26 Şubat 2015 Perşembe

445.KUR’AN’DA DUA ÖRNEKLERİ: Peygamber Duaları

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


KUR’AN’DA DUA ÖRNEKLERİ

1. PEYGAMBER DUALARI
Kur’ân’da hem isim zikredilerek, hem de isim zikredilmeden
peygamberlerin yaptığı dua örneklerine yer verilmiştir.
İsim zikredilmeden peygamberlerin yaptığı duaya
şu örneği verebiliriz: 

 “Rabbeneğfir lenâ zünûbenâ ve isrâfenâ
fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ ‘alel-kavmilkâfirîn.”
Anlamı: “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sabit kıl, kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et!” (Âl-i İmrân, 3/147)

Bu dua, Kur’ân’da peygamberler ve onunla birlikte Allah
yolunda savaşan, bu konuda gevşeklik göstermeyen ve
sabreden Allah dostlarının duası olarak geçmektedir. (Âl-i
İmrân, 3/146) 

Peygamberler ve Allah dostları dualarında; yüce
Allah’tan;
- Günahlarının ve işlerindeki aşırılıklarının bağışlanmasını,
- İmanda kendilerini sebat ettirmesini,
- Kâfirlere karşı yardım etmesini istemektedirler.

Bu dua örneği ile yüce Allah
(Celle celaluhu), hem mü’minlere nasıl dua edeceklerini öğretmekte hem de günahlara tövbe edilmesini, imanda sebat edilmesini ve düşmanla mücadeleye hazırlıklı olunmasını, zaferin ve başarının ancak Allah’ın yardımı ile mümkün olacağını bildirmektedir.

Bu duayı yapanların, dualarının kabul edildiği ve onların
ödüllendirildiği bir sonraki ayette; “Allah da onlara hem
dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını verdi. Allah, güzel davrananları sever” (Al-i İmran, 3/148) şeklinde haber
verilmektedir.

Âdem (Aleyhisselam)  , Nuh (Aleyhisselam)  , Lût (Aleyhisselam)  , İbrahim (Aleyhisselam)  , Yusuf (Aleyhisselam) Şuayp (Aleyhisselam)  , Musa (Aleyhisselam) Zekeriya (Aleyhisselam)  , Süleyman(Aleyhisselam)  ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in 
yaptığı ve Kur’ân’da geçen dualarından şu örnekler seçilmiştir:


a) Âdem  (Aleyhisselam) ve Eşi Havvâ’nın Duası
Âdem (Aleyhisselam)  ve eşi, cennette kendilerine yasaklanan
ağacın meyvesinden yedikten sonra cennetten yeryüzüne
indirilince şöyle dua etmişlerdir:

“Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve il-lem teğ-
fir lenâ ve terhamnâ le-nekûnenne minel-hâsirîn.”
Anlamı: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!” (A’râf, 7/23)

Bu duayı Âdem  (Aleyhisselam) ve eşi, cennette kendilerine yasak edilen
ağacın meyvesinden şeytana uyarak yedikten sonra
yapmışlardır. (A’râf, 7/19-22; Bakara, 2/35-36)

“Âdem (Aleyhisselam)  (vahiy yoluyla) Rabbi’nden birtakım kelimeler aldı, (bu kelimelerle amel edip Rabb’ine tövbe etti ve affı için yalvardı.) Allah da bunun üzerine tövbesini kabul etti.

Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.” (Bakara, 2/37)

Yüce Allah (Celle celaluhu), Âdem  (Aleyhisselam)  ve eşinin dualarını kabul etmiş ve onları affetmiştir. İnsanların atası Âdem ve Havva’nın tövbe ve duası, nesli için örnek olmuştur.
Bu duada yüce Allah (Celle celaluhu), mü’minlere; insanın hata edebileceğini,

yasak bir fiili işlediği zaman kendi nefsine zarar vermiş olacağını, bu durumda günahtan derhal tövbe edip affedilmesi için yalvarması gerektiğini, böyle yaparsa bağışlayacağını bildirmektedir.


b) Nuh(Aleyhisselam) ın Duası
Nuh (Aleyhisselam)  , kendisine iman etmeyen oğlu suda boğulunca (Hûd, 11/43); “Rabbim! Şüphesiz ki oğlum da ailemdendir.
Senin vaadin elbette haktır, Sen hâkimler hâkimisin” diye Rabbine seslenmiş, bunun üzerine yüce Allah (Celle celaluhu), “Ey Nuh! O, asla senin ailenden değildir, onun yaptığı iyi olmayan bir iştir. O hâlde hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim” (Hûd, 11/45-46)
buyurmuştur.

Bu uyarı sonunda Nuh (Aleyhisselam) , Allah’a şöyle dua etmiş-
tir:

“Rabbi innî e’ûzü bike en es’eleke mâ leyse
lî bihî ’ılm. Ve illâ teğfirlî ve terhamnî eküm-minelhâsirîn.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Bilmediğim şeyi istemekten Sana
sığınırım. Eğer Sen, beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen
ben hüsrana düşenlerden olurum!” (Hûd, 11/47)

Nuh (Aleyhisselam) ’ın bu duasından, Allah’tan bir istekte bulunurken dikkat edilmesi gerektiğini, dînen uygun olmayan, Allah’ın razı olmayacağı şeyleri istemenin doğru olmadığını, bunun cahillik olduğunu, böyle bir istek için de af dilenmesi gerektiğini öğreniyoruz.

Kur’ân’da Nuh (Aleyhisselam) ’ın şu duaları da zikredilmiştir:

“Rabbinsurnî bimâ kezzebûn.”
“Ey Rabbim! (Kavmimin) beni yalanlamalarına karşı
bana yardım et!” (Mü’minûn, 23/26)
ْ
“Rabbiğfirlî veli-vâlideyye ve limen dehale
beytiye mü’minen ve lil-mü’minîne vel-mü’minâti ve lâ
tezidiz-zâlimîne illâ tebârâ.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Bana, babama, anama, mü’min
olarak evime girene ve bütün mü’min erkek ve mü’min kadınlara mağfiret eyle. Zalimlerin de sadece helâkini artır.” (Nûh, 71/28)

Nuh (Aleyhisselam) , İslâm düşmanlarına karşı Allah’ın yardım
etmesini; kendisinin, anne-babasının ve bütün mü’minlerin
bağışlanmasını istemekte, zalimlere de beddua etmektedir.

Dolayısıyla biz, bu dua örneklerinden; kendimiz için dua
ettiğimiz gibi yakınlarımız ve mü’minler için de dua etmemizi, insanlara zulmedenlere beddua edebileceğimizi öğreniyoruz.

c) Lût (Aleyhisselam) ’ın Duası
Lût kavmi, âlemde kendilerinden önce kimsenin yapmadığı
ahlâksızlığa (homoseksüelliğe) düştüler. (A’râf, 7/80-81) 

Lût peygamberin (Aleyhisselam)  ikazına rağmen bu çirkin işlerinden vazgeçmediler, üstelik Peygamberi de yalanladılar.Kavminin bu tutumuna karşı Lût (Aleyhisselam)  
Allah’a şöyle dua etmiştir:


 “Rabbi! Neccinî ve ehlî mimmâ ya’melûn.”
Anlamı: “Rabbim! Beni ve âilemi bunların yaptıklarından
kurtar!” (Şu’arâ, 26/169).

 “Rabbi’nsurnî ‘alel-kavmil-müfsidîn.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Bozguncu / ortalığı fesada veren bu kavme karşı bana yardım et.” (Ankebût, 29/30)

Lût (Aleyhisselam) , Allah’ın emir ve yasaklarını kavmine tebliğ
etmiş, ahlâksızlığa saplanan kavmini bu bataklıktan 
kurtarmaya çalışmıştır. Ancak kavmi edepsizlikte ısrar edince, aynı toplumda yaşayan ailesini, mü’minleri ve kendisini bu kötülüklerden korumasını, kavminin azgınlıklarına ve zulümlerine karşı yardım etmesini yüce Allah’tan istemiştir.

Biz, bu duadan kötü ahlâktan, haramlardan ve kötü
davranışlı insanların kötülük, ahlâksızlık ve zararlarından
korunmamız ve bu konuda Allah’tan yardım istememiz
gerektiğini anlıyoruz. 


 ç) İbrahim (Aleyhisselam) ’in Duası
Azim sahibi peygamberlerden biri olan Hz. İbrahim
(Aleyhisselam) ; tanrı diye putlara tapan kavmini tevhide/Allah’ın
bir tek ilâh olduğu inancına çağırmış, putperestlikle 
mücadele etmiştir. Bu mücadele sürecinde putperest hükümdar Nemrut tarafından ateşe atılmış, ancak ilâhî lütfa mazhar olmuş, ateş onu yakmamış, güllük gülüstanlık olmuştur. 

İşte bu ulu Peygamberin Kur’ân’da bize örnek olacak duaları zikredilmiştir. İbrahim Peygamberin beş ayrı duası şöyledir:

“Rabbi! Heblî hukmevve elhıknî bissâlihîn.”Anlamı: “Ey Rabbim! Bana hikmet ver ve beni sâlihler arasına dâhil et.” (Şu’arâ, 26/83)

“Rabbi! Heblî mines-sâlihîn.”
 “Ey Rabbim! Bana sâlihlerden (bir oğul) ihsan et!” (Sâffât,37/100)

 “Rabbic’alnî mükîmes-salâti ve min zürriyyetî Rabbenâ ve tekabbel du’âe.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! Duamı kabul et!” (İbrahim, 14/40) 365

“Rabbene’ğfirlî veli-vâlideyye ve lilmü’-minîne yevme yegûmül-hısâb.”Anlamı: “Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde beni, ana-babamı ve mü’minleri bağışla!” (İbrahim, 14/41)

İbrahim (Aleyhisselam) , oğlu İsmail (Aleyhisselam)  ile Kâbe’yi inşa edince şöyle dua etmişlerdir:

“Rabbenâ tekabbel minnâ inneke entessemî’ul-‘alîm.
Rabbenâ vec’alnâ müslimeyni leke ve min zürriyyetinâ ümmetem müslimetelleke ve erinâ menâ-sikenâ ve tüb ‘aleynâ inneke entet-tevvâbürrahîm.”
Anlamı: “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur, hiç şüphesiz Sen işitensin, bilensin. Ey bizim Rabbimiz! Hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tövbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz tövbeleri kabul eden,
çok merhametli olan ancak sensin.” (Bakara, 2/128)

İbrahim peygamber (Aleyhisselam) dualarında Allah’tan şunlar istenmiştir:
- Hikmet, 
- Salihler arasında olma,
- Salih / Müslüman evlat,
- İbadetlerinin kabul edilmesi,
- Dualarının kabul edilmesi,
- Neslinin Müslüman olması,
- İman ve İslâm’da sebat,
- Tövbesinin kabul edilmesi,
- Affedilmesi.

İbrahim peygamber (Aleyhisselam) kendisi için dua ettiği gibi, anne babası,nesli ve bütün mü’minler için de dua etmiş, kendisi gibi onların mü’min olmalarını, imanda sebat etmelerini ve ahirette bağışlanmalarını istemiştir. Bu dualar Kur’ân’da zikredilmek suretiyle biz mü’minlere yol gösterilmiş, nasıl dua edeceğimiz, duada neler isteyeceğimiz öğretilmiştir.

d) Yusuf  (Aleyhisselam) ın Duası
Yusuf (Aleyhisselam) , kardeşleri tarafından kıskançlık sebebiyle
bir kuyuya atılmış, burada yolcular tarafından bulunmuş,
Mısır’a götürülüp satılmıştır. Çok güzel ve sevimli olan
Hz. Yusuf ’u (Aleyhisselam) Mısır Hazine bakanı almıştır. Bakanın evinde yaşarken bakanın eşi Zeliha, Hz. Yusuf ’a (Aleyhisselam) ahlâksız teklifte bulunur. Yusuf Peygamber (Aleyhisselam) kabul etmeyince de kendisine
iftira eder. (bk. Yûsuf, 12/4-57) Bunun üzerine hapse girmesi söz
konusu olunca şöyle dua eder:

َ“Rabbis-sicnü ehabbü ileyye mimmâ yed’ûnenî ileyhi ve illâ tasrif ‘annî keydehünne asbü ileyhinne ve ekümminel-câhilîn.”Anlamı: “Ey Rabbim! Zindan bana bunların davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer Sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, ben onların sevdasına düşer, cahillerden olurum.” (Yûsuf, 12/33)

Hapisten kurtulup Mısır’a Hazine bakanı olunca şu
duayı yapmıştır:

“Rabbi kad âteytenî minel-mülki ve ‘allemtenî min te’vîlil-ehâdîsi fâtıras-semâvâti vel-ardı ente veliyyî fiddünyâ vel-âhıreti teveffenî müslimevve elhıknî bissâlihîn.”Anlamı: “Ey Rabbim! Sen bana dünya mülkünden nasip verdin ve bana rüyaların tabirinden bir ilim öğrettin. Ey gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbim! Benim velim sensin, benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlih kulların arasına kat!” (Yûsuf, 12/101)

Yusuf peygamberin  (Aleyhisselam)  şu hususların öne çıktığını görüyoruz:

Allah’ın haram kıldığı bir fiili işlememek için hapse  
girmeyi göze alan Hz. Yusuf, haram fiilden ancak Allah’ın
yardımı ile kurtulmanın mümkün olduğunu dile getiriyor
ve bu konuda Allah’tan yardım istiyor. Allah da onu bu
kötülükten koruyor. (Yûsuf, 12/24)
Mısır’da hazine bakanı olduktan sonra, Allah’ın kendisine
verdiği mülkü ve ilmi itiraf ediyor, kendisinin velisi ve
yardımcısı olduğunu dile getiriyor ve Allah’tan Müslüman
olarak ölmeyi ve sâlihlerin arasına dâhil etmesini istiyor.

e) Şuayb (Aleyhisselam) ’in Duası
“Rabbeneftah beynenâ ve beyne kavminâ bil-hakkı ve ente hayrul-fâtihîn.”Anlamı: “Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (A’râf, 7/89)

Vemâ tevfîkî illâ billâhi ‘aleyhi tevek-keltü ve ileyhi ünîb.Anlamı: “Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben yalnızca O’na dayandım ve ancak O’na döneceğim.” (Hûd,11/88)

Şuayb (Aleyhisselam) ’ın peygamber gönderildiği toplum (Medyen
halkı) fesada uğramış, sosyal düzeni bozulmuş, insan
hakları ihlal edilir olmuştu; özellikle tartı ve ölçüde, alım
ve satımda hile ve sahtekârlık doruk noktaya çıkmıştı.
Allah’a ortaklar koşuyorlardı, çoğu mütekebbir insanlardı;  
özellikle ileri gelenleri, toplumun azgınları Peygamberin
davetine icabet etmediler, peygamberi yalanladılar, yalanlamakla kalmadılar, peygamberi ve iman edenleri, kendi putperest dinlerine dönmedikleri takdirde taşlayacaklarını ve ülkelerinden çıkaracaklarını söylediler. İşte böyle bir ortamda kavminin hidayete yanaşmadığını anlayan Şuayp (Aleyhisselam) ; kavminin teklifini kabul etmedi, Allah’a güvendiğini ve O’na yöneldiğini, başarısının ancak Allah’ın yardımı ile mümkün olduğunu bildirdi, yüce Allah’a yalvardı, kavminin azgınlarını cezalandırması için dua etti, Allah da peygamberinin duasını kabul etti ve Medyen halkını korkunç bir gürültü ve deprem ile helâk etti. (A’râf, 7/85–93; Hûd, 11/84–95)

f ) Musa (Aleyhisselam) ’nın Duası
Musa (Aleyhisselam) , azim sahibi, ulu peygamberlerden biridir.
Firavunların idaresindeki İsraillilerin doğan erkek
çocuklarının öldürüldüğü bir zamanda Mısır’da doğmuş,
Allah’ın lütfu ile Firavun’un sarayında annesi ile birlikte
büyümüştür. İsrail oğullarına peygamber olarak gönderilmiş, kendisine Tevrat verilmiştir. Asa ve yed-i beyza mucizeleri vardır. Allah’ın kendisi ile konuştuğu bir peygamberdir.
Henüz peygamberlikle görevlendirilmeden önce
Mısır’da bir İsrailli’yi savunmak için bir kıptîye bir tokat
vurmuş, kıptî de bu tokat ile ölüvermiştir. (bk.Kasas, 28/3-42)

Bunun üzerine şu duayı yapmıştır:

 “Rabbi innî zalemtü nefsî feğfirlî fe-ğafera lehû innehû hüvel-ğafûrurrahîm.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Ben nefsime zulmettim, beni bağışla! dedi. (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Kasas, 28/16)

Musa (Aleyhisselam) , bu duasında istemeyerek ölümüne sebep
olduğu bir kimseden dolayı kendisine zulmettiğini itiraf
etmekte ve bu kusurun bağışlanmasını Allah’tan istemektedir.
Yüce Allah da onu bağışladığını, kendisinin çok bağışlayan ve çok merhamet eden olduğunu bildirmektedir.
Bir kıptînin ölümüne sebep olduğundan, cezalandırılmaktan
korktuğu için Mısır’dan gizlice kaçmış ve Allah’a şöyle dua etmiştir:

“Rabbi neccinî minel-kavmiz-zâlimîn.”Anlamı: “Ey Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar.” (Kasas, 28/21)

Allah (Celle celaluhu)da duasını kabul etmiş ve onu korumuştur.
Musa  (Aleyhisselam)  Tur dağından döndüğünde kavminin
Samirî’nin yaptığı buzağıya taptıklarını gördü. Kendisi
ile birlikte peygamber olan kardeşi Harun’a kızdı. Harun
(Aleyhisselam) , kavminin söz dinlemediğini, nerede ise kendisini
öldüreceklerini söyledi, bunun üzerine Musa (Aleyhisselam)  şöyle
dua etti:

“Rabbiğfirlî ve li-ahî ve edhılnâ fî rahmetike ve ente erhamür-râhımîn.” Anlamı: “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetinin içine al. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (A’râf, 7/151)


İsrailoğullarına peygamber olarak görevlendirildiği süreçte kavminin Samirî’nin buzağıya tapmalarından sonra
yüce Allah kendisi ile Tur dağında buluşma vaad etti. Kavminden yetmiş kişi ile Tur’a gitti. Allah ile konuştu, seçtiği kimseler buna muttali oldukları hâlde, Allah’ı açıkça
görmeden inanmayız dediler. Yüce Allah da onları şiddetli
bir sarsıntı ile sarstı, bayıldılar. Bunun üzerine Musa
(Aleyhisselam) , Allah’a şöyle dua etti:
“Rabbi! Lev şi’te ehlektehüm min kablü ve iyyâye e tühlikünâ bimâ fe’ales-süfehâü minnâ in hiye illâ fitnetüke tüdıllü bihâ men teşâü ve tehdî men teşâü. Ente veliyyünâ feğfirlenâ verhamnâ ve ente hayrül-ğâfirîne vektüb lenâ fî hâzihid-dünyâ hasene-tevve fil-âhıreti innâ hüdnâ ileyke.”Anlamı: “Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok
ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi yok mu edeceksin? Bu, Senin imtihanından başka bir şey değildir, bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin; bizim dostumuz Sensin; bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin. Bize bu dünyada da iyilik, güzellik ve nimet yaz, ahirette de. Biz sana yöneldik.” (A’râf, 7/156-157) 

Yüce Allah (Celle celaluhu), Musa (Aleyhisselam) ’a kendisini ilâh yerine koyan Firavun’a gidip onu imana davet etmesini emretti. Musa(Aleyhisselam) , bu görev üzerine şöyle dua etti:

“Kâle Rabbiş-rahlî sadrî ve yessirlî emrî vahlül ‘ukdetem millisânî yefkahû kavlî vec’al lî vezîran min ehlî Hârûne ahî üşdüd bihî ezrî ve eşrikhü fî emrî key nüsebbihake kesîran ve nezkürake kesîran inneke künte binâ basîra.”Anlamı: “Mûsâ, dedi ki: Ey Rabbim! Göğsüme genişlik
ver, işimi kolaylaştır, dilimden düğümü çözüver de sözümü iyi anlasınlar. Bana âilemden bir vezir ver; Kardeşim Harun’u, onunla arkamı kuvvetlendir, onu da (elçilik) görevime ortak yap ki Seni çok tesbih edelim ve Seni çok analım. Şüphesiz Sen, bizi görensin.” (Tâ-hâ, 20/25-35)

Musa (Aleyhisselam) , Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ etmekle
görevlendirildiği insanları iman ve ibadete davet etti, onları
haram ve kötü davranışlardan sakındırdı. Sözüne kulak
vermeyenlere; ‘benim size söylediklerimi yakında anlayacak ve hatırlayacaksınız’, dedi (bk. Mü’min, 40/37-47) ve şöyle dua etti:
“Ve üfevvidu emrî ilallâhi innellâhe basîrumbil-‘ıbâdi”
Anlamı: “Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını görür, gözetir.” (Mü’min, 40/44)

Musa (Aleyhisselam) ’ın dualarında şu unsurlar dikkatimizi çekiyor:

Musa (Aleyhisselam) ;
- İstemeyerek bir hata işleyince, hemen tövbe edip
Allah’tan affını istemiştir.
- İnsanların kendisine zarar vermemesi için Allah’a sı-
ğınmış ve kendisini korumasını talep etmiştir.
- Kavminden birtakım azgınların davranışları sebebiyle
helâk edilmemesi için dua etmiştir.
- Dünya ve ahirette Allah’ın kendisine ve mü’minlere
iyilik, güzel ve nimet (hasene) vermesini istemiştir.
- İslâm’ı tebliğ görevini yerine getirebilmesi için başarı,
kolaylık ve konuşma yeteneği istemiştir.
- İşlerini ve başarısını Allah’a havale etmiştir.
- Dua ederken Allah’ın güzel isimlerini zikretmiştir.

g) Zekeriya (Aleyhisselam) ’nın Duası
Hz. Musa (Aleyhisselam) ile Hz. Hârûn’un (Aleyhisselam) babası olan İmrân’ın hanımı hamile kalınca, “Rabbim! Karnımdakini sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et, şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilesin” (Al-i İmrân 3/35) diye dua eder, çocuğu doğunca “Meryem” adını verir. Meryem’in teyzesinin kocası ve İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden olan Zekeriyya (Aleyhisselam) Allah’ın emri ile Beyt-i Makdis’te çocuğun bakımını üstlenir. Zekeriyya (Aleyhisselam) , çocuğun bulunduğu bölmeye
her girişinde yanında bir yiyecek bulur. “Meryem, bu
sana nereden geldi?” diye sorar. Daha sonra babasız olarak
Hz. İsa’yı (Aleyhisselam) dünyaya getirecek olan Meryem de “Bu, Allah katından” diye cevap verir. (bk. Âl-i İmrân, 3/35–37; Enbiya, 21/89)

Zekeriyya (Aleyhisselam) , burada Allah’a şöyle dua eder:

“Rabbi heblî milledünke zürriyyeten tayyibeten inneke semî’uddü’âi.”Anlamı: “Ey Rabbim! Bana katından temiz bir soy ihsan eyle, şüphesiz sen duayı işitensin!” (Âl-i İmrân, 3/38)

 “Rabbi lâ tezarnî ferden ve ente hayrulvârisîn.”
Anlamı: “Rabbim! Beni yalnız başıma bırakma (bana bir çocuk ver), Sen varislerin en hayırlısısın.” (Enbiyâ, 21/89)

Yüce Allah (Celle celaluhu), Zekeriya (Aleyhisselam) ’nın duasını kabul eder ve kendisine yaşlı olmasına rağmen Yahya’yı ihsan eder. (bk.Âl-i İmrân, 3/39–41; Enbiyâ, 21/90)

ğ) Süleyman(Aleyhisselam) ’ın Duası
Kuş ve karınca dilini bilen, hükümdar peygamberlerden
biri olan, insanlardan, cinlerden ve kuşlardan ordusu
bulunan, Davud peygamberin (Aleyhisselam) oğlu Süleyman (Aleyhisselam) , ordusu ile karınca vadisine gelir, bir karıncanın, “Ey karıncalar!  Yuvalarınıza girin, Süleyman (Aleyhisselam) ve orduları farkında olmadan
sizi ezmesin” dediğini duyar, karıncanın sözüne güler (Neml,27/15–19) ve Allah’a şöyle dua eder:

"Rabbi evzi’nî en eşküra ni’metekelletî en’amte ‘aleyye ve ‘alâ vâlideyye ve en a’mele sâlihan terdâhü ve edhılnî bi-rahmetike fî ‘ıbâdikes-sâlihîn.”Anlamı: “Ey Rabbim! Bana ve anama-babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi iş yapmamı gönlüme ilham eyle ve rahmetinle, beni iyi kulların arasına dâhil et.” (Neml,27/19)

Süleyman (Aleyhisselam) , şiddetli bir hastalığa yakalanır, cansız
ceset denecek hâle gelir, sonra tekrar sağlığına kavuşur ve
Allah’a şöyle dua eder:

“Rabbiğfirlî ve heblî mülkellâ yembeğî li ehadimmin ba’dî inneke entel-vehhâb.”Anlamı: “Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk / hükümranlık bahşet. Şüphesiz, Sen çok bahşedicisin.” (Sâd, 38/35)

Yüce Allah (Celle celaluhu), duasını kabul eder. Rüzgârı emrine verir,cinleri ona boyun eğdirir. (bk. Sâd, 36–38) 

Süleyman (Aleyhisselam) ’ın duasında yüce Allah’tan;
- Nimete şükredebilmeyi nasip etmesini,
- Salih ameller işleyebilmesini,
- Salih kulları arasına dâhil etmesini,
- Bağışlamasını,
- Mülk / saltanat vermesini istemiştir.

Süleyman (Aleyhisselam) ın Allah’tan hem dünya, hem ahiret,
hem maddî hem manevî isteklerde bulunduğunu ve duasında Allah’ın güzel isimlerini zikrettiğini öğreniyoruz.

h) Peygamberimiz Hz.Muhammed(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Duası
Miladî 571 yılında Mekke’de dünyaya gelen, 610 yılında
peygamberlik ile görevlendirilen, 13 yılı Mekke’de 10
yılı Medine’de olmak üzere 23 yıl peygamberlik yapan Hz.
Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)diğer peygamberlerden farklı olarak bir topluma değil bütün toplumlara, bütün insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderilmiş, kendisi ile peygamberlik sona ermiştir. O, her konuda mü’minlere örnektir, âlemlere rahmettir. İlk muhatapları olan müşrik Mekke halkını İslâm’a davet etmiş, ancak dirençle karşılaşmış, insanların Müslüman olması için her türlü gayreti sarf etmiş, halkı Müslüman olmuyorlar diye çok üzülmüştür. (İsrâ, 17/6; Şu’arâ, 26/3) Yüce Allah, peygamberini teselli etmiş, görevinin sadece tebliğ etmek olduğunu müteaddit defalar kendisine bildirmiş, iman etmekten yüz çevirirlerse şöyle dua etmesini buyurmuştur:

“Hasbiyellâhü lâ ilâhe illâ hû. ‘Aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbül-arşil’azîm.”
Anlamı: “Bana Allah yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben
O’na güvendim ve O, büyük Arş’ın Rabbidir.” (Tevbe, 9/129)

“Rabbihküm bilhakkı ve RabbünerRahmânül-müste’ânü
alâ mâ tesıfûn.”
Anlamı: “Ey Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet ve Rabbimiz O Rahmân’dır ki, isnat ettiğiniz (yalan) vasıflarınıza karşı yardımına sığınılacak olan ancak O’dur.” (Enbiyâ, 21/112).

“Rabbi immâ türiyennî mâ yû’adûn. Rabbi
felâ tec’alnî fil-kavmiz-zâlimîn.”
Anlamı: “Rabbim! Eğer onlara vaad edilen azabı bana
mutlaka göstereceksen, Rabbim! Bu durumda beni, o zalimler topluluğunda bulundurma.”(Mü’minûn, 23/93–94)

“Rabbi e’ûzü bike min hemezâtiş-şeyâtîn.Ve e’ûzü bike rabbi eyyahdurûn.”
Anlamı: “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.” (Mü’minûn, 23/97–98)

“Rabbiğfir verham ve ente hayrürrâhımîn.”Anlamı: “Rabbim! Bağışla, merhamet et, Sen merhamet
edenlerin en hayırlısısın.” (Mü’minûn, 23/118)

Beş vakit namaz ve kendisine mahsus olan teheccüt namazı emrinin akabinde
(İsrâ, 17/78–79) şöyle dua etmesini
istemiştir.


“Rabbi edhılnî müdhale sıdkıvve ahricnî muhrace sıdkıvec’allî milledünke sültânen nasîra.”
Anlamı: “Rabbim! Gireceğim yere doğrulukla girmemi
sağla, çıkacağım yerden de doğrulukla çıkmamı nasip et ve
benim için kendi katından yardım edici bir kuvvet ver.”(İsrâ, 17/80)

Vahyedilen henüz tamamlanmadan Kur’ân’ı acele okumaması konusunda uyardıktan sonra yüce Allah, şöyle dua etmesini emretmiştir:


“Rabbi zidnî ‘ılmâ
“Rabbim, ilmimi artır!” (Tâ-hâ, 20/114)

Yüce Allah’ın (Celle celaluhu)
peygamberimize emrettiği dualarda,
dünyevî ve uhrevî isteklerini özellikle yardım ve ilim isteme,
şeytan ve zalimlerden uzak kalma arzusunun öne çıktığını
ve dualarda Allah’ın güzel isimleri ve nitelikleri ile
övüldüğünü görmekteyiz.

Peygamber duaları, Allah’tan ne isteyeceğimiz ve nasıl
dua edeceğimiz konusunda bizim için birer örnektir.
Peygamberlerin yaptığı duaların dışında Kur’ân’da
Havârilerin, Ashab-ı A’râf ’ın, Hz. Musa’ya (Aleyhisselam)  iman edenlerin, Ashab-ı Kehf ’in, Tâlut’un ve sâlih mü’minlerin yaptığı dua örnekleri de vardır.

dua.diyanet.gov.tr

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

21 Şubat 2015 Cumartesi

444.ÖMER bin Hattab MÜSLÜMANLIĞI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Nurettin Yıldız'ın dinlediğim bir sohbetinden çok etkilendim. Sohbetin videosunu dinlemenizi tavsiye ederim ama vaktiniz yok ise benim etkilendiğim bölümlerin özetini aşağıda bulabilirsiniz:

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz bu dünyadan Rabb’ine giderken, ashabından 10 kişiyi Allah’ın onlara cennet sözü verdiği müjdesiyle müjdelendirerek ahirete gitti. 
 Dolayısıyla bu 10 insan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizden sonra yaptıkları, sözleri, tavırları, kimlikleri, bizim için örneklerdir.
 Eğer biz Peygamber aleyhisselamdan başka birisini tavırları, konuşmaları eylemlerinde örnek alacaksak, bu “cennetle müjdelenmiş 10 insandan” almalıyız.

 Bu 10 sahabiden bir tanesi de “Ömer bin Hattab” radıyallahu anhtır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ahirete intikal ederken Hz. Ömer’i  radıyallahu anh örnek göstermişti. Onu (radıyallahu anh) yerine geçebilecek, Ümmet’e örnek olabilecek insan olarak karşımıza çıkarmıştı. Elbette sadece Ömer radıyallahu anh değildi ama  bugün önümüzde örnek olarak durması açısından onu ele alıyoruz.

 Ömer bin Hattab radıyallahu anh bu Ümmet’in ilk Müslümanlarındandır. Allah Teâlâ’nın indirdiği Kur’an’ı Kerim’le, ayet ayet yan yana durmuş, Cebrail aleyhisselamın gelişini gidişini seyretmiş Müslümanlardandır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle defalarca baş başa kalmış insandır. Allah’ı ve rızasını dert edinmiş, bunun dışında hiçbir şeyi kendisine örnek almamış, hiçbir duygudan etkilenmemiş insandır. 

  Ömer bin Hattab gibi veya Ali bin Ebi Talib gibi, Ebu Bekir gibi, Enes ibni Malik radıyallahu anhum gibi büyük şahsiyetlerin bu Ümmet’in önünde duran büyüklerin hayatlarından öğrendiğimiz kesitler, olaylar karşısında gösterdikleri tepkiler, ayakta duruşları, duygusallıkları gibi örnekleri çok iyi değerlendirmeliyiz.

 Bu anlamdan yola çıkarak Ömer bin Hattab radıyallahu anhın ölüm döşeğinde iken karşımıza çıkan şahsiyetini defalarca düşüneceğimiz kadar ciddi bir örnek görüyorum. 

Her insan gibi Ömer bin Hattab  radıyallahu anh da ölümle karşılaştı. Ölümün insana unutturmadığı acı yoktur. Ölüm anında titremeyen yoktur.

 Ömer bin Hattab radıyallahu anh bir gün sabah namazı kıldırırken hançerlendi, üç gün kan kaybetti, üçüncü gün Rabb’ine şehit olarak kavuştu.
 Bu üç gün içerisinde Ömer bin Hattab’ın radıyallahu anh, yaşadığı bu üç gün Ümmeti Muhammed’in en değerli bilgi kaynaklarında, başta Sahihi Buhari olmak üzere kayıt altına alındı.

 “Ömer radıyallahu anh hançerlendi, kan kaybetti, mihrapta şehit oldu” dan ziyade, “Ömer  radıyallahu anh,  öleceğini anlayınca ne yaptı” sorusunun cevabından yola çıkmak istiyorum. İki şeyden dolayı:


 Bir insanın yanına gelen doktorlar “yapacak bir şey yok” dedikten sonra öleceğini anlayınca ne yapıyorsa, o insanın en ciddi tavrı odur, gerçek imanı odur. Bu hepimiz için bir gerçektir. Yani bir insan rahat zamanında gerekli-gereksiz her şeyi  konuşabilir; Ama can çekişmeye başlayan bir insan gereksiz şeyler konuşmaz. İkinci derecede gördüğü işleri gündeme getirmez. Can çekişmeye başlayınca “ çağırın eski asker arkadaşlarımı bir muhabbet edelim” demez herhalde.

İnsanlar neyi zirvede tutuyorlarsa hayatlarının en önemli noktası neyi görüyorlarsa son sahnelerinde onunla meşgul olurlar. Son dakikalarını onunla geçirirler.

 Ömer bin Hattab radıyallahu anh üç gün kadar öldü ölecek sahne yaşadı. Sürekli kan kaybetti. Bir sabah, namazı kıldırırken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mihrabında hançerlendi. Kaldırıldı evine götürüldü. Evinde üç gün kadar zaman yaşadı. Geleni oldu, gideni oldu. İstekleri oldu. Konuşmaları oldu. Bu sahneleri Sahihi Buhari’den toplayıp sizinle paylaşmak istiyorum : İki şey için paylaşmak istiyorum:

 Birincisi: Ömer bin Hattab’ın zirve hayalleri neydi son anında hepsi ortaya çıktı.

 İkincisi de: Biz nasıl bir Müslüman olmalıyız? Bunu Ömer’in radıyallahu anh üzerinden ölçmek istiyorum. Ömer’in radıyallahu anh 63 yıllık hayatında siyasetin başındayken dünyanın en büyük imparatorluklarından birini yere sermiş bir adam olarak, büyük imparatorlukların elçilerinin önünde diz çöktüğü, bütün insanların adil bir lider olarak bildiği bir Ömer olarak. Ama artık ayağa kalkamayacağı, başını bile kaldırıp yastığa koyamayacak durumdayken oğlundan, kızından istediği şeyler, Müslümanlarla konuştukları bize örnek olacak. Biz, kim gibi olmalıyız sorusunun cevabını Ömer’in radıyallahu anh son üç gününde görüyoruz. Bu sebeple Müslümanlığımız hadi Ömer’in diri günleri gibi olmadı diyelim, anam babam sana feda olsun ya Resûlullah diyen Ömer gibi olamadık diyelim, son duygularında birkaç saat sonra ölecek bir insan olarak Ömer bin Hattab’ın üzerinden alacağımız dersleri düşünelim istiyorum . Duygusal bir sahne şüphesiz. Ölmek üzere olan bir insanın konuşmaları ama biz kuru kuru ağlama yerine “vah Ömer ne büyükmüş, ah Ömer ne iyiymişsin sen” deme yerine “işte Müslümanlık” buymuş dememiz gerekiyor. Genelde insanlar bu tip sahneleri dinlerken “vay be ne insanlar geçmiş” diyerek şeytanın tuzağına düşerler. Vay be ne büyükmüş Ömer demek bir şeytan tuzağıdır. İşte Müslümanlık buymuş, demek ise ibret almaktır. Ders almaktır. Boş ağlamaları bitirmemiz lazım. Saatlerce ağlamak bir ibadet değildir. Bir dakika tefekkür edip gerçek Müslümanlığı yakalamak ise Kâbe’nin huzurunda yüz sene namaz kılmaktan değerlidir. 

 İşte Müslümanlık! Ömer’in Müslümanlığı! Son sahnesinde riya imkânı yok. Uzun uzun düşünme imkânı yok. Ölüyor çünkü. Midesinden kanlar boşanıyor. Doktor süt getirmiş içirmiş; bağırsaklarından, midesinden dışarı çıkmış. Anlaşılmış ki ölecek. Böyle bir zamanında konuşuyorsa, bu zamanında bir şeyler talep ediyorsa bu o kişinin altmış üç sene neyle yaşadığını gösteren bir duygudur. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin: “ bu Ömer hakkın lisanıyla konuşuyor” dediği zaman gerçekten bunu hak ederek Ömer’in radıyallahu anh, ona söylediğini anlamamızı gösteren bir fırsattır bu sahneler.

 Bu sebeple, Ömer’in Müslümanlığı, Ömer’in radıyallahu anh 63 senesinden değil, son 63 saatinden anlaşılsın istiyorum. Ölen birisi konuşuyorsa doğru konuşuyordur. İşte Ömer bin Hattab’ı radıyallahu anh bu açıdan bir kere daha düşünmemiz gerekiyor. Müslümanlığımızı, diriykenki Müslümanlığımızı, ölüm yatağındaki Ömer’in Müslümanlığıyla karşılaştıralım istiyorum. Ashabı kiram gibi değerli insanların şahitliği ile ortaya konmuş bir Müslümanlık var bir de bizim Müslümanlığımız var. Bu Müslümanlığımızla o Müslümanlığı kıyas edelim, erkek olarak, kadın olarak kıyas edelim, genç olarak, ihtiyar olarak kıyas edelim “neredeyiz”i bulalım. Çünkü bizim nerede olduğumuz ve bulunduğumuz yerin kalitesi belgeli değildir. Ama Ömer’in radıyallahu anh Müslümanlığı, Allah’ın ve Peygamberi’nin garantisindedir. bu nedenle Ömer’in radıyallahu anh bize kıyas edilmesi mümkün değildir. Biz kimiz ki? Ama bizim Ömer’e radıyallahu anh kıyas edilmemiz mümkündür, gerçektir, olması gerekendir.

Ömer bin Hattab’ın şahadetinden önceki son haccında, yanında bulunanların dinlediği bir duası var. Dua ederken demiş ki: “Allahım! Artık yaşlandım. Kendimi güçlü de hissetmiyorum. Bu insanların sayısı da arttı. Başımı bir belaya sokmadan, bir yanlış iş yapmadan beni Sana al ya Rabb’i!”  Böylece Ömer bin Hattab’ın radıyallahu anh haccında son duasının bu olduğunu yanındakiler tespit etmişler.

 Sonra da bir gün kızı Hafsa radıyallahu anhanın yanında -kızı biliyorsunuz Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin hanımlarından biridir, annemiz durumundadır-  şu şekilde dua etmiş. “Allahım! Ben senden hem şehitlik istiyorum hem de bu şehitliği Resûlullah’ın yanında istiyorum” demiş.

 Şehitlik cihadda ortaya çıkan, kâfirle yüzleşince ortaya çıkan bir nasiptir. Kızı Hafsa da: “Baba hem şehitlik istiyorsun hem Medine’de istiyorsun. Medine’de savaş olmaz ki” demiş. “  Dönmüş demiş ki: “Kızım Allah yapar, merak etme!” 

Burada henüz hayattayken dersleri başlayan bir Ömer'le karşılaşıyoruz. Ders vermeye devam ediyor. İtimada bakın. İki olmaz bir arada olmaz şeyi istiyor, Resûlullah'ın Hanımı, Annemiz Hafsa: "baba böyle bir şey olmaz" diyor, Medine'de savaş olmuyor ki. Ama Ömer radıyallahu anh istekte bulunduğu Allah'ın her şeye muktedir olduğuna iman ediyor. 

 Amr ibni Meymun'un radıyallahu anh Buhari'de ve diğer hadis kitaplarında rivayet edilen uzunca bir olayı var. Bu olay Ömer bin Hattab radıyallahu anhın şehadetiyle ilgilidir. 

 Amr ibni Meymun diyor ki: "Ömer sabah namazına geldiğinde, önce safları düzeltir, sonra da safların düzeldiğini görünce namaza tekbir getirirdi. Yusuf Suresi, Hicr Suresi gibi sureleri okurdu ki insanlar birinci rekâta yetişsin. Yine bir gün sabah namazına geldi, safları düzeltti. Sonra da namaza durdu, tekbir getirdi. O tekbir getirince Ebu Lu'lue isimli bir köle, Mecusi, Ömer bin Hattab'ı arkasından hançerledi, Ömer bin Hattab: "bir köpek beni ısırdı" diye bağırdı.

 Amr ibni Meymun radıyallahu anh hemen arkasında namaz kıldığı için sahneyi iyi görmüş. O arada da katil yakalanmamak için etrafındakileri hançerleyerek kaçtı. Kaçarken de on iki kişiyi daha yaraladı, yedisi şehit oldu o esnada. Olayın yeri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin on sene namaz kıldırdığı mescidin mihrabı. Ömer de sabah namazı kıldıracaktı, tekbir getirdi. İstiftah yaparken bu olay meydana geldi. Bir Müslüman Ebu Lu’lue denen Mecusi’yi yakaladı ama o da kendini öldürdü, intihar etti. Böylece katil de ölmüş oldu. Ömer radıyallahu anh yere düştü, hemen bu sahneye dikkat edelim: Ömer yere düştü, insanlar ne oldu diye arka saftakiler Ömer’in üzerine geldiler. Ömer, Abdurrahman ibni Avf’ın elini tuttu, sen geç namazı kıldır, dedi. Abdurrahman ibni Avf çok kısa zammı sureler okuyarak namazı kıldırdı. Diyor ki Amr ibni Meymun: “Ne olduğunu arka saftakiler anlamadığı için ‘subhanallah, subhanallah’ diye bağırmaya başladılar.” Yani imamın sesini duymuyoruz imam yüksek sesle okusun, demek istiyorlar. Önde ne olduğundan haberleri yok. Burada kanın mı duracak aklın mı duracak, imam kim cemaat kim mi ölçeceksin Allah için hepimiz tefekkür edelim. Ümmet’in lideri hançerleniyor, birisini safa geçiriyor, o orada yaralar içerisinde kıvranıyor, arka saftakiler kıpırdamıyor. Ön saftakiler de kıpırdamıyor. Çünkü namazdalar! 

Namaz kılıyorlardı. Abdurrahman bin Avf namazı kıldırdı, namazdan sonra dünya yıkıldı, Ömer’in radıyallahu anh hançerlendiği  anlaşıldı. Ömer bin Hattab’ı hemen sal yapıp evine götürdüler. İbni Abbas radıyallahu anhuma anlatıyor -( ibni Abbas bundan sonrasına devam ediyor. Amr ibni Meymun’dan sadece o sahnesini alıntıladık. Ama bu olayı da Sahihi Buhari’den naklediyoruz,) özetleyerek: “Eve götürdüler, Ömer bin Hattab radıyallahu anhı yatırdılar. İbni Abbas’ı işaret etti, “gel” dedi. “Çabuk git, beni kim yaraladı bak.” Dedi. İbni Abbas: “gittim, dolaştım” diyor “Öldürenin Muğire ibni Şu’be’nin kölesi Ebu Lu’lue olduğunu anladım, geldim, dedim ki: ‘Ya emire’lmüminin! Seni öldüren Muğire’nin Mecusi kölesiymiş.
 Ellerini kaldırmış “Elhamdülillah, elhamdülillah, Rabb’im sana şükür olsun, beni bir mü’min öldürmedi. Kıyamet günü mü’minle yüzleşmeyeceğim.” Demiş. Bir kere daha aklımızı ve beynimizi durdurup  Ömer Müslümanlığını görebiliriz. Resûlullah’ın mihrabında hançerleniyor, Sevindiği şey ise “mü’minle karşılaşmayacağım kıyamet günü” diyor. “Benim yüzümden bir mü’min cehenneme girmeyecek.” Diyor.

 Mü’min kardeşliği! Aklımızın durması gerekiyor. Müslümanlığımızı bu şablonun üstüne oturtmamız gerekiyor -radıyallahu anh-. Sonra diyor ki: “İbni Abbas! Sen ve baban hep bana karşı çıktınız, diyor. Size dedim ki: Resûlullah’ın Medine’sine mü’min olmayanı sokmayalım. Bak siz beni gevşettiniz, mü’min olmayanları da Medine’ye soktunuz, Resûlullah’ın mihrabında cinayet işlediler.” diyor. 

Olay şu: Ömer bin Hattab "mü’min olmayan Resûlullah’ın şehrine girmesin" diye kararname çıkarmış. İbni Abbas da babası Abbas da radıyallahu anhum cemian, böyle yapmayalım, mü’min olmayan niye gelmesin ki, demiş. O da Peygamber’in amcası karşı çıkıyor diye “peki, gelebilirler” demiş. Ölürken de: “ben size demedim mi” deyince İbni Abbas demiş ki: “merak etme ya emire’l mü’minin, toplayıp hepsini öldürürüz şimdi” demiş. Ömer radıyallahu anh bir kere daha: “Resûlullah’ın şehrine girme şerefine erdikten, bizim camilerimize girdikten sonra mı insan öldüreceksin?” Demiş. “Hala hata yapıyorsunuz?”
 Eğitimi hala devam ediyor Ömer’in radıyallahu anh. 

 Bu arada bir genç geliyor Ömer’i radıyallahu anh ziyarete. İçeri giriyor ve diyor ki: “Ya Emire’l Mü’minin! Ne mutlu sana ilk Müslümanlardansın. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ölürken seni seviyordu. Ebu Bekir seni severek gitti. Bütün mü’minler de seni seviyorlar. Ne mutlu ya Emire’l Mü’minin!” Deyip çıkıyor. Çıkarken gence bakıyor ve “Bu çocuğu bana çağırın.” diyor. 

Bir kere daha aklı durdurabiliriz. Akla gerek yok. Mantığa gerek yok. Ömer’e radıyallahu anh ihtiyaç var şu anda. Genç geri gelmiş. “Yavrum” demiş “eteklerin çok uzun, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ‘paçalarınız uzun olmasın’ buyurmuştu. Sen paçalarını kısa tut hem de daha temiz olursun, hadi yavrum şimdi git.” 

Ölüyor, bir delikanlının paçasının kiri onu meşgul ediyor. Akla gerek yok, Ömer’e radıyallahu anh gerek var şu anda. Şurada, burada helak olan binlerce, milyonlarca genci dert etmeyen bizler,Hz. Ömer’in radıyallahu anh girdiği cennete gireceğiz değil mi? İşte onun Kimliği yüzde yüz ortaya çıkıyor. Sonra oğlunu çağırmış: “oğlum anamız Aişe’ye git, ondan bir ricada bulun” demiş “ama içeri girerken Mü’minlerin Emiri Ömer gönderdi deme” demiş “Ömer bin Hattab gönderdi de” demiş, “sonra de ki anamıza: ‘Ömer’in bir hayali var, iki arkadaşının yanına gömülmek istiyor’ izin verir mi -çünkü Aişe anamızın evi, babası ve kocasının mezar olarak bulunduğu yer- izin verirse beni oraya gömün.” Demiş. Abdullah radıyallahu anh  Aişe annemizle ilgili sahneyi  anlatıyor: “Gittim baktım ki,  Aişe anamız hüngür hüngür ağlıyor.Ben de dedim ki: Mü’minlerin emiri senden  ricada bulunuyor.” demiş. O da buyurmuş ki: “Ben orayı kendime ayırmıştım ama Ömer benden daha hak sahibidir, olur gelsin.” demiş. Sonra ibni Abbas diyor ki: “Biz  Ömer’le teselli verici konuşmalar yaparken Biri dedi ki: ‘Abdullah geliyor, Abdullah geliyor’ Beni doğrultun, beni doğrultun’ demiş. Kaldırmışlar birisi dizine koymuş onu. Gelir gelmez ‘ne dedi’ demiş. ‘Babacığım, ne istediysen onu dedi’ demiş. ‘Ömer’in bir isteği kalmadı bu dünyada tamam’ demiş. Bundan sonra ne isterseniz yapın."   

Son sahneyi de Osman İbni Affan anlatıyor radıyallahu anh:  ‘Emirel Mü’minin Ömer bin Hattab radıyallahu anhı en son ben ziyaret ettim. Benim yanımda vefat etti’ diyor.

  “oğlu Abdullah oturmuş kanlar içindeki babasının başını dizine koymuştu artık can çekişiyor. 
“Demiş ki: ‘oğlum başımı toprağa koy’ 
 O da: ‘Baba toprakla benim dizim ne fark eder, sen rahat et’ demiş.
 Biraz sonra: ‘oğlum başımı toprağa koy dedim sana’ demiş. ‘Ne fark eder baba’ demiş. Zaten işte can çekişiyorsun demeye getirmiş. ‘be çocuk başımı toprağa koy dedim sana’ demiş.
 Üçüncü defa -Osman bin Affan’dan bu sahneyi dinliyoruz- üçüncü defa deyince başını yere koymuş. Sonra da dönmüş oğluna demiş ki: ‘oğlum sizin bildiğiniz gibi değil ‘vay bana Allah beni affetmezse ben ne yapacağım bari Allah başımı toprakta görsün, beni tevazuda görsün’ demiş.

 Bir hacca gidip geldiği için, Ramazan’da fitre verdiği için kendisini garanti gören mü’mine bak, Ömer bin Hattab’a bak. Vay benim halime diyen, ağlayan Ömer’e radıyallahu anh bak.
Ağlama hakkımız bile bulunduğunu zannetmiyorum. Bu gerçeklerin bizi ağlatması lazım. Ömer’in radıyallahu anh duygusallığı değil. Halimiz bizi ağlatmalı. Bu esnada Ömer bin Hattab ile uzun uzun görüşmeler de yapıyor ashabı kiram. Diyorlar ki: “Ya Emire’l Mü’minin! Ölüyorsun, senden sonra Müslümanların başına geçecek adamın da ismini versen çok iyi olur.” Yani birisini söyle senin yerine geçsin. Böylece Müslümanların lideri hazır olsun.

  Cevabına dikkat ediniz: “Yaşarken sizin sorumluluğunuzla yaşadım öldükten sonra da mı bu sorumluluğa devam edeceğim ben, benim sülalemden bir kurban size yeter” diyor.

 Akıllar bir kere daha dursun. Mantığı öldür. desteklediği, “bunu lider yapın” dediği insanın yüzünden mezarda rahat edip edemeyeceğini düşünüyor. Diyorlar ki: “oğlun Abdullah’ı çok beğeniyoruz onu başımıza bırakabilirsin” “bizim ailemizden bir kurban size yeter” diyor. Sonra da müthiş bir proje geliştiriyor. Diyor ki: “Aşere-i mübeşşereden -Yani hayatta iken cennetle müjdelenen on kişiden (o dördüncüsüydü)  altısı hayattaydılar.- bu altı kişiye bir komisyon kurdurun, onlar Ümmeti Muhammed’in liderini kendi aralarında seçsinler. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ederken onlardan razıydı. Demek ki onlardan birisidir Resûlullah’ın yerine vekil olacak” diyor sonra da ashabı kiramdan ensardan birisini çağırıyor. Dikkat edin! “Sen, bir elli kişilik silahlı grup kur” diyor. “Bunları ben vefat ettiğim dakikadan itibaren bir odaya kapatın. Üçüncü gün dolduğunda eğer Ümmet’in liderini seçmedilerse hepsini öldürebilirsin.’ 

Ömer Müslümanlığı; aşere-i mübeşşereden de olsan Ümmet’i başsız bıraktın mı Ömer’e göre ölümü hak ediyorsun demektir. Bunlar böyle bir Müslümanlık öğrendiler Resûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem. 

 Ömer üçüncü gün vefat etti.

Çok önemli birkaç noktayı Ömer Müslümanlığı olarak bugün biz önümüze koyup şu maddeleri bir kenara yazıp Müslümanlığımızı yorumlarken, “Araplardan daha iyi Müslüman’ız biz demek ne demekmiş bunu da ölçmek için önümüze malzeme olarak koyabiliriz. 

 Var mı içimizde, yedi-sekiz hançer yiyeceksin, ciğerlerin dışarı çıkacak ama önce Müslümanların namazını kıldıracak adamını düşüneceksin. Önce namaz diyeceksin. Ömer Müslümanlığı budur işte. Yedi hançer de yesen kafan da kopsa namaz daha önemli. Abdurrahman ibni Avf’ı mihraba geçirdi. Namazı kıldırdı ve ondan sonra “eve götürün beni” dedi. 

 Önce namaz, sonra hayat! Önce namaz, sonra iş! Ömer Müslümanlığı budur.

 İkincisi: cümlesine dikkat ediniz. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin cennetle müjdelediği adam, on yıl Ümmeti Muhammed’in başında başarılı bir siyasetçi, ümmeti yönetmiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin pek çok hayali onun elinde gerçekleşmiş. Ama derdine bakın: “beni öldüren mü’min olsa ne yapacaktım kıyamet günü” diyor. “Bir mü’min beni öldürdüğü için cehenneme girerse ne yaparım” diyen adam insanlığın aradığı adamdır bugün. Elhamdülillah, benim kanıma mü’min bulaşmadı. Elhamdülillah diyen bir  Ömer Müslümanlığını konuşuyoruz.

 Ömer’deki radıyallahu anh Müslümanlık idraki bizim bugün anlamakta zorlandığımız bir seviyedir. Ama zorlanmamız gereken bir şey daha var. Yirmi tane cennet yok, bir tane cennet var. Bu Ömer radıyallahu anh ile mi cenneti paylaşacağız biz!  Çok tefekkür etmemiz gerekiyor. 

Bu ölüm sahnesinde oğlunu çağırmış. Bir nokta daha, beyin durduracak bir şey daha var. "Oğlum çok çabuk git kime ne kadar borcum var bunları topla bana" demiş. On yıl Bizans İmparotorluğu'yla savaşmış, Pers İmparatorluğu'nu yerle bir etmiş bir devletin başındaki adam bu. On yıl. Her ay bir fetih gerçekleşmiş, Medine'ye altın ve mücevher yağmış. "Oğlum borçlarımı topla" demiş. Bir zaman sonra gelmiş Abdullah: "baba, seksen bin dinar kadar borcun var" demiş.  "Oğlum neyim varsa benden sonra hepsini topla, onları sat. Eğer yetmezse bu borca amcanlardan, bizim Benî Hattab ailesinden topla, o da yetmezse Kureyşliler'den topla, sakın Ümmeti Muhammed'e borç bırakma" demiş." Peki babacığım" demiş, rahatlamış Ömer.  Ömer borçlandıysa yetim çocuklar için borçlandı.

 Bu Müslümanlık, Ömer Müslümanlığı, kalite Ömer kalitesiydi.

 Ve Bir mantık daha Ömer'den bize vasiyet kalmalı. Resûlullah'ın mihrabında hançerlendin, şahadet arzun vardı, Medine'de Resûlullah'ın aleyhisselatu vesselamın kabrine beş metre bulunan yer. Resûlullah'ın yanı başında şehit oldun. Yanı başına defnedileceksin, garanti aldın. Ama bir delikanlı, bir mekruh işliyor sen onla uğraşıyorsun. Ömer Müslümanlığı! Dertli Müslüman, Ölürken de dertli. Bu genç günaha giriyor, yazık oluyor buna, sünnete aykırı davranıyor. Haram işliyor, zina işliyor değil paçaları uzun, kirleniyor paçaları, kirli paçalarıyla dolaşacak bu delikanlı. 

Ömer'in radıyallahu anh gözünde büyük, küçük iş yok. Her iş Ömer'in işi. 

Ölürken de Ümmeti Muhammed'in lideri; Emîru’l Mü'minin iken de. Ömer Müslümanlığı. Muhtaç olduğumuz ruhtur bu. İslam'ı, Kudüs meselesi ve küçük meseleler, büyük cihatlar, küçük cihatlar diye ayıran anlayış yerine Kudüs'ü de Ömer fethetmişti zaten. İran'ı İslamlaştıran da Ömer'di zaten. Bizans'a ordular salan da Ömer'di. "Bu çocuğun paçası kirleniyor, eyvah günaha girecek" diyen de o Ömer. 

Kudüs Fatihi Ömer, bir delikanlının paçasını dert ediyor kendine. Müslümanlık bu çünkü. Allah'ın emirlerinde, Peygamber’in bizdeki arzularında büyük, küçük yok ki. Her şey büyük. 

Allah emretmedi mi, Peygamber demedi mi "paçalarınız uzun olmasın."  Kudüs'ün fethi kadar ciddi bir şey Ömer için bu. Büyük, küçük olmaz. Ben ölüyorum. Ben ölürken Resûlullah'ın emirlerinden biri ölmüyor ya ben ölüyorum.

Anlayış bu; ölen benim. Resûlullah'ın dini yaşayacak.İslam Ömer'in İslam'ı, Ömer' in Müslümanlığı. Ve Hepimizin şu sahneyi Buhari'den bir kere daha dinlememiz lazım: "Allah beni mağfiret etmezse vay halime kıyamet günü." 

Tek umudu var, Allah'ın mağfireti.

İbni Abbas diyor ki: "Öyle deyince ben ona dedim ki, 'ya Emire’l Mü'minin, hatırlamıyor musun Uhud sahnelerini, şehadet manzaralarını, Resûlullah "Ömer" deyince sana nasıl tebessüm ediyordu, o ne günlerdi. İlk Müslümanlardansın, cihat ettin Resûlullah'la, Peygamber’in arkadaşısın, niye böyle endişeleniyorsun ki?" 

Yine aklımızı ve mantığımızı bir kenara koyabiliriz, Demiş ki: "O bahsettiğin şeyler var ya, ilk Müslümanlık, Resûlullah'ın arkadaşlığı, halifelik bunlar hep Allah'ın lütfuydu, borç bile bunlar bana" 

 "Allah lütfetti, ben bir şey yapmadım ki" demiş. "Şimdiki kıvranışıma gelince; benden sonra sen ve Ümmet’im ne olacak onu düşünüyorum" demiş. Ömer Müslümanlığı radıyallahu anh.

 Ve Ömer ciğerleri parçalanmış, yemez içmez artık sekerat haline gelmiş Ne dedi? "Ben Ümmet’ime hizmet ettim, bu hizmetimi Rabb'imin nimeti olarak biliyorum. Benden sonra planım budur. Bu planım ne kadar tutarsa o kadar."dedi. 

Ümmetini dert etti. Kendi hançerlendi, Ümmeti’nin derdiyle Rabb'ine gitti. 

Kendi öldü, davasını öldürmedi.

 Yaralandı, Şeriatı'nı yaralatmadı.

 Arkada bir cinayet davası bırakmaması onu mutluluğa boğdu. 

Ömer Müslümanlığı'nı konuşuyoruz. Ölürken borçları hesaplandı, borçlarını hesaplattı, kimin ne kadar ödeyeceğini, nereden karşılayacağını garanti etti. Rahat öldü.

 Ömer Müslümanlığı.

  Ben nefsim olarak kendime ve siz kardeşlerime bu muhasebeyi tavsiye ediyorum. Eğer Allah Ömer'i radıyallahu anh baz alıp cennetin kapılarını açacaksa biz neredeyiz? Bizi baz alıp  bizim gibi Müslümanlara cennetin kapılarını açacaksa Ömer radıyallahu anh nereye gidecek? 

 Merak ediyorum, endişeleniyorum.

 Mü'minlerin onurunu değersiz gören ama Müslüman olduğunu da iddia edenin, Ümmeti Muhammed'in serveti üzerinde menfaat kollayan ama hacca gittiği için de kendisini çok iyi Müslüman kabul edenin bütün bu hatalarımızın kıyaslandığında Ömer'le nereye konacağını merak ediyorum. Hangi Müslümanlığımızı örnek alalım? gıybet ederken gıybetin haram olduğunu hatırlayamayan, Müslüman’a iftira ederken, Müslüman’ı rencide ederken, yanlış bir şey yaptığını bile düşünemeyen ama Müslümanlığa gelince 'yok rakibi' diye kendi kendini ortaya süren Müslümanlığımız mı, Ömer Müslümanlığı mı? 

 Biz kendi kendimizin şahitleriz. Ömer'in şahidi ise Allah ve Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem. Ömer'i Allah sevdi, cennet vaat etti ona. Peygamberi sevdi, "Ömer'im" dedi. Biz kimi şahit getireceğiz iyi Müslümanlığımıza?  

 Halimize ağlayalım. Çünkü Ömer radıyallahu anh kazandı. Bu sözünü ettiğimiz olay gerçekleşeli tam bin dört yüz yirmi beş sene oldu. Bin dört yüz yirmi beş senedir dostu Resûlullah ve Ebubekir'le beraberler. Zaten aradığını buldu,. Biz ne aradığımızın farkında değiliz hâlâ. Ömer'e ağlamanın gereği yok; halimize, şu meleklerin güldüğü halimize ağlamak zorundayız. Zavallıyız. Hâlbuki Allah bizi aynı cennete davet ediyor, aynı kalitede Müslümanlığa davet ediyor. Kalite Ömer'dir, Allah Ömer'i ölçü almamızı istiyor. Kalite Ömer'dir, Müslümanlık Ömer'in Müslümanlığıdır.

Nureddin Yıldız Hocaefendi'nin 29.12.2013 tarihli (224.) Hayat Rehberi dersinin özetidir.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

19 Şubat 2015 Perşembe

443.RABBİMİZİN cc 26.NASİHATI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:
"Ey âdemoğlu!
Çokça azık edininiz (hayırlı, salih amel biriktirin); çünkü yol uzundur. Allah a karşı kulluğunuzu güzel ve sağlam yapın; zira deniz derindir. Ameli hakkıyla yerine getirin; çünkü sırat incedir. Yaptıklarınızı ihlâsla yapın; zira sizi hesaba çekecek olan Allah her şeyi görmektedir.
Senin bütün arzuladıkların cennette, rahatın âhirettedir. Orada senin için güzel huriler vardır. Sen benim için ol, ben de senin için olayım. Dünyayı küçümseyip iyileri severek bana yaklaş. Şüphesiz Allah, iyilik sahiplerinin sevabını zayi etmez."


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

16 Şubat 2015 Pazartesi

442.HADİS USULÜ-3-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


bb. Zabt sıfatıyla ilgili kusurlar

1) Çok yanılmak (Kesretu’l-galat): Rivayette çok yanlış yapması. Bu gibilerin rivayeti “münker” sayılır. İnsanın yaratılışı gereği hataya meyyal olmasını gözönünde bulunduran hadis bilginleri, ravilerin kasıttan uzak ve aşırılığa kaçmayan hatalarını hosgörü ile karşılamışlar, hatası sevabını aşacak derecede çok yanılanların rivayetlerini de reddetmişlerdir. Münekkidler, hatada ısrar etmeyi, hatadan daha büyük bir cerh sebebi olarak kabul etmisler, kendisine gerekli açıklama yapıldıktan sonra hatasında ısrar eden ravinin bütün rivayetlerinin sakit olup artık hadisinin yazılamayacağını ifade etmişler ve fazla hata yapmakla cerhedilen ravilerin hadislerine münker ismini vermişlerdir.

2) Aşırı Gaflet (Fartu’l-gafle): Ravinin aşırı gafil ve dikkatsiz olması. Bu da “münker” sayılır.Ravinin cerhini, dolayısıyla rivayetinin reddini gerektiren kusurlardan biri de gaflet, yani dikkatsizliktir. Dikkatsizlik, ravinin rivayet ettiği aslın tahkikine önem vermediğine, hiçbir gerekçe göstermeden, üstelik yapılan değişiklikten doğacak farkı da anlamadan, sırf bir telkinle kitabındaki rivayeti değiştirebileceğine delalet eder. Çünkü rivayetini iyi ezberleyip ona hakim olan ravi, hadisi dinlediği şeyhten böyle tesbit ettiğini söyler, ikna olmadan onu değiştirme yoluna gitmez ve farkına varmadan anlamını bozacak bir tashifte bulunmaz.

3) Karıştırma (Vehm): Hadisin sened ve metninde doğru sanarak hatalar yapması mesela bir hadisi diğer bir hadise katması, sika bir ravi yerine zayıf bir raviyi zikretmesi bu gibilerin rivayet ettiği hadis “muallel” adını alır. Hadis terminolojisinde ravinin, tahdis kurallarını bilmemesi sebebiyle ve doğru olduğu zannıyla hadisi yanlış rivayet etmesidir. Böyle bir kusuru bulunan hadise muallel denir. Vehim sonucu ortaya çıkan hatanın tesbiti için çeşitli karineler yardımıyla titiz bir inceleme gerektirir. Bir hadisteki illeti ortaya çıkartmanın yolu, o hadisin bütün tariklerini toplayıp ravilerin ihtilafını, zabt ve itkanini incelemektir.

4) Sikaya muhalefet (Muhalefetu’s-sikat): Zayıf bir ravinin güvenilir (sika) ravilerden birine farklı rivayette bulunması demektir. Böyle hadislerde münker, müdrec, maklub, muzdarib, musahhaf, muharref gibi isimler alır. Zayıf bir ravinin sika ravilere veya sika bir ravinin, kendisinden daha sika olan ravilerin rivayetine aykırı hadis rivayet etmesi, hadis terminolojisinde muhalefet olarak isimlendirilir. Muhalefet sebeplerine göre çeşitli şekillere ayrılmıştır.


 Idrac sebebiyle muhalefet (hadisin senedinde veya metninde bulunan muhalefet),

 kalb sebebiyle muhalefet (seneddeki ravi isimlerinin veya metindeki bazı kelimelerinin yerlerinin değişmesi dolayısıyla), muttasil bir isnadın ortasına bir ravi eklemek suretiyle meydana gelen muhalefet,

 izdirap sebebiyle muhalefet (bir hadisin bir veya daha fazla ravi tarafindan aynı sıhhat derecesinde fakat birbirine muhalif şekillerde rivayet edilmesi) gibi adlandırılan bu şekiller dışında bir de tashif ve tahriften kaynaklanan bazı muhalefetler vardır ki, bunlarda genellikle metindeki lafızlarda, bazen de senetteki isimlerde vuku bulan tahrif ve tashiflerdir.

5) Hafıza bozukluğu (Su’ü’l-hifz): Çokça unutkan ve rivayetlerinde yanılan hafızası zayıf raviler için kullanılır. Bunlara seyyiu’l-hıfz denir. Devamlı hafıza bozukluğu olanların rivayetleri asla kabul edilmez. Hadiste hafıza bozukluğu, sika olarak bilinen bir ravinin çeşitli nedenlerle akıl ve hafızasında meydana gelen değişiklikler sonucu rivayetlerinde çok hataya düşme durumudur. Hadis alimleri hafıza bozukluğunu ikiye ayırmışlardır. Bunlardan biri ravide devamlı bulunan hafıza bozukluğudur ki, böyle ravilerin rivayetleri doğal olarak ittifakla merduddur. Ikinci çesit hafıza bozukluğu ise arızi olan hafıza bozukluğudur. Bu da bunama, yaşlılık, hastalık, körlük ve çeşitli nedenlerle kitapların yok olması gibi sebeplere dayanır. Böyle ravilerin ihtiladan önce rivayet ettikleri hadisler makbul, ihtilattan sonra rivayet ettikleri ise merduddur.

Bu 10 tenkid noktasını en ağırından en hafifine göre sıralayacak olarsak şöyledir;

1. Kizbu’r-ravi
2. Ittihamu’r-ravi bil kizb
3. Kesretu’l galat
4. Fartu’l-gaflet
5. Fisku’r-ravi
6. Vehm
7. Muhalefetu’s-sikat
8. Cehaletu’r-ravi
9. Bidatu’r-ravi
10. Su’u’l-hifz

HADİS ÖGRENİM VE ÖĞRETİM YOLLARI
Hadislerin bir hocadan rivayet edilmesine terim olarak tahammulu’l-hadis, tahammulu’l-ilm denilmektedir. Biz buna hadis alma yolları veya hadis ögrenme ve ögretme yolları diyebiliriz.

Hadis usulü alimleri tahammül ve eda yollarını baslangıçtan beri sekiz olarak tesbit etmişlerdir. Bunlar sırasıyla; sema’, kıraat, icazet, münavele, kitabet, i’lam, vasiyyet vicade’dir. Şimdi özet olarak bunları inceleyelim.

a. Sema
Hocanın ezberden veya yazılı bir metinden rivayet ettiği hadisi ögrencinin bizzat hocasının ağzından işitmesidir. Bu durum rivayet sırasında (filan bize anlattı) veya (bize haber verdi veya (....şöyle söylerken işittim gibi terimlerle belirtilir. Hoca ezberden veya kitaptan sözlü olarak rivayet ettiği hadisi talebelere yazdırırsa bu imla olur. Bu yolla oluşturulmuş eserlere de “emali” adı verilir.

b. Kıraat
Talebe ezberinden veya elindeki bir kitaptan hocanın huzurunda hadis okur. Hoca da ya ezbere veya elindeki bir nüshadan takip ederek dinler. Gerekirse düzeltme yapar. Böylece öğrenci, hocadan o hadisleri öğrenmiş olur. Bu usule “arz” veya “kıraat” denir.

Bu yolla öğrenilen hadis rivayet ederken (Falanın huzurunda bu hadisi okudum) ifadesi kullanılır. Şayet hadisi başkası hocanın huzurunda okumuş kendisi de orada hazır bulunmuşsa (falanın huzurunda bu hadis okunurken dinledim) ifadesi kullanılır. Bu yolla elde edilen hadis “haddesena fulan kiraaten aleyh” terimiyle de rivayet edilir. Imam Müslim ahberena lafzını bu yolla aldığı hadisleri rivayet ederken kullanmaya çalışmıştır.

c. Icazet
Hocanın, talebesine duyduklarını veya kitaplarını rivayet etme izni vermesi demektir. Bunda ne sema usulünde olduğu gibi hocanın okuması ne de kıraat metodunda görüldüğü gibi talebenin okuyup hocanın dinlemesi ve tasvibi vardır. Icazet sözlü veya yazılı olarak verilir. İcazetin birkaç şekli vardır. Çesitlerine göre caiz olan ve olmayanları vardır. “eceztu lifulan istemeltu aleyhi fihristi”, “eceztu leke ba’du mesmuati” gibi terimler kullanılır.

d. Münâvele
Hocanın kendisinden nakil ve rivayet etmesi için talebesine bir kitap ya da yazılı bir metin vermesine münavele denir. Eğer hoca, kitabı verirken “bunu sana temlik ediyor” veya “istinsah için emanet ediyor ve rivayet etmene de izin veriyorum” derse buna icazetli münavele ismi verilir. Bu geçerli bir usuldür. Eğer hoca, talebesine benim işittiğim hadisler bunlardır diyerek icazetten söz etmeden bir kitap teslim ederse bu icazetsiz münavele olur ve bu hadislerin rivayet edilmesi caiz görülmez. “ecazeni en erviye anhu” “ahberana icazeten” terimleri münaveleye delalet eder.

e.Kitâbet
Hocanın, huzurunda bulunan veya bulunmayan bir ögrencisi için kendi eliyle bir veya birkaç hadis yazıp ve yazdırıp vermesi veya göstermesine kitabet denilmektedir. İcazetli olmayan kitabet bazılarınca geçerli görülmediği halde çoğunluk tarafından caiz görülmüştür. “eceztuke ma ketebtuke” “ahberena fulan mukatebet” gibi terimler kitabete delalet eder. Bu yolla hadis alan ravinin rivayet sırasında mükatebeyi bildiren ifadeleri kullanması uygun görülmüştür.

f. I'lâm
Hocanın, talebesine icazetten söz etmeksizin belli bir hadis veya hadis kitabı hakkında sadece bu benim duyduğumdur diye açıklamada bulunmasına i'lam denilir. Bu yolla alınan hadislerin rivayetini çokları kabul ederken bazıları da bunun caiz olmadığını söylerler." hazihi rivayeti" terimi tek başına i'lami ifade eder.

g.Vasiyyet
Ölmek veya yolculuğa çıkmak üzere olan hocanın rivayet izninden söz etmeksizin kitabını öğrencilerden birine vasiyyet etmesidir. Bunda zimni bir rivayet izni vardır diyenler yanında bu yolla elde edilen hadislerin rivayetin caiz görmeyenler de vardır. Vasiyyet bir bakıma münavele, bir bakıma da i'lam'a benzemekle beraber onlardan aşağı derecede bir öğrenim ve öğretim yoludur.

h. Vicâde
Bir ravinin yazma bir kitabı ele geçirmesine vicade denir. Hadisçiler bunu, sema, icazet ve münavele söz konusu olmadığı halde bir kitaptan hadis almayı ifade için kullanırlar. Bu durumda hadisleri elde eden kimse rivayet ederken "vecedtu bi hatti fulan"
(bu Hadîsi falancanın el-yazısıyle yazılmış buldum.)  diyerek durumu açıklaması gerekmektedir. Vicade geçerli hadis öğrenimi ve öğretimi yollarından biridir. Bugün hadis kitaplarından yapılan nakillerin hepsi bir çesit vicade'dir.

www.mustafakaratas.com

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala a
lihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

13 Şubat 2015 Cuma

441.HADİS USULÜ-2-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


ba. Adalet Sıfatıyla ilgili kusurlar

1) Yalancılık (Kizbu’r-râvi): Ravinin hadis rivayetinde yalancılığı. Yani Hz. Peygamberin söylemediğini söylemiş, yapmadığını yapmış gibi rivayet etmesi. Bu gibi ravilere “kezzab”, “vadda’”, “ekzebun-nâs”, “ruknu’l-kizb” gibi isimler verilir ve bunun gibi ravilere asla itibar edilmez ve rivayet ettiği hadislere uydurma (mevzû) denir.

Sözlükte kasıtlı veya kasıtsız, birşeyi olduğundan farklı haber vermek anlamına gelen yalancılık, hadis terminolojisinde bir söz, bir fiil, bir sıfat veya takririn uydurularak Resulullah’a isnad edilmesidir. Genelde ravide görülen yalancılığın iki çeşidinden bahsedilmektedir. Bunlardan birincisi hadis rivayetinde yalan söylemektir ki, hadis uydurmak anlamına gelir ve en ağır cerh sebebi olarak kabul edilmiştir. Digeri ise, ravinin hadis rivayetinde değil de, günlük hayatta insanlar arasında yalan konusmasıdır ki, bu da rivayetlerinin kabul edilmesine engel teskil eder.

Hadis münekkidleri, kendilerine bahşedilen mükemmel bilgi, parlak zeka, fevkalade idrak, yalancılık belirtilerine karşı sağlam his ve kuvvetli meleke sayesinde hiçbir iftiracının haline ve yalanına kanmamışlar, doğruyu yalandan, dürüstü sahtekardan ayırmakta zorluk çekmemislerdir. Bunun için de muhaddisler ravi ve rivayetlerin tenkidinde genellikle tarih bilgisini kullanmıslardır.

2) Yalancılıkla itham (Ittihamu’r-râvi bi’l-kizb): Ravinin yalancılıkla ittiham edilmesi, hadis rivayetinde yalancılığı tesbit edilmemis olmasına rağmen, günlük hayatında yalan söylediği biliniyorsa, rivayette de yalan söyleyebilir diye düsünülür ve rivayetine itibar edilmez. Rivayetleri “metruk”, “matruh” adını alır. Kendisi “muttehemun bil-kizb”, “metruk”, “muttefekun ala terkihi” gibi terimlerle cerh edilir.

Ravinin yalancılıkla itham edilmesi, Resullullah’a yalan isnad ettigi bilinmemekle birlikte, genel olarak yalancılık töhmeti altında bulunmasıdır. Ravinin hadis rivayetinde kasıtlı olarak yalancılık yaptığına rastlanılmaması, fakat günlük hayatında yalancılığının tesbit edilmesi kavli fısktır ki, böylelerinin rivayetleri de reddedilir.

3) Fısk (Fısku’r-râvi): Ravinin günahkarlığı, Islamın emir veya yasaklarından herhangi birine uymayana fasık denir. Böyle bir ravinin rivayeti münker olarak degerlendirilir. Kendisi hakkında da “Leyyinu’l-hadis” denir.

Bilerek fıskını açığa vuran ravinin rivayetinin merdud olduğunda ihtilaf bulunmamaktadır. Ancak te’vilden dolayı fıska düşüp fakat bunun farkında olmayanlar için iki durum söz konusudur. Bunlardan birincisi fıskı zanni olanlardır ki, bunlar nebiz içmek ve musiki dinlemek gibi fısk oldugu kesin olmayan davranışlarda bulunanlardır. Bazılarınca bunların rivayetleri makbuldür. Fıskı kati olanların ise durumları ikidir. Yalan konusmayı dini bir görev sayanların rivayetlerinin reddedilmesinde ihtilaf yokken, mezhepleri lehine yalancılığı caiz görmeyen, hatta haram olduguna inanıp yalancılıktan kaçanların rivayetleri Şafii, Gazzali ve bazı fıkıhçılarca makbuldür.

4) Bid’at (Bidatu’r-raâi): Ravinin ehl-i bidatten olması. Böylesi ravilerin kendi bidatlarının propagandasını yapmadıkları sürece rivayetlerinin kabul edileceği görüşü ağırlıktadır.

Dini terminolojide bid’at, Islam dininin ikmalinden sonra, Resullullah zamanında mevcut olmayan bir şey ortaya çıkarmaktır. Bidat kavramı, istilahi anlamda yaygın sekilde Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra ortaya çıkmıştır. Hadis bilginleri de, bidatin cerh sebebi sayılabilmesi için öncelikle küfrü gerektirip gerektirmedigini tesbit etmeye çalışmışlar ve bu amaçla da bidati küfrü gerektiren ve fıskı gerektiren şeklinde ikiye ayırmışlardır. Bidati küfrü gerektirenler ittifakla reddedilmisken, bidatleri sebebiyle fıska düsen raviler hakkında mutlaka reddedilirler, mezhebi lehine yalancılığı helal saymayan bidatçilerin rivayetleri kabul edilir, mezhebinin propagandasını yapmayan bidatçilerin rivayetleri kabul, propagandacı olanların rivayetleri ise reddedilir seklinde bazı fikirler ileri sürülmüştür. Bütün bu açıklamalar muhaddislerin, bidatçilerin hadislerini değerlendirirken öncelikle onların dini ve ilmi bakımdan güven verici olup olmadıklarına baktıklarını göstermektedirler. Böyle olan ravi, dini çerçeveyi aşmayan farklı fikirlere de sahip olsa, rivayete ehil görülmüş ve hadisi alınmıştır.

5) Cehalet (Cehaletu’r-râvi): Ravinin tanınmaması. Ravinin ya zatının ya da halinin bilinmemesi demektir. Böylelerine “mechul” rivayetlerine de “mübhem” adı verilir. Ravinin zatının veya halinin bilinmemesi anlamına gelen cehalet ya isim, künye, lakap, sanat, sıfat ve neseb gibi ravinin pekçok özelliklerinden birisiyle tanınmış olmasına rağmen herhangi bir maksatla meşhur olduğu isimden başka bir isimle anılması amacıyla adının belirtilmemesi ya da rivayetinin çok az olmasından doğar.


 Hadis bilginleri, cehaletin türüne göre ravileri genel olarak ikiye ayırmışlardır.
1) Mechulü’l-ayn olan raviler Mechulü’l-ayn tek varisi olan muhaddise denir ve hadis alimleri mechul tabiri ile genelde mechulü’l-ayn olan raviyi kastedmektedirler. Mechulü’l-ayn olan ravinin rivayeti konusunda, hadisçilerin çoğunluğunun desteklediğine göre rivayetinin makbul olmadığına, ravide müslümanlıktan başka şart arayanlara göre mutlak olarak makbu olduğuna dair, teferrüd edilen ravi, bir cerh ve ta’dil imamı tarafindan tezkiye edilmiş olması ve bir de ravisi bulunması halinde rivayetinin makbul, aksi takdirde teferrüd eden ravinin adil olsa da rivayetinin makbul olmayacağına dair bazı hükümler sözkonusudur.

2)Mechulü’l-hal Kendisinden iki veya daha fazla kimse, ismini anarak hadis rivayet etmişken, hakkında cerh ve ta’dille ilgili bir hüküm verilmedigi için adil olup olmadığı meçhul kalmış raviye mechulü’l-hal veya mestur adı verilir. Hali mechul olan raviler ikiye ayrılır. Adaleti zahiren ve batınen meçhul olanlar ki bunların rivayetleri cumhura göre merduddur. Zahiren adil, batınen mechulü’l-adale olanlar ise hadisçilere göre hakkında müzekkilerin tezkiyesine müracaat edilen kimsedir ve bu tür ravilerin rivayetleri Ibn Hibban gibi bazı alimlerce kabul edilmiştir.


Devam edecek....

 www.mustafakaratas.com

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR