21 Ağustos 2015 Cuma

VE ÇAĞRILDIK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

 Nureddin Yıldız’ın 03.05.2015 tarihli (251.) Hayat Rehberi Dersi’dir. 


 Aziz Kardeşlerim, Rabbimize ne kadar şükretsek O’nun layık olduğu şükrü yapmış olmayız. Esasen hak etmediğimiz ve bize bir borcu olmadığı hâlde Kerîm, Rahîm ve Latîf olduğu için ve O, uygun bulduğu için bize nimetler yağdırmaktadır. Biz, bu nimetlerin içerisinde ömür geçiriyoruz. Allah dileyip bizi etten, kemikten, irinden, kandan yarattı. Bedenlerimiz yoruluyor, aklımız zorlanıyor, gözümüz yaşarıyor, duygulanıyoruz, yer yer çocuklaşıyoruz. Bütün bunlar bir yanlışlık olduğunu göstermiyor. Allah Teâlâ’nın kudreti ve hâkimiyeti dışında bir iş olduğunu da asla göstermiyor. Gerek bütün dünya üzerinde cereyan eden olaylara baktığımızda ve gerekse kendi özel hayatımıza baktığımızda bunaltan, hatta çıldırtan zorluklar görüyor olabiliriz.

Kardeşlerim, Bir gerçeği paylaşmak zorundayız. Dedik ki: Rabbimizin mülkünde ve O’nun planında herhangi bir yanlışlık ve aksaklık yoktur. Bugün Müslümanların veya sıradan insanların yaşadığı coğrafyalardaki bunaltan ve çıldırtan görüntüler, bizim annemizin karnından dünyaya gelip bu zamana ve bu yaşa kadar yaşadıklarımız, çektiklerimiz keyif bozucu şeylerdir şüphesiz. Ancak bir gerçeği bilmek ve kabul etmek zorundayız. Biz sosyal güvenceler, devletin sağlık hizmetleri, kazandığımız paralar, taksitlerini ödeyip maliki bulunduğumuz modern evler, akan sularımız, ısındığımız doğalgazlarımız, yazın serinlendiğimiz klimalarımız, yazlık ve köylük evlerimiz, mülklerimiz, bahçelerimiz; her ne kadar “Bütün bunları yaptık, ettik, rahatladık.” diye düşünüyorsak ortada büyük bir yanlışlık var. Kardeşlerim, O yanlışlık nedir? Biz, bu dünyaya cennete gelmek için gelmedik. Bu dünyaya cennete gitmek için geldik. Allah’ın hiçbir kuluna bu dünyada keyif vaadi yoktur. 
Hatta ve hatta “Allah’a yaklaştıkça çilen artacak.” diye bile söylemiştir. Allah azze ve celle sözünden caymış değildir. Allah, bir cennet ortamı vaat etmedi ki “Nedir bu doğranan Müslümanlar?” diyesin. Allah “Karşılığınızı dünyada vereceğim, dünyada adalet yerini bulacak.” diye bir sözü bir kere dedi mi ki “Senelerdir oruç tuttuğum, namaz kıldığım hâlde bu çilem nedir?” diyesin. Allah tek bir ayetinde, peygamberleri aleyhimüsselam tek bir sözlerinde “Mü’minin burnunu kanatmam.” dedi mi yoksa “Burnu kanamayan bana nasıl gelecek mi?” dedi. 

 Bizim, bu dünyanın aslını tanımamız gerekiyor. Nuh aleyhisselama yâr olmayan dünya, İbrahim aleyhisselamı ateşe atan dünya, Lut aleyhisselamı diyarından eden dünya, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yirmi üç yılını binlerce çileyle geçiren dünya, babamız Âdem’i çileden çileye sıçratan şu fani dünya bizim neyimiz oluyor? Dünya; babamız Âdem’in, peygamberimiz Musa’nın, İsa’nın, Lut’un, Nuh’un, Şuayb’ın, Salih’in, Dâvud’un, Süleyman’ın -aleyhimüsselam- çilehanesi de bizim sosyal güvenceli otelimiz mi? 

Bu dünyanın dert olmayan bir yiyeceği var mı? Sonrası meçhul olmayan bir sevgisi ve aşkı var mı? Dünya, kimin yüzüne güldü ki yirmi birinci asırdaki mü’minin yüzüne gülsün.
 Rabbim bu dünyayı çilehane olarak yarattı. En çok sevdiği kullarına da en çok çileleri çektirdi. En çok beş kişiyi sevdi; dönüp bakıyoruz ki o beş kişiye çektirdiğini bugün beş milyara çektirmiyor. Sevdikçe çile veriyor; buğz edip defterden sildikçe de rahat bırakıyor. Doktorların iyi olmayacaklarını anladıkları hastayı “Eve götürüp her şeyi yedirebilirsiniz.” dedikleri gibi ;ama iyi olacağını anladıkları hastanın başında bekçi gibi bekliyorlar. Musa aleyhisselam ki “Kelimullah”tır, Allah ile bu fani dünyada konuşmuş insandır. Allah onu kâinatın en şerli Firavun’uyla baş başa bıraktı. Firavun’dan kurtulduğu gün ona iman edenleri, Firavun’u aratmaz bir bela olarak başına sardı. Sosyal güvence, ekonomik rahatlık, yaygın çevre, sağlıklı bir beden yeterli olacak olsaydı Musa aleyhisselam gibi bir insan bu dünyada çile içindeyken gurbette ölmezdi. Kimini altı ay su üstünde bıraktı, kimini ateşin ortasına attı, kimini müşriklerin bağrında hançerlenecek bir şekilde yatağa yatırdı, kimini de yüzlerce sene “tövbesini kabul edecek mi, etmeyecek mi?” diye yeryüzünde süründürdü ama bunda milyarda bir bile bir işkence yok. Çünkü bunlar cennetten gelmiş babanın çocuklarına sunulmuş projelerdir. Allah bunları cennette yapmadı, cennetten gönderdiği yerde yaptı. 
Nasıl Hıristiyanlar, “İsa -hâşâ- Allah’ın oğludur.” diye yanıldılarsa ve yanlış anladılarsa bir de bu yanlış algılama üzerine cennete gireceklerini ve bununla daha çok sevap kazandıklarını zannedecek bir gaflete düştülerse biz de şu dünyayı bağıra basılacak ve peşinden koşulacak bir şey zannederken yanıldık. Onlar “İsa Allah’ın oğludur.” dediler battılar, biz de “Dünya cennettir!” zannettik, batıyoruz. Dünya cennet değildir. Cennette Allah’ın hurilerle vaat ettiği mutlu hayatı; dünyada fani bir kadınla fani bir kocayla yaşanır zanneden, akide olarak değilse de pratik olarak tıpkı Hıristiyanların bu bataklığına düşen biri gibidir.

Kanun: Dünya mutlu olma yeri değil, mutluluğu hak etme yeridir.

Eğer dünya; hem mutluluğu hak edip cenneti kazanacağın, hurilerle yaşayacağın hem de dünyada da onun avansını alacağın bir yer olsaydı Levh-i Mahfuz’un eteklerine kadar yükselip miraç gören Abdullah’ın oğlu Muhammed aleyhisselatu vesselam bunu trilyonlarca kere hak etmişti. 
 Sevgili Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam, kâinat üzerinde melekler bile dâhil Allah’ın rahmetine ve lütfuna en müstehak olan insandır ancak O, rahat bile ölemedi. Ölümün bile rahatı vardı ama “Kıvranıyorum, eziyetler çekiyorum.” diyerek öldü. Bugün aile huzursuzluğu ve sıkıntısı olan, geçinemeyen; eşinden, kocasından, hanımından şikâyeti olan bütün dünya Müslümanları, çocuklarından dert çektiğini zanneden anneler ve babalar, Müslüman olup geçen sene teheccütte dua ettiği ve bir önceki sene de Kadir Gecesi’nde camideki dualara yüksek sesle “Âmin!” dediği hâlde bu sıkıntıların başına niye geldiğini anlayamayanlar, duası Levh-i Mahfuz’da yapılmış Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin vefatından birkaç dakika önce Âişe’sine söylediği söze baksınlar: “Nedir bu? Yusuf’a yapılmış işkenceleri bana yapıyorsunuz.” dedi.

 Biz, niye gerçekçi olmuyoruz? Allah bizi dünyaya mı davet etmişti? Bizim çağırıldığımız yer dünya mıdır? Allah, bir kere bile “On dakikanız keyif içinde olacak.” dedi mi? Böyle bir sözü var mı Allah’ın? Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kâinatın efendisi olduğu hâlde Uhud’da mübarek dişi ve çenesi yaralandı da Allah O’na bir hafta rapor verdi mi? Bir hafta dinlenme alabildi mi? Yoksa üç kilometrelik Uhud’dan Medine’ye gelip Mescid-i Nebi’nin yanındaki evine girmeden ikinci bir savaş talimatı verip üstünü bile değiştirtmeden cepheye mi gönderdi? Allah’ın dünyası bu mudur? Gerçek dünya; bizim sosyal güvencelerimize ve keyfimize güvenip şu kerametler, bu menkıbeler ve bu hikâyelerden dolayı güvenli olarak yola çıkarak ete süte karışmadan, tuzlu biberli yemeden keyif içerisinde meleklerin törenle bizi karşılayacağı cennete doğru konvaylar hâlinde gittiğimiz şu törenli dünya mıdır? Sabahtan akşama kadar kanlar içerisinde kalmış bir peygamberi gömleğini değiştirmeye fırsat bırakmadan ikinci göreve gönderen rahman ve rahim olan Allah değil miydi? Rahmetellilâlemin olarak gelmenin bedeli; gömleğini bile değiştirmeden işe devam etmekti. Doğru olan buydu. Onun nazik ve narin Ümmet’i güller, destanlar ve bahçeler içerisinde keyif sürmeyi hayal edebilirler ama gerçek o değil. Yanılıyoruz kardeşlerim. 
 Bu dünya İşkenceler ve eziyetler altında bizim ütüleneceğimiz yerlerdir. Mü’min gerçekçidir. Evlilik, mutluluğu hak etmek için elli sene eşlerin birbirlerine tahammülünün adıdır. Gerisi de yalandır. Yalandır, Allah’ın böyle bir vaadi yoktur. Biz, cenneti kazanmak içi namaz kıldığımız gibi evlenmeyi de onun için yaparız. 

Yanılıyoruz. Allah’ın “çöplük” dediği şeye “Cennet” ismini veriyoruz. Melekler bizi yuhlayıp duruyorlar. Melekler “Babanızın sürgün toprağını nasıl vatan edindiniz?” diye bizi yuhluyor. Elbette hiçbir Müslüman “Ey dünya! İlahımsın benim.” demiyor. Taksit öderken böyle itiraf ediyor. Evliliği cennette huri ve gılman ile buluşmak zannettiğinde bu vehn ortaya çıkıyor. Hastalığa gerekçe bulamadığında, Allah’ı Teâlâ’nın bizi niye hasta ettiğini anlayamadığında, çocuğu sakat doğduğunda, komşuları ona kin güttüğünde, sabrın bile sabra muhtaç olacağı kadar eziyetlere katlandığında, bir haber bültenindeki yüz haber maddesinden doksanının neredeyse Müslümanları kahreden şeyler üzerine yoğunlaşmış olmasını gördüğünde “Nedir bu dünya?” diye feryat-u figan ediyor ya, yanındaki melekler de “Ne zannetmiştin ki?” diyorlar. Ne zannetmiştin dünyayı? Çileli bir Peygamber’in Ümmet’i olarak sen koltuklara gerilecektin de doğru olan bu muydu? Sürgün görmüş bir Peygamber’in Ümmet’isin, O’nun mihrabında hoca efendisin, mikrofonların önüne çıkıyorsun; sen sürgün yemeyeceksin, iftiraya uğramayacaksın! Öyle mi zannediyorsun? Sen kitap yazacaksın, konferans vereceksin İskilipli rahmetullahi aleyh bir kitabından dolayı ipe gitmiş olacak, senin kitapların baskı üstüne baskı yapacak ama sen, İskilipli ile aynı yere randevulaşmayacaksın; cennette buluşacaksınız! Sen otelden gideceksin, o darağacından gidecek ama buluşmanız cennet olacak. Bunun da adı “Adalet!” olacak. Dünya böyle bir yer midir? Bu mudur dünya? Allah böyle bir dünya vaat etmedi ki “Şimdi ne yapıyor?” diye soru sorulsun. Allah bizi buraya çağırmamıştı. Çağırıldığımız yer burası değildir. Çağırıldığımız yer İskilipli rahmetullahi aleyhin gittiği yerdir. Gerçek randevu yerinde o durdu. Kardeşlerim, Önce Allah’ın sinek kanadı kadar değer vermediği şu dünyayı tanımayı bilmeliyiz. Bütün nimetlerini avucumuzun içine alacak kadar mal mülk sahibi olabiliriz. Yeter ki o nimetler yüreğimize girip orayı işgal etmesin. Sorun buradadır. Dostlarımız olsun, eşlerimiz olsun, akrabalarımız olsun ama bizim, Allah’tan değerli kimsemiz olmasın. Dünyanın tuzak oluşu budur. Kardeşlerim, Rabbimiz hepimizi çağırmıştır. Hepimiz davetliyiz ama davete katılanların üstünü başını arıyorlar. Herkesi almıyorlar. “Bütün vatandaşlar davetlidir.” diyorlar ama üstünü başını aramadan kimseyi almıyorlar. Biz, inşallah hatamızı anlayıp İbrahim aleyhisselama yâr olmayan dünyanın bize de yâr olmayacağını idrak edip iman ettiğimiz Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selemin rahat ölmeyi bile bulamadığı bu dünyada, rahat koltuğu bulmamızın hayra alâmet olmadığını anlayacağız inşallah. Bir nebze cahillik ettik elbette. Allah affı mağrifet eylesin, toparlanacağız. Çocuklarımızın mutlu bir geleceği olması için çalışacağız yoksa nankör baba, anne oluruz ama mutlu gelecek evimiz değil ki. Evdeyiz zaten, bunun geleceği neresi? Zaten evdeyiz. Mutlu gelecek dediğimiz şey; Adn Cennetleri’dir inşallah. Bizim hasretimiz, ailece koltuklara yaslanacağımız diyardır. Ondan önceki her şey geçicidir. Buna iman ediyoruz ama gel gör ki bu imanımızın üzerinde bir miktar çim bağladığı ve otlar büyüdüğü için altı görünmüyor. Şeytan bizi imandan koparmak istedi, beceremedi elhamdülillah fakat imanımızın yosun tutmasını da becerip sağladı. Hareketlenmek zorundayız. 

  Rabbimizin kitabını dinleyelim. Bakalım çağrıldığımız yerle bulunduğumuz yer aynı mı ve Allah’ın vaadinde bir yanlışlık var mı? Allah bize sağ gösterdi de soldan mı bizi imtihan etti? Bir bakalım. Kardeşlerim, Sizden istirhamım inşallah şu bir haftamızı, on günümüzü Kur’an-ı Kerim’imizin Al-i İmran Suresi’nin 185-186. ayetlerini, Ra’d Suresi’nin de 21, 22, 23 ve 24.ayetlerini bu yılın gündemi yapalım. Evimizin gündemi yapalım. Üç beş gün okuyalım, düşünelim, tekrar okuyalım, tekrar düşünelim. Ezberleyelim, namazda okuyalım sonra çocuklarımıza ezberletelim. Bu süreç içerisinde tedavi uygun olsun diye medya ve fasit çevremizle şöyle bir on gün bağlantımızı keselim. Kulaklarımıza zehir akıtan, gözlerimize necaset bulaştıran şu şehir atmosferinden kurtulalım. Gerekiyorsa evlerimizin perdesini açmayalım. Bir hafta on gün tedavi gerçekleşinceye, bedenlerimiz dezenfekte oluncaya kadar, kanımızdaki ve damarlarımızdaki zehir idrarlar çekip gidinceye kadar Rabbimin şu ayetlerini okuyalım, okuyalım, okuyalım sonra da tefekkür edelim. Bakalım on gün sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin önünde vücutları parça parça olurken kebap yer gibi zevk alan adamlar meğer bu yola nasıl gitmişler?  “Sana Peygamber bunu hediye olarak gönderdi.” dendiğinde “Ben Peygamber’den hediye almak için bu yola çıkmadım. Şu boğazıma bir ok isabet etsin de şehit olup Rabbime gideyim diye yola çıktım.” diyen adamlar; hangi kampa gitmişler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hangi serumla bunların kanını yıkamış da ailece ölümü kebap yer gibi lezzetle yiyip cennete ve Rablerine kavuşmuşlar? Kardeşlerim, Bizim sorunumuz; bizi Allah’a çağıran Kur’an’ımızı “Ramazan’dan Ramazan’a biri okur, biz dinleriz. Sesi güzel olandan daha güzel dinleriz, ücretini de veririz, Kur'an sorumluluğundan da kurtuluruz.” mantığına havale ettiğimizden kaynaklandı. Yoksa Al-i İmran Suresi’nin bu ayetleri, düğüne gider gibi ölüme giden adamları yetiştirdi. Aynı Kur'an şimdi elimizdedir. Eşiyle bir arada olduğu gece sahnesinden sonra gusletmeye bile vakit ayırmadan Resûlullah’ın yanında cihada gidip şehit olmuş adamlar Âl-i İmran Suresi’ni dinleyip bu işi yaptılar. Aynı antibiyotik, aynı serum bizim de damarlarımıza takıldığı hâlde biz; diğer damarımızdan da medyadan zehir aldığımız için, arkadaşlarımızdan ve dünyaya tapınmışlardan sürekli telkinatlar, zehir gibi bir kolumuzdan girdiği için Al-i İmran Suresi, Bakara Suresi Ramazan’da girmiş, Kadir Gecesi’nde çıkmış bir şey değişmiyor. Bir koldan zehir alınca diğer koldan serum, bir fayda etmiyor. 
  Kardeşlerim, Bizim sıkıntımız, elimizdeki nimeti değerlendirememekten kaynaklanıyor. “Gelin!” diye Allah çağırıyor, “Biz istediğimiz zaman gideriz.” diye oyalanıyoruz. Hâlbuki bu davet bir keredir. “La ilahe illallah Muhammed’un Resûlullah.” dediğimiz zaman “Geliyorum!” demiştik. Hâlbuki ayak sürçüp duruyoruz. “Geliyorum!” dedik, gitmiyoruz. 

Kardeşlerim, İnşallah Kerîm olan Rabbimden niyazım şudur ki; bu ayeti celileleri burada telaffuz ettiğimiz gibi sadece nostaljik bir hatıra olsun, “O günleri bir analım.” diye inşallah cennetlerde de okuyacağız ve dinleyeceğiz. Bugün eğitimini göreceğiz, uygulamasını yapacağız. Bu, “beni çağıran Rabbime gitmeyi becerebileceğim” demektir. Kardeşlerim, Al-i İmran Suresi’nin 185 ve 186. ayetlerini dinliyoruz. Bu ayetler vücudumuza serum gibi girsin. herkesin kulağı imanına ayarlıdır. Hiç kimse imanından fazla duyamaz. Ebu Cehil lanetullahi aleyh yanı başındaki Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellemi duyamadı. Uveys el-Karnî ise bin kilometre öteden Yemen’den duydu. Kulaklarımızın ayarı imanımızın ayarıdır. Az duymak, çok duymak organ meselesi değil, iman meselesidir. Buna göre dinleyelim, tefekkür edelim. Rabbimiz konuşuyor, dinliyoruz. İçindeki konuların dizilişine dikkat edeceğiz. Allah; Hakîmdir, Ayetler nasıl başlıyor, nasıl bitiyor, nasıl vaat ediyor? Çok dikkat edeceğiz; davetiyemizi, çağrıldığımız yeri okuyoruz. Davetiyedeki adresi yanlış okursan yanlış düğüne gidersin. Çok dikkatli dinleyeceğiz. Ve unutmuyoruz, kulaklarımızın ayarı kalbimizdeki imanla bağlantılıdır.

 ْو ِت لُ َ كُ ْم نَْفٍس ذَآِئَقُة ال “Her canlı ölümü tadacaktır.” 185. ayet böyle başlıyor. ِة َ ام َ ِقي ْ ال َ ْم َو ْم ي ُك َ ُجور ُ َن أ ْ فَو َ ا تُو َ ِإن َم َ و İki: “Kıyamet günü karşılığınızı bulacaksınız. َ ْن فَم ُ أ َ َاِر و ِ َح َع ِن الن َج زُ ْحز نَةَ فََق ْد فَازَ ْ ْد ِخَل ال Üç: “Kim ateşten sıyrılır cennete girerse kazanan odur.”

Allah celle celâluhu nereden bahsediyor? Öleceksiniz, karşılık bulacaksınız, cehennemden atlayıp cennete giderseniz kurtulacaksınız.

“Tamam ya Rabbi!” “Huriler nerede karşılayacaktı bizi? Oradaki bizim köşk kaç katlı olacak?” diye ayrıntılara girmedi. Şimdi konu ne oldu? Nasıl başladık? Ayet; öleceksiniz, karşılık bulacaksınız, ateşten kurtulursanız, kazanacaksınız dedikten sonra َ َم و وِر ُ ُغر ْ َا ُع ال ت َ م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ْ ا ال “Dünya hayatı basit bir aldanıştan başka bir şey değildir.” diyor.

 Bu ayet ne konuşuyordu? Ölüm, karşılık, cehennem, cennet, dünya hayatı aldanıştan başka bir şey değildir!Allahuekber.İşte sosyal güvence şimdi sorun oldu! Şimdi hastanenin yanı başındaki dairenin neden daha pahalı olduğu anlaşıldı. Şimdi insanların büyük şehirlerde “trafikten bunaldık, dert oldu, gürültü, havası kirli, burada yaşanmaz.” dedikleri hâlde bir çuval borçla niye oradan daire aldıkları anlaşıldı. َما و وِر ُ ُغر ْ َا ُع ال ت َ م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ْ ال “Dünya hayatı aldanıştan başka bir şey değildir.” Allah, cennetin kapısını açtı, “cehennem sıratından geçin, buraya gelin.” buyurdu. َ َا ُع َم َ و ت م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ا ال وِر ْ ُ ُغر ْ ال dedi. Dikkat edin! Cehennem, cennet; bundan önce halletmeniz gereken şey nedir? Dünyanın sizi kasıp kavurması. Dünya barikatını geçmeden cennet yok. Demek ki; sırattan önce dünya var. َ َم و وِر ُ ُغر ْ َا ُع ال ت َ م ا ِإل َ َ ْني اُة ال دُ َ َحي ْ ال ا “Dünya hayatı basit bir aldanıştır.” 

 Zaten benim sıratım dünyadadır. Sırat köprüsü dünyada geçilecek veya kalınacak. Kur’an, Âl-i İmran Suresi. 

 Bu; “Dünya hayatı basit bir tuzaktan ibarettir.” ayeti nereden sonra geliyor? َ ْن نَاِر ِ َح َع ِن فَم ال حزْ ُز “Ateşten kurtulan cennete girecek.” ayetinden sonra geliyor. Allah “Açın gözünüzü, Sırat Köprüsü dünyada başlıyor.” buyuruyor. 

185. ayet bitti ama Allah’ın sözü bitmedi. ن ُفِس ُك ْم َ أ َ اِل ُك ْم و َ ْمو َ َن ِفي أ ُ َلو ْ ُب ت َل “Sizin mallarınız ve canlarınızda sınamalar yapacağız. Hazır olun!” Rabbim “Kim sırattan geçerse…” buyurmuştu ya, devam ediyor. “Mallarınız ve canlarınızda hazır olun.” Ve bitmedi. َن ال َ ِم َ ِل ُك ْم و ْ َب ِمن قَب َا ِكت ْ ال ْ وتُوا ُ َن أ ِذي َن ال َ َن ِم َ ُع َ ْسم ت لَ َ و ً ذًى كَِثي َ أ ْ ُكوا َ ْشر َ َن أ ِذي ا Allah “Müşriklerden, Hıristiyanlardan, Yahudilerden pek çok propaganda dinleyeceksiniz, hazır olun.” buyuruyor. 

O zaman yukarıdan sayalım. Rabbim Ne buyurmuştu?
 Bir: Herkes ölecek çare yok.
 İki: Herkes karşılığını muhakkak bulacak.
 Üç: Cehennem ateşinden kurtulan cennete girecek.
 Dört: Bütün bunlar için bilin ki dünya hayatı bir tuzaktır.
Beş: Muhakkak mallarınız ve canlarınız tehdit konusu olacak.
Altı: Müşrik ve kâfirlerden sürekli propaganda dinleyeceksiniz. İmanınızı ve namusluluğunuzu ayıplayacaklar, namazınızla alay edecekler, gürültü edecekler. Allah; canın tehlikedeyken şehadete hazır olup olmadığını, malını Allah yolunda infak edip edemediğini görecek. Ama bitmedi. Müşrikler senin dinine sataşırken “İslam’da kol kesiliyor, zinaya şöyle ceza veriliyor. Haklara, hürriyetlere aykırılar, bu ne biçim İslam! Kabadır.” diyecekler. Allah, eriyip erimeyen bir iman olduğunu da görecek. Çare yok. Demek ki sadece Uhud’da şehit olma meselesi değilmiş. İşin ucunda bir de ne varmış? Radyodan, televizyondan ve internetten senin Şeriat’ına saldırılırken, Âişe anana iftira edilirken sen nerede hangi imanla ayakta duruyorsun? Allah bunu da görmek istiyor. Hiç çare yok. Şimdi 186. ayet bitiyor. نْ إِ َ ُ و وِر م ْن َع ْزِم األُ فَِإ َن ذَِل َك ِم ْ َُقوا تَت َ ْ و وا ُ تَ ْصِِب “Dayanabilirseniz, takvanız bozulmazsa büyük adamların işleri bunlardır işte.” 

Mal, can ve propaganda, kulaklarına bomba sesi gibi kötü kötü haberler dayandığında “Asıldı, kesildi, yıkıldı, dağıldı, şöyle oldu, böyle oldu, hocaları böyle, hacıları böyle, Kur’an’ları böyle, propagandaları böyle, İmam Azam’ın fıkhı kötüymüş de şu böyle yapmış.” Allah! Bin dört yüz senelik Ümmet’imin servetini on dört kelime ile yok sayan münafığı, zındığı dinlediğin zaman senin enerjin erimiyorsa “Ben Allah ile beraberim, mağlubiyet nedir bilmem.” ,diyorsan.sen o zaman kazanırsın
Kardeşlerim,Bu yaşam tarzıdır. Allah, böyle bir hayat vaat etti. Bunun dışında Allah’ın bir vaadi yoktur. Bu Allah’ın Kur’an-ı Kerim’in ilk cüzlerindeki vaadidir. Kadir gecesindeki propagandalardan önce Kur’an’daki bu ayet var. “İslam, din, Şeriat, Allah, Peygamber” kelimelerinin denklemindeki hayat budur. Bunun dışında bir hayat yoktur. 
 İslam basiret dinidir. Müslüman basiretli insandır. Allah hiç kimseye yanlış şey söz vermemiştir. Allah’ın sözü budur. Başka bir sözü de yoktur. Ebu Cehil’in kırbacına karşı da sabredeceksin; propagandaya ve dininin hafife alınmasına karşı da sabredeceksin. Allah seni o zaman bak ne yapacak. Kardeşlerim, Kur’an-ı Kerim’imizin bir suresinden iki ayet okuduk. Bir başka suresinden de Allah’ın şu vaat ettiği şeyi; نْ َ نَاِر ِ َح َع ِن فَم ال حزْ ُز “Ateşten kurtulan.” dediği şeyi gerçekleştiren mü’min kullarına da Allah’ın davetiyesi var. Şimdi Râ’d Suresi’ne dönelim. Râ’d Suresi’nin 21. ayetini, şu biraz önce kalbimizdeki imanla ayarladığımız kulaklarımızla tekrar dinleyelim kardeşlerim. Davetiyemizdeki protokol maddelerini sayıyoruz. ُ ا لل ٰ َ َر م َ ا أ َ ِصُلوَن م َ َن ي ِذي ال َ و ْن َ َ ِ أ ِ َصَل ه ُو ي “Allah’ın ‘Dik durun’ dediği yerde dik duran kulları” شَ يََْ َ ْم و ُه َ ه َ َن ر ْ و “Rabbim Allah’tır, diye dikkat edenler” ْ َ ال ُسوء ََيَافُوَن َ ِب و َسا حِ “Kıyamette benim hesabım kötü olur diye endişe taşıyanlar” وا ُ َن َصَِب ِذي ال َ َ و “ve dayanabilenler, sabredenler” مْ ِ ِه ه َ َ ْجِ ر Rabbimin hatırı olsun diye” اْهِتَغاء و sabredebilenler.” Rabbimin hatırı diye bir derdi olanlar. Eşinde, çocuğunda, ülkesinde, şirketinde, vakfında, derneğinde, seyahatinde, namaz kıldığı camide; karşısına çıkanları aslında iki elinin arasında kıyma yapacak kadar kudreti olduğu hâlde ِ ِه م ا ب ربَ هِ ج وَ اءَغِت “Benim Rabbim Allah’tır, O’nun hatırı vardır. O hatır için sabrediyorum.” diyenler, yirmi sene eşinin çilesine bu niyetle katlananlar, çocuğunun katlanılmaz eziyetlerine karşı “Belki yirmi sene sonra namaz kılar, secde eder.” diye sabredenler. “Rablerinin hatırını umarak, Rabbinin hatırını kırmamak için sabredenler.” 

Tekrar yukarıdan alalım:
 -Allah’ın “Dik durun!” dediği yerde dik duranlar,
- “Rabbim var.” diye utananlar,
 -“Ahirette hesap veririm.” diye çekinenler, 
-“Rabbimin hatırı için sabrediyorum.” diyenler, 
-“namaz kılanlar”  
-“toplu, gizli, açık infak َِedenler
 َ-“ellerinden, dillerinden bir kötülük çıktığı zaman onu bir kenara bırakmayıp ‘üç günah işledim üç de sevap işleyim’ diye bir çırpınış içinde olanlar…” 

Bakınız, dikkat ediniz! Allah “günah işlemeyenler” demiyor. Rabbimiz biliyor ki; yüzlerce bankanın reklamına dayanmak zor, Müslüman bir kere faize batabilir. Allah, bunu biliyor. Onun için ne diyor? “Bir kere faize battım diye, iki kuruş kredi aldım diye elli kuruşu Allah yolunda infak edip bir tür kendisini cezalandırarak kötülüğe karşı iyilik bekçiliği yapanlar” رِ ََب ال دَا ْم ُعْق ُه ْولَِئ َك لَ ُ أ “Mutlu topraklar onların olacaktır, cennet bunlarındır.” Neresi bu mutlu diyar? نٍدْ عَ تُ َا جنَ Adn Cennetleri’ne Allah bunları koyacak. Kardeşlerim, Yukarıdaki ayetler “Ebubekir, Ömer, Osman, Uhud şehitleri, Bedir gazileri, ashabı kiram, tabiin, şeyhler, âlimler, şehitler…” diye saymamıştı. Ne saydı? Allah’ın “Dik durun!” dediği yerde dik duranlar, “Rabbimden korkarım” diyenler, “Benim ahiretim var, hesabım var.” diyenler, “Rabbimin hatırı olsun; sustum, sabrettim” diyenler, namaz kılanlar, infak edenler ve kötülüğe karşı iyiliğin savaşçısı olanlar bu mutlu diyara, mutlu topraklara gidecek. Sahabiler değil, sahabilerde de bunlar bulunduğu için sahabiler. Eğer sadece “sahabiler” deseydi biz ne yapacaktık? Bizim kapımız kapanmış olacaktı. Kapı bize de açık ve Allah’ın daveti, çağırması işte bizim için de geçerlidir.

Bu kadar mı? Bu kadar değil. مْ ِه َاِئ ْن آه َح ِم َ ْن َصَل َم و “Babaları ve dedelerinden işe yarar kim varsa onları da buluşturacağız.” ْم ِجِه ا َ ْزو َ أ َ و “Ve eşleri de yanlarında olacak.” مْ ِه َاِت ِي َذُر و “Çocuklarını da ayırmayacağız.” حَ َ ْن َصَل َم و ama “bu standartlarda olanlardan” Çağrıldığı yerin kıymetini bilenlerden. Kardeşlerim, Biz ne için bu kadar çileye katlanıyoruz? Rabbimin hatırı olsun “Sustum.” diyenler, Rablerinin hatırı diye bir hatır tanıyanlar, bunlar; çoluk çocuk, babaları, dedeleri, kendileri, eşleri, oğulları, kızları, torunları Adn Cenneti’nde yerleştiklerinde ne olacak? ْ ال ٍب َ َا لِ و ه ِن كُ ْ ِهم م ْد ُخُلوَن َعَلي َ َالَِئ َك ُة ي م Şimdi Kardeşlerim, Akşama kadar dinlediğimiz yetmiyormuş gibi bizi her akşam facia bombardımanı altına bırakan bu dünyanın gerçek akıbetinin ne olacağını Allah’tan dinliyoruz. “Hep filancalar eziliyor, hep bizim işlerimiz ters gidiyor.” propagandasına karşı cevabımız var. “Melekler bu babasıyla, dedesiyle, kayınpederiyle, amcasıyla, torunlarıyla, eşiyle koltuklara gerildiklerinde her taraftan kapıları açıp ‘Selamünaleyküm’ diyeceklerdir.” buyuruyor Allah. Ama ْم ?niye َصَِْبتُ ا َ ِم ُكم ه ْ ٌ َعَلي َسالَم “Şu dünyadaki sabrınızın karşılığı olan bu cennete hoş geldiniz.” ِر .Diyeceklerdir ََب ال دَا َ ُعْق ْعم نَِف “Bu ne muhteşem bir güzellik, ne güzel bir sonuç sizin için.” Kardeşlerim, Çağrıldığımız yerin sırrı; مْ ِ َما َصبَ ْرتُ ب Melekler “Sabretmenizin karşılığı olarak bulduğunuz bu sonuç, size kutlu olsun ey cennet ahalisi!” diyeceklerdir.

 Kardeşlerim, Bunun gereği olan sabrı ve ayetin bahsettiği azametli gerçekleri uygulayabilmeyi bize müyesser kılsın. Kardeşlerim, Birbirine hakkı tavsiye edenler, sabrı tavsiye edenler; kurtulanlardır.  Kardeşler, Allah’ın vaadi haktır. Yüzde yüzden fazla haktır. Allah mübalağa etmez, oyalamaz, teselli için konuşmaz. Allah hakkı ve hakikati söyler, acı ama gerçeği söyler. İşte Allah’ın Al-i İmran ve Râ’d Suresi’ndeki bize bildirdiği mesajı budur. Kardeşlerim, Allah bütün mü’minler olarak bizi çağırmıştır. Bu çağrıyı bugün duyduk. Kesinlikle bu duyduğumuzu melekler kaydettiler. Ya hafızamızı kaybedip Al-i İmran Suresi’nin gerçek tablosunu çizdiği ve “Ancak sabrederek bunun adamı olabilirsiniz.” dediği gerçekleri yok kabul edeceğiz - Maazallah- ya da “Hayatın gerçeği budur, bu dünyanın sosyal veya faşist bir gerekçesi olmaz. Hiçbir şekilde güvencesi olmaz. Bu dünya sonuç bulma yeri değil, sonuca kavuşma yeridir. Sadece bu dünya basit bir aldanma ve tuzak merkezidir.” diyeceğiz. Gerçeğe göre mü’min olacağız inşallah. 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

Hiç yorum yok: