16 Kasım 2017 Perşembe

Hz. Peygamber’in (sas) Bıraktığı Mesajlar ve Bunların Evrenselliği


Ders Notları:

Hz. Peygamber’in Bıraktığı Mesajlar
Allah’ın Kitabı
Resul’ün Sünneti
Mekteb’in Talebeleri

Bu Mesajların Evrenselliği

Nedir Evrensellik: Yerelliğin zıttıdır. Yerel, belli bir yere, belli bir sosyal çevreye, belli bir kültürel zemine, belli bir ekonomik sisteme ve belli bir siyasal özelliklere ait olan demektir.

Evrensel ise; belli bir zamanda ve belli bir zeminde ortaya çıkmış olsa bile, yerelliğe mahkûm olmadan, bütün bir insanlığa hitap eden ve bu özelliğini de her daim muhafaza eden demektir.

“Evrensel” kelimesi eskiden Türkçede cihanşümul, âlemşümul kelimeleriyle karşılanmaktaydı. Bu kelime, evrenle ilgili, bütün insanlığı ilgilendiren, dünya ölçüsünde, dünya çapında anlamlarına gelmektedir. Malumunuz, İngilizce de bu kelimenin karşılığı üniversal’dir. Yine Global kelimesi ile de ilintilenmektedir.

“Evrensellik” eski bir kavram olsa da “küresellik” kelimesi sözlüklere son yıllarda girmiştir. Son dönemlerde küresel ifadesi daha yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Ama biz özellikle Evrensel ifadesini tercih ettik, onu kullanacağız.

Müslümanları tanıtmak için yapılan bazı tanımlamalar:

Geleneksel İslam
Modern İslam
Kur’an İslamı
Rivayet İslamı
Uydurulmuş İslam
İndirilmiş İslam
Doğu İslamı
Batı İslamı
Türk İslamı
Arap İslamı
İran İslamı
Sünni İslam
Şii İslam
Köy İslamı
Şehir İslamı
Tasavvuf İslamı
Selefi İslamı
Radikal İslam
Ilımlı İslam
Siyasal İslam
Kültürel İslam
Emevi İslamı
Osmanlı İslamı

Hz. Peygamber (sas) tarihin belli bir döneminde, belli muhataplara, belli bir coğrafyada ve bazı belli hadiseler üzerine konuştu.

O’nun (sas) getirdiği her vahiy ve vahyin yorumu ve yaşaması noktasında söylediği, yaptığı, sukut ettiği her işi evrenseldir.

Eğer Kur’anımız; ‘Elhamdulillahi Rabbil Âlemin’ diye başlamış ve ‘Mine’l Cinneti ve’n-Nas’ diye bitmişse; bu dinin tebliğcisi olan Efendimiz (sas):“Ya Eyyühe’n-Nas! Ey İnsanlar” diyerek Veda Haccında tabir caiz ise eğer sözlerinin perdesini kapatmışsa, bu dinin insanlığın tamamına hitap ettiğinin ve sonuna kadarda edeceğinin en büyük delili ve ispatıdır.

İslam Dini’ni evrensel yapan birçok özellik vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1) İslam bütün insanlığa gönderilen son dindir.
2) İslam aklı ve ilmi öncelleyen ve önemseyen bir dindir.
3) İslam hem dünyaya hem de ahirete yönelik mesajları ile denge kuran bir dindir.
4) İslam zorluğu değil kolaylığı, nefreti değil sevgiyi, savaşı değil barışı esas alan bir dindir.
5) İslam her türlü aşırıcılığı dışlayan, ifrat ve tefriti asla kabul etmeyen ve itidal üzere hareket eden bir dindir.

EVRENSELLİĞİN ŞARTLARI


1. Kaynağının İlahî Olması
2. Kaynağının Sağlam Olması
3. Tebliğcisinin Her Türlü Sıkıntıdan Beri Olması
4. Tebliğcisinin Hayatının Bütün Safhalarının Tespit Edilmesinin Mümkün Olması
5. Tebliğe Konu Olan Mesajların, Herkese Hitap Ediyor Olması
6. Tebliğe Konu Olan Mesajların, İnsanların Bütün İhtiyaçlarını Karşılayacak Nitelikte Olması
7. Tebliğe Konu Olan Mesajların, Tüm Muhataplarca Anlaşılır ve Kabul Edilebilir Olması

Kur’an-ı Kerim’deki emirleri biz şöyle bir tasnifata tabi tutarsak, beş ana başlıkta bunları toparlayabiliriz:

1) Çalışmak
2) Adil olmak
3) Doğru olmak
4) Ahde vefalı olmak
5) Emanete riayet etmek

1) Çalışmak

“İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. Onun çalışması yakında görülecektir. Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir.”
(Necm, 53/39-41)

“Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek asla yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvud (as) elinin emeğini yerdi.”
(Buhârî, Büyü,15; İbn Mâce, Ticâret,1)

2) Adil olmak

“Ey iman edenler! Allah için adaletle şahitlik ediniz. Kendinizin, ana, babanızın ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa, (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayınız.) Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Onun için nefsinizin hevasına uyup da adaletsizlik etmeyiniz. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğip bükerseniz veya doğruyu söylemezseniz, muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
(Nisa, 4/135)

“Vallahi! Hırsızlık yapan kızım Fatıma dahi olsa, ona had uygular, elini keserim.”

3) Doğru olmak


“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab, 33/70-71)

Ebû Mûsâ -radıyallahu anh-: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Müslümanların en fazîletlisi kimdir?” diye sormuştu. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse.” cevabını verdiler.
(Buhârî, Îmân, 4, 5, Rikâk 26; Müslim, Îmân 64, 65)

4) Ahde vefalı olmak


“…Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.”
(İsra, 17/34)

“Kıyamet günü, ahdine vefâ göstermeyen kimselerin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefâsızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir.”(Müslim, Cihâd, 15)

5) Emanete riayet etmek

“Mü’minler, emanetlerini ve verdikleri sözü yerine getirirler.” (Mü’minun, 23/8)

Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“Emâneti olmayanın îmânı da yoktur.” buyurmuşlardır. (Ahmed, III, 135)

Yasaklara gelince, onları da beş ana başlık altında toparlarsak şunları söyleyebiliriz:
1. Allah’a ortak koşmak
2. Anne ve babaya asi olmak
3. Haksız yere cana kıymak
4. Rüşvet almak
5. Dedikodu ve gıybet etmek

1- Allah’a ortak koşmak

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.” (Nisa, 4/116)

“Size kebair günahlarının en büyüğünü söyleyeyim mi?

-Evet Ya Resulullah dediler buyurdu ki:

-Allah’a ortak koşmak, ana-baba hakkına riayet etmemek, yalan söz ve yalancı şahitlik. Sonuncusunu o kadar tekrarladı ki keşke sussa dedik!”
(Buhari, Müslim)

2- Anne ve babaya asi olmak


“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘of’ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et’ diyerek dua et.”(İsra, 17/23-24)

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün!

Sahabeler: ‘Ya Rasulallah! Kimin?’ dediler.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Ana babasına, ikisinden birine yahut her ikisine birden ihtiyarlık zamanlarına yetişip de cennete giremeyen kimsenin.”
(Müslim 2551/9, Buhari Edebü’l-Müfred 2)

3- Haksız yere cana kıymak

“Kim bir insana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.” (Maide, 5/32)

“Her günahın Allah (cc) tarafından affı beklenebilir. Ancak kâfir olarak ölen ile bir müslümanı haksız yere öldüren kimseler hariç… (tevbe etmedikleri takdirde)” (Hâkim)

4- Rüşvet almak

“Mallarınızı batıl sebepler ile yemeyin. Bile bile insanların mallarından bir kısmını günah bir biçimde yemeniz için onları hâkimlerin önüne atmayın.” (Bakara, 2/188)

“Allah’ın laneti rüşvet alan ve rüşvet verene olsun!” (İbn Mace, 2313)

5- Dedikodu ve gıybet etmek

“Biriniz diğerinin arkasından çekiştirmesin/gıybet etmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.” (Hucurat, 49/12)

“Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet gününde insanların önünde rezil eder.” (Taberâni)

Tevhid, Adalet ve Şura…

Halifelerin Seçimi meselesi…


Muhammed Emin Yıldırım

15 Kasım 2017 Çarşamba

Sözlerimi Duyan, Duymayanlara Ulaştırsın!

Nebevî Miras derslerinin bu haftaki konusu, Hz. Peygamber’in (sas) hadislerini Sahâbe’ye öğretme metotları ile alakalı idi. Muhterem Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, Veda Haccı’nda, Efendimiz’in (sas) bir sözünden hareketle belirlediği; “Sözlerimi duyan, duymayanlara ulaştırsın.” serlevhasının altında, bu konunun ne kadar önemli olduğunu çeşitli örneklerle anlattı. En son bizlere yüklenen vazife ise, gerçekten çok önemli idi. Mevla hepimize bu yolda yardım eylesin, bizleri öğrenen ve öğretenlerden kılsın.

Dersten Cümleler

Asr-ı Saadet dediğimiz o güzel dünyayı doğru tanımak gibi bir sorumluluğumuz var…

Bugün Asr-ı Saadet dünyasını anlama çabalarında arızalı yaklaşımlar:

1. Kendi dünyamızdan bakarak, onların dünyasını tanımaya çalışıyoruz.
2. Beşer olduklarını unutarak, beşer üstü varlıklar gibi algılayıp, kavramaya çalışıyoruz.
3. Sıradan insanlar olarak görerek, vahye şahit olma, peygambere yoldaş olma gibi çok ayrıcalıklı bir hususiyeti, gözden kaçırarak değerlendirmeye çalışıyoruz.
4. Tabi ve doğal olarak değil, hayal ve hisleri ön planda tutarak anlamaya çalışıyoruz.
5. Ön yargısız bir şekilde okuyup, Kur’an’ın hakemliğinde yapılanlar üzerinde tefekkür ederek, o birikime yaklaşacağımız yerde, sadece aktarmaya çalışıyoruz.

Bugün hangi Müslümanın evine gitseniz en az 3-5 tane Mushaf var değil mi? Hicri birinci asrın sonlarına doğru o günkü koca İslam coğrafyasında toplasanız 20 tane kâmilen Mushaf bulamazsınız.

Hicretin 7. veya 8. yılında Efendimiz (sas) bir mektup yazdırıyor Yemame reislerine, adamlar günlerce bir tane okuma-yazma bilen adam arıyorlar, o mektubu okutmak için, aylar sonra ancak buluyorlar da öylece okutuyorlar.

İnsanın yiyeceği en güzel rızık, alnın teri ile kazandığıdır.

Veda Hutbelerinin evrensel mesajları: İnsana onur kazandıran en önemli şeyin kulluk olduğu gerçeği, insan onurunu zedeleyen şeyin ise asabiyet olduğu…

Asıl şeref, Allah’a (cc) kul olmaktır.

“Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvadadır.”

Canın, malın, namusun mukaddes olduğunu vurgulaması, kadınların haklarının gözetilmesi gerektiğini, haksız kazancın önlenmesini, kan davalarının sonlandırılmasını, suçun şahsiliğini ve daha neler, neleri duyurmuştu…

Efendimiz (sas): “Ey İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?” Ashabı kiram hep birden: ‘Şahadet ederiz ki, Allah’ın dinini tebliğ ettin, görevini hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun’ dediler. Resulûllah (sas) mübarek şehadet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemaat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa: ‘Şahid ol Ya Rab! Şahid ol Ya Rab! Şahid ol Ya Rab!’ buyurdu.”

“Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.”


Hz. Peygamber (sas) kendisinden hadis nakledilmesini ve yazılmasını yasakladı mı?
Hadis yazmayı yasaklayan en meşhur hadis, Ebû Said el-Hudrî tarafından rivayet edilmiştir. Bu hadisinde Hazreti Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Benden (bir şey) yazmayınız. Kim benden Kur’ân’dan başka bir şey yazdı ise onu imha etsin. Benden rivayet ediniz, bir beis yoktur. Kim benim üzerime kasden yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Müslim, Sahih, IV. 2298)

Ebû Said el-Hudrî’den rivayet edilen bir haberden öğrenildiğine göre, bir sahabi hadis yazmak için Hz.Peygamber’den izin istemiş, fakat o, bu izni vermekten çekinmiştir.” (el-Hatib, Takyidu’l-İlm, s. 32)

Ebû Hureyre’nin (ra) şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Bir gün biz hadis yazıyorken Resûlullah (sas) yanımıza geldi ve: ‘Bu yazdıklarınız nedir?’ diye sordu. Biz de: ‘Sizden işitmiş olduğumuz hadislerdir.’ dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber: ‘Allah’ın kitabı haricinde kitap mı (istiyorsunuz) ? Bilir misiniz? Sizden önceki milletler, ancak Allah Teâlâ’nın kitabına rağmen yazmış oldukları kitaplardan dolayı sapmışlardır’ dedi. (el-Hatib, Takyidu’l-İlm, s.34)

Yazıya müsaade ettiği rivayetlere gelince, bu konuda da üç rivayet aktarayım.

Abdullah b. Amr (ra) “Resulullah’dan (sas) duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyşliler beni bundan nehyetti ve: “Resulullah (sas) kızgınlık ve sükûnet hallerinde konuşan bir insan iken sen ondan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?” dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim Daha sonra bu durumu Resulullah’a söylediğimde: “Yaz! Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, (ağzını işaret ederek) buradan haktan başka bir şey çıkmaz.” buyurdu.” (Ebû Davud, İlim, 3)

Buhari’de, Ebû Hüreyre’den (ra) şöyle bir rivayette bulunmuştur. “Resûlullah’ın ashabı içerisinde Abdullah b. Amr b. As hariç benden daha fazla hadis bilen hiç kimse yoktu. Çünkü O duyduğu hadisleri yazardı ben ise yazmazdım.” (Buhari, İlim, 9)

Ensar’dan birisi Resulullah’a (sas) gelerek: “Ya Resulullah! Ben senden bir söz işitirim, hoşuma gider. Lakin belleyemem.” Resulullah (sas) eliyle işaret ederek: “Sağ elinden yardım al yani yaz!” buyurdu. (el-Hatib, Takyidul-İlm, 65-66)

Bu konuda çok önemli bir delil de Resulullah’ın bizzat yazdırdığı ve şu an elimizde olan 6 tane diplomatik mektubudur.

Hz. Peygamber (sas) kendi hadislerini Sahabe’ye nasıl bir yöntemle öğretiyordu?

Sözlerinin iyice anlaşılmasını sağlardı.
Sözlerinin doğru bir şekilde kavranılmasına özen gösterirdi.
Sözlerinin ezberlenebilmesi için tekrar ederdi.
Sözlerinin hafızalara kayıt edilmesine teşvik ederdi.
Sözlerinin müzakere edilerek iyice kavranmasını isterdi.
Sözlerinin başkalarına ulaştırılmasını özellikle isterdi.

Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in konuşması, herkesin anlayacağı şekilde açık seçikti.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 18)

Hz. Âişe “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sizin yaptığınız gibi çabuk çabuk konuşarak sözlerini arka arkaya dizmezdi; tane tane konuşur, muhatabının iyice anlamasını sağlardı.” demektedir. (Buhârî, Menâkıb, 23)

Berâ b. Âzib 71 (690) veya 72 (691) yılında seksen küsur yaşlarında iken Kûfe’de vefat etti.

Berâ b. Âzib’in (ra) rivayet ettiği hadislerin toplamı 305 tanedir.

“Ey Bera! Gece yatacağın zaman güzelce abdestini al, sağ tarafına yat ve şu duayı oku!” Efendimiz (sas) sözlerine şöyle devam etmişti: “Ya Rabbi! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana yönelttim. İşlerimi sana havale ettim. Sırtımı sana dayadım. Sana muhabbetimden ve senden korkumdan dolayı Sana sığınırım. Senden gayri sığınılacak başka bir yer yoktur. Ancak sen varsın. Ya Rabbi! Senin indirdiğin kitaba inandım. Gönderdiğin Nebi’ye iman ettim.”

Hz. Peygamber (sas) sözlerini şöyle bitirdi: “Ey Bera! Eğer bu sözleri söyler ve o gece ölürsen, İslam dini üzere (mümin olarak) ölürsün. Senin bundan sonra uyumadan önce son sözlerin bunlar olsun.” (Buhari, Vudû, 75; Müslim, Zikir, 56)

Enes radıyallahu anh’in belirttiğine göre: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sözünün iyi anlaşılması için konuşmasını üç defa tekrarlardı. Bir topluluğun yanına varıp onları selâmlayacağı zaman üç defa selâm verirdi.” (Buhârî, İlim, 30, İsti’zân, 13; Tirmizî, İsti’zân, 28)

“Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına onu ulaştıranın yüzünü ak etsin.” (Tirmizi, İlim,7)

“Allah, benim sözümü işitip, onu iyice anladıktan sonra, başkalarına tebliğ edenin yüzünü ak etsin.” (İbn Mace, Mukaddime, 18)

“Benden bir söz işitip, onu tebliğ etmek için (başkalarına ulaştırmak için) ezberleyen kişinin Allah yüzünü ak etsin. Zira kendisine ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/96)

Zeyd b. Sabit rivayet ediyor: “Kendisine ilim ulaştırılan öyleleri vardır ki bizzat işitenden daha iyi anlarlar. Kimi fıkıh taşıyıcıları vardır ki, kendileri fakih değildirler. Kimi fakihler de kendilerinden daha fakih olanlara o ilmi taşırlar. Allah şu kulun yüzünü ak etsin ki dediğimi işitir, onu anlar ve sonra onu başkalarına duyurur. Zira nice ilim taşıyıcıları vardır ki o ilmi tam olarak anlamaktan yoksundur. Nice ilim taşıyıcısı da kendisinden daha iyi anlayacak olana o ilmi taşır. Üç haslet vardır ki bunlar oldukça mümin kalbi kin ve husumet taşımaz. Ameli Allah rızası için ihlaslı yapmak, Müslüman idarecilere hayırhah olmak ve Müslümanların cemaatine devam etmek… Çünkü Müslümanların duaları ona katılanların hepsini kuşatır.” (İbn Mace, Sünen, 1/ 84, 85)

Berâ b. Âzib: “Bizler her zaman gece-gündüz Resulullah (sas) ile beraber olamıyor, O’ndan bizzat hadisler dinleyemiyorduk. Çünkü her birimizin dünyalık işleri ve meşguliyetleri vardı. Kimimiz tarla ve bahçelerde, kimimiz develerin veya davarlarının peşinde idi. Ama kim o anlara şahit oluyorsa hemen bize o hadiseyi ve o hadisi aktarıyor, biz de onları hafızalarımıza kayıt ediyorduk. Unutmamak için ve iyice anlamak için de bol bol müzakere ediyorduk.” (Marifetü’l-U’lumu’l-Hadis, s.14)

Enes b. Mâlik de şöyle diyor: “Bizler, Resulullah’ın yanında bulunur, ondan hadisler dinler; O’nun yanından ayrıldıktan sonra da o hadisleri kendi aramızda ezberleyinceye kadar müzakere ederdik.” (el-Cami’u li-Ahlaki’-r-Ravi ve Adabi’s-Sami, s. 12)

“Bir kimseye bildiği ilimden sorulur da, o da ilmini gizler, cevap vermezse kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulur.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 14/5)

Ebû Hüreyre: “Bir ilim öğrenip de, onu anlatmayanın misali, Allah’ın kendisine mal verdiği kişi gibidir ki, o bu malı stoklar ama ondan başkalarına hiç infak etmez.” (el-Cami’u li Ahlaki’r-Ravi, s. 71)

Ebû Said el-Hudrî: “Merhaba, ey Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bize vasiyet ettiği gençler! Resûlullah bizlere, meclislerimizde size yer açmamızı ve hadisleri size öğretmemizi emrederdi. Çünkü siz bizim halefimizsiniz ve bizden sonraki Ehl-i Hadis siz olacaksınız.”(Beyhakî, Şu‘abü’l-İmân, II, 275)

Abdurrahman b. Ebzâ (ra) “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gün hitâb ederek Müslümanlardan bir taifeyi övdü. Sonra şöyle buyurdu: “Bazı kimselere ne oluyor da komşularına fıkıh öğretmiyor, ilim öğretmiyor, vaaz etmiyor, iyiyi emretmiyor ve onları kötülükten alıkoymuyorlar? Diğer bazı kimselere de ne oluyor ki, komşularından ne fıkıh, ne de ilim öğreniyorlar. Onlardan öğüt de almıyorlar. Vallahi insanlar, ya komşularına öğretecekler, onlara öğüt verip iyiyi emredecekler, kötüden de alıkoyacaklar, diğer insanlar da komşularından fıkıh öğrenecek ve öğüt alacaklar, ya da ben onları hemen cezalandıracağım!” (Taberânî, Mü’cemü’l-Kebir; Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 1/165)

“İsrâiloğullarından inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bunun sebebi söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıydı.” (Mâide 5/78)

M.Emin Yıldırım

12 Kasım 2017 Pazar

Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-4-

31. En Tehlikeli Kap

"İnsan, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Şayet çok yemek gerekirse, midenin üçte biri yemeğe, üçte biri içeceğe, üçte biri de nefes alıp vermeye ayrılmalıdır."

(Tirmizî, Zühd 47; İbni Mâce, Et’ime 50.)

32. "Rasûlullah Efendimizin vefatına kadar, sofrasından bir ekmek kırıntısı bile artmamıştır."

(İbn Sa’d, et-Tabakât, 1, 401; Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, 358.)

33. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anh anlatıyor;

"Rasûllullah (s.a.s) ile ailesinin, arka arkaya birkaç gece, akşam yemeği yemeden aç yattıkları olurdu. Onlar çoğunlukla arpa ekmeği yerlerdi."


(Tirmizî, Zühd 38; İbni Mâce, Et’ime 49.)
.
34. Sirke Ne Güzel Katıktır

Hz. Câbir’in babası Abdullah İbni Amr İbni Haram, Uhud Gazvesi’nde şehid düşmüştü. Câbir de yedi veya dokuz kız kardeşini geçindirmek zorunda kalmıştı. Bu sebeple Fahr-i Âlem Efendimiz onu hem sever hem de her fırsatta kendisine yardım ederdi. Bir gün Allah’ın Sevgili Elçisi, Câbir’in evine uğradı, onu dışarı çağırdı sonra da elinden tutarak hanımlarından birinin evine gitti ve yiyecek bir şey istedi. Hizmetçi önlerine hurma yapraklarından yapılmış bir sofra örtüsü serdi. Sonra üç parça ekmek getirdi. Efendimiz ekmeğin birini kendi önüne, diğerini Câbir ‘in önüne koydu. Üçüncüsünü de aralarında taksim etti. Ardından da:

“Ekmekle yiyeceğimiz bir katık yok mu?” diye sordu. Evde sadece biraz sirke olduğunu söylediler. O zaman Efendimiz aleyhisselâm:

“Getirin onu, sirke ne güzel katıktır!” buyurdu.

Câbir ibni Abdullah hazretleri bu olayı anlattıktan sonra şöyle demiştir:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Sirke ne güzel katıktır” buyurduğunu duyduğum günden beri sirkeyi severim.


(Müslim Eşribe 166.)
.
35. Ben Kral Değilim

Bir gün Fahr-i Âlem Efendimiz’in huzuruna bir adam geldi, onun heybetinden ve kendisine duyduğu derin saygıdan dolayı korkup titremeye başladı. Sevgili Efendimiz bu zatın korkusunu şu sözlerle yatıştırdı:

“Rahat ol! Çünkü ben kral değilim! Ben Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.”

(İbni Mâce, Etime 30.)
.
36. Peygamber Ailesi Ne Sıkıntılar Çekti

Numan İbni Beşir radıyallahu anhüma anlatıyor:

“Sizler dilediğiniz kadar yiyip içmiyor musunuz? Ben Peygamberiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in karnını doyuracak bir kuru hurma bile bulamadığı zamanları gördüm.”

(Müslim Zühd 34.)
.
37. Hz. Âişe yeğeni Urve bin Zübeyr’e şöyle anlatır:

“Sevgili yeğenim! Allah’a yemin ederim ki, biz bir hilali sonra diğerini, daha sonra bir başka hilali (yani iki ayda üç hilali) görürdük de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evlerinde yemek pişirmek için ateş yakılmazdı.” Bunu duyunca Urve dedi ki:

“Peki teyzeciğim! O halde ne ile geçinirdiniz?” diye sordum. Teyzem şu cevabı verdi:

“Hurma ve su ile. Ancak şu var ki, Fahr-i Kainat Efendimiz’in sağmal hayvanları bulunan Medineli komşuları vardı. Onlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e süt gönderir, o da bu sütü bize verirdi.


(Buhârî, Hibe 1.)
.
38. Kabak yemeğini Çok Severdi

Enes ibni Malik radıyallahu anh anlatıyor:

“Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem kabak yemeğini pek severdi. Bir gün ona içinde kabak da bulunan bir yemek ikram edilmiş veya bir yemeğe davet edilmişti. Onun kabağı sevdiğini bildiğim için tabaktaki kabakları seçip onun önüne koydum.”

(Ahmed İbni Hanbel, Müsned 3.)
.
39. Yemeğimizi Çoğatıyoruz

Ashab-ı Kiram’dan Câbir İbni Târık el-Ahmesi radıyallahu anh anlatıyor:

Bir gün Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’i evinde ziyarete gittiğim sırada önündeki kabağı ince ince doğradığını gördüm. Bunun üzerine:

“Ya Rasûlallah! Kabağı niçin böyle ince ince doğruyorsunuz?” diye sordum. O da:

“Kabağı böyle doğramak suretiyle yemeğimizi çoğaltıyoruz.” buyurdu.


(Tirmizî Etime 42; İbni Mâce Etime 26.)
.
40. Eşim Muhammed, babam Harun, Amcam da Musa'dır

Safiyye validemiz çok ibadet eden, cömert ve yumuşak huylu bir hanımdı. Bir gün Hz. Aişe ile Hz. Hafsa onun Yahudi asıllı olmasından söz ederek:

“Biz Rasûl-i Ekrem ile aynı soydan geliyoruz “ diye küçümsediler. O da buna üzüldü ve üzüntüsünü Peygamberler Sultanına anlattı. Allah’ın elçisi onu şöyle teselli etti:

“Sen de onlara benden nasıl üstün olabilirsiniz? Benim eşim Muhammed, babam Harun, Amcam da Musa’dır deseydin ya!”


(Tirmizî, Menâkıb 63.)

http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz

11 Kasım 2017 Cumartesi

Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-3-

21. Peygamberimizin Mührü

Enes ibni Mâlik radıyallahu anh anlatıyor:

‘‘Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yabancı hükümdarları İslam’a davet etmek üzere onlara mektup göndermek istediği zaman, sahabilerden biri Peygamber aleyhisselama yabancı hükümdarların mühürsüz mektuplara itimat etmediklerini söyledi. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi bir yüzük mühür yaptırdı.’’

Enes ibni Mâlik sözlerine şöyle devam etti:

‘‘O yüzük mührün Rasûlullah Efendimizin mübarek parmağında nasıl parladığı hala gözümün önündedir.’’

Enes ibni Mâlik anlatıyor:

‘‘Rasûlullah sallalahu aleyhi ve sellem yüzük mühründe (üç satır halinde ) Muhammed Rasûlullah yazılıydı. Birinci satıra Muhammed, ikinci satıra Rasûl, üçüncü satıra da Allah kelimesi kazınmıştı.’’

(Buhârî, Libas 50; Müslim, Libas 56.)
.
22. Peygamberimizin Yüzüğü

Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: Rasûl-i Ekrem (s.a.s) yüzüğü sağ eline takardı.

(Ebû Davûd, Hatem 5.)

23. Abdullah ibni Ömer radıyallahu anh anlatıyor:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir altın yüzük yaptırdı ve sağ eline taktı. Bunu gören sahabiler de aynı şekilde birer altın yüzük edindiler. Onların bu halini gören Fahr-i Âlem sallallahu aleyhi ve sellem, parmağındaki bu yüzüğü çıkarıp attı ve: “Bundan sonra hiçbir zaman altın yüzük takmayacağım” buyurdu. Bunun üzerine sahabiler de parmaklarındaki yüzükleri çıkarıp attı.

(Buhâri, Libâs 45, 50, 53; Müslim Libâs 53.)

24. Ashâb-ı kirâmdan Berâ bin Âzib radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendilerine yedi şeyi yapmayı emrettiğini, buna karşılık yedi şeyi yasakladığını söylediği hadis-i şerifte yasaklanan şeylerin başında altın yüzüğü saymaktadır.

(Buhâri, Cenâiz 2.)

25. Hz. Peygamber’in Zırhı

Ashab-ı kiramdan Zübeyr ibni Avvam radıyallahu anh anlatıyor:

Uhud Savaşı’ nın yapıldığı gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde iki zırh vardı. Bir kayanın üzerine çıkmak istedi, fakat üstündeki bu zırhla çıkamadı. Bunun üzerine Talha bin Ubeydullah radıyallahu anh’ın sırtına basarak kayaya çıkabildi. İşte o zaman Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum: “Talha cenneti hak etti.”
(Tirmizi Cihâd 17; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, 1, 165.)

26. Ondan Daha Güzelini Görmedim


Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:

Ben, Rasullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha güzel bir varlık görmedim. Sanki güneş, onun mübarek yüzünde akıp giderdi. Ondan daha süratli yürüyen birini de görmedim. Sanki yeryüzü onun önünde dürülürdü. O gayet rahat bir şekilde yürüyüp giderken biz ona ayak uydurmakta zorlanırdık.

(Tirmizî, Menâkıb 12; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, 2, 350.)

27. Ben Kral Değilim!


Bir defasında Peygamber Efendimizin huzurunda bulunan bir kimse korkuya kapılmıştı. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurmuştu:

‘’Rahat ol! Ben kral değilim! Ben, Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.’’
(İbni Mâce, Et’ime 30; Hâkim, el-Müstedrek, 3, 50.)

28. “Allah’ın rızası ana babayı hoşnut ederek kazanılır; Allah’ın gazabı da ana babayı öfkelendirerek celbedilir. Elbette dede ve nine de ana baba durumundadır. Onların da ana baba gibi gözetilmesi ve sayılması gerekir.”

(Tirmizî, Birr 3.)

29. Ebu Cühayfe radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Ben kesinlikle bir yere dayanarak yemek yemem."

(Buharî, Et’ ime 13; Ebû Dâvud , Et’ ime 16.)

30.
"Şu Uhud Dağı kadar altınımın olması beni sevindirmez. Borç ödemek için ayırdığım dışında yanımda bir dinar bile bulundurarak üç gün geçirmeyi istemem. Elimdekileri Allah’ın kullarına şöyle şöyle dağıtmak isterim."

(Buhârî, İstikraz 3; Müslim, Zekât 32.)


http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz

10 Kasım 2017 Cuma

Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-2-

11. Saçları Ağarmamıştı‏

Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor:

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in başında yirmiye yakın ağar­mış saç teli vardı."

(İbn Mâce, Libâs 35.)
.
12. Tabiîn âlimlerinden Katâde bin Diâme es-Sedûsî şöyle dedi:

"Enes ibni Mâlik radıyallahu anh'a: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem saçlarını kına ile boyadı mı? diye sormuştum. Bana şu cevabı verdi:

'Resûl-i Ekrem Efendimiz'in mübarek saçları boyayacak kadar ağarmamıştı. Sadece sakal başlarındaki birkaç tel saçına ak düşmüştü. Ebû Bekir radıyallahu anh ise saç ve sakalı ağardığında onları kına ve ketem ile boyardı.'

(Buhârî, Menâkıb 23; Müslim, Fezâil 14.)
.
13. Ellerini Yüzüne Sürerdi‏


Hz. Ömer'in anlatıyor:

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini açarak duâ ettiği zaman, mutlaka ellerini yüzüne sürerdi."

(Hâkim, Müstedrek, I, 719.)
.
14. Beni Hûd Suresi İhtiyarla
ttı‏

Ashâb-ı kiramdan Ebû Cühayfe radıyallahu anh anlatıyor:

"Sahâbîler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e:

'Yâ Resûlallah! Yaşlandığını görüyoruz' dediler. Allah'ın Elçisi onlara şöyle buyurdu:

'Beni Hûd sûresi ile benzeri sûreler ihtiyarlattı. "


(Ebû Yalâ, Müsned, II, 184.)
.
15. Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor:

Hz. Ebû Bekir Resûlullah Efendimize hitaben:

"Yâ Resûlallah! Sende yaşlanma alâmetleri görünüyor, sakalın da ağarmış!" dedi.

Allah'ın Elçisi de ona şöyle buyurdu:

"Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât, Amme yetesâelûn (Nebe ) ve İze'ş-şemsü küvviret (Tekvîr) sûreleri kocalttı ve saçlarımı ağarttı."

.
16. Yeni Bir Elbise Giydiğinde

Ebû Said radıyallahu anh anlatıyor:

“Rasûlullah (s.a.s) yeni bir elbise giydiğinde ‘bu sarığı, bu gömleği, bu hırkayı’ diye giysinin adını belirterek şöyle dua ederdi:

‘Allah’ım! Bana bu sarığı, (bu gömleği, bu hırkayı) giydirdiğin için Sana hamdolsun. Senden bunu ve bunun örttüğü uzuvlarımı hayırlı kılmanı niyaz ederim. Bu elbisenin ve bunu taşıyan uzuvlarımı şerrinden de Sana sığınırım.’”

(Ebû Dâvud, Libas 1; Tirmizi, Libas 29.)
.
17. Sade Yaşamak İmandandır


Bir gün sahabe-i Güzin efendilerimiz Peygamber Efendimizin yanında dünyadan bahsettiler. Efendimiz de onlara şunu söyledi:

‘’Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; evet sade yaşamak imandandır.’’

(Ebû Dâvud, Tereccül 1.)
.
18. Beyaz Elbise Giyiniz
Abdullah İbn Abbas radıyallahu anhümadan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

‘’Size beyaz elbise giymenizi tavsiye ederim. Hayatta olanlarınız beyaz elbise giysin. Vefat edenlerinizi de beyaz kefene sarınız; zira beyaz elbise giysilerinizin en hayırlısıdır.’’

(Ebû Dâvud, Tıb 14; Tirmizi, Cenâiz 18.)
.
19. Üç Gün Karnı Doymadı

Hz. Âişe radıyallahu anha anlatıyor:

‘’Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Medine’yi şereflendirdiği günden vefat ettiği ana kadar, onun ailesi üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karınlarını doyurmadı.’’

(Buhârî, Et’ime 23; Müslim, Zühd 20.)
.
20. Sofra Adabı


Allah’ın Rasulü vefat ettiği zaman henüz 9 yaşında olan üvey oğlu Ömer ibni Ebî Seleme’ ye, o daha küçük bir çocukken nasıl yemek yiyeceğini şöyle öğretmiştir:

‘’Oğulcuğum! Sofraya yanaş, besmele çek, sağ elinle ye, daima önünden ye!’’

(Ebû Dâvud, Et’ime 19; Buhârî, Et’ime 2; Müslim, Eşribe 108.)


http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz

9 Kasım 2017 Perşembe

Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-1-

1. Aydan Daha Güzel

Câbir ibni Semüre radıyallahu anh şöyle dedi:

"Mehtaplı bir gecede Resûl-i Ekrem Efendimizi kırmızı renkli bir elbi­se içinde gördüm. Hangisinin daha güzel olduğunu anlamak için bir onun yüzüne bir de Ay'a baktım. Yemin ederim ki, bence onun mübarek yüzü Ay'dan daha güzeldi."


(Tirmizî, Edeb 47; Dârimî, Mukaddime 10.)

2. Ondan Daha Güzelini Görmedim

Berâ Âzib radıyallahu anh anlatıyor:

"Fahr-i Cihan Efendimiz'in mübarek saçı ne çok dalgalı ne de tama­men düzdü. Orta boyluydu. Göğsü ile iki omzunun arası genişçeydi. Gür saçları başından kulak memesine kadar inerdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi kırmızı renkli bir elbise içinde görmüştüm; ben hayatımda ondan daha güzel bir varlık görmedim."

(Buhârî, Menâkıb 23; Müslim, Fezâil 91.)

3. Bu Yüzün Sahibi Yalancı Olamaz

Abdullah b. Selâm radıyallahu anh anlatıyor:

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Medine'yi şereflendirdiği gün, insanlar 'Resûlullah geldi! Resûlullah geldi!" diye ona doğru koşarak gidiyordu. Onu görmek için ben de halkın arasına katıldım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yüzünü görür görmez, o yüzün sahibinin ya­lan söylemeyeceğini anladım."

(Buhârî, Meğâzî 79; Müslim, Tevbe 53.)

4. Abdullah b. Ömer anlatıyor:

"Ben hayatımda Rasûlullah kadar cesur, onun kadar cömert, onun kadar yiğit, onun kadar aydınlık yüzlü ve güzel birini görmedim."
(Dârimî, Mukaddime 10.)

5. Doğan Güneş

Rubeyyi binti Muavviz radıyallahu anha, Ammâr b. Yâsir'in torunu Ubeyde'ye, Efendimizi şöyle anlatıyor:

"Sen onu bir görseydin, doğan güneşi görmüş gibi olurdun!"

(Dârimî, Mukaddime 10, n. 61. )

6. Onu Gören Bir Ben Kaldım

Tabiîn muhaddislerinden Ebû Mes'ûd Saîd ibni İyâs el-Cüreyrî şöyle dedi:

Ashâb-ı kiramdan Ebü't-Tufeyl Âmir ibni Vasile el-Leysî radıyallahu anh bir gün: "Şu yeryüzünde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi bizzat gören insanlardan sadece ben kaldım." dedi. Bunun üzerine ben de ona: "Öyleyse Peygamber Efendimiz i gördüğün gibi bana da anlat, de­dim. O da:

"Allah'ın Elçisi beyaz tenliydi. Mübarek bedeni eşsiz bir güzelliğe sa­hipti. Ne uzun ne kısa ne zayıf ne de fazla kiloluydu." dedi."

(Müslim, Fezâil 98-99; Ebû Dâvûd , Edeb 30.)

7. Enes b. Mâlik radıyallahu anh anlatıyor:

"Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek saçları kulaklarının yarısına kadar uzanırdı."

(Müslim, Fezâil 96.)

8. Nübüvvet Mührü‏

Câbir ibni Semüre radıyallahu anh anlatıyor:

"Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin iki küreği arasındaki peygamberlik mührünü gördüm. Bu mühür güvercin yumurtası büyüklü­ğünde ve kırmızımsı bir ben idi."
(Tirmizî, Menâkıb 11.)

9. Her İşe Sağdan Başlardı‏


Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor:

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her işe sağdan başlamayı severdi. Abdest ve boy abdesti aldığında sağ eliyle, saçını ve sakalını taradığında sağ tarafından, ayakkabısını giymeye de sağ ayağıyla başlardı."

(Buhârî, Vudû 31; Müslim, Tahâret 66.)

10. Yine Hz. Âişe anlatıyor:

"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sağ elini temizlik ve yemek için, sol elini de tuvalette temizlenmek ve benzeri işler için kullanırdı."

(Ebû Dâvûd. Tahâret 18, nr. 33.)


http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz

8 Kasım 2017 Çarşamba

Bunları - Biliyor muydunuz?

1. Kur'an-ı Kerim'de en çok tekarlanan ayet "Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?" ayetidir. Rahman Suresinde 31 defa tekrar edilmektedir.
.
2. Aşere-i Mübeşşereden olan Zübeyr b. Avvâm, Peygamber Efendimizin halası Hz. Safiyye'nin oğludur. Hz. Zübeyr'in babası ise Hz. Hatice'nin kardeşi Avvâm b. Huveylid'dir.
.
3. Kur'an-ı Kerim'de ismi en çok geçen peygamber Hz. Musa'dır. Hz. Musa'nın ismi toplam 136 defa geçmektedir.
.
4. Felak ve Nas Surelerine sığındıran ve koruyan anlamında Muavvizeteyn denilir.
.
5. İlk Korku Namazı (Salâtu'l -Havf) Hicretin beşinci yılında yapılan Zaturrika gazvesi sırasında kılınmıştır.
.
6. Kur'ân-ı Kerim'de "üsve" kavramı model alınacak örnek anlamında bir kez Peygamberimiz (Ahzâb 33/21), iki kez de Hz. İbrahim için kullanılır. (Mümtehine 60/4-6)
.
7. Hicretten sonra müminlere kendilerini korumaları maksadıyla savaşma izni Hac Suresi 22/39-40. Ayetlerle verilmiştir.
.
8. Mekke ismi Kur’an-ı Kerim’de bir yerde Fetih Suresi 24. ayette geçmektedir.
.
9. İnsanlar cahiliye devrinde Şevvâl ayında evlenmezlerdi. Peygamber Efendimiz günümüzde de yaygın olan iki bayram arası düğün olmaz anlayışını yıkmış Hz. Aişe validemizle bu ayda nikahlanıp evlenmiştir.
.
10. Fahr-i Cihan Efendimiz Medine'ye hicret et­tikten sonra Mekke'ye dört defa geldi. Bunlar;

- Hudeybiye Antlaşması ndan bir yıl sonra hicretin yedinci yılında (629) Umretü'l-kazâ için gelişi;

- ikincisi hicretin sekizinci yılında (630) Mekke fethi için gelişi;

- üçüncüsü aynı yıl Hudeybiye Gazvesi nden sonra umre yapmak için gelişi;

- dördüncüsü de hicretin dokuzuncu yılında (631) Veda haccı için geli­şidir.
.
11. Daha çok istihbarat toplamak amacıyla oluşturulan ve gerektiğinde düşmanla çatışmaya giren, Hz. Peygamberin katılmadığı askeri birliklere seriyye adı verilir.
.
12. Peygamber Efendimizi annesi Âmine’den sonra, kısa bir süre amcası Ebû Leheb’in cariyelerinden Süveybe emzirmiştir.
.
13. Kur'ân-ı Kerim'de zamirler dışında en çok geçen kelime, Allah (c.c) lafz-ı celâlidir.
.
14. Kur'ân-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk'ın Allah (c.c) lafz-ı celali dışında en fazla zikredilen ismi Rab ism-i şerifidir. 962 yerde bu isim Allah'a nispet edilerek kullanılmıştır.
.
15. Kur'ân-ı Kerim'de en fazla bahsi geçen ibadet namazdır. Dinin direği olan namaz, salât şeklinde Kur'ân'da toplam 86 kez geçmektedir.
.
16. Kur'ân-ı Kerim'in en fazla değindiği ilişki, ilim-amel ilişkisidir. 2637 ayette Kur'ân, ilim-amel ilişkisine değinmekte ve bunun üzerinden mesajlar vermektedir.
.
17. Kur'ân-ı Kerim'de 17 sûrenin başında yemin vardır. Bu yeminlerden en fazlası, Rabbimizin kendi ismi üzerine yaptığı yeminlerdir. Allah (c.c) 7 defa kendi ismi üzerine yemin etmektedir.
.
18. Kur'ân-ı Kerim'de en hayırlı örtünün, takva örtüsü olduğu belirtilmektedir. A'raf Sûresi, 26. ayette bu hakikate dikkat çekilmiştir.
.
19. Kur'ân-ı Kerim'de en güzel boyanın Allah'ın (c.c) boyası olduğu belirtilmiştir. (Bakara 2/138) Allah'tan daha güzel boya/renk verenin olamayacağı hakikatine dikkat çekilmiştir.
.
20. Kur'ân-ı Kerim'de en güzel sözlü kimsenin:
"Kuşkusuz ben müslümanlardanım." diyen olduğu belirtilmiştir. (Fussilet 41/33)
.
21. Kur'ân-ı Kerim'de insanlar için en güzel örneklerin, Efendimiz (s.a.s) (Ahzâb 33/21) ve Hz. İbrahim (a.s) ile ailesi olduğu belirtilmiştir. (Mümtehine 60/4,6)
.
22. Kur'ân-ı Kerim'in en fazla üzerinde durduğu konu tevhiddir. Allah'ın (c.c) birliği konusu, hemen hemen tüm sûrelerin ortak mevzusudur.
.
23. İbn Kayyım el-Cevziyye, Peygamber Efendimizin (sas) hayatı yaşayış ve uygulamalarına dair bilgileri içeren meşhur eseri "Zâdü'l-Meâd"ı Şam'dan hacca giderken, yolculuk esnasında hiçbir kitaba bakmadan kaleme almıştır.
.
24. Yusuf suresi nübüvvetin 8-10. yılları arasıda Mekkeli müşriklerin müslümanlara ambargo uyguladığı yıllarda nazil olmustur. Boykot altında büyük sıkıntılar çeken sahabiler Hz. Peygamber'den (sas) kıssa niteliğinde ayetler okumasını talep etmişlerdir. Bu sure Hz. Peygamber'i (sas) ve müminleri teselli etmektedir. Kardeşleri Yusuf'u kuyuya atmışlar ve ona zulmetmişlerse de sonunda Hz. Yusuf üstün gelmiştir. Peygamberimiz ve ashabı da bir gün Hz. Yusuf gibi zafere ulaşacaklardır.
.
25. Ayların sayısı Allah tarafından on iki olarak tespit edilmiş olup bunların dördü haram aylardır. (Tevbe 9/36.)
.
26. Kur'an'da adı geçen tek ay Ramazan ayıdır.
.
27. Müslümanlar için bütün zamanların en değerlisi Ku'an'ın indirildiği, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesidir.
.
28. Efendimiz aleyhisselâmın her gece İsrâ suresiyle birlikte Zümer suresini de okuduğunu biliyor muydunuz?

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 68; Tirmizî Fedâilü'l-Kur'ân, 21.)
.
29. Kur’ân-ı Kerim’de kendilerinden ağır bir söz alındığı bildirilen sabır ve azmin sembolü beş peygambere ulü’l azm peygamberler denilir.

Ahzâb suresi 7. ayette isimleri zikredilen bu peygamberler Hz. Nûh, Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ, Hz. İsa ve Muhammed aleyhisselâmdır.

30. Peygamber Efendimiz ümmetine "yâ ze'l- celâli ve'l- ikrâm" zikrini sürekli ve ısrarla tekrar etmelerini tavsiye ederdi.

( Ahmed b. Hanbel, Müsned , IV,177; Tirmizî, Daavât, 91.)
.
31. Peygamberimizin dedelerinden Kusay ve Abdülmuttalib'in, amcası Ebû Talib'in ve yine Efendimizin hanımı Hz. Hatice'nin mezarları Mekke'de önceleri Hacûn denilen Cennetü'l-Muallâ adlı mezarlıkta bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in burayı göstererek, “Bu kabristan ne güzeldir!” buyurması (Müsned, I, 367; Fâkihî, IV, 50) veya Hz. Hatice’nin burada medfûn bulunması sebebiyle Mekke’deki bu mezarlığa “Cennetü’l-Muallâ” denilmiştir.

Yazar:
Siyer-i Nebi


6 Kasım 2017 Pazartesi

Çocuklarınıza Duâ Ediniz, Onlara Bedduâ veya Lânet Etmeyiniz-Dr. M. Şerafettin KALAY

Allah Rasûlü(sav) çocuklara, mallara bedduâ edilmesini doğru bulmamış, devesine kızan ve bu sebeple arkasından lanet eden birisini ikaz ettikten sonra şöyle buyurmuştur:

"Kendi kendinize bedduâ etmeyin, çocuklarınıza da bedduâ etmeyin, mallarınıza da bedduâ etmeyin. Yapacağınız bedduâlar, Allah'tan bir şey istenildiğinde duâların kabul edilip istenilenin verildiği bir saate rast gelmesin"[1]

*
Bedduâ, aleyhte duâ, menfî duâ etmek demektir. Cezalandırılmayı isteyen bir duâda bulunmaktır. İnsanlar, öfkelenince veya canı yanınca çok defa iradelerine hakimiyeti kaybederler, acı sözler söylerler ve bedduâlar yağdırmaya başlarlar.

Bu, yeterli İslâmî şuurda olmayan insanlarda daha çok görülen bir davranıştır. Duygu ağırlıklı oldukları, hislerine hakim olmakta daha fazla zorluk çektikleri için kadınlar arasında daha yaygındır. Biraz düşününce kendilerinin de razı olmayacağı nice acı sözleri, nice bedduâları çocuklarına bir anda sıralayıverirler. Bu son derece yanlış bir davranıştır. Çocuğu rencide eder, bedduâ edene karşı iyi niyetini, duygularını sarsar. Hele de bedduâ eden bunu sık sık ve yerli yersiz yapıyorsa…

Müslüman lanetçi olamaz. Kötü söz söylemeyi adet haline getiren, kaba davranışlı, itici, küfürbaz birisi de olamaz… Bunlar İslâm ahlâkıyla, Allah Rasûlü’nün irşad ettiği sîret ile de yan yana gelemez…

Müslüman, kendisini akıntıya terk etmeyen, iradesinin dizginlerini elden bırakmayan, ahlâk güzelliğini her şart altında korumaya muvaffak olan insandır… Hata etmiş olsa bile ilk fırsatta hatasından dönebilen, Rabbine sığınıp tevbe eden ve tevbesinde samimi olandır…

Evde ayağına çarpan veya aranınca bulunamayan eşyaya, tarlaya, bahçeye giren hayvana, tekeri patlayan, su kaynatan veya çalışmayan arabaya lanet eden, yaramazlık yapan veya gönderdiği yere gitmeyen, istediği işi yapmayan çocuğuna bedduâ edenlerin hiç de az olmadığı bir gerçek. Bu bedduâlar ve lânetlerin çok defa çocukların kötülüğünü istemekten ziyade dil alışkanlığı ile sıralanan bedduâlar veya dile yerleşen lanetler olduğunu biliyoruz.

Ancak böyle olsa bile doğru olmadığı ortadadır. Hoş görülmesi de doğru değildir. Bunu bir alışkanlık haline getirmek de ayrı bir kusurdur. Çirkin bir alışkanlıktır…

Küçük görülen şeyler, üzerinde ısrar edildiğinde, alışkanlığa dönüşür, büyür ve insanın ahlâkının, şahsiyetinin bir parçası haline gelir… Bundan sonra kolay kolay sökülüp atılamazlar.

Allah Rasûlü(sav) Abdullah İbn Mes'ûd'un(ra) rivâyet ettiği bir hadiste şöyle der:

"Mü'min başkalarının iffetine dil uzatan, insanlara lanet yağdıran, çirkin, saldırgan ve kaba sözler söyleyen biri olamaz."[2]

Her mü'minin Allah Rasûlü'nün bu ikazını tekrar tekrar düşünmesi ve kendi davranışlarını ciddî bir muhasebeden geçirmesi gerekir. Çünkü karşılaştığımız kaba ve çiğ davranışlar, sert ve çirkin sözler hiç de az değildir. Nice sîmalardan tebessüm kaybolmuş, yerini çatık kaşlar, hırçın davranışlar, acı sözler almıştır.

Diğer insanlar için diline hakim olması, ne söylediğini bilerek söylemesi, duygu ve düşüncelerini, sevinçlerini ve acılarını, hatta öfke ve tenkitlerini güzel kelimelerle ifade etmesi istenen mü'minler, kendilerinden bir parça olan çocukları için daha da dikkatli olmak zorundadırlar… Onlar henüz mükellef de değildirler. Bizi yaratan Rabbimizin hoş karşılayıp fırsat verdiğine siz de sabrediniz ve fırsat veriniz. İyiliği için gayret sarf ediniz. Hatalarını iyi bir üslupla söyleyiniz ve onları hatalarından vazgeçirmeye çalışınız. Onlara doğruları ve doğruların güzelliklerini gösteriniz. Onlar için gerçek mânâda büyük olunuz…

Mü'min daima şuurla hareket eden insan olmalı, iman, akıl ve iradesinin önüne hiçbir şeyin geçmesine izin vermemelidir…

Duâ ne kadar güzelse, bedduâ ve lanet de o derece çirkindir.


[1] Sahih-i Müslim, Zühd (4/ 2304
[2] Sünen-i Tirmizî, Birr ve Sıla (4/ 350), Müstedrek, Hâkim (1/ 12) Tirmizî, Hadisin "hasen garib" olduğunu söyler. Hakim, Buhârî ve Müslim'in şartına göre "sahih"tir der, Zehebî sükut eder.


5 Kasım 2017 Pazar

Çocuklarınıza Güzel Sözler ve İman Esaslarını Öğretiniz-Dr. M. Şerafettin KALAY

Abdullah İbn Abbas (ra) bir hatırasını anlatıyor:

“Bir gün Allah Rasûlü’nün terkisindeydim. “Çocuk! Sana bazı sözler öğreteyim,” buyurdu ve devam etti:

“Allah’ın hukukunu koru ki o da seni korusun. Allah’ın buyruklarını yerine getir, onlara riâyet et, koru ki onu yanında bulasın. Bir şey isteyeceğin de onu Allah’tan iste. Birinden yardım talep edeceksen onu Allah’tan talep et.

Bilesin ki bütün insanlar sana bir konuda fayda sağlamak için bir araya gelse, ancak Allah’ın yazdığı bir faydayı temin edebilirler. Bunun dışında bir şey yapamazlar.

Bütün insanlar sana bir konuda zarar vermek için bir araya gelseler, Allah’ın yazdığının dışında sana hiçbir zarar veremezler.
Kalem kaldırılmış, sayfalar kurumuş, her şey yerli yerini bulmuş, yazılar değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.”[1]

Allah Rasûlü(sav) bineğinin terkisine oturttuğu Abdullah’a Allah sevgisi ve Rahman'a güven, hukukuna riâyet aşılıyor, gönlüne imanın temel esaslarını yerleştiriyor. Çünkü iman eden ve kalbine Allah sevgisi yerleştiren bir mü’min, bunu hayatına aksettirecek, hayatın bütününe artık bu pencereden bakacaktır. Her öğrendiği ve yaşadığı, samimiyetine samimiyet, ecrine ecir katacaktır.

*

Çocukların selim fıtratlarını korumak, küçük yavruların dillerinin ilk kelimeleri şekillendirmeye başladığı andan itibaren onlara İslâmî kelimeleri öğretmek, dillerine “Allah”, “Muhammed”, “Allahu Ekber”, “Kabe” gibi, onları inançlarına bağlayacak kelimeler yerleştirmek elbette her mü’min gönlün arzusu olmalıdır.

Bunları söyleyen bir çocuk anne ve babasının kendisine söyletmeye çalıştığı şeylerin güzel olduğunu hissedecek, kendisi de onlara sevgi duyacaktır. Çocuk bu kelimeleri telaffuz edince büyüklerini de sevindirecek, kendilerinin de büyükleri tarafından sevilmesine, dolayısıyla âile yuvasında sevginin artmasına vesile olacaktır. Çocuk, diline yerleşen bu kelimeleri başkalarının yanında da söyleyecek, onların gönlünde de sevgi canlanmasına katkıda bulunacaktır. Bu, anne ve babaya, çocuğun diline ve gönlüne bu kelimeleri kim yerleştirdi ise ona ayrıca ecir kazandıracaktır.

Ancak çocuğun yaşı, kelimeleri telaffuzdaki zorluğu göz önünde tutulmalı, bazen utangaçlığının tuttuğu, bazen de isteksiz olup inat edebileceği unutulmamalı, fazla ısrarcı olunmamalı, çocuk zorlanmamalıdır. Çocuk söylediği zaman, duyulan sevinç belli edilmeli, bunun için mükâfatlandırılmalıdır.

Mükâfatlandırma, bilinen en iyi teşvik yollarından birisidir. Her zaman maddî olması da gerekli değildir. Sevinç belli ederek, kucaklayarak, sözle ifade ederek, duâ ederek de yapılır. Hatta bu şekildeki mükafatlandırmaların çocuk üzerindeki tesiri, maddî olanlardan daha verimli ve müspettir. Mükafatlandırmanın çok daha değişik yollarının olduğu bir gerçektir. Farklılıklar hayata güzellik katar, bir hatıra olarak da zihinde kalır.

Çocuk biraz büyüyüp iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt edebileceği temyiz yaşına gelince sıkmadan, sevdirerek, bazen meraklandırarak, bazen eğlenceye veya neşeli bir atmosfere dökerek ona daha ciddî bilgiler verilmeli, İslâmın arzuladığı edeb ve terbiye de aşılanmaya başlanmalıdır.

Rabbimizin selim fıtrat üzerine yarattığı ve bize bahşettiği yavrularımız, çirkin sözlere, çirkin davranışlara alıştırmamalıdır. Yanlış ve rezil bilgiler ve düşüncelerle dünyalarını da, âhiretlerini de karartacak cahilliklerden, şuursuz davranışlardan onları uzak tutmalı, kötülüklerden, çirkinliklerden sakınmalı, zihinlerini bulandırmamalı, öğrenmeye açık zihin dağarcığını zehirli veya boş bilgilerle doldurmamalıyız.

Yaşı büyüdükçe öğrendikleri de ilerlemeli, güzel kelimeler ve duygular dilinde ve gönlünde yer etmelidir.

*

İman her güzel amelin temeli, çekirdeğidir. Ameller onunla değer kazanırlar.

İki Cihan Serveri hak dâvâyı tebliğ ediyor, yaşıyor, gönüllere yerleştiriyor, yeni filizlenen nesile değişik vesilelerle şefkatli bir muallim olarak öğretiyordu.

*

Bir başka hatıra Cündüb İbn Abdullah'tan(ra). Bakınız o ne diyor:

“Biz yeni filizlenip gelişen bir grup genç olarak Allah Rasûlü’nün(sav) yanındaydık. Kur‘ân öğrenmeden önce imanı öğrendik. Sonra Kur‘ân öğrendik ve o bizim imanımızı artırdı, imanımıza iman kattı.”[2]

*

Berâ İbn Âzib'in(ra) rivâyet ettiği bir hadis ise hayat ile imanı nasıl iç içe yoğurup sunuyor :

"Allah Rasûlü(sav) bana şöyle buyurdu:

"Yatağına yatmak istediğinde namaz için nasıl abdest alıyorsan öylece abdest al. Sonra sağ tarafına yat ve şöyle duâ et:

Allahım! Yüzümü sana döndüm, kendimi sana teslim ettim!

Her işimi sana havale ettim. Sırtımı sana dayadım!

Arzuladığım senin rızan, ümit bağladığım sen, korktuğum da sensin!

Senden başka sığınak, senin kapından başka kurtuluş kapısı yok!

İndirdiğin kitabına, gönderdiğin peygamberine iman ettim."

Allah Rasûlü(sav) sözüne şöyle devam ediyor:

"Bu duâ, uyumadan önce son sözlerin olsun.

O gece ölürsen, yaratıldığın gibi temiz fıtrat üzerine hayata göz kapamış olursun."

Bir başka rivâyette şu ek vardır:
"Ölmez yaşar, yeni bir sabaha uyanırsan büyük ecir alarak sabahı etmiş olursun."[3]

Allah Rasûlü'nün Berâ'ya öğrettiği bu duâ, sadece duâ etmek için tekrar edilmesi gereken kelimeler, cümleler değildir. Bir inancı, bir teslimiyeti ve samimiyeti ifade eden kelimeler, cümlelerdir. Şuurla yapılan her tekrar tazelenmeye, canlanmaya vesile olacak mânâ ile yüklüdür.

Anlayan için bunlar çok şeydir…

*

Abdullah İbn Abbâs’tan(ra) dinliyoruz:

“Rasûlullah(sav), Kur’ân’dan bir sûre öğretir gibi bize teşehhüdü öğretirdi.”[4]

Teşehhüdün içinde imanın çekirdeği olan “Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına, sadece ve sadece Allah’a kulluk edileceğine, Muhammed’in onun kulu ve Rasûlü olduğuna” şehâdet vardır. “Teşehhüd” ismini de buradan almıştır.

Allah Rasûlü(sav) her şeyden önce Allah’ın varlığını ve birliğini, kısaca tevhid inancını tebliğ için gönderilmiştir. Filizlenen neslin de kire, pasa bulaşmadan, bulanıklıklar yaşamadan, yaratıldığı temiz fıtratı koruyarak, tevhid inancının berraklığında ve güzelliğinde yoluna devam etmesi en büyük arzularındandır. İslâm nûrunu söndürmeye çalışanlara karşı mücadele verirken, iç içe nice sıkıntılı anlar yaşanırken, yeni yetişen nesillerin şuurla yetişmesi yönünde sergilediği örnek gayret, gerçekten ibret vericidir.

O bizim hidâyet rehberimizdir…


Dr. M. Şerafettin KALAY


[1] Sünen-i Tirmizî, Sıfetü’l-Kıyâme (4/ 667), Müsned-i Ahmed İbn Hanbel (1/ 293, 303)
[2] Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime 9 (1/ 23) Zevâid’de hadisin sahih, râvîlerinin güvenilir olduğu zikredilir.
[3] Sahih-i Buhârî, Vudû ( 3/ 71-72), Deavât (18/ 343), Tevhîd ( 20/ 350),
Sahih-i Müslim, Zikir (4/ 2081-2082).
[4] Sahih-i Müslim, Salât (1/ 303).


4 Kasım 2017 Cumartesi

Çocuklarınıza Kur’ân Öğretiniz-Dr. M. Şerafettin KALAY

Âişe Vâlidemizden nakledilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

"Kur'ân okuyan ve okuyuşunda mâhir olan biri meleklerle beraberdir. Kur'ân’ı harfi harfe tutturak okumaya çalışan, kesik kesik okuyan ve okurken zorlanan bir insan bu azmi ve gayreti sebebiyle iki kat ecir alır." [1] Bu bir müjde, bu bir teşviktir.

Rabbimizin kendisi uğruna sarf edilecek her dakikayı ve her emeği zayi etmeyeceği bilinen bir hakikattir.


*
Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın kitabı, Rabbimizin kullara hitabıdır. Allah'ın vahy ettiği, Rasûlü'nün bize tebliğ ettiği ilâhî nazımdır. Bu ümmete sunulan en büyük mucizedir.

Biz çocuklarımıza Kitab'ımızı Allah'ın vahyettiği, Rasûlü'nün tebliğ ettiği şekliyle öğretmek zorundayız. Bu bizim annelik, babalık görevlerimiz arasındadır. Bu görevin yapılmayışı ciddî bir kusurdur. Kur'an tilâvetini öğretmek bizim yavrularımıza sunacağımız en güzel hediyelerden biridir. Yavrularımız böylece Rabbimizin kitabıyla bağ kuracak, onu okumanın onurunu yaşayacak, ayrıca dil ve telaffuz kabiliyeti gelişecektir. Peş peşe gelen farklı ses iniş ve çıkışlarına, kalınlaşma ve incelmelere, uzatma ve kısalmalara dilleri alışacak ve kendi dillerini de daha iyi ve net kullanır hale geleceklerdir. Bu onların kendine güvenlerini ve maneviyatlarını yükseltecektir.

Bir mü'minin Rabbinin kitabını okumayı bilmemesi ciddî bir eksikliktir. Anne, baba tarafından bu imkân hazırlanmamış ise bu da anne babanın ciddî bir kusuru, ciddî bir ihmalidir.

Abdullah İbn Abbas(ra), Allah Rasûlü vefât ettiğinde henüz çocuk denilecek yaşlardaydı.[2] Henüz on yaşına gelmeden muhkem olan Kur'ân'ı hıfzettiğini söyler.[3]

Bir Müslüman, ibadetlerini sıhhatli olarak yerine getirebilecek derecede Kur'ân ezberlememişse bu çok daha tehlikeli ve ciddî bir eksikliktir. Üzerinde her ferdin durup düşünmesi gereken, affedilmesi zor bir ihmaldir. Ömür varken bir an önce telafi edilmeli, hayatı birçok açıdan manasız hale getiren bu kusur yok edilmelidir.

Allah Rasûlü’nün(sas) ikazına dikkat ediniz: "Hafızasında Kur'ân bulunmayan bir insan, harâbe bir ev gibidir."[4]

Harâbe bir ev olmak ve harâbe bir ev gibi hayat sürmek hiç de övgüye layık olmayan bir hayat tarzıdır.

Çocuklarımızın, dolayısıyla gelecek neslimizin hayatını harabeye çevirmek isteyen zihniyet çirkin bir zihniyettir. Bu yönde atılan adımların da İblis'i razı etmeye yönelik adımlar olduğu açıktır. İblis'in kendisine uşak olanları, Allah'ın gazabından kurtaramayacağı, kurtarmaya da çalışmayacağı kesindir. O gün, en yakın dostun bile dostu aramayacağı, sormayacağı, soramayacağı gündür.

*

Her yapılan şey, belli bir oranda emek ister. Sonu güzel olan şeyler, şüphesiz emek sarf etmeye değer şeylerdir. Kur'ân öğrenmeye çalışmak sonu en güzel olan şeylerdendir. Her türlü emeğe, her türlü sıkıntıya göğüs germeye, her türlü engeli aşmaya değer.

Ve hepimizin bildiği bir hadis-i şerif: "Sizin en hayırlılarınız, Kur'ân'ı öğrenen ve öğretenlerinizdir."[5]

Kur'ân'ın fazileti ve tilâvetiyle ilgili daha nice hadis-i şerif vardır. Hadis kitaplarının tefsir veya fedâilü'l-Kur'ân ile ilgili bölümlerine bakan kardeşlerimiz bu hadislerle karşılaşacaklar ve onlardan istifade edeceklerdir. Kur'ân tilaveti ne kadar teşvik edilse yeridir.

O, zikirlerin efendisi, iki cihan saadetini elde etme düstûrudur. Onun emirlerini öğrenmek ve onları hayata aksettirmek her mü'minin görevidir. Onun buyruklarını anlama, onu müzâkere ise ayrı bir değer taşır. Onu müzâkere için bir araya gelindiği meclisler, sekînet ve rahmetin tecellî ettiği en hayırlı meclislerdir.

Allah Rasûlü(saS); "Eğer bir topluluk, Allah’ın evlerinden birinde toplanır, Allah’ın Kitâbı’nı okur, onu anlamaya çalışır, aralarında müzakere eder ilim ve irfanlarını genişletirlerse, üzerlerine huzur, sükûnet ve vakar iner, onları rahmet kaplar, melekler kuşatır ve Allah onları katındaki melekler arasında anar,”[6]buyurur.

Çocuklarımızın da ilâhî hitaptan feyz almalarını arzuluyorsak, meleklerle kuşatılan meclislerde bulunmalarını istiyorsak, şartlar ne olursa olsun ihmalkâr davranmamalı, üzerimize düşeni yerine getirmeliyiz.

Dr. M. Şerafettin KALAY

[1] Sahih-i Buhârî, Tefsîr (16/ 140-141), Sahih-i Müslim, Salât (1/ 549-550).
[2] Allah Rasûlü(sas) vefat ettiğinde Abdullah'ın kaç yaşlarında olduğu konusunda ihtilaf vardır. Daha güçlü olan kanaat 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yönündedir. (Umdetü'l-Kârî 16/ 224-225)
[3] Bak Sahih-i Buhârî, Fezâilü'l-Kur'ân (16/ 224) ve Umdetü'l-Kârî 16/ 224-225)
[4] Sünen-i Tirmizî, Sevâbü'l-Kur'ân (5/ 177). "Hadis, hasen sahihtir," der.
[5] Sahih-i Buhârî, Fezâilü'l-Kur'ân (16/ 226), Sünen-i Ebî Dâvud, Salât (2/ 147), Sünen-i Tirmizî, Sevâbü'l-Kur'ân (5/ 174).
[6] Sahih-i Müslim, Zikir (4/ 2074).