2 Ekim 2015 Cuma

544.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-11


'Dünya işlerinizi siz iyi bilirsiniz'

".... “Fedâilde, yani insanın yapmak zorunda olmadığı, ama yaparsa sevap alacağı gönüllü işlerde zayıf hadisle de amel etmek caizdir” diye bir kural zikredilir. Ancak bu her zayıf hadisle amel edilir anlamına gelmez. Önce zayıf hadisle hiçbir durumda amel etmek caiz değildir, o yok hükmündedir diyenlerin bulunduğunu da söyleyelim. Sevap konularında amel edilir diyenler de bunun için bazı şartlar zikrederler. Bu şartların, üzerinde ittifak edilenleri şunlardır:...

.... meviza/vaaz kitaplarında gördüğü her sözü, sahihine zayıfına bakmadan, kendi ideolojisini okşadığı için hadis diye alan ve bağlılarına hararetle tavsiye eden .....


.... mübarek gün ve geceler yaklaştığında sayıp döktükleri yüzlerce sözün kahir ekseriyetinin aslı yoktur. Allah'tan korkmadan Hz. Peygamber'e söylemediğini söylettirirler.

....Günlerin ve gecelerin faziletine dair aslı bulunan ve bulunmayan hadisler konusunda yazılan en güzel kitaplardan biri İbn Recep el-Hanbelînin Latâifu'l-ma'ârif adlı eseridir. Hiç olmazsa sadece ona baksalar işin çoğunu halletmiş olurlar. Ya da çok büyük bir emek ve büyük bir masrafla yüzden fazla hadisçinin uzun yıllarda hazırladığı Cevami'ul-kelim programına veya ed-Düraru's-seniyye (dorar.net) sayfasının hadis bölümüne baksalar yine epeyce mesafe almış olurlar....

Bu konuda şunu da bilmemiz gerekir. Hadislere sahih, zayıf ya da uydurma diyecek olanlar artık bizler değiliz. Bu konuda söylenecekler vakti zamanında söylenmiş bitmiş. Biz sadece o söylenenlerin ne olduğunu bilirsek yeter....


...Akide, yani inanç konularını belirleyen nasların mütevatir olması gerekir hükmü mutlak anlamda doğru değildir. Manası ile mütevatir, ya da sadece sahih olan hadislerin söyledikleri de inanılmayı gerektirir. Hz. İsa'nın nüzulü, şefaat, kabir azabı gibi konular böyledir. Bunları bildiren hadislerin lafız olarak mütevatir olmamaları, sadece inkâr edenin tekfir edilemeyeceği anlamına gelir. Yoksa bunların inkârı da en azından dalalettir.


Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/dunya-islerinizi-siz-iyi-bilirsiniz-2022149

30 Eylül 2015 Çarşamba

543.SAHABİNİN KİM OLDUĞUNU TAYİN ETMEDE ÖLÇÜ-2-İhsan Şenocak

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


İhsan Şenocak'ın "sahabe" ile ilgili yazılarına devam ediyorum inşallah.

Sahabinin Kim Olduğunu Tayin Etmede Ölçü
Sünnetin saf haliyle sonraki kuşaklara taşınması mühim meselelerin en üst sırasında yer almıştır. Hadislerin naklinde görev alan ravilerin kim olduğunu tesbitin ehemmiyeti konu ile alakalı hususi bir disiplinin doğmasına sebep olmuştur. Hadis rivayet eden kişinin adalet ve zapt yönü bütün yönleriyle incelemeye alınmıştır. Raviler zincirinin ilk halkasında yer alan sahabenin kim olduğu ve nasıl tesbit edileceği hadisle alakalı diğer meselelerden daha fazla önemsenmiştir. Bu noktada farklı mülahazalar öne çıkmıştır. Neticede bir kişinin sahabe olduğu şu esaslardan biriyle tesbit edilmiştir:

* Tevatür Yolu: Yalan üzerine birleşmeleri adeten mümkün olmayan bir cemaatin kendilerinden önceki bir başka cemaatten yaptığı nakille kişinin sahabi olduğunu rivayet etmesidir. Bu, usuller içerisinde en kamil olanıdır. Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali başta olmak üzere cennetle müjdelenen on kişinin (Sa’d b. Ebî Vakkas, Said b. Zeyd, Talha b. Ubeydillah, Zübeyr b. el-Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah -radıyallahu anhum-) sahabi olduğu tevatür yoluyla sabittir.

* İstifâza Yolu: Kişinin sahabi olduğu tevatür derecesine ulaşmayan bir şöhretle bilinebilir. Dımam b. Sa’lebe ile Ukâşe b. Mıhsan’ın –radiyallahu anhuma- sahabi olduklarının tesbiti gibi.

* Şahadet Yolu: “Şahs-ı vahidin tezkiyesi makbuldür.” Kaidesinden hareketle herhangi bir sahabi veya tabiinin “falancanın Rasulullah (s.a.v.) ile musahabesi vardır” demesi ile de kişinin sahabi olduğu tesbit edilebilir. Mesela Hz Ömer’in devri hilafetinde Ebu Musa el-Eş’ari komutasındaki askerler içerisinde yer alan Hümeme b. Ebi Hümeme ed-Devsi Isfehan’da ishal hastalığından vefat etmişti. Ebu Musa el-Eş’ari Hümeme hakkında; “Vallahi Efendimiz’den (s.a.v.) Humeme’nin şehit olacağını işitmiştim.” dedi. Bu ifadeden Hümeme’nin –radiyallahu anh’ın- sahabi olduğu anlaşılmıştır.

* İkrar Yolu: Kişinin adaletinin sübutu ve Allah Rasulü (s.a.v.) ile aynı zamanda yaşama imkanının mevcudiyeti aşikar olur, sonrada sahabi olduğu tarafından itiraf edilirse ikrarı kabul edilir. Yani bu durumdaki bir kişinin sahabi olduğuna hükmedilir. İkrarın kabül edilebilmesi için kişinin en geç hicri 110 tarihinde vefat etmesi gerekir. Çünkü sahabe asrı hicri 110’da son bulmaktadır. Bu tarihin tesbiti, vefatından bir ay kadar önce Allah Rasulü’nün (s.a.v.); “İşte bu geceyi görüyorsunuz ya, bundan sonra geçecek yüz senenin başında bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse kalmayacaktır.”[21] hadisinden hareketle belirlenmiştir.[22]

Kimlerin sahabi olduklarının tesbiti noktasında kudretli allameler tarafından bir çok çalışma yapılmıştır. Bunlar içerisinde en mühim olanı, ashabın isimlerini, terceme-i hallerini ve rivayette tek kaldıkları hadisleri gösterebilmek için müstakil olarak telif edilen “Tabakat” literatürüdür. Bu sahada ilk defa müstakil eser veren kişi ise Muhammed b. İsmail Buhari (ö. 256) dir. Zamanla bu alanda geniş hacimli eserler vucüt bulmuştur. Halef selefin eserlerini ikmal etmiştir. Muahhar muhaddislerden İbn Abdi’l-Berr’in (ö. 463) el-İstiab’ında 3500, İbn Esir’in (ö. 630) “Üsdü’l-Ğabe”sinde 7554, İbn Hacer Askalani’nin (ö. 852) “el-İsabe”sinde ise 12279 sahabi mevcuttur. Ne ki bu rakamlar ashabın yekünuna nisbetle oldukça azdır. Çünkü ashabın yekünü ile alakalı 40 ila 120 bin arasında farklı rakamlar rivayet edilmektedir. Fakat Tabakat müelliflerinin gayretli çalışmalarıyla Allah Rasulü’nden (s.a.v.) tek bir tane de olsa hadis rivayet eden hiçbir sahabinin terceme-i hali ihmal edilmemiştir.

Hadis allameleri bin bir meşakkate göğüs gerip kimin sahabi olduğunu tesbit ettiler ve eserlerinde gösterdiler. Öncelikli gayeleri ise, Retene-i Hindi (ö. 632) gibi yalanda şöhret bulanların hezeyanlarını, sahabi kisvesi altında Allah Rasulü’ne (s.a.v.) isnat etmelerine mani olmaktı.


Devam edecek...

İhsan Şenocak

Dipnotlar:

[21] Müslim, 44/Fedâilu’s-Sahabe, 53 (IV, 1965, H. no: 2537); Tirmizî, 34/Fiten, 64 ( IV, H. No: 2251).
[22] Efendimiz (s.a.v.) hicri 11’de vefat ettiler. Bu tarih üzerine yüz eklendiğinde hicri 110’a ulaşılır ki, bu da sahabe devrinin sonudur. Bu yüzden hicri 110’dan sonra yapılan ikrarlara itibar edilmemiştir. Bkz. İbn Hacer, İsabe., I, 15; Ahmed Naim, Sahih-i Buhari Muhtasarı ve Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, D.İ.B.Y., I, 16-17.



"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

29 Eylül 2015 Salı

542.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-10


Sünnet'i Kur'an-ı Kerim’le karşılaştırmak uygun olur mu?

..."Kur'an-ı Kerim'in lafızları da bizzat Allah'a aittir, mûcizdir benzeri getirilemez, namazdaki kıraat ancak onlarla olur. Hadisi Şerifler ise bazı birimleriyle özlü ifadeler (cevamiu'l-kelim) ya da, zayıf bir Hadis'e göre Arabın en fasihine ait olsalar da mûciz değildirler, namazda kıraat yerine okunamazlar...


....Kur'an-ı Kerim'i doğru anlamak için onun ayetlerinin iniş sebeplerini/sebeb-i nüzulü bilmek yardımcı olur. Ama Hadisler'i anlamak için onların söylenme sebebini ve ortamını/sebeb-i vürudunu bilmek zorunludur. Kardavî, Kur'an'ı anlamak için sebeb-i nüzulü bilmek lazım ise, Sünnet'i anlamak için sebebi vürudu bilmek elzemdir der.
Kur'an-ı Kerim de Sünnet de bütün olarak düşünülmediğinde doğru anlaşılamaz. Ancak Sünnet'te bu bütünlüğü hesaba katmak çok daha gereklidir...."


Yazını tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunneti-kuran-i-kerimle-karsilastirmak-uygun-olur-mu-2021920

28 Eylül 2015 Pazartesi

541.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-9

Sünnet İslamı olursa Kuran İslamı da olur

"....Hadisleri anlamada birinci mesele Kuran-Sünnet bütünlüğüdür
Madem ki, Sünnet Kuranı Kerim'in uygulanmasıdır, o halde o Kuran'dan bağımsız bir kaynak, ya da onun alternatifi değildir. Ondan bağımsız olarak anlaşılamaz. Onunla birlikte ve onu anlamak için okunur ve anlaşılır....


...İkinci mesele Sünnetin kendi içindeki bütünlüğüdür.
Bir Hadisin nerede, ne zaman, kime, ne söylediği bilinmeden Hadisi anlamak mümkün olmadığı gibi, bir Hadisin sözünü ettiği konuda hangi Hadislerin varit olduğu, bunların içerdikleri konuların farklılığı ve hepsinin birden ne demek istediği Kuranı Kerim ışığında bilinmeden bir Hadisin tek başına doğru anlaşılması mümkün olamaz.... 



...Kuranı Kerim ve Sünnet bütünlüğünden koparılmış olarak hadislerin her birini bağımsız bir norm/kaide gibi görerek anlamaya ve tek başına ondan hüküm çıkarmaya çalışmak, İbn Uyeyne'nin dediği gibi insanı saptırır.....


http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunnet-islami-olursa-kuran-islami-da-olur-2022046

21 Eylül 2015 Pazartesi

SÜNNETE UYGUN İBADET -33-Arefe Günü Orucu-aşure günü ve muharrem ayı orucu

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

* Faziletli günler ve ameller hakkında bkz. 1274-1279[1]

1253. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e arefe günü tutulan orucun fazileti soruldu; o da:

"Geçmiş bir yılın ve gelecek bir yılın günahlarına kefâret olur"
buyurdu.[2]

* (Fecr: 89/2)’deki on gün (Hac: 22/28)’deki belirli günler (Bakara: 2/197)’deki sayılı günler Kurban bayramı ve teşrik günleri olarak da yorumlanmıştır. Dolayısıyla bu günleri ibadetle ve oruçla geçiren kimseye geçmiş ve gelecek birer yıllık günahlarına kefaret olmaya yetecek kadar sevap ve rahmet verilir. [3]

1254. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem aşûre gününde oruç tuttu ve oruç tutmayı tavsiye etti."[4]

1255. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e aşûre günü tutulan orucun kıymeti soruldu; o da:

"Geçmiş bir senenin günahlarına kefâret olur"
buyurdu.[5]

1256. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Gelecek seneye kadar yaşayacak olursam, muharrem ayının dokuzuncu günü oruç tutarım."[6]

* Yahudilerin aşure günü oruç tuttukları kendisine haber verilince Rasûlullah (s.a.v.) onlara benzememek için bir gün öncesinden tutmaya niyetlenmiştir. Onlara benzememek için aşureden bir gün önce veya bir gün sonrasıyla tutmak (9-10 veya 10-11 veya 9-10-11) uygun olur.[7]


sadakat.net/riyazus-salihin- 227) Arefe Günü Orucu (Arefe Gününde Ve Muharremin Dokuz Ve Onuncu Gününde Tutulan Orucun Fazileti)

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 365.
[2] Müslim, Sıyâm 196, 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Sıyâm 40.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 365.
[4] Buhârî, Savm 69; Müslim, Sıyâm 127, 128.
[5] Müslim, Sıyâm 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Sıyâm 40.
[6] Müslim, Sıyâm 134. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 41.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 365.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

18 Eylül 2015 Cuma

536.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-8

Kur'an'la çelişen hadis olabilir mi?

"Sünnet Kur'an-ı Kerim'in Peygamberce uygulanmasıdır. Peygamberce olması demek, tam isabet olmadığı yerde Allah tarafından anında düzeltilmesi demektir. Yani bütün mesele bir sözün ya da fiilin Hz. Peygamber'e ait olup olmadığını tespit meselesidir. Ona ait olduğu kesinse, kendi içinde doğruluğu da kesindir. Ondan sonra sıra onu doğru anlamaya gelir. Ama bu sanıldığı kadar kolay değildir....


....Hz. Peygamber'in sünneti, doğruluğu onaylanmış, hata ihtimali kalmamış bir uygulamadır, onun Raşit Halifelerinin uygulamaları ise hata ihtimali içeren doğru uygulamalardır. Artık bu noktadan itibaren devreye âlimlerin çabaları/içtihatları girer. Ama dinin sabitesi dediğimiz akide ve ibadetler konusunda Raşit Halifelerin ve bütünüyle ashabın kabulünün dışında yeni bir şey söylenemez. Böyle bir girişim dinle oynamak, onu maniple etmek olur. Zaten bu aklen de mümkün değildir....


...sünnetin getirdiği hükümler belki de zaten Kur'an-ı Kerim'de vardır da onu ancak peygamberi bir seziş çıkarabilirdi. Öyle de oldu. Bu çıkarma/istinbat sünnet imbiğinden geçmesi şartıyla, âlimlerin içtihatlarıyla devam etmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir. Siz bir şeyin hükmünü Kur'an-ı Kerim'de ya da sünnette bulamıyorsanız başvuracağınız merci, 'ehli zikir/ilmiyle amil' âlimlerdir. Onların içtihatlarının dışına çıktığınızda da dinî olanı terk etmiş, nefsinize uymuş olacaksınız. Onların içtihatları hatalı olmuş olabilir. Bir müçtehidin hatalı bir içtihadına uyma, nefsine göre yaşamaktan evladır. Bu noktada diğer âlimlerin görevi de, doğru olanı bulma çabası/içtihadı göstermeleridir....



Yazını tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/kuranla-celisen-hadis-olabilir-mi-2021848

13 Eylül 2015 Pazar

535.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-7

Sünneti anlamamanın anlamı

"....Sünnet Hz. Peygamber'in İslam'ı bütünüyle uygulama tarzıdır ve Kur'an-ı Kerim'in canlı halidir, onun hatasız bir uygulamasıdır. Bu anlamda sünnet bütünüyle İslam'dır. Farzıyla, vacibiyle, 'sünnetiyle', müstehabıyla, edebiyle…
Sünnetin devreden çıkarılmasıyla İslam'ın sadece hukuki yönü değil, ahlakî ve imanî yönü de anlaşılmamış olur ve Kur'an-ı Kerim'deki genel hükümler herkesin farklı anlayacağı göreceli talimatlar haline gelir. Din oyuncak hamuru gibi herkesin elinde farklı bir şekil alır, kısaca Hıristiyanlığa dönüşür. Gayba ve ahirete imanın teferruatı olan şefaatin mahiyeti, kabir azabı, hesapla mizanla, sıratla ilgili detaylar bizim nev-zuhur ulemamızda olduğu gibi alay konusu yapılır. Burada da bir Yahudileşme ortaya çıkar. Çünkü Yahudilik'te ahiret meseleleri devreden çıkarılmış ve ahirete iman, varla yok arasında belirsiz bir hale getirilmiştir. Belki bu sebepten dolayıKur'an-ı Kerim'de Allah'a imanın yanında çoğu kez ahirete iman da vurgulanır. Oysa Allah'a iman ahirete imanı zaten içerir, artık onun söylenmesine gerek kalmaz denebilirdi. Ama onun ayrıca vurgulanması, Allah'a hakkıyla imanın ancak, ahirete de kesin imanla tamamlanacağını anlatmak için olmalıdır....."


Yazını tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunneti-anlamamanin-anlami-2021757

8 Eylül 2015 Salı

532.MELEKLER ve CİNLER SAHABE midir?-1-İhsan Şenocak

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Sahabi arkadaş/dost olmak anlamına gelen sohbet/suhbet kelimesinden müştak bir kelime. Bunun için muayyen bir ölçü yok, “sahabi” az ya da çok başkası ile birlikte olan herkese şamil. Bu yüzden; “falanca ile bir yıl, bir ay, bir gün ve hatta kısa bir an beraber oldum” derken sahibe/beraber oldu fiili kullanılır. Kelimenin sohbet çerçevesinde kazandığı geniş anlam, günün belli bir anında Allah Rasulü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ile birlikte olan kişiyi de içine almaktadır.
Sahabi olmanın ve de o duruş üzere kalmanın “nasıllığı” ulema indinde farklı mütalalara neden olmuştur. Muhaddislere göre; Allah Rasülü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)müslüman olarak bir defa gören kişi sahabidir. Fakat O’nu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)mümin olarak görenin iman üzere ölmesi şarttır.[1]

 Sahabi olma şerefine nail olan, ardından irtidat eden sonra tekrar müslüman olan fakat yeni halinde Allah Rasülü’nü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) göremeden ölenler tarifin dışında kalırlar. Bu yüzden Kurre b. Meysere, Eş’as b. Kays gibi bir ara irtidata irtikap edenler Ebu Hanife ve Şafi’ye göre sahabi kabul edilmezler.[2] İrtidat ameliyesi kişinin bütün amellerini iptal ettiği gibi sahabi olma payesini de alır-götürür.[3]

Allah Rasülü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görmenin nasıllığı ile ilgili mülahazalar şu çerçevededir: Kişi bizatihi O’nu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görmeyi kast ediyor, ya da başkası vesile oluyor, bizzat O’na (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bakıyor, ya da hedefinde başkasını görmek varken gayri ihtiyari olarak bakışları O’na (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) alıyor.[4] Eğer bütün bu bakışların öncesinde iman varsa “gören” kişi sahabi kabul edilir.

Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görmek, “O’na (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)mülaki olmak” anlamında değerlendirilmelidir. Zira İbn Ümmi Mektum gibi Efendimiz’i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dünya gözü ile göremeyenler de tereddütsüz sahabidir.[5] Sağını solunu birbirinden ayırabilen veya “sözü anlayıp karşılık verebilecek” derecede bir dirayete malik olan çocuklar da sahabidir.[6]

Ebu Zueyb El-Hüzeli gibi O’nu 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ölümle defn arasında görenler yaşarken görme bahtiyarlığına eremediklerinden sahabi kabul edilmezler.[7]

Ez cümle sahabi; Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), risalet vazifesinin başlangıcından Ezeli ve Ebedi dostu olan Allah Teala’ya irtihal edişine kadar devam eden süreç içerisinde mümin olarak gören ve o hal üzere vefat eden kişidir.

Melekler Sahabe midir?

Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mümin olarak gören ve o hal üzere ölen “herkes” zarfında insandan başka kimler var? Hz. Cebrail bazen asli suretinde bazen de Dihyet-i Kelbi hüviyetinde O’nunla (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görüşmüştür. Görüşme aşikar olduğuna göre melekler de sahabi midir?

Bütün zamanları ibadete ayarlı olan ve bu yüzden nafile ibadet yapmaya dahi zaman bulamayan meleklere peygamber gönderilip gönderilmediği, gönderildi ise Allah Rasulü’nün 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashap kadrosuna dahil olup-olmadıkları ihtilaflıdır. Fahruddin Razi “Esraru’t-Tenzil” adlı eserinde risaletin melekleri bağlamadığı noktasında icmanın olduğunu nakletmektedir. Fakat icma olduğuna itiraz edenler de vardır. Takiyyuddin Sübki Allah Rasulü’nün (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)meleklere de gönderildiğini söylemektedir.[8] Fakat tercih edilen, risaletin meleklere şamil olmadığı görüşüdür.

Cinlerin Durumu

Peygamberlere vahyedilen hakikatler cinleri de bağlar. Çünkü insanlar gibi mükelleftirler. İrade ve ihtiyarları vardır. İbadet için yaratılmışlardır: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[9] Öldükten sonra diriltileceklerdir. İsyankar olanları cehennemde cezalandırılacaktır.[10]

Cinlerin varoluş gayeleri Allah Teâla’ya ibadet etmektir: Neye ve nasıl iman ve ibadet edeceklerini ise peygamberlerden öğrenmişlerdir: “Hani cinlerden bir grubu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur’an’ı dinlemeye hazır olduklarında (birbirlerine) ‘susun’ demişler, Kur’an tamam olunca da uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, Hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun.”[11] Bu ayetler bir çok açıdan cinlerin mükellef olduklarına işaret etmektedir:

* Allah Teâla cinleri Kur’an’ı dinleyip iman etmeleri, emirlerini uygulayıp yasaklarından sakınmaları için Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dinlemeye yöneltmiştir.

* Cinler, Kur’an’ı dinlediklerini, anladıklarını ve O’nun doğruya ulaştıran kitap olduğunu kabul ettiklerini haber vermektedirler. Onların bu beyanı Musa’yı (a.s), O’na indirilen Kitabı, Kur’an’ın Tevrat’ı tasdik ettiğini ve dosdoğru yola ilettiğini bildiklerini göstermektedir.

* Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görüp, Kur’an’ı dinleyen cinlerin milletlerine; “Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun.” diye çağrıda bulunmaları, mükellef olduklarına, haber verdiklerini doğrulamak, emrettiklerine de itaat etmek suretiyle Allah Rasulü’nün (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) davetine müsbet karşılık vermekle emrolunduklarına delalet etmektedir.[12]

Cinlerin tamamının mükellef olduğu, bir kısmının Allah Rasulü’nü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)dinleyip iman ettiği[13] dikkate alındığında içlerinde sahabi vardır. Çünkü Hz Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) insanlara olduğu gibi cinlere de gönderilmiştir: “Alemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e Furkan’ı indiren Allah, yüceler yücesidir.”[14] Bütün müfessirler cinlerin de ayette geçen ‘âlem’ kapsamına girdiği noktasında icma etmişlerdir.[15]

“Kalk uyar.”[16] ayeti mutlak olduğundan akıl sahibi bütün canlıları kapsar. Cinler de bu bağlamda değerlendirilir. Çünkü onlar içerisinde de sefihler, cehenneme girecekler vardır.

İbn Hazm bu noktada şunları söylemektedir: “Allah Teala cinlerden bir grubun iman ettiğini, Hz. Rasulullah’tan 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kur’an dinlediğini ve içlerinde faziletli sahabilerin yer aldığını bizlere bildirmektedir.”[17]

Ne var ki pozitivizmin gücüyle sarsılan bazı modernistler cin bahsinde bir takım garip te’villere giderek “cin” gerçeğini çarpıtmışlardır. Kainatta olan her şeyde sebep-sonuç prensibinin hakim olduğunu iddia eden Ahmed Han bu noktada pozitivizme öylesine teslim olmuştur ki; beş duyunun algı sahasına girmeyen her şeyi reddetmiştir. Melekleri insandaki sezgisel bilişin, sudaki akışkanlık ve taştaki katılık gibi yaratılmış nesnelerin hususiyetleri olarak te’vil eden Ahmed Han[18] Kur’an’ı Kerim’de geçen “cin” kelimesinin kapsamı hakkında da şunları söylemiştir: “Cin kelimesi beş yerde ‘can’la aynı anlama gelmekte ve bunlar şer, hastalık ve diğer olumsuzlukların yansımaları olarak anlatılmaktadır. Diğer yerlerde geçen “cin” kelimesinden ise çöllerde, tepelerde ve ormanlarda yaşayan yabani insanlar kastedilmektedir.[19]

Modernizmin Mısır ayağında yer alan Muhammed Abduh da cinlerle alakalı Ahmed Han’ınkine benzer mütalalar serdetmiştir. Mücize ve keramet gibi harikulade, melek ve cin gibi de gözlem alanına girmeyen varlıkları te’vil ya da reddeden modernistlerin etkin ve de yeni olanlarından Muhammed el-Behiy “Ahkaf” ve “Cin” sürelerinde geçen cinlerle alakalı şunları söyler: “Bunlardan, Medine’den Mekke’ye gelen ve kimse görmeden Allah Rasülü’ne 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iman eden insan topluluğu kastedilmektedir”[20]

Allah Teâla’nın te’vile imkan vermeyecek bir dille yarattığını ifade ettiği, mükellef olduklarını belirttiği, Hz Rasulullah’ı 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) görüp ondan Kur’an dinlediklerini bildirdiği ve bu dinleme neticesinde içlerinde mü’minlerin olduğunu izhar ettiği cinlerin varlığı bedihi bir hakikattir. O halde insanlar arasında olduğu gibi cinler içerisinde de bir çok sahabi vardır.

Devam edecek....

İhsan Şenocak

Dipnotlar:

[1] Ali b. Muhammed b. el-Kari, Şerh-u Şerhi Nuhbeti’l-Fiker, (tah. Abdu’l-Fettah Ebu Ğudde), Daru’l-Erkam, Beyrut, ty., s. 576.
[2] İzzuddin İbn Esir Ebi’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Cezeri, Usdu’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s-Sahabe, (Mukaddime), Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ty., I, 11.
[3] Ali el-Kari, a.g.e., s. 576.
[4] Ali el-Kari, a.g.e., s. 576.
[5] Bkz. Ali el-Kari, a.g.e., s. 548-579.
[6] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usûlu, İfav, İstanbul, ty., s. 81.
[7] İbn Esir, a.g.e., I, 10.
[8] Ahmed b. Ali b. Hacer b. Askalani, el-İsabe fî Temyizi’s-Sahabe, (Mukaddime), Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, I, 10.
[9] Kur’an, Zariyat(51): 56.
[10] Anne karnında örtülmesinden dolayı döl suyuna “cenin”, birbirini örten ağaçlarının çokluğundan dolayı ebedi kurtuluş yurduna “Cennet”, göğsün örttüğü kalbe “cenan”, aklı örtülene “mecnun” denir. Gözleri perdeli olduklarından dolayı meleklere de “cinne” adı verilmiştir. Cinlere bu adın verilmesi ise, gözlerden gizlendikleri ve görülmediklerinden dolayıdır. Bkz. Abdulkerim Nevfan, Âlemu’l-Cinn fi Davi’l-Kitabi ve’s-Sünne, Riyad, 1999, s.11-58.
[11] Kur’an, Ahkaf(46): 29-30-31.
[12] Şemsuddin Ebu Abdillah Muhammed İbn Kayyım el-Cevzi, Tariku’l-Hicreteyn ve Babu’s-Saâdeteyn, el- Matbaatu’s-Selefiyye, Kahire, 1394, s. 421.
[13] Kur’an, Cin(72): 2.
[14] Kur’an, (Furkan(25): 1.
[15] İbn Hacer, İsabe, I, 11.
[16] Kur’an, Müddessir(74): 2.
[17] İbn Hacer, İsabe, I, 14.
[18] Mustafa Öz, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, ”Ahmet Han” Maddesi, İstanbul, 1989, II, 74.
[19] Öz, a.g.m., II, 74.
[20] Muhammed el-Behiy, Min Mefahîmi’l-Kur’an fi’l-Akideti ve’s-Sülük, Matbaatu’l-İstiklali’l-Kübra, Kahire, 1973, s.133.



"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

6 Eylül 2015 Pazar

531.FARUK BEŞER'in "Namaz" ile ilgili bir yazısı

..."İslam eşittir namaz diyebiliriz. Denklemi tersine çevirip, namaz eşittir İslam da diyebilirsiniz. Onun için “namazı dosdoğru kılan dinini yapmış, terk eden ise dinini yıkmıştır” buyrulur.

Onun için namazını dosdoğru kılan bir mümine, İslam'ın diğer hiçbir emri artık zor gelmez, namazını terk eden ise İslam'ın yasakladığı her şeyi, fırsat bulursa yapabilir. Çünkü Allah'a şirk koşma dışında namazı terk etme kadar büyük bir günah yoktur....

...Namaz en büyük zikirdir. Allah, 'beni zikir için namaz kıl' buyurur. Zikir, anmak, düşünmek demektir. Demek ki böyle olmayan bir namaz zikir olamaz. Bunun için Hz. Peygamber (sa) “Kişinin namazından nasibi, düşünerek kıldığı kadarıdır” der....


...Hz. Peygamber “Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle kılın” buyurur. O düşüne düşüne kılardı. Her ayette dururdu, durulmasını emrederdi, ayetleri birbirine ulamazdı/vasletmezdi, belli bir makamla okumazdı, okurken bağırmazdı, her rüknü diğerinden küçük de olsa bir duruşla ayırırdı. ..."



Yazının tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/namaz-ve-eli-opulesi-imamlar-ve-muftuler-2020623

4 Eylül 2015 Cuma

530.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-6

Yine sünnet ve vahiy
......"İslam tarihi boyuncahiçbir mezhepten hiçbir âlim Sünnetin dini bir bilgi kaynağı olmadığını söylememiştir. Kendi görüşlerine destek olsun diye hadis uyduranlar, bazı hadisleri kendi görüşüne aykırı olduğu için reddedenler, naslara sakat yorumlar yapanlar çıkmış ama sünneti devreden çıkarmak kimsenin aklına gelmemiştir. Tabii ki, biz de kabul ediyoruz, biz de onun değerini biliyoruz, diyerek, kendi modern akıllarına göre özgür fikirlerine ruhsat vermeyen hadisleri güvenilmez sayıp reddedenler, Sünnetin değerini anlamış olamazlar. Aksine onlar Sünnet yerine kendi görüşlerini üstün tutuyorlar. ".......


Yazının tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/yine-sunnet-ve-vahiy-2020588

1 Eylül 2015 Salı

527.TELKİN VERMENİN HÜKMÜ

Dün yayınladığım Hayrettin Karaman'ın yazısında telkinin bidat olduğundan bahsedilmişti. Bu konuyla ilgili Nurettin Yıldız ve Faruk Beşer'i de dinlemenizi öneririm.


"Ölü kabre konduktan sonra ölüye telkin vermenin hükmü etrafındaki görüşleri kabul edenler ve reddedenler olarak ikiye ayırabiliriz. Telkin, ölüye meleklerin sualinde yardım etmeye yönelik bir ameldir. Bir bid’at olduğunu söyleyenlerin yanında müstahap olduğunu söyleyenler de vardır. Fukahanın umumuna göre müstahaptır. İbni Teymiye gibi bid’at konusunda müteşeddit biri bile bunu bid’at olarak görmemiştir. Ama telkin vacip de değildir." NUREDDİN YILDIZ




FARUK BEŞER'İN cevabı için:

http://www.dailymotion.com/video/x8xr7x_telkin-vermek-olunun-duymasi_people

30 Ağustos 2015 Pazar

525.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-5

Mutlaka okuyun!

Sünnetin vahiy ile ne alakası var? "......bizzat Allah'ın kendisi bazı kullarına verdiği ilham anlamındaki bilgilere de belki mecazen vahiy demiştir. Mesela Hz. Musa'nın annesine, Hz. Meryem'e, hatta arıya ve yeryüzüne verdiği bilgiyi ya da kabiliyeti de O vahiy kelimesiyle anlatır. Hatta vahiyde gizlice fısıldama anlamı bulunduğu için şeytanın vesvesesi ve kötü insanların kötülüğü çağrıştırmaları da yine mecazen vahiy kelimesiyle ifade edilir.

Yani artık insanın kalbine doğan bilgiler Allah'tan bir ilham olabileceği gibi şeytanın fısıldaması da olabilir. Kul bu fısıldamaların kaynağını kesin olarak bilemez. Bu sebeple İslam âlimleri ittifakla kula gelen ilhamın başkaları için bir bilgi ifade etmeyeceğini, hatta kulun kendisini bile bağlamayacağını söylemişlerdir. Salih rüyalar da böyledir."......


Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunnetin-vahiy-ile-ne-alakasi-var-2019963

29 Ağustos 2015 Cumartesi

524.KALEM SURESİ 10 ve 14. AYETLERİ-Nihat Hatipoğlu

Nihat Hatipoğlu'nun Kalem Suresi 10 ve 14. ayetlerinin iniş sebebini anlattığı bu video muhteşem! İzleyin inşallah.









28 Ağustos 2015 Cuma

523.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-4

Sünneti Kur'an-ı Kerim’e sorsak ne der?

Faruk Beşer'in bu yazısını da mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Çok önemli bilgiler vermiş.

"Bir avamın bir âlime fetva sorduğunda aldığı cevabı Allah dinden sayıyor. “Bilmiyorsanız ilmiyle amil olan âlimlere sorun” diyor. Böyle bir âlim fetvasında isabet etmemiş olsa bile, başka birinden başka bir fetva almış olmadıkça, onun fetvasına göre hareket etmesi dinen zorunludur. Eğer başka bir fetva daha almışsa “vicdanına sormak kaydıyla” dilediğini uygulama özgürlüğüne sahiptir. Ama bunların dışına çıkamaz."........

"Hüküm: “Biz kitabı hakikat olarak sana indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hüküm veresin…” (4/105). Buradaki gösterme 're'y' sahibi kılma anlamında bir göstermedir. Demek ki, Hz. Peygamber'in vahye dayalı olarak bir re'yi/görüşü olacak ve o bununla hüküm verecektir. Bu re'y Kur'an-ı Kerim'den mülhemdir, ama Kur'an-ı Kerim değildir. İşte bu da sünnetten başkası olamaz."........


26 Ağustos 2015 Çarşamba

521.SÜNNETE UYGUN İBADET-31- Allah'a Hamd Ve Şükretmek

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki dört ayet ve dört hadisten, Allah'a şükretmemiz, nankörlük etmememiz gerektiğini, şükrederek Allah'ın bize olan nimetlerini artıracağını, hamdetmemiz gerektiğini, mü'minlerin her zaman ve her yerde tüm nimetler karşısında daima hamdetmek durumunda olduklarını, bize doğruları bulmaya yönelten Allah'a daima şükretmemiz gerektiğini, Allah'a hamdederek başlanmayan her işin sonu kesik ve bereketsiz olacağını, Allah'tan gelen herşeye sabredip şükredene cennette nimetler bağışlanacağını, yeme içme ve her işimizin sonunda Allah'a hamdetmenin Allah'ı memnun edeceğini öğreneceğiz. [1]

"
Öyleyse siz, bütün zamanlarınızda beni anın, gündeminizden çıkarmayın, ben de sizi her an bağışlamak ve sevap vermekle anayım. Verdiğim nimetlere karşı bana şükredin, nankörlük etmeyin." (Bakara: 2/152)

"...Bana şükrederseniz muhakkak ki; size kat kat fazla veririm..." (İbrahim: 14/7)


"De ki: Her türlü eksiksiz övgüler Allah'adır..." (İsra: 17/111)


"....O, mü'minlerin o cennetteki dua ve selamlaşmalarının sonu ise, eksiksiz tüm övgüler Alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur" şeklindedir. (Yunus: 10/10)

1396. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e İsrâ gecesinde, birinde şarap, diğerinde süt bulunan iki bardak getirildi. Bardaklara şöyle bir baktıktan sonra süt bardağını aldı.

Bunun üzerine Cebrâil:

“Seni, insanın yaratılış gayesine uygun olana yönlendiren Allah’a hamdolsun. Şayet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi” dedi.[2]

* Kötülüklerin anası olan şarap insanı sarhoş edip baştan çıkarır. Eğer o gece ikram edilenler arasında tercih edilen içki türünden şarap olsaydı, ümmet içkiyi tabii görüp sapıtıp azarlardı. [3]

1397. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah’a hamdederek başlanmayan her önemli iş bereketsiz olur.”[4]

1398. Ebû Mûsâ el–Eş‘arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kulun çocuğu vefat ettiği zaman Allah Teâlâ meleklerine:

– “Kulumun çocuğunu elinden aldınız öyle mi?” diye sorar. Onlar da:

– Evet, diye cevap verirler. Allah Teâlâ:

– “Kulumun gönül meyvesini mi kopardınız?” diye sorar. Melekler:

– Evet, diye cevap verirler. Allah Teâlâ tekrar:

– “O zaman kulum ne dedi?” diye sorar. Melekler:

– Sana hamdetti ve “innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn: Biz Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz” dedi, diye cevap verirler.

O zaman Allah Teâlâ şöyle buyurur:

– “Kulum için cennette bir köşk yapın ve ona hamd köşkü adını verin.”[5]

1399. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ, kulunun bir şey yedikten sonra hamdetmesinden, bir şey içtikten sonra hamdetmesinden hoşnut olur.”[6]

* Rabbimizin çok büyük lütuf ve ihsanının sınırsızlığına bir örnek olan hadisimiz; verilen herbir nimete karşı şükredip hamdetmenin de başlıbaşına bir iyilik olup sevap kazandıracağını ve Allah'ı razı edeceğini bize bildirmektedir. Bu sebeple bunca nimetler karşısında gafil ve nankör olmayıp, şükredip hamdederek kolayca sevap kazanmalıyız. Çünkü müslüman her an kârdadır ve sevap kazanacak yönleri çoktur.

Müslümanca yaşantı ve hareketin başlangıcı besmeledir. Sonucu ise elhamdülillah demektir. Bu ölçü hayatımızın her bölümünde ve anında geçerlidir. Bir iş ki başında besmele çekemiyor isek ve o işin sonucunda da Elhamdülillah diyemiyorsak o iş müslümanın yapacağı bir iş değildir. Başı besmeleli sonu ise elhamdülillahla biten her iş ise müslümanca bir hareket ve iştir. [7]
sadakat.net/riyazus-salihin- 242) Allah'a Hamd Ve Şükretmek

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 400.
[2] Müslim, Îmân 272 , Eşribe 92. Ayrıca bk. Buhârî, Tefsîru sûre (17), 3, Eşribe 1, 12; Nesâî, Eşribe 41.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 400.
[4] Ebû Dâvûd, Edeb 18. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 19.
[5] Tirmizî, Cenâiz 36.
922'de geçmişti.
[6] Müslim, Zikir 89. Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ime 18.
Bu hadis önceden 140 ve 437'de geçmişti.
[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 401.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

24 Ağustos 2015 Pazartesi

520.SÜNNETE UYGUN İBADET-30-İlmin Üstünlüğü

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki dört ayet ve on yedi hadis-i şeriften ilmimizi artırması için Rabbimize dua edeceğimizi, bilenlerle bilmeyenlerin hiçbir zaman bir olmadığını, Allah'ın iman eden ve ilimle uğraşanların derecelerini yükselttiğini, Allah'tan ancak ilim sahiplerinin korktuğunu, Allah'ın hakkında hayır istediği kimseye ilim verdiğini, gıbta edilecek iki kişiden birisinin ilim sahibi olduğunu, ilim sahibinin bereketli yağmura benzediğini, vahiy bilgisiyle bir kişinin doğru yolu bulmasının vadiler dolusu develerden hayırlı olduğunu, dinî ilmin yayılması gerektiğini, ilim tahsili için bir yola girene cennet yolunun kolaylaştırılacağını, hidayete çağıranlara kendisine uyanların sevabı kadar sevap verileceğini, sona ermeyen üç amelden birinin de faydalanılan ilim olduğunu, dünya ve içindeki herşeyin değersiz olduğunu, sadece alim ve öğrenci olmanın bunun dışında olduğunu, ilim tahsili için yola çıkanın evine dönünceye kadar Allah yolunda olduğunu, mü'minin cennete girmeye kadar hiçbir hayra doymadığını, alimin ibadet edene üstünlüğünün en alt seviyedeki bir kimsenin peygamberle durumu gibi olduğunu, melekler yer gök ehli karınca ve balıkların dahi ilim öğrenenlere dua ettiğini, duyulan, öğrenilen bilgilerin daima başkalarına aktarılması gerektiğini, bildiği bir şeyde sorulan soruya cevap vermeyenin ateşten bir gem ile gemleneceğini, dünyalık temini için ilim öğrenenin cennetin kokusunu bile duymayacağını, kıyamete yakın zamanlarda ilmin ortadan kaldırılıp insanların cahillere uyarak sapıtacaklarını öğreneceğiz. [1]

"...Ey Rabbim! ilmimi artır de." (Taha: 20/114)

"...Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer: 39/9)

"...Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltir..." (Mücadele: 58/11)

"...Kulları arasından yalnızca, anlama ve kavrama yeteneğine yani vahiy bilgisine sahip olanlar Allah'tan gereği biçimde korkarlar." (Fatır: 35/28)

1379. Muâviye radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah, hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir anlayış verir."[2]

1380. Abdullah İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir:

Allah'ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse;

Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse."
[3]

1381. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir."[4]

* Hidayet: Allah'ın doğru yolunu bulma ve o yola girme anlamlarına gelir. Kasas: 28/56, Fussılet: 41/17. ayetler bunu en güzel şekilde açıklar. Peygamberimiz bu hassas konuyu güzel bir benzetmeyle bize açıklamıştır. Ölü toprağı dirilten yağmur ne ise, gökten gelen Allah'ın vahyi de insanları diriltmekte aynen o su gibidir. Yeryüzünün bazı kesimlerindeki topraklar verimli olup, çok güzel meyve, sebze ve ağaçlar bitirir ve insanlar onlardan istifade eder. Dinin emirlerinden faydalanıp başkalarını da faydalandıran mü'min bu araziye bu toprağa benzetilmiştir. Yine killi ve taşlık arazilerde de su birikir ve oralar havuz vazifesi görür, o sudan insanlar ve hayvanlar istifade ederler. İkinci grup buna benzetilmiştir. İslamı kabul etmeyip ne kendisine ne de başkalarına faydası olmayan kafir insanlar da çöl ve kaypak araziye benzetilmiştir. İnsanlar ve mü'minler de toprak ve madenler gibi çeşit çeşittir. Faydalı olanı, faydasız olanı vardır. Bizler ilim, yani dinimizi öğrenmeye ve onu başkalarına öğretmeye gayret etmeliyiz, bu hadis bizi buna teşvik etmektedir. [5]

1382. Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ali radıyallahu anh'a şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki, Cenâb–ı Hakk'ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır."[6]

1383. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur'an'dan) bir âyet bile olsa insanlara ulaştırınız. İsrailoğulları(nın ibretli kıssaları)ndan da haber verebilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur. Kim bile bile bana yalan isnad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın."[7]

1384. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır."
[8]

1385. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hidâyete davet eden kimseye, kendisine uyanların sevabı kadar sevap verilir. Bu onların sevaplarından da hiçbir şey azaltmaz."[9]

1386. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka–i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat."[10]

1387. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır."[11]

1388. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır."[12]

1389. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Mü'min, cennete girinceye kadar hiçbir hayıra doymaz."[13]

1390. Ebû Ümâme radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir." Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler."[14]

1391. Ebü'd–Derdâ radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:

"Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye Allah'tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur."[15]

1392. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice insan vardır ki, o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anlar ve korur."[16]

1393. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir kimseye bildiği bir konu sorulduğunda cevap vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur."[17]

1394. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim kendisinde Allah'ın rızası aranan bir ilmi sadece dünyalığa sahip olmak için öğrenirse, o kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz."[18]

1395. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:

"Allah Teâlâ ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de insanları saptırırlar."
[19]

* Alim kimse devamlı ibadet eden kimseden daha faziletlidir. Çünkü ilim öğrenmek farz olup, farz ibadetlerden sonra yapılan nafile ibadetler ise sünnettir. Âbid kimsenin faydası kendisiyle sınırlı olup, alimin faydası bütün canlıları kapsayıcı bir özellik taşır. İbadet ve kulluğun sıhhati de ilme bağlı olduğu için önce ilim, sonra amel gelir. Çünkü bilmeyen bir kişi bir işi hakkıyla yerine getiremez. Alim ve ilim öğrenen talebeye, Allah, melekler, insanlar ve diğer canlıların her biri kendi dilleriyle dua ederler. En büyük ve en üstün zenginlik ilim zenginliğidir. Çünkü ilim zenginliği insanlara hürmet ve saygı kazandırır. Mal ve makam zenginliği ise çok kere düşman kazandırır. Alimler peygamberlerin varisleri oldukları için onlara saygısızlık fısk ve sapıklık yoludur. [20]
sadakat.net/riyazus-salihin- 241) İlmin Üstünlüğü

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 396.
[2] Buhârî, İlim 10, Humus 7, İ'tisâm 10; Müslim, İmâre 175, Zekât 98, 100. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 4; İbni Mâce, Mukaddime 17.
[3] Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ'tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Zühd 2.
Önceden 544-571 ve 997'de geçmişti.
[4] Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 397.
[6] Buhârî, Fezâilü'l–ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 34.
[7] Buhârî, Enbiyâ 50. Ayrıca bk. Tirmizî, İlm 13.
[8] Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, Kur'ân 10, İlim 19; İbni Mâce, Mukaddime 17.
247'de uzunca geçmiş, açıklama verilmişti. 1023'de de benzeri vardır.
[9] Müslim, İlim 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15; İbni Mâce, Mukaddime 14.
[10] Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.
949'da geçmişti, ölümden sonra yapılması gereken iş için 711'e bkz. Allah yolunda olmak nasıldır için 1386'ya bkz.
[11] Tirmizî, Zühd 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 3.
478'de geçmişti, gerekli açıklama orada verilmişti.
[12] Tirmizî, İlim 2.
[13] Tirmizî, İlim 19.
[14] Tirmizî, İlim 19.
[15] Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 17.
Bkz. Ahzab: 33/56; İsra: 17/44; Hadid: 57/1, Haşr: 59/1, Saff: 61/1.
[16] Tirmizî, İlim 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 18; Menâsik 76.
[17] Tirmizî, İlim 3. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 9; İbni Mâce, Mukaddime 24.
[18] Ebû Dâvûd, İlim 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 23.
[19] Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13. Ayrıca bk. Buhârî, İ'tisâm 7; Tirmizî, İlim 5; İbni Mâce, Mukaddime 8.
[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 399.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

23 Ağustos 2015 Pazar

519.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-3

Sünnet ve Hadis

"Bir noktaya daha işaret edip Sünnet'in ne olduğu meselesine geçelim. Bendeniz şu kanaatteyim: Elbette dinimizin yegâne kaynağı vahiydir, Kur'an-ı Kerim'dir, ama onu doğru anlamak için öncelikle Sünnet'i doğru anlamak gerekir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'den bizim anladığımızdan önce, onu anlatmakla görevli olan Hz. Peygamber'in anladığı ve uyguladığı önemlidir. Bu sebeple fakir Sünnet'i anlamanın daha zor ve daha öncelikli olduğunu düşünüyorum. Sahabenin ve özellikle de Hz. Ömer'in, ardından da Ebu Hanife ve İmam Malik gibi imamların Sünnet'i nasıl anladıklarını bilmeden bizim onu doğru anlayamayacağımızı sanıyorum. Bunu anlarsak, “Sünnet konusunda hüküm veren Kitap değildir, ama Kitap konusunda hüküm veren Sünnet'tir

Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunnet-ve-hadis-2018835

518.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-2

Sünnet, mezhep ve Selefilik

"Şu gerçeği kabullenmek dinî makulün gereğidir; eğer müminler İslam'ı doğru yaşayabilmek için sünnete/Peygamber'in örnek uygulamasına ihtiyaç duymasalardı Peygamber gönderilmesine de gerek kalmazdı.
Bu ilk Müslümanlar için böyleydi ama bizim artık buna ihtiyacımız yok demenin bir mantığı olamaz. Böyle diyen birisi aslında şunu demiş olur. O günkü insanlara Kur'an-ı Kerim'i Peygamber açıklıyordu, bugün onun yaptığı işi biz yapabiliriz, dolayısıyla ona gerek kalmaz. Açıktır ki, böyle bir kanaatin sahibi kendisini, Peygamber'in görevini üstlenmiş biri olarak görmektedir.

Sünnete ihtiyaç var ama sünnet bize güvenilir yollarla gelmemiştir diye düşünmek de bundan farklı değildir."


Yazının tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/sunnet-mezhep-ve-selef%C3%AElik-2018800

517.FARUK BEŞER'in Sünnet ile ilgili Yazısı-1

Faruk Beşer'in sünnet ile ilgili yazı dizilerini vermeye başlayacağım inşallah okumanızı tavsiye ederim.

Sünneti reddedenler sünnetsiz olmalı değil mi?"İfratlardan kastımız şudur: Mesela Ebu Hanife kendi zamanında hadisleri kabul ederken kılı kırk yardığı halde, onun zamanından çok daha fazla fesada uğramış bu zamanda bazı çevreler 'hadis' denen her sözü sorgulamadan, o büyük imamların ölçülerine vurmadan alıp din diye insanlara dayatmaları. İşte bu durum bazılarında haklı bir aksülamel oluşturuyor, ama ne var ki, onlar da yine sorgulamadan hadislerin tamamını atıveriyorlar. İki uç ta hatalı, ama birincisi daha hatalı. Meşhur bir sözdür: 'İfrat da hatadır tefrit de, ama ifrat daha büyük bir hatadır çünkü tefritin doğmasının sebebi de odur".

21 Ağustos 2015 Cuma

VE ÇAĞRILDIK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

 Nureddin Yıldız’ın 03.05.2015 tarihli (251.) Hayat Rehberi Dersi’dir. 


 Aziz Kardeşlerim, Rabbimize ne kadar şükretsek O’nun layık olduğu şükrü yapmış olmayız. Esasen hak etmediğimiz ve bize bir borcu olmadığı hâlde Kerîm, Rahîm ve Latîf olduğu için ve O, uygun bulduğu için bize nimetler yağdırmaktadır. Biz, bu nimetlerin içerisinde ömür geçiriyoruz. Allah dileyip bizi etten, kemikten, irinden, kandan yarattı. Bedenlerimiz yoruluyor, aklımız zorlanıyor, gözümüz yaşarıyor, duygulanıyoruz, yer yer çocuklaşıyoruz. Bütün bunlar bir yanlışlık olduğunu göstermiyor. Allah Teâlâ’nın kudreti ve hâkimiyeti dışında bir iş olduğunu da asla göstermiyor. Gerek bütün dünya üzerinde cereyan eden olaylara baktığımızda ve gerekse kendi özel hayatımıza baktığımızda bunaltan, hatta çıldırtan zorluklar görüyor olabiliriz.

Kardeşlerim, Bir gerçeği paylaşmak zorundayız. Dedik ki: Rabbimizin mülkünde ve O’nun planında herhangi bir yanlışlık ve aksaklık yoktur. Bugün Müslümanların veya sıradan insanların yaşadığı coğrafyalardaki bunaltan ve çıldırtan görüntüler, bizim annemizin karnından dünyaya gelip bu zamana ve bu yaşa kadar yaşadıklarımız, çektiklerimiz keyif bozucu şeylerdir şüphesiz. Ancak bir gerçeği bilmek ve kabul etmek zorundayız. Biz sosyal güvenceler, devletin sağlık hizmetleri, kazandığımız paralar, taksitlerini ödeyip maliki bulunduğumuz modern evler, akan sularımız, ısındığımız doğalgazlarımız, yazın serinlendiğimiz klimalarımız, yazlık ve köylük evlerimiz, mülklerimiz, bahçelerimiz; her ne kadar “Bütün bunları yaptık, ettik, rahatladık.” diye düşünüyorsak ortada büyük bir yanlışlık var. Kardeşlerim, O yanlışlık nedir? Biz, bu dünyaya cennete gelmek için gelmedik. Bu dünyaya cennete gitmek için geldik. Allah’ın hiçbir kuluna bu dünyada keyif vaadi yoktur. 
Hatta ve hatta “Allah’a yaklaştıkça çilen artacak.” diye bile söylemiştir. Allah azze ve celle sözünden caymış değildir. Allah, bir cennet ortamı vaat etmedi ki “Nedir bu doğranan Müslümanlar?” diyesin. Allah “Karşılığınızı dünyada vereceğim, dünyada adalet yerini bulacak.” diye bir sözü bir kere dedi mi ki “Senelerdir oruç tuttuğum, namaz kıldığım hâlde bu çilem nedir?” diyesin. Allah tek bir ayetinde, peygamberleri aleyhimüsselam tek bir sözlerinde “Mü’minin burnunu kanatmam.” dedi mi yoksa “Burnu kanamayan bana nasıl gelecek mi?” dedi. 

 Bizim, bu dünyanın aslını tanımamız gerekiyor. Nuh aleyhisselama yâr olmayan dünya, İbrahim aleyhisselamı ateşe atan dünya, Lut aleyhisselamı diyarından eden dünya, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yirmi üç yılını binlerce çileyle geçiren dünya, babamız Âdem’i çileden çileye sıçratan şu fani dünya bizim neyimiz oluyor? Dünya; babamız Âdem’in, peygamberimiz Musa’nın, İsa’nın, Lut’un, Nuh’un, Şuayb’ın, Salih’in, Dâvud’un, Süleyman’ın -aleyhimüsselam- çilehanesi de bizim sosyal güvenceli otelimiz mi? 

Bu dünyanın dert olmayan bir yiyeceği var mı? Sonrası meçhul olmayan bir sevgisi ve aşkı var mı? Dünya, kimin yüzüne güldü ki yirmi birinci asırdaki mü’minin yüzüne gülsün.
 Rabbim bu dünyayı çilehane olarak yarattı. En çok sevdiği kullarına da en çok çileleri çektirdi. En çok beş kişiyi sevdi; dönüp bakıyoruz ki o beş kişiye çektirdiğini bugün beş milyara çektirmiyor. Sevdikçe çile veriyor; buğz edip defterden sildikçe de rahat bırakıyor. Doktorların iyi olmayacaklarını anladıkları hastayı “Eve götürüp her şeyi yedirebilirsiniz.” dedikleri gibi ;ama iyi olacağını anladıkları hastanın başında bekçi gibi bekliyorlar. Musa aleyhisselam ki “Kelimullah”tır, Allah ile bu fani dünyada konuşmuş insandır. Allah onu kâinatın en şerli Firavun’uyla baş başa bıraktı. Firavun’dan kurtulduğu gün ona iman edenleri, Firavun’u aratmaz bir bela olarak başına sardı. Sosyal güvence, ekonomik rahatlık, yaygın çevre, sağlıklı bir beden yeterli olacak olsaydı Musa aleyhisselam gibi bir insan bu dünyada çile içindeyken gurbette ölmezdi. Kimini altı ay su üstünde bıraktı, kimini ateşin ortasına attı, kimini müşriklerin bağrında hançerlenecek bir şekilde yatağa yatırdı, kimini de yüzlerce sene “tövbesini kabul edecek mi, etmeyecek mi?” diye yeryüzünde süründürdü ama bunda milyarda bir bile bir işkence yok. Çünkü bunlar cennetten gelmiş babanın çocuklarına sunulmuş projelerdir. Allah bunları cennette yapmadı, cennetten gönderdiği yerde yaptı. 
Nasıl Hıristiyanlar, “İsa -hâşâ- Allah’ın oğludur.” diye yanıldılarsa ve yanlış anladılarsa bir de bu yanlış algılama üzerine cennete gireceklerini ve bununla daha çok sevap kazandıklarını zannedecek bir gaflete düştülerse biz de şu dünyayı bağıra basılacak ve peşinden koşulacak bir şey zannederken yanıldık. Onlar “İsa Allah’ın oğludur.” dediler battılar, biz de “Dünya cennettir!” zannettik, batıyoruz. Dünya cennet değildir. Cennette Allah’ın hurilerle vaat ettiği mutlu hayatı; dünyada fani bir kadınla fani bir kocayla yaşanır zanneden, akide olarak değilse de pratik olarak tıpkı Hıristiyanların bu bataklığına düşen biri gibidir.

Kanun: Dünya mutlu olma yeri değil, mutluluğu hak etme yeridir.

Eğer dünya; hem mutluluğu hak edip cenneti kazanacağın, hurilerle yaşayacağın hem de dünyada da onun avansını alacağın bir yer olsaydı Levh-i Mahfuz’un eteklerine kadar yükselip miraç gören Abdullah’ın oğlu Muhammed aleyhisselatu vesselam bunu trilyonlarca kere hak etmişti. 
 Sevgili Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam, kâinat üzerinde melekler bile dâhil Allah’ın rahmetine ve lütfuna en müstehak olan insandır ancak O, rahat bile ölemedi. Ölümün bile rahatı vardı ama “Kıvranıyorum, eziyetler çekiyorum.” diyerek öldü. Bugün aile huzursuzluğu ve sıkıntısı olan, geçinemeyen; eşinden, kocasından, hanımından şikâyeti olan bütün dünya Müslümanları, çocuklarından dert çektiğini zanneden anneler ve babalar, Müslüman olup geçen sene teheccütte dua ettiği ve bir önceki sene de Kadir Gecesi’nde camideki dualara yüksek sesle “Âmin!” dediği hâlde bu sıkıntıların başına niye geldiğini anlayamayanlar, duası Levh-i Mahfuz’da yapılmış Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin vefatından birkaç dakika önce Âişe’sine söylediği söze baksınlar: “Nedir bu? Yusuf’a yapılmış işkenceleri bana yapıyorsunuz.” dedi.

 Biz, niye gerçekçi olmuyoruz? Allah bizi dünyaya mı davet etmişti? Bizim çağırıldığımız yer dünya mıdır? Allah, bir kere bile “On dakikanız keyif içinde olacak.” dedi mi? Böyle bir sözü var mı Allah’ın? Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kâinatın efendisi olduğu hâlde Uhud’da mübarek dişi ve çenesi yaralandı da Allah O’na bir hafta rapor verdi mi? Bir hafta dinlenme alabildi mi? Yoksa üç kilometrelik Uhud’dan Medine’ye gelip Mescid-i Nebi’nin yanındaki evine girmeden ikinci bir savaş talimatı verip üstünü bile değiştirtmeden cepheye mi gönderdi? Allah’ın dünyası bu mudur? Gerçek dünya; bizim sosyal güvencelerimize ve keyfimize güvenip şu kerametler, bu menkıbeler ve bu hikâyelerden dolayı güvenli olarak yola çıkarak ete süte karışmadan, tuzlu biberli yemeden keyif içerisinde meleklerin törenle bizi karşılayacağı cennete doğru konvaylar hâlinde gittiğimiz şu törenli dünya mıdır? Sabahtan akşama kadar kanlar içerisinde kalmış bir peygamberi gömleğini değiştirmeye fırsat bırakmadan ikinci göreve gönderen rahman ve rahim olan Allah değil miydi? Rahmetellilâlemin olarak gelmenin bedeli; gömleğini bile değiştirmeden işe devam etmekti. Doğru olan buydu. Onun nazik ve narin Ümmet’i güller, destanlar ve bahçeler içerisinde keyif sürmeyi hayal edebilirler ama gerçek o değil. Yanılıyoruz kardeşlerim. 
 Bu dünya İşkenceler ve eziyetler altında bizim ütüleneceğimiz yerlerdir. Mü’min gerçekçidir. Evlilik, mutluluğu hak etmek için elli sene eşlerin birbirlerine tahammülünün adıdır. Gerisi de yalandır. Yalandır, Allah’ın böyle bir vaadi yoktur. Biz, cenneti kazanmak içi namaz kıldığımız gibi evlenmeyi de onun için yaparız. 

Yanılıyoruz. Allah’ın “çöplük” dediği şeye “Cennet” ismini veriyoruz. Melekler bizi yuhlayıp duruyorlar. Melekler “Babanızın sürgün toprağını nasıl vatan edindiniz?” diye bizi yuhluyor. Elbette hiçbir Müslüman “Ey dünya! İlahımsın benim.” demiyor. Taksit öderken böyle itiraf ediyor. Evliliği cennette huri ve gılman ile buluşmak zannettiğinde bu vehn ortaya çıkıyor. Hastalığa gerekçe bulamadığında, Allah’ı Teâlâ’nın bizi niye hasta ettiğini anlayamadığında, çocuğu sakat doğduğunda, komşuları ona kin güttüğünde, sabrın bile sabra muhtaç olacağı kadar eziyetlere katlandığında, bir haber bültenindeki yüz haber maddesinden doksanının neredeyse Müslümanları kahreden şeyler üzerine yoğunlaşmış olmasını gördüğünde “Nedir bu dünya?” diye feryat-u figan ediyor ya, yanındaki melekler de “Ne zannetmiştin ki?” diyorlar. Ne zannetmiştin dünyayı? Çileli bir Peygamber’in Ümmet’i olarak sen koltuklara gerilecektin de doğru olan bu muydu? Sürgün görmüş bir Peygamber’in Ümmet’isin, O’nun mihrabında hoca efendisin, mikrofonların önüne çıkıyorsun; sen sürgün yemeyeceksin, iftiraya uğramayacaksın! Öyle mi zannediyorsun? Sen kitap yazacaksın, konferans vereceksin İskilipli rahmetullahi aleyh bir kitabından dolayı ipe gitmiş olacak, senin kitapların baskı üstüne baskı yapacak ama sen, İskilipli ile aynı yere randevulaşmayacaksın; cennette buluşacaksınız! Sen otelden gideceksin, o darağacından gidecek ama buluşmanız cennet olacak. Bunun da adı “Adalet!” olacak. Dünya böyle bir yer midir? Bu mudur dünya? Allah böyle bir dünya vaat etmedi ki “Şimdi ne yapıyor?” diye soru sorulsun. Allah bizi buraya çağırmamıştı. Çağırıldığımız yer burası değildir. Çağırıldığımız yer İskilipli rahmetullahi aleyhin gittiği yerdir. Gerçek randevu yerinde o durdu. Kardeşlerim, Önce Allah’ın sinek kanadı kadar değer vermediği şu dünyayı tanımayı bilmeliyiz. Bütün nimetlerini avucumuzun içine alacak kadar mal mülk sahibi olabiliriz. Yeter ki o nimetler yüreğimize girip orayı işgal etmesin. Sorun buradadır. Dostlarımız olsun, eşlerimiz olsun, akrabalarımız olsun ama bizim, Allah’tan değerli kimsemiz olmasın. Dünyanın tuzak oluşu budur. Kardeşlerim, Rabbimiz hepimizi çağırmıştır. Hepimiz davetliyiz ama davete katılanların üstünü başını arıyorlar. Herkesi almıyorlar. “Bütün vatandaşlar davetlidir.” diyorlar ama üstünü başını aramadan kimseyi almıyorlar. Biz, inşallah hatamızı anlayıp İbrahim aleyhisselama yâr olmayan dünyanın bize de yâr olmayacağını idrak edip iman ettiğimiz Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selemin rahat ölmeyi bile bulamadığı bu dünyada, rahat koltuğu bulmamızın hayra alâmet olmadığını anlayacağız inşallah. Bir nebze cahillik ettik elbette. Allah affı mağrifet eylesin, toparlanacağız. Çocuklarımızın mutlu bir geleceği olması için çalışacağız yoksa nankör baba, anne oluruz ama mutlu gelecek evimiz değil ki. Evdeyiz zaten, bunun geleceği neresi? Zaten evdeyiz. Mutlu gelecek dediğimiz şey; Adn Cennetleri’dir inşallah. Bizim hasretimiz, ailece koltuklara yaslanacağımız diyardır. Ondan önceki her şey geçicidir. Buna iman ediyoruz ama gel gör ki bu imanımızın üzerinde bir miktar çim bağladığı ve otlar büyüdüğü için altı görünmüyor. Şeytan bizi imandan koparmak istedi, beceremedi elhamdülillah fakat imanımızın yosun tutmasını da becerip sağladı. Hareketlenmek zorundayız. 

  Rabbimizin kitabını dinleyelim. Bakalım çağrıldığımız yerle bulunduğumuz yer aynı mı ve Allah’ın vaadinde bir yanlışlık var mı? Allah bize sağ gösterdi de soldan mı bizi imtihan etti? Bir bakalım. Kardeşlerim, Sizden istirhamım inşallah şu bir haftamızı, on günümüzü Kur’an-ı Kerim’imizin Al-i İmran Suresi’nin 185-186. ayetlerini, Ra’d Suresi’nin de 21, 22, 23 ve 24.ayetlerini bu yılın gündemi yapalım. Evimizin gündemi yapalım. Üç beş gün okuyalım, düşünelim, tekrar okuyalım, tekrar düşünelim. Ezberleyelim, namazda okuyalım sonra çocuklarımıza ezberletelim. Bu süreç içerisinde tedavi uygun olsun diye medya ve fasit çevremizle şöyle bir on gün bağlantımızı keselim. Kulaklarımıza zehir akıtan, gözlerimize necaset bulaştıran şu şehir atmosferinden kurtulalım. Gerekiyorsa evlerimizin perdesini açmayalım. Bir hafta on gün tedavi gerçekleşinceye, bedenlerimiz dezenfekte oluncaya kadar, kanımızdaki ve damarlarımızdaki zehir idrarlar çekip gidinceye kadar Rabbimin şu ayetlerini okuyalım, okuyalım, okuyalım sonra da tefekkür edelim. Bakalım on gün sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin önünde vücutları parça parça olurken kebap yer gibi zevk alan adamlar meğer bu yola nasıl gitmişler?  “Sana Peygamber bunu hediye olarak gönderdi.” dendiğinde “Ben Peygamber’den hediye almak için bu yola çıkmadım. Şu boğazıma bir ok isabet etsin de şehit olup Rabbime gideyim diye yola çıktım.” diyen adamlar; hangi kampa gitmişler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hangi serumla bunların kanını yıkamış da ailece ölümü kebap yer gibi lezzetle yiyip cennete ve Rablerine kavuşmuşlar? Kardeşlerim, Bizim sorunumuz; bizi Allah’a çağıran Kur’an’ımızı “Ramazan’dan Ramazan’a biri okur, biz dinleriz. Sesi güzel olandan daha güzel dinleriz, ücretini de veririz, Kur'an sorumluluğundan da kurtuluruz.” mantığına havale ettiğimizden kaynaklandı. Yoksa Al-i İmran Suresi’nin bu ayetleri, düğüne gider gibi ölüme giden adamları yetiştirdi. Aynı Kur'an şimdi elimizdedir. Eşiyle bir arada olduğu gece sahnesinden sonra gusletmeye bile vakit ayırmadan Resûlullah’ın yanında cihada gidip şehit olmuş adamlar Âl-i İmran Suresi’ni dinleyip bu işi yaptılar. Aynı antibiyotik, aynı serum bizim de damarlarımıza takıldığı hâlde biz; diğer damarımızdan da medyadan zehir aldığımız için, arkadaşlarımızdan ve dünyaya tapınmışlardan sürekli telkinatlar, zehir gibi bir kolumuzdan girdiği için Al-i İmran Suresi, Bakara Suresi Ramazan’da girmiş, Kadir Gecesi’nde çıkmış bir şey değişmiyor. Bir koldan zehir alınca diğer koldan serum, bir fayda etmiyor. 
  Kardeşlerim, Bizim sıkıntımız, elimizdeki nimeti değerlendirememekten kaynaklanıyor. “Gelin!” diye Allah çağırıyor, “Biz istediğimiz zaman gideriz.” diye oyalanıyoruz. Hâlbuki bu davet bir keredir. “La ilahe illallah Muhammed’un Resûlullah.” dediğimiz zaman “Geliyorum!” demiştik. Hâlbuki ayak sürçüp duruyoruz. “Geliyorum!” dedik, gitmiyoruz. 

Kardeşlerim, İnşallah Kerîm olan Rabbimden niyazım şudur ki; bu ayeti celileleri burada telaffuz ettiğimiz gibi sadece nostaljik bir hatıra olsun, “O günleri bir analım.” diye inşallah cennetlerde de okuyacağız ve dinleyeceğiz. Bugün eğitimini göreceğiz, uygulamasını yapacağız. Bu, “beni çağıran Rabbime gitmeyi becerebileceğim” demektir. Kardeşlerim, Al-i İmran Suresi’nin 185 ve 186. ayetlerini dinliyoruz. Bu ayetler vücudumuza serum gibi girsin. herkesin kulağı imanına ayarlıdır. Hiç kimse imanından fazla duyamaz. Ebu Cehil lanetullahi aleyh yanı başındaki Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellemi duyamadı. Uveys el-Karnî ise bin kilometre öteden Yemen’den duydu. Kulaklarımızın ayarı imanımızın ayarıdır. Az duymak, çok duymak organ meselesi değil, iman meselesidir. Buna göre dinleyelim, tefekkür edelim. Rabbimiz konuşuyor, dinliyoruz. İçindeki konuların dizilişine dikkat edeceğiz. Allah; Hakîmdir, Ayetler nasıl başlıyor, nasıl bitiyor, nasıl vaat ediyor? Çok dikkat edeceğiz; davetiyemizi, çağrıldığımız yeri okuyoruz. Davetiyedeki adresi yanlış okursan yanlış düğüne gidersin. Çok dikkatli dinleyeceğiz. Ve unutmuyoruz, kulaklarımızın ayarı kalbimizdeki imanla bağlantılıdır.

 ْو ِت لُ َ كُ ْم نَْفٍس ذَآِئَقُة ال “Her canlı ölümü tadacaktır.” 185. ayet böyle başlıyor. ِة َ ام َ ِقي ْ ال َ ْم َو ْم ي ُك َ ُجور ُ َن أ ْ فَو َ ا تُو َ ِإن َم َ و İki: “Kıyamet günü karşılığınızı bulacaksınız. َ ْن فَم ُ أ َ َاِر و ِ َح َع ِن الن َج زُ ْحز نَةَ فََق ْد فَازَ ْ ْد ِخَل ال Üç: “Kim ateşten sıyrılır cennete girerse kazanan odur.”

Allah celle celâluhu nereden bahsediyor? Öleceksiniz, karşılık bulacaksınız, cehennemden atlayıp cennete giderseniz kurtulacaksınız.

“Tamam ya Rabbi!” “Huriler nerede karşılayacaktı bizi? Oradaki bizim köşk kaç katlı olacak?” diye ayrıntılara girmedi. Şimdi konu ne oldu? Nasıl başladık? Ayet; öleceksiniz, karşılık bulacaksınız, ateşten kurtulursanız, kazanacaksınız dedikten sonra َ َم و وِر ُ ُغر ْ َا ُع ال ت َ م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ْ ا ال “Dünya hayatı basit bir aldanıştan başka bir şey değildir.” diyor.

 Bu ayet ne konuşuyordu? Ölüm, karşılık, cehennem, cennet, dünya hayatı aldanıştan başka bir şey değildir!Allahuekber.İşte sosyal güvence şimdi sorun oldu! Şimdi hastanenin yanı başındaki dairenin neden daha pahalı olduğu anlaşıldı. Şimdi insanların büyük şehirlerde “trafikten bunaldık, dert oldu, gürültü, havası kirli, burada yaşanmaz.” dedikleri hâlde bir çuval borçla niye oradan daire aldıkları anlaşıldı. َما و وِر ُ ُغر ْ َا ُع ال ت َ م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ْ ال “Dünya hayatı aldanıştan başka bir şey değildir.” Allah, cennetin kapısını açtı, “cehennem sıratından geçin, buraya gelin.” buyurdu. َ َا ُع َم َ و ت م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ا ال وِر ْ ُ ُغر ْ ال dedi. Dikkat edin! Cehennem, cennet; bundan önce halletmeniz gereken şey nedir? Dünyanın sizi kasıp kavurması. Dünya barikatını geçmeden cennet yok. Demek ki; sırattan önce dünya var. َ َم و وِر ُ ُغر ْ َا ُع ال ت َ م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ْ ال ا “Dünya hayatı basit bir aldanıştır.” 

 Zaten benim sıratım dünyadadır. Sırat köprüsü dünyada geçilecek veya kalınacak. Kur’an, Âl-i İmran Suresi. 

 Bu; “Dünya hayatı basit bir tuzaktan ibarettir.” ayeti nereden sonra geliyor? َ ْن نَاِر ِ َح َع ِن فَم ال حزْ ُز “Ateşten kurtulan cennete girecek.” ayetinden sonra geliyor. Allah “Açın gözünüzü, Sırat Köprüsü dünyada başlıyor.” buyuruyor. 

185. ayet bitti ama Allah’ın sözü bitmedi. ن ُفِس ُك ْم َ أ َ اِل ُك ْم و َ ْمو َ َن ِفي أ ُ َلو ْ ُب ت َل “Sizin mallarınız ve canlarınızda sınamalar yapacağız. Hazır olun!” Rabbim “Kim sırattan geçerse…” buyurmuştu ya, devam ediyor. “Mallarınız ve canlarınızda hazır olun.” Ve bitmedi. َن ال َ ِم َ ِل ُك ْم و ْ َب ِمن قَب َا ِكت ْ ال ْ وتُوا ُ َن أ ِذي َن ال َ َن ِم َ ُع َ ْسم ت لَ َ و ً ذًى كَِثي َ أ ْ ُكوا َ ْشر َ َن أ ِذي ا Allah “Müşriklerden, Hıristiyanlardan, Yahudilerden pek çok propaganda dinleyeceksiniz, hazır olun.” buyuruyor. 

O zaman yukarıdan sayalım. Rabbim Ne buyurmuştu?
 Bir: Herkes ölecek çare yok.
 İki: Herkes karşılığını muhakkak bulacak.
 Üç: Cehennem ateşinden kurtulan cennete girecek.
 Dört: Bütün bunlar için bilin ki dünya hayatı bir tuzaktır.
Beş: Muhakkak mallarınız ve canlarınız tehdit konusu olacak.
Altı: Müşrik ve kâfirlerden sürekli propaganda dinleyeceksiniz. İmanınızı ve namusluluğunuzu ayıplayacaklar, namazınızla alay edecekler, gürültü edecekler. Allah; canın tehlikedeyken şehadete hazır olup olmadığını, malını Allah yolunda infak edip edemediğini görecek. Ama bitmedi. Müşrikler senin dinine sataşırken “İslam’da kol kesiliyor, zinaya şöyle ceza veriliyor. Haklara, hürriyetlere aykırılar, bu ne biçim İslam! Kabadır.” diyecekler. Allah, eriyip erimeyen bir iman olduğunu da görecek. Çare yok. Demek ki sadece Uhud’da şehit olma meselesi değilmiş. İşin ucunda bir de ne varmış? Radyodan, televizyondan ve internetten senin Şeriat’ına saldırılırken, Âişe anana iftira edilirken sen nerede hangi imanla ayakta duruyorsun? Allah bunu da görmek istiyor. Hiç çare yok. Şimdi 186. ayet bitiyor. نْ إِ َ ُ و وِر م ْن َع ْزِم األُ فَِإ َن ذَِل َك ِم ْ َُقوا تَت َ ْ و وا ُ تَ ْصِِب “Dayanabilirseniz, takvanız bozulmazsa büyük adamların işleri bunlardır işte.” 

Mal, can ve propaganda, kulaklarına bomba sesi gibi kötü kötü haberler dayandığında “Asıldı, kesildi, yıkıldı, dağıldı, şöyle oldu, böyle oldu, hocaları böyle, hacıları böyle, Kur’an’ları böyle, propagandaları böyle, İmam Azam’ın fıkhı kötüymüş de şu böyle yapmış.” Allah! Bin dört yüz senelik Ümmet’imin servetini on dört kelime ile yok sayan münafığı, zındığı dinlediğin zaman senin enerjin erimiyorsa “Ben Allah ile beraberim, mağlubiyet nedir bilmem.” ,diyorsan.sen o zaman kazanırsın
Kardeşlerim,Bu yaşam tarzıdır. Allah, böyle bir hayat vaat etti. Bunun dışında Allah’ın bir vaadi yoktur. Bu Allah’ın Kur’an-ı Kerim’in ilk cüzlerindeki vaadidir. Kadir gecesindeki propagandalardan önce Kur’an’daki bu ayet var. “İslam, din, Şeriat, Allah, Peygamber” kelimelerinin denklemindeki hayat budur. Bunun dışında bir hayat yoktur. 
 İslam basiret dinidir. Müslüman basiretli insandır. Allah hiç kimseye yanlış şey söz vermemiştir. Allah’ın sözü budur. Başka bir sözü de yoktur. Ebu Cehil’in kırbacına karşı da sabredeceksin; propagandaya ve dininin hafife alınmasına karşı da sabredeceksin. Allah seni o zaman bak ne yapacak. Kardeşlerim, Kur’an-ı Kerim’imizin bir suresinden iki ayet okuduk. Bir başka suresinden de Allah’ın şu vaat ettiği şeyi; نْ َ نَاِر ِ َح َع ِن فَم ال حزْ ُز “Ateşten kurtulan.” dediği şeyi gerçekleştiren mü’min kullarına da Allah’ın davetiyesi var. Şimdi Râ’d Suresi’ne dönelim. Râ’d Suresi’nin 21. ayetini, şu biraz önce kalbimizdeki imanla ayarladığımız kulaklarımızla tekrar dinleyelim kardeşlerim. Davetiyemizdeki protokol maddelerini sayıyoruz. ُ ا لل ٰ َ َر م َ ا أ َ ِصُلوَن م َ َن ي ِذي ال َ و ْن َ َ ِ أ ِ َصَل ه ُو ي “Allah’ın ‘Dik durun’ dediği yerde dik duran kulları” شَ يََْ َ ْم و ُه َ ه َ َن ر ْ و “Rabbim Allah’tır, diye dikkat edenler” ْ َ ال ُسوء ََيَافُوَن َ ِب و َسا حِ “Kıyamette benim hesabım kötü olur diye endişe taşıyanlar” وا ُ َن َصَِب ِذي ال َ َ و “ve dayanabilenler, sabredenler” مْ ِ ِه ه َ َ ْجِ ر Rabbimin hatırı olsun diye” اْهِتَغاء و sabredebilenler.” Rabbimin hatırı diye bir derdi olanlar. Eşinde, çocuğunda, ülkesinde, şirketinde, vakfında, derneğinde, seyahatinde, namaz kıldığı camide; karşısına çıkanları aslında iki elinin arasında kıyma yapacak kadar kudreti olduğu hâlde ِ ِه م ا ب ربَ هِ ج وَ اءَغِت “Benim Rabbim Allah’tır, O’nun hatırı vardır. O hatır için sabrediyorum.” diyenler, yirmi sene eşinin çilesine bu niyetle katlananlar, çocuğunun katlanılmaz eziyetlerine karşı “Belki yirmi sene sonra namaz kılar, secde eder.” diye sabredenler. “Rablerinin hatırını umarak, Rabbinin hatırını kırmamak için sabredenler.” 

Tekrar yukarıdan alalım:
 -Allah’ın “Dik durun!” dediği yerde dik duranlar,
- “Rabbim var.” diye utananlar,
 -“Ahirette hesap veririm.” diye çekinenler, 
-“Rabbimin hatırı için sabrediyorum.” diyenler, 
-“namaz kılanlar”  
-“toplu, gizli, açık infak َِedenler
 َ-“ellerinden, dillerinden bir kötülük çıktığı zaman onu bir kenara bırakmayıp ‘üç günah işledim üç de sevap işleyim’ diye bir çırpınış içinde olanlar…” 

Bakınız, dikkat ediniz! Allah “günah işlemeyenler” demiyor. Rabbimiz biliyor ki; yüzlerce bankanın reklamına dayanmak zor, Müslüman bir kere faize batabilir. Allah, bunu biliyor. Onun için ne diyor? “Bir kere faize battım diye, iki kuruş kredi aldım diye elli kuruşu Allah yolunda infak edip bir tür kendisini cezalandırarak kötülüğe karşı iyilik bekçiliği yapanlar” رِ ََب ال دَا ْم ُعْق ُه ْولَِئ َك لَ ُ أ “Mutlu topraklar onların olacaktır, cennet bunlarındır.” Neresi bu mutlu diyar? نٍدْ عَ تُ َا جنَ Adn Cennetleri’ne Allah bunları koyacak. Kardeşlerim, Yukarıdaki ayetler “Ebubekir, Ömer, Osman, Uhud şehitleri, Bedir gazileri, ashabı kiram, tabiin, şeyhler, âlimler, şehitler…” diye saymamıştı. Ne saydı? Allah’ın “Dik durun!” dediği yerde dik duranlar, “Rabbimden korkarım” diyenler, “Benim ahiretim var, hesabım var.” diyenler, “Rabbimin hatırı olsun; sustum, sabrettim” diyenler, namaz kılanlar, infak edenler ve kötülüğe karşı iyiliğin savaşçısı olanlar bu mutlu diyara, mutlu topraklara gidecek. Sahabiler değil, sahabilerde de bunlar bulunduğu için sahabiler. Eğer sadece “sahabiler” deseydi biz ne yapacaktık? Bizim kapımız kapanmış olacaktı. Kapı bize de açık ve Allah’ın daveti, çağırması işte bizim için de geçerlidir.

Bu kadar mı? Bu kadar değil. مْ ِه َاِئ ْن آه َح ِم َ ْن َصَل َم و “Babaları ve dedelerinden işe yarar kim varsa onları da buluşturacağız.” ْم ِجِه ا َ ْزو َ أ َ و “Ve eşleri de yanlarında olacak.” مْ ِه َاِت ِي َذُر و “Çocuklarını da ayırmayacağız.” حَ َ ْن َصَل َم و ama “bu standartlarda olanlardan” Çağrıldığı yerin kıymetini bilenlerden. Kardeşlerim, Biz ne için bu kadar çileye katlanıyoruz? Rabbimin hatırı olsun “Sustum.” diyenler, Rablerinin hatırı diye bir hatır tanıyanlar, bunlar; çoluk çocuk, babaları, dedeleri, kendileri, eşleri, oğulları, kızları, torunları Adn Cenneti’nde yerleştiklerinde ne olacak? ْ ال ٍب َ َا لِ و ه ِن كُ ْ ِهم م ْد ُخُلوَن َعَلي َ َالَِئ َك ُة ي م Şimdi Kardeşlerim, Akşama kadar dinlediğimiz yetmiyormuş gibi bizi her akşam facia bombardımanı altına bırakan bu dünyanın gerçek akıbetinin ne olacağını Allah’tan dinliyoruz. “Hep filancalar eziliyor, hep bizim işlerimiz ters gidiyor.” propagandasına karşı cevabımız var. “Melekler bu babasıyla, dedesiyle, kayınpederiyle, amcasıyla, torunlarıyla, eşiyle koltuklara gerildiklerinde her taraftan kapıları açıp ‘Selamünaleyküm’ diyeceklerdir.” buyuruyor Allah. Ama ْم ?niye َصَِْبتُ ا َ ِم ُكم ه ْ ٌ َعَلي َسالَم “Şu dünyadaki sabrınızın karşılığı olan bu cennete hoş geldiniz.” ِر .Diyeceklerdir ََب ال دَا َ ُعْق ْعم نَِف “Bu ne muhteşem bir güzellik, ne güzel bir sonuç sizin için.” Kardeşlerim, Çağrıldığımız yerin sırrı; مْ ِ َما َصبَ ْرتُ ب Melekler “Sabretmenizin karşılığı olarak bulduğunuz bu sonuç, size kutlu olsun ey cennet ahalisi!” diyeceklerdir.

 Kardeşlerim, Bunun gereği olan sabrı ve ayetin bahsettiği azametli gerçekleri uygulayabilmeyi bize müyesser kılsın. Kardeşlerim, Birbirine hakkı tavsiye edenler, sabrı tavsiye edenler; kurtulanlardır.  Kardeşler, Allah’ın vaadi haktır. Yüzde yüzden fazla haktır. Allah mübalağa etmez, oyalamaz, teselli için konuşmaz. Allah hakkı ve hakikati söyler, acı ama gerçeği söyler. İşte Allah’ın Al-i İmran ve Râ’d Suresi’ndeki bize bildirdiği mesajı budur. Kardeşlerim, Allah bütün mü’minler olarak bizi çağırmıştır. Bu çağrıyı bugün duyduk. Kesinlikle bu duyduğumuzu melekler kaydettiler. Ya hafızamızı kaybedip Al-i İmran Suresi’nin gerçek tablosunu çizdiği ve “Ancak sabrederek bunun adamı olabilirsiniz.” dediği gerçekleri yok kabul edeceğiz - Maazallah- ya da “Hayatın gerçeği budur, bu dünyanın sosyal veya faşist bir gerekçesi olmaz. Hiçbir şekilde güvencesi olmaz. Bu dünya sonuç bulma yeri değil, sonuca kavuşma yeridir. Sadece bu dünya basit bir aldanma ve tuzak merkezidir.” diyeceğiz. Gerçeğe göre mü’min olacağız inşallah. 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR