11 Ağustos 2017 Cuma

İLMİHAL:GERÇEK DİNİN ESASLARI VE BAŞLICA DİNLER-1-

1- Gerçek din, Yüce Allah'ın bir kanunudur ve birtakım sağlam hükümlerin kutsal bir mecmuasıdır. Allah bunu, peygamberleri aracılığı ile insanlara ikram ve ihsan, buyurmuştur. Bu kanun, insanları hayırlı olan şeye götürür. İnsanlar, bu Allah kanununun buyruklarına kendi güzel irade ve arzuları ile uydukça, doğru yol üzerinde bulunur ve hidayete ermiş olurlar. Hem dünyada, hem de ahirette mutluluğa ve selamete kavuşurlar.

2- Dinler başlıca üç kısma ayrılır.

Birincisi: Hak dinlerdir. Bunlar yukardaki tarife uygun olanlardır. Yüce Allah tarafından konulup peygamberler aracılığı ile insanlara bildirilen dinlerdir. Bunlara "İlahî ve Semavî" dinler de denir.

Semavî dinlerin hepsi esas bakımından birdirler. Yalnız bazı ibadetler ve hukuk kuralları bakımından aralarında ayrılık olmuştur.


Hazret-i Adem'den Hazret-i İsa'ya kadar gelen bütün mübarek peygamberlerin insanlara bildirmiş oldukları dinler, iman esaslarında bir olup yalnız bir Allah'a iman etmeye dayalı iken, bunlar sonradan bozulmuş ve asılları kaybolmuştur. Yüce Allah en son ve en büyük Peygamberi olan Hazret-i Muhammed'i Sallallahu aleyhi ve Sellem'i bütün insanlara Peygamber olarak göndermiştir. Onun aracılığı ile de hak dinlerin en sonu ve en mükemmeli, olan İslam dinini kullarına Allahü Teala ihsan etmiştir. İşte bugün yeryüzünde hak din olarak kıyamete kadar yaşayacak olan yalnız bu İslam dinidir.

İkincisi:
Asılları değişmiş ve bozulmuş olan dinlerdir. Bunlar, yukarıda söylendiği gibi asılları bakımından birer gerçek din iken sonradan bozulmuş, İlahî niteliklerini kaybetmiş olan dinlerdir.

Üçüncüsü:
Batıl dinlerdir. Bunlar asılları bakımından da gerçek din ile ilgisi bulunmayan dinlerdir. Bunlar birtakım milletler tarafından ortaya konmuş olan uydurma inançlardır. Bunlarda akla ve mantığa uygun olan bazı hükümler bulunsa bile konuluşları itibariyle İlahî olmak şerefinden yoksun olup hiç bir bakımdan din kutsallığını taşımazlar. Ateşe, yıldızlara ve putlara tapan milletlerin dini bu türdendir.


Ö.NASUHİ BİLMEN


10 Ağustos 2017 Perşembe

DOĞRU SÖZLÜLÜK-(Sıdk)- Riyâzü's Sâlihîn-İmam Nevevi- 2-


56.Ebû Muhammed Hasan İbni Ali İbni Ebû Tâlib radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

 Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den:

 “Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak. Zira gönül, (sözde ve işde) doğrudan huzur, yalandan kuşku duyar” buyurduğunu belledim. Tirmizî, Kıyâmet 60 

Hasan İbni Ali İbni Ebû Tâlib 

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in sevgili torunu Hz. Hasan, hicretin üçüncü yılı ramazanında doğdu. Kendisine Hasan ismini ve Ebû Muhammed künyesini Hz. Peygamber verdi. Efendimiz’in yakın alâkası, şefkati ve terbiyesi altında büyüdü. Râşid halifelerin beşincisidir. Halifelik hakkından Muâviye lehine vazgeçmek suretiyle müslümanlar arasındaki birliği temin etmeye çalıştı. Cömert ve hakîm bir zattı.

 Hz. Peygamber’den 13 hadîs rivayet etti. Rivayetleri Sünen’lerde yer aldı. 

50 (670) yılında vefat eden Hz. Hasan’ın kabri Bakî’dedir. 

Allah ondan razı olsun. 

Açıklamalar 
Ahmed İbni Hanbel’in Müsned’inde yer alan rivayete göre Hz. Hasan’a, “Hatırında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den ezberlediğin neler var?” diye sormuşlar. O verdiği cevapta bu hadîs-i şerîfi de zikretmiştir.

 594 numarada tekrarlanacak olan hadis, genel bir kural olarak “şüphe veren şeyi şüphe vermeyenle değiştirmeyi” öğütlemektedir. Şüphe veren ile vermeyeni tayin işinde ölçü, müslümanın gönlüdür. Çünkü kalp, doğrudan tatmin, yalandan tedirgin olur. 

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den zayıf bir sened ile rivayet edilen bir başka hadiste: 

- Bir şeyin bana şüphe verip vermediğini nasıl anlayabilirim? diyen kişiye Hz. Peygamber şu tavsiyede bulunmuştur: 

- “Elini kalbinin üzerine koy. Çünkü kalp haramdan irkilir ve çırpınır, helalden de sükûn ve huzur bulur” (Heysemî, Mecme’u’z-zevâid, X, 294). 

Eli kalp üzerine koyup kalp atışlarını dinlemek, günümüzdeki “yalan makinası” uygulamasını andıran psikolojik bir yöntemdir. 

Diğer taraftan, iman kesinlik (yakîn) ister. İmandan kaynaklanan söz ve davranışların da doğru ve kesin olması gerekir. Kuşkulu ve tereddütlü işler yapmak, bir başka hadiste belirtildiği üzere (bk. 589. hadis), yasak bölge yakınında gezinmektir. Her an harama düşme tehlikesi ile başbaşa olmak demektir.. Oysa “Korkulu rüya görmektense uyanık durmak yeğdir.” Şüpheli şeyleri terketmek, bir çok sıkıntıdan peşinen kurtulmak demektir. 

Helâl ve haram şuuru, şüphelilere karşı gösterilecek dikkatli tavırlarla canlı tutulabilir. Özellikle haram sınırlarının hızla yok edildiği günümüzde bu konu daha bir nezâket ve ehemmiyet kazanmıştır. Şüphelileri terketmek, müslümanı günah işlemiş olma ihtimalinin kahredici endişesinden kurtaracaktır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 
1. Şüphelilerden uzak durup helâl olanlara yönelmek gerekir. Harama düşmekten korunmak böylece sağlanmış olur.

2. İnsan “içine sinmeyen” veya “ içinin ısınmadığı” konulardan uzak kalmalıdır. Gönül yatkınlığı herkes için özel ölçüdür. “Müftiler fetvâ verse de sen gönlüne bak!” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned IV, 194) hadîs-i şerîfi daima ölçü alınmalıdır. 

3. Allah saygısı ile dolu olan müslümanlar, büyük günahlara düşme endişesi ile küçük günahlardan uzak dururlar.

9 Ağustos 2017 Çarşamba

DOĞRU SÖZLÜLÜK-(Sıdk)-Riyâzü's Sâlihîn-İmam Nevevi- 1-


“Ey inananlar! Allah’a karşı saygılı olun ve özü-sözü doğru olanlarla beraber bulunun.” Tevbe sûresi (9), 119 

Âyet-i kerîme, Tebük Savaşı’na katılmayan fakat sonra tövbeleri kabul buyurulan üç sahâbî ile ilgili âyetlerden hemen sonra gelmektedir. Müslümanları, imanlarında, verdikleri sözlerinde ve dinlerinde, gerek niyet, gerek söz, gerekse davranış bakımından dürüst kimselerle birlikte olmaya çağırmaktadır. 

Sıdk, sözde ve özde doğruluk demektir. “Sâdıklar” bu âyette, - önü sonu dikkate alınınca- öncelikle “Hz. Peygamber ve ashâbı” anlamına gelmektedir. Muhammed aleyhisselâm ve ashâbının yolunu izlemeye gayret eden has müslümanlarla beraber olmak, kulun Allah saygısını arttıracak ve dolayısıyla ona dünya-âhiret mutluluğunu kazandıracaktır.

 “Doğrularla beraber olmak”, netice itibâriyle “doğruya destek vermek” demektir.

2. "Doğru sözlü, doğru özlü erkek ve kadınlara Allah, bağışlanma ve büyük ecir hazırlamıştır.” Ahzâb sûresi (33), 35 

Âyet, özünde, sözünde ve işinde doğru olmanın iki önemli neticesini açıklamaktadır: Geçmişteki hataların bağışlanması (mağfiret) .. Gelecekte büyük ecir (mükâfat)... Bu, geçmişi ve geleceğiyle en büyük güvenceye sahip olmak demektir.

 3. “Allah’a karşı dürüst ve samimi davransalardı, elbette kendileri için çok daha iyi olurdu.” Muhammed sûresi (47), 21 

Hicretten sonra Medine’de müslümanlar güçlenmeye başlayınca içlerinden bir kısmı, “düşmanla harbetmeye izin verilse, bu konuda bir âyet gelse” diye temennide bulunmuşlardı. Savaşa izin verilince “kalplerinde hastalık bulunan” münâfıklar böyle bir durumu kendileri istememişler gibi baygın baygın bakakalmışlardı. Halbuki onlara düşen itaat etmekten ibâret idi. Çünkü bunu kendileri istemişlerdi. Durum kesinleştikten sonra Allah’a karşı dürüst ve samimi davranmak, herkesten önce kendileri için hayırlı ve iyi olacaktı. Dürüstlük özellikle önceden temenni edilen şeylerin bedeline katlanmakla isbat edilebilir. Faydasını da ancak bu bedeli ödemeye hazır olanlar görür. Müslümana özünde, sözünde ve işinde dürüst olmak yaraşır. 

Hadisler

55. Abdullah İbni Mes’ud radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

“Şüphesiz ki sözde ve işde doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mâce, Mukaddime 7; Duâ 5 

Açıklamalar 
1545 numarada tekrar karşılaşacağımız hadîs-i şerîfte dört önemli tâbir, iki grup halinde birbirlerinin zıddı olarak zikredilmektedir. Sıdk-Kizb, birr-fücûr. Ayrıca bunlara bağlı olarak da sıddîk ile kezzâb aynı şekilde birbirinin karşıtı iki nitelik ve sonuç olarak yer almaktadır. 

Sıdk, sözünde ve işinde dürüst olmaktır. 

Kizb ise, bunun tam aksi davranmaktır. 

Birr, bütün hayr ve iyilikleri ihtivâ eder.

Fücûr ise, kötülüğe meyl ve muhabbet etmek, yoldan çıkmak demek olup her çeşit şer ve fesâdı ifade eder.

 Sıddîk, doğruculuğu; kezzâb yalancılığı âdet edinmiş kişi demektir. Her iki kelime de mübâlağa ifâde etmektedir. 

Dürüstlük, üstün iyilik demek olan birr’e; birr ise, cennet’e uzanan bir çizgidir. Sözünde ve işinde doğru olmaya gayret edenler, Nisâ sûresi’nin 69. âyetinde belirtildiği üzere, peygamberlikten sonraki en yüksek mertebeye (sıddîkıyet) ereceklerdir. Doğruluğu âdet edinmenin yolunu yüce Allah Tevbe sûresi’nin 119. âyetinde, “Ey iman edenler! Allah’a karşı saygılı bulunun ve sâdıklarla beraber olun” fermânıyla göstermektedir. 

Yalan ve yalancılık her türlü kötülüğün başı olan fücûra sebep olacaktır. Fücûr ise cehenneme götürür. Yalancılığı âdet edinenler Allah katında kezzâb diye tescil edilecektir. Bu önemli bir tesbit ve büyük bir uyarıdır. Bu demektir ki, sahteciliğin İslâm’da yeri yoktur. 

Hadisin Müslim’deki rivayetlerinde doğruluğu düstur edinenlerin sıddîk, yalancılığı meslek edinenlerin ise kezzâb diye yazıldığı kaydedilmektedir. Bu kayıt, hadisteki teşvik ve tehdidin, bilerek ve isteyerek doğrunun veya yalanın peşine düşenlere yönelik olduğunu göstermektedir. O halde daima doğruyu aramak, doğru söylemek gerekmekte, yalana ve yalancılığa asla müsâmaha göstermemek lâzım gelmektedir. Zira alışkanlıklar, bilinçsiz hoşgörüler sonucu oluşurlar. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Her hayrın sebebi olan doğruluk teşvik edilmekte, her kötülüğün sebebi olan yalandan uzak kalınması istenmektedir. 

2. Mükâfat ve cezâ, kulun yaptığı iyi ve kötü amellere göre söz konusu olur. 

3. Doğrularla beraber olmak insanda “takvâ” duygusunu geliştirir. 

8 Ağustos 2017 Salı

Riyâzü's Sâlihîn'in Namaz Bölümü Hadis Rehberi-11-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


24. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Birtakım melekler geceleyin, diğer birtakımı da gündüz vakti birbiri ardınca gelip sizin aranızda bulunurlar. Onlar sabah namazı ile ikindi namazında bir araya gelirler. Geceleyin aranızda kalmış olanlar Allah'ın huzuruna çıkarlar. Allah Teâlâ, kullarının halini çok iyi bildiği halde, meleklere:

-Kullarımı ne halde bıraktınız? diye sorar. Melekler:

-Onları namaz kılarken bıraktık; yanlarına da namaz kılarken varmıştık, derler."


Buhârî, Mevâkît 16, Tevhîd 23,33; Müslim, Mesâcid 210. Ayrıca bk. Nesâî, Salât 21

Açıklamalar
Sabah ve ikindi vakitlerini ve bu vakitlerin namazını daha faziletli kılan sebeplerden biri, belki en önemlisi, bu namazlarda meleklerin de hazır bulunmaları ve Allah'ın mü'minlere bir lutfu olmak üzere, onların güzel hallerine meleklerin Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda şahitlik etmeleridir. Mü'minlerin birbiri hakkında şahitlik etmeleri, lehinde şahitlik edilen kimse için Allah katında rahmet vesilesi olduğuna göre, meleklerin şahitliği öncelikle ve daha çok rahmete nâil olmanın vesilesidir. Âlimlerimizden bir kısmı bu meleklerin hafaza melekleri olduğunu, bir kısmı da kâtip melekler olduğunu söylemişlerdir. Bu gibi mahiyeti tamamen açıklanmayan konularda kesin söz söylemek mümkün olmadığına göre, bu anılanlardan herhangi biri veya daha başka melekler olabilir.

Meleklerin inmeleri, ilgili hadislerden anladığımız kadarıyla şöyle olmaktadır: Bir grup melek ikindi namazında iner ve mü'minlerin arasında kalırlar. İkinci grup sabah namazında iner ve bir araya gelirler. Sonra geceyi mü'minlerin arasında geçiren melekler gökyüzüne ve Allah'ın huzuruna çıkarlar, diğerleri ise ikindiye kadar yeryüzünde kalırlar. İkindi olunca başka melekler iner, onlar da yeryüzündekilerle birlikte ertesi günün sabahına kadar birlikte kalır, sonra sırası gelenler Allah'ın huzuruna çıkarlar. Böylece meleklerin inişi ikindi vaktinde, çıkışı ise sabah vaktinde olmuş olur. Hadisin birçok tarikinde meleklerin sadece sabah namazında toplandıklarının zikredilmesi, bu rivayete aykırı düşmez. Çünkü bir hadiste sabah namazında toplanmalarının zikredilmiş olması, ikindide toplanmamalarını gerektirmez.

Allah Teâlâ'nın ilmi her şeyi kuşattığı ve hiçbir şey O'nun bilgisi dışında olmadığı halde, yeryüzünden huzuruna çıkan meleklere "Kullarımı ne halde bıraktınız?" diye sormasının bazı hikmetleri üzerinde durulmuştur. Bunlardan biri, kendisine ibadet eden, saygı gösteren, emir ve yasaklarını dinleyen kullarının kıymetini, merhamet ve mağfirete lâyık olduklarını kullarına göstermesidir. Bir başka hikmeti ise, şu âyetteki gerçeği meleklere göstermesidir. Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâm'ı yarattığında melekler kendisine: "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" demişler, Allah Teâlâ da: "Şüphesiz ben sizin bilmediklerinizi bilirim" buyurmuştu [Bakara sûresi (2), 30]. 


İşte Allah Teâlâ, yeryüzündeki mü'min kullarının da tıpkı gökyüzündeki melekler gibi kendisinin emir ve yasaklarına itaat ve O'nu zikir ve tesbih etmelerine melekleri şahit kılarak, daha önceki zanlarında yanıldıklarını onlara göstermiş olmaktadır.

Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İnsanların bütün hal ve hareketlerini takip edip, Cenâb-ı Hakk'a onlar hakkında rapor vermekle görevli melekler vardır.

2. Sabah ve ikindi namazı vakitleri, yeryüzünde kulların davranışlarını takip edip Allah'a bildirmekle görevli meleklerin buluştuğu ve mü'minlerle birlikte namaz kıldıkları faziletli zamanlardır.

3. Melekler, sabah namazı vaktinde gökyüzüne çıkar, ikindi namazı vaktinde de yeryüzüne inerler.

4. Namaz ibadetlerin en büyüğüdür.

5. İnsan her an Allah'ın gözetimi altındadır.

http://www.namazzamani.net/


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Husuf namazı (Ay Tutulması Namazı)

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bugün Ay tutulması 

18.50.02 Kısmi Tutulma Başlangıcı
20.22.55 Parçalı Tutulma Başlangıcı
21.20.32 Azami Tutulum
22.18.10 Parçalı Tutulma Sonu
23.50.56 Kısmi Tutulma Sonu
Ay; İstanbul’da saat: 20.03’de
Tekirdağ’da saat: 20.08’de doğacak.

Hicri takvime göre Ay tutulması zamanında kılınan husûf namazı nasıl kılınır?

Peygamber Efendimiz’in (sas) namaz ve dua tavsiyesinde bulunmuştur.


 Ay veya Güneş tutulmasını gördüğünüz zaman, açılıncaya kadar namaz kılın, dua edin.” (Buhârî, “Küsûf”, 1, 15)

Husuf namazı:


Ay tutulduğu zaman, herkes kendi evinde tek başına olarak güneş tutulması namazı gibi, kıraati gizli veya açıktan okuyarak iki veya dört rekat namaz kılması iyi olur. Bu namazın camide cemaatle kılınması da, caizdir.

Bu namaz, iki rekat kılınırsa sabahın sünneti gibi, dört rekat kılınırsa ikindinin sünneti gibi kılınır.

Güneş tutulduğu zaman, ezansız ve kametsiz olarak, en az iki rek`at olmak üzere toplu olarak namaz kılınır. İmam her rek`atta normal namazlara göre daha uzun ve açıktan kıraatte bulunur. Namazdan sonra imam kıbleye karşı ayakta veya cemaate dönük şekilde oturarak dua eder. Cemaatle kılınmadığı durumlarda bu namaz tek başına da kılınabilir.

Küsûf namazının sünnet olduğu ve cemaatle kılınmasının daha faziletli sayıldığı konusunda müctehidler arasında görüş birliği bulunmakla birlikte, hüsûf namazının sünnet olup olmadığı ve cemaatle kılınıp kılınmayacağı tartışmalıdır.

Ebû Hanîfe ve Mâlik, ay tutulması güneş tutulmasından daha fazla olduğu halde Peygamberimiz'in bu sebeple namaz kılmadığını öne sürerek, hüsûf namazının sünnet olmadığını söylemişlerdir. Ancak böyle bir durumda tek başına iki rek`at namaz kılınabilir, müstehaptır. Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise hüsûf namazı da küsûf namazı gibi sünnettir, cemaatle kılınır.

Şiddetli rüzgâr, aşırı yağmur, aşırı soğuk ve benzeri durumlarda, bunların can ve mal kaybına yol açabilecek doğal âfete dönüşmemesi için dua etmek ve bu anlamda iki rek`at namaz kılmak güzel (müstehap) bulunmuştur. 

Nitekim Peygamberimiz şiddetli bir rüzgâr estiğinde şöyle dua etmiştir:

"Allahım! Senden rüzgârın en hayırlısını, rüzgârla gönderdiklerinin en hayırlısını isterim. bu rüzgârın kötülüğünden, bu rüzgârdakilerin kötülüğünden ve rüzgârla gönderdiğin şeylerin kötülüğünden sana sığınırım" (Tirmizî, "Da`avât", 48, 88; Müslim, "İstiska", 15).

Bu durumlarda namaz ve dua, tabiat olaylarının insanlarda ve çevrede hâsıl edebileceği olumsuz etkilere karşı Allah'tan yardım dileme mahiyetindedir.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hoşa Gitmeyen Bir Şey Görüldüğünde Vaaz Ve İlim Öğretmede Öfkelenmek

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

28. Hoşa Gitmeyen Bir Şey Görüldüğünde Vaaz Ve İlim Öğretmede Öfkelenmek

90- Ebû Mes'ud el-Ensarî 
(radıyallahu anh) şöyle demiştir:

Bir adam Peygamberimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Ey Allah'ın Resulü! Falanca bize namaz kıldırırken namazı uzattığından neredeyse cemaatle namaza yak­laşmıyorum (arasıra terk ediyorum)"demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i o gün verdiği vaaz sırasındaki öfkeli halinden daha öfkeli olarak görmedim.O (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Sizler nefret ettiriyorsunuz, insanlara namaz kıldıran kişi (namazı) hafif tutsun. Çünkü namaz kılanların (cemaatin) içinde hasta, zayıf ve ihtiyaç sahibi olanlar vardır."
[Hadisin geçtiği diğer yerler:702,704,6110,7159]

Açıklama
Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), namaz kıldıran kişilerin namazı uzatmalarını yasakladığı halde bu olay meydana geldiği için bu kadar öfkelenmiştir.

Bu hadis ile ilgili ayrıntılı bilgi Namaz bölümünde gelecektir,

91- Zeyd Ibn Hâlid el-Cühenî 

(radıyallahu anh)'den rivayet edilmiştir.

Bir adam Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e buluntu mal hakkında soru sordu.

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Bağını (veya kabını), kılıfını iyice belle, sonra bir yıl boyunca mal bulduğunu etrafa duyur. Sonra onu kullan. Sahibi gelirse malı ona ver". 

Adam: "Yitik deve de böyle midir?" diye sordu.

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanakları (yahut yüzü) kızaracak dere­cede öfkelendi ve şöyle buyurdu:

"Deveden sana ne? Onun su tulumu da (suluğu da), tabanı da vardır. Suya gider, ağaç (yapraklarından) yer. Sahibi buluncaya kadar onu kendi haline bırak".

Adam: "Ya yitik davar?" diye sordu.

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem): Ya senin, ya kardeşinin, ya da kurdun­dur" buyurdu.[Hadisin geçtiği diğer yerler:2372,2427,2428,2429,2436,2438,5292,6112]

Açıklama
Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kızması ya yitik develeri almayı daha önce yasaklamasından yahut da soru soran kişinin anlayışının kıt olması sebebiyle alınabilecek yitik malı böyle olmayan yitik mala kıyas etmesindendir.

Bu hadisle ilgili geniş açıklama Alım-Satım konusunda gelecektir.[Buluntu mal bölümü,2,3,4.bölümler,29,28,27,24.hadisler]

92- Ebû Musa 
(radıyallahu anh) şöyle demiştir:

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hoşuna gitmeyecek şeyler soruldu. Ona sorulan sorular çoğaldıkça öfkesi arttı ve "Bana istediğinizi sorun" buyurdu. Bunun üzerine bir adam: "Benim babam kimdir?" diye sordu. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Baban Huzafe'dir" dedi. Başka bir adam kalkarak "Benim babam kimdir ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Senin baban Şeybe'nin azatlısı Sâlim'dir" buyurdu. Hz. Ömer (radıyallahu anh), Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yüzünde kızgınlığın belirtisini görünce şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü biz Allah'a (Celle celaluhu) tevbe ediyoruz.[Hadisin geçtiği diğer yer:7291]

Açıklama
Hz. Ömer 
(radıyallahu anh)'in "Allah'a tevbe ediyoruz" sözü Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e "Seni kızdıracak bir şey yaptığımızdan dolayı tevbe ediyoruz" anlamına gelir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

6 Ağustos 2017 Pazar

Bir Kimsenin Binek Vb. Bir Şey Üzerinde İken Fetva Vermesi

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

23. Bir Kimsenin Binek Vb. Bir Şey Üzerinde İken Fetva Vermesi

83- Abdullah İbn Amr İbnü'l-As' 
(radıyallahu anh)ın rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) veda haccı sırasında Mina'da durdu. İnsanlar ona soru soruyorlardı.

Bir adam gelerek:
"Farkında olmadan kurban kesmeden önce tıraş oldum" dedi.

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Şimdi kurbanını kes, sakıncası yok" buyurdu.

Bir başkası gelerek:
"Farkında olmadan şeytan taşlamadan önce kurban kes­tim", dedi.

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "şimdi şeytanı taşla, sakıncası yok" buyurdu.

Yapılması gerekenden önce veya sonra yapılmış olan şeylerle ilgili olarak Hz. Peygamber'e sorulduysa Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Yap, bir sakıncası yok" buyurdu. [Hadisin geçtiği diğer yerler:124,1736,1737,738,6665]

Açıklama
Buhârî konuya bu başlığı koyarak, binek üzerinde olsa bile âlimin öğrenci­sinin (soru soran kişinin) sorusuna cevap verebileceğini belirtmek istemiştir.

"Sakıncası yok": Sıranın takip edilmemesi ve fidyenin de terk edilmesinden dolayı mutlak olarak senin için bir günah söz konusu değildir.

Bazı fakihlere göre bu ifade ile yalnızca günahın söz konusu olmadığı belir­tilmiştir. Oysa bu tartışmalıdır. Çünkü diğer bazı sahih rivayetlerde: "Hz. Pey­gamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) keffareti emretmedi" denilmektedir. Bu konu Hac bölümünde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.[Bkz.Hac,131.,1736.hadis]

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

5 Ağustos 2017 Cumartesi

İlmin Kaldırılması Ve Cehaletin Yaygınlaşması

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

21. İlmin Kaldırılması Ve Cehaletin Yaygınlaşması

Rebîa şöyle demiştir:
"İlimden bir şey bilen kişinin nefsini unutması ona ya­kışmaz."

80- Enes 
(radıyallahu anh), Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"ilmin kaldırılması, cehaletin yerleşmesi, içkinin içilmesi ve zina­nın yaygınlaşması kıyamet alâmetlerindendir."[Hadisin geçtiği diğer yerler:81,5231,5577,6808]

Açıklama
Bu konunun amacı, ileride daha açık bir şekilde açıklanacağı üzere ilim öğrenmeye teşvik etmektir. Zira ilim, âlimlerin vefat etmesiyle kaldırılacaktır. İlim öğrenenler mevcut olduğu sürece ilim kaldırılmayacaktır. Bu konudaki hadisten, İlmin kaldırılmasının kıyamet alâmeti olduğu anlaşılmaktadır.

Rebîa'nın Sözünün Anlamı

Burada adı geçen Rebîa, Medineli fakih îbn Ebû Abdurrahman'dır. İctihadla çokça meşgul olması sebebiyle Rebîatü'r-re'y adıyla tanınmıştır. Rebîa'nın bu söz ile şunlardan birini kasdetmiş olması mümkündür:


Kendisinde anlayış ve ilim öğrenme kabiliyeti bulunan kişinin kendisini ihmal ederek, ilimle meşgul olmayı terk etmesi uygun değildir. Yoksa bu, ilmin kaldırılmasına sebep olur.

Yahut onun kastı, ilmi ehil olan kimseler arasında yaymaya teşvik etmektir. Âlim bunu yapmadan önce ölürse bu, ilmin kaldırılmasına yol açar.

Kasdedilen mânâ alimin ilminin zayi olmaması için kendisini halka tanıtması ve halkın kendisinden ilim almasına teşvik etmeside olabilir.

Diğer bir görüşe göre onun kastı ilmi yüceltmektir. Kişi, ilmi dünyalık elde etmeye vesile kılarak kendisini küçültmemelidir, Bu, güzel bir yorumdur.

Daha önce geçtiği üzere kıyamet alâmetlerinin bir kısmı normal olaylar şek­linde, bir kısmı ise anormal (harikulade) olaylar şeklinde gerçekleşecektir.

İlmin kaldırılmasından kasıt, ilmi taşıyan kişilerin ölmesidir. İçki içilmesinden kasıt bunun çokça olması ve yaygınlaşmasıdır.

81- Enes 
(radıyallahu anh) şöyle demiştir: Size benden sonra kimsenin anlatmayacağı bir ha­dis anlatacağım. Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle dediğini işittim:

"İlmin azalması, cehaletin yaygınlaşması, zinanın yaygınlaşması, elli kadının bir erkeğin yönetiminde kalacağı şekilde kadınların çoğalarak erkeklerin azalması kıyamet alâmetlerindendir".
Açıklama
Enes 
(radıyallahu anh), Basra'da vefat eden son sahabî olduğundan, bu hadisi Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işiten kimsenin kalmadığını bildiği için "Size benden sonra kimsenin anlatmayacağı bir hadis anlatacağım" demiştir. Bu sözü Basralılara söylemiş olması muhtemeldir. Yahut da bu, daha geneldir. Enes (radıyallahu anh) bu hadisi ömrünün sonuna doğru anlatmıştır. Çünkü ondan sonra Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den hadis dinlediği sabit olan çok az kişi kalmış olup, rivayetleri de bu derece sağlam değildi. İbn Battal şöyle demiştir: "Enes (radıyallahu anh) , ilmin değiştirildiğini ve azaldığını gördüğü için bu sözü söylemiş olabilir. Yani ortamın bozuk olması sebebiyle gerçeği başka kimsenin söylemeyeceğini bildiğinden mevcut durum bu sözü söylemesini gerektirmiştir". Ancak ilk yorum daha güçlüdür.

Kadınların Sayısının Çoğalması

Kıyamete yakın, kadınların sayısının çoğalmasının sebebi fitnelerin çok ol­ması, bu sebeple erkekler arasında savaşların artmasıdır. Bilindiği gibi savaşçılar kadın değil, erkektir.

Ebû Abdülmelik şöyle demiştir: "Bu, fetihlerin çok olacağına, bu sebeple esir kadınların sayısının artacağına, bir kişinin çok sayıda cariye edineceğine işarettir."

Ben (İbn Hacer) derim ki: Bu tartışılır. Çünkü zekât konusunda gelecek olan Ebû Musa hadisinde erkeklerin sayısının az olacağı açık olarak şu şekilde belir­tilmiştir: "Erkeklerin azlığı ve kadınların çokluğu sebebiyle...". Anlaşıldığı kada­rıyla bu olay, başlıbaşına bir kıyamet alâmeti olup başka bir şey sebebiyle değil­dir. 

Allah kıyamete yakın doğacak erkeklerin az olmasını, kadınların ise çok ol­masını takdir edecektir. Kadınların çok olması; cehaletin yaygınlaşması ve ilmin ortadan kaldırılmasına da uygun düşen alâmetlerdendir.

"Elli" sayısı ile gerçek anlamda bu rakam kasdedilmiş olabileceği gibi mü­balağa için mecazen de zikredilmiş olabilir. Nitekim Ebû Musa hadisindeki "Bir erkeği kırk kadının izlediğini göreceksin" denilmesi bu ihtimali desteklemektedir.

Kıyamet Alametleri Olarak Bu Beş Şeyin Zikredilmesi
Dünya ve âhirete yönelik işlerin düzgün gitmesi bu beş şeyin korunmasına, işlerin bozulması da bunların bozulmasına bağlı olduğundan bu beş şey özellikle zikredilmiş gibidir. Bu beş şey şunlardır:

1. Din: İlmin ortadan kalkması dine zarar verir.

2. Akıl: Şarabın içilmesi akla zarar verir.

3. Nesep: Zinanın yaygınlaşması nesebe zarar verir.

4. Can mal: Fitnelerin çok olması can ve mala zarar verir.

Kirmani şöyle demiştir: Hadiste sayılan beş şeyin zarar görmesi dünyanın harap olacağını gösterir. Çünkü insanlar başıboş bırakılmazlar. Bîzîm Peygambe­rimiz Hz. Muhammed 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sonra hiçbir peygamber gelmeye­cektir. Geriye dünyanın harap olması kalır.

Kurtubî el-Müfhim adlı eserinde şöyle demiştir: Bu hadis, peygamberlik mu­cizelerinden birini barındırmaktadır. Çünkü o gelecekte gerçekleşecek şeyleri bildirmiş ve bunların bir kısmı da özellikle zamanımızda aynen gerçekleşmiştir.

Kurtubî Tezkire adlı eserinde ise şöyle demiştir: Burada bir erkeğin elli ka­dını yönetip hepsinin işine bakması, cinsel ilişki konusunda olabileceği gibi baş­ka hususlarda da olabilir. Bu olay "Allah" diyen kişinin kalmayacağı kıyamete çok yakın olan zamanda da gerçekleşecek olabilir. O zaman kişi dinin hükmünü bilmediğinden bir sayıya bağlı olmaksızın birden fazla kadınla evlenir.

Ben (Ibn Hacer) derim ki: Zamanımızda da Müslüman olduklarını iddia et­tikleri halde Türkmen emirleri ve bunların dışındaki bazı kimselerde bu durum görülmektedir.

Kendisinden yardım istenecek olan yalnızca Allah'tır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

4 Ağustos 2017 Cuma

Öğrenen Ve Öğreten Kişinin Fazileti

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
3. BÖLÜM İLİM

20. Öğrenen Ve Öğreten Kişinin Fazileti


79- Ebû Musa 
(radıyallahu anh), Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in  şöyle bu­yurduğunu söylemiştir:

"Allah'ın benim aracılığımla gönderdiği hidayet ve ilim, bol yağ­mura benzer.

Bu yağmur bazen toprağın öyle bir kısmına isabet eder ki bu kısım bereketlidir, suyu kabul eder, çayır ile bol ot yetiştirir. Bir kısmı da bir kayalık gibi olur, suyu üstünde tutar da Allah insanları onunla fayda­landırır. Bu sudan hem içerler hem de hayvanlarını sularlar, ekin ekerler.

Diğer bir kısmı ise düz ve kaypaktır. Ne suyu tutar, ne çayır bitirir.

Allah'ın dinini anlayıp da Allah'ın benim aracılığımla gönderdiğin­den yararlanan, bunu öğrenen ve öğreten kimse ile bunu duyduğu vakit kibrinden kafasını kaldırmayan ve 
Allah'ın benim aracılığımla gön­derdiği hidayeti kabul etmeyen kişinin örneği işte budur".

Açıklama
Hadisin aslında geçen "hüdâ" kelimesi, elde edilmek istenen şeye ulaştıran kılavuz anlamına gelir. Burada kasdedilen ilim, şer'î delilleri bilmektir.

Kurtubî ve diğer hadis yorumcuları şöyle demiştir: Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisi aracılığı ile gönderilen dini, ihtiyaç duydukları sırada insan­lara gelen bol yağmura benzetmiştir. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in pey­gamber olarak gönderilmesinden önce insanlar bu durumda idi. Yağmur ölü bölgeleri dirilttiği gibi dinî ilimler de ölü kalpleri diriltir. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini dinleyenleri, yağmurun isabet ettiği farklı toprak parçalarına benzetmiştir. Onu dinleyenlerin bir kısmı âlim, amel eden ve insanlara öğreten­dir. Bu kişi; suyu kabul eden böylece kendisine yararı olan, bitki bitiren ve böylece başkasına yararı olan bereketli toprak parçasına benzer. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)i dinleyenlerden bir kısmı da ilmi toplar, zamanının tümünü ilme harcar ancak nafileleri yerine getirmez, yahut topladığı bilgileri tam olarak kavramaz. Bununla birlikte bu ilmi başkalarına aktarır. İşte bu kişi suyu üzerinde tutan ve bu sayede insanlara yarar sağlayan toprak parçasına benzer. Hz. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in "Benim sözümü işiten ve işittiği gibi başka­sına aktaran kişinin Allah yüzünü nurlandırsın" sözü ile işaret ettiği kişi budur. Bazı insanlar da vardır ki ilmi işitirler ancak bunu öğrenemezler, bununla amel etmezler ve başkalarına da aktarmazlar. Bunlar suyu kabul etmeyen veya suyu başkasının kullanamayacağı şekilde bozan düz ve kaypak toprak parçasına benzerler. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu benzetmede, insanların kendile­rinden yararlanılması konusunda ortak olan övülen ilk iki insan tipini bir arada zikretmiş, insanlara yarar sağlamayan ve yerilen üçüncü insan tipini ise ayrı olarak zikretmiştir.

Tîbî şöyle demiştir: Hadiste zikredilmeyen iki kısım daha vardır:

1. Kendisi ilimden yararlanmakla birlikte bunu başkalarına öğretmeyen,

2. Kendisi ilimden yararlanmamakla birlikte bunu başkalarına öğreten.

Ben (İbn Hacer) derim ki bunların ilki, Hz. Peygamber'in zikrettiği ikinci gruba girer. Çünkü farklı derecelerde olsa da neticede kendisin­den bir yarar sağlanmaktadır. Yerin bitirdikleri de böyledir, bunlardan bir kısmı insanlara yarar sağlarken diğer bir kısmı kuruyup çer çöp olmaktadır. İkincisine gelince, şayet farzları yapan, nafileleri ihmal eden bir kimse ise ikinci gruba girer. Farzları da terk ederse bu fasıktır, bundan ilim alınması caiz değildir. Bu kişinin "kibrinden kafasını kaldırmayan" kişiler grubuna girmesi mümkündür.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Din nedir ki, onu herkes kendi aklına göre eğip büküyor?- Faruk Beşer


Gazali ilmi ikiye ayırır; tıp ilmi ve din ilmi; ilmü’l-ebdân ve ilmü’l-edyân. İlginçtir, insanlar bu iki alan kadar hiçbir konuda kafalarına göre ahkâm kesmezler. Ama işin diğer ilginç tarafı da şu: Tıp alanında kendi mantığına göre tedavi yapanlar ölüme ya da daha büyük hastalıklara sebep olabildikleri için bu alanın şarlatanları o kadar ilgi görmez ve aklını kullananlar yine de bir uzman doktor ararlar.

Aslında dini alanda mantığına göre konuşmak daha büyük hasarlar yapar, ama bu hasar avam tarafından dünyada fark edilemediği için söylenenler saçma da olsa onlar yine dinlenirler.

Peki, din deyince neyi anlıyoruz?

Din; insanın hem dünya hem ahiret saadeti için Allah’ın ona teklif ettiği iman ve amel bütünüdür.

O bunu Peygamberine vahiy ile bildirmiştir. O halde dinin esası vahiydir, vahyin esası da Kuranıkerim’dir.

Resulüllah’ın sözleri ve fiilleri bu iman ve amelin hatasız uygulamasından ibarettir. Onun bu uygulamasına Sünnet diyoruz. Sünnet Kuranıkerim’den bağımsız bir kaynak değildir, onsuz anlaşılamaz. O da bunsuz anlaşılamaz.


Sünnetin tamamı, Kuranıkerim gibi en başta kayıt altına alınmadığı için Resulüllah’a ait olmayan pek çok söz sonradan ona nispet edilebilmiştir. Bunların bir kısmı kasten bir kısmı da hata ile yapılmıştır. Hadis/sünnet diye nakledilen bir bilginin gerçekten Resulüllah’a ait olup olmadığının tespiti âlimlerin/muhaddislerin görevidir. Onlar bu tespiti daha ilk asırlardan itibaren bihakkın yapmışlar ve hadis diye nakledilen sözlerin sıhhati için söylenecek her şeyi söylemişlerdir. Bize düşen ise onların söylediklerine ulaşmaktan ibarettir ve bugün bu çok kolaydır. Yani sanıldığı gibi, işin sahihi sakimine karışmış değildir.

Ancak bir sözün Resulüllah’a ait olduğunun tespiti, onun doğru anlaşılması için yeterli olmaz. Yahya bin Maîn’in dediği gibi, hadisin bütün rivayetlerini bir arada düşünemezseniz onu doğru anlayamazsınız. Ayrıca Kuranı-kerim-Sünnet bütünlüğü de önemlidir. Hep söylüyoruz, gördüğü her hadisi başlı başına din zannetmek Sünnet inkârcılığını doğuran en baş sebeptir.
O halde sahih ve doğru anlaşılan sünnet de dinin bir parçasıdır. Çünkü dinin nasıl anlaşılırsa doğru anlaşılmış olacağını gösterme yetkisini Resulüllah’a bizzat Allah vermiştir.
Artık onun vefatıyla bu iki kaynağın (Sünnete kaynak denmesi mecazendir, asıl ve tek kaynak vahiydir) Kur’an’a bağlı bir bütünlük içinde anlaşılması kalır.

Kuranı kerim’in bazı ayetleri ‘muhkem’dir, yoruma ihtiyacı olmayacak kadar açık ve nettir, bunu onun dilini bilen herkes anlayabilir. Ama yorum ihtiyacı başladığı anda artık mesele bilenlerin/âlimlerin meselesi haline gelir. Eğer onlar Kur’an’da ve Sünnette var olan bir konudaki bir anlam üzerinde ittifak ederlerse bu ‘icma’ olur ve aksine bir düşünce/uygulama ya bidat ya da küfür sayılır.

Ardından ve dördüncü olarak, üzerinde söz birliği/icma edilemeyen bireysel içtihatlar gelir. Söyleyenin âlim olması şartıyla bunlar da dinden sayılmak zorundadır. Diğerlerinden farkları, mutlak anlamda bağlayıcı olmamalarıdır. Yani bütününü reddedemezsiniz, birini beğenmezsen diğerini alırsınız anlamındadır.

Burada söz konusu edilen âlimler, Kur'an ifadesiyle, ‘ehli zikir’ âlimlerdir. Ehli zikir, bilen ve bildiğiyle amel eden âlim demektir.Allah (cc), ‘bilmiyorsanız ehli zikre sorun’ dediğine, ayrıca; ‘eğer meselelerini istinbat/içtihat gücüne sahip âlimlere sorsalardı onlar bunu bilirlerdi’, buyurduğuna göre âlimlerin anladıkları da dinin bütünü içinde sayılmış olur.

Görüldüğü gibi, böyle âlimlere bu yetkiyi veren de yine bizzat Allah’tır. Çünkü Kuranıkerim’e göre dini bir konunun hükmünü ya bileceksiniz, ya de ehli zikir/müçtehit bir âlime soracaksınız. Üçüncü ihtimal olarak, nefsinizin arzusu ve sizin zannınız kalmış olur. Oysa onlara uymayı Kuranıkerim yasaklar.

Çağdaş Gazali der ki, ‘içtihat kapısını kapamak da, herkesin içtihat edebileceğini söylemek de hatadır. Ama müçtehit olmayanların içtihat etmeleri çok daha büyük hatadır. Çünkü birincisi sadece dini anlayışı geldiği noktada dondurur, ama ikincisi onu tahrip eder ve din olmaktan çıkarır’.

Demek ki, Kuranı-kerim, Sünnet ve onların ehli olanlar tarafından ittifakla veya farklı farklı anlaşılması, hepsi dinin bütünü içindedir. 


Müçtehitlerin sözbirliği ettikleri alanda yanlış olmaz, ama kişisel içtihatlarda yanlış olabilir ve onların doğrusu yanlışı ehli tarafından tartışılabilir, tartışılmalıdır. Ta ki, düşünce, tefekkür ve tefakkuh devam etsin.

Bu söylediklerimizle ‘Kuran İslamı’ diye bir isimlendirmenin de neye tekabul ettiği anlaşılmış olmalıdır.


26 Temmuz 2017 Çarşamba

Alimlerin Kadere İman Meselesi Hakkında Söyledikleri-M. Emin Yıldırım

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
Soru: Kıymetli Hocam, sizin kader ile alakalı dersinizi dinledim. Çok istifade ettim ve kafama takılan onlarca soruya cevaplar aldım. Rabbim sizden ebeden razı olsun…

Dersin içerisinde alimlerimizin kadere iman meselesinde çok önemli şeyler söylediklerini ifade ettiniz. Benim sizden öğrenmek istediğim şu: En temel Ehli Sünnet kaynaklarında kadere iman meselesi nasıl geçiyor? Bu konuda alimlerimiz neler söylemişlerdir? Kaderi inkâr edenler için nasıl hükümler ortaya koymuşlardır? Bu sorularıma cevap verirseniz çok memnun olurum. Allah’a emanet olunuz.

Cevap:

Canım kardeşim, dualarınıza gönülden amin diyor, bende sizi Rabbime emanet ediyorum.

Yolumuzu aydınlatan alimlerimiz her konuda bize çok önemli miraslar bıraktıkları gibi iman esaslarının anlaşılması konusunda da ciddi bir müktesebat bırakmışlardır. Burada hepsini anmak ve aktarmak elbette zordur, ancak özellikle dört mezhep imamız ve itikad konusunda mezheplerimizin imamları olan İmam Mâturîdî ve İmam Eş’arî’nin, yine itikad konusunda otorite sayılan İmam Tahâvî ‘nin, İmam Nesefî’nin ve İmam Teftâzânî görüşlerine kısaca yer vermeye çalışalım.

İmam-ı Â’zam Ebû Hanîfe (v.150/767)


“Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilişe, hayır ve şerriyle kaderin Allah Teâlâ’dan olduğuna, hesaba, mizana, cennete ve cehenneme inanmak ve bu inancı söylemek vaciptir.” (Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, s. 12)

“Allahû Tealâ eşyayı/varlığı herhangi bir şeyden değil yoktan yaratmıştır. Allahû Tealâ varlıkları yaratmadan önce onları ilmi ezelisi ile bilir. Eşyayı takdir eden de kazasını tayin eden O’dur. Dünyada ve ahirette Allah’ın dilemesi, bilgisi, takdiri ve kazası dışında hiç bir şey olmaz. O (cc) her şeyi levhi mahfuzda yazmıştır…” (Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, s. 29)

“Adamın birisi İmam Ebû Hanife’ye gelip onunla kader konusunda tartışmaya başladı. Ebû Hanife adama: “Kader konusunda çok tartışmalara dalan, tıpkı güneşe baktıkça hayreti artan, biri gibi olduğunu bilir misin?” dedi. Adam şaşırdı. İmam dedi ki: “Allah (cc) daha olmadan önce var olacak her şeyi biliyordu. Allah, olmayan şeyi olmadığı zaman da bilir. Onu var ettiğinde de onun nasıl olacağını bilir. Allah var olan şeyi varlığı halinde bildiği gibi, onun nasıl yok olacağını da bilir. Kader, ‘levh’ de mahfuzdur. Biz, Allah’ın kaleme yazmasını emrettiğini ikrar ederiz. Allah (cc) kaleme: ‘Yaz!’ demiş, kalem de: ‘Ne yazayım ya Rabbi?’ diye sormuş, Allah da: ‘Kıyamet gününe kadar olacak olanların hepsini yaz’ demiş, kalemde hepsini yazmıştır. Zaten Rabbimiz: ‘Yaptıkları her şey kitaptadır. Küçük büyük her şey yazılmıştır.’ (Kamer, 54/52-53) demiyor mu?” (Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, s. 29)

İmam Mâlik b. Enes (v.179/795)

İmam Mâlik’e Kaderilerin (Kaderi inkâr edenlerin) kimler olduğu sorulduğunda, şöyle cevap verdi: “Allah (cc) şerleri yaratmadı diyenlerdir.” Bir başka sefer, onlarla nasıl bir iletişim kuralım diye soranlara şöyle cevap verdi: “Kaderi inkâr edenler eğer görüşlerinde ısrar ederlerse, onlarla konuşmayın. Onların arkasında namaz kılmayın ve onlardan hadis rivayeti kabul etmeyin. Eğer onları bir beldede bulursanız onları oradan çıkarın…” (Kadı İyad, Tertibü’l-Medârik ve Takribü’l-Mesâlik, c. 2, s. 47, 48)

İmam Şâfiî (v. 204/820)

İmam Şâfiî’ye soruldu: ‘Kaderi inkar edenler kimlerdir?’ Şöyle cevap verdi: “Kul amelini ortaya koymadan, Allah bir şey yaratmaz diyendir.” (Yani insan kendi fiilinin yaratıcıdır!) (Ebü’l-Kasım Hibetullah, Şerhu Usûli İtikadî Ehli’s-Sünneti ve’l-Cemaât, c. 4, s. 776)

İmam Şâfiî kaderi şöyle tarif ediyor: “Kulların dilemesi Allahû Teâla’ya nispetledir. Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe kullar hiçbir şey dileyemezler. İnsanlar amellerini yaratamazlar; onların (her türlü) amelleri, Allah’ın yaratması ile olur. Kader, hayrıyla şerriyle Allah azze ve celle’dendir. Şüphesiz kabir azabı ve kabir ehlinin sorgusu haktır. Ölümden sonra diriliş haktır. Ahirette hesaba çekilme haktır. Cennet ve cehennem haktır. Bunların dışında sünnette beyan buyrulan tüm şeyler de haktır.” (Beyhakî, Menâkıbu’ş-Şâfiî, c. 1, s. 415)

İmam Ahmed b. Hanbel (v.241/855)


“Mümin, kaderin hayrına, şerrine, tatlısına ve acısına, hepsinin Allah’tan geldiğine iman eder. Kula isabet eden her şey Allah’ın hükmü iledir. Allah kullarının üzerinde kaderini takdir etmiştir.Hiç kimse Allah’ın dilemesini geçemez ve O’nun (cc) kazasını aşamaz. Allah azze ve celle itaati ve günahları takdir ettiği gibi hayrı ve şerri de takdir etmiştir. Kim Allah katında said olarak yazılmışsa o saiddir. Kimde şakî olarak yazılmışsa o şakidir.” (İbnü’l-Cevzî, Menâkıb Ahmed b. Hanbel, c.1, s. 227; Ebû Abdurrahman, es-Sünne, c. 2, s. 385)

Ebû Ca’fer et-Tahâvî (v. 321/933)

İmam Tahâvî, kaderin aslına, (yani tüm bilgisine) Allahû Teâlâ’nın mukarreb bir meleği ve mürsel bir Nebî’yi bile muttali kılmadığı, mahlukatı hakkındaki bir sırrı olduğunu söyler ve bu konuya dalmanın faydasızlığını ifade eder. Cibrîl Hadisi’ndeki: “hayrı ve şerri, tatlısı ve acısıyla kaderin Allahû Teâlâ’dan olduğuna inanmayı” diğer beş esasla birlikte imanın kapsamı içinde zikreder. Der ki: “Allah (cc) bütün mahlukatı ilmi ile yarattı; onlara kaderler takdir etti ve yine onlara eceller tayin etti. Onları yaratmadan evvel O’na (cc) hiçbir şey gizli değildi, onları yaratmadan ne yapacaklarını bildi. Kendisine itaat etmelerini emretti ve kullarını isyandan nehyetti. Her şey O’nun takdiri ve dilemesiyle deveran eder. O’nun dilemesi geçerlidir. Kullar için ancak O’nun dilediğini dilemek vardır. Kullar için neyi dilerse o olur, dilemediği olmaz. (Kul işlediği şeyin meydana gelmesine kadir değildir, ancak Allah o şeyi dilerse meydana gelir. Kulun isteği Allah’ın rızasına uygun ise o şeyden sevap kazanır. Eğer Allah’ın rızasına uygun değilse kul sorumlu olur.)” (et-Tahâvî, el-Akidetü’t-Tahâviyye, s. 17)

Ebû’l-Hasen el-Eş’arî (v.324/935-936)

İmam Eş’arî, meşhur el-İbâne an usûli’d-diyâne adlı risalesinde, kader hakkındaki rivayetleri zikrettiği bir bölüm açmış, orada kendinden önceki bazı alimlerin kader konusunda ittifak ettikleri görüşlere yer vermiştir. Kader’i inkâr edenleri, “Ümmetin Mecusileri” şeklinde nitelendiren Hz. Peygamber’in (sas) hadisinin üzerinden şöyle demiştir: “Onlara denilir ki Mecusiler, Allah’ın gücünün yetmediği kötülüğe Şeytan’ın gücünün yettiğini söylemezler mi? (Yani kötü/şer olanları yaratan Şeytan değil mi?) Onlar zorunlu olarak ‘evet’ diyeceklerdir. O zaman bu durumda siz Mecusilerin söylediklerinin aynısını söylemiş olmuyor musunuz? Onlarda böyle söylüyorlardı. Zaten Resulullah (sas) bundan dolayı: “Her ümmetin Mecusi’si vardır. Benim ümmetimin Mecusileri ise ‘Kader yoktur.’ diyenlerdir.” (Ebû Davud, Sünnet, 17) demiştir. Çünkü kaderi inkâr edenler, aynen Mecusilerin söylediklerini söylemektedirler.” (İmam Eş’arî, el-İbâne an usûli’d-diyâne, s. 196)

İmam Mâturîdî (v. 333/944)


İmam Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd adlı eserinde, kaza ve kader meselesini ayrı bir başlık altında ele almıştır. O gerek bu meseleyi, gerekse irâde meselesini ‘fiillerin yaratılması’ ile alakalı görmekte; biri sabit olursa, diğerinin de sabit olacağını ifade etmektedir. İmam Mâturîdî, kazanın çeşitli anlamları üzerinde durduktan sonra kader konusuna geçmiş ve kaderin iki yönlü olduğunu söylemiştir. 


Der ki: 
“Birincisi: Bir şeyin oluşumu açısından sahip olduğu konum ve değerdir. Buna göre kader, bir şeyi hayır-şer, hüsn-kubuh, ve hikmet-sefeh bakımından taşıdığı mahiyet üzere yaratmaktadır… 
İkincisi: Her şeyin oluşacağı zaman veya mekan, hak veya batıl, ortaya çıkacak mükafat veya cezayı bilmektir. Bunun anlamı Cibril Hadisi diye bilinen meşhur rivayetteki, ‘hayırda şer de Allah’tandır’ ifadesinde mevcuttur…” (İmam Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, s. 307)

Ebû’l-Muîn en-Nesefî (v. 508/1115)

“Allah (cc) kullarının imana ve küfre dair fiillerinin yaratıcısıdır. İster itaat olsun, ister isyan olsun bunların hepsi O’nun (cc) iradesi, isteği, hükmü, kararı ve takdiri iledir."
(İmam Nesefî, Akidetü’n-Nesefiyye, s, 3)

Sa‘düddîn Teftâzânî (v. 792/1390)

"İnsanın kasıt ve iradesinin geçerli olmadığı fiillerini de, kast ve irade ile kendi tercihiyle yaptığı fiillerini de Allah yaratır. Hepsi Allah’ın kaza ve kaderiyle meydan gelir. Çünkü bir şeyi kudret ve irade ile yaratmak mutlaka o şeyin tafsilat ve teferruatını bilmeye bağlıdır." (İmam Teftazânî, Şerhü’l Akâid, s. 229-230)

Kaza: Düşünce aleminde var olan gizli, açık bütün varlıkların yaratılışından ibarettir.

Kader: Varlığı ayrıntılı bir şekilde teker teker Allah’ın (cc) bilmesidir. Kur’an’da (Hicr,15/21) buyrulduğu gibi: ‘’Her şeyin hazineleri (bilgileri) yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.’’ (İmam Teftazânî, Şerhü’l Makâsid fi ilmi’l-Kelâm, c. 2, s. 271)

Muhammed Emin Yıldırım


http://www.siyertv.com/alimlerin-kadere-iman-meselesi-hakkinda-soyledikleri/
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.



EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR