22 Ağustos 2022 Pazartesi

Kul hakkı yiyen kişi tövbe etse ve hakkını yediği kişiden helallik dilese, fakat o kişi hakkını helal etmezse, kul hakkı yiyenin durumu nasıl olur?

Kul hakkını ancak kul affeder. Buna göre, daha dünyada iken bu hakkı telafi etmenin yolunu bulmak gerekir. Şayet bulamaz isek, ahirete kalmış olur ki, bu durum daha tehlikelidir.

Bu dünyada bize hakkını helal etmeyen kişi, ahirette bu hakkını bizden talep edecektir. Bununla beraber kişi samimi olarak tövbe etmiş ise, Allah Teala hak isteyen kuluna kendi fazlından ihsanda bulunarak o kulun hakkından vazgeçmesini sağlayacağı ümit edilir.

İnsan şerefli bir mahluktur. Onun hürriyet, haysiyet, namus ve şeref gibi manevî hukukuna yönelik bir haksızlık kadar, canına ve malına yapılan bir tecavüz de o nisbette ağır bir mesuliyeti gerektirir.

İnsan bilerek veya bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak birisine haksız bir davranışta bulunmuş olabilir. Hattâ onu mağdur bir duruma düşürüp bazı haklarının elinden çıkmasına sebep olacak bir muamelede de bulunabilir. Bir fert olarak kendimizi her ne kadar çekip çevirsek, hakpereset olarak kalmaya azmetsek de, birtakım hata ve kusurlara kapılmaktan tamamiyle kurtulamıyoruz.

- İnsanlık hali olan böyle bir durum karşısında ne yapmalıyız?

"Bir defa oldu, bir daha yapmayız, keşke yapmasaydım." diyerek, iç dünyamızda hesaplaşmamız kâfi gelir mi?

- Yoksa meselenin telâfisine gidip de hatamızı düzelterek helallik dileyerek pişmanlığımızı mı bildiririz?

İslâmda esas itibariyle bir Allah hakkı, bir de kul hakkı vardır. Allah hakkı, her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifeleridir. Bu hususta yaptığı bir kusur, günah ve eksiklikten dolayı Allah'a yalvarır, tövbe istiğfar ederek affını diler.

Fakat kul hakkı öyle değildir. Onun bir tek telâfisi vardır, o da haksızlığa uğrayan, hukuku zayi olan kişiyle bizzat görüşüp özür beyan etmek, helâllik dilemekle birlikte , maddi bir kaybı varsa telâfisine gitmektir.

Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyururlar:

"Bir kimse kardeşinin haysiyetine yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden (kıyamet) önce helâlleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nisbetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa, hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir."1

Evet, Peygamberimizin (asm) de tavsiyesine göre, bu durumda helâlleşmekten başka çıkar yol yoktur. O kadar ki, insan şehit bile olsa, üzerinde kul hakları varsa, Allah diğer günahlarını bağışladığı halde kul hakkını bağışlamamaktadır. Bunun için mesele, hak sahibinin gönlünü almada, rızasını kazanmada kalıyor. Siz, zarara uğramasına sebep olduğunuz kimseye gider, önce bir hata yaptığınızı itiraf ederek özür beyan eder, sizi affetmesini, hakkını helâl etmesini rica edersiniz. Maddi bir kaybı varsa, imkânınız nisbetinde onun razı olabileceği nisbette hakkını verirsiniz.

Böylece elinizden geleni yapmış olursunuz. Muhatabınız da sizi hoş karşılar, müsamaha ve anlayış gösterirse, mes'uliyetiniz kalkmış, hadis-i şerifte açıklandığı gibi, dünyada iken helâlleşerek âhiretteki hesaplaşma ve azaptan kurtulmuş olursunuz.

Bununla birlikte vicdan azabı çekiyorsanız, ayrıca tövbe isitğfar edersiniz.

"Pişmanlık tövbenin kendisidir.",

"Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibi olur."2

mealindeki hadis-i şeriflerin sırrıyla Allah katında da rahata kavuşmuş olursunuz.

Bir insan tövbesinin kabul olduğunu, günahtan kurtulduğunu nasıl anlar, nasıl fark eder, bu hal nasıl bilinir?

Cevabını Peygamber Efendimizden (a.s.m.) öğrenelim:

"Bir günah işledikten sonra tövbe edip iyilik işleyen kimse, üzerine çok dar bir zırh giyinen bir adama benzer. Günahtan sonra bir iyilik yaparsa, zırhın halkalarından biri çözülür. Bir iyilik daha işlerse öbür halka da çözülür. Yapılan iyiliklerin sonunda zırh yere düşer."3

Gerek Rabbine karşı bir günah işleyen, gerekse bir insana haksız bir davranışta bulunan bir kimse, o günah ve hatanın akabinde pişmanlık duyarak sevaplı ameller işler, Kur'ân ve imana yönelik hizmetlerini ve çalışmalarını arttırırsa günah zırhının düğmeleri teker teker çözülür, kısa zamanda o günahlardan kurtulur. Artık bundan sonra bir vicdan azabı çekmesine, huzursuz olup üzüntüye kapılmasına gerek kalmaz. Çünkü o bir kul olarak hâlis bir niyet ve ihlâsla elinden geleni yapmış sayılır.

Bu arada şu mealdeki âyet-i kerimeyi de unutmayalım:

"Ey kendi nefislerine karşı haddi aşan, günahlarla kendi nefsine kötülük eden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Muhakkak Allah günahları affeder. O Gafur ve Rahimdir."4

Kaynaklar:

1. Buhari, Mezalim, 10.
2. et-Tergîb ve't-Terhîb, IV/97.
3. a. g. e., IV/106.
4. Zümer, 39/53.

21 Ağustos 2022 Pazar

20 Ağustos 2022 Cumartesi

MÜBAH OLAN GIYBET


Bilesin ki gıybet ancak, kendisine başka yolla ulaşmak mümkün olmayan sahih, şer'î bir sebeple mübah olur. Gıybeti mübah kılan sebepler altıdır:

1. Tezallüm. Zulme uğramış bir kimsenin, hükümdar veya hâkim gibi, zâlime karşı kendisine yardımcı olabilecek yetki ve kudrete sahip birine gidip "Falan bana şöyle şöyle haksızlık etti" demesi câizdir.

2. Bir kötülüğün önlenmesi veya bir asînin yola getirilmesini temin için yardım istemek.

Kişinin, güçlü olduğunu sandığı bir kimseye gidip sırf bir kötülüğü ortadan kaldırmak niyetiyle, "Falanca şu kötü işleri yapıyor, onu bundan alıkoy" demesi câizdir. Böyle bir niyet taşımazsa, bu yaptığı haramdır.

3. Fetvâ almak. Bir kişinin müfti'ye gidip "Babam, kardeşim, kocam veya falan adam bana zulmetti. Bunları yapmaya hakları var mıdır? Bundan kurtulmamın, hakkımı almamın ve haksızlığı önlememin yolu nedir?" gibi sözler söylemesi, ihtiyaçtan dolayı câizdir. Ancak, "Şöyle şöyle yapan bir kimse veya bir eş hakkında ne dersiniz?" diye üstü kapalı olarak durumu arzetmesi ihtiyata daha uygun ve fazilete daha muvafık olur. Nitekim böyle bir üslubla da maksad hasıl olur. Bununla beraber, inşallah aşağıda zikredeceğimiz Hind'in rivayet ettiği hadiste olduğu gibi haksızlık eden şahsın açıkça söylenmesi de câizdir.

4. Müslümanları şerden sakındırmak ve iyiliklerini istemek (nasihat). Bunun çok çeşitli uygulaması vardır:

a) Hadis râvilerinden ve şâhidlerden kusurlu olanları cerhetmek. Bu, müslümanların icmâı ile câizdir. Hatta yerine göre vâcip bile olur.

b) Bir kimse ile dünürlük, ortaklık, komşuluk, alış-veriş vs. yapılmak, emânet bırakmak istenildiği zaman ve benzeri durumlarda kendisine danışılan kişinin bildiğini gizlememesi, aksine, büyük bir hayırhahlıkla bildiklerini olduğu gibi söylemesi gerekir.

c) Dini ve din bilimlerini öğrenmek isteyen birinin, bid'atçı veya günahkâr (fâsık) bir hocadan ders aldığına şâhid olup zarar göreceği endişesine kapılan kimsenin, o öğrenciye öğüt verip hocasının halini açıklaması gerekir. Bu da yine sırf öğüt vermek maksadına yönelik olmalıdır. Bu iş tehlikeli ve yanılgıya açıktır. Çünkü uyarıda bulunan kişi çekememezlik duygusuna kapılmış olabilir. Şeytan onu yanıltabilir. Bu noktada çok uyanık ve dikkatli olmak gerekir.

d) İster ehli olmadığı için, ister günahkâr olduğu için isterse başkaları tarafından yanıltıldığı için yahut daha başka bir sebepten dolayı üstlendiği görevi gerektiği şekilde yapmayan bir yetkilinin durumunu daha üst bir yetkiliye bildirmek suretiyle o görevlinin dürüst hareket etmesini sağlamasını veya onu görevden uzaklaştırarak lâyık olan bir başka kişiyi görevlendirmesini sağlamaya çalışmak, onu buna teşvik etmek câiz ve gereklidir.

5. Fıskı ve bid'atçılığı âşikar olan kimsenin, meselâ açıkta şarap içmek, insanların malına el koymak, haksız öşür almak, haraç kesmek, zorla baş olmaya, başa geçmeye çalışmak, kötü ve gayri meşrû işlere yönelmek gibi tavırlar gösteren kimsenin hakkında konuşmak câizdir. Çünkü kendisi kötülüğünü açığa vurmuştur. Ancak onun açığa vurduklarının dışındaki başka ayıplarının anılması -onların da söylenmesini gerektiren daha başka sebep veya sebepler yoksa- haramdır.

6. Tarif etmek. Bir insan şaşı, topal, sağır, kör ve buna benzer başka lakaplarla biliniyorsa, onu sırf tarif edebilmek için bu lakapları kullanmak caizdir. Ancak bu lakapların, kişinin değerini düşürme amacıyla takılması haramdır. Böyle lakaplarla bilinen kişilerin bu lakaplar söylenmeden tarif ve tanıtımı mümkün olduğu sürece bunları kullanmamak daha doğrudur.

Gıybetin câiz olduğu yerler konusunda bu altı sebebi âlimler ortaya koymuşlardır.

Bunların çoğunda da ulemanın görüş birliği vardır. Bu husustaki deliller, sahih ve meşhur hadislerdir. 

Riyasüz Salihin

19 Ağustos 2022 Cuma

Namaz kılınan yerin sertlik yumşaklık derecesi ne kadar olmalıdır; sünger üzerine secde yapılır mı?


Pamuk, Kar ve Benzeri Yumuşak Cisimler Üzerine Secde Et­mek:

Bu gibi yumuşak cisimler üzerine secde edildiğinde, alın ve burun bu cisimlere batmayıp kendine göre bir sertlik hissederek durabiliyorsa, caizdir. Aksi halde caiz değildir.

Burnunu yere koyan kimsenin, secde ettiği cismin burnundan daha sert olmasına dikkat etmesi gerekir. Aksi halde caiz olmaz. Çuval içine iyice doldurulmuş buğday, pirinç, arpa ve benzeri şeyler üzerine secde etmek caizdir. (Fetâva-yi Hindiyye.) (Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/243.)

Secdede alnın konulacağı yer çok yumuşak olmamalıdır. Hafif bir yumuşaklık olduğu halde, alın, yerin katılığını hissederse bu secde caiz olur; ancak yün, pamuk, saman, kar gibi şeylerin üzerine yapılan bir secdede yüzün tamamen gömülmesine rağmen, alın yerin katılığını hissetmezse bu secde olmaz. Temel şart, yüzün gömülmemesi ve alnın yerin katılığını hissetmesidir. (Şamil İslam Ansiklopedisi)

18 Ağustos 2022 Perşembe

Fetvalar arasında


Hocam hayırlı günler. Sevgi, saygı ve hürmetlerimi sunarım.

Uzun zamandır cevabını öğrenmek istediğim bir sorum hakkında size yazıyorum. Bu konuda dinimizin uygulamasını bizlere, tavsiyesini bana anlatabilirseniz çok mutlu olurum. Günümüzde karşılaştığımız problemlerle ilgili sıradan Müslümanlar olarak sizin gibi din konusunda bilgili hocalarımıza soruyorum. Fetva sorduğum hocamız da o konunun hükmü hakkında caiz / caiz değildir diye belirttikten sonra helâl olanı, dinen uygun olanı yapmaya çalışıyorum. Şimdi örnekler vererek aşağıda sorularımı sormak istiyorum. Bu örneklerle sorumu daha iyi açıklayacağımı düşündüğüm için bu şekilde soracağım. Sizin fetvalarınızdan çok yararlandığım için vereceğim örnekte sizi ve karşısında da isim vermeyeceğim (hayali). İslâm hukuku alanında bir hocamız veya Din İşleri Yüksek Kurulunda bir hocamız veya fıkıh alanında bilgili bir hoca ya da müftü vb. bir X hocamız olsun.

Hayreddin hocam size örneğin; ekonomi alanında katılım bankası işlemleri, sigorta, kasko, borsa vb gibi herhangi bir soru sormuş olduğumda o konunun dini hükmüyle ilgili bana cevabınız “caiz değildir” olursa:

1) Ben bu fetvayı ilk olarak size sorduğum için dinen bunu uygulamak zorunda mıyım? Yoksa bu konuda caiz diyen X hocalarımız var mı diye araştırma yapma, aldığım bu fetva sonrası başka birine danışma hakkım var mıdır? Yoksa artık bu konuda bu aldığımız fetvaya uymayarak “Caiz diyen var mı?” diye başkasına danışmak nefsine uymak- şeytanı sevindirecek bir iş midir?

Cevap

Bir başkasına daha sormaktan maksat; kolay olanı uygulamak, karşılaşılan problemi çözmek, sıkıntılı durumu aşmak, İslâmî-ictihâdî hükmün bir konudaki genişliğini ve ümmete rahmet oluşunu idrak etmek gibi meşru maksat olduğu sürece elbette yetkili olan birden fazla âlime sorma hakkınız vardır.

2) Birinci sorumun devamı olarak danışma hakkım varsa danıştığım X hoca caiz derse, bu durumda ilk fetva benim işimi çözmediği, nefsime zor geldiği için ikinci aldığım X hocamızın caiz fetvasına göre (benim işimi gören / işimi halleden / bana uygun / maddi olarak beni zarara sokmayacak vb. gibi işime yarayan fetva ile) olan hareket etmemde dinen bir mahzur var mıdır? Fetva konusunda caiz/caiz değildir diyen iki farklı görüş olursa caiz/dinen uygun diyenlerde var diye o işi yaparsak bundan dolayı ahirette mesul olur muyuz?

Cevap

“Benim işimi gören/işimi halleden/bana uygun/maddi olarak beni zarara sokmayacak vb. gibi işime yarayan” dediğiniz fetva ile amel etmeniz, onu uygulamanız caizdir. Hz. Aişe’nin rivayet ettiği bir sahih hadise göre, “Peygamberimiz (s.a.) dine ve dünyaya ait bir işin iki çözümü arasında muhayyer bırakıldığında -biri günah olmadıkça- kolay olanı seçerdi…”.

Müctehidlerin ve yetkili âlimlerin bir konuda verdiği farklı fetvaların hiçbiri günah değildir.

3) Okuduğum bazı yazılarda farklı fetvaların olduğu durumda şüpheli durumlardan kaçınılması tavsiye edilmiş. Fetva konusunda caiz/caiz değildir diyen iki farklı görüş olursa bu konuda iki görüş olup, iki farklı hocamızdan fetva aldığımız için ayrıca caiz değil diyenler de olduğundan bu işi yapmaktan vazgeçmek dinen gerekli midir? Bu, takvalı olmak mıdır?

Cevap

Takvâlı olmak, yetkili âlimin verdiği fetva ile amel ederek şeriatı uygulamaktır. Yetkili âlimlerin verdiği farklı fetvaların tamamı şeriattır.

4)Sorduğum soruda siz caiz değildir, X hocamız caizdir dediği konuyu üçüncü bir hocaya taşımak, ona mı sormak gerekir?

Cevap

Böyle bir şer’î gereklilik yok. Soranın, meşru sebeplerle gerekli görmesi yeterlidir.

5) Caiz/caiz değildir konusunda örneğin caizdir diyen iki hocamız, caiz değildir diyen sekiz hocamız olursa bu konuda niceliğe bakılması yani sayının fazla olduğu tarafın fetvası ile amel etmek dinen gerekli midir? Yoksa az sayıda buna fetva veren X hocasının görüşü ile amel edilebilir mi? Bu dinen bizi ahirette neden çoğunluk görüşle amel etmediğimiz konusunda mesul yapar mı?

Cevap

Mesela dört mezhebin birini taklit eden ve onun fetvaları ile amel eden her Müslüman, birçok defa çoğunluğun (mesela diğer üç mezhebin) fetvasına uymuyor. Caiz olmasaydı daima çoğunluğun fetvasını taklit etmek gerekirdi ve böyle bir gereklilik yoktur.

6) Beşinci sorumda bahsettiğim durumun devamı olarak bir kesim insan caiz değildir diyen sizin diğer kesim insanlar da X hocamızın fetvası ile amel ettiğinde bu işi caiz değildir fetvasına göre yapmayan kişiler, X hocamızın caizdir fetvasına göre o işi yapan insanlara günahkâr gözüyle bakması dinen uygun mudur? Caiz fetvasını uygulayanlara Müslümanca bir bakış açısıyla nasıl bakmalıdır?

Cevap

“…X hocanın caizdir fetvasına göre o işi yapan insanlara günahkâr gözüyle bakmak” günahtır, bölücülüktür, fitneciliktir.

7) Hocam eskiyi bilgim olmadığı için bilmiyorum ama günümüzde bir konu hakkında özellikle de bankacılık, katılım bankası işlemleri sigorta, kasko, borsa gibi ekonomi alanında bunların uygunluğu, içeriklerindeki işlemlerin uygunluğu gibi konularda fetvalara baktığımızda görüş birliği olmaması dinimiz açısından birlik olamayışımızın getirdiği bir sorun mudur? Yoksa bu farklılıklar benim gibi sıradan bilgisi az Müslümanların o konuda tercih sebebi oluşturup rahmet midir?

Çok uzun zamandır aklımı kurcalayan bu sorularımı anlayıp-bundan sonraki yaşamımda uygulamak için cevaplandırırsanız sizin değerli bilgilerinizden istifade etmiş ve dinimizin fetva konusunda bizden nasıl davranmamızı istediğini öğrenmiş olurum. Saygılarımla…

Cevap

Kaynaklarda Peygamberimizin “Ümmetimin ihtilafı (farklı ictihadları) rahmettir” buyurduğu naklediliyor. Hadis ve fıkıh âlimleri böyle bir hadisin mevcut olmadığını, ama manasının İslâm’a uygun olduğunu söylemişlerdir. Yetkili âlimler fetvayı, vahiy kaynağından (Kur’an ve Hadislerden) çıkarırlar; bu çıkarma işi ictihad ve tefsir ile olur. İctihad ve tefsiri yapanlar beşerdirler, hata da isabette de edebilirler. İslam’ın bütün çağlara hitabını sağlayan özelliği işte bu ictiadlardır. Efendimiz (s.a.) ictihad eden -elbette yetkili olup yerinde yaparsa- hata etse bile Allah Teâlâ ona sevap verir” buyurmuştur. Böylece ümmet, “hangi müctehid isabet ettiğini arayıp bulmak?” gibi içinden çıkılamaz bir araştırma ile mükellef olmaktan kurtulmuştur. İctihad eden, fetva veren, söylediğinin doğru olduğuna inanmaktadır, ondan farklı fetva veren de kendi fetvasının doğru, diğerinin hatalı olduğuna inanmaktadır; ancak fetva verenin karşı taraf hakkındaki bu hükmü, onu geçersiz kılmaz. “İctihad ictihadı geçersiz kılmaz”. İhtilafın sebebi, vahye dayalı sözü anlama ve yerinde uygulama konusunun farklı düşünme ve anlamaya müsait olmasıdır; bu da normaldir. Taassup olmadığı sürece farklı ictihadların ve mezheblerin ümmetin birliğine olumsuz tesiri olmamıştır.

Asıl kaynaklarından hükmü çıkarma (anlama) ilmî donanımı olmayan Müslümanların, fetva verenin dayandığı delili öğrenmesinin -mümkün ise- iyi olacağı söylenmiştir ki, bu da her kulun, itaatle yükümlü olduğu Allah ve Resulünün buyruklarını öğrenmesini sağlayacağı için uygundur, doğrudur.

17 Ağustos 2022 Çarşamba

Farklı fetvalar karşısında Müslüman ne yapmalı?


Hocam benim din alanında bilgim çok yok. Günlük namaz gibi ibadetlerimi yapıyorum. Ramazan ayı gelince orucumu tutuyorum. Elimden geldiğince haramlardan sakınıyorum.

Bir işi yapmadan önce onun dini hükmünü öğrenerek yapıp yapmamaya karar veriyorum. Fakat bu noktada; çeşitli kitaplarda ya da internette fetvaları okuduğumda farklı fetvaların olduğunu, bir görüş birliğinin hâkim olmadığını görüyorum.

Bu da beni o işi yapıp yapmama hususunda şüpheye sevk ediyor.

a) Bugün internete herhangi bir konunun dini hükmü hakkında yazdığımızda; Diyanet’in, çeşitli cemaatlerin-hocalarının, tarikatlara bağlı fıkıh heyetlerinin gibi çok geniş bir yelpazede o konu hakkında fetva verildiğini hatta bazı konularda 15-20 dakika fıkhen açıklayıcı video çekildiğini görüyorum. Ama örneğin; Diyanet o konuya caiz derken, A tarikatı fıkıh heyeti 15-20 dakika açıklamalı video çekerek ve bu videoda mezhep imamlarının, âlimlerin görüşleri ile destekleyerek caiz değil diyor.

Şimdi soruyorum:

SORU 1. Böyle durumlarda benim de aklıma şu geliyor: Ben bir işin dini hükmünü öğrenirken bilgisi az bir Müslüman olarak kimin doğru fetva verdiğini anlayıp, farklılıkların bu kadar fazla olduğu bir ortamda doğru yoldan sapmadan, nasıl Müslümanca yaşayıp öleceğim.

CEVAP

İslâm âlimlerinin ittifak edemediği konularda farklı içtihatlar, yorumlar ve tefsirler var demektir. Bunların hangisinin “Allah katında doğru” olduğunu ancak Allah bilir. İçtihadı, yorumu, tefsiri bu konularda yetkili olan âlimler yapmış ise, fetvayı bunlar vermişlerse, herkesinki kendine göre doğrudur. İşte bu herkesten birine, olmadı birden fazlasına sormak da bilmeyenlerin vazifesidir. Soran aldığı cevabı uygular, Allah katında isabetli de olsa hatalı da olsa (içtihat hatası da olsa) Allah Teâlâ bu açıklamalarla yapılan kulluk uygulamalarını kabul buyuruyor. Bilgisi az olan Müslüman, hangi şahsın, grubun, heyetin fetvasının isabetli olduğunu bilemez; onun yapacağı şey, genel olarak âlimlerin, fukahanın ehliyetli gördüğü, ilmini ve ahlâkını takdir ettiği kişi ve heyetlere danışmaktır.

 SORU 2. Ben fetva verenlerin olmasına dayanarak o işi yaptığımda, karşı tarafta fetva vermeyenler olduğu için günahkâr mı oluyoruz? Bir tarafın görüşünü seçtiğimde o fetva yanlışsa haram iş yapmış gibi ahirette mesul mü olarak mı hesap vereceğim?

CEVAP

Yukarıdaki cevaptan anlamış olacaksınız ki, günahkâr olmuyorsunuz, farklılık içinde usul ve kaynaklar bakımından bir çeşit birlik gerçekleşiyor.

 SORU 3. Biz bir hocamıza fetva sorduğumuzda verdiği fetva o işi yapmamızın dinen uygun olmayacağı şeklinde olabiliyor. Bu durumda başka bir hocamıza aynı konuda fetva sormak ve onun verdiği cevap dinen uygun, yapılabilir, şeklinde olursa bizim buna cevaz veren hocamızın fetvası ile amel etme hakkımız var mıdır? Burada bir Müslüman, aldığı ilk fetvadan sonra onunla amel etmek zorunda mıdır?

Alınan fetvadan sonra aynı konuyu başka bir hocaya sormak dinen uygun olmayan bir davranış mıdır?

CEVAP

Bir âlimden alınan fetva veya soruya cevap kişiyi tatmin etmezse, onun problemini çözmezse, “acaba dinin kesin ve tek hükmü bu mudur?” şeklinde bir tereddüt olursa elbette bir başka âlime ve âlimlere de sorma hakkı vardır. Caiz değil diyenin de caiz diyenin de fetvası ile amel eden, şeriatla amel etmiştir.

 SORU 4. Fetva noktasında basılmış kitaplar mevcut. Din İşleri Yüksek Kurulu ya da diğer hocalarımızın çeşitli dini sorulara cevap verdiği birçok kitaplar var. Bu kitaplardan fetva anlamında yararlanmak doğru mudur? Orada yazılmış fetvalar ile hareket edilebilir mi?

Yoksa biz kendimizi ilgilendiren, hükmünü öğrenmek istediğimiz konular için hocalarımıza bireysel olarak mı fetva sormalıyız?

CEVAP

Okuduğunuz bilginin ehliyetli bir âlime veya ulema heyetine ait olduğundan emin olursanız ve okuduğunuzu doğru anlarsanız, sizin soru ve sorununuzu içeriyorsa onunla amel edersiniz. Bu hususlarda tereddüt veya şüphe varsa ve mümkün ise yüz yüze veya doğrudan temas kurarak bilgi alma yoluna gidersiniz.

16 Ağustos 2022 Salı

Kur’ân Kerîm nasıl bir kitaptır?- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Kur’ân Kerîm, 23 yıl süren peygamberlik dönemi içinde Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahiy yoluyla âlemlerin Rabbi olan Allâh katından indirilen bir kitaptır.Vâkıa/80. Fâtiha sûresiyle başlar Nâs sûresiyle biter. İndirildiği günden beri kuşaktan kuşağa hem yazılı olarak hem de belleklerde korunmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de konuşan hep Allâh’tır. Sözün içerdiği anlam da kelime dizgisi de O’na aittir. Kur’ân Kerîm âyet âyet indirilmiştir. Gelen âyetlerin sağlıklı bir şekilde korunması, böylece Kur'ân-ı Kerim'den tek bir âyetin dahi eksik kalmaması endişesi, herkesten önce bu vahye muhatap olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'i sarmıştır. Söz konusu düşünce Hz. Peygamber'de ilk inen âyetlerle birlikte kendisini gösterir. Bu kaygı Hz. Peygamber'i, vahyi telakki ettiği anlarda, bir taraftan melek kendisine âyetleri okurken diğer taraftan mırıldanmak suretiyle inen âyetleri çabucak ezberlemeye sevk etmiştir. Meleğin kendisine âyetleri okumasından sonraki sürecin tümüyle kendisine kaldığı düşüncesi onda büyük bir sorumluluk duygusu uyandırır. Çok geçmeden inen ilk âyetlerden birinde Rabbi kendisini bu konuda şöyle rahatlatır:“(Resûlüm!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma! Onu toplamak (cem etmek, bir araya getirmek) ve onun Kur'ân'ı (onu okutmak) şüphesiz bize aittir.”Kıyâmet/16-17
Böylece Yüce Allâh, Kur’ân-ı Kerîm’in bir araya getirilerek toplanmasını ve Kur’ân olarak insanlara ulaştırılmasını üzerine aldığını ilk elden haber vermiş olmaktadır.
(Kur’ân-ı Kerîm’in cem’i hususunda bazı rivayetlerde, kimi sûrelerin tertibinin ictihâdî olduğuna dair bilgiler vardır. Gerek yukarıdaki âyet, gerekse önümüzde duran
muazzam sayısal yapı Kur’ân-ı Kerîm’in her hâlükârda Allâh’ın riayeti altında olduğunu göstermektedir.)


Bundan önce gönderdiği lokal dinlerin hiçbirinin kitabı için sağlamadığı bir korumayı Allâhü Teâlâ Kur’ân için sağlamıştır. Çünkü Kur’ân, Kıyâmete kadar sürecek evrensel bir dinin hidâyet kaynağıdır.“Kur'ân'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”
Hicr/9 

Şu halde, elimizde bulunan Kur’ân her bakımdan Allâh’ın koruması altındadır. Bize ulaştırdığı gibi bizden sonraki kuşaklara da yine O'nun tarafından ulaştırılacaktır.
Kur'ân-ı Kerîm'in her türlü âyıp ve kusurdan uzak tutulacağı yaratıcı tarafından şöyle bildirilir: 
“Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez! O, hikmet sahibi, çok övülen Allâh'tan indirilmiştir.”Fussilet/42

Buraya kadar ortaya koyduğumuz izahlar gösteriyor ki, târihi süreç ne şekilde cereyân etmiş olursa olsun, Kur'ânı Kerîm her zaman Yüce Yaratıcının gözetimi altında kalmıştır.

Göz ardı edilmemesi gereken bir başka konu da Kur'ân-ı Kerim'in kendisini bir ''kitap'' olarak ortaya koyduğu gerçeğidir. Bu da onun, sahifeler halinde dağınık bir malzeme olarak kalmayacağını, bir araya getirilip kitap halini alacağına dair önemli bir karinedir.

Yüce Allâh'ın Kur'ân-ı Kerîm hakkında pek çok âyette yaptığı ''kitap'' vurgusunu iyi değerlendirmek gerekir. Bunu anlamak için beşerin kültür birikiminde kitap kavramının nasıl bir yer tuttuğuna dikkat edilmelidir. Kitap yazmış her müellif şunu çok iyi bilir ki, gerek sahip olduğu deneyimlerin sonucunda gerekse öğrendikleri dolayısıyla her kişi pek çok yararlı bilgiye sahip olabilir. Ancak bunları bir araya getirip tanzim etmek ve belli bir düzen içerisinde yazıya dökmek zor bir iştir. Bu nedenledir ki pek çok kişi bilgi sahibi olduğu halde telif sahibi değildir.

İnsanların telifatında itina gösterdikleri ''tertip ve düzen'' olgusunun Cenabı Hak'ın ''kitab''ında bulunmadığını düşünmek yersiz bir düşünce olur. Bu açıdan bakılığında Yüce Yaratıcının Kur'ân hakkında yaptığı ''kitap'' vurgusunu, onun sahip olduğu düzen ve tertibe işâret saymaya engel bir durum görünmemektedir.

Nitekim Hûd sûresinin ilk âyeti aynen şöyledir:

“Elif. Lâm. Râ. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve)her şeyden haberdar olan (Allâh) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitap'tır.”

İkili Simetrik Kitap-Halis Aydemir.Alıntı

https://www.simetrikkitap.net/konu1.pdf

 



   

15 Ağustos 2022 Pazartesi

Tilâvet Secdesi


Kur'ân'da on dört yerde geçen secde âyetlerinin okunması veya işitilmesi halinde yapılan secdeye denir. Bu secdenin yapılması vaciptir. Tilavet secdesiyle ilgili olarak Kur’ân-ı kerimde geçen bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Onlara Kur’ân okunduğu zaman secde etmiyorlar!” (İnşikâk 84 / 21) Tilavet secdesinin vacip oluşuna delil olarak Abdullah bin Ömer (r.a) şöyle bir rivayette bulunmuştur: “Peygamber (s.a.v) Kur’ân okurken içinde secde ayeti bulunan bir sureye geldiğinde secde ederdi. Biz de kendisiyle birlikte secde ederdik. Öyle ki, bir kısmımız alnını koyacak yer bulamazdı. Resûlüllah (s.a.v) buyurdular ki: “Ademoğlu secde ayetini okuduğunda secde ederse, şeytan ağlayarak oradan uzaklaşır ve şöyle der: Eyvah! Ademoğlu secde etmekle emr olundu, secde etti; ona cennet var. Ben de secde etmekle emr olundum ama isyan ettim; bana da ateş var!” (Müslim, İman,133; İbn Mâce, İkame, 70)Kur’ân-ı kerimdeki secde ayetlerinden birinin okunması halinde secde etmenin gerekliliği hususunda Müslümanlar görüş birliği etmişlerdir.

Tilavet secdesinin şartları: Namazın İftitah tekbiri ile vaktinin belirtilmesi niyeti dışındaki bütün şartları Tilavet secdesi için de şarttır. Bu secde için İftitah tekbiri alınmaz. Müslüman, akıllı ve ergen olmak; âdet ve loğusalık hallerinden temiz olmak gibi namaz için gerekli olan vücup şartları, Tilavet secdesi için de vücup şartıdır. Şu halde secde ayetinin okunduğunu işiten gayr-ı Müslim, deli, âdetli veya loğusa bir kimsenin Tilavet secdesi yapması gerekmez. Ama bunlardan birinin okuduğu secde ayetini işiten kimse, secde etme ehliyetine sahipse secde etmekle yükümlü olur. Secde ayetinin okunduğunu işitenler, sarhoş veya cünüp olsalar bile secde etmekle yükümlü olurlar. Ancak işittikleri esnada durumları müsait olmadığından, secdeyi daha sonra kaza olarak yerine getirirler. Secde ayetini deli bir kimse veya mümeyyiz olmayan bir çocuk okumuş ise, bunu duyanların secde etmeleri gerekmez. Çünkü Kur’ân-ı Kerim okumanın sahih olması için okuyan kişinin iyi ile kötüyü birbirinden ayırabilen / mümeyyiz biri olması şarttır. Elektronik cihazlarda okunan secde ayetini işitenler de secde etmekle yükümlü olmazlar.

Tilavet secdesinin sebepleri: Tilavet secdesinin sebepleri üç tanedir:

(a) Secde ayetinin okunması. Sağır olmak gibi bir sebepten dolayı kendisi duymasa bile secde ayetini okuyan kimsenin secde etmesi vaciptir. Bu ayeti ister namaz dışında, ister namazda, gerek imamın ve gerekse yalnız başına namaz kılmakta olanın okuması halinde secde etmesi vaciptir. İmama uyarak namaz kılmakta olan kişiye, secde ayetini okusa bile secde etmek vacip olmaz. Çünkü bu kişinin, imamın arkasında namaz kılmaktayken Kur’ân okuması yasaktır. Dolayısıyla okuması da secde etmesini gerektirmez. Hatip, Cuma hutbesini okurken secde ayetini okursa hem kendisinin hem de kendisini dinleyenlerin secde etmeleri vacip olur. Bu secdeyi minberden inerek yapar ve cemaat de kendisiyle birlikte secde eder. Ancak minberdeyken secde ayeti okuması mekruhtur. Namazdayken secde ayeti okuması halinde bu secdeyi rüku zımnında veya namazın asli secdesiyle birlikte yapması mekruh olmaz. Ama bu durumda yalnız kendisinin secde etmesi bunun aksinedir. Bu durumda namaz kılanları şaşırtacağı için mekruh bir fiil işlemiş olur.

(b) Secde ayetini başkasından işitmek. İşiten kişi ya namazda olur ya da namaz dışında olur. Okuyan kişi de bu iki durumdan birinde olur. İşiten kişi namazda ise, ister imam ister yalnız başına namaz kılmakta olan biri olsun, bu secdeyi namaz dışında yapması gerekir. Ancak bu ayeti imama uyan biriden işitecek olursa, kuvvetli görüşe göre secde etmesi gerekmez. Secde ayetini işiten kişi, imama uyarak namaz kılmakta olup bu ayeti kendi imamından başka birinden duyarsa yine secde etmesi gerekmez. Eğer kendi imamından duyar ve kendisi de müdrik; namazın başından beri imamla birlikteyse, secdede de imama uyması gerekir. Eğer bir rekat kılındıktan sonra imama tabi olmuş: mesbuk biri ise ve secde ayetinin okunmasından önce imama tabi olmuşsa, tilavet secdesini imamla birlikte yapması gerekir. Secde ayetinin okunduğu rekattan sonraki bir rekatta imama tabi olmuşsa, namazdan sonra tilavet secdesini yapması gerekir.

(c) İmama uyma. İmam secde ayetini okuduğunda, kendisine uyanlar bunu işitmeseler bile secde etmekle yükümlü olurlar.Tilavet secdesinin yapılışı: Tilavet secdesi şöyle yapılır:Abdestli olarak kıbleye yönelerek tilavet secdesi niyetiyle eller kaldırılmaksızın Allahü ekber diyerek secdeye varılır. Secdede üç defa (Sübhane Rabbiyel a’lâ) dedikten sonra Allahü ekber diyerek kalkılır. Secdeden sonra selam verilmez. Namaz kılmakta olan bir kimsenin bu secdeyi rüku ederek ve namazın asli secdesine vararak yerine getirmesi, hastanın veya binek üzerindeki yolcunun da ima ederek ifa etmeleri mümkündür. Oturmaktayken secde ayetini okuyan kimsenin, ayağa kalkıp ondan sonra eğilip secdeye varması müstehap olur.
Secde ayetleri: Kur’ân-ı Kerimde geçen secde ayetleri, 14 tanedir:

A’râf suresinin 206;
Ra’d suresinin 15,
Nahl suresinin 49,
İsra suresinin 107,
Meryem suresinin 58,
Hac suresinin 18,
Sâd suresinin 24,
Furkan suresinin 60
Neml suresinin 25,
Secde suresinin 15,
Fussılet suresinin 37,
Necm suresinin 62,
İnşikâk suresinin 21,
Alak suresinin 19'uncu ayetidir.

14 Ağustos 2022 Pazar

Tilâvet


Tilavet; tabi olmak, peş peşe yapmak, geciktirmek, okumak ve manasını düşünmek anlamlarına gelir. ıstılahta, Kur'ân'ı usulüne uygun olarak okumak demektir. Kur'ân'da "telâ" fiili 61 defa geçmiş ve takip etmek (Şems, 91/2), okumak (Enfâl, 8/2), ilim ve amel ile tâbi olmak (Bakara, 2/121), indirmek (Âl-i İmrân, 3/58) ve uydurmak (Bakara, 2/102), anlamlarında kullanılmıştır. Bu kelime daha çok âyetleri, Kur'ân'ı okuma anlamındadır.

“Tilâvet”, kıraat'ten daha özeldir, her tilavet kıraattir, ancak her kıraat tilavet değildir. Çünkü tilavette, tekrar tekrar ve güzel güzel okuma, okunanı anlama ve hükümlerine uyma, insanlara bildirme ve duyurma anlamı vardır. “Kitaptan sana vahyolunanı oku.” (Ankebût, 29/45) Bu ayette geçen kitaptan maksat Kur'ân-ı Kerim’dir. "Vahyolunan" ise ayetler, Allah'ın emir ve yasakları, hüküm ve tavsiyeleridir. "Kitaptan sana vahyolunanı oku" emri, dört görevi içerir:

(a) Kur'ân okumayı öğrenmek ve okumak "Oku" emrini yerine getirebilmek için, her şeyden önce Kur'ân okumayı öğrenmek gerekir. Dolayısıyla her Müslüman’ın Allah'ın kitabı Kur'ân'ı aslından yani Arapça olarak düzgün, doğru, güzel ve anlamını bozmayacak bir şekilde okumayı öğrenmesi gerekir.

(b) Kur'ân'ın içeriğini öğrenmek ve anlamak Kur'ân'ı okumanın asıl amacı, Allah'ın kelamını anlamak, içeriğini; emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, hüküm ve tavsiyelerini öğrenmektir. Aşağıdaki ayetler bunun delilidir: "Biz, düşünüp anlayabilsinler diye (gerçekleri) bu Kur’ân’da değişik biçimlerde açıkladık." (İsra, 17/41) "Biz Kur'ân'ı, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’ân olarak indirdik." (Yusuf, 12/2) Kur'ân'ı derinlemesine anlayıp içeriğini öğrenebilmek için Arap dilini, tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tarih, sosyoloji ve psikoloji bilim dallarını bilmek gerekir ise de Kur’ân meali ve tefsiri okuyarak da belirli bir düzeyde Kur'ân'ı anlamak ve öğrenmek mümkündür. Bütün kitaplar, bir tek kitabı yani Kur'ân'ı anlamak ve öğrenmek için okunur.

(c) Kur’ân'ın hükümlerine, emir ve yasaklarına uymak. "Ütlü" fiilinin "uy, tabi ol" anlamı bu manaya işaret etmektedir. Kur'ân'ı okumak, öğrenmek ve anlamaktan maksat; hükümlerini uygulamak, emir ve yasaklarına uymak, öğüt almaktır. "Andolsun biz, Kur’ân'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?" (Kamer, 54/17) anlamındaki ayetler bunun delilidir.

(ç) Kur’ân ve hükümlerini diğer insanlara öğretmek. "Ütlü" fiilinde "bildir, haber ver" anlamı da vardır. Şu ayetlerde “ütlü” fiili bu anlamdadır: "(Ey Peygamberim!) De ki, “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyup bildireyim." (En'âm, 6/151) "(Ey Peygamberim!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku, haber ver." (Mâide, 5/27)

13 Ağustos 2022 Cumartesi

Kişiyi gıybet etmeye yönelten ve buna zemin hazırlayan durumlar nelerdir?


Gıybet, insanların dış görünüşleri, fiziksel bazı kusurları, kişinin ailesi, soyu, ırkı, huyu, ahlâkı veya diniyle alâkalı olabilir. Kişiyi kızdıran, kıran veya onurunu ve gururunu inciten lakaplar takmak da gıybete girer. Çoğu zaman insanın arkasından konuşarak sözle yapılan gıybet, kimi zaman da bir kaş-göz işaretiyle, bükülen bir ağızla veya el kol işaretiyle, hatta göz kırpmayla da gerçekleşebilir. 
Eğlence veya şaka niyetiyle de olsa başkasını taklit etmek de gıybettir. Nitekim bir defasında Hz. Âişe, Allah Resûlü"nün yanında birisinin taklidini yapmış, Hz. Peygamber ise onun bu davranışından hoşlanmayarak ona, “Elime dünyayı verseler bile bir başkasının taklidini yapmam; bundan asla hoşlanmam.” demiştir. Gıybet bazen açıkça ifade edilmese de, yazıyla, imayla, kurnazca dile getirilen kinayeli sözlerle de gerçekleşebilir. Hatta gıybetin bu türü, kötü zan ve şüpheler uyandırabilmesi, dolayısıyla açıkça söylenmesinden daha tehlikeli durumlar yaratabilir. Her ne şekilde olursa olsun, kişiyi aşağılayan, küçümseyen, onun şeref ve haysiyetini yaralayan bu türden davranışlar, insanı yaratılanların en şereflisi, en değerlisi olarak gören İslâm dini tarafından kesin bir şekilde yasaklanmıştır. Hümeze,1.ayette “İnsanları dilleri ile arkalarından çekiştiren ve karşılarında kaş göz hareketleri ile onlarla alay eden herkese yazıklar olsun!” buyuran Allah Teâlâ, böyle fiillerin insanı âhirette azaba düşüreceğini bildirir.

O halde insan, neden karakterini bozma, gönlünü kirletme pahasına gıybet eder? Bunu biraz açalım ve neden gıybet ediyoruz anlamaya çalışalım, anlayalım ki daha kolay bu kötü hasletten kurtulabilelim. Kişiyi gıybet etmeye yönelten ve buna zemin hazırlayan durumlar nelerdir, bunu anlayalım: Öncelikle insan, içindeki öfke ve intikam duygularıyla gıybete yönelebilir. Ya da içinde bir türlü yenemediği haset ve kıskançlık duygusunu gıybetle gidermeye çalışabilir. Kibir, gösteriş, küçümseme gayesiyle, yalnızca kendini küçülttüğünün farkına varmadan, gıybete başvurabilir. Oysa gıybet, insanların kusurlarını anlatıp onları küçülterek kendisini yüceltmek isteyen âciz kimselerin yaptığı bir şeydir. Kendisinin sayılamayacak kadar çok olan hatalarını örtmek için başkasının kusurlarını ortaya çıkarma ihtiyacıdır. Halbuki kişi, başkalarının günahını diline dolamak yerine kendi günahlarını telâfi etmeye çalışmalıdır. Çünkü hiç kimse kusursuz ve mükemmel değildir. İnsanın kendisi zaten kardeşini yargılayıp kınayamayacak kadar günahkârdır. Herkesin günahı farklı farklıdır. Ben A günahını işlerken sen B günahını işliyorsun diye seni kınayamam. Kimse bir başkasının ayıbını ortaya çıkararak ve onu kötüleyerek iyi olamaz; kimse kardeşini küçülterek de kendisini yüceltemez.

Sağduyulu davranamayıp bazen kötü duygularının bazen de yanlış düşüncelerinin esiri olan insan, kendisine söz geçiremeyerek gıybetle neticelenecek bir süreci başlatır. Gıybetin öncesinde ona doğru gidilen yolda kişi gıybetle ilişkili birtakım davranışlara yönelir. Öncelikle o insan hakkında olumsuz birtakım zan ve şüpheler besler. Bir bakıma insan, diliyle gıybet etmeden önce, sû-i zan besleyerek kalbiyle gıybet eder. Mümin kardeşi hakkında asılsız, temelsiz, yersiz birtakım kuşkulara dayanarak, çoğu zaman gerçekle alâkası olmayan zanlarla hareket eder, sonra bu kötü zanların doğru olup olmadığını merak ederek araştırmaya başlar. Böylece “tecessüs” adı verilen, insanların mahremiyetlerini araştırma faaliyetine geçilmiş olur. Gıybet eden kişi, insanların özel hayatlarını, hata, kusur ve günahlarını araştırıp tecessüste bulunmayı alışkanlık hâline getirerek, söz konusu ayıpları kendisi için malzeme yapmaya çalışır. Oysa Allah Resûlü, tecessüssün gıybeti doğuracağına işaret ederek bu tehlikeye karşı insanları şöyle uyarmaktadır: “Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır. Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder.” 

Gıybetin hazırlık safhasıdır, kötü zan ve tecessüs. bilgiler elde edilmiştir, dille bunu ifade etmekle de gıybet edilmiş olunur. Kötü zan ve tecessüssün gıybeti doğurması ve bunların aralarındaki sıkı ilişki dolayısıyla Allah Teâlâ, kullarını Hucurât, 12. ayette şu şekilde uyarmaktadır: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın.” Zan, tecessüs, gıybet gibi davranışlarla insanların gizli hâllerini araştırmanın onlar arasında fesada neden olacağına işaret eden Peygamberimiz as, ayıpları dile getirmek yerine örtmeyi emretmiştir. Çünkü bir Müslüman diğerinin ayıbını örttüğünde, Allah Teâlâ"nın da âhirette onun ayıbını örteceğini müjdelemiştir. Peygamber as, insanlar arasında sevgi ve saygıyı yok eden, kin, nefret, haset, düşmanlık tohumları eken davranışlara karşı ümmetini uyarmış ve onlara kardeş olmalarını öğütlemiştir: “Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayın. Özel hayatınızı da araştırmayın. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyin. Birbirinize nefret ve düşmanlık da beslemeyin. Ey Allah"ın kulları! Birbirinizle kardeş olun!” buyurmuştur.

https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/ den alıntıdır.

11 Ağustos 2022 Perşembe

Tertil


Bir şeyi güzel, düzgün ve tertip ile kusursuz bir şekilde açık açık, hakkını vererek açıklamaktır. Kur’ân’ı tertil üzere okumak; Kur’ân’ı her harf, kelime, tertip ve manasının hakkını vererek, eda ve seda ile tecvit kurallarına uyarak, güzel, düzgün ve kusursuz bir şekilde ağır ağır ve tane tane okumaktır. Peygamberimiz (s.a.s) Kur’ân’ı tertil ile okumanın önemini şöyle dile getirmiştir: “(Kıyamet günü) Kur’ân okuyan kimseye şöyle denir: Oku, yüksel ve dünyada Kur’ân’ı tertil ile okuduğun gibi (şimdi de) tertil ile oku. Senin cennetteki derecen, mevkiin okuduğun ayetlerin sonuncusuna göredir.” (Ebu Dâvûd, Salât, 355) Bu hadis-i şerif, hem Kur’ân’ı tertil okumanın gerekliliğini hem de çok Kur’ân okumanın önemini ifade etmektedir. “Kur’ân’ı güzel ve kolay bir şekilde okuyan kimse şerefli ve sadık yazıcı meleklerle beraberdir.” (Buharî, Tevhîd, 52)Bu kelime Kur'ân'da iki âyette geçmiştir. Yüce Allah, Furkân sûresinin 32. âyetinde, Kur'ân-ı ağır ağır okuduğunu (parça parça indirdiğini) bildirmiş ve Müzzemmil sûresinin 4. âyetinde ise Peygamberimize, dolayısıyla her mümine, "...Kur'ân'ı tertil ile oku" buyurmuştur.

10 Ağustos 2022 Çarşamba

Tercüme


Arapça "terceme" fiilinin mastarı olan "tercemetün" kelimesinin Türkçe'de kullanılan şeklidir.

Sözlükte; bir sözü söylendiği dilde açıklamak, bir sözü başka bir dilde açıklamak, bir sözü bir kimseye ulaştırmak, bir sözü başka bir dile nakletmek, bir sözün anlamını diğer bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Tercüme aslın anlamına tamamen uygun olması için açıklıkta, delâlet etmede, mücmel ve mufassal, genel ve özel, mutlak ve kayıtlı olmada, kuvvette, güzel edada, üslupta, ilim ve sanatta asıldaki ifadeye denk olması gerekir. Aksi takdirde eksik bir tercüme olur. Bu itibarla böyle bir tercüme yapmak oldukça zordur. Tercümeye, günümüz Türkçe'sinde "çeviri" denmektedir. Tercüme, harfî veya lafzî, manevî veya tefsîrî olmak üzere iki kısımdır. Harfî-lafzî tercüme, bir cümleyi kelimesi kelimesine tercüme etmektir. Yani bir dildeki ifadeyi inceleyip, aktarılacak dildeki tam karşılığını bulmak ve anlamı aynen aktarmaktır. Manevî-tefsîrî tercüme ise; aktarılan sözün aslına benzemesi gözetilmeyen, sadece asıldaki anlam ve gayeleri güzel bir şekilde aktarmaktır. Günümüzde, daha çok bu tür tercüme yapılmaktadır. Kur'ân'ın lafzî tercümesini yapmak mümkün değildir. Tercüme yapanlar tefsîrî tercüme yapmaktadırlar. Yaptıklarına "tercüme" kelimesi yerine "meâl" kavramını kullanmaktadırlar.

9 Ağustos 2022 Salı

Tecvid ne demek?


“Tecvîd”, sözlükte bir şeyi iyi, güzel ve sağlam yapmak demektir. Kıraat ilminde tecvîd, her harfi mahrecinden hakkını vererek okumaktır.

Kur’ân’ı tecvîd kurallarına uygun olarak okumak Müzzemmil suresinin 4’üncü ayeti ile “Kim Kur’ân’ı sesini güzelleştirerek okumazsa bizden değildir.” (Ebu Dâvûd, Salât, 355) anlamındaki hadis-i şerifin gereğidir.

Kur’ân’ın lafızlarını güzel okumak, Kur’ân’ın her lafzın ve her harfin hakkını vermek, kelime ve terkiplerin eda ve şivesini gözeterek okumaktır.

Kur’ân-ı Kerim Arap lisanı ile nazil olması sebebiyle okunan ayetlerden murat edilen maksadın hâsıl olabilmesi için, Arapça lafız ve harfleri doğru bir şekilde telaffuz etmek gerekir. Çünkü bir harf yanlış okunduğu zaman kastedilen mana ifade edilmiş olmaz.

Tecvidin gayesi; Kuran-ı Kerim’i tilavet ederken dilin hatadan korunması, okuyanların dünya ve ahiret sorumluluğundan kurtarılmasıdır. Çünkü tecvid; Kur’ân tilavetini, harflerin mahreç ve sıfatlarının hakkını düşürmeden, ilave ve eksiklik yapmadan ve zorluk çekmeden meleke kesbederek güzel yapmayı öğretmektir. Tecvid ilmini teorik olarak öğrenmek farz-ı kifaye; Kur’ân harflerini lazımî sıfatlarına uygun kendi mahreçlerinden düzgün ve doğru okumak farz-ı ayn; harfleri birbirleri arasındaki kurallara uyarak yani “idğam, izhar, iklab, ihfa vb…” arızî sıfatlara riayet ederek okumak ise vaciptir.

“Biz ona (peygambere) Kur’ân’ı tertil ile okuduk” (Furkan 25/32) ve “(Ey Peygamberim!) Kur’ân’ı tertil ile oku” (Müzzemmil 73/4) anlamındaki ayet-i kerimelerinden Kur’ân ayetlerinin Hz. Peygambere tertil üzere indirildiğini ashaba da aynı ölçülere uyularak öğretildiğini anlıyoruz ve Kur’ân’ın tertil üzere yani tecvid kurallarına riayet ederek okunması gerektiğini öğreniyoruz.

Tecvit ilmi; Kuran’ın lafız ve harflerini hatasız olarak, ahenk ve şivesine riayet ederek ve bütün özellikleri ile Kuran-ı Kerim’in harf ve kelimelerinin düzgün okunmasını temin etmektir.

8 Ağustos 2022 Pazartesi

Suhuf nedir?


"Sahîfe" kelimesinin çoğul olup "sayfalar" anlamına gelen "suhuf", Peygamberlerden bazılarına verilen küçük kitapçıklara, risalelere denir. Kur'ân'da Hz. İbrahim ve Hz. Musa'ya sayfalar verildiği bildirilmektedir (Necm, 53/36-37; A'lâ, 87/14, 19).

Ebû Zer'den yapılan bir rivayete göre; Hz. Adem'e, on, Hz. Şit'e elli, Hz. İdris'e otuz ve Hz. İbrahim'e on olmak üzere peygamberlere toplam yüz sayfa verilmiştir (Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, VIII, 489) (İ.K.)

6 Ağustos 2022 Cumartesi

*** 2 GÜN ORUÇLUYUZ İNŞALLAH!

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Muharrem ayına mahsus yapılacak en güzel ibadet  9. ve 10.(7 Ağustos Pazar 2022 - 8 Ağustos 2022 Pazartesi) 

ya da 10. ve 11.8 Ağustos 2022 Pazartesi-9 Ağustos Salı 2022 )günlerini oruçlu geçirmektir. Bunun dışındakiler bid’attir.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

29 Temmuz 2022 Cuma

Mekkî ve Medeni Sûre


Peygamberimiz (s.a.s) yirmi üç yıllık peygamberlik hayatının on üç yılı Mekke’de, on yılı ise Medine’de geçmiştir Tefsir İlminde üzerinde ittifak edilen kanaate göre, Peygamberimizin Medine’ye hicret etmesinden önceki on üç yıl içersinde Mekke'de indirilen surelere Mekkî sureler, Mekke toprağında indirilmiş olsa bile hicretten sonra indirilen surelere ise, Medenî sureler adı verilmiştir.
Mekke’de indirilen sureler, denilebilir ki, önemli bir eğitim öğretim programını içermektedirler. Bu dönemde, emsalsiz bir eğitimci olan Hz. Peygamber’in uyguladığı mükemmel bir eğitim öğretim programıyla inananlar, insanî kimliklerinde yüceltilmiş ve onların İslâm ile özdeşleşen mümin kişilikleri derece derece geliştirilip inşa edilmiştir. Bu dönemde en fazla ve sık olarak hak-batıl, iman-küfür, tevhid-şirk, adalet-zulüm, güzel ahlâk- kötü ahlak, yükümlülükler-sorumluluklar, sevap-ceza, cennet-cehennem konuları üzerinde durulmuş ve müminlerin Hakk’a bağlılık, gerçek iman ve İslam, tevhid bilinci, hukuka saygı, adalet, güzel ahlâk, görev ve sorumluluk bilincinin kabullenilip özümsenilmesiyle yepyeni bir toplum, İslâm toplumu ortaya çıkartılmıştır. Medine’de indirilen surelerle de sahabedeki bu insanî kimlik ve mümin kişilik, ortamın ağır şartları ve ahkâm ayetleriyle daha da pekiştirilip sarsılmaz hâle getirildi.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/40-mekki-ve-medeni-sure

28 Temmuz 2022 Perşembe

Meâl nedir?


Sözlükte "bir şeyin varacağı gaye, bir şeyi eksiltmek" demektir. Istılahta, Kur'ân âyetlerini her yönü ile aynen çevirme iddiası olmaksızın, başka bir dile aktarmak anlamında kullanılır. Kur'ân'ın kelime ve cümlelerini kelimesi kelimesine, hiçbir anlamını eksik bırakmadan başka bir dile çevirmek mümkün olmadığı için Kur'ân'ın başka dillere çevirisine meâl ismi verilmiştir. Bu kelime ile yapılan çevirilerde eksik olabilir, bu anlam, âyetin, kelimenin yaklaşık manasıdır demek istenir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/39-meal

27 Temmuz 2022 Çarşamba

Kıraat nedir?


Kur’ân-ı Kerim’i tecvîd kurallarına ve tekniğine uygun olarak okumak demektir Kur'ân-ı Kerim, üç mertebe üzere okunur: Bunlar; tahkîk, tedvir ve hadr'dır.
a) Tahkik
Sözlükte hakkını vermek, tasdik etmek ve bir şeyin hakkını artırıp eksiltmeden yerine getirme konusunda özen göstermek demektir.
Kur’ân’ı her harfin hakkını vererek, medd-i munfasılları dört elif miktarı çekecek şekilde gayet ağır bir ahenk ile okumaktır. Tahkik, hız bakımından kıratın en yavaş şeklidir. Aynı zamanda bu okuyuş tarzına, aralarında fark olsa da “tertil” de denir.
b) Tedvîr
Sözlükte bir şeyi döndürüp çevirmek ve daire şeklinde yapmak denektir. Tecvîd ilminde, Tahkik ile Hadr arasında orta süratte bir okuyuş demektir. Bu okuyuşta medd-i munfasılları iki veya üç elif miktarı çekilir.
c) Hadr
Sözlükte bir şeyi hızlıca yapmak, acele etmek anlamına gelir. Tecvîd ilminde Kur’ân’ı en hızlı tarzda okumaya denir. Bu okuyuşta medd-i tabii, medd-i munfasıl, medd-i arız ve medd-i lînler birer elif, medd-i muttasıl ve medd-i lazımlar, 2-3 elif miktarı çekecek şekilde hızlı okunur.
Asım ve Hamza ile Nafi'nin Verş kıraatleri tahkik;
İbn Amir, Kisâî ve Halef kıraatleri tedvir;
Kâlûn, İbn Kesîr, Ebu Amr, Ebu Cafer ve Yakub kıraatleri hadr tarzında okunur.
Bunların hiçbirinde bir harf veya harekenin hakkı çiğnenecek şekilde okumak caiz olamayacağı için, asıl manasıyla tertil, kıraatlerin hepsinde şarttır.
Kıraatleri böyle tahkîk, tedvir ve hadr şeklinde kısımlara ayırmaya cevaz veren ayet, Müzzemmil suresinin, "Kur'ân'dan size kolay geleni okuyun" anlamındaki 20’inci ayeti (Yazır, Müzzemmil, 73/20) ve Peygamberimiz (s.a.s)’in şu sözüdür: “Bu Kur’ân, yedi harf üzerine inmiştir. Öyle ise Kur'ân'dan size kolay geleni okuyun” (Buharî, Tevhîd, 53) Peygamberimiz (s.a.s), “Kur’ân’ı sesinizle süsleyin” (Ebu Dâvûd, Salât, 355, No: 1468) sözü ile kıraatin eda ve seda açısında güzel okunması istemektedir.
Ülkemizde okunan kıraat, kıraat imamlarından Asım kıratının Hafs rivayetidir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/37-kiraat

26 Temmuz 2022 Salı

Lahn nedir?


Kur’ân’ı hatalı olarak okumaya “lahn” denir. Sözlükte kıraatte hata etmek, başkası-nın anlayamayacağı şekilde konuşmak, irapta hata ederek konuşmak, lehçe, lügat, dil, makam, nağme, melodi, ses ve nota gibi anlamlara gelen lahn, bir kırat terimi olarak, harfleri ve kelimeleri doğru olarak okumamaktır. Buna zelletü’l-kârî de denir.
Lahn, lahn-i celî ve lahn-i hafî olmak üzere iki kısımdır. Lahn-i celî, anlamı bozacak şekilde kelimeleri yanlış okumaktır. Mesela kelimedeki “tı-ط” harfini, ”د-dal” gibi, “z-ز” harfini, “z-ذ” harfi gibi bir harfi başka bir harfin yerine okumaktır. اَلَّذِي yerine اَلَّزِي okumak lahn-i celîdir. Lahn-i hafî, anlamı bozmayacak şekilde, çekilmeyecek harfi çekmek gibi kelimenin okunuşunda yanlış yapmaktır.
Kur’ân’ı lahn ile okumak, “Kur’ân’ı tertil üzere oku” (Müzzemmil, 73/4) emrine muhalefet olur.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/38-lahn

25 Temmuz 2022 Pazartesi

Hizb ne demek?


Sözlük bölük, grup anlamına gelen hizb kelimesi terim olarak Kur'ân'ın bölümlere ayrılması demektir. Sahabe döneminden beri Kur’ân-ı Kerim'i düzenli ve devamlı okuyan Müslümanlar, günlük okunacak bölümleri, sûrelerin uzunluklarını göz önüne alarak ayırmışlar, bu ayırmaya “tahzîb” (bölümlere ayırmak), her bölüme de “hizb” demişlerdir.

İlk bölüm üç suredir: Bakara, Al-i İmran ve Nisa. İkinci bölüm beş suredir: Mâide, En‘âm, A‘râf, Enfâl, Tevbe. Üçüncü bölüm yedi sûredir: Yunus, Hûd, Yusuf, Ra‘d, İbrahim, Hıcr, Nahl. Dördüncü bölüm dokuz sûredir: “İsra, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiya, Hac, Müminûn, Nûr, Furkan. Beşinci bölüm on bir sûredir: Şuarâ, Neml, Kasas, Ankebût, Rum, Lokman, Secde, Ahzâb, Sebe’, Fâtır, Yâsîn. Altıncı bölüm 13 sûredir: Sâffât, Sâd, Zümer, Mü’min, Fussılet, Şûrâ, Zuhruf, Duhan, Câsiye, Ahkâf, Muhammed, Fetih, Hucûrât.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/36-hizb

24 Temmuz 2022 Pazar

Hatim ne demek?


Hatm ve hıtâm sözlükte “örtmek, mühürlemek, bir şeyi tamamlayıp sonuna ulaşmak” gibi mânalara gelir. Terim olarak ise Kur'ân-ı Kerim'i, Fatiha suresinden Nâs suresine kadar tamamını yüzünden veya ezbere okuyarak bitirmeye "hatim" denir.
Kur’ân’ın tamamı kaç günde okunmalı yani kaç günde bir hatim yapılmalıdır? Bu sorunun cevabını şu hadis-i şerif’te bulabiliyoruz:
Peygamberimiz (s.a.s), sahabeden Abdullah ibn Amr’a,
-“Kur’ân’ı bir ayda oku” buyurmuş, Abdullah,
-“(Ya Resûlüllah!) Daha kısa sürede okumaya gücüm yeter” demiştir.
Peygamberimiz (s.a.s) öyleyse,
-“Yirmi günde oku” buyurmuştur. Abdullah,
-“(Ya Resûlellah!) Daha kısa sürede okumaya gücüm yeter” demiştir.
Peygamberimiz (s.a.s) o zaman,
-“On günde oku” buyurmuştur. Abdullah,
-“(Ya Resûlüllah!) bundan Daha kısa sürede okumaya gücüm yeter” demiştir.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s),
-“Yedi günde oku, bundan daha kısa sürede okuma” buyurmuştur.
(Ebu Dâvûd, Salât, 325, No: 1391)

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/35-hatim

23 Temmuz 2022 Cumartesi

Cüz ne demek?


Sözlükte "parça, pay, hisse ve bölüm" demektir. Istılah'ta Kur'ân'ın otuza bölünmüş parçalarından her birine denir. Her yirmi sayfa bir cüz sayılmış, böylece Kur'ân 30 cüz'e bölünmüştür.

Kur'ân'da her cüz, ilk sayfasında cüz 1, cüz 2, diye bir şekil içine yazılarak işâretlenmiştir. Kur'ân-ı cüzlere bölmek, okuma ve ezberleme konusunda kolaylık ve takibi sağlamak amacıyla yapılmıştır.
https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/34-cuz

22 Temmuz 2022 Cuma

Cem’u’l-Kur’ân


Kur’ân’ın toplanması, mushaf hâline getirilmesi demektir. Hz. Peygamber (a.s.)’e inen ayetler; ince ve yassı taşlara, kaburga kemiklerine, derilere, kağıtlara, hurma dallarına vb. şeylere yazılıyor ve muhafaza ediliyordu. Ayetler, inmeye devam ettiği için Peygamberin sağlığında Kur’ân, mushaf haline getirilmemişti.

Hz Peygamber (a.s.)’in vefatından altı ay sonra, Yemâme savaşında bir çok hafızın şehit olması üzerine Hz. Ömer’in teşvikiyle Halife Hz. Ebu Bekir, Kur’ân-ı mushaf haline getirme kararı aldı ve bu görevi, Peygamberin Kur’ân’ı vahiy meleği Cebrail’e son okuyuşunda hazır bulunan, vahiy kâtibi ve hafız olan Zeyd ibn Sabit’e verdi. Zeyd, titiz bir çalışma ile Kur’ân’ı mushaf haline getirdi ve halifeye teslim etti. Bu mushaf, Hz. Osman zamanında yine Zeyd ibn Sabit’in başkanlığında Abdullah ibn Zübeyr, Sâid ibn As, ve Abdurrahman ibn Hâris’den oluşan bir komisyon tarafından çoğaltıldı. Yer yüzündeki bütün mushaflar, bu ilk mushafların aynıdır.
https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/33-cemul-kuran

21 Temmuz 2022 Perşembe

Âyet ne demek?


Sözlükte "açık alâmet, işâret, emâre, iz ve nişâne" demektir. Çoğulu ây ve âyât'tır. Allah'ın varlığına delâlet eden şeylere ve peygamberlerin hak olduğunu ispat eden mucizelere de âyet denir. Kur'ân'da bu kelime; aynı temel anlamları içerecek şekilde mucize (Bakara, 2/211; Mü'min, 40/78), alâmet (Bakara, 2/248), ibret (Nahl, 16/11), acâib iş (Mü'minûn, 23/50), delil (Rûm, 30/20-25; İsrâ, 17/12) ve Kur'ân âyeti (Nahl, 16/101) karşılığı olarak kullanılmıştır. 


Kur'ân, sûrelerden, sûreler de âyetlerden oluşmuştur. Âyet, sonu ve başı belli olan, uzun veya kısa, bir harf veya birkaç kelime veya cümleden oluşan Allah'ın sözlerine denir. Her âyet Kur'ân'dır. Anlamlı en kısa âyet bir kelime olan ve "yemyeşil" anlamındaki "müdhâmmetân" dır (Rahmân, 55/64). En uzun âyet ise bir sayfadır (Bakara, 2/282). Fâtiha sûresinin başındaki besmele dâhil, Kur'ân da 6236 âyet vardır. Diğer sûrelerin başlarındaki âyetler, sûreleri birbirinden ayırmak için konulmuştur, o sûreden birer âyet değildir.

Âyetlerin son kelimelerine kendisinden sonra gelen âyeti ayırdığı için "fâsıla" (çoğulu, fevâsıl) denir. Âyetlerin sûrelerdeki dizilişi vahiy ile belirlenmiştir (tevkîfî). Âyetlerin bir kısmı Mekke'de bir kısmı da Medine'de inmiştir. Manalarının anlaşılırlığı bakımından âyetler muhkem ve müteşâbih kısımlarına ayrılmakla birlikte (Âl-i İmrân, 3/7) sağlam ve güzel olma bakımından bütün âyetler, muhkem ve müteşâbihtir (Hûd, 11/1; Zümer, 39/23). İlk inen âyetler Alâk sûresinin ilk beş âyetidir. Son inen âyetler hakkında görüş birliği yoktur. Bakara sûresinin 278 ve 281, Nisâ sûresinin 176, Tevbe sûresinin 128-129, Nasr sûresinin 1-3 ve Mâide sûresinin 3. âyetlerinin son inen âyetler olduğu söylenmektedir.

20 Temmuz 2022 Çarşamba

Nâs Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. 6 âyettir. Nâs, insanlar demektir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada yüz ondördüncü ve son, iniş sırasına göre yirmi birinci sûredir. Felak sûresinden sonra, İhlâs sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Felak sûresinin Medine’de indiğini söyleyenler Nâs sûresi için de aynı şeyi söylemişlerdir (bk. Şevkânî, V, 620; İbn Âşûr, XXX, 631).

Konusu

Sûrede sinsice kötülüğe sürükleyen cinlerin ve insanların şerrinden Allah’a sığınılması öğütlenmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/114-nas-suresi

19 Temmuz 2022 Salı

Felak Suresi,Nuzülü,Konusu, Fazileti

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. 5 âyettir. Felâk, sabah aydınlığı demektir

Nuzül

Mushaftaki sıralamada yüz on üçüncü, iniş sırasına göre yirminci sûredir. Fîl sûresinden sonra, Nâs sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayetler varsa da (bk. Şevkânî, V, 615) üslûp ve içeriği bakımından Mekkî sûrelere benzediği görülür.

Konusu

Sûrede bazı kötülüklerden dolayı Allah’a sığınılması öğütlenmektedir.

Fazileti

Hz. Peygamber sahâbeden Ukbe b. Âmir’e şöyle buyurmuştur: “Görmedin mi? Bu gece benzeri asla görülmemiş âyetler indirildi: Kul eûzü bi-rabbi’l-felak ve Kul eûzü bi-rabbi’n-nâs” (Müslim, “Müsâfirîn”, 264). Resûlullah, Felak ve Nâs sûrelerinin en güzel sığınma duaları olduğunu açıklamış ve çok okunmasını tavsiye etmiştir (Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 25. Bu iki sûrenin faziletiyle ilgili diğer rivayetler için bk. İbn Kesîr, VIII, 550-553).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/113-felak-suresi

18 Temmuz 2022 Pazartesi

İhlâs Suresi,Nuzülü,Konusu,Fazileti

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 4 âyettir. İhlâs, samimi olmak, dine içtenliklebağlanmak demektir. Allah’a bu sûrede anlatıldığı şekilde inanan, tevhit inancınıtam anlamıyla benimsemiş ihlâslı bir mü’min olacağı için sûre bu adlaanılmaktadır.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada yüz on ikinci, iniş sırasına göre yirmi ikinci sûredir. Nâs sûresinden sonra, Necm sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır. Mekke’de indiğini söyleyenler Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’e gelerek “Bize rabbinin soyunu anlat” dediklerini, bunun üzerine bu sûrenin indiğini bildiren rivayetleri delil getirirler (Müsned, V, 133-134). Medine’de indiğini söyleyenler ise yahudilerle hıristiyanların Hz. Peygamber’e yönelttikleri Allah hakkındaki sorulara bir cevap olmak üzere Cebrâil’in Hz. Peygamber’e gelip “Kul hüvellahü ehad” sûresini okuduğunu bildiren rivayetleri delil göstermişlerdir (Taberî, XXX, 221-222; Râzî, XXXII, 175). Ancak sûrenin üslûp ve içeriği Mekke döneminde indiği izlenimini vermektedir.

Konusu

Sûrede Allah Teâlâ’nın bazı sıfatları veciz bir şekilde ifade edilip tevhit inancının önemine dikkat çekilmiştir.

Fazileti

Hz. Peygamber bu sûrenin önemi ve fazileti hakkında söyle buyurmuştur: “Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu sûre Kur’an’ın üçte birine denktir” (Buhârî, “Tevhîd”, 1). Yine Hz. Peygamber, sevdiği için bu sûreyi her namazda okuyan bir sahâbîye, “Onu sevmen seni cennete götürür” müjdesini vermiştir (Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 11, “Tefsîr”, 93; diğer hadisler için bk. İbn Kesîr, VIII, 539-546).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/112-ihlas-suresi

17 Temmuz 2022 Pazar

Tebbet Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir. “Tebbet”, kurusun, kahrolsun demektir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada yüz on birinci, iniş sırasına göre altıncı sûredir. Mekke döneminde Fâtiha sûresinden sonra, Tekvîr sûresinden önce inmiştir. Rivayete göre Allah Teâlâ kendisine yakınlarını uyarıp İslâm’a çağırmasını emredince (bk. Şuarâ 26/214) Hz. Peygamber Safâ tepesine çıkmış, orada bulunan Kureyş kabilesi mensuplarını yanına çağırarak onlara İslâm’ı tebliğ etmiş; ancak Resûlullah’ın amcası Ebû Leheb bu olaya kızarak, “Kuruyup yok olasıca! Bizi bunun için mi çağırdın?” demesi üzerine bu sûre inmiştir (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 111; Taberî, XXX, 217-218).

Konusu

Sûrede Hz. Peygamber’in amcası olup ona karşı düşmanca dav­ranışlar sergileyen Ebû Leheb ve karısı eleştirilmekte, onlar gibi servet ve gücüne güvenenlerin acı sonu bildirilmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/111-tebbet-suresi

16 Temmuz 2022 Cumartesi

Nasr Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. 3 âyettir. Nasr, yardım demektir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada yüz onuncu, iniş sırasına göre yüz on dördüncü sûredir. Medine döneminde Tevbe sûresinden sonra nâzil olduğu ve tam sûre olarak Kur’an’ın en son inen sûresi olduğu kabul edilmektedir (Elmalılı, IX, 6234). Sûrenin Vedâ haccı esnasında Mina’da indiği rivayet edilir (bk. Şevkânî, V, 602).

Konusu

Sûrede Allah’ın Hz. Peygamber’e nasip ettiği zafer, fetih ve fetih sonrası insanların grup grup İslâm’a girmelerinden bahsedilmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/110-nasr-suresi

15 Temmuz 2022 Cuma

Kâfirûn Suresi,Nuzülü,Konusu,Fazileti

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 6 âyettir. “Kâfirûn”, inkârcılar demektir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada yüz dokuzuncu, iniş sırasına göre on sekizinci sûredir. Mâûn sûresinden sonra, Fîl sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (bk. Şevkânî, V, 597). Tefsirlerde anlatıldığına göre Kureyşliler Hz. Peygamber’den bir sene kendi ilâhlarına tapmasını, bir sene de kendilerinin onun ilâhına tapmalarını istemişler. Hz. Peygamber de “Allah’a bir şeyi ortak koşmaktan yine O’na sığınırım!” demiş; bu defa Kureyşliler, “Bizim ilâhlarımızdan bazılarını istilâm et (öp, el sür), biz de seni tasdik edip ilâhına ibadet edelim” demişler. Bunun üzerine Kâfirûn sûresi inmiştir (Taberî, XXX, 213-214; Kurtubî, XX, 225).

Konusu

Sûrede Hz. Peygamber’in inkârcılarla şirk ve sapkınlıkta birleşemeyeceği kesin bir üslûpla ifade edilmekte ve inancın şirkten uzak tutulması istenmektedir.

Fazileti

Müfessirler bu sûrenin faziletiyle ilgili olarak Hz. Peygam­ber’in, “Kul hüvellahu ehad Kur’an’ın üçte birine denktir, Kul yâ eyyühel-kâfirûn ise dörtte birine denktir” buyurduğunu; Sahâbe’den birine, “Uyumak üzere yatağına yattığında Kul yâ eyyuhel-kâfirûn sûresini oku; bunu okursan şirk inancına sapmaktan korunursun” dediğini naklederler (İbn Kesîr, VIII, 526; Şevkânî, V, 597-598).

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/109-kafirun-suresi

14 Temmuz 2022 Perşembe

Kevser Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. Medine döneminde indiği de rivayet edilmiştir.3 âyettir. Kevser, çok hayır, bereket demektir. Cennette Hz. Peygambere mahsusbir havuzun da adıdır.

Nuzül

Mushaftaki sıraya göre yüz sekizinci, iniş sırasına göre on be­şin­ci sûredir. Âdiyât sûresinden sonra Tekâsür sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayetler de vardır (bk. İbn Âşûr, XXX, 571).

Konusu

Sûrede Hz. Peygamber’e dünya ve âhirette verilen nimetlerden bahsedilmekte, kendisine Allah’a kulluk etmesi ve kurban kesmesi emredilmektedir. Ayrıca ona düşmanlık edenler kınanmaktadır.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/108-kevser-suresi

13 Temmuz 2022 Çarşamba

Maûn Suresi,Nuzülü,Konusu

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 7 âyettir. Mâ’ûn, yardım ve zekât demektir.

Nuzül

İniş sırasına göre on yedinci, mushaftaki sıraya göre yüz yedinci sûredir. Tekâsür sûresinden sonra Kâfirûn sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 4-7. âyetlerin Medine’de münafıklar hakkında indiğine dair rivayet de vardır (bk. İbn Âşûr, XXX, 563).

Konusu

Sûrede, biri Allah’ın nimetlerini ve hesap gününü inkâr eden nankör, diğeri amellerini gösteriş için yapan riyakâr olmak üzere iki tip insan tasvir edilmektedir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/107-maun-suresi

6 Temmuz 2022 Çarşamba

AREFE GÜNÜ CUMAYA CUMARTESİ YA DA PAZARA DENK GELİRSE TEK GÜN ORUÇ TUTMAK CAİZ Mİ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Yalnızca cuma veya cumartesi veya pazar gününe has olarak, kaza veya nafile oruç tutulur mu?


Farz ve vacip oruçları, sadece cuma günü veya cumartesi günü tek gün olarak tutmak mekruh olmaz. Bu nedenle kaza borcu olanların veya adağı bulunanların, haftanın istediği günü oruçlarını tutmalarının bir sakıncası olmaz.

Ayrıca, arefe gibi mübarek günler cuma veya cumartesi gününe denk geldiği takdirde, bu günlerde oruç tutulması mekruh olmaz. Hadis-i şerifte belirtilen,

"Sizden biri âdeti olan bir orucu tutuyorsa, bir sakıncası olmaz."

ifadesinden, arefe günleri oruç tutmayı adet edinenler Cuma günü arefeye denk gelirse yalnız cuma günü oruç tutabilir manası çıkar. (Neylü'l-Evtar, IV/249; Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, III/124)

Ancak, farz ve vacip oruçları ile arefeleri alışkanlık haline getirmeyenlerin, hafta içerisinde sadece cuma ve cumartesi günü oruç tutmaları tenzihen mekruhtur. Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şerifler şöyledir:

“Cuma günü bir bayram günüdür. Bayram gününüzü oruç günü yapmayın.” (Müsned, II/303)

“Üzerinize farz olan oruç müstesna, cumartesi günü oruç tutmayınız.” (İbni Mâce, Sıyam: 38)

“Cumartesi ve pazar günleri müşriklerin bayram günleridir. Ben onlara muhalefet etmek isterim.” (Neseî, Cum’a: 1)

"Geceler arasında sadece cuma gecesini ibadete tahsis etmeyin; yine günler arasında oruç tutmak için sadece cuma gününü tahsis etmeyin. Ancak sizden biri âdeti olan bir orucu tutuyorsa bu müstesnadır." (Neylü'l-Evtar, IV/249; Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, III/124)

Bu hadis-i şerifler sadece cuma ve cumartesi günleri oruç tutmamayı tavsiye etmektedir. Ancak bugünlerde oruç tutmanın, yani sadece cuma ve cumartesi oruçlu bulunmanın mekruhluk derecesi tenzihîdir. Yani harama yakın olan mekruh değildir.

Fakat bugünlerde oruç tutmak için, bir gün öncesini veya bir gün sonrasını oruçlu geçirmekle mekruhluk ciheti ortadan kalkmış olur. Cuma günü oruçlu bulunmak isteyen kimse, ya perşembe gününden itibaren oruç tutar veya cuma ile birlikte cumartesi’ni de oruçlu geçirmesi gerekir. Yine cumartesiyi oruçlu geçirmek isteyen kişi cumayı veya pazarı o güne eklemesi lâzımdır. Bu meselede fıkıh âlimlerimizin izahı bu şekildedir.

Şayet pazar gününe tazim niyetiyle tutmuyorsa, tatil günümdür, daha rahat tutarım niyetiyle veya başka sebeple tek pazar günü oruç tutmakta bir mahzur yoktur. Ancak pazar gününü bir konuda hürmete layık görerek oruç tutmak uygun olmaz.

Sorularla İslamiyet

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR