibi belli bir tarifte namaz bildirdiğini görmüyoruz. 

Herhangi biri çıkarda belli zamanlarda, belli gecelerde özel bir namaz tarif ediyorsa bu namaz konusunda yeni bir ihdas, yeni bir uygulama ortaya koymak demektir. Ve bidattir. 

Kadir gecesi namazı, Berat gecesi, Regaib gecesi namazı gibi, her gecenin özel namazı gibi tarif edilen şu sure şu kadar okunacak gibi tarif edilen namazların dinimizde kıymeti yoktur. Çünkü efendimiz as böyle bir namaz tarif etmemiştir. 

İbadet belirlemek de kimsenin haddine değildir. O halde namaz, oruç, hac ve diğer ibadetler konusunda Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem ne öğrettiyse onu yaparız. Onun dışında Sahabe de, alimlerde olsa- ki onlar böyle bir şey yapmamıştır-bu tür ibadet icat etmişse uzak durmamız gerekir.

Bir konuda bidat ve sünnet tamamiyle birbirine zıt kavramlardır. 

Bir şeyin sünnet olduğunu bilirsek orda bidat ortaya çıkamaz. 

Bidatler ortaya sünnet bilinmediğinde ortaya çıkıyor. 

Bir bid'atin ortaya çıkması o konudaki sünnetin ölmesi sebebiyledir. 

İnsanlar sünneti bilmedikleri için o konuda doğru bir şey yapıyorum zannıyla yanlış iş yapıyorlar. 

İkindi namazından sonra nafile namaz kılan bir adama Said İbni Müseyyeb “ Allah seni cezalandıracak “ demiş. “Allah beni namaz kıldım diye mi cezalandıracak “diye soran bir adama Said İbni Müseyyeb “hayır namaz kıldın diye değil sünnete muhalefet ettin diye cezalandırılacaksın. Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem bu vakitte nafile kılınmaz diyor sen kılıyorsun” diye cevap vermiştir. 

Biz sünneti bilirsek orada bidatin çıkmasını engellemiş oluruz. 

İnsanlar sünneti doğru öğrenmelidirler. Aksi halde sünneti bilmemekten kaynaklanan bir çok yanlışı doğru zannıyla yapabiliriz. Sünneti öğrenmenin bir yolu da hadis okumaktır, hadisleri bilmektir. Çünkü hadisler bize neyin sünnet olduğu bilgisini verir. 

Bir konuda bir hadis yoksa biz ona sünnet diyemeyiz. Sağlıklı bir şekilde Sünnete ulaşabilmek için hadis kitabı okumaya ihtiyacımız var. Sağlam kaynaklardan hadis öğrenmemiz gerekiyor. Aksi halde başkalarının bize hadis diye, sünnet diye kabul ettirmeye çalıştığı bir çok yanlış davranışı yapıp durmaya devam ederiz.

Prof. Dr. Hayati Yılmaz ile Hadis Okumaları - 7. Bölüm videosunun özetidir

https://www.youtube.com/watch?v=Csj2tOz2fws

8 Temmuz 2023 Cumartesi

On Altıncı Cüzden Üç Mesaj


Başarılı olmak isteyen gençler sabırla ve teknolojiyi doğru ve hayırlı yolda kullanarak çalışmaya devam etmelidirler. Bir İslam toplumu, peygamberler yolundan ihlasla gidilerek inşa edilebilir.
On altıncı cüz Kur'an-ı Kerim'de kaçıncı sayfada ?

On altıncı cüz 300. sayfadan başlayıp 320'de son bulmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in on altıncı cüzünde hangi sureler yer almaktadır?

On altıncı cüzde; Kehf suresinin son kısmı, Meryem ve Taha surelerinin tamamı bulunmaktadır.
On altıncı cüzde öne çıkan üç mesaj hangileridir?

On altıncı cüzde öne çıkan 3 konu (mesaj):

1. İMANLI GENÇLİK

Sabır, Çalışma ve Teknoloji ile Başarılı Olunur

Kehf suresinin son tarafında Zülkarneyn ve ilginç duvar inşası ile ilgili konu işlenmektedir (Kehf, 18/83-98). Hadislerde de Kehf suresinin Cuma günü okunması tavsiye edilmekte (Hakim, 12/368 (hasen)) ve deccal fitnesinden koruyacağı ifade edilmektedir (Müslim, Salatü’l-müsafirin, 275 (709)). Gelecekteki fitnelerden korumak, Kehf suresinin manasının ve mesajlarının anlaşılması ile olabilir. Ashab-ı kehf ile imanlı bir gençlik yetiştirilmesi, Hz. Musa-Hızır olayı ile bizlere kadere teslimiyet ve sabır tavsiye edilmekte, Zülkarneyn kıssası ile teknolojiden yararlanmanın önemi anlatılmaktadır. İşte bu mesaj ile Müslümanlar gelecekte başarılı olurlar.

2. DİRİLİŞ ÖRNEKLERİ

Ölüyü Dirilten Allah, İsterse Ölü Bir Toplumdan Yeni Bir İslam Toplumu Yaratır

Meryem suresinde, dirilişin âdeta örnekleri verilmektedir.

a. İhtiyarlık döneminde Hz. Zekeriya ile kısır hanımından mucizevi olarak bir çocuk doğması, Yahya olarak isimlendirilmesi,

b. Bakire ve iffetli bir kız olan Meryem validemizden mucizevi olarak (babasız) bir çocuğun doğması ve İsa olarak isimlendirilmesi anlatılmaktadır. Hz. Yahya ve İsa, daha doğmadan isimleri konulan peygamberlerdendir.

c. İhtiyarlık döneminde Hz. İbrahim ile kısır hanımından mucizevi olarak bir çocuk doğması, İshak olarak isimlendirilmesi,

d. Hz. Musa döneminde Turu Sina’da (Sina dağı) diriliş ve

e. Hz. İdris’in göğe çekilmesi (Meryem, 19/1-58). Surenin sonunda dirilişi inkâr edenlerin ahiretteki halleri anlatılır (Meryem, 19/66-98).

3. BAŞARININ İLK ŞARTI

Sabırla ve İhlasla Tebliğe Devam Etmektir

Bu cüz Taha suresi ile tamamlanmaktadır. Sure, Kur’ân’ın misyonu olan doğruları hatırlatma (tezkire) mesajı ile başlamakta, Hz. Musa’nın hayatından bir kesit ile devam etmektedir. Burada Hz. Musa’nın, Medyen başta olmak üzere, Mısır’daki uzun mücadelesi, Firavun’un zulmünden kurtulması ve sonraki dönemlerde yaşananlar, ümmetini eğitmek için sarf ettiği çabası ve emeği teferruatlı bir şekilde anlatılmakta; âdeta Mekke’deki Müslümanlara sabırla tebliğe devam ederlerse başarılı olacakları ve zafere ulaşacakları mesajı verilmektedir (Tâhâ, 20/1-100).

7 Temmuz 2023 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 25


Bir şeyi hak ettiği yere koymazsan bu ona zulümdür

Eğer bir kimse hakka layık olduğu değeri vermiyorsa zalimdir. Bu hak hangi konuda olursa olsun, eşinin hakkı da olsa, çocuğunun, komşunun hakkı da olsa hatta müfessirler diyor ki eşyanın hakkı dahi olsa (mesela bardağın yeri masanın üzeri ise onu yere bırakmak yerde tutmak, bu o eşyaya hakkıyla muamele etmemek demek. Elbisenin yeri askıda veya dolapta durmaksa onu ortalıkta veya yerde bırakmak, bunlar zulüm örneklerinden. Kitap rafta olacak. Kitabı kapı girişine koyduysan göz onu görür görmez yadırgar. (Kitabın ayak altında ne işi var) 

Bir şeyi hak ettiği yere koymazsan bu da ona zulümdür, demişler. Şimdi Cenab-ı Allah’ın yerini düşünün. Cenab-ı Allah’ı layık olduğu makama koymadığımızda işlediğimiz zulmü düşünün. Ve Allah-u Teala zulmeden kişilerden intikam alır. Nasıl alır? Hidayetlerini karartır. En büyük ceza budur. 

Zulme bizi sevkeden şeyler de nedir diye düşündüğümüzde (bu da işte hayatın sınav olan boyutu) duygularımız. Öfkeye kapılarak doğru olan şeylerin üstüne basıp geçebiliyoruz, doğruya yanlış yanlışa doğru diyebiliyoruz. Allah’ın ayetlerine karşı dürüst isek insanlara ve eşyaya karşı da dürüstüzdür. Belli bir dürüstlük oranını tutturmaya çalışıyordur kuşkusuz. Mükemmel değiliz kusurlardan nasibimiz var hepimizin. Fakat bazı kimseler dürüstlüğü tutturmaya çalışırken, bazıları dürüstlükle arasındaki köprüleri atmış, artık kendisiyle olan yüzleşmesinden kopmuş, samimiyet ve ihlası heba etmiş olabilir. Doğru olanı iz iz takip eden kimselere Kuran şifa dağıtır hidayet dağıtır. 

"Ya Rabbi bana hakkı hak olarak göster. Ve ona tabi olmamı sağla. Bana batılı batıl olarak göster. Ve ondan uzak durabilmemi sağla." Amin. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

6 Temmuz 2023 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 24


Bütün ameller sabit bir niyet üzerine kuruludur

Yaptığı işi sadece Allah için yapmak üzere kulun sağlam bir niyet alması ve buna muvaffak olabilmek için de Allah’tan sürekli niyazda bulunması gerekir. Çünkü o hangi iyi işe girişecek olsa şeytan o işi pisletmek için onun kalbine bir şeyler salmaya girecektir. Bu bizler için böyle olduğu gibi, bizden önceki Nebiler ve Resuller için de böyleydi. 

Şeytan bizlere bazı düşünceler ekliyor ki niyetimiz halis olmaktan çıksın. Ancak kişi o çaba içinde olursa, şeytandan rahatsız halde “Ya ben bunu Allah için yapmak istedim nereden aklıma bu düşünce geldi” diye huzursuz olursa ve “Allah'ım! en başta düşündüğüm gibi bunu senin için yapmaya beni muvaffak kıl, amacım sana kulluk etmekti.” der ise Allah-u Teala şeytanın saldıklarını iptal eder ve kendi ayetlerini o kişinin kalbinde ihkam eder, kökleştirip sabitler. Böylece o kişi niyeti ve inancı bakımından temizliğe kavuşmuş olur.
 
Şeytan niyetlerimizi bozmaya çalışıyor ki ortada amellerin hiç bir anlamı kalmasın. Çünkü bütün ameller sabit bir niyet üzerine kuruludur. Eğer salih amel söz konusu değilse ağırlık olarak üzerimizde kalır, sırtımızda kambur olarak devam eder.  Bunun bizi Cenab-ı Hakka yakınlaştırdığını hissedemeyiz. 

Dolayısıyla bu bahsettiğimiz kirlerin bulaştığı ibadetler kişinin üzerine sadece bir yüktür hiç bir işe yaramaz. 

5 Temmuz 2023 Çarşamba

On Beşinci Cüzden Üç Mesaj


Bir mümin bulunduğu coğrafyada dinini yaşamak ve onu tebliğ etmek için uğraşır, gelebilecek her türlü sıkıntıya katlanır. 

On beşinci cüz Kur'an-ı Kerim'de kaçıncı sayfada ?

On beşinci cüz 281. sayfadan başlayıp 300'de son bulmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in on beşinci cüzünde hangi sureler yer almaktadır?

On beşinci cüzde; İsra suresinin tamamı ve Kehf suresinin ilk yarısı bulunmaktadır.
On beşinci cüzde öne çıkan üç mesaj hangileridir?

On beşinci cüzde öne çıkan 3 konu (mesaj):

1. ALLAH’IN DESTEĞİ

Tebliğe Devam Eden ve Sıkıntılara Sabredenlere Allah Yardım Eder/Destekler
İsra suresinde Allah’ın sonsuz gücü anlatılmaktadır. Ayrıca İsra (gece yolculuğu) mucizesi ile İslam’ın, önceki peygamberlere gönderilen ilahî dinlerin devamı ve sonuncusu olduğu mesajı verilmektedir. İslam, aslında Hz. Adem’le başlayan bir süreçtir. O dönemde Mekke’de inşa edilen Kâbe, yeryüzünün ilk mabedidir. Daha sonra Kudüs’te Mescid-i Aksa inşa edilmiştir. Son peygamberin gelişi ile İslam yeniden yeryüzüne Mekke’den yayılmıştır. Bu açıdan Mescid-i Haram (Kâbe) ile Mescid-i Aksa (Kudüs) arasında bir bağ bulunmaktadır (İsra, 17/1). Surede İsra olayından sonra Hz. Musa dönemine geçilir. Çünkü o dönem tarihin önemli kırılma noktalarından birisidir ve Hz. Musa’ya gönderilen 10 emrin büyük bir bölümü bu surede âdeta yeniden emredilir. “Allah’a şirk koşmayacaksın, öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın….vd.” (İsra, 17/11-54).

2. ALLAH İÇİN HİCRET

Surenin ikinci bölümünde Hz. Adem’in yeryüzüne inişi ve şeytanın yeryüzündeki tuzakları anlatılıp (İsrâ, 17/61-67), ardından hicret duası zikredilir (İsrâ, 17/80). Bununla sanki bir yıl sonra olan hicrete bir hazırlık ve asıl imtihanın hicretten sonra başlayacağına dair bir mesaj verilmektedir. Surenin son tarafında ise, Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara önemli uyarılar bulunulmakta (İsrâ, 17/89-103) ve özellikle İsrailoğullarının bir araya geldikten sonra yeryüzünde çıkaracakları ikinci büyük fitneye karşı hazırlıklı olma uyarısı yapılmaktadır (İsrâ, 17/4-7, 104).

3. HİCRETLE BAŞARILI OLMAK

Ayrıca bu cüzde Kehf suresinin ilk yarısı bulunmaktadır. Surenin başında bir grup inanmış gencin hicreti anlatılır. Sığındıkları mağarada kaderin tecellisi ile 309 sene uyutulurlar, sonra uyanırlar. Uyandıkları yüzyılda ahiret ve dirilişe imanda bir zayıflık olsa gerek ki, (özgürlüğe giden yolda) insanlara böyle bir “diriliş” örneği gösterilir. 309 sene sonra bu gençler yeniden yeryüzüne gelirler. Bu surede de Müslümanları (sahabeyi) hicrete hazırlama ve onlara moral verme söz konusudur. Allah için hicret edenlerin başarılı olacakları vurgulanır (Kehf, 18/9-31); Sonra Hz. Musa ve Hızır olayı ile şer gibi görünen hadiselerin hayır olabileceği/hayırla sonuçlanabileceği ve biraz sabredilmesi gerektiği ifade edilir (Kehf, 18/60-82). 

4 Temmuz 2023 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 23

Ya Rabbi sen bizi zâyi etmezsin bize bir çıkış kapısı aç!

İbrahim aleyhisselam’ın milletinden olabilmek için her şeyi yaratanın O olduğu gibi, yaşatanın yönetenin de ancak O olduğuna ermek için Kâbe’in etrafında tavaf yapıyoruz. Güneşin tavaf ettiği gibi.. Galaksilerin Allah’ın emriyle tavaf ettiği gibi.. Biz de bütün emrin Allah azze ve celleye ait olduğu gerçeğini sindire sindire tavaf ediyoruz. 

Hacdan mağfiret ile ve teslimiyet ile çıkmak istiyoruz. Tavaf kadar sa’ya da ihtiyacımız var. Tavaftan çıkıyoruz, sa’ya geçiyoruz. Sa’y ile Hz. Hacer’in Cenâb-ı Hâkk’a güvenini ve sebatını öğreniyoruz. Teslimiyet bunu gerektirir. 

Hz. Hacer o ölüm vadisinde “Rabbim sen de bana bunu layık gördün, ben ne yaptım ki?” demedi. “Hep garibanlara mı böyle oluyor? Nedir benim böyle çektiğim” diyerek Cenâb-ı Hâkk’a küsmedi. “Rabbim bana kötülük dilemez, vardır bunda bir güzellik.”dedi. Allah hakkındaki zannını bozmadı. “Ya Rabbi sen bizi zâyi etmezsin bize bir çıkış kapısı aç.” 

Ve Cenâb-ı Hâk bir kapı açtı, her şey değişti. İsmail bebeğin ayağının dibinden su çıkardı. Sadece İsmail aleyhisselam’ı içirecek kadar değil milyarlarcasını kandıracak kadar bir su; Zemzem! 

"Ya Rabbi! Bizi dünyaya bağlayan senin istemediğin ne kadar şey varsa geri döndüğümüzde hepsinden ırak kalabilmek için geldik. "

"Ya Rabbi! Bizi öyle kuvvetlendir, bizi hidayetine öyle muvaffak kıl ki kötü alışkanlıklarımızın en küçüğünden en büyüğüne bizi onlardan halas eyle diye geldik." 

"Hz. İbrahim aleyhisselam gibi her şeyden senin uğruna vazgeçebilmek için geldik." 

"Güzellikleri yaşatsan şımarmayıp sana kulluğa devam edebilmeyi; sıkıntıları yaşatsan isyan etmeyip sana yine bağlılığı sürdürebilmeyi öğrenmeye geldik."

"Ve kurban edebilmeyi öğrenmeye geldik. Eğer Senin istemediğin bir şeyse ana da olsa, baba da olsa, can da olsa, canan da olsa kurban edebilmeyi öğrenmeye geldik."

Şeytan, hayrın her aşamasında insanın karşısına çıkar. Ve insanlardan çoğunu şükrederken bulmaz!

Çoğumuzun hayatında istiaze yok. Şeytandan Allah’a sığınmayı pek unutmuş gözüküyoruz. Hac bize bunu hatırlatacak. 

3 Temmuz 2023 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 22


Hac farizasında birinci derdimiz mağfiret olmalı!

Hacca gelen kişi kendini Allah’ın asi, günahkar kulu olarak görmeli. Öyle Cenâb-ı Hâkk’ın üstün kulu, makbul kulu gibi görerek gelirse kaybeder! 

Adem aleyhisselam’ın izinden geliyoruz. Ne kadar güzel ibadetimiz varsa hepsini unuttuk, günahlarımızı gözümüzün önüne getirip öyle geldik. Günahlarımızın altında çatır çatır ezile ezile geldik.

Hz. Ömer vefat ederken yanına gelenler onu övdüler: “Ya Ömer Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem giderken senden razı gitti. Bütün savaşlarında yanında oldun. İman edenlerin büyük güvencesi oldun. Sen ki böyle perişan haldesin, nasıl olur, rahatla biraz” dediler. 

Hz.Ömer radıyallahu anh dedi ki “Beni öven ne kadar adam varsa çıkarın onları bu odadan. Siz ancak aldanacak bir adamı aldatırsınız. Ben ölmek üzere Rabbimin huzuruna doğru giderken bir vakit namazım var mı bilemiyorum.” 

Bu hissiyatı, bu tevazuyu onlar Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in  terbiyesinden aldılar. Korkuları da tamdı.

Hac farizasında birinci derdimiz mağfiret; günahlarımızın bağışlanmasıdır.
 

Hepimiz buna muhtacız, hacca bu düşüncelerle geldik. "Günahlar zaten bağışlanmış, hacca da Firdevs’e çıkmak için geliyor” gibi bir düşünce, bu güven hali bizi şeytanın tarafına kaydırır.

Cenâb-ı Hâk ya bizi kovarsa? 

Kovar mı?

Kovarsa hakkı var. Cürüm işledik. Yap dediği nice şeyi yapmadık. Yapma dediği nice şeyi yaptık. 

Hz. Adem aleyhisselam’ınki bir taneydi, bizse kendi günahlarımızın sayısını bilmiyoruz. 

Dolayısıyla Kâbe’yi tavaf ederken Hz. Adem aleyhisselam'ın korkusuyla “Ya bağışlanmazsam” endişesi ve ümit arasında olmalıyız, ancak O’ndan umarak..

2 Temmuz 2023 Pazar

On Dördüncü Cüzden Üç Mesaj


Hayatınızın değerlenmesini istiyorsanız Allah’ın emrettiği gibi yaşayın. Mazlumlara karşı mütevazı, zalimlere karşı cesur olun. Peygamberler gibi dik durun ve eğilmeyin. 

On dördüncü cüz Kur'an-ı Kerim'de kaçıncı sayfada?

On dördüncü cüz 261. sayfada başlayıp 280'de son bulmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'in On dördüncü cüzünde hangi sureler yer almaktadır?

On dördüncü cüzde; Hicr ve Nahl surelerinin tamamı bulunmaktadır.
On dördüncü cüzde öne çıkan üç mesaj hangileridir?

On dördüncü cüzde öne çıkan 3 konu (mesaj): 

1. HAYATI ALLAH İÇİN YAŞAMAK

O’nun İstediği Gibi Bir Mümin Olmak
Hicr suresinde genel olarak Allah için yaşamak ve mücadele etmek konusu işlenmektedir. (Hicr: Mekke’nin kuzeyinde Semut kavminin yaşadığı bir yerdir). Bu sure Kur’ân’ın rehberliği ile başlamaktadır; sonra tarihte tevhid ve şirk mücadelesi özetlenmekte, peygamberle mücadele edenlerin akıbetleri açıklanmaktadır: Hz. Adem ve şeytan mücadelesi (Hicr, 15/52-84), Hz. İbrahim ve azap meleklerinin diyaloğu (Hicr, 15/52-60), Lut kavminin helakı (Hicr, 15/61-77), Şuayb peygamberin kavmi Eyke’nin helakı (Hicr, 15/78-79) ve Semut kavminin yurdu Hicr ve helakı (Hicr, 15/80-84) anlatılmaktadır.

2. MÜMİNLER MÜTEVAZI VE CESURDURLAR

Sonra Hicr suresi şu güzel mesajlarla tamamlanmaktadır: İnsanlara güzel davran, Kur’ân’ı tebliğ et, onların elindeki güç sizi etkilemesin, müminlere şefkatli davran, müşriklere aldırma, Rabbini tesbih et ve O’na secde et, ölünceye kadar ibadete devam et (Hicr, 15/85-99).

3. PEYGAMBERLERİN TEBLİĞİ

Onlar Gibi Tebliğe Devam Etmek ve Sıkıntılara Sabretmek Gerekir
Burada ayrıca Nahl suresi de bulunmaktadır. Bu surede; tevhid inancıyla ilgili yoğun bir tartışma ortamı oluşturulmakta; vahiy gönderen Allah, kâinatın ve sizin yaratıcınız-Rabbiniz olan Allah’tır (Nahl, 16/1-34). Müşrikler tek Tanrı olan Allah’a ortak koştukları için yeryüzünde büyük bir fitneye sebep olmakta ve hadlerini aşmaktadırlar (Nahl, 16/35-47). Siz Hz. İbrahim (a.s.) gibi olun, tebliğe devam edin ve sıkıntılara sabredin. Takva ve ihsan sahibi olun (Nahl, 16/120-128).

https://www.diyanethaber.com.tr/on-dorduncu

1 Temmuz 2023 Cumartesi

Prof. Dr. Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 21



Var bunda bir hayır

   Hac ibadetinde Cenâb-ı Hâkk’ın emriyle şeytanın vesvesesi arasında yol alırız. İbadetin içinde de böyledir; ibadetten sonra memleketimize dönünce hayatın kalan kısmında da Allah’a olan bu teslimiyetimizi kapmak için şeytan bütün yolları deneyecek. İçine gireceğimiz her dolambaçlı, sıkıntılı süreçte başka alternatifler gösterecek, Allah’a olan güvenimizi bozalım diye. 

İyi kul olmak için önce nimetleri hatırlamalıyız. “Benim Rabbim benim kötülüğümü istemez, var bunda bir hayır” demeliyiz. 

Hz. Hacer görse ki onun adım bastığı yere Allah azze ve celle milyonları koşturup getirdi. Oysa ki şeytan ona “Sen bu vadide helak olup gideceksin adın sanın unutulacak” diye vesvese vermişti. 

İyi günlerde “Ben Rabbime çok güveniyorum” demenin bir manası yok. Bunu herkes der; biraz da “zaten ben buna layığım” demeye getirir. Ama Allah azze ve celle imtihan için rızkını kısarsa bu sefer çoğu zannını bozar der ki; “Rabbim bana değer vermiyor bana kötülük ediyor. Beni aşağılıyor. Ben o kadar namaz kıldım ibadet ettim, komşunun namazı bile yok. Allah benim kadrimi bilmiyor.” 

Bu Cenâb-ı Hâk hakkındaki zannımızı bozmak olur. Bilemezsin Cenâb-ı Hâk sana ne fırsat hazırlamıştır. Ne çıkış yolu hazırlamıştır. Dünkü gününden daha iyi günlere seni yönlendirmektedir bilemezsin. Allah azze ve celleye karşı güvenini bozarsan öyle kalırsın. 

30 Haziran 2023 Cuma

Prof. Dr. Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 20



Hac ibadeti, Cenâb-ı Hâkk’a teslimiyetin şeytan engeli aşılarak yaşanmaya çalışıldığı bir ibadettir 

Allah azze ve celleye teslimiyet sürecinde şeytan gibi çok büyük bir engelimiz var. Şeytan hep bir eşik gibi karşımıza çıkacak. Ne zamanki Cenâb-ı Hâkk’ın emrini yapalım dediğimizde o içimizde belirecek ve konuşmaya başlayacak, vesvese verecek. 

O yüzden hac ibadeti, Cenâb-ı Hâkk’a teslimiyetin şeytan engeli aşılarak yaşanmaya çalışıldığı bir ibadettir. 

Bunu en güzel yapmış olan Hz İbrahim aleyhisselâm ve Hz Hacer aleyhisselâm'ın adımlarından gidiyoruz ki Cenâb-ı Hâk o teslimiyetten bize de nasip etsin.

İMAM BUHÂRÎ NİN BİYOGRAFİSİ



İmam Buhari, hicrî 194 senesinde Cuma günü doğdu, hicrî 256'da Rama­zan bayramı arefesi olan Cumartesi gecesi vefat etti. 

Onun şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Sahih'i 600,000 hadis arasından 16 yılda çıkardım. Kitabıma koy­duğum her hadis için mutlaka gusül abdesti alıp iki rekât namaz kıldım". 

İmam Buhari'nin faziletleri sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan birisi on iki yaşında iken hadis ezberlemeye başlamasıdır. Pek çok hocadan hadis almıştır. O şöyle demiştir: "1080 kişiden hadis aldım, bunlar arasında yalnızca hadis hoca­ları bulunmaktadır. Hepsi de şöyle diyorlardı: iman; söz ve amelden oluşur, artar ve eksilir'"

Ondan 100,000'e yakın kişi rivayette bulunmuştur. 

Daha küçük yaşta İken 70,000 hadisi serd usulü ile ezbere biliyordu. 

Bir kitabı tek bîr bakışta ezberlerdi. 

Ramazan ayında teravih namazından sonra Kur'an'ın üçte birini okurdu. 

Duası makbuldü. 

Es-Sahih adlı eseri sünneti içeren kitapların en sağlamıdır.

28 Haziran 2023 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 19

  
Diğer yol nasıldı?
 
Eşi, çocuğu, arkadaşı, sevdikleri uğruna Cenab-ı Hakk’tan vazgeçenler, bir vakit sonra onların da kendisinden vazgeçtiğini görürler. Malı, dünyalık kazanımları uğruna Cenab-ı Hakk’ın yasaklarından vazgeçenler bir süre sonra mallarının da kendisinden ayrıldığını, bir işe yaramadığını görürler.

 Kim ki bir şey için Cenab-ı Hakk’tan vazgeçmiştir, ilahi sünnet işler ve o şeyi de onun elinden alınır, ona hiç bir şey kalmaz. Bu Cenab-ı Allah’ın uyguladığı kesin bir ilkedir.

 Dolasıyla bir şeyi kaybetmek istiyorsan, o şey uğrunda Cenab-ı Hakk’ı harca! Dolayısıyla bu çifte ziyandır.

 Birinci basamakta Cenab-ı Allah’ı kaybedersin, O’ndan vazgeçersin.

 İkinci basamakta diğerleri senden vazgeçer kalakalırsın tek başına.

 Diğer yol nasıldı?

 Cenab-ı Hak uğruna bir şeyden vazgeçersen, Cenab-ı Hak o şeyi ya da daha iyisini sana nasip eder. Bu da Allah azze ve cellenin bir sünnetidir. O’nun uğrunda vazgeçtiklerini, Cenab-ı Allah daha fazlasıyla daha güzeliyle sana verir.

 Burada da çifte kazanım vardır. Zor zamanında en sevdikleri karşısında bile O’na olan sevgisini önceleyenlere ne mutlu!

 Cenab-ı Allah onları meleklerine örnek gösterip övünürken, diğer tarafta kolay günlerinde Allah’a ihtiyacı olmadığını sandığı günlerde, Allah’ın hatırını beş paraya satan kimseler var. Sata sata kendilerini tanıyamaz hale geliyorlar.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1

27 Haziran 2023 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 18


Niyetimizde Yüce Yaradan yoksa denklem batıldır

Cenab-ı Allah’a dürüst olmayanın, insanlara olan dürüstlüğü değersizdir, hiç bir işe yaramaz. 

Bu sözde iyilikleri yaparken “insanlık namına” diye bir laf üretmişler. 

Kutsal bir şey mi ki insanlık? O nasıl bir şey ki biz onun uğruna iyilikleri yapıyoruz.

“İnsanlık ölmedi, insaniyet için” gibi seküler söylemleri dilimize bulaştırmaya başladık.

Yok böyle bir şey.

İyiliğin temeli niyettir.

Niyetimizde Yüce Yaradan yoksa denklem batıldır.

***Kurban Bayramı


Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

Kurban Bayramını, her yıl hac ibadetini yerine getiren yüz binlerce mü'min kardeşimizle birlikte, vecd ve huzur içinde idrak ederiz. Ve bu mübarek bayramın, bütün İslâm dünyası için fetihlere, hayırlara ve maddi-manevi gelişmelere vesile olmasını niyaz ederiz.

Cenab-ı Hakka kul olmanın ebedi hazzını namazlarımızla, tekbir ve tehlillerimizle ve kurbanlarımızla bütün kâinata ilan eder; tükenmez bir şükran ve minnet duygusu içinde Cenab-ı Hakka sonsuz şükürlerimizi arz eder ve mukaddes dinine bağlılığımızı yenileriz.

Kurban Bayramı Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'i kurban etmek istemesi ve Hz. İsmail'in buna razı olması, sonunda Allah'a karşı gösterilen büyük sadakatin karşılığı olarak hayvan kurban edilmesinin hâtırasını taşımakta ve mü'minler bu günlerde kurban kesmek suretiyle bu iki peygamberin Allah'a karşı verdikleri başarılı imtihanın sevincini yaşamaktadırlar.

Özellikle hacca gidenlerin ifa ettikleri hac ibadeti sırasında bu hatıraları diğerleriyle de takviye ederek Kurban Bayramının sevincini daha büyük bir heyecanla tadarlar.

Dini bayramlarımızda, Allah'a kulluğun ve yaratılışın bir borcu olan namazların ayrı bir yeri vardır. O günde her gün kıldığımız sabah namazından sonra bayram namazını kılarız. Cemaatle kılınan bu namaza, dini hayattaki yaşantısını büyük ölçüde kaybetmiş kimseler dahi gelmemezlik edemezler. Çünkü bayram namazları toplumun manevi hayatında yer etmiş ve gelenek haline gelmiş güzel birer âdet olmuştur.

Namazda rütbesi, mevkii, serveti ne olursa olsun, herkes kudret ve rahmet sahibi olan Allah'a karşı, Onun huzurunda saf bağlayıp, Ona kul olmanın manasını idrak ile kulluk vazifesini yerine getirir. O kudretin büyüklüğünü tekbirlerle haykırır. Rahmetin ihtişamını, üzerinde tecelli eden sayısız nimetlerde görüp ruhunda coşup taşan şükran hissini Elhamdülillah'larla ilan eder. El açıp Rabbine yalvarır. Bayramın "mehabetti" sabahında, maziden gelip istikbale ve ebede giden zaman çizgisi içinde kendi yerini düşünür ve o şendin böyle saadet dolu kesitlerinde duyduğu hazzı ebedileştirmek için Rabbine verdiği kulluk akdini yeniler.

Diğer taraftan bayram namazları, Yaratıcının dergâhında saf saf dizilen mü'minlerin kardeş olduklarını ilan eden en manalı tablolardır.

Evet, kardeş ne kadar günahkâr, ne kadar hatalı olsa da yine kardeştir. Zaten o kardeşlik ruhudur ki, dünyayı on dört asırdır aydınlatan îslâm ruhunu Kıyamete kadar nesilden nesile devam ettirecek.

Namazdan sonra herkes sevinç içinde birbiriyle bayramlaşır ve arkasında, bayramın ikinci vazifesini yerine getirmek için kurbanlarını kesmek üzere dağılır.

Kurbanlar Allah rızası için kesilir. Namazla başlayan Allah'a yakınlaşma, kurbanla daha ileri merhalelere erişir. Mü'min, kestiği kurbanın kanıyla birlikte günahlarının da akıp gittiğini, iç dünyasında beliren tadına doyulmaz sevinçle hisseder. Allah uğrunda fedakarlık yapmanın en güzel örneğini, kurbanıyla gösterir. Kurban onun Allah'a teslimiyetinin bir işaretidir. Ayrıca kurban onu ve ailesiyle çocuklarını her türlü bela ve musibetlerden, sıkıntılardan kurtarmaya vesile olur.

Kurbanların kesilmesinden sonra sıra kurban etlerinin taksimine gelir. Öteden beri yapılan taksimatla, etin üçte biri fakirlere, üçte biri komşulara, kalan kısmı da evde çoluk çocuğa ayrılır.

Böylece mü'minler bir taraftan Allah'a karşı kulluk vazifelerini yerine getirirken, diğer taraftan da insanlara karşı mes'uliyetlerini ifa etmiş olurlar. Böylece insanlar arasında sevgi ve kardeşlik hisleri gelişir. Kin ve düşmanlık gibi fertleri birbirinden soğutucu duygular kendiliğinden eriyip gider.

Bu suretle kurban ibadeti, fakirlerin gıda ihtiyacını temin ederken, zengin fakir kaynaşması gibi sosyal dayanışmayı da sağlar.

Bütün İslâm âleminde aynı anda milyonlarca Müslümanın kurban kesmesi ne kadar muhteşem bir manzaradır.

Demek ki, bunca insan Rabbinin tek bir emriyle harekete geçip, Onun kendilerinden istediklerini yerine getirmeye hazırdır. Bu hayal ve düşüncenin insana kazandırdığı manevi kuvvetin derecesini düşünmek kolay değildir.

İşte bütün mü'minler İlahi rızaya erebilmek için, güçlerinin ve imkanlarının müsaade ettiği nisbette birer kurban satın alarak Allah için keserler.

Diğer taraftan o mü'minler, kurban kesilmesini akıllarına sığdıramayan kimselerin itirazlarına karşı da hikmet dairesinde düşünerek derler ki:

"Dünyada her gün yüz binlerce hayvan insanların günlük et ihtiyacını karşılamak için kesiliyor. O zaman hayvan sayısında korkunç bir azalma olmuyorsa, Kurban Bayramında neden olsun? Kurban Bayramında kesilen kurbanların sayısı, diğer zamanlarda- aynı dönem içinde-kesilenlerin sayısından hiç de fazla değildir. Çünkü bayrama yakın günlerde kasaplar normal kesimlerini çok azaltırlar."

Kurban Bayramında kurban eti dağıtımının yanı sıra, sadaka ve hediyelerin de büyük yeri vardır. Nitekim Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bayram namazı sonralarında cemaati sadaka vermeye teşvik etmişlerdir. Bilhassa kadınlara bu hususta ısrarlı teşviklerde bulunmuşlar ve bayramda en çok sevdikleri zinetlerinden verecekleri sadakaların, günahlarının affına vesile olacağına işaret etmişlerdir. (1)

Bayram günlerinde yiyip içmek ve ikramda bulunmak dinimizin mü'minlere tavsiye ettiği güzel vazifeler arasındadır. Hatta bayram günlerinde oruç tutmak bile haram kılınmıştır.

Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bir hadis-i şeriflerinde Kurban Bayramı hakkında "Teşrik günleri yemek içmek günleridir" (2) buyurmuşlardır.

Bu bakımdan namaz sonralarında getirilen teşrik tekbirleri sebebiyle "teşrik günleri"olarak adlandırılan bayram günlerinde yemek, içmek, neşelenmek, sevincini açıkça göstermek ve etrafındakilere, bilhassa çocuklara maddi-manevi ikramlarda bulunmak sünnettir.

Bayramlar neşe ve sevinç günleri olduğu için, içinde günah bulunmayan meşru oyun ve eğlencelere de izin verilmiştir. (3) Çünkü bunlar coşkunluğun ve ruh sevincinin işaretidir. Bu heyecan ve hazzm açığa vurulmasıdır.

Ancak bu sevinç gösterilerinin ve oyunların gaflet haline gelecek kadar taşkınlaşmaması lazımdır. Bayramlarda Allah'ın zikrine ve şükrüne ağırlık verilmesi bundandır.

Böylece bayram sevinci insanda ve hayatında tecelli eden nimetlere duyulan bir şükre dönüşür ve bu suretle nimetler devam edip ziyadeleşir. Çünkü "şükür nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır." (4) Halbuki gaflet dairesinde yaşanan sevinçler, geçicidir. O coşkunluk anı geçtikten sonra geride, o lezzeti kaybetmenin eleminden başka bir şey kalmaz. Bu itibarla, o lezzeti ve nimetleri ikram eden Allah'a şükredilmelidir ki, nimetlerin tükenmeyen kaynağına erişilsin ve böylece mü'min İlahi rahmetin daimi iltifatlarına mazhar olsun.

Bayram günlerinde uyulmasında büyük faydalar bulunan âdâblardan birkaçı:

Bayram sabahında erken kalkmak,

gusletmek, 
misvak veya fırça ile dişleri temizlemek, 
güzel kokular sürünmek, 
temiz ve güzel giyinmek, 
olabildiğince sevinçli olmak, 
mü'minlere güleryüz göstermek, 
sadaka ve hediyeler vermek, 
bayram gecesini ihya etmek, 
evden namaz için çıkarken hiçbir şey yememek ve iftarı, kesilecek kurbanın etiyle yapmak, sokakta açıktan tekbir almak, 
eve dönerken camiye giderken kullandığı yoldan başka bir yolu tercih etmek, 
mü'minlerle bayramlaşmak ve musafaha etmek, aile fertlerini ve bilhassa çocukları hediyelerle sevindirmek, 
bayramın en güzel âdâbları arasındadır.

 Bayramın dördüncü günü ikindisine kadar bütün farz namazların sonunda teşrik tekbirleri almak da vacibdir.

(1) - Müslim. Salatü'l-İydeyn:9.
(2) - A.g.e., Sıyam:144.
(3) - A.g.e., Salatü'l-İydeyn: 4.
(4) - İbrahim Suresi, 7; Lem'alar, s. 260.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR

Kurban Bayramında yapılan ibadet ve merasimlerin dindeki yeri nedir?


Ezanımız, camimiz, minaremiz, selamlaşmamız, günlük dildeki dinî motiflerimiz, giderek açılsa bile kılık kıyafetimiz, bayramlarımız, âdâb-ı muaşeretimiz (görgü kurallarımız)... müslümanlar olarak bizim alâmet-i fârıkamızdır (bizi başka din ve kültür mensuplarından ayıran işaretlerimiz, nişanlarımız, şiarlarımız, sembollerimizdir). Bugün bu nişanlarımızı korumak dünkünden daha önemli hale gelmiştir; çünkü artık topluluğumuz çoğulcudur, çok kültürlüdür, çok inançlıdır; bu çoklar yedi renk gibi ayrışmış, birbiri ile alakalarını asgariye indirmiştir; artık bu renklerin birleşerek bir aydınlık, bir aydınlatıcı ışık olması şöyle dursun, bazılarının çok severek kullandıkları mozaik bile oluşturmaktan uzaktır. Bütüne, teke, çokluk içinde birliğe yönelik bir düşünce, bir çaba, bir yöneliş mevcut değildir. Milli eğitim politikası toplumun harcı olacak unsurdan mahrumdur. Tevhîd-i tedrîsât, ideolojilerden bir ideolojiyi diğerlerine dayatmayı, topluluğun tarihinden gelen ve onu bütünleştiren unsurları görmezlikten gelmeyi, dahası zaman içinde yok etmeyi, en fakir, en cılız, en yalınkat, en tevhid amacı yönünden uygunsuz bir "harcı" bütünleştirici olsun diye ileri sürmeyi, devreye sokmayı tercih etmiştir. Her şeye rağmen insanımızda hala varlığını sürdüren, ama Cumhuriyet ideolojisinin dışladığı, hatta zaman zaman düşman ilan ettiği değerlerimiz olmasa bu millet ne ile ayakta durur, niçin yaşar, niçin ölür, niçin itaat veya isyan eder, niçin sever veya nefret eder... soruları cevapsız kalmaktadır; şöyle de denebilir: Bu soru karşısında verilecek cevaplar neredeyse bireylerin sayısınca olacaktır. 

İşte böyle bir kültür ve eğitim ortamında vazgeçilmez değerleri olanların üzerine titremeleri gereken bir unsur da inanç (din, iman) nişanlarıdır. Onlar manaları, muhtevaları, içte ve derinde olanları muhafaza eden zarflardır, siperlerdir, zırhlardır; işleri ve işlevleri yalnızca korumaktan ibaret de değildir, onlar aynı zamanda telkin eder, talim eder, terbiye eder.
Sözü fazla uzatmadan şiarlarımızdan biri olan Kurban bayramına gelelim.
Bu bayramda kurban keseriz, bayram sabahı bayram namazı kılarız, Arafe günü sabah namazından sonra başlayarak bayramın dördüncü günü ikindi namazı sonuna kadar devam etmek üzere "teşrık tekbirleri" getiririz, yoksullara kurban eti dağıtırız, ölü (mezarlarda) ve diri (evlerde) yakınlarımızı ziyaret ederiz, halleşir, dertleşir, hasret giderir, muhabbeti arttırırız. Günümüzde haberleşme imkanları geliştiği için ziyarete gidemediğimiz yakınlarımızı telefon vb. vasıtalarla arar, hal hatır sorar, bayramlarını tebrik ederiz.
Bayramda yapılan bu ibadetler ve merasimlerin dindeki yeri (hükmü; farz mı, vacib mi, sünnet mi olduğu) tartışılıyor. Asıl sorulması gereken soru şudur: Bunlar terkedilirse ne olur, neleri kaybetmiş oluruz? Bence en önemlisi bir şiarımızı kaybetmiş oluruz; "Şiarı kaybetmek caiz midir?", soru böyle sorulmalıdır.
Kurban kesmenin bazı mezheplerde vacibi bazılarında sünnet olduğunu söyleyenler, önce şu soruya cevap vermelidirler: Meselâ kurbana sünnet diyen Şafi'î mezhebini örnek olarak alalım: Şâfiîlere göre sünnet ve vacib olan ibadetler var da kurban bunlar içinde sünnet ibadetlere mi giriyor? Bu sorunun cevabı "Hayır" dır. Şâfiîlerde, "farz ile sünnet arasında yer alan" bir vacib kavramı yoktur; onlara göre ibadetler ya sünnettir ya da vâcib (yani farz)dır; onlara göre vacib ile farz aynı manada kullanılır. Şâfîlerde, Hanefîlerde olan manasında bir vacib olmadığı için onlar kurbana sünnet demişlerdir; başka bir deyişle sünnet demeselerdi farz diyeceklerdi. Kafanız karıştı ise daha açık ifade edeyim; hiçbir İslam mezhebinde kurban, terkedilmesinde sakınca bulunmayan, yapılması da fazla önemli olmayan bir ibadet değildir; kurban önemli bir ibadettir, Hz. Peygamber (s.a.) buna önem vermiş ve hayatı boyunca yerine getirmiştir. 

Bir müslüman gerekli ve meşru olmadıkça otu bile koparmaz. Gerekli ve meşru olunca insanı bile öldürür (savaşta düşman öldürülür ve düşman bir insandır). Kurban kesmek, başka hikmetleri yanında işte bu şuur ve teslimiyetin de sembolüdür, eğitimidir.
Şiarlarımızı koruyalım, yoksa bu toz duman içinde her şeyimizi kaybedebiliriz.

http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00068.htm

Teşrik Günleri ve Oruç


Zilhiccenin 11-13. günleri teşrîk günleri diye adlandırılır. Bayramın birinci gününden sonraki üç güne teşrîk denmesi yaygın olmakla birlikte arefe ve nahr günlerini (9 ve 10.günler) ilâve etmek suretiyle bunun sayısını beş güne çıkaranlar da vardır.

Peygamber aleyhisselam Zilhicce ayının ilk on gününde yapılacak ibadetlerin faziletçe üstün olduğunu, teşrîk günlerinin yeme içme ve zikir günleri sayıldığını1, dolayısıyla bu günlerde oruç tutulmayacağını belirtmiş, aynı günlerde tekbir, tehlîl ve tahmîdlerin çoğaltılmasını istemiş, kendisi de teşrîk tekbirlerini okumuştur.

Zilhicce’nin on, on bir, on iki ve on üçüncü günleri (kurban bayramının dört günü) oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Buna haram da denilir.2 Bu günlerde farz ya da vacip oruçların da tutulması caiz değildir. Bu günlerde oruç tutmak yasaklanmıştır.3

1 (Müslim, “Ṣıyâm”, 144-145)

2 TDV İslam Ansiklopedisi

Diyanet İlmihali
Ali Fikri Yavuz İlmihali
Ömer Nasuhi Bilmen İlmihali

3 Mebsut, 3.cilt, 125.sayfa El-İhtiyar, 125.sayfa

***TEŞRİK TEKBİRLERİNİ UNUTMAYALIM...


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Teşrik tekbirleri 27 Haziran Salı
 2023 sabah namazıyla birlikte başlıyor.

Kurban bayramının öncesindeki arefe gününün(
27 Haziran Salı 2023) sabah namazından itibaren, Bayram'ın dördüncü gününün ikindi namazına kadar, yirmi üç vakit farz namazın arkasından birer defa alınan tekbirlere teşrik tekbiri denir. Bu tekbir şu şekildedir:

الله أكبر. الله أكبر. لا إله إلا الله. والله أكبر. الله أكبر ولله الحمد

"Allahü ekber Allahü ekber. Lailaheillallahu vallahu ekber. Allahü ekber ve lillahilhamd."


Fıkıh alimlerinin büyük çoğunluğuna göre vacip olan teşrik tekbirleri unutmamalıdır.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

26 Haziran 2023 Pazartesi

Manevi İlaçlarımız Kur'an ve Sünnet-Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Bütün lisanlar şifredir, ses ile hayat arasındaki köprüdür. Eğer o lisanı bilmezseniz size hiçbir şey ifade etmez.

O lisanı bilenler, oradaki şifreyi yani orada geçen kelimelerin, seslerin hayatta neye tekabül ettiğini dolayısıyla bu cümleden ne anlaşılması gerektiğini anlarlar.

Bilmeyenler açısından sadece çıkarılmış seslerden ibarettir. Nitekim bugün Arapça bilmeyen kimseler bir cümle söylediğimiz zaman sadece sesleri duyarlar ama bu sesler onların hayatına inmemiştir. Onların hayatına inmesi için bu seslerdeki lafızların, manalarının, gerçek hayattaki manalarını da bilmek ihtiyacı içerisinde olurlar.

O bakımdan Allah Azze ve Celle'nin kelamının hayata indirilmesi, hayatta Cenâb-ı Hakk’ın bundan muradının ne olduğunun bilinmesi gerektiğinden Allah Azze ve Celle kitabını indirdiği gibi Resûl’ünü de göndermiştir.

Resûlün gönderilmesi aynı “Kitabın indirilmesi” gibi farklı bir şeydir. Neden buna ihtiyaç var?

Cenâb-ı Hakk’ın lafızlarla, kelam ile ses ile yani dil olarak indirdiği, kullarına hitabını hayata iz düşürecek, bunun çözümlenmesi, çözümlenip hayata indirilmesi gerekir.

Aksi takdirde kelam olarak kalır. Herkes, o kelamı hayatı indirmek üzere farklı bir yol tutabilir.

O zaman o din indirilmemiş olur. O din, sadece dile, lisana hapsedilmiş, muallakta kalmış, hayatta gerçekten ne ile eşleştiği ve nasıl bir karşılık bulması gerektiği hususu, müphem kalmış olur.

Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem “namaz nasıl kılınır, Allah Azze ve Celle’nin emirleri hayatta nasıl pratik edilir, nasıl icra edilir?”i "Cibril aleyhisselam bana imamlık yaptı ve bana namazları kıldırdı", diyerek bunun tatbikatını görsel olarak nasıl öğrendiğini bildiriyo
r. 

O bakımdan bizim fıtratımız dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın bize talimi fıtratımızla birebir eşleşir oldu. O bakımdan kalkıp “kulağımızla gelen ses varken artık gözlerimizin görmesine ne hacet var? Kulağımızla gelen ses bize yetmiyor mu” anlamına gelen “Allah'ın kitabı bize kâfi” şeklindeki bir söylem biçimi insanı tanımayan, insanın öğrenme mekanizmasını bilmeyen cahilce bir sözdür.

Nitekim biz de herhangi bir bilgiyi, onun hayattaki karşılığıyla öğrencilere öğretiyoruz. Sadece biz değil herhangi bir usta da çırağına, herhangi bir yerdeki bir bilgiyi de insanlar, uygulaması üzerinden öğretiyorlar.

Çünkü insanların bilgiyi, malumatı aldıkları iki mecraları var. Ses yoluyla alabildikleri gibi buradan sesini alır, gözleri ile de bunun görselini, hayatta neye karşılık geldiğini görüp öğrenmesi gerekir. Aksi takdirde ses ile hayattaki ilişkiyi kurarken hata yapmaya başlar. Ne ile ilişkilendirdiğini bilemez.

Hele hele din gibi içinde Cenâb-ı Hakk’ın sıfırdan oluşturduğu kavramlar, ıstılahlar, yeniden emrettiği, sıfırdan emrettiği ve elçisine öğrettiği... Dolayısıyla o günkü kelimeyi, Arapçadaki kelimeyi kullansa da ona farklı bir çehre, farklı bir mana, farklı bir çerçeve oluşturuyor. O bakımdan bizim talimimiz ile alakalı bir şeydir.

Cenâb-ı Hakk’ın kitabının eksikliği ile alakalı olan bir şey değil. Bu, derste teorisini gördükten sonra aynı hocanın “haydi sizi laboratuvara götüreyim, orada laboratuvardakileri öğreteyim” dediğinde; “Hocanın dersteki anlattıkları bize kâfi artık laboratuvara gitmeye gerek yok, hoca eksik mi anlattı ki” demek ne kadar ucube bir şey ise Allah Azze ve Celle’nin gönderdiği kendi elçisi ile ona tatbikatı öğretmesini taaccüb ile karşılamak, bunu “eksik olan Cenâb-ı Hakk'ın beyanını Resûlullah ile destekliyor muyuz” gibi bir şaşkınlığa dönüştürmek gerçekten şaşkın bir durum olur. Çünkü bunu biz hayatta hiçbir yerde yapmıyoruz yani ses yoluyla sadece muhatabımıza bir şeyi öğrettiğimize muvaffak olduğumuzu asla düşünmüyoruz.

En basitinden bir uçakta bile “bir yelek nasıl giyilecek, bir oksijen tüpü nasıl bağlanacak” diye insanlara bunu göstererek, icra ederek her defasında öğretiyorlar.

Neden? Çünkü muhataplar öyle yani “biz yazıyla bunu anlattık eksik mi anlattık ki” diye görselini, uygulamasını görmekten, göstermekten imtina etseler biz nasıl onların bu hallerine güleriz? Deriz ki insanlar sadece söz üzerinden veya sözün yazılmış şekli üzerinden bir şeyi öğrenmeye muvaffak olamazlar. Bunun ne olduğu nasıl bir şey olduğunu ve nasıl yapıldığını da onlara gösterdiğinizde onlara bunu öğretmiş olursunuz.

Bugün Dünya’da ne kadar ilkokul ne kadar ortaokul ne kadar lise, dünya’da ne kadar üniversite varsa hepsi insanın bu öğrenen yanını esas alarak talimde bulunur. Yoksa öyle olmasaydı sadece söz üzerinden olsaydı ne bu binalar yapılırdı, ne bunca üniversitenin, bunca eğitim kurumunun bunca masrafı yapılırdı.

İnsanlara yazı yoluyla, öğretilmek istenen her şey gönderilirdi, kitaplar halinde veya bugün artık bellekler içerisinde ve onların bunu öğrenmesi beklenirdi. Kimse bununla bir şey öğrenmediğini bildiğimiz için sınıf sınıf öğrencileri... Çünkü belli sayıda öğrenci, belli hoca ile muhatap edebiliyoruz. Onların bu bilgileri, onlara anlatmasını ve sonra bunun uygulanmasını onlara göstermesini sağlıyoruz.

Ancak böyle bir doktorun insan eline kendisini emanet edebilir.

Dese ki bir doktor size “ben, her şeyi kitap üzerinden öğrendim” siz kendinizi onun yapacağı bir ameliyata, onun size yönelik bir tedavisine hiç güvenebilir misiniz?

Yahut uçağınızı sürecek bir pilotun “ben bunların hepsini yazıdan öğrendim, elimde bir sürücü kursu kitabı...” gibi bir kitap üzerinden her şeyi öğrendiğini, ilk defa koltuğa şimdi oturacağını söylese ‘’oradaki Türkçe mi yetersiz, oradaki anlatılan anlatım mı eksik” der mi bir kimse. Herkes bilir ki uygulaması bunun öğretiminin bir parçası.

Vaktiyle bir fotokopiciye girdiğimde büyük bir fotokopi makinesi gördüm. Devasa bir makine, her tarafı düğmelerle dolu. Bizim arkadaşımız, hızlı bir şekilde kağıtları bir taraftan koyup başka bir taraftan alıyor. Düğmelerine basıyor, yığınla işlemler yapıyor. Hayret ettim yani küçük makinayı bile kullanmakta hangi düğmesine basacağız diye zorlanırken her defasında unutup yanlış çıkarırken bunun bu kadar iyi başarması “nereden öğrendin” dedim; “o gelen eldeki kullanım kılavuzundan mı öğrendin?”

Hayır, dedi. “Hocam, bu böyle ucuz bir makine değil. Bunu satan firma, beraberinde öğreticisini de gönderiyor ki bir tarafını kırmayalım, yanlış kullanıp makineyi hurdaya çıkarmayalım diye.” Düşündüm ki firma, cihaz değerli olunca beraberinde onu öğretecek peygamberini de göndermiş; fiziksel, somut bir şekilde.

"Manevi İlaçlarımız Kur'an ve Sünnet" konulu söyleşiden notlar
https://kurandersleri.net/video-dokuman/dokuman/manevi-ilaclarimiz-kuran-ve-sunnet-1-kisim

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

***Riyâzü's Sâlihîn'in "AREFE GÜNÜ ORUCU " Bâbı

 AREFE GÜNÜNDE VE MUHARREMİN DOKUZ VE ONUNCU GÜNÜNDE TUTULAN ORUCUN FAZİLETİ 

Hadisler

1253. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e arefe günü tutulan orucun fazileti soruldu; o da: 

"Geçmiş bir yılın ve gelecek bir yılın günahlarına kefâret olur" buyurdu. 

Müslim, Sıyâm 196, 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Sıyâm 40

 Açıklamalar 

Nâfile olarak tutulacak oruçlar arasında kurban bayramından bir gün önceki arefe günü orucunun özel bir yeri bulunmaktadır. Bilindiği gibi arefe günü, hacıların Arafat'ta vakfe yaptıkları gündür ve bu vakfe, hac ibadetinin iki ana rüknünden biridir. Binaenaleyh bu gün, hacılar için âdeta bir bayram günüdür. Bu sebeple de hac yapmakta olanların arefe günü oruç tutmamaları tavsiye edilmiştir. Çünkü o gün onların yapacakları önemli işleri vardır. O işleri yapmakta zorlanmamaları esastır. Ancak hacca gitmemiş olan müslümanlar için arefe günü oruç tutmak müstehaptır. 

Ebû Katâde'nin yukarıdaki rivayetinden öğrendiğimize göre, Hz. Peygamber'e arefe günü tutulacak orucun durumunun sorulması üzerine Efendimiz, o gün tutulacak orucun geçmiş bir senenin ve gelecek bir senenin günahlarına kefâret olacağı müjdesini vermiştir. Bazı rivayetlerde Efendimiz'in bu müjdeyi "Ben, Allah'ın, arefe günü orucunu, önceki ve sonraki birer senenin günahlarına keffâret kılacağını ümit ederim" şeklinde verdiği kaydedilmektedir. Âlimler, hadiste söz konusu olan günahların, "küçük günahlar" olduğu görüşündedirler. Ancak Nevevî, bağışlanacak küçük günahı olmayanlar için büyük günahlarının bağışlanması da umulur, demektedir. 

Geçmiş bir yılın günahlarının bağışlanması anlaşılmaktadır. Ancak gelecek bir yılın günahlarının bağışlanması nasıl anlaşılmalıdır? Bu konuda, o kimsenin gelecek bir yıl içinde günah işlemesi engellenir, şeklinde yorum getirenler olmuştur. Bu ifadeyi, geçmiş yılda olduğu gibi o yıl içinde de günahlar işlendikten sonra bağışlanır, şeklinde anlayanlar da vardır. 

Aslında günahların nasıl bağışlanacağı değil, müslümanın arefe gününde Allah rızâsı için tutacağı oruç sebebiyle iki yıllık günah yükünden arınacağı müjdesi önemlidir. Arınmanın şekli neticeyi değiştirmez. Bizim için de önemli olan neticedir. 

Hadisin mânasını şöyle anlayanlar da olmuştur: Arefe günü oruç tutan kimseye geçmiş ve gelecek birer yıllık günahlarına kefâret olmaya yetecek kadar sevap ve rahmet verilir. Bu mâna, hadisin vermek istediği müjdeye daha uygun düşmektedir. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Allah Teâlâ'nın rahmet ve ihsanı boldur. 

2. Arefe günü oruç tutmak, biri geçmiş biri gelecek iki yıllık günaha kefâret olacak kadar sevap kazanmaya vesiledir.


1254. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aşûre gününde oruç tuttu ve oruç tutmayı tavsiye etti." 

Buhârî, Savm 69; Müslim, Sıyâm 127, 128 

1256 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1255. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e aşûre günü tutulan orucun kıymeti soruldu; o da: 

"Geçmiş bir senenin günahlarına kefâret olur" buyurdu. 

Müslim, Sıyâm 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Sıyâm 40 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1256. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Gelecek seneye kadar yaşayacak olursam, muharrem ayının dokuzuncu günü oruç tutarım."

 Müslim, Sıyâm 134. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 41 

Açıklamalar

Dilimizde aşûre günü diye meşhur olmuş bulunan muharrem ayının onuncu (âşûrâ) günü, nâfile oruç tutma günlerindendir. Yukarıdaki üç rivayet, bu günde tutulacak orucun faziletini açıklamaktadır.

 Birinci hadiste, Peygamber Efendimiz'in aşûre günü orucu ile ilgili olarak hem fiilî hem de sözlü sünneti haber verilmektedir. Zira Efendimiz, muharremin onuncu günü hem kendisi oruç tutmuş hem de o gün oruç tutmalarını ashâbına tavsiye etmiştir. 

Aşûre günü orucunun, ramazan orucu farz kılınmadan önce farz olduğu, sonra bu farzıyet hükmünün ortadan kaldırıldığına dair rivayetler bulunmaktadır (bk. Müslim, Sıyâm 122-126; Ebû Dâvûd, Savm 64). Önce farz iken sünnete dönüşen bir hüküm, böyle bir geçmişi olmayan sünnetten daha üstündür. Bu sebeple aşûre günü orucuna ihtimam göstermek gerekir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz, kendisi hem tutmuş hem de tutulmasını tavsiye etmiştir. 

İkinci hadis, Efendimiz'e yöneltilen sorulara verdiği cevapları içeren uzunca bir hadisin son kısmında yer almakta ve aşûre günü orucunun geçmiş bir yılın günahlarına kefâret olduğu bildirilmektedir. Yukarıda geçtiği üzere arefe günü orucunun aşûre günü orucundan daha faziletli olduğu anlaşılmaktadır. Zira arefe orucu hem geçmiş hem de gelecek birer yılın günahlarına kefârettir.

 Üçüncü hadis, aşûre günü muharremin onuncu günü olmakla beraber, aşûre günü orucu diye tutulacak olan orucun sadece o gün tutulmaması, ondan önceki dokuzuncu gün ile birlikte tutulması gerektiğine işaret etmektedir. Zira Peygamber Efendimiz'e yahudilerin ve hıristiyanların sadece onuncu güne tazim ettikleri, bu sebeple o gün oruç tuttukları haber verilince, "Eğer gelecek seneye kadar yaşarsam dokuzuncu gün oruç tutarım" buyurmuştur. Ancak Efendimiz gelecek senenin muharrem ayından önce vefat etmiş, muharremin dokuzunda oruç tutamamıştır. Efendimiz'in, muharrem ayının onuncu günü oruç tuttuğu bilinmektedir. Dokuzuncu günü oruç tutmayı arzu ettiği de bu hadiste görülmektedir. Bu sebeple müslümanların aşûre orucunu muharremin dokuzuncu ve onuncu günlerinde tutmaları müstehaptır. Hz. Peygamber'in sünnetine tam mânasıyla uygun olan tavır budur. Zira Peygamber Efendimiz'in niyet ettikleri de ümmet için sünnet sayılır.

 On muharrem, kaynaklarda işaret edildiğine göre birçok peygamberin hayatında önemli ve olumlu olayların gerçekleştiği bir gündür. Ne yazık ki, İslâm tarihinde Resûl-i Ekrem Efendimiz'in sevgili torunu Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edilmesi de bu güne tesadüf etmiştir. Hicretin 61. yılında vuku bulan bu elîm olay, bütün müslümanlar için büyük üzüntü sebebi olmuştur. 

Tabiatıyla aşûre orucunun bu elîm olay ile hiçbir alâkası yoktur. Aşûre orucunun bu olay ile irtibatlandırılması yanlıştır. Böyle bir niyetle oruç tutulması bid'at olur. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Kamerî aylardan muharremin onuncu günü aşûre günüdür. Bu gün oruç tutmak sünnettir. 

2. Müslümanların Ehl-i kitabtan farklı olarak muharremin dokuz ve onuncu günleri oruç tutmaları müstehabtır. 

3. Aşûre orucu, geçmiş bir yılın küçük günahlarına kefâret olur