2 Haziran 2020 Salı

Dua-Sana Sığındık Allah’ım


Allah’ım,

Bütün hamdler sanadır; sana hamd eder, senden mağfiret dileriz. Nefislerimizin aşırılıklarından, hatalarından sana sığınırız. Sen kimi hidayet ettiysen o hidayet bulmuştur. Kimi sapıttırdıysan da o sapık kalmıştır.

Şehadet ederiz ki:

Senden başka hiçbir ilah yoktur. Senin ortağın yoktur. Ve yine şehadet ederiz ki Muhammed senin kulun ve elçindir.

Allah’ım,

Muhammed’e, onun ailesine; İbrahim’e ve ailesine salat ettiğin gibi salat et.

Sen övgüye layıksın, sen yücesin. Allah’ım,

İbrahim’i ve ailesini mübarek kıldığın gibi Muhammed’i ve ailesini de mübarek kıl.

Sen övgüye layıksın, sen yücesin.

Allah’ım, bütün övgüler sanadır. Senin açtığını kapatacak, kapattığını da açacak yoktur. Verdiğini engelleyecek, vermediğini de verecek yoktur. Uzak ettiğini yaklaştırabilecek, yaklaştırdığını uzaklaştırabilecek yoktur.

Allah’ım, bereketini, rahmetini, ihsanını ve rızkını bize aç. Senden; elden çıkmaz, kaybolmaz nimetler isteriz. Korkulu günlerimizde bize güven vermeni isteriz. Verdiğinin ve vermediğinin şerrinden sana sığınırız.

Allah’ım,

İmanı bize sevdir, küfrü ve günahları da bizden uzak et. Bizi aklını kullanan kullarından yap. Bizi Müslüman olarak yaşat, öyle öldür, öyle dirilt. Bizi dertlere, fitnelere düşürmeden salihlerle beraber tut.

Âmîn. Rabbimiz,

Unutur ya da hata edersek bizi cezalandırma. Bize kaldıramayacağımız bir yük yükleme.

Bizi affet, bağışla, bize merhamet et; sen bizim mevlamızsın.

Kâfirlere ve şerlilere karşı bize yardım et. Bizimle ol, bizi seninle beraber yap. Bize zulmedenlere karşı yardımcımız ol. Zalimlerden bizim intikamımızı sen al. Senin yoluna engeller koymaya çalışan, insanlığı ezen, zayıfları kahreden, bebekleri katleden gözü dönmüşlerin şerlerinden bizi sen koru. Onlara karşı bizi yalnız bırakma. Bizi borç altında ezilmekten koru. Düşmana mağlup olmaktan koru.

Âmîn.
Ey Rabbimiz,

Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit tut. Aşırılıklarımızı, günahlarımızı bağışla.

Sen bize yetersin, sen ne güzel vekilsin. Arşın, göklerin, yerin sahibi Allah’ım!

Rahmetini umarız. Bizi bir an bile olsa kendi hâlimize bırakma. Rahmetine sığınıyoruz. İşlerimizi sana salıyoruz. Sana tevekkül ettik. Zayıflarımıza, çaresi tükenmişlerimize, unutulmuşlarımıza, hastalarımıza, dertlilerimize sen imdat eyle. Bize dünyada ve ahirette güzellikler ihsan et. Bize iman nimeti verdikten sonra kalplerimizi sapmaktan koru.

Âmîn.

Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Sen bizi mağfiret etmezsen perişan olanlardan oluruz. Rabbimiz, bizi Müslümanlar olarak yaşat ve öldür. Bizi, namazın hakkını verenlerden yap. Dualarımızı kabul buyur. Bizi, anne- babalarımızı ve bütün mü'minleri affet.

Rabbimiz, göğüslerimize genişlik ver. İşlerimizi kolaylaştır. İlmimizi artır. Şeytanın tuzaklarından bizi koru.

Rabbimiz, affet, merhamet et. Cehennem azabını bizden uzak tut.

Rabbimiz, eşlerimizden ve çocuklarımızdan bize göz aydınlığı olacak insanlar nasip et. Bize, yaşarken imanlı bir hayat, öldükten sonra da hoş bir seda bırakmayı nasip et.

Rabbimiz, bizi ve bizden önceki mü'min kardeşlerimizi mağfiret buyur. Kalbimizde mü'min kardeşlerimize karşı bir sorun bırakma. Rabbimiz, sana tevekkül ettik. Sana yaslandık. Ve sana döneceğiz sonunda. Bizi kâfirlerin eline düşürme, bizi mağfiret et. Nurumuzu tamamla. Bizi cehennem ateşinden azat et. Ölüm sancılarındayken bize yardım et. Bizi mağfiret et. Bize rahmet et.

Âmîn. Allah’ım,

Faydası olmayan ilimden, ürpermeyen kalpten, makbul olmayan amelden, kabul olmayan duadan sana sığınırız. Bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün hayırları senden isteriz. Bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün şerlerden de sana sığınırız. Biz sana iman ettik, sana sığındık, sana tevekkül ettik. Senden başka ne güç ne de yardım edecek yoktur. Senin azametinin önünde her şey sönmüştür. İzzetinin önünde her şey bitiktir. Her şey senin mülküne teslim olmuştur. Her şey senin kudretindedir. Cezandan affına sığınırız. Gazabından hoşnutluğuna koşarız. Senden sana sığınırız Allah’ım. Seni layık olduğun gibi övebilecek değiliz. Sen, kendini övdüğün gibisin.

Allah’ım, sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. Feryatların ulaşacağı makam sensin. Belaları sen uzak edersin. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.

Sen âlemlerin ilahısın, Rabbisin:

Senin de bildiğin dertlerimizi sana arz ederiz. Belalarımızı gidermeni senden isteriz. Hastalarımıza şifa vermeni senden bekleriz. Sen dünyanın da ahiretin de en merhamet edenisin, sen bize rahmet et. Sen bizi bağışla. Sen bizim hastalarımıza şifa ver. Öyle bir rahmet et bize ki senden başkasına muhtaç olmayalım.

Âmîn.
Ey Rabbimiz,

Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit tut. Aşırılıklarımızı, günahlarımızı bağışla.

Sen bize yetersin, sen ne güzel vekilsin. Allah’ım,

Bütün güzel isimlerinle sana yönelir ve senden isteriz. Bize rahmetinle muamele et. Bizi kullarına muhtaç etme. Hastalıklarımızın altında ezilmekten bizi koru. Bize hayat verdiğin sürece günahlardan da uzak tut bizi. Bizi ilgilendirmeyen işlerle ilgilenmemizden koru bizi.

Kitabınla gözlerimizi aydınlat. Kalplerimizin şifası yap onu. Onunla oturan, onunla kalkan, onunla yaşayan kullarından yap bizi. Elimizi, dilimizi, gözümüzü, kulağımızı, kalbimizi Kur'an’a teslim et.

Allah’ım, bedenlerimize afiyet ver, kulaklarımıza afiyet ver, gözlerimize afiyet ver... Onları bizden sonraya bırak.

Allah’ım, küfürden, münafıklıktan, fasıklıktan sana sığınırız, bizi koru. Kabir azabından sana sığınırız, bizi koru.

Âmîn. 


Allah’ım, 

Her şeyimiz olan dinimizi koru. Hayatımızı sürdürdüğümüz dünyamızı koru. Dönüş yerimiz olan ahiretimizi hayırlı yap. Yaşamayı bizim için hayırda yükseliş yap. Ölüm vaktimiz gelince de onu bize her beladan uzak kalma anı yap. Allah’ım, senden afiyet isteriz.

Allah’ım, senden affetmeni isteriz, sen ise çok affedicisin. Elimizi boş çevirme. Toprağımıza bereket ver, gökten yağmurunu bizden kesme, dertlerimizi kaldır, sıkıntılarımıza çareler indir. Senden başkasının gideremeyeceği belaları bizden gider. Zenginleşmenin şımarıklığından, fakirliğin zilletinden sen koru bizi. Nimetlerini alıp bizi mahvetme Allah’ım. Zorumuzu kolaylaştır. Sana güvenen ve onlara yettiğin kullarına bizi de kat. Sana olan sevgimizi artır. Şikâyetlerimiz sanadır. Yalvarışımız sanadır. Yardım istenebilecek de sensin. Senden başka güç yok, kuvvet yoktur.

Allah’ım,

Her hâlimiz için sana hamd ederiz, övgüler sanadır, şikâyetlerimiz de sanadır. Çare sensin, rahmet sensin. Çünkü sen dünyanın da ahiretin de Rahmân’ısın, Rahîm’isin. Senden başka güç ve kuvvet yoktur. Senden temiz bir hayat, çilesiz bir ölüm dileriz. Dünyada ve ahirette afiyet ver bize. Borç altında ezilmekten, insan kahrı çekmekten, hastalıktan inlemekten sana sığınırız. Nimetlerin şımarttığı kullarından olmaktan sen bizi koru. Şükretmedikleri için ellerindeki nimetleri geri aldığın kullarından olmaktan korkar ve senin rahmetine sığınırız. Sana istiğfar ederiz, affını dileriz.

Dünyada ve ahirette senden afiyet isteriz. Dünyamız için afiyet isteriz. Ahiretimiz için afiyet isteriz. Ailemiz için afiyet isteriz. Malımız için afiyet isteriz. Ayıplarımızı ört, korkularımız güvene çevir. Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan, üstümüzden bizi koru. Zeminimizin kayıp gitmesinden sana sığınırız.

Allah’ım, çirkin işlerden uzak tut bizi. Zevklerimizin peşinde ömür bitirmekten koru bizi. Bu ümmeti hayra yönlendir. Kalplerin sahibi sensin, kalbimizi dininde sabit tut. Nefislerimizin şerlerinden, şeytanın hilelerinden sana sığınırız. Bizi kapından geri çevirme, bizi affettiğin kullarınla beraber kabul et. İslam’ı ayakta tutan ve İslam’ın ayakta tuttuğu kullarından olmamızı kolay et bize.

Âmîn. 

Allah’ım, Rahmetinin ve mağfiretinin gelmesinin, günahlardan kurtulmanın, iyi olmanın, cenneti kazanıp cehennemden kurtulmanın sebepleri neler ise onları bize ver. İyi işleri yapmak ve kötü işlerden uzaklaşmak için yardım isteriz senden. Allah’ım, senin mağfiretin bizim günahlarımızdan daha büyüktür, senin rahmetine olan umudumuz da amellerimize güvenimizden daha büyüktür.

Allah’ım,

Bizi nurlandır. Kabirlerimizi nurlandır. Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan, üstümüzden, altımızdan bize nur ver. Kulağımızı, gözümüzü, derimizi, etimizi, kanımızı, kemiğimizi nurlandır. Nurumuzu artır.

Âmîn. 

Allah’ım,

Mü'minler olarak kardeşliğimizi hissetmeyi ve yaşamayı bize kolay et, aramızı ıslah et, kalplerimizi birleştir, bizi doğru yola ilet, karanlıklardan kurtar bizi. Açık ve gizli bütün çirkinliklerden uzaklaştır bizi. Kulaklarımıza, gözlerimize, kalplerimize, eşlerimize, neslimize bereket ver. Tevbelerimizi kabul buyur. Sen, tevbeleri çok kabul edensin.

Rabbimiz,

Bizi seni görür gibi sana saygılı olanlardan et. Sana itaat bize mutluluk versin. Sana karşı çıkmak bize ağır gelsin. Bizim için yazdığın kaderi bize mübarek kıl ki senin ertelediğini öne çekmek istemeyelim, acele verdiğini de ertelemek istemeyelim. Zenginliği içimizde ver bize. Kulağımız, gözümüz gibi organlarımızı bizden sonraya bırak. Bize zulmedene karşı sen yanımızda ol. Zoru kolaylaştırarak bize iyilikte bulun. Senin için zoru kolay etmek zor değildir. Dünyada da ahirette de senden kolaylık isteriz.

Ey Rabbimiz,

Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit tut. Aşırılıklarımızı, günahlarımızı bağışla.

Sen bize yetersin, sen ne güzel vekilsin.

Allah’ım, sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. Feryatların ulaşacağı makam sensin. Belaları sen uzak edersin. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. Sen âlemlerin ilahısın, Rabbisin:
Senin de bildiğin dertlerimizi sana arz ederiz. Belalarımızı gidermeni senden isteriz. Hastalarımıza şifa vermeni senden bekleriz. Sen dünyanın da ahiretin de en merhamet edenisin, sen bize rahmet et. Sen bizi bağışla. Sen bizim hastalarımıza şifa ver. Öyle bir rahmet et bize ki senden başkasına muhtaç olmayalım.

Allah’ım,

Sen gizlimizi de açığımızı da biliyorsun, mazeretlerimizi kabul buyur. Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, bizi affet. Bizi cennetlik kullarından yap. Allah’ım, senin için secde eden, rükû eden kullarından olarak kabul et bizi.

Dünyada ve ahirette senden afiyet isteriz. Dünyamız için afiyet isteriz. Ahiretimiz için afiyet isteriz. Ailemiz için afiyet isteriz. Malımız için afiyet isteriz. Ayıplarımızı ört, korkularımızı güvene çevir. Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan, üstümüzden bizi koru. Zeminimizin kayıp gitmesinden sana sığınırız.

Allah’ım, becerip de yapamadıklarımızdaki eksiklerimizi tamamlamayı bize nasip et, bizi mağfiret buyur. Kabul olmayan dualardan sana sığınırız. Ürpermeyen kalp sahabi olmaktan sen bizi koru. Bizi sabırlı kullarından yap. Kendi gözümüzde küçük ama insanların gözünde büyük olmak isteriz, onu bize nasip et. Sana teslim olduk, sana iman ettik.

Allah’ım, sana saygımızı, günahlarla aramıza girecek kadar, ibadetlerimizi de cennetine götürecek kadar, sana itimadımızı dertlerimizi gözümüzde küçültecek kadar büyüt gözümüzde.

Bize, eşlerimize, çocuklarımıza, dostlarımıza afiyetler ver. Ümmetimize afiyet ver. İnsanlığa hidayet ver, afiyet ver. Açık veya gizli bulunduğumuz her yerde bize sana karşı saygılı olmayı nasip et.

Âmîn.

Allah’ım, seni ve senin sevdiklerini sevmeyi bize kolaylaştır. Bizi kolaylıklara yönlendir, zorluklardan uzaklaştır. Her zaman bize mağfiretinle muamele et. Seni umuyor, senden umuyoruz. Açık gizli, görünür görünmez düşmanlardan bizi koru. Nefislerimizden kurtar bizi. Umut sensin, bize rahmet kapılarını aç. Sen selamsın, bize selamet ver. Bizi ve bizi yönetenleri salih kullarından kıl. Bütün güzel isimlerinle ve bize açtığın umut kapıları ile sana yalvarır, senden talep ederiz. Bizi Kur'an ile yürüyen, onunla yaşayan ve onunla ölüp dirilen kullarından yap. Kur'an’ın dünyamızın ve ahiretimizin kurtarıcısı yap. Senin rahmetini ve mağfiretini getiren ne varsa onu isteriz. Günahlardan arınmak isteriz. Bizi günahlardan arındır. Üzerimizdeki dertlerimizi kaldır. Kalplerimize huzur ver. Korkularımızı güvene çevir. Bilmediklerimizi bize öğret, öğrettiklerinle amel etmeyi, amelimizde ihlaslı olmayı bize nasip et.

Âmîn.

Allah’ım, her hâlimiz için sana hamd ederiz, övgüler sanadır, şikâyetlerimiz de sanadır.

Çare sensin, rahmet sensin. Çünkü sen dünyanın da ahiretin de Rahmân’ısın, Rahîm’isin. Senden başka güç ve kuvvet yoktur. Senden temiz bir hayat, çilesiz bir ölüm dileriz.

Dünyada ve ahirette afiyet ver bize. Borç altında ezilmekten, insan kahrı çekmekten, hastalıktan inlemekten sana sığınırız. Nimetlerin şımarttığı kullarından olmaktan sen bizi koru. Şükretmedikleri için ellerindeki nimetleri geri aldığın kullarından olmaktan korkar ve senin rahmetine sığınırız.

Sana istiğfar ederiz, affını dileriz. Bizi nefislerimizle baş başa bırakma, sana iman etmeyenlere gıpta etmekten bizi koru. Her işimizi sen ıslah et. İyi işler yapmaya, kötü işlerden uzak kalmaya bizi yakın et. Kullarına bir fitne indirmeyi murat ettiğin zaman bizi o fitneden uzak tut, kulluğunu hakkıyla yapabilme azmi ve heyecanı içinde yaşat bizi. Bizi sevdiğin ve razı olduğun kullarınla beraber yaşat. Onlarla beraber haşret.

Ey Rabbimiz,

Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit tut. Aşırılıklarımızı, günahlarımızı bağışla.

Sen bize yetersin, sen ne güzel vekilsin. Allah’ım,

Bize yardım et de seni zikretmeyi, sana şükretmeyi, kulluk yapmayı ve iyi olmayı becerelim. Sana iman ederiz. Kitabına sarılırız. Sana tevekkül ederiz. Bildiğimiz ve bilmediğimiz kötülüklerden, belalardan bizi muhafaza buyur.

Allah’ım, dertlerimizi ve ihtiyacımızı sana sunar ve senden engin rahmetinle bize yardım etmeni isteriz. Bizim zayıflığımızı ve çaresizliğimizi sen kapat. Rahmetinle bizi kuşat.

Allah’ım,

Dünyada ve ahirette senden afiyet isteriz. Dünyamız için afiyet isteriz. Ahiretimiz için afiyet isteriz. Ailemiz için afiyet isteriz. Malımız için afiyet isteriz.

Ayıplarımızı ört, korkularımızı güvene çevir.

Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan, üstümüzden bizi koru. Zeminimizin kayıp gitmesinden sana sığınırız.

Allah’ım, kimde bir nimet varsa o sendendir. Senin hiçbir ortağın yoktur. Bütün övgüler ve şükürler sanadır. Bize verdiğin rızkı sana iyi kulluk yapmak için tüketmeyi bize nasip et. Akıbetimizi hayırlı kıl. Dünya ve ahiret sıkıntılarından koru bizi. Hayat bizim için hayırlı olduğu sürece bize afiyet üzere bir hayat ver. Ölüm bizim için daha hayırlı olduğu zaman da iman ile olan güzel bir ölüm ver bize. Zengin veya fakir iken dengeli olmayı bize nasip et. Saptıran fitnelerden muhafaza et bizi. İmanı bize sevdir. Bizi imanlı, salih kullarından kıl.

Zulmetmekten, zulme uğramaktan, aşırılık yapmaktan veya bize yapılmasından, telafisi zor bir yanlış yapmaktan sana sığınırız, sen bizi koru.

Âmîn.

Allah’ım, pasiflikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, elden düşecek yaşlılıktan, kabir azabından, dayanılmaz hastalıklardan, gamdan, kederden sana sığınırız.

Nefislerimize takva indir. Doymayan nefisten, kabul olmayan duadan, ürpermeyen kalpten sana sığınırız.

Allah’ım, helalin bize yetsin de haramından uzak kalalım.

Senden başkasına muhtaç olmaktan kurtar bizi. Ateşten, kabir azabından, zenginliğin ve fakirliğin belaya dönüşmesinden sen kurtar bizi. Günahlarla aramıza doğu ile batı kadar mesafe koy. Borç yüzünden zelil olmaktan kurtar bizi. Bize peşinden küfür gelmeyen bir iman, bizi kuşatacak bir rahmet ver. Dünya ve ahiretin güzelliklerine kavuştur bizi.

Allah’ım, becerip senden isteyemediklerimizi lütfedip bize ver, becerip sığınamadıklarımızdan bizi koru. Eksiğimizi tamamla, hatamızı bağışla. Bizi sevdiklerinle beraber tut. Bize afiyetler ver. Dertlerimizi, tasalarımızı gider. Kardeşlerimizi huzura kavuştur.

Âmîn. Allah’ım,

Peygamberimiz Muhammed’e salat et, selam et, ailesine ve ashabına salat et, selam et. Bize onun şefaatini nasip et.

Ve bütün övgüler sanadır, sen her hamdin gerçek sahibisin. Âmîn Allah’ım, Âmîn Allah’ım, Âmîn Allah’ım.

1 Haziran 2020 Pazartesi

Özür sahibi kimsenin sabah namazı için aldığı abdest ne zamana kadar devam eder?


Özür sahibinin abdesti Hanefî mezhebinde tercih edilen görüşe göre namaz vaktinin çıkması ile bozulur. Buna göre sabah namazı için alınan abdest de sabah namazının vaktinin çıkması (güneşin doğması) ile bozulmuş olur. Ancak sabah namazının vakti içinde özrünün geçici olarak kesildiği bir anda abdest alır ve henüz özrü tekrar ortaya çıkmadan ve abdestini bozacak başka bir şey de meydana gelmeden güneş doğarsa, bu durumda namaz vaktinin çıkmasıyla abdesti bozulmuş olmaz.
Özür sahibi kişi güneş doğduktan sonra aldığı abdestle abdestini bozacak başka bir şey olmadığı sürece, Cuma namazı dâhil öğle vaktinin sonuna kadar dilediği namazları kılabilir. Çünkü vakit çıkmamıştır (Merğînânî, el-Hidâye, I, 223; Kâsânî, Bedâî’, I, 29).
Mâlikî mezhebine göre özür sahibinin abdesti, vaktin girmesi veya çıkması ile değil, özrün dışında abdesti bozan bir şeyin meydana gelmesi ile bozulur (İbn Rüşd, Bidâye, I, 35; Desûkî, Hâşiye, I, 114-118).
Bir kimsede bulunan özürlülük durumunun o kişiyi ileri derecede sıkıntıya sokması ve abdest almada ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakması hâlinde Mâlikî mezhebinin bu görüşü ile amel edilebilir.


31 Mayıs 2020 Pazar

Mazereti bulunmadan namazı terk edenler dinden çıkarlar mı?


"Hiçbir mazereti olmadığı halde namazı terkeden kâfir olur" mealinde bir hadis var, ama burada geçen "kâfir olur" sözü, "Allah'a şükür vazifesini terketmiş, nimetlerine şükretmemiş (küfrân-ı ni'met etmiş) olur şeklinde yorumlanmıştır. Çünkü ehl-i sünnet inancına göre iman, kalben onaylama ve kabullenmedir, bu ortadan kalkmadıkça insan kâfir olmaz; yani dinden çıkmaz.


30 Mayıs 2020 Cumartesi

Düzenli olarak üç günden az ya da on günden fazla kanaması olan bir kadının âdeti nasıl belirlenir?


Hanefî mezhebine göre üç günden az ve on günden fazla devam eden kanamalar âdet değil, özür olarak kabul edilir (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 99; İbn Nüceym, el-Bahr, I, 120). Şâfiî mezhebine göre ise âdetin asgari süresi bir gün, azami süresi on beş gündür (Şirbînî, Muğnî’l-muhtâc, I, 171).
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının verdiği bilgiye göre; nadiren de olsa kimi kadınların düzenli olarak üç günden az veya on günden fazla kanaması olabilmektedir. Düzenli olarak üç günden az ya da on günden fazla kanaması olan kadınların tıbbî muayenenin de bunu desteklemesi halinde üç günden az ve on beş güne kadar olan kanamalarını âdet olarak kabul etmeleri uygun olur.


29 Mayıs 2020 Cuma

Allah korkusu ile ağlamak

    
Soru Detayı
Bazı hadis ve sohbetlerde Allah korkusu ile ağlamanın önemi belirtiliyor. Bu ağlamak hangi manada anlatılmak isteniyor; yani gözden yaş akarak ağlamak mı yoksa kalbde meydana gelen üzüntü mü?..
Cevap
Allah korkusu ile ağlamak göz yaşı dökerek olabileceği gibi, kalbin hüzünlenmesi ile de olabilir.
İşlenen suçların ve günahların çoğunu, bunları yapan kişilerde Allah korkusunun bulunmayışına bağlarız. “Bu kimseler Allah’tan korkup Onun azabından çekinselerdi, bu işleri yapmazlardı.” deriz. Acaba Allah korkusu nasıl olmalıdır? Yalnızca dehşet ve korku üzerine kurulmuş bir disiplini, İslâm'ın hoşgörü muhtevası ve Cenab-ı Hakk'ın sonsuz rahmetiyle nasıl bağdaştırabiliriz?
Kur’ân-ı Kerim’de mü’minler şöyle anlatılır:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer. Kendilerine Onun âyetleri okunduğunda imanları artar ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler.” 1
Bu âyetten anlaşıldığı gibi, iman nurunun artmasıyla Allah korkusunun kalbde yerleşmesi arasında çok yakın bir ilgi ve irtibat vardır. Allah’ın âyetleri okundukça imanın ziyadeleşmesi ne demektir? Bu hususu merhum Elmalılı şöyle izah eder:
“İlim ve amel cihetinden gelen deliller arttıkça tahkikî iman inkişaf eder. Yakîn ve iman ziyadeleşir.”2
Tahkikî imanın da mertebeleri vardır. Bunlardan ilmelyakîn mertebesi, delillere dayanarak şüphelere karşı koyar. Taklidî, yani anne ve babadan devralınan ve derin bir araştırmaya dayanmayan bir iman, bazan tek bir şüphe karşısında bile mağlûp olabilirken, delillere dayanarak elde edilen bir iman sayısız şüphe karşısında dahi sarsılmaz.
Tahkikî imanın ikinci bir mertebesi aynelyakîndir ki, onun da kendi içinde mertebeleri mevcuttur. Allah’ın kâinatta tecellî eden güzel isimleri ve bu isimlerin mertebeleri kadar mertebesi vardır. Mü’min o tecellîleri görüp okuyabilme kabiliyeti nisbetinde sağlam ve sarsılmaz bir imana sahip olur. Bu safhanın en yüksek mertebelerinde artık kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek dereceye gelmiştir. Yani, meselâ bir çiçek üzerinde Cenab-ı Hakk'ın Halık, Musavvir, Müzeyyin, Mülevvin, Cemil, Rahim gibi isimlerini okur. Onu yaratan, sûret veren, süsleyen, renklendiren, güzelleştiren ve şefkat ve merhamet gösteren bir yaratıcısının isimlerinin tecellilerini seyreder.
Üçüncü mertebe de hakkalyakîn olarak isimlendirilir. Bu dereceye ulaşan bir kimse artık varlık âlemlerini saran perdeleri geçmiş ve şüphelerin ordular halinde hücumu karşısında dahi sarsılmayacak bir imana erişmiştir.3
Peygamberlerin ve maneviyat rehberlerinin imanı bu derinliğe sahiptir. Miracda Cenab-ı Hakk'ın cemâl ve kelâmına muhatap olan Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) ve onun izinden giderek yerde iken Arş-ı Âlâyı temâşâ edebilecek kadar ruhen terakkî eden Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin kuvvetli imanları bu mertebeye misal olarak verilebilir.
Bu umman misali imana ancak ilim yoluyla ulaşılabilir. Tabiî ki, bu ilmin, insanı imana götüren bir ilim olması şarttır. İşte her an ilimle bu iman mertebelerinde yükselenlerin, Cenab-ı Hakk'ın huzurunda imişçesine duydukları haşyet ve ürpertiyi tarif etmek mümkün müdür?
“Allah’tan ancak ilim sahipleri korkar.”4
meâlindeki âyet-i kerimede bu hakikat ifade edilmektedir. Bu hürmet ve haşyet, her mü’minde imanın derecesine göre tecellî eder.
Çünkü insan ilim vasıtasıyla Rabbini tanıdıkça Ona olan sevgisi ve saygısı artmaktadır. Zira bütün kemâl mertebelerinin üzerindeki sonsuz bir kemâl, elbette ki sonsuz bir hürmete lâyıktır. Üstün vakarıyla ve eşsiz şahsiyetiyle erişilmez bir mertebeye sahip bir maneviyat büyüğünün huzurunda nasıl içimizi sevinçle karışık bir ürperti kaplıyorsa, onun sayısız defa üstünde bir kemâlin sahibi olan Cenab-ı Hak katında nasıl bir ruh hali içine gireceğimizi düşünelim.
Allah sonsuz rahmet ve şefkat sahibi olduğu gibi, sonsuz derecede gayret ve izzet sahibidir aynı zamanda. Pekçok Kur’ân âyetinde tekrarlandığı üzere, Allah hem Rahîm’dir, hem Azîz’dir. Rahîm isminin gereği olarak bütün varlık âlemini sonsuz şefkat ve rahmetiyle kucaklarken, Azîz ismiyle de, kanunlarına isyan edenleri ve bu isyanlarıyla izzetine dokunanları cezalandırmaktadır.
Bu itibarla, Cenab-ı Hakkın huzurunda olan bir kul, bir taraftan o sonsuz rahmetin câzibesiyle kendisinden geçmiş, diğer taraftan da gazabının dehşeti karşısında kalbi titrer bir vaziyettedir. Böyle bir insanın Allah’ın emirlerine isyan edip yasaklarını çiğnemesi mümkün müdür?
Bu korku da, tıpkı sevgi gibi, insanı Allah’a götürür. Bediüzzaman’ın izah ettiği gibi,
“Halik-ı Zülcelâlinden havf etmek [korkmak], Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf [korku] bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Mâlûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sînesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır [parıltısıdır]. Demek, havfullahta [Allah korkusunda] bir azîm [büyük] lezzet vardır.” 5
Şu halde, korkunun veriliş maksadı da insanı Allah’a götürmektir. Bu bakımdan, bu duygumuzu başka yerlerde kullanıp asıl maksadından uzaklaştırırsak, büyük zararlara uğrarız. Nasıl sevgimizi yanlış yerlerde kullandığımızda, sevdiklerimizden karşılık görmemek; aksine onlar tarafından tahkir edilmek ve kalbimizdeki onca sevgiye rağmen onlardan ayrılmak gibi acılarla o sevgi bizi ıztıraplar içinde boğan bir duygu haline gelir. Aynı şekilde, korku duygusunun yanlış yerde kullanılması da, insanın hayatını zindana çevirir. Çünkü korkulmaya değmediği halde korktuğumuz varlıklar bize gayet sıkıntılı bir zillet yaşatmaktan başka hiçbir şey yapamazlar. Ne yardımcı olabilirler, ne de korkumuzu teskin edebilirler. Aksine, duygusuz bir merhametsizlikle sırtlarını çevirerek veya hücumlarını şiddetlendirerek bizleri perişan ederler.
Korku hissinin iman ve tevekkülle olan alâkası Sözler’de şöyle anlatılır:
“Tam münevverü’l-kalb bir âbidi [kalbi nurlanmış bir mü’mini] küre-i arz [dünya] bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedâniyeyi [Allah’ın kudret tecellîlerini] lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir münevverü’l-akıl denilen [aklını ilim ve düşünce ile aydınlattığı iddia edilen] kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse yerde titrer. ‘Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?’ der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terk ettiler.)” 6
Dipnotlar:

1. Enfâl Sûresi, 2.
2. Hak Dini Kur'ân Dili, 3:2367
3. Bediüzzaman Said Nursi. Emirdağ Lahikası-I, s.102, 103.
4. Fâtır Sûresi, 28
5. Sözler, s. 331
6. age.
(Mehmed Paksu, Çağın Getirdiği Sorular)

20 Nisan 2020 Pazartesi

Zikir Yapılmayan Yerler-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


Bil ki, zikir, şeriatın istisna ettiği haller dışında bütün ahvalde iyidir. Zikirlerin bablarında geleceklere bir işaret olmak üzere biz burada bir kısmını anlatacağız.
Zikrin yapılmaması gereken yerler:
Büyük-küçük abdest bozarken,
Cinsî münâsebet halinde iken,
Hatibin sesini duyan kimse için hutbe okunurken,
Namaza durulduğu zaman ancak Kur'anla meşgul olunur; Meşru olan duâlardan başkası namazlarda yapılmaz (yalnız rükû ve secdesi olmayan cenaze namazında yapılabilir),
Uyku bastırmışken zikir yapmak mekruhtur.
Yolda ve hamamda mekruh olmaz. En doğrusunu Allah bilir...

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

19 Nisan 2020 Pazar

Zikir Yeri Nasıl Olmalıdır?-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ

Zikir yapılan yerin, insanı meşgul edecek şeylerden boş olması ve temiz bulunması gerekir. Çünkü bu, anılana (Allah'a) ve zikre hürmet bakımından daha büyük saygı, ifâde eder. Bunun için, mescidlerde ve şerefli yerlerde zikir övülmüştür.
Büyük İmam Ebû Meysere'den (radıyallahü anh) nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Allahü teâlâ, ancak pâk yerde zikredilir"
Zikir yapanın ağzının da temiz olması uygundur; eğer ağzında değişiklik varsa, onu misvak (fırça) ile temizler. Bedeninde veya ağzında pis sayılan bir şey varsa, onu su ile yıkayarak giderir. Böyle bir halde zikir yapmak mekruh ise de haram değildir.
Ağzında (içki gibi) pislik varken Kur'an okumak mekruhtur. Haram olduğu hususunda iki görüş var; sahîh olanı haram olmayıştır.

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

18 Nisan 2020 Cumartesi

Zikir Yapanın Takınacağı Tavır-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ

Zikir yapanın en mükemmel vasıfları takınması gerekir: Bir yerde oturuyorsa, kıbleye yönelir. Başını eğerek sükûnet ve vakarla, huzur ve huşu ile oturur. Eğer bu hallere riayet etmeyerek zikir yapılırsa caizdir ve bunu yapan hakkında bir kerahet olmaz. Fakat özürsüz olarak böyle bir davranışla en faziletli hal terk edilmiş olur. Bu hususta kerahet olmadığına delil, Allahü teâlâ hazretlerinin şu âyetidir:
"Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişip durmasında, akıl sahibleri için (Allah'ın kudret ve azametine delâlet eden büyük nişanlar ve) alâmetler vardır. Ayakta iken, otururken, yatarlarken Allah'ı zikredenler ve göklerle yerin yaratılışı üzerinde düşünenler.. .”[Âl-i İmrân: 190]
8- Hazreti Aişe (radıyallahü anha) şöyle demiştir:
"Ben hayız halde iken, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem kucağıma yaslanıp Kur'an okurdu."[Buhârî. MüslimBir rivâyette de:
“Ben hayız iken, Peygamberin başı kucağımda idi." şeklindedir.[Buhârî.]
Yine Hazreti Aişe'den (radıyallahü anha) şöyle dediği nakledilmiştir:
“Ben divan üzerine yaslanırken (yatarken) hizbimi [Hizb, insanın kendisine lüzumlu kıldığı ve hergün yaptığı virdlere denir. İster Kur'ân olsun, ister başkası olsun.(adet edindiğim ezkârımı) okurum."

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

17 Nisan 2020 Cuma

Abdestsiz Zikir Yapılması-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


Âlimler, abdestsiz, cünüb, hayız ve nifas halinde olanların hem dil ile, hem de kalb ile zikir yapmalarının cevazında ittifak etmişlerdir. Bu zikirler de, tesbîh (sübhânellah), tehlîl (lâilâhe illallah), tahmîd (Elhamdü lillâh), tekbîr (Allahü Ekber), Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e salât (Allahümme Salli Alâ Muhammed), Duâlar ve bunların benzerleridir. Ancak Kur'an okumak, cünüb olanlara, hayiz ve nifas halinde bulunan kadınlara haramdır. Bunlar, isterse az veya çok okusun, isterse âyetin bir kısmını okusunlar, hüküm aynıdır. Bu kimselerin, telâffuz etmeksizin Kur'ân'i kalbden geçirmeleri caiz olduğu gibi, mushafa bakmak caizdir.
İmamlarımız şöyle demişlerdir.: Musibet ve felâket anlarında, cünüb ve hayız olanların
"Biz, Allah'dan geldik ve O'na döneceğiz."[Bakara,156demeleri ve vasıtaya binme zamanında:
"Bu vasıtayı bizim hizmetimize veren, noksanlıklardan münezzehtir; biz buna güç yetirenler değiliz."[Zuhruf: 13. ve duâ yerinde:
Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru,"[Bakara: 201.demeleri caizdir; bu okuyuşlarla Kur'anı kasdetmedikleri takdirde... Yine cünüb ve hayız olanlar, Kur'anı kasdetmedikleri zaman, "Bismillah" ve "Elhamdü lillah" diyebilirler; zikri kasdetseler de, hiç bir kasıdları olmasa da eşittir, Kur'ân'ı kasdetmedikçe günahkâr olmazlar. Okunuşu neshedilen (kaldırılan) âyeti okumaları caizdir. Meselâ:
“Eşşeyhu veş-şeyhatü izâ zeneyâ fercümûhümâ”
Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina yaparsa, onları recmediniz." gibi...
Bunlar, Kur'anı kasdetmiyerek bir insana:
“Huzi'lkitâbe bi-kuvvetin"
Kitabı kuvvetle al."[Meryem: 12. ]
Yahud:
"Udhulûhâ bi-selâmin âminin''
Girin oraya selâmet ve güven içinde olarak."[Hicr: 46.demeleri haram olmaz.
Cünüb ve hayız olanlar, su bulamadıkları zaman teyemmüm ederler ve böylece Kur'an okumaları caiz olur. Bu teyemmümden sonra abdesti bozan hal olursa, onların kur'an okumaları haram olmaz. Nitekim gusül yaptıktan sonra abdesti bozulan kimsenin Kur'an okuyabilmesi de böyledir. (Ancak bu durumlarda Kur'ana yapışılmaz. Kur'ana tutmak için taharet (abdestli) üzere bulunmak şarttır.) sonra, ister yolculuk halinde ve ister ikâmet halinde olsun, suyun yokluğundan dolayı teyemmüm olmasında bir fark yoktur; teyemmümden sonra (cünüb ve hayız) Kur'an okuyabilir, teyemmüm arkasından abdesti bozulsa bile...
İmamlarımızdan biri demiştir ki, (Cünüb veya hayız) eğer ikâmet halinde ise (seferi durumda değilse), bu teyemmümle namaz kılar ve ancak onunla namazda kur'an okuyabilir; namaz dışında Kur'an okuması caiz değildir. Fakat bunun doğrusu, yukarda söylediğimiz gibi her iki halde de Kur'an okumanın caiz olmasıdır; çünkü teyemmüm gusül yerindedir.
Eğer cünüb olan kimse teyemmüm etse ve sonra su görse, o suyu kullanması (onunla gusletmesi) gerekir. Çünkü gusletmedikçe ona Kur'an okuma haram olduğu gibi, cünub olana haram olan her şey buna da haram olur.
Eğer bu kimse teyemmüm edip namaz kılsa ve Kur'an okusa, sonra abdestsizlikten yahud başka bir farzdan dolayı yahud bunlardan başka bir iş için teyemmüm etse, Kur'an okumak ona haram olmaz.
Sahîh ve muhtar olan mezheb budur; fakat bir kısım âlimlerimizin burada ayrı bir görüşü vardır ki, o da Kur'an okumasının haram oluşudur. Bu görüş zayıftır. Ancak bir cünüb su bulamadığı gibi, teyemmüm edecek toprak cinsi bulamazsa, bulunduğu hal üzere, vakte hürmet için namaz kılar; fakat namaz dışında Kur'an okumak ona haram olur, namaz içinde de, Fatiha sûresinden ziyade okuması da haramdır.
Bu durumda olan kimsenin Fatiha okumasının haram olup olmadığı hususunda iki görüş vardır. Bu iki görüşten sahîh olanı Fatiha sûresinin okunması haram değil, vacibdir. İkinci görüşe göre, Fatiha'yı okumak haramdır; ancak Kur'an okuyamayan bir kimsenin söyleyebildiği zikirler yapılır.
Konumla ilgili olduğu için bu fıkıh meselelerini burada özet olarak anlattım; yoksa fıkıh kitablarında delillere dayalı daha bir çok tamamlayıcı bilgiler vardır, en iyisini Allah bilir.

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

16 Nisan 2020 Perşembe

Çok Zikredenler Kimlerdir?-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


Allahü teâlâ hazretleri şöyle buyurmuştur:
"Bütün müslim erkekler ve müslim kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, ibâdete devamlı erkekler ve kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevâzi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı zikreden erkekler ve kadınlar... (işte) Allah bunlara büyük bir mağfiret ve mükafat hazırlamıştır."[Ahzab,35]
6Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Müferridûn (her hallerinde Allah'ı zikredenler), öne geçmişlerdir."
Sahabîler dediler ki, müferridûn kimlerdir? ya Resûlallah? Resûlüllah:
“Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlardır." buyurdu.[Müslim,Zikir ve Dua,2676]
Bil ki, yukarda geçen Ahzab sûresinin 35. ayeti kerimesinin anlamı üzerinde, bu kitab sahibinin önemle durması gerekir. Bunun manasının tefsirinde ihtilâfa düşülmüştür. İmam Ebu'l-Hasen, İbni Abbas'dan (radıyallahü anhüma) rivâyetinde der ki, Allah'ı zikirden murad, namazlar sonunda, sabah ve akşam, yataklarda, uykudan her uyarımca, evden sabah çıkıp akşam dönüşte Allah'ı zikredenlerdir.
Mücahid de şöyle demiştir: Bir kimse, ayakta iken, otururken ve yatarken Allah'ı anmadıkça "Allah'ı çok zikreden erkeklerden ve kadınlardan" olmaz.
Atâ' demiştir ki, beş vakit namazların haklarını gözeterek onları kılan kimse, "Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar" hükmüne girer.
7- Ebû Said El-Hudrî (radıyallahü anh) hadîsinde, Resûlüllah sallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu varid olmuştur:
"Bir adam, geceleyin hanımını uyandırıp da beraber iki rekât namaz kılsalar (yahud herbiri iki rekât namaz kılsa şeklinde ravinin şekki vardır), Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar arasına yazılırlar." Bu, meşhur bir hadîstir.”[Ebu Davud,Salat,1309;Nesai,Sünen-i Kübra,1310,11406;İ.Mace,İkametü's-Salat,1335]
Büyük İmam Ebû Amr ibni's-Salah'dan (Allah ona rahmet etsin) soruldu ki, Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlardan olmanın miktarı nedir? Dedi ki:
"Peygamberden sabit olan zikirleri, sabah-akşam, gece-gündüz, değişik durumlarda ve bütün vakitlerde devam etmektir. Bu zikirler de, hadîs kitablarının özel bölümlerinde "Gece ve gündüz yapılacak zikir ve duâlar" başlıkları altında toplanmıştır. Bunlara devam edenler, "Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar" dan olurlar; En doğrusunu Allah bilir.

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

15 Nisan 2020 Çarşamba

Kalb ve Dil İle Zikir Etmek-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


Zikir, hem kalb ve hem de dil ile olur. Zikrin en faziletlisi, her ikisiyle birlikte yapılanıdır. Kalb ve dilden birisiyle yapıldığı takdirde, kalb ile yapılan zikir, yalnız dil ile yapılandan daha faziletlidir. Sonra riya olur zannından korkarak kalb ve dil ile birlikte zikri terk etmek uygun düşmez. Doğrusu zikirle Allah rızasını gözeterek onu hem dil ve hem de kalb ile birlikte yapmaktır. Biz, Allah kendisine rahmet etsin, kitabın başlarından Fudayl'dan anlattık ki, "insanlar için (görürler diye) ameli terk etmek riyâdır."

Eğer kişi, insanların kendisini murakabe etmesine bir kapı açarsa ve onların batıl zanlarının gelişinden kaçınırsa, o takdirde hayır kapılarının çoğunu kendisine kapamış ve dinin önemli işlerinden büyük bir kısmım aleyhine olarak kaybetmiş olur. Ariflerin yolu bu değildir.

5- Hazreti Aişe'den (radıyallahü anha) rivâyet edildiğine göre demiştir:

"Namazdaki (yahud duâdaki okuyuşunda) sesini yükseltme ve onda gizli de (okuyuş yapma, ikisi ortası olsun)." (İsrâ: 110) ayeti kerimesi, Duâ hakkında nazil olmuştur.[Buhari,Daavat,4723;Müslim,Salat,47;Muvatta,1/218]


http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

14 Nisan 2020 Salı

Zikir Halkasında Oturmak-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


Bil ki, zikir müstehab olduğu gibi, zikir ehlinin halkasında oturmak da müstehabdir. Bu husustaki deliller birbirini takviye etmektedir. Bu deliller, inşa-Allah yeri geldikçe gösterilecektir. Buna dair, İbni Ömer'in (radıyallahü anhüma) naklettiği şu hadîs kâfi gelir:
2 - Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Cennet bahçelerine uğradığınız zaman, otlayın (nasibinizi alın)" Ashâb sordu: Yâ Resûlüllah, cennet bahçeleri nedir? Hazreti Peygamber buyurdu:
"(Onlar) zikir halkalarıdır; çünkü Allah'ın gezip dolaşan melekleri vardır, onlar zikir halkalarını ararlar. Bu zikir halkalarına geldikleri zaman, onları kuşatırlar.’’ -Tirmizi,Daavat,3509-
3Muâviye'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Ashâbından halka (çember) bir cemaat karşısında durup şöyle dedi:
"Niçin oturuyorsunuz?" Ashâb: Oturduk Allah'ı zikrediyoruz, bizi İslâm'a ilettiğinden ve İslâm'la bize ihsan buyurduğundan O'na hamd ediyoruz, dediler. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
“Ancak bu iş için oturduğunuza Allah'a yemin eder misiniz? Dikkat edin, ben sizi suçlamak için size yemin verdirmiyorum; fakat Cibrîl bana gelip haber verdi ki, Allahü teâlâ sizin yaptığınız bu işle meleklere karşı övünüyor,"[Müslim,Zikir ve Dua,2701]
4- Ebû Said El-Hudrî ve Ebû Hureyre (radıyallahü anhüma) rivâyet edildiğine göre her ikisi Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğuna şahid olmuşlardır:
"Allah'ı zikretmek için oturan bir toplumu muhakkak ki, melekler çevreler ve rahmet onları kaplar; üzerlerine huzur iner ve Allahü teâlâ bunları, kendi katında olanlara (meleklere) anlatıp över."Müslim,Zikir ve Dua,2700;Tirmizi,3587

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

13 Nisan 2020 Pazartesi

Faziletli Olan Amelleri İşlemek -EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


Bil ki, kendisine faziletli amellerden herhangi bir şey tebliğ edildiği zaman, o şeyin ehli olmak için, bir defa dahi olsa onunla insanın amel etmesi uygundur. Mutlak surette onu terk etmesi uygun değil; ondan mümkün olanı yapmak gereklidir. Çünkü sıhhatında ittifak olan Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) şu hadîsi vardır.

"Size bir şey emrettiğim zaman, gücünüz yettiği kadar o şeyden yapın."Buhârî, itisam,7288; Müslim,Hac,1337]

12 Nisan 2020 Pazar

Vakıflara zekat verilir mi?


‘Vakıf’ olarak adlandırdığımız kurumlar, kökü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz zamanına dayanan uygulamalardır. Vakıfçılık, vakıf kurmak Müslümanların onurla söz edebileceği ve insanlığa öğrettiği büyük hizmet türlerindendir. Vakfın aslı şudur: Bir Müslüman, bir araziyi veya para getirecek, mal getirecek, kazanç getirecek bir yeri Allah’a tapular, menfaatini kullara verir. Yani der ki; mesela, yetim çocuklar filan hanın, filan dükkânın geliriyle ebedi bakılacaklar. Bir şartname hazırlar, senet hazırlar. Veya der ki: Bu dükkânı, bu binayı, bu hanı Allah için vakfettim. Bunun geliriyle kanser hastaları tedavi edilecek. Der ki: Bu vakıfla ben, filanca vakfettiğim bu eserle yeryüzünde zulüm gören Müslümanlara destek verilmesini vakfediyorum. Kıyamete kadar bu vakfiye geçerlidir; ne için vakfettiyse… Şüphesiz, hayır olan işte vakıf yapılır. Dolayısıyla aslında vakıf, Müslümanların hazır parayı Allah için harcamasına verilen isimdir. Maalesef bizim zamanımızda birtakım yasal nedenlerden veya bir teamül oluşmasından dolayı Müslümanlar bir araya gelmek için adına ‘vakıf’ dedikleri bir oluşum ortaya çıkarmışlardır. Bu vakıflar, Müslümanların yardımları ve destekleriyle amaç edindikleri gayeleri gerçekleştirmeye çalışırlar. Zordaki mü’minlere borç vermek için vakıf olabilir. İslamiyet’i tebliğ etmek için uzak kıtalarda, yeni insanların Müslüman olmasını sağlamak için çalışan bir vakıf olabilir. Herhangi bir şekilde Müslümanlığa, insanlığa, hatta ve hatta hayvanlara, tabiata hizmet maksadıyla bir vakıf kurulabilir. Ve buna Müslümanların destek olması çok önemli bir görevdir. Vakıf, Müslümanlara ait bir iştir, Müslümanlar bunu kıyamete kadar onurlu bir şekilde taşımalıdırlar. Ancak, zekât kurumsal bir ibadet değildir. Zekât, bireysel ibadettir. Ne demek bireysel? Yani zekât, Müslüman şahıs üzerinde harcanır. Mesela, cami yaptırılamaz zekât parasıyla. Mesela zekât parasıyla okul, Kur’an kursu yaptırılamaz. Ama Kur’an kursundaki talebenin kendisine zekât verilir, verilmesi gerekir. Fakirler için yapılacak bir, mesela çadırlara veya sığınaklara zekât harcanmaz; fakirin kişisel hakkıdır bu. Zekât, fakirin eline verilmeli. O, elinde dilediği gibi harcadığı bir para veya mal haline gelmelidir. Vakıflara ortak bütçe oluşturulduğunda, yapılan yardımlar ortak bir isimle bir havuzda toplandığında, yapılan hayır/sadaka çeşitleriyle zekât aynı havuza konursa harcanırken sıkıntı çıkar. Vakıf bunu, gayrimenkul yapımında da kullanabilir, fakire verirken de kullanabilir. Bunun için vakıfları, zekâtı kullanabilecek vakıflar, diye seçmek lazım. Müslümanların kurduğu vakıflarda da bir fıkıh danışmanı muhakkak bulunmalıdır. Bu fıkıh danışmanına, şurdan gelen şu para buraya kullanılabilir mi, diye sorulmalıdır. Vakıf, büyük bir mesuliyet. Zekat da bir mesuliyet. Sadaka ayrı bir mesuliyet. Bu mesuliyetler, vakıf yöneticilerinin kıyamet günü sıkıntı çekmesine neden olabilir. Kaş yaparken göz çıkarmak denebilir buna.

11 Nisan 2020 Cumartesi

Şeytan nasıl kafir oldu?

    
Soru Detayı
- Secde emrini yerine getirmediği için kafir olduysa peki Allah'ın emrini yerine getirmeyen Müslümanlar da var onu nasıl açıklarsınız?
Cevap
- Genel olarak insanların işlediği günahların iki temel dürtüsü ve sebebi vardır. Bunlardan biri nefsin arzu ve isteklerinden; diğeri ise gurur ve kibirden kaynaklanır.
Maksadı, Allah’a karşı isyan etmek olmadığı halde, nefsinin isteklerine boyun eğerek isyan eden kimsenin işlediği günahlar küfür sayılmaz.
Fakat kibir ve gururundan ötürü Allah’a karşı isyan bayrağını açan kimsenin bu isyanı küfür sayılır.
Örneğin, Hz. Âdem’in ağaçtan yemesi bir suçtur. Fakat bu suçun saiki nefsin arzu ve istekleri olduğu için onun bu hatası küfür sayılmamıştır.
Buna mukabil, şeytanın Âdem’e secde etmemesi, nefsin haz alacağı bir lezzetten değil, doğrudan kibir ve gururdan kaynaklanan bir isyan olduğu için küfür sayılmıştır.
“O vakit meleklere: 'Âdem'e secde edin!' dedik. İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. İblis bunu yapmadı, kibrine-gururuna yediremedi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara, 2/34)
mealindeki ayetten de bunu anlamak mümkündür.
İlave bilgi için tıklayınız:

10 Nisan 2020 Cuma

Her kim abdestli olarak sabahtan Mühr-ü şerife baksa... rivayeti sahih mi?

    
Soru Detayı
- Bu rivayetlerin kaynağı ve sıhhati nedir?
- Sahihse orijinal Arabça metinlerini de ekleyebilir misiniz?
- "Bu Mühr-ü şerifin faydalarından biri, her kim abdestli olarak sabahtan Mühr-ü şerife baksa akşama kadar, ayın evvelinde baksa ayın sonuna kadar, yılın evvelinde baksa yılsonuna kadar, yola çıkarken baksa gittiği yerden dönünceye kadar geçen zamanlar, kendisi için hayırlı ve mübarek olur. Mühr-ü şerife baktığı sene içinde ölürse, imân ile âhirete göçer.” (Tirmizi)
- “Kim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin nübüvvet mührünü yazıp Ramazan ayının yarısı gelince onun suyu ile iftar ederse Hakk’a yürüyeceği zaman can acısını görmez.” (Tirmizi)
Cevap
- Tirmizi’de Hz. Peygamber (asm)'in hateminden / mühründen söz edildiği yerlerde her iki sorudaki bilgilere de rastlayamadık. (bk. Tirmizi, Sünen, h.no: 3643, 3644; Tirmizi, Şemail, h.no: 15, 680)
- Hz. Peygamber (asm)'in Şam’a giden ticaret kervanıyla birlikte olduğu yolculukta meşhur Rahib Bahîra’nın onu ahir zaman peygamberi olarak tanıması olayında nübüvvet mühründen de söz edilmiştir. (bk. Acluni, 1/58-60)
- Merkezu’l-Fetva adlı ilim heyeti, bir soru üzerine ilgili kıssayı ve Mührün varlığını doğrularken, halk arasında dolaşan “Kim  bu mühre bakarsa veya yazarsa şöyle olur, böyle olur...” gibi bazı sözlerin doğruluğunu gösteren hiçbir delilin bulunmadığını ve mana itibariyle de bu ifadelerin İslam’ın ruhuna aykırı olduğunu bildirmişler. (bk. Merkezu’l-Fetva, Rakam: 60440)
- Bu bilginin kaynağı -kuvvetli ihtimalle- Yahudiler gibi bazı din düşmanları tarafından uydurulmuştur.
Nitekim, yıllar önce “Türbedar Şeyh Ahmed” masalı da böyle halk arasında rağbet görmüştü. Bir Arap sitesinde “matbu bir kağıdın ortada dolaştığından söz eden" bir soruya özetle şu cevap verilmiştir. “Bu bilgiler zayıf, batıl ve uydurmadır.” (bk. Şebeketu Yes’eluneke)

9 Nisan 2020 Perşembe

Resmi görevli bir imam ayağında sargı varsa bunun üzerine mesh ederek cemaate imamlık yapabilir mi?


Hanefî Mezhebi'ne göre, imam olmanın şartlarından biri de “özürlü olmamaktır." Fakat bu “özürlü”den maksat, idrarını tutamayan, yellenmesini engelleyemeyen, sık sık burun kanaması olan kimse demektir. (V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 2/179)

Soruda söz konusu edilen özür hali, fıkıh kaynaklarındaki bir terim olan “özürlü” olmak anlamına gelmez. Bu sebeple, teyemmüm etmiş veya bir uzvunda sargı bulunan kimsenin abdesti sahih olduğuna göre arkasında namaz kılınabilir ve o da imamlık yapabilir. (bk. el-İhtiyar, 1/60)

İlave bilgi için tıklayınız:

Özür sahibi kişi imamlık yapabilir mi?

https://sorularlaislamiyet.com/resmi-gorevli-bir-imam-ayaginda-sargi-varsa-bunun-uzerine-mesh-ederek-cemaate-imamlik-yapabilir-mi-0

8 Nisan 2020 Çarşamba

Özür sahibi bir kimse cemaate namaz kıldırabilir mi?


Abdest bakımından özür sahibi olan kişi, kendisi gibi özür sahibi olanlara imam olarak namaz kıldırabilir. Fakat bu kişi özrü olmayanlara imam olamaz. Çünkü imamın durumu cemaatin durumundan aşağı olmamalıdır (Merğînânî, el-Hidâye, I, 374,375; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 11 vd.). Şâfiîlere göre ise herhangi bir özrü olmayan kişiler, özür sahibi olan kimseye uyabilirler (Şirbînî, Muğnî’l-muhtâc, I, 367).

6 Nisan 2020 Pazartesi

Özür hâli ne demektir ve özür sahibi kimse ne zaman abdest alır?


Fıkıhta özür kavramının en çok kullanıldığı konuların başında, sürekli devam eden abdest bozucu hâller gelir. Sürekli burun kanaması, idrarını tutamama, sürekli kusma, yellenme, yaranın sürekli kanaması ve akması, kadınların istihaze durumları gibi abdesti bozan ve süreklilik taşıyan bedenî rahatsızlıklara özür, böyle kimselere de özür sahibi denir (Kâsânî, Bedâî’, I, 28, 29; Merğînânî, el-Hidâye, I, 217-219; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 504).
Bir kimsenin ibadet konusunda özür sahibi sayılabilmesi için özrünün, bir namaz vakti içinde abdest alıp namaz kılacak kadar bile kesilmemesi ve her namaz vaktinde en az bir defa tekrarlaması gerekir. Özür hâli, sebebin tam bir namaz vakti süresince kesilmesiyle ortadan kalkar (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 504-505).
Özür sahibi kimse Hanefî mezhebine göre her namaz vakti için abdest alır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) özür sahibi bir kadına böyle yapmasını bildirmiştir (Buhârî, Vudû’, 63). Özür sahibi, özür hâlinin abdesti bozmadığını varsayarak o vakit içinde aldığı abdestle, onu bozan yeni bir durum meydana gelmedikçe, dilediği kadar farz, vacip, sünnet, kaza namazı, cuma ve bayram namazı kılabilir, Kâbe’yi tavaf edebilir, Mushaf’ı tutabilir (Merğînânî, el-Hidâye, I, 219-220). Ancak özür sahibinin abdesti namaz vaktinin çıkmasıyla bozulur. Dolayısıyla yeni namaz vaktinde tekrar abdest alması gerekir.

https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/68/ozur-hali-ne-demektir-ve-ozur-sahibi-kimse-ne-zaman-abdest-alir-
Özür sahibi kimsenin abdesti özür hâli dışında abdesti bozan diğer şeylerle bozulur (Kâsânî, Bedâî’, I, 28). Mesela idrarını tutamayan ve bu sebeple özür sahibi sayılan kimsenin, burnunun kanamasıyla veya yellenmesiyle abdesti bozulur.
İmam Şâfiî’ye göre özür sahibi kimsenin bir namaz vakti içinde kılacağı her farz namaz için ayrı ayrı abdest alması gerekir. Zira onun abdesti kıldığı namaz bitince son bulmuş olur. Bu abdest ile dilediği kadar nafile namaz kılabilir (Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 175).
Mâlikî mezhebine göre özür sahibinin abdesti, vaktin girmesi veya çıkması ile değil, özrün dışında abdesti bozan bir şeyin meydana gelmesi ile bozulur (İbn Rüşd, Bidâye, I, 35; Desûkî, Hâşiye, I, 114-118).
Bir kimsede bulunan özürlülük durumunun o kişiyi ileri derecede sıkıntıya sokması ve abdest almada ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakması hâlinde Mâlikî mezhebinin bu görüşü ile amel edilebilir.

5 Nisan 2020 Pazar

“Allah’ın zaman ve mekândan münezzeh olması” ne anlama gelir?


Allah’ın zaman ve mekândan münezzeh oluşu, O’nun hiçbir şekilde zaman ve mekânla ilişkilendirilmemesi demektir. Zira zaman ve mekân mahlûk yani yaratılmıştır. Allah ise yaratıcıdır. Dolayısıyla O yaratılmışlara has özelliklerden münezzeh yani uzaktır. Biraz daha açarak ifade etmek gerekirse, “mekân” varlık ve nesnelerin bulunduğu yerdir. Söz gelimi bir meyve ağaçta, ağaç bahçede, bahçe bir bölgede, bölge dünyada, dünyamız güneş sisteminde, güneş sistemi galakside, galaksiler uzayda bulunmaktadır. Bunların hepsi mahlûk, yani yaratılmış bir şeydir. Zamana gelince bu, varlıklardaki hareketliliğin birimsel olarak ifade edilmesi olup varlıktan ayrı bir şey değildir. Sonuçta bu da mahlûk yani yaratılmış bir şeydir. Allah ise her şeyi var eden, yaratandır (En’âm, 6/102). “O gökleri ve yeri yaratandır…” (Fâtır, 45/1) O hâlde Allah, her çeşit zaman ve mekân kayıtlarından uzaktır.

4 Nisan 2020 Cumartesi

“Allah” ismi yerine “Tanrı” kelimesini kullanmak caiz midir?


“Tanrı” kelimesi, Arapça “ilah” kelimesinin karşılığıdır. “İlah” daha çok, Allah’tan başka ibadete layık görülen varlıklar için kullanılır. “Allah” kelimesi onun bizzat kendisini ifade eden özel ismidir. Bu bakımdan, kelâm âlimlerine göre “Allah” kelimesi, Cenab-ı Hakk’ın yüce zatına ve bütün kemal sıfatlarına delalet eden özel ismidir. Hiçbir dilde bu kelimenin ifade ettiği özel manayı kapsayacak bir kelime bulunmamaktadır. Öte yandan “Allah” kelimesi bütün Müslümanlar için tevhid inancını temsil eden ortak bir bağ niteliğindedir. Bu sebeple Müslümanların, ibadet ettikleri tek yaratıcılarını “Allah” diye anmaları daha doğru olur. Dolayısıyla “Allah” bu adla veya “esmâ-i hüsnâ” adı verilen 99 isminden biriyle anılmalıdır. Bununla birlikte, dinimizin bildirdiği mutlak kemal sahibi, noksanlardan münezzeh olan yüce Allah’ı “Tanrı” diye anmak da İslam inancına aykırı olmaz.

3 Nisan 2020 Cuma

Camiler için kullanılan “Allah’ın evleri” ifadesi Allah’a bir mekân isnat etme anlamı taşır mı?


“Allah’ın evi” terkibinin Arapça karşılığı “Beytullah” olup Kâbe hakkında kullanılan bir ifadedir. “Beyt”ten maksat, Kâbe’dir. “İbrahim ve İsmail’e; ‘Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun’ diye emretmiştik.” (Bakara, 2/125) ayetinde de ev kelimesi Allah’ın zatına izafe edilmiştir.
Kâbe’ye Beytullah (Allah’ın evi) denilmesi, Allah’a ibadet etmek için yeryüzünde yapılan ilk mâbed olması, insanların hidayeti ve putperestliğin yıkılıp tevhid inancının yerleşmesi için gönderilmiş olan Hanif dininin sembolü ve bütün müslümanların namazlarında yöneldikleri yer olması gibi sebeplere dayanır. Allah, “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke’deki (Kâbe) dir.” (Âl-i İmran, 3/96) buyurarak onun şerefini yüceltmiştir.
Allah için ibadete mahsus olan tüm camiler ve mescitler için de “Allah’ın evi” terkibi kullanılır. Nitekim bir hadis-i şerifte; “Yeryüzünde Allah’ın evleri; mescitlerdir. Oraya gelene Allah Teâlâ ikramda bulunur.” buyurulmaktadır (Taberani, Mu‘cemü’l-Kebir, X, 10346).
Bu itibarla “Allah’ın evi” tabirinden Allah için ibadet edilen yer anlaşılmalı, asla Allah’a isnat edilen bir mekân anlaşılmamalıdır. Çünkü Allah (c.c.) zaman ve mekândan münezzehtir. Yani zaman ve mekânla ilişkilendirilemez. O, bir mekânda olan değil, bütün mekânları kuşatmış olandır. Zaman ve mekân mahlûk/yaratılmıştır. Allah ise yaratıcıdır. Dolayısıyla O, yaratılmışlara has özelliklerden münezzehtir, yani uzaktır.

2 Nisan 2020 Perşembe

Meleklerin varlığı nasıl ispat edilir?


Melekler, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerin ilgi alanı dışında kalan fizik ötesi varlıklardır. Onların gözle ve diğer duyu organlarıyla algılanamaz varlıklar oluşu, inkâr edilmelerine gerekçe olamaz. Pozitif bilimlerin ilgi alanı dışında kalan ve duyu organlarıyla algılanamayan nice varlıkların mevcudiyetine inanıldığı bir gerçektir. Esasen insan aklı meleklerin varlığını reddetmez, bunu mümkün görür.
Bu konuda, kesin bilgi veren, anlamı açık çok sayıda âyet ve hadis bulunmaktadır. Bunlar meleklerin varlığı konusunda müminlerde hiçbir şüphe bırakmaz. Meleklerin varlığı ile ilgili bazı deliller şöyle sıralanabilir:
a) Bütün peygamberler getirdikleri mesajda meleklerin varlığından söz etmişlerdir; bütün ilahî dinlerde melek inancı vardır.
b) Allah’ın kelamı olduğunda hiçbir şüphe olmayan Kur’an-ı Kerim’de meleklerin varlığına ve özelliklerine ilişkin onlarca âyet bulunmaktadır. (Bkz. Bakara 2/30-34; Hicr 15/28-29; Hûd 11/69-70; Zâriyât 51/24-28; Necm 53/5; Tahrîm 66/6; Fâtır 35/1)
c) Hayatı boyunca hiçbir zaman yalan söylememiş olan Hz. Peygamber pek çok hadisinde meleklerden, onların özelliklerinden ve kimi zaman onları gördüğünden bahsetmiştir. (Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 168; Müslim, Zühd, 60)
d) Yüce Yaratıcı’nın makro ve mikro âlemde yarattığı varlıklardaki eşsiz güzellik ve mükemmelliği görüp değerlendiren ve bu suretle Allah’ı tesbih ederek yücelten özel varlıkların bulunması aklın kabul edeceği bir husustur.

1 Nisan 2020 Çarşamba

Çocuklara Allah’ın isimleri verilebilir mi?


Bir anne-babanın çocuğuna karşı görevlerinden birisi de ona güzel isim vermektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), bir hadisinde insanların kıyamet günü isimleri ile çağrılacağını belirterek “Çocuklarınıza güzel isim koyunuz.” (Ebû Davud, Edeb, 69) buyurmuştur.
Çocuklara Allah’ın isimlerini vermeye gelince, hemen belirtmek gerekir ki Allah’a has isimler aynı lafızla çocuklara verilmemelidir. Şayet çocuklara Allah’ı hatırlatacak isimler verilecekse başına “kul” anlamına gelen “abd” kelimesi eklenerek “Abdullah” (Allah’ın kulu), “Abdurrahman”(Rahman’ın kulu), “Abdurrahim”(Rahim’in kulu), “Abdülkâdir”(Kâdir’in kulu) gibi isimler verilmelidir.
Allah Teala’nın “esma-i hüsna”sından “Kerim, Latif, Rauf…” gibi isimler ise Allah’ın dışında kulların da vasıflandığı müşterek isimler olduğundan Allah’a has olmayan bu isimler çocuklara ad olarak verilebilir. (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 598)