30 Eylül 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 189

Bize düşen kendi içimize dönüp samimiyetimizi ayarlamak

Allah Teala bizim duruşumuza göre bize muamele ediyor. 

O yüzden herkes kendi halini düzeltmeye baksın. 

Öz benliğimizde taşıdığımız iyiliğimizin veya kötülüğümüzün, samimiyetimizin veya fıskın tam karşılığını verecek ise, şu halde bize düşen kendi içimize dönüp samimiyetimizi ayarlamamız. Çünkü tam onun karşılığını bulacağız. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

29 Eylül 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 188

İşlenmiş bir günah kişinin aklına geliyorsa mağfiret dilemeye devam etmelidir

İşlenmiş bir günah kişinin aklına geliyorsa mağfiret dilemeye devam etmelidir. 

Ömer radıyallahu anh diyor ki “Allah setreylemiş, sen neden kendini ifşa ediyorsun?” Günahlarını sağda solda anlatıp durma, ilahi rahmetle orada kaybolsun gitsin. O’na anlat, af dile. 

Diliyorum ve düşünüyorum ki Allah azze ve celle katında o günahı siliyorsa bizim hafızamızdan da siliyor. Çünkü o acı veriyor bize. Bağışladığı bir şeyden dolayı kuluna daha fazla ızdırap vermez. O yüzden aklıma geldikçe diyorum ki ya Rabbi beni demek ki bağışlamadın, hatırlatıyorsun, acısını hissederek mağfiret diliyorum. (Böyle tahayyül ediyorum)

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

28 Eylül 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 187

Herhalde onlarla çok benzeşen bir topluluğuz!

Kur'an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak özellikle İsrailoğulları’nı ve dolayısıyla Hz Musa’yı çok zikrediyor. (kardeşi Harun’u da) 

Müfessirler bunu şöyle değerlendiriyor: Herhalde onlarla çok benzeşen bir topluluğuz! Muhtemelen İsrailoğulları’nın düştüğü durumlarla benzer şeylerle karşı karşıya geleceğiz. Bize göre en çok ibretin bulunduğu topluluk olsa gerek. 

Biz her ne kadar İsrailoğulları’nı karşıtımız ve bizden en uzak bir topluluk olarak görsek de, demek ki bize en çok ibret, en çok örnek oluşturacak topluluk da yine onlardır. Bu bizim, onlar gibi tepkiler vereceğimizin, benzer sınavlarla karşı karşıya kalacağımızın bir alameti ise eğer o zaman biz de tehlikeye çok yakınız. 

Kur'an’da Cenab-ı Hak kıssaların anlatışını hep ibret hedefine, neticesine, gayesine bağlıyor. “Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler var.” Yusuf-111

İbret için anlatılıyorsa, bize de en çok anlatılan Musa aleyhisselam ise burada başka bir ders var demektir !!!

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

27 Eylül 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 186

Allahım beni azlardan eyle

Ömer radıyallahu anh bir gün bir adamın şu duasını duymuş: “Allahım beni azlardan eyle.” 

Nedenini sorduğunda adam, Kuran’a bir bak demiş, iyiler hep azınlık olan tarafta. 

Cenab-ı Allah diyor ki “Kullarımdan şükredenler çok azdır.” Ben de o azınlık tarafta olmak istiyorum. 

Kur'an’ın penceresinden baktığımızda çoğunluğun tarafı tehlikede, yanlış. Çoğunluğu iman etmiyor, akletmiyor. Müttakîler, muhlisler azınlıkta.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

26 Eylül 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 185

O kadar niyet odaklı yaşa ki attığın her adımın bile niyetli olsun

İnsanın arkasında iradesi, niyeti olmadığı sürece bir amelden insanın getirisi olmaz. 

Niyet esastır. Eğer Cenab-ı Hak’tan umduğu bir şey yok ise bir hayra vesile olmak kişiye bir şey sağlamaz. 

O yüzden eski alimler “Ne yap et ufak işlerinde bile büyük niyet koy” diyorlar. 

İnsanın akıllısı hele ki dinde, böyle olur. Küçük ameller yapar ona bile büyük niyetler koyar. O niyet Cenab-ı Hak makamında önemlidir. Onun umduğu yatırım yaptığı o beklentiye göre karşılık verilir. 

O kadar niyet odaklı yaşa ki attığın her adımın bile niyetli olsun.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

25 Eylül 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 184

Kişi tövbe etmezse

Kişi tövbe etmezse Cenab-ı Hak onu affetmez. 

Bir topluluk akletmezse, hidayeti seçmezse Cenab-ı Hak da onlara hidayet etmez. 

Bunları, Allah Teala’nın sünneti, O’nun koyduğu ilkeler olduğu için biliyoruz.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

24 Eylül 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 183

Hayatta olumsuzluklarımız bitmiyorsa 

Hayatta olumsuzluklarımız bitmiyorsa şayet, bu Cenab-ı Hakk’a olan saygısızlıklarımızın çokluğundandır. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

23 Eylül 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 182


O'NUN RAHMETİ RAHMETE TALİP OLANLARADIR

Allah azze ve cellenin rahmeti, O’na saygılı, O’nu olanca azametiyle kibriyasıyla tanıyan, ve olanca küçüklüğüyle kendisi huzurda tevazuda bulunup yanlışlarından ötürü bağışlanma dileyen kimseleredir. 

Yoksa Cenab-ı Hakk’a diklenen, tenezzül edip huzuruna gelmeyen, Allah azze ve celle ile köprüleri atmış, kendi başına buyruk yaşayan, O’nun her vakit çağrısına kulak tıkayan, “Bunlar haram bunlar helal” dediklerini önemsemeyen kimselere Cenab-ı Hakk’ın rahmeti tersine döner. 

O’nun rahmeti, rahmete talip olanlaradır. (Sen O’nu saymayarak yaşa, sonra da Allah çok affedicidir de. Öyle bir şey yok) Kulun haddini bilmesi gerekiyor, o zaman Cenabı Hakk’ın rahmeti, bereketi devreye girer. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

22 Eylül 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 181


EN BÜYÜK TEHLİKE DALMAK!

İyiler cehennemden çabucak uzaklaştırılırlar. (Takva ölçüsüne göre hızla) Günah hepimizin hayatında nasıl az veya çok varsa, cehennem de o kadar hayatımızın akibetinde bir geçiş süreci olarak karşımıza gelecek. 

Cehennemdekilerin aralarında diyaloglar geçer:

“Ne tasadduk etti, ne namaz kıldı.” 

“Biz namaz kılanlardan değildik.”

Dolayısıyla namaz bizi cehennem eşiğinden kurtaran bir araç. O yüzden “Haydi felaha” diye çağrılırız. 

Muddessir suresinin 40-44 ayetlerinde cennettekiler cehennemdekilere sorar: “Sizi ateşe sokan nedir?” Cehennemdekiler de “Biz namaz kılanlardan değildik, biz miskini,yoksulu yedirenlerden de değildik” derler. “Biz ölümü, ceza gününü de inkar ediyorduk. Ve günaha dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk.” 

Hayattaki en büyük tehlike dalmak. Yani farkındalığın kaybı. Buradan gelip geçenler olarak burada hep kalacağımız hissine kapılmak işte bu bir dalış, bu gaflet hayattaki en büyük risk. Buna karşı korunabilmek için bilinçte kalmak gerekir ve bu bilinçte kalış için de Cenab-ı Hak bize namazı öğretti. Bilincimizi zinde tutalım diye namazı günün içine belli aralıklarla yerleştirdi. Hafta sonu tüm haftanın namazlarını komple kılmak olabilirdi ama bu kabul olmadı, vakti gelince farz oldu. Çünkü gün içinde bizim kendimizi yenilemeye ihtiyacımız var ki dalıştan kurtulabilelim. 

Peki namaz benim zindeliğimi nasıl sağlayabilir? Huşû ile. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

21 Eylül 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 180

Eğer kişinin kalbinde Cenab-ı Hak ile birliktelik varsa

“Kalpler Allah’ın zikriyle mutmain olur” 

Eğer kişinin kalbinde Cenab-ı Hak ile birliktelik varsa o zaman tatmin dediğimiz o hoşnutluk, mutluluk gerçekleşir. 

Etraftaki koşullar ne kadar zor olursa olsun Allah azze ve celle bir insanı içten mutlu ettiği zaman artık onun mutluluğuna diyecek yoktur. Çünkü bizim Yaratıcı’mız bütün sistemlerimizin hâkimi. O’nunla birliktelik mutluluktur. 

Tam tersini düşünelim; O’nun zikrinden uzak kimse sarayda da olsa mutsuzdur. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

20 Eylül 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 179


HİÇ BİR HÜCCET BIRAKMAZ

Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkmış insanlar, bağırıyorlar çağırıyorlar:

“Ya Rabbi n’olur bizi dünyaya geri gönder. Biz şu anda çok iyi farkına vardık, bizi geri gönder.” Ama Cenab-ı Hakk’ın iddiası şu: “Ben olması muhtemel ondaki iyiliğin ortaya çıkmasına elverecek bütün seçenekleri, bütün ihtimalleri süpürerek ne varsa kulumu hayatta hiç birini geri bırakmaksızın hepsini (tüm fırsatları) tamamlarım.” 

Yani aleyhinde hiç bir hüccet bırakmaz. Ya Rabbi bana şunu yapsaydın ben de şöyle olurdum, dedirtmez. Cenab-ı Hak onu da yapmıştır ona. Artık buraya geçenler tam bir farkındalık ile hakikati özellikle terk etmiş olarak gelir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

19 Eylül 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 178

Hz Muhammed’in hangi yönünü ele alsam her defasında O diğerlerini geride bırakıyordu

“Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100 Kişi” adlı kitabı Amerikalı bir yazar yazmış. Listenin başında Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem var. 

Yazar diyor ki; Hz Muhammed’in hangi yönünü ele alsam her defasında O diğerlerini geride bırakıyordu (ister askeri alanda komutan olarak, ister devlet adamı, ister din adamı, ister aile reisi olarak, ister tesis ettiği içtimai toplum olarak)

Ve Hz Muhammed’i birinci sıraya almamdaki en önemli sebep, O’nun başlattığı o süreç halen dalga dalga genişlemekte. Dolayısıyla insanlık üzerindeki etkisi hala canlıdır. Tekamüle ermiş veya inişe geçmiş değildir. Ben ne yaparsam yapayım hangi manipülasyona başvurursam vurayım O’nu ikinci sıraya atmam mümkün değildi. (Yazar kitabının girişinde böyle izahatta bulunmuş)

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

17 Eylül 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 176

Etrafımızdakiler değiştiğinde biz de değişiyor isek

Etrafımızdakiler değiştiğinde biz de değişiyor isek, Cenab-ı Hak ile ciddi bir bağlantımız yok demektir.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

16 Eylül 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 175


KUR'AN YOKSA ŞEYTAN VAR

Bir insanın hayatında Kur'an yoksa şeytan var demektir. “Şüphesiz biz şeytanları inanmayanların yoldaşları yaptık.” A’râf 27. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

15 Eylül 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 174


HER DURUMDA "BENİM" DEDİĞİM OLUR!

Zebur’da geçtiği söylenen ifadelerden: Cenabı Allah  Davud aleyhisselam’a sesleniyor ; “Ya Davud, sen de istiyorsun ben de istiyorum. Ancak benim istediklerimden gayrısı olmaz. Eğer kendi istediklerinin peşinde koşarsan, seni yorarım, yine de benim dediğim olur. Benim istediklerim peşinde koşarsan, senin istediklerini veririm. Sonuçta yine sadece benim istediklerim olur.” 

Burada Cenabı Hakk’ın mutlak iradesinin mutlak olarak her şeyi yönettiğini, kontrol ettiğini görüyoruz.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

14 Eylül 2024 Cumartesi

***KANDİL GECELERİ


İslam’ın hayatımızda iki noktaya indirgenmesi, karşı karşıya bulunduğumuz iki handikapı işaret ediyor.

Bunlardan ilki, “ideolojileştirme” yanlışı. Sanki İslam bize, kılımızı kıpırdatmaya gerek olmadan dünyamızı mamur etme garantisi veriyormuş gibi, yahut yaşadığımız dünyaya hakim olan çarpıklıklara itirazdan ibaretmiş gibi algılanıyor bir kesim tarafından. Soğuk savaş döneminin getirdiği “ideolojiler çarpışması” vakıasından kalma bir algı tarzı bu.

Bu algı tarzında İslam’ın toplumsal hayat, gelenek, kültür ve nihayet medeniyet oluşturucu yanı tamamen devre dışıdır. O, toplumun ekonomisini düzelten, siyasetine şekil veren ve uluslar arası düzeni Müslümanlar lehine yeniden dizayn etmeyi hedefleyen bir “ideoloji”dir. Tıpkı diğer ideolojiler gibi!..

İkinci handikap ise İslam’ı vulgarize etme yahut “popülerleştirme” tarzında kendisini gösteriyor. Bu algı tarzında da İslam, geleneklerde yaşanandan ibaret olup sokaktaki hayata, siyasete, ekonomiye, ulusal ve uluslar arası meselelerle alakası bulunmayan “kültürel” bir unsur olarak öne çıkıyor.

Bu anlayışların kandiller meselesiyle alakasına gelince; ilk algı tarzına göre kandiller, dinî bir anlam ve mahiyet taşımayan, herhangi bir meşruiyeti de olmayan zaman dilimleridir. Bu zaman dilimlerinde yapılan işlerin İslam’ın “esas meseleleri”yle hiçbir bağlantısı yoktur. Tam tersine kandiller ve benzeri uygulama ve anlayışlar birtakım gerçeklerin üstünü örtücü bir fonksiyona sahip olup, halkı uyuşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, yılda birkaç kere elde edilen birer “günah çıkarma fırsatı” olarak kandiller, aslında insanımızı dinin özünden uzaklaştırıcı bir mahiyete de sahiptir. Yılın büyük çoğunluğunda dinle-diyanetle ilişki kurma, dinî hassasiyetleri gözetme ve yaşama ihtiyacı hissetmeyen kesimlerin, işledikleri her türlü mel’anetten arınması için tanınmış birer fırsat olarak iş gören ve bu haliyle tümüyle zararlı birer bid’at olan bu ve benzeri uygulamalardan bir an önce vaz geçilmelidir!

İkinci anlayışa göre ise kandiller bu milletin özünü, kendisini, kültürünü yansıtmaktadır. İnsanların bu zaman dilimlerinde camileri doldurması, mevlitler dinleyip eve kandil simitleri götürmesi önemli bir şeydir. İnsanın bu gece dinlediği mevlit, dinî görevlerin yerine getirilmesi adına yeterlidir. Hiç başını örtmeyenlerin yarım yamalak da olsa başlarına birer örtü alıp türbelere koşması, iyi bir eş, iyi bir iş, para, şifa… dilemesinin dine aykırı bir yanı olmamalıdır!

Kandiller meselesini genellikle bu iki gerilim noktası arasında ya birinin veya öbürünün çekim alanına kapılarak konuşuyoruz genellikle. İtidali ve soğukkanlılığı elden bırakıp, genellemeler yapmak hoşumuza gidiyor belki. Ama heyecanla ve genellemeler yaparak ele aldığımız her meselede yanlışa düşmemiz kaçınılmazdır.

Meseleye itidal çerçevesinde baktığımızda şunları söylemek mümkün:

Bu zaman dilimleri insanlara modern hayatın getirdiği koşturmaca içinde bir an olsun durma, dinlenme, soluk alma ve her ne surette olursa olsun bir muhasebe yapma imkânı sunuyor; bu bir gerçek. Bir insanın hangi vesileyle olursa olsun Kur’an’la irtibat kurması, Allah’ı hatırlaması, günahlarını itiraf edip tevbeye yönelmesi elbette önemlidir ve önemsenmesi gereken bir durumdur.

Bir insanın cumadan cumaya camiye gitmesi, yahut Ramazan’dan Ramazan’a oruç tutup hayatına İslamî ölçüler çerçevesinde -ne kadar yapabiliyorsa o kadar- çeki düzen vermesi yanlış mıdır? Evet, elbette aslolan bu değildir. Ama bu kadarının da hiçbir önem taşımadığını söylemek herhalde abartı olacaktır!

Bu nasıl bir gerçekse, şu da öyle bir gerçek: İslam, kandillerle ya da benzeri zaman dilimleriyle sınırlı olarak yaşanabilen bir din değildir. Aslolan onu bir bütün olarak öğrenmek ve yaşamaktır. İçine birtakım bid’at uygulama ve anlayışların karıştığı kandiller ve benzeri hususları da İslam’ın birer “aslî unsuru” saymak doğru değildir.

Yorum:

İslamı belirli gecelere hapsederek insanları islamın mesajından uzaklaştırma yönündeki en önemli organizasyonlardan olan kandiller hakkındaki alıntının faydalı olacağı kanaatindeyim.

KANDİL GECELERİ

Ülkemizde kandil geceleri diye bilinen geceler; Rabiulevvel ayının on ikinci gecesi olan Mevlid, Recep ayının ilk cuma gecesi olan Regaib, yine Recep ayının yirmiyedinci gecesi olan Mirac, Şaban ayının on beşinci gecesi olan Beraat ve Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olan Kadir Gecesidir.

Bu geceler Osmanlılar döneminde II. Selim zamanından başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için “Kandil” olarak anılmaya başlamıştır.[1] Bu çalışmada kandillerin tarihi ile ilgili bilgi verilip dinimizin bunlara bakışı ortaya konulmaya çalışılacaktır.

1. Kadir Gecesi

Bu gecelerden Kadir gecesi ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de müstakil bir sûre bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in doksan yedinci sûresi olan bu sûrede Allah-u Teala, Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Fakat bunun da Ramazanın yirmiyedinci gecesi olduğuna dair kesin bir delil yoktur. Kadir gecesi ile ilgili hadislere bakıldığında Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin mü’minlere tavsiyesi, Kadir gecesini Ramazanın son on gününün tek gecelerinde aramaları şeklinde olmuştur. Buna göre Kadir gecesi Ramazanın yirmi bir, yirmi üç, yirmi beş, yirmi yedi ve yirmi dokuzuncu gecelerinden herhangi biri olabilir. Yani Kadir gecesi, zamanımızda Müslümanlarca ihya edilmeye çalışıldığı gibi herkesçe bilinen bir gece olmayıp, aksine gizlenmiştir. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bile Kadir gecesinin Ramazanın kaçıncı gecesi olduğunu bilmiyordu.

Kadir gecesinin ihyası ile ilgili olarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden bir dua haricinde herhangi ibadet tavsiye edilmemiştir. Fakat Âişe validemizin bildirdiğine göre Peygamberimiz Ramazan ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha şiddetli bir gayrete geçerdi. Son on günde geceleri ihya eder, ailesini de (gecenin ihyası için) uyandırır ve itikâfa girerdi.[2]

Bir gün Âişe validemiz, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme: “Ey Allah’ın elçisi! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu anlarsam o gece nasıl dua edeyim?” diye sormuş, Peygamberimiz de ona: “Şu duayı oku” buyurmuştur:

“Allahım! Sen affedicisin, cömertsin. Affetmeyi seversin. Beni de affet.”[3]

2. Beraat Gecesi / Kandili


Beraat gecesinin fazileti ile ilgili olarak da Peygamberimizden nakledilen birkaç hadis bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesinde bu gecede Allah’ın dünya semasına tecelli edeceği, Kelb kabilesinin koyunlarının kılları adedince (çokluk belirtmek için kullanılmış bir ifade) insanı bağışlayacağı ve kendisine edilen tüm duaları kabul edeceği anlatılmaktadır.[4] Bu hadise kitabında yer veren İmam Tirmizi ve onun hocası İmam Buhari başta olmak üzere birçok âlim, bu hadislerin isnadlarında problem bulunduğunu, dolayısıyla hadislerin zayıf olduğunu ve bunlarla amel edilmeyeceğini belirtmişlerdir.[5] Müfessirlerden Ebu Bekir İbnu’l-Arabî, Beraat gecesinin fazileti hakkında bir tek sağlam hadisin bile gelmediğini, dolayısı ile bu konu ile ilgili olarak hadis diye dolaşan sözlere itibar edilmemesi gerektiğini söylemektedir.[6] Gerçekten de Peygamberimizin ve sahabe-i kiramın mescidlerde bu geceyi ihya etmek için toplandığı, özel dualar ettikleri, bugün özellikle ülkemizde olduğu gibi bu geceye has namaz kıldıkları şeklinde tek bir rivayet dahi gelmemiştir.

Bazıları Duhan sûresinde geçen: “O gecede her hikmetli buyruk ayrılır ve katımızdan bir emirle ilgilisine yollanır.” (Duhân, 44/4-5) ayetlerine bakarak o gecenin Şaban ayının on beşinci gecesi olan Beraat gecesi olduğunu söylemişlerdir. Buna dayanarak da Allah’ın o gecede kulların rızıklarını taksim ettiğini, ecellerini tayin ettiğini, bir sonraki Şaban ayının on beşine kadar olacak tüm olayları takdir ettiğini, dolayısıyla bu gece yapılacak olan dua ve ibadetlerin mutlaka kabul edileceğini iddia etmişlerdir. Böylece peygamberimiz ve ashabının yapmadığı, bu geceye has bir takım ibadetler ortaya çıkmıştır. Hâlbuki Allah-u Teâlâ o sûrede şöyle buyurmaktadır:

“Hâ Mîm. Andolsun o apaçık kitaba ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız. O gecede her hikmetli buyruk ayrılır ve katımızdan bir emirle ilgilisine yollanır.” (Duhân, 44/1–5)

Görüldüğü gibi Allah-u Teala, işlerin taksim edildiği gecenin Kur’an-ı Kerim’in indirildiği gece olduğunu bildirmektedir. Kur’an’ın da Şaban ayının on beşinde değil; Ramazan ayında ve Kadir gecesinde nazil olduğunu diğer ayetlerden öğrenmekteyiz:

“Ramazan ayı ki o ayda insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an indirilmiştir.” (Bakara, 2/185)

“ Muhakkak ki biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik.”
(Kadir, 97/1)

Âlimlerin büyük bir çoğunluğu Duhân suresinde geçen “mübarek gece”nin kadir gecesi olduğunu söylemişlerdir. Müfessir Ebu Bekir İbnu’l-Arabî bu konuda şöyle demektedir: “Bu ayette geçen mübarek gecenin kadir gecesi değil de başka bir gece olduğunu iddia edenler, Allah’a büyük bir iftirada bulunmuş olurlar.”[7]

Bir de Beraat gecesi ile alakalı olarak halk arasında “Beraat gecesi namaz”ı veya “Salâtu’l-Hayr” olarak bilinen bir namaz vardır. 100 rekât olan bu namazın her rekâtında Fatiha ve on defa İhlâs suresinin okunması gerektiği söylenmektedir.[8] “Kaynakların be­lirttiğine göre Berat gecesine ait özel bir namaz yoktur. Gazzâlî, bu gece her rekâtında Fatiha’dan sonra on bir İhlâs okunmak suretiyle kılınacak yüz rekât veya her rekâtında Fatiha’dan sonra yüz İhlâs okunan on rekât namazın çok se­vap olduğuna dair bir rivayet nakletti­ği halde (İhyâ, 1/203), İhyâ-u Ulûmi’d-dîn’deki hadisleri tenkide tâbi tutan Zeynüddin el-Irâkî ile Nevevî bunun aslının olmadığını söyle­mişlerdir. Bu namazın bir bid’at oldu­ğunu kaydeden Nevevî, bu konuda Kûtü’l-Kulûb ve İhyâ-u Ulûmi’d-dîn’de geçen rivayete aldanılmaması gerektiği­ni söylemekte (el-Mecmû’, 4/56), Ali el-Kârî de bu rivayetin uydurma olduğunu belirterek Berat gecesi namazının h. 400 (m. 1010) yılından sonra Kudüs’te ortaya çıktığını kaydetmektedir. Bu namazın ilk defa h. 448 (m. 1056) yılında Kudüs’te Mescid-i Aksâ’da kılındığına ve zamanla yaygınlık ka­zanarak sünnet gibi telakki edildiğine dair bir rivayet de nakledilmektedir.”[9]

3. Regaib ve Mirac Kandilleri

Recep ayında bulunan Regaib ve Mirac kandilleri ve faziletleri hakkında da herhangi bir delil bulunmamaktadır. Özellikle tasavvufi eserlerde yer alan, Hz. Peygamberin Regaip gecesinde ana rahmine düştüğü, Recep ayının ilk Perşembe günü oruç tutup gecesinde Regaip namazı adıyla bir namaz kılmanın sevap olduğu ve bu gecenin birçok faziletinin bulunduğu yönündeki rivayetlerin “asılsız” olduğu hadis âlimlerince belirtilmiştir.[10]

Bir de halk arasında “üç aylar” olarak bilinen Recep, Şa’ban ve Ramazan ayları hakkında rivayet edilen: “Recep Allah’ın ayıdır, Şa’ban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır.” Sözü hakkında âlimlerin çoğu “bu uydurmadır” demiştir. Ayrıca yine Recep ayının fazileti hakkında: “Kim o ayda şu kadar namaz kılarsa ona şu kadar sevap verilir, kim o ayda istiğfar ederse ona şu kadar ecir verilir.” Şeklinde hadis diye rivayet edilen sözlerin hepsi mübalağadır, hepsi âlimler tarafından tekzib edilmiştir.[11] Özellikle Regaip gecesi ile ilgili olarak halk arasında meşhur olan Regaip namazıyla ilgili rivayeti, 1023 (h. 414) yılında vefat eden Ali b. Abdullah b. Cehdâm isimli Mekkeli sûfî bir zatın ihdas ettiği / ortaya çıkardığı kaynaklarda belirtilmektedir.[12] Yine kaynaklarda Regaip gecesiyle ilgili özel ibadet ve kutlamaların hicri 4. yüzyılda (miladi 10. yy) ortaya çıktığına ve bu gecenin ilk defa “kandil” olarak kutlanmasına hicri 448 (m. 1056) yılında Kudüs’te, 480 (m. 1087) yılında da Bağdat’ta kutlanmaya başladığına dikkat çekilmektedir.[13]

“İslam âlimlerinin büyük bir kısmı Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde Regaib kandilinin bilinmediğini, kandil geceleri kutlanmasının diğer dinlerin tesiriyle ortaya çıktığını, dolayısıyla bu gecede özel bir ibadet yapmanın dinde yeni ibadet ihdası anlamına geleceğini, Resul-i Ekrem tarafından genel olarak bidatlerin yasaklanmasının yanı sıra Cuma günü ve gecesi özel bir ibadet yapılmasının da yasaklandığını[14], bu sebeple Regaib günü ve gecesinde muayyen ibadetler yapmanın dinen sakıncalı olduğunu belirtmişlerdir.”[15]

Yalnız Recep ve Şa’bân ayları hakkında bir kaç söz söylenmesi gerekmektedir: Recep ayı “dört haram ay”dan bir tanesidir. Diğerleri Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Bu aylarda savaşmak haram kılınmıştır. Dolayısıyla bu ayların diğer aylara göre bir fazileti bulunmaktadır. Âlimler bu aylarda oruç tutmanın müstehab olduğunu söylemişlerdir. Fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden ve ashab-ı kiram’dan “özellikle” bu ayda oruç tutmanın faziletine dair herhangi bir sahih rivayet nakledilmemiştir.

Şa’bân ayına gelince: Sahih rivayetlere göre Peygamberimizin Ramazan ayından sonra en çok oruç tuttuğu ay Şa’bân ayıdır.[16] Üsâme b. Zeyd (r.a) şöyle bir hadis rivayet etmiştir: “Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Şa’bân ayında tuttuğu orucu hiçbir ayda tutmamıştır. Kendisine: “Ey Allah’ın Resulü! Senin, Şa’bân ayında tuttuğun orucu başka bir ayda tuttuğunu görmedim” dedim. O da şöyle buyurdu: “Şaban, Receb ile Ramazan arasında insanların gafil bulunduğu ve amellerin, âlemlerin Rabbi olan Allah’a yükseldiği aydır. Ben de amelimin (Allah Teala’ya) oruçlu olduğum halde yükselmesini seviyorum.”[17] O halde bu ayda oruç tutmanın Peygamber (sav)’in güzel bir sünneti olduğu rahatlıkla söylenebilir.

4. Mevlid Kandili
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Ashab-ı Kiram, Emevîler ve Abbâsîler dönemlerinde herhangi bir kutlama örneğine rastlanmayan Rebiulevvel ayının on ikinci gecesi olan Mevlid kandili, ilk defa hicretten yaklaşık üç yüz elli yıl kadar sonra Mısır’da, Şii Fâtimî Devleti döneminde kutlanmaya başlamıştır.[18] Eyyûbîler döneminde birçok tören ve bayram kaldırılmış olduğundan Mevlid kutlamaları Erbil Atabegi Begteginli Muzafferuddin Kökböri (ö. 629/1232) tarafından büyük törenlerle yeniden kutlanmaya başlamıştır.[19] Muzafferuddin Kökböri’nin bu kutlamaları yeniden başlatmasının ardında, Musullu sûfi Ömer b. Muhammed el-Mellâ’nın bulunduğu belirtilmektedir.[20] Peygamber Efendimizin doğum günü olan bu günün / gecenin faziletine dair de herhangi bir delil mevcut değildir.

Ebû Şâme el-Makdisî, Şehâbeddin el-Kastallânî, İbn Hacer el-Askalânî, Celâleddin es-Suyûti gibi bazı âlimler Peygamberimizin dünyaya gelmesi sebebi ile sevinmenin, bu gün münasebetiyle muhtaçlara yardım etmenin, Peygamberimize şiirler (mevlid gibi) okumanın güzel birer amel olduğu söyleyerek, bu gibi Mevlid kutlamalarının “bid’at-ı hasene” sayılması gerektiğini söylemişlerdir. Mâlikî fakihi İbnu’l-Hâc el-Abderî, Ömer b. Ali el-Lahmî el-Fâkihânî, İbn Teymiyye, Muhammed Abduh, Abdulaziz İbn Bâz ve Hammûd b. Abdillah et-Tuveycîrî gibi âlimler ise mevlid kutlamalarına “bid’at-i seyyie” gözüyle bakmış ve buna şiddetle karşı çıkmışlardır.[21]

Değerlendirme

Dinde sonradan ortaya çıkan ve hakkında herhangi bir delil bulunmayan bu gibi durumlar hakkında Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenler / ortaya çıkarılanlardır.”[22]

“Sonradan ihdas edilen her şey bid’attir”[23]

“Her bidat dalalettir, her dalalet de ateştedir.”[24]

İmam Malik’in konuyla ilgili şu sözünü hatırlamakta da büyük fayda vardır:

“Kim, bu ümmet içerisinde (din adına) geçmişte olmayan bir şey ihdas ederse (ortaya çıkarırsa) bu kişi, Hz. Peygamber’in Allah tarafından kendisine verilen risalet (elçilik) görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü Allah Teala “…Bugün dininizi olgunlaştırdım; size olan nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm’ı uygun gördüm…” (Mâide, 5/3) buyurmuştur. Bu yüzden, o gün din olmayan (dine dâhil olmayan) şey bugün de din olamaz!”[25]

Sonuç olarak şu söylenebilir ki; ne Kur’an’da ve ne de sünnette bugün geniş halk kitleleri tarafından kutlanan kandil gecelerine işaret vardır. Mübarek kabul edilen bu geceler, Peygamber Efendimiz ve ashabından çok sonra Mısır ve Kudüs’te kutlanmaya başlamış, daha sonra İslam dünyasının çeşitli bölgelerine yayılmıştır. Bu kutlamalar kesinlikle İslam’ın bir emri veya bir tavsiyesi değildir. Müslüman toplumlar tarafından ortaya çıkarılmış ve gelenek haline gelmiştir. Osmanlı padişahlarından II. Selim döneminden itibaren ‘kandil’ adını alan bu geceler miraciye, regaibiye, mevlüt gibi çeşitli etkinliklerle ihya edilmiştir. Kandil gecelerini kutlayan her toplum kendi kültüründen bir şeyler eklemiş ve böylece bu geceler gelenekselleşmiştir. Günümüzde de kandil geceleri halk camilere akın etmekte, kandil simidi ve tebrikleşmelerle son derece yoğun bir şekilde kutlanmaya devam etmektedir.

Ebubekir Sifil

1 Nebi Bozkurt, “Kandil”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2001, c. 24, s. 300.

2 Buharî, Fadlu Leyleti’l-Kadr 5, Müslim, Îtikâf 8, (1175); Ebu Dâvud, Salât

3 18; Tirmizî, Savm 73; Nesâî, Kıyâmu’ l-Leyl 17.

3 Tirmizi, Daavât, 84.

4 Tirmizi, Sıyam, 39; İbn Mace, İkamet, 191

5 Bkz: Tirmizi’nin Sıyam, 39’da bu hadisten sonra yer alan açıklaması ile Muhammed Fuad Abdulbaki’nin İbn Mace, İkamet 191’de yer alan açıklamaları.

6 Bkz: Ebu Bekir İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 2. Bs., y.y., 1968, c. 4, s. 1678 (Duhân Sûresi, 2. ayetin tefsiri)

7 Ebu Bekir İbnu’l-Arabî, a.g.e., c. 4, s. 1678.

8 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul, 1986, s. 188.

9 İhyâ, el-Mecmû ve el-Esrâru’l-Merfûa gibi kaynaklardan naklen; Halit Ünal, “Berat Gecesi”, DİA, c. 5, s. 475.

10 Hamdi Tekeli, “Regâip Gecesi”, DİA, İstanbul, 2007, c: 34, s: 535.

11 Bkz: Yusuf el-Kardâvî’nin Recep ayı ile ilgili bir fetvası: http://www.islamonline.net/servlet/Satellite?cid=1122528600570&pagename=IslamOnline-Arabic-Ask_Scholar%2FFatwaA%2FFatwaAAskTheScholar

12 İsmail b. Ömer İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, trs., c. 12, s. 16; Nebi Bozkurt, “Kandil”, DİA, c. 24, s. 301; Hamdi Tekeli, “Regâip Gecesi”, DİA, İstanbul, 2007, c: 34, s: 535.

13 Hamdi Tekeli, “Regâip Gecesi”, DİA, c: 34, s: 535.

14 Müslim, Sıyâm, 146 (1143).

15 Hamdi Tekeli, “Regâip Gecesi”, DİA, c: 34, s: 535.

16 Buhari, Savm, 52; Müslim, Sıyâm, 176; Tirmizi, Savm, 36; İbn Mâce, Sıyâm,

17 Nesâî, Sıyâm, 70.

18 Ahmet Özel, “Mevlid”, DİA, c. 29, s. 475.

19 Ahmet Özel, a.g.e., aynı yer.

20 A.g.e. s. 476.

21 Ahmet Özel, a.g.e., s. 477-478; Ahmet Özel, “Mevlid: Tarihi ve Dini Hükmü”, Dîvân İlmî Araştırmalar Dergisi, Bilim ve Sanat Vakfı, İstanbul, 2002/1, sayı: 12, s. 243-246.

22 Müslim, Cuma, 43.

23 Nesâi, Îdeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7.

24 Müslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet, 6.

25 Ebu Muhammed İbn Hazm, el-İhkâm, fî Usûli’l-Ahkâm, Dâru’l-hadîs, Kahire, 1984, c: 6, s: 225.


https://www.akevler.org/AdilDuzenDergisi/38/814/Kandil-Uydurmacasi

***MEVLİD KANDİLİ


Faruk Beşer Hoca'nın Mevlid kandili ile ilgili videosunu izlemenizi tavsiye ederim.

http://www.dailymotion.com/video/x8v6nw_kandiller-mevlit-kandili_people

Rabbimiz bize bir gün değil her gün Resulullahı hatırlamak, her an o sevgi hissetmek ve sünnetine sıkı sıkıya yapışmayı nasip et.


***İçine Bid’at Karıştırmadan Mevlid Kandili Nasıl Kutlanır?-EBUBEKİR SİFİL

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Okuyucu soruyor:“Hocam, içine bid’at karıştırmadan meşru ölçüler içinde Mevlid Kandili nasıl kutlanacaktır? Buna günümüzden örnekler verebilir misiniz? Ayrıca bu günün bu şekilde de olsa kutlandığına dair Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den nakledilen bir hadis, ya da sahabeden ve tabiundan bize bildirilen herhangi bir haber var mıdır?

“Bir de hocam, kullanılan bid’at kavramının kelimenin sözlük anlamında kullanılmasından dolayı bu olaya meşruiyyet sağlar mı? Bid’at kavramının, sözlük anlamında kullanıldığı yerler, o yapılan işin aslının Kur’an ve Sünnet’te bulunmasından dolayı değil midir? Mesela, Kur’an’ın toplanması işi. Teravih namazı gibi. Kur’an’ın Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ölmeden önce inmesi bitmiş olsaydı o da öyle yapmayacak mıydı? Aynı örnek toplanması için de geçerli.”


 1.İçine bid’at karıştırmadan, meşru ölçüler içinde bir Mevlid Kandili kutlaması bolca Kur’an okuyarak, Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e salavat getirerek, O’nu alemlere rahmet olarak gönderdiği için Allah Teala’ya hamd-ü sena ederek, O’nun gelişiyle insanlığın neler kazandığını ve O’nun diriltici soluğundan mahrum kalmakla neler kaybettiğini hatırlayarak ve hatırlatarak, insanları hayra teşvik ederek, sadaka ve infakta bulunmak suretiyle ihtiyaç sahiplerini sevindirerek yapılabilir. 

2.Mevlid Kandili’nin Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Selef zamanında kutlandığına dair herhangi bir nakil mevcut değildir. “Bid’at” nitelemesi de bu babda bu sebeple kullanılmaktadır.

3. Burada “bid’at” kelimesinin sözlük anlamıyla kullanılmış olması bu olaya elbette tek başına bir meşruiyet sağlamaz. Herhangi bir bid’atin “bid’at-ı hasene” olarak tavsifi için olmazsa olmaz bir şart vardır: Şer’î nasslarla çatışma teşkil etmeyecek ve Şer’î kavaide uygunluk arz edecek. (Bu noktada konumuzla ilgili olarak bir de “kıyasa uygunluk” boyutu söz konusudur ki, biraz sonra değineceğim.) Şu halde bu iki unsuru bünyesinde barındıran her bid’at “bid’at-ı hasene”dir gibi bir tesbit yaparsak inşaallah yanlış olmaz.


Mevlid Kandili kutlamaları Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Selef döneminde rastlanmadığı halde neye dayanılarak “bid’at-ı hasene” diye nitelendirilmektedir?

Bu soruya es-Süyûtî, biri İbn Hacer’e, diğeri kendisine ait olan iki tesbit ile cevap verir ki, Mevlid Kandili kutlamalarının istinad ettiği kıyasın aslını bu iki rivayet oluşturmaktadır:


4. Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine’ye hicret ettiğinde Yahudiler’in Muharrem ayının 10. (Aşure) gününde oruç tuttuğunu görmüştü. Bunu niye yaptıkları sorusuna Yahudiler’in verdiği cevap, Hz. Musa (Aleyhisselam) liderliğinde Mısır’dan çıkarken Firavun ve ordusunun sulara gömülüşünün ve kendilerinin kurtuluşunun bu güne rastlaması sebebiyle bir şükran nişanesi olarak oruç tuttukları tarzındadır. Bilindiği gibi Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), “Biz Musa’ya sizden daha yakın ve evlayız” buyurmuş ve Ramazan orucu farz kılınana kadar bu orucu (bir-iki gün ilavesiyle) benimsemiş, daha doğrusu “sahiplenmiş”tir!1
Bu, belli bir olay sebebiyle belli bir günün Allah Teala’ya arz-ı hamd ve şükür için vesile ittihaz edilmesinin meşruiyetine delalet eder.


5. Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), doğduğu zaman dedesi Abdülmuttalib tarafından kendisi için akika kurbanı kesildiği halde, bi’setten sonra kendisi için bir akika kurbanı daha kesmiştir.2
Bu da Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, alemlere rahmet olarak gönderilişi sebebiyle bir şükür izharı anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla bizim de O’nun doğumu sebebiyle şükür ve sürur izharında bulunmamızda Şer’an bir sakınca olmamalıdır. Vallahu a’lem.

Ebubekir Sifil - Milli Gazete – 14 Nisan 2007


Kaynakça/Dipnot
1. el-Bezzâr ve et-Taberânî rivayet etmiştir. et-Taberânî’nin senedi kavidir. Bkz. el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, IV, 94; İbn Hacçer, Fethu’l-Bârî, IX, 95. el-Mübârekfûrî’nin Tuhfetu’l-Ahvezî’de (V, 97) İbn Hacer’in bu rivayetin sadece zayıf isnadları hakkındaki değerlendirmesini naklettiğine dikkat edilmelidir!
2. el-Buhârî, “Savm, 68, “Fedâilu’s-Sahâbe”, 80…; Müslim, “Sıyâm”, 127-8; Ebû Dâvûd, “Sıyâm”, 64…

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 173


İSTİKBAR

Nuh aleyhisselam’ın oğlunun istikbarlığı ile ilgili: 

Oğlu, babası Nuh aleyhisselâm'ın onca uyarı ve çağrısına rağmen, suların her yeri kapladığı anda hala dağa sığınıp korunabilmeyi düşünüyor. Bir peygamberin oğlu, yüce Rabb’e karşı istikbar ediyor. Allah Teala rahmetiyle son ana kadar kovalıyor ama insan o denli inat ile ısrar ile Rabb’i yeneceğine karşı iddiasını sürdürüyor. Bu, enteresan, uçuk, abartılı bir örnek.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

13 Eylül 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 172


PEKİ BU ELLERİ KİM YAPTI?

İbrahim aleyhisselam’a babası “Çok güzel yontuyorsun, ellerinde harika bir sanat var” dediğinde İbrahim aleyhisselam şöyle cevaplıyor: “Yonttuklarıma bakma, peki bu elleri kim yaptı?”

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

12 Eylül 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 171


VELİN KİMDİ?

Seni daha ana rahmindeyken bilen Rabb’inden başka kim vardı? 

Annen baban senin varlığından henüz haberdar değilken, sen bile kendini henüz bilmiyorken seni bilen kimdi? 

Henüz kimin karnında olduğunu bilmiyorken, icabında dünyaya gelmesen nerede kaldı diye sormayacakları, çok da üzüntü çekmeyecekleri kadar yabancıyken, ana rahminde senle çok yakından ilgilenen, ses ve ısı dengesini ayarlayan, o muazzam sistemde seni besleyen velin kimdi? (El-Veliyy)

Velisini fark edememiş kimse boşluktadır. Şeytan onu bir oraya bir bu tarafa çekiştirir durur. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

11 Eylül 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 170


ONLAR ALLAH TEALA'YI UNUTURSA

Onlar Allah Teala’yı unutunca, Allah Teala'da onlara her şeyi hatta kendilerini bile unutturuyor. 

O yüzden ayetler bizim içindir ve bunca ayet bizim için itina ile konmuşken, bunu işleyecek istidatlar da bizde var edilmişken, bu kadar hazırlık bizim içinken, büyük bir sorumluluk ve görevle başbaşayız demektir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

10 Eylül 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 169


ALLAH TEALA'NIN BİR SÜNNETİ

İnsan gerçekten hayranlık duyulacak yüce Yaratıcı’ya kıymet verip hayran olmaz ise bu kez Cenab-ı Allah onu hayranlık duyulmayacak türden basit şeylerin esiri haline dönüştürür. Bu Allah’ın sünnetidir. 

Allah Teala bütün cömertliği ile nimetleri kulun önüne musahhar kılar ve kul bunu değerlendirirse (Allah’a hayranlıkla geri dönerse) Allah onun hidayetini artırır, takvayı nasip eder. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

9 Eylül 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 168

Rabbim sen biliyorsun ben bilmiyorum

İŞTE TESLİMİYET!

"Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Ya Rabbi hayatımdaki değişkenleri, hayrıma olacak şekilde değiştir."

Bu dua kişinin ileriye dönük en muazzam talebi. İlla bir hususta inat etmek, Yüce Yaratıcı’nın maişetine karşı gelmek, yanlış olacaktır. 

“Rabbim sen biliyorsun ben bilmiyorum. Ve senin gücüne, ilmine başvuruyorum. Güç de sende, bilgi de sende. Benim gücüm yetmez. Dolayısıyla ben şimdi diyorum ki; eğer falanca iş benim için daha hayırlı ve güzeldir diyorsan onu bana kolaylaştır, önümü aç. Taşlar denk gelsin, olaylar olacağı şekilde gelişsin. Ama benim dinim ve hayatım açısından beni olumsuz etkileyecekse onu benden uzaklaştır, sav benim başımdan. Hayır her neredeyse onu bana takdir et, beni onunla memnun et.”

İşte bu Yüce Yaratıcı’nın meşietine kendini tamamen bırakış. İşte teslimiyet bu. Kulun İslam’ı an be an tatması bu. Koşulların değişkenliği bizim İslam’ı yaşamamız için birer araç. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

8 Eylül 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 167


Sıkıntı mı geldi, bunu Rabbin’le çözmeye çalış

SEN RABBİNİ UNUTMA, O’NU HATIRINDA TUT

İşten işe daldığın o zamanlarda SEN RABBİNİ UNUTMA, O’NU HATIRINDA TUT. 

Çek ödenmedi sıkıntı mı geldi, Rabbin’le bunu çözmeye çalış. Birinden zarar mı gördün, Yaratıcı’nla paylaş. 

Böyle birinin hayatında Rabbi var demektir, namazları dışında da namazı var demektir, zekatı dışında da infakları var demektir. 

Ve o kimse kötülüğü iyilikle savabilir. Bu üst nitelikli bir davranış biçimidir. Bunu başarabilmek bir anda olan bir şey değil, bu bahsettiğim süreçlerde biraz biraz yorulmakla oluyor diye sanıyorum. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

7 Eylül 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 166

Şeytan bize sadece fikir verir, peşinden giden bizleriz

ŞEYTAN

Kuran okumaya başlarken dahi şeytandan Allah’a sığınıyoruz. Demek şeytan Kuran okurken bile bizden ümitli, Kuran’ı anlamaktan ziyade inat ve ısrarla karşı çıkmamızdan yana ümitli. Şeytan apaçık bir düşman. Ancak üzerimizde bir egemenliği yoktur, bizler izin verdikçe şeytan aleyhimizde güçlenir. Yani şeytana karşı çaresiz değilizdir. O bize sadece fikir verir, peşinden giden bizleriz. 

Bizler bir şeyler yapmayı temenni ettiğimizde şeytan düşünce dünyamıza bir şeyler bırakıverir. Bu alternatif gelen düşünceler o iyi-güzel yaptığımız işlerde bizi riyaya davet edebilir. Cenab-ı Allah’ın memnun olduğu biçimden memnun olmadığı bir şekle yönelik bir takım düşünceler gelebilir. Bu, şeytanın promosyonlarıyla kandırdığı ve kendi peşine düşürdüğü bir amele dönüşür. 

Demek ki eğer biz Allah Teala için doğru dürüst infak etmek istiyorsak, şeytan bunu riya ile bozmaya gelecektir. “Falancalar filancalar da görsün, sen bunu şöyle yap, hem birilerine örnek olursun” şeklinde ister sağ cenahtan ister sol cenahtan girerek, ama bunu neticede Allah Teala için olmaktan çıkarıp dünyevi karşılıklarla ilişkilendirerek kişinin niyetini bozmaya tevessül eder. 

Kişi bunlara prim verirse hoş görür “ne güzel” diye kabullenirse zaten şeytanın da yapmak istediği budur, Cenab-ı Allah’a karşı içtenliğinden kişi koparsa, Cenab-ı Allah da zaten böyle kolayca kopuşlar olacak mı diye sınamak istemektedir. Yani Allah Teala kendisi adına dirençli bulunan hiç bir promosyonun kendisini çeldirmediği kandırmadığı vazgeçirmediği kimseleri ortaya çıkarmak istiyor. 

Kişi içtenliğini kaybetmediği sürece ve sadece Allah için olabildiği sürece şeytan onu saptıramaz. 

Peki neden şeytandan Allah’a sığındığımızda bazen sonuç alamıyoruz? Çünkü sabırsız davranıyoruz. Allah’a sığınıp artık bundan sonra bu şeytansı düşünceleri bizden uzaklaştıracağına dair güvenimiz ve sabrımız eksik. Hemen o an bunu yapmasını bekliyoruz. 

Cenab-ı Allah Müminlerin kendisine olan güvenini sabr ile pekiştirmelerini bekliyor. 

“Kuran okuyorum zaten. Şeytan basar gider” diyorsak yanılıyoruz. Şeytan Kuran okurken dahi aleyhimizde büyük bir tehlikeyken bizde korku oluşturmaması mümkün mü? İnsan düşmanını ciddiye almaz mı? 

Şeytan pusuda bekleyen bir varlık. Ancak bilmeliyiz ki biz istemediğimiz halde şeytan bize zoraki bir şey yaptırmaya güç yetiremez. İrademizle sınanıyoruz. 

Şeytandan gelen, duygularımızı harekete geçiren, bizi belli bir yöne mıknatıs gibi çeken bu etken hiç bir zaman irademizden daha baskın olmaz. 

Şehvetten, maldan, mülkten şeytanın kandıramadığı kişileri, öfkeden, insani ilişkilerden kandırıyor, şeytan. 

Şeytanın en çok yer aldığı ve sonuç aldığı süreçler bunlar. Kumar, alkol, şans oyunları üzerinden olsun, daha konuşurken bile o söylediklerimiz üzerinden şeytanın amacı bizi birbirimize düşman etmektir. “Kullarıma söyle, bir cümle kurarken onu en güzeliyle kursunlar” 

Niye? İşte bu şeytan yüzünden. Şeytan aramızı bozmak ister. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

6 Eylül 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 165

Teşhir etmek ne kadar suçsa bakmak da o kadar suçtur

TESETTÜR

Kadınlara Cenab-ı Hak ziynetlerini sakınmalarını emretti. 

Bu anlamda kadın bedeninin erkeğe karşı muhafaza edilmesi, kadınların başlıca sorumluluğundan biridir. 

“Erkekler de bakmasın canım” diyerek konuyu atlatan, emri görmezden gelen kimse Cenab-ı Allah’a karşı sorumludur. 

Allah Teala suçu karşılıklı önlemek adına hem erkeğe hem kadına bakmamasını ve ayrıca kadına da göstermemesini teşhir etmemesini emretmiştir. 

Teşhir etmek ne kadar suçsa bakmak da o kadar suçtur. Hatta denilebilir ki bu zincirlemenin içerisinde göstermek bakmaktan daha önce gelmektedir. 

Dolayısıyla suçun tetikleyici tarafı belki de gösteren-baktıran taraf. Teşhir ilkel toplumlardan ileri toplumlara kadar her toplumda suç sayılmıştır. Erkeğe de kadına da suç sayılmıştır. İslam açısından baktığımız yer ise ölçü ve sınırıdır. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

5 Eylül 2024 Perşembe

Kişiler bir araya gelerek Hz. Peygamber adına kurban kesebilirler mi?

Dinimizde böyle bir uygulama yoktur. Bunun, yapılması gereken bir ibadet gibi görülmesi caiz değildir. Çünkü Allah'ın (c.c.) emretmediği ve Resûlü’nünden (s.a.s.) de nakledilmeyen bir uygulamayı ibadet gibi telakki etmek ve ona dinîlik vasfı vermek bidattir. Her bidat da Hz. Peygamber’in (s.a.s.) nitelemesiyle dalalettir (Müslim, Cum‘a, 43 [867]).
Hz. Ali’den rivâyet edilen “Resûlullah (s.a.s.) (sağlığında) kendi yerine bir kurban kesmemi vasiyet etti. İşte ben de onun yerine kurban kesiyorum.” (Ebû Dâvûd, Edâhî, 2 [2790]; Tirmizî, Edâhî, 3 [1495]) şeklindeki haber, bu uygulamaya delil olamaz. Çünkü Hz. Ali, kurbanı kesme gerekçesi olarak Hz. Peygamber’in kendisine bunu vasiyet etmesini göstermiştir. Dolayısıyla bu hadis, eğer vasiyeti yoksa ölü adına kurban kesileceğine delalet etmez.

4 Eylül 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 164

Yüce yaradanı takmayan birisinin O’ndan beride kalan herkesi takması hiç bir anlam ifade etmez.

ADALET


Kul adalet ilişkisini evvel emirde yüce yaradana karşı gözetmeli. Bunun aksi korkunç sonuçlara yol açar. 

Allah Teala zulme insanlardan daha çok sabırlıdır. Kendisine karşı adaletsiz kullarına mühlet verir. Kulun bunlardan vazgeçmesi için önce yumuşak uyaranlarla, sonra sert uyaranlarla uyarır. 

Bunların hepsi yüce yaradanın kulun aklını başına getirmesi için sağladığı kula dönük rahmetinin sonucu uyaranlardır. 

Bunlardan can yakıcı, acıtıcı olanı varsa bile onlar dahi kulun dönmesi için bir çağrıdan ibarettir. “Büyük azaptan önce biz onları küçük azaptan tattırırız. Böylelikle dönerler diye.” (Secde-21) 

Kul farkına varmalıdır ki Cenab-ı Hak onun düşünmesi için bir parantez açmış. Yaradanla olan ilişkisinde kendisine gelmesi için. Dönmesi içindir.

Cenab-ı Hak zulme karşı çok sabırlıdır. Kullar ise ivedi tepki verebilirler, onları zulüm, haksızlık, aşağılama çok rahatsız eder, incitir. Cenab-ı Allah’ın ise kibriyası incitmekten uzaktır. 

Kulların hepsi O’nu yok saysa bile O’nun hükümranlığı eksilmez ve en küçük bir rahatsızlık duymaz. Fakat kulları adına duyduğu bir rahatsızlık vardır. Kullarının böyle bir sürece girmesi O’nu memnun etmez. O ister ki kulları kendi rahmetine cennetine saadetine yönelsinler. Kulları için iyi olanı isteyen Cenab-ı Hak, kullarının kötü tercihinden bu manada rahatsızdır. Kendi için değil kulları için küfre razı değildir. 

Anne şefkatinin ebeveyn şefkatinin de yaratıcısı olan Cenab-ı Hak bunun ötesinde bir şefkatle kulunu esirgemez mi? Kulu için hep iyilik planlar ve hep iyilik içinde manipüle eder yönlendirir. Fakat kul ısrarla inatla yüce yaradana karşı adil olmaz, saygısız olursa, haksızlık ederse bir zaman sonra bu, kararlı bir tepki haline gelir. 

Dolayısıyla kul adalete, Cenab-ı Allah’a karşı adaletle başlamalı. Ne yazık ki insanlarımızın çoğunda sosyal çevresinde iyi bilinir olmak, insanların malına mülküne ilişmeyen biri olmak iyiliğin mutlak ölçüsü gibi takdim edilir. Sosyal çevresinde iyi olmanın Allah katında da iyi olmayı gerektirdiği gibi bir zan şeytani bir zandır. 

Böyle tarifler kişinin ahiretini kurtarmaz. “Çok iyi bir insandı herkese iyi davranırdı” gibi söylemler ölmüş birinin ardından yeterli değildir. Bunlar insanlara karşı o kişinin adaletini tanımlasa da Cenab-ı Allah’la ilişkisi göz ardı edilemez. Çünkü kulun yeryüzündeki ilişkisi Allah ile başlar ve devam eder. 

Yüce Yaradanı takmayan birisinin, O’ndan beri herkesi takması hiç bir anlam ifade etmez. Hiç bir kulun kul üzerindeki hakkı, Cenab-ı Allah’ın kullar üzerindeki halkıyla kıyaslanamaz. Ve O’nu tanımadıktan sonra başkalarını iyi tanımışız anlamı yok. 

-O çok iyi bir kimseydi. 

-Peki namaz kılar mıydı?

-Aaa yok namaz kılmazdı. 

Cenab-ı Allah’ın yap dediği hususlarda kayıtsız kalmış, O’nun periyodik günlük çağrılarına kulak asmamış birinin, toplumun çağrılarına icabet etmiş olması, kırmızıda durup yeşilde geçmiş olması, vergilerini ödemiş olması hiç bir anlam ifade etmez. 

Yüce yaradanı takmayan birisinin O’ndan beride kalan herkesi takması hiç bir anlam ifade etmez. 

Hiç bir kulun kul üzerindeki hakkı, O’nun kulları üzerindeki hakkıyla kıyaslanamaz. O’nun gibisi yoktur. O’na her şeyimizle borçluyuz, medyunuz. Allah O’nu tanımaya karşı merakımızı ilgimizi araştırmamızı elbetteki hak etmektedir. O’nu tanımadıktan sonra başkalarını tanımışız pek bir anlamı yok. 

Barışık adil bir ilişkiyi kul Allah’la kurarsa yaşamına da renk gelir mutluluk gelir ve ahireti için de ümitvar olduğu bir süreç başlar. Gece yarısı araçla giderken karşıdan gelen kişinin uzun ışıkları yakıp bizim gözümüzü kavurması bile adaletin konusu içinde yer alır. Allah adaleti emretmektedir, karşı tarafın size gösterdiği saygı, sizin de bilmukabele onun gözlerine karşı adil davranmanız gerekir ve sizin de ışıklarınızı kısaya almanız gerekir. 

Biz karşıdaki kişinin gözlerine saygısızlık göstermekten ziyade Allah’ın adalet emrini ihlal etmekten dolayı rahatsızlık duyarız. İşte Mü’min vicdanıyla seküler vicdan arasındaki fark budur !!!

Seküler vicdan dediğimiz şey kendi yarar-çıkar ilişkisi açısından konuyu kıyaslayarak sonucu bağlar. “Ben doğru davranayım ki doğru davranış yaygınlaşsın. Dolayısıyla ben de birey olarak bu doğru davranıştan hisseme düşeni yaşayabileyim. Benim burada bireysel olarak doğru davranmamın yararı yine bana dönecektir.” Bu seküler bir bakış açısı. Kendi içerisinde doğru olabilir. 

Ama Mü’min bakış açısı daha geniş ufukludur. Mü’min, o denklemin içerisine yüce yaradanı katar. Adil davranmadığı sürece O’nu kızdıracağını, O’nu kızdırdığında da hayatındaki her şeyin bozulacağını düşünmeyi başlar. O’nu öfkelendirdikten sonra ters giden kulları da sizin önünüze çıkarır, eşyayı taşları yolları her şeyi karşınızda bulabilirsiniz. Çünkü göğün ve yerin orduları Cenab-ı Allah’ın kudreti içerisindedir. Kapının ansızın açılıp ters çarpması bile, bir şeyin masadan düşüp canınız sıkması bile ters giden ufak tefek her şey yüce yaradanın kontrolü ve bilgisi dışında asla değildir. 

Dolayısıyla bu korku kulun takvasını besler. Söz gelimi gecenin yarısında tenhada kimsenin olmadığı yerde de Allah’a karşı olan sorumluluğuyla adaletten ayrılmamayı seçer. Seküler insan "aman kim görecek kimse yok zaten, geçeyim gitsin", derken Mü’min geçmez. Çünkü bu olay yüce yaradanın bilgisi dahilindedir ve en tenhada en gizli yerde de olsa O’na karşı sorumluluğu devam etmektedir. 

Dolayısıyla kurallarla, müeyyidelerle, caydırıcı faktörlerle toplumu inşa etmek her zaman sonuçsuz kalacaktır. Çünkü boşlukları bütünüyle doldurmak teorik olarak mümkün değildir. Her hileyi bir müeyyide ile önlemeye çalışmak, ömrümüz boyunca kanun yapsanız yetişemezsiniz. Dolayısıyla da buradan sonuç almak mümkün değil. Sonuç alınabilen yegane bir yol varsa o da Cenab-ı Hakk’a karşı sorumluluğun uyandırılması yani Mü’min vicdanının hakarete geçirilmesi ve ancak böyle bir ortamda barışık huzur içinde geçici de olsa bir hayat kurabiliriz. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1  

3 Eylül 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 163

Allah bize hayatın sigortasını öğretti

HÜMANİST HUKUK


Bizim "medenice" diye deli olup bayılarak alıp getirdiğimiz, Allah Teala’nın hükümlerini arkamıza atıp, gidip getirdiğimiz hukuk nizamı bu. 

Kısas hükmü gözardı edilip, idam kaldırılıp, Cenab-ı Hakk’a sen bunu bilememişsin biz daha iyisini bildik, Avrupalılardan aldık, dersek akibetimiz hayr olmaz, bir sürü felaket gelir, biz nerede yanlış yaptık diye dövünürüz. 

Kan davaları denen seri cinayetler çıkabiliyor. Bir cinayet fitneye dönüşüyor yüzlercesini doğuruyor. 

Adı hümanist fakat akleden insanın hayvandan daha deli olduğu bir hükümler dizisi bunlar. 

İnsan teknoloji üretiyor ama nizam üretemiyor. Çünkü şeytani bir bakış açısıyla Allah Teala’ya alternatif üretmeye kalktığından, Allah Teala’ya alternatif güzel bir şey bulamıyor. Çünkü en güzelini O söyledi. Ondan gayri söyleyeceğimiz her şey kötü olacaktır. 

Hakkı Cenab-ı Allah söyledi, bir hak daha bulup onu da ben söyleyeyim diye insanlık yırtınıyor. Maksadı O’na rekabet. Şeytan ile bir olup kendi bağımsızlığını kendi dünyasını kurmak istiyor. Ama malzeme yok ortada. 

Hakkı zaten Cenab-ı Allah kendi zatına almış. Gerisi batıl. Ürettiği her şey elinde kalıyor, ihsan filan çıkmıyor. Onun hukuk nizamından kabarık dosyalar, tatminsiz insanlar, hiç bir tarafı memnun etmeyen saçmasapan sonuçlar ortaya çıkıyor. 

Çünkü Allah’ın sözü en yücedir. O’nun gölgesinde bir hukuk nizamı oluşturursan, o zaman hava su gibi insan aklına, psikolojisine, vücuduna uygun sonuçlar elde edersin. 

Ama yok, bundan ayrı bir yol arayayım dersen, karganın klavuzluğunda burnun pislikten çıkmaz. 

İnsanın aya gittiği bir zamanda kısası ıskalaması böyle bir saçmalıktır. O yüzden Allah azze ve celle bize sadece adaleti öğretmedi, estetiği de öğretti. 

Yanlış yapabiliriz ama bundan çıkışı bize öğretti. 

Cinayet bile işleyebiliriz maazallah ama bundan çıkışı öğretti. 

Bir cinayet işlendiyse artık herkesin kanı heder olsun, toplum fitneye girsin ister miyiz? istemeyiz. (kan davaları) Bunu nasıl önleriz? İşte yüce Allah bize bunu öğretti hayatın sigortasını öğretti. Ölçüsüyle estetiğini bize verdi, daha güzel sonuçlar için.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1  

2 Eylül 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 162

Bunu bana söylüyor Rabbim

“Hidayet ve rahmet ancak iman edenlere (yani üstene alınanlara)”

"Bana diyor Rabbim! Bana sesleniyor, bana hitap ediyor. Beni çağırıyor" diye hep kendisini anlayanlar. 

Ne ayet duysa, ne uyarı, ne çağrı, ne müjde yahut tehdit duysa herbirinde "bana söylüyor Rabbim" der ve sorumluluğunu kuşanır, gereğini yerine getirir. 

Kafir ve fasık ise üstüne alınmaz başkasına söylüyor gibi davranır. 

Kul Kuran-ı Kerim’i açıp bağrına basacak “bana göndermişsin ya Rab” diyerek sahiplenecek. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1  

1 Eylül 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 161

Gücünüz yettiği kadar takvaya yönelin

TAKVA

Gücünüz yettiği kadar yapabildiğiniz kadar takvaya yönelin. Bunu ne kadar çoğaltırsanız cehennemden kurtuluş süreciniz de o kadar çabuk olacaktır. 

Müttakiler cehennemin sesini bile işitmeden bir yıldırım hızıyla cehennemin uzağından geçerler. 

Takvası daha az olanlar daha yavaşça, daha daha az olanlar daha daha yavaşça, en az düzeydeki takvası olanların da cehennemden en sonlarda kurtuluşu söz konusu. 

Kafirler orada ebedi olarak kalacaklardır. Böyle bir şeyi tasavvur etmek bu dünya hayatında kişinin Allah Teala’ya karşı saygısını tetikler. 

O yüzden takva çoğunlukla korkuyla da anlatılır. Yani takvayla korkunun neredeyse eşleştiği söylenir. Halbuki takvaya başka şeyler de yol açar. Kişinin O’na duyduğu sevgi saygıda bulunmaya yönlendirebilir. Allah’ın vadettiği ödüllere ulaşma arzusu da kişiyi motivasyona, heyecana, arzuya kaptırıp O’na saygıda bulunmaya sevk edebilir. 

Dolayıyla kişide takvayı besleyen başka unsurlar olmasına rağmen bunlardan çoğu zaman en güçlü olanı Allah Teala’nın azabına duyulan korkudur. “Ey kullarım benden sakının. Ben azabı şiddetli olanım” 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1  

26 Ağustos 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 160

Şeytanın bizde bir egemenliği yoktur

Allah Teala zatına karşı saygılı olan herkesi rahmetiyle güvencesine almış. Ve asla şeytanların cinlerin ve şeytanlaşmış insanların hiç birinin etkisine herhangi bir yol bırakmamıştır. “Allah şeytanlara müminlerin aleyhinde herhangi bir yol bırakmamıştır.” 


Kişi kendisi yoldan çıkarsa çıkar. Kişi kendisi şeytana tav olur. Şeytanın bizde bir egemenliği yoktur. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

25 Ağustos 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 159***

Başkasını rahatsız etmediğin sürece herkes için her şey mübah ve uygun diyen anlayış

Bugünkü dünyada seküler anlayış yani hayata Allah yokmuşçasına bakalım diyen anlayış , Allah’ın emir ve yasaklarını hayatın içine taşımayalım, herkes kendi bildiği doğruları yaşasın, kimse kimseye zarar vermesin yeter kabilinden. 

Bugünkü hürriyet anlayışı ve insanların sorumluluk anlayışı nerede başlıyor nerede bitiyor diye sorduğumuz zaman diyorlar ki "başkasını rahatsız etmediğin sürece herkes için her şey mübah ve uygun." 

Müminler için böyle değil. Çünkü biz birbirimize rahatsızlık vermesek de bizi yaratmış olan Allah’ı nasıl göz ardı edebiliriz. “Ben beni yaratmış olana nasıl kulluk etmem” (Yasin-22)

Ben varım. Beni var eden kudrete nasıl saygı duymam. Bu hayatın sahibine nasıl medyun, borçlu olarak yaşamam. Şeytan ve onun adamları Allah’a karşı bizi saygısızlığa davet ediyor. Hiç akıllıca değil. 

Hayatın sahibine karşı sorumsuz yaşıyor, hesap sorulacağı bilincinden uzat tutuyor kendisini. Küfür hali bu. Seküler bakış açısı. Şeytanın içine çekmeye çalıştığı ve adına özgürlük dediği bu. Böyle bir özgürlüğümüz hiç olmadı ve hiç olmayacak. Biz onun yarattığı ve hüküm gelince öldürdüğü varlıklarız, hangi özgürlükten söz ediyoruz. Ne doğum ne ölüm tarihimizi tayin edebildik ne de hastalıklarımızı seçtik. Sınırlı ve sorunlu bir aralıkta yaşıyoruz. 

Hayatın yaratıcısı var ama yaşatıcısı yok olarak tasavvur ediyorlar. 

Bunlar da dinsiz olan kimselerdir. Allah'ı kabul etmeleri herhangi bir şeyi değiştirmez. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

23 Ağustos 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 158

Yaptığı amel ile kendisini bir “şey” zannetmek

Bu milletin hali ne olacak diye insanları yargılamaktan, başkalarının durumuna sözümona üzülmekten ve kendimizi beğenmekten vazgeçemiyoruz. 

Herhalde ki şeytan böyle bir halet-i ruhiye ile ibadetimizi yapmış bizi eve döndürürken üzerimize katıla katıla gülüyordur. Çünkü bu Allah’ın katında makbul bir duygu, makbul bir hal değil. 

“Yaptığı amel ile kendisini bir “şey” zannetmek” 

Oysa ki Cenab-ı Hakk’ın katında en makbul kulları onun huzurunda kendilerini bir HİÇ hissettiler. Amelleriyle değil Allah’ın rahmetiyle cennete girmeyi umdular. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

22 Ağustos 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 157

Ya Rabbi! Bugün bir sıkıntı yaşattın bana

“Ya Rabbi! Bugün bir sıkıntı yaşattın bana. Asi mi olacağım diye beni yokluyorsun. Ben bunu hak ettiğimi yaşamadan önce de biliyordum. Sana bundan ötürü hamd ediyorum, kararına saygıyla yaklaşıyorum. Bu senin takdirin, hükmün." 


"Elhamdulillahi ala külli hal” 

(çünkü biz her halin Allah’tan olduğunu bilenlerdeniz.)

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

21 Ağustos 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 156

Öğrenirsem Yüce Yaradana karşı sorumluluk duyarım!!

Bilgiye kendisini kapatmış olanlar, öğrenirsem Yüce Yaradana karşı sorumluluk duyarım, bu sorumluluk da beni içten içe yakar, en iyisi hiç öğrenmeyeyim böylesi daha rahat şeklinde düşünür. (Ayetleri hadisleri öğrenmeye mesafeli durmak insanın çifte kabahati oluyor) 

Dolayısıyla kişi önce her türlü bilgiye kendini açık tutmalı. Sonra ikna olduğu bilgiyi iz iz sürmeli. “Ya Rabbi bana hakikati göster, ben üzerimde oluşturacağı her türlü sorumluluğu canım pahasına üstleneceğim” demediği sürece hakikatin ve hidayetin kendisine gösterileceğini beklemesin. 

Hidayet öylesine gayretsiz, amaçsız öğrenilecek bir şey değildir. 

Kişi ne için varım, akibetim ne olacak, nedir bu yaşamın gerçeği diye iz süren kişiye Cenab-ı Allah bunu muvaffak kılar. Ve kişinin bu niyetini, çabasını Cenab-ı Allah koruması altına alır. 

Bize düşen niyet, fedakarlık, çaba ve hiç bir kınayıcının kınamasına aldırmadan Rabbimize teslim olmak. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

19 Ağustos 2024 Pazartesi

İnsan ölümünden sonra sevap defterinin kapanmaması için neler yapabilir?


Müslim’de Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte:

“İnsan ölünce bütün amelleri kesilir. Ancak üç şey (bunları yapan üç kişi) müstesna: Sadaka-i cariye (bırakan) veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine dua edecek salih evlat (bırakan).” buyurulmaktadır. (Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8)

Bu hadis-i şeriften anladığımıza göre:

1. Sadaka-i cariye denilen, insanların istifade edebileceği yol, köprü, ilim merkezi, eğitim kurumu, cami, çeşme, mescit, medrese ve vakıf yapmak gibi salih amellerde bulunmaktır ki, arkada bırakılan bu türden bir kurum hayatta kaldığı müddetçe orada yapılan hayırlı işlerin ve orada yetişenlerin kazandıkları sevapların bir misli de bu kurumları kuranların amel defterlerine kaydedilir.

2. İlim sahibinin ardından bıraktığı eserler de sadaka-i câriyedendir. İlim sahibine sahip çıkma ve onların kitap, defter, bilgisayar gibi ilim malzemelerini,  yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını temin etme şeklinde yapılan çalışmalar da, hayır olarak kapanmaz birer sadaka-i cariye sayılır.

3. Ölenin ardından hayırlarda bulunacak ve hayırlı nesiller yetiştirecek salih bir evlat da ahiret hesabına ölüye yararlı olacaktır. 

18 Ağustos 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden notlar 155

Yüce Yaradan’ın verdiklerini kendi kazanımlarımız gibi zannetmek bizi hamd etmekten yana zayıflatır

Çok sağlıklı bir kişi “Ben çok dikkatli yerim, özenle şunlardan şunlardan uzak dururum, egzersiz yaparım vs vs” diyorsa anlarsınız ki onun arka plandaki düşüncesi mevcut sağlığını teminen kendi yaptıklarıyla ilişkilendiriyor. Bu büyük bir ahmaklık olsa gerek. 

Çünkü oysa kendi de bilir ki bu yaptıklarından daha fazlasını yapan nice insana Allah o sağlığı vermiyor. 

Yüce Yaradan’ın verdiklerini kendi kazanımlarımız gibi zannetmek bizi hamd etmekten yana zayıflatır, daha az hamd edesimiz gelir. 

Zenginliğini kendisinden bilenler için de böyledir “ama ben çok çalışıyorum, gece gündüz çok emek veriyorum ve akıllıca düşünüyorum, o kadar yatırım yaptım, aklımı zekamı kullandım, çok dikkat ettik vs” gibi. 

Sahip olduğu mülkü, serveti kendi çabalarıyla ilişkilendirdi tek tek. Böyle olunca Allah Teala’ya hamdimiz sözde olur. Bilincin arka planında kendi var çünkü. Kendinden biliyor. 

Bizi şeytan buralardan iğfal ediyor. Hamde olan ihtiyacımıza gölge düşüyor. Oysa biz Allah Teala’nın emri ile çalıştık. Onca serveti ise Rabbim verdi , yaptıklarımın sonucu istihkakı olarak görmüyorum. 

Aile de böyle, mesela Allah Teala iyi bir aile nasip etmiş. Ama diyor ki “ben iyi birini seçtim. Ben eşimle iyi ilişkiler kurduğum için böyleyiz. Sıkıntılar olduğunda diyaloğa girdim. Bi dünya yaptığım şeyler var. Kolay değil bir aileye sahip olup onu götürebilmek” 

Oysa ki ondan daha fazlasını bilen, işin erbabı/hocası olan ama 
Allah Teala’nın kendisine aile huzuru yaşatmadığı niceleri var. 

Peki ne diyeceğiz? 

“Ben bunları Allah için yaptım onun emri diye yaptım. Bunları bunları yaptım diye aile saadetine kavuştuğumu asla düşünmüyorum. O aile saadeti Cenab-ı Allah’ın bana lütfu ve ihsanıdır.” 

İşte böyle düşündüğümüz zaman hem yaptıklarımızın sevabına kavuşuruz hem de onun verdiği o huzurdan ve bahtiyarlıktan ötürü hamdimiz zaafiyete uğramaz. Bu örneği mal, mülk, zenginlik için de düşünün. 

Yani zekamızdan, çalışmamızdan, güzelliğimizden, maharetimizden, kendi kazanımlarımızdan değil. 

O yüzden Rabbimize borçluyuz. 

“Bu mal, mülk bana ancak kazanç ve ticaret yollarını bildiğim için verildi” diyen birinin zannettiği gibi değildir iş. Aksine o nimet onun için bir imtihan ve denemedir. Kendisine verilen nimetler hususunda itaat mi edecek yoksa isyan mı edecek onu denemek için verildi. Fakat insanların çoğu imtihan olduğunu bilmezler, şımarırlar. 

Kârûn şöyle demişti: “O servet bana ancak bendeki bilgi sayesinde verildi” (Kasas 78) Ne malları ne servetleri onlara hiçbir fayda vermedi. 

Rızık işi, insanın zekasının azlığına çokluğuna bağlı değildir. O ancak Allah’ın hikmeti ve taksimine bağlıdır. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

17 Ağustos 2024 Cumartesi

Ölüm gerçekleşmeden önce, Ölüm anında ve Ölümün gerçekleşmesinden ve Kabre konduktan sonra yapılacaklar

 

 Yakınlarımız, dostlarımız vefat ediyor, bir gün biz de vefat edeceğiz. Peki kabre  konuluncaya kadar ve sonrasında İslama uygun, bidatlere düşmeden ölü için neler yapılması gerekir ve neler yapılabilir?   

Konuyu iki kısımda ele alacağız: 

İlk kısımda ölüm gerçekleşmeden önce, ölüm anında ve ölümün gerçekleşmesinden sonra yakınlarına düşen görevler nelerdir; 

ikinci kısımda ise kabre konduktan sonra ölüye faydalı olabilecek neler yapılabililir bunları aktaracağız. 

Ölüm.. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem"in ifade ettiği gibi insanoğlunun tamamının doğumdan sonraki tek gerçeğidir. Aslında ölüm, sadece insanoğlunun değil dünya üzerinde bulunan bütün canlıların ortak kaderidir. Her canlı, günün birinde ölmeye mahkûmdur.

Ölüm, Yüce Yaratıcı"nın kanunudur. Ölüm için genç yaşlı, kadın erkek ya da çocuk olmak gibi herhangi bir sıra da söz konusu değildir. Cenâb-ı Allah"ın belirlemiş olduğu eceli gelen her insan, ruhunu Rabbine teslim edecektir. 

Ancak İslam’a göre ölüm; bir son ve yok olma değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır.  Diğer varlıklardan farklı olarak insanın ölümünden sonra dua ve istiğfara, hayır ve hasenata ihtiyacı vardır. Dünyada iken yaptığı güzel amellerin mükâfatını da âhirette görecektir (Al-i İmrân, 3/182).

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bir musibet veya ölüm haberi duyunca; şu ayeti okuyarak Allah’a olan teslimiyetini ve bağlılığını ifade etmişlerdir:

“Onlar, başlarına bir musibet gelince, 'Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz' derler” (Bakara; 2/156). 

 Ölüm gerçekleşmeden önce, Ölüm anında ve ölümün gerçekleşmesinden sonra nasıl hareket edilmelidir?

 Ölüm gerçekleşmeden önce  

* İmkânlar elveriyorsa ölmek üzere olan kimsenin yanında bulunmak, son nefesine kadar ona arkadaşlık yapmak, huzur içinde ruhunu teslim etmesine yardımcı olmak gerekir. Bunun için ölmek üzere olan kimsenin yanında kalpleri huzura erdiren yegâne kelâm olan Kur"ân-ı Kerîm okunur. Son anını yaşayan bu tür hastaların yanında Yasin veya Ra’d suresini okumak müstehabtır. 

* Dünyanın geçici, ahiretin ise ebedi yurt olduğunu, Allah Teala’nın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi, bağışlayıcı olduğu hatırlatılıp ölüm anındaki korkunun azaltılması sağlanır.

*Hasta olup normal bir ortamda vefat etmek üzere olanlara karşı yakınlarının bazı görevleri vardır. Eğer bir güçlük yoksa, ölüm döşeğinde yatan kişiyi kıbleye doğru ve sağ yanı üzerine çevirmek müstehaptır. 

Eğer kişiyi çevirme imkânı yoksa, sırtına veya ensesine yastık koyup yüzü ve ayaklarının kıbleye bakacak şekle getirilmesi sağlanır.

Eğer bu şekilde çevirmek ve hareket ettirmek mümkün değilse, kişinin en rahat edeceği şekilde bırakılması daha iyi olur.

* Eğer ortam müsait ve uygunsa hakların helalliği dilenir; kendi haklarının helal edildiği tebliğ edilir. 

* Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem"in, “Ölmek üzere olanlarınıza "Lâilâhe illâllâh." (Allah"tan başka ilâh yoktur.) sözünü telkin edin.” M2123 Müslim, Cenâiz, 1. buyruğu üzere, aklî melekeleri yerinde olup konuşma yeteneğini kaybetmemiş kişiye yanındakilerden biri uygun bir tarzda “kelime-i tevhid’i ve tövbeyi” hatırlatacak şekilde telkinde bulunmalıdır. Telkinin amacı hastanın hayata veda ederken tevhid inancını hatırlamasına yardımcı olmaktır.

Ölümü yaklaşmış kişiye kelime-i tevhid telkin edilmesi sünnettir. (Müslim, Cenâiz, 1) Ancak “sen de söyle” diye zorlanmamalıdır. Kendi arzu ve iradesiyle bu cümleyi söyletmeye yardımcı olunmalıdır. Bu hususta peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:

“Kimin son sözü “ La ilahe ilallah “ olursa, o kişi cennete girer.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 16)

Ölüm anının şiddetlenmesi 

* Kişinin ölüm anında çok şiddetli susaması olabilir. Onun için de ağız ve dudaklarının ıslatılması ve kuruluğun giderilmesi tavsiye edilir.

Ölüm anından sonra 

* Ölenin vücudu sertleşmeden önce hafifçe çenesinin bez türü bir iple bağlanması, gözlerinin kapatılması, elleri, ayakları ve kollarının düz bir şekle getirilmesi gerekir. 

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem“Ölenlerinizin yanında hazır bulunduğunuz zaman, (öldüğünde) gözünü kapatınız. Çünkü göz ruhu izler...” buyurmuşlardır. (İbn Hanbel, IV, 125)

Ayakların tekrar açılmaması için baş parmakları uygun bir şekilde iple bağlanabilir.

* Ölümün gerçekleşmesinden sonra meyyit yıkanana kadar onun yanında Kur’an okunmaz. Mekruhtur. Fakat başka bir odada Kur’an okumakta bir sakınca yoktur.

* Vefatın gerçekleşmesiyle, ölen kimsenin akrabaları, yakınları, komşuları ve arkadaşları durumdan haberdar edilir. Ölüm ilânının gayesi Müslümanların cenazeye iştirak etmek suretiyle kardeşlerine son vazifelerini yapmalarına imkân tanımaktır. 

Meyyitin (ölünün) yıkanması

Ölen erkek veya kadını, bedenleri örtülecek şekilde kefenlemek farzdır

* Erkek meyyitleri erkekler, kadın meyyiteleri ise bayan yıkayıcıların yıkaması gerekir. Yıkayan kişiler abdestli olmalıdır. Meyyitin yıkanmasi farz-ı kifâyedir. 

* Meyyit çok sıcak veya çok soğuk suyla yıkanmamalıdır.

* Cenazenin gereksiz ve sebepsiz yere geciktirilmemesi için meyyitin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması müstehaptır.

* Yıkanmanın mümkün olduğu kadar kapalı bir alanda gerçekleştirilmesi gerekir.

* İmkân dâhilinde meyyitin ayakları Kıbleye doğru olarak teneşire sırt üstü yatırılır.

* Cenaze yıkanan yere güzel kokular konulur.

* Meyyitin göbek ile diz altı arası örtülür. Avret mahalli eldiven veya bez kullanılarak örtünün altından temizlenir; daha sonra namaz abdesti gibi abdest aldırılır.

* Yıkama niyet ve besmele ile başlanır, “Gufrâneke yâ Rab = Artık senin af ve mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey rahmân olan Allah.” duası ile devam edilir.

* Niyet ve besmeleden sonra meyyite abdest aldırılır. Abdest aldırmaya yüzden başlanır. Ağız ve buruna su verilmez. Dudakların içi ve dışı, burun delikleri, göbek çukuru parmakla veya parmağa sarılan bezle mümkün mertebe silinir. Ondan sonra elleri ve kolları yıkanır. Sahih olan görüşe göre başı da meshedilip, ayakları geciktirmeksizin yıkanır. Böylece ölüye abdest aldırılmış olur.

* Üzerine namaz farz olmayan çocuklara abdest aldırılması gerekmez.

* Abdest aldırıldıktan sonra meyyitin üzerine ılık su dökülür.

* Meyyitin önce sol tarafa yatırılıp sağ tarafı, sonra sağ tarafa yatırılıp sol tarafı yıkanır. Bu üç kere tekrar edilir.

* Bundan sonra meyyit hafifçe kaldırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Yeniden abdest verilmesine ve baştan yıkanmasına gerek yoktur.

* Yıkama işleminden sonra meyyit havlu ile kurulanır. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmaz.

* Meyyitin tırnağı kesilmez ve saçları taranmaz, kesilmez, vücudun diğer bölümlerindeki kıllar da temizlenmez.

*Şayet ölünün vücudunda birtakım hoş olmayan şeylere şahit olunmuşsa bunları başkalarına ifşa etmemek gerekir. Bu konuda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir ölüyü yıkar, onu kefenler, (kefenine) güzel koku sürer, (cenazesini) taşır, cenaze namazını kılar ve ölünün üzerinde gördüğü (olumsuz şeyleri) yaymazsa anasından doğduğu gibi günahlarından arınmış olur.” 
(İM1462 İbn Mâce, Cenâiz, 8)

Meyyitin kefenlenmesi

* Yıkanıp güzel kokular sürülen ölünün saçları toparlanarak düzenli bir hâle getirildikten sonra kefenlemeye geçilir. 

* Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem kefen için seçilecek kumaşın, saflığın ve temizliğin sembolü olan beyaz renkte olmasını tavsiye etmiş ve çok pahalı olmaması gerektiğini söylemiştir. 

Dinimizde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem"in üç parça bezle kefenlenmesinden hareketle erkeklerin üç, kadınların ise beş parça bezle kefenlenmesi uygun görülmüştür. Ancak imkânların elvermediği durumlarda kefen için tek parça kumaş da yeterlidir. 

 İhramlıyken vefat eden kimselerin ise ihramlıyken dikkat edilmesi gereken hususlar doğrultusunda kefenlenmesini uygun gören Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bu durumda kişinin giydiği iki parça elbise ile kefenlenmesini, kokulanmamasını, başının da açık bırakılmasını istemiş, onun, ihramıyla telbiye getirerek dirileceğini ifade etmiştir.

* Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra yüzünün açılarak yakınlarının ve dostlarının ona son kez bakmaları veya öpmeleri caizdir. 

Kadın cenazenin yüzüne mahremi olan erkekler ve kadınların bakmaları caiz ise de mahremi olmayan erkeklerin herhangi bir zaruret bulunmadıkça bakmaları mekruh görülmüştür. Erkek cenazenin yüzüne kadınların bakmasında ise bir sakınca yoktur (Kâsânî, Bedâî’, 1/304-305; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, 1/531-532).

* Maddî ve mânevî kirlerinden arınarak tertemiz, bembeyaz bir örtüyle bezenen cenaze musallaya getirilir, artık namaz için hazırdır. 

Vefât eden bir müslüman için ilk duâ, onun cenâze namazını kılmaktır. 

“Cenaze namazı kıldığınız zaman ölen kimseye samimiyetle dua edin.”  buyuran Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ölen her mümin için namaz kılınmasını istemiştir. Bu namazı kılmak suretiyle Müslümanlar, vefat edenin günahlarının affedilmesi, varacağı yerde cehennem azabından korunmuş bir şekilde selâmetle ve ikramla karşılanması için Yüce Rabbe niyaz ederek mümin kardeşlerini son yolculuğuna uğurlarlar.

Ayrıca din kardeşinin cenâzesine katılarak onun namazını kılmak ve onunla beraber kabre kadar gitmek, mü’mine büyük sevap kazandırır.

Namazın ardından cenaze, vakit geçirilmeden götürülüp defnedilir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, cenazenin aşırı süratli olmamak kaydıyla bir an önce defnedileceği yere ulaştırılmasını tavsiye etmiştir.

Cenazenin taşınması

Cenazeyi taşıma görevi erkeklere verildiği gibi, cenazeye gitmek de erkeklerin vazifesidir.

Erkekler cenazeyi uğurlamaya ciddi şekilde teşvik edilirken, hanımlar alıkonulmuştur. Her ne kadar “haram” kılınmamış ise de onların cenaze ile kabre gitmeleri hoş karşılanmamıştır. 

Hanefilere göre tahrimen mekruhtur ki, eğer fitne korkusu varsa o zaman ittifakla haramdır.

Ümmü Atıyye radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Biz hanımlar cenazeye iştirak etmekten men edildik. Fakat cenâze teşyii bize kesin olarak haram kılınmadı. (Buhârî, Cenâiz 29, İ’tisam 27; Müslim, Cenâiz 34-35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 40; İbni Mâce, Cenâiz 50)

Netice olarak, kadınların cenaze nakline iştirakleri doğru görülmemiştir. Ancak, cenazeyi nakledecek erkek bulunmazsa, böyle istisnai vaziyet bir zarurettir. Bu surette caiz görülmüştür.

* Cenazenin taşınmasında sünnet olan şekil, dört kişinin dört taraftan cenazeyi yüklenmesidir. Her bir taraftan sırayla yüklenip onar adım, toplam kırk adım götürmek müstehaptır. Cenaze önce ön taraftan sağ omuza, sonra ayak tarafından sağ omuza alınır. Sonra yine ön taraftan bu defa sol omuza, sonra arka taraftan sol omuza alır. Her bir omuzlamada onar adım yürünür.

* Cenazeyi takip edenlerin, cenazenin arkasından yürümeleri daha faziletli olmakla birlikte, önden yürümekte de bir sakınca yoktur. Cenazeyi yaya olarak takip etmek binitli olarak takipten daha faziletlidir. Eğer binitli olarak takip edilecekse, cemaati rahatsız etmemek için ya en önden gitmek ya da cemaatin arkasından gelmek uygun olur. Cenaze vakar içinde izlenmeli, cenaze ve üzüntü ortamına uygun düşecek şekilde davranılmalı, gerekmedikçe konuşulmamalıdır. Yapılacak iş, dua, tefekkür ve tezekkür etmektir.

Buraya katılan herkes; tam bir sükunet, teslimiyet ve tefekkür halini yaşarlar. Böyle iken; bazı cenazelerin; camiye ve kabristana nakli sırasında alkışlandığını işitiyoruz. Halbuki İslam tarihinde ve kültürümüzde cenazenin alkışla defnedildiği bir döneme rastlanmamıştır. Alkış, daha çok hayatta olanlara takdir hislerini dile getirmek için yapılır. 

Hangi amaçla yapılırsa yapılsın cenaze törenlerinde alkış tutmak ve slogan atmak cenazenin defin adabıyla uygun düşmez. Ayrıca alkış cenazeye olan saygıyı yok eder. Nasıl ki ağıt yakmak, yüksek sesle ağlayarak feryat etmek cenazeyi rahatsız ediyorsa alkış ve ıslık gibi hiçbir ilmi temeli olmayan davranışlar da onun ruhunu rahatsız eder.

Cenaze toprağa koyulurken

* Defin için tayin edilmiş belirli bir vakit olmamakla birlikte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashâbını, kerahet vakitleri yani güneş doğarken, güneş tam tepede iken ve güneş batarken cenaze defnetmekten menetmiştir. Cenazenin gündüz defnedilmesinin daha uygun olduğunu, ancak zarurî durumlarda gece de defnedilebileceğini söylemiştir. 

* Cenaze toprağa konulmadan önce oturulmaması; cenaze toprağa konulduktan sonra ise, ayakta kalınmaması uygundur.

* Cenaze kıble tarafından kabre indirilir, sağ yanı üzerine kıbleye döndürülür ve kefen üzerinde bağ varsa çözülür.

* Cenazeyi kabre koyan kişiler “Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh = Allah’ın adıyla ve elçisinin dini üzere” derler. Cenazeyi kabre koyacak kişilerin sayısı ihtiyaca göre değişir.

* Meyyiti sağ tarafına yatırıp, yüzünün Mekke’ye çevirilmesi sağlanır.

* Bayanların toprağa indirilmesinde yakınlarının indirmesi tavsiye edilir.

* Mezarın iki karış yükseltilerek tümsek hâle getirilmesi de menduptur.

* Kabrin gereksiz masraflı ve şatafatlı yapılardan olmaması gerekir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir cenaze gömüldükten sonra hemen dönmez, bir müddet mezarı başında bekler ve cemaate şöyle derdi: Kardeşiniz için yüce Allah’tan mağfiret isteyiniz ve kendisine sükûnet vermesini dileyiniz. O şimdi sorguya çekilmektedir.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 67-69)

Definden sonra kalabalık dağılınca, orada kalan bir kişinin kabrin başında ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatması şeklindeki telkin bazı âlimlerce meşru görülmemekle birlikte, mükellef olduktan sonra vefat eden kimsenin kabrinin başında bunun yapılabileceğini söyleyen âlimler de vardır (bk. İbnü’l-Hümâm, Fethü'l-kadîr, 2/104-105; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, 1/157).

Görüldüğü üzere Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in uygulaması telkin değil, dua şeklindedir. 

* Kabirlerin üzerine basmak ve oturmak mekruhtur. Bu hususta Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Birinizin kor üzerine oturup elbisesini yakması, oradan da ateşin bedenine ulaşması, kendisi için bir kabrin üzerine oturmasından daha hayırlıdır.” (Müslim, Cenâiz, 96; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 105)

Cenaze sahiplerinin mezarlıkta veya evde helva, ekmek gibi şeyler dağıtmalarının  dinî bir dayanağı yoktur. Dinî bir gereklilik olarak görmeden yapılmasında bir sakınca olmayacağı söylenebilirse de bu tür uygulamaların kısa süre sonra cenazeyle ilgili bir dinî hüküm olarak algılanması tehlikesi bulunmaktadır. Dolayısıyla bu ikramlar dinî bir zorunluluk olarak yapılırsa, bidat ve hurafe sayılır.

Taziyede Bulunmak

Hem ölen insana hem de geride kalan yakınlarına karşı yerine getirilmesi gereken bir görev de taziyedir. Taziye ölünün yakınlarına, “Allah rahmet etsin! Allah geride kalanlara ömür versin!” gibi sözlerle sabır dilemek, rahatlatıcı ve teselli edici sözler söyleyerek, acı ve üzüntülerini paylaşmaktır.

Taziye vesilesiyle ölene dua edilir ve Kur'ân okuyup sevabı bağışlanır. Taziye süresi genel olarak aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Taziyenin üç gün içinde yapılması müstehaptır.

Ölü sahipleri normal hayata daha çabuk dönebilsinler diye, üç günden sonra taziyede bulunmak mekruh kabul edilmiştir. Ancak uzakta oturanlar veya geç haber alanların daha sonra da taziyede bulunmaları mümkündür.

Cenaze evine yemek götürmek sünnettir. Uygulamada da ölü evinde tâziye süresince yemek pişirilmez; cenaze yakınlarına ve tâziye için gelenlere ikram edilmek üzere komşular cenaze evine yemek getirir.
 
Ölü evinin gelen gidenlere yemek hazırlaması mekruhtur, bidattır, aslı esası yoktur. Çünkü böyle yapmakla ölü ailesinin sıkıntı ve kederi bir kat daha arttırılmış olur, meşguliyetlerine meşguliyet katılmış ve cahiliyye döneminin adetlerine benzetilmiş olur.

 Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ölünün kendi ailesinin yemek hazırlayıp gelenlere ikram etmesini hoş karşılamamıştır. Ölen kişinin mirasçıları fakir iseler veya aralarında buluğ çağına erişmemiş çocuk var ise, geriye bıraktığı maldan yemek yapılarak cenazeye gelenlere verilmesi helal değildir. Buna karşılık Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, komşu ve akrabalarının ölü sahiplerine yemek getirmelerini tavsiye etmiştir (İbn Mâce, Cenâiz, 59)

Ölene Ağlanır ve Ağıt Yakılır mı?

Ölünün başında, cenazenin defninde ve kabir ziyareti esnasında bağırıp çağırmadan, yaka paça yırtmadan sessizce ağlamak caizdir. Çünkü bu tür bir ağlama insanlardaki acıma ve merhamet duygusunun dışa yansımasıdır. Buna rağmen Yüce Allah sabır ve teslimiyet içinde olanları, acı ve musibetlere tahammül edenleri de övmüştür. 

Demek ki; sesini yükselterek ağlamak, çirkin söz söylemek, bağırıp çağırmak, ağıt yakmak, üstünü başını dövmek ve yolmak doğru değildir. Hatta Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bu aşırılıklar ve taşkınlıklardan cenazenin bile rahatsız olacağını bildirmiştir:

“Şüphesiz ölü, arkasından ailesinin ağlaması yüzünden azap görür.” Müslim Cenaiz, 9. II, 638.

Cenaze Merasimlerinde Görülen Bir Uygulama

Günümüz cenaze törenlerinde, bazı ölülerin yakınları veya çalıştıkları kurumları camii avlularına ve kabristanlara çelenkler göndermektedirler. 

Cenaze merasimlerine çelenk veya çiçek gönderilmesinin ya da kabirlere konulmasının ölüye hiçbir faydası yoktur. Ayrıca bu tür harcamalar, yerinde bir harcama olmadığından israftır. Bu itibarla, çelenk için sarf edilecek paranın, sevabı ölenin ruhuna hediye edilmek üzere, hayır kurumlarına veya fakirlere bağışlanması uygun olur.

Ancak genel olarak kabristanda ağaç dikmek ve yeşilliği korumak özellikle kabristanların iç ve dış çevresini ağaçlandırmak tavsiye edilmiştir. Kur'ân-ı Kerimde de işaret edildiği gibi ağaç, bitki ve diğer yeşilliklerin tamamı kendilerine mahsus halleriyle Allah’ı anmaktadırlar. Kabristana dikilen ağaç, canlı kaldıkça onun tespih ve zikrinden kabir sahibi faydalanacaktır. 

Ölenlerin Arkasından Kur'ân Okumak

Ölülerin ruhları için her zaman Kur'ân okunup hasıl olan sevap onların ruhlarına bağışlanabilir. Ancak cenazenin defni sırasında veya sonraları para karşılığında Kur’ân ve mevlit okutmak veya ziyafet vermek doğru değildir. 

Ölünün ardından yapılan yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gecesi gibi uygulamaların dinî dayanağı var mıdır?

Ölenin yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gecesi gibi belli gün ve gecelerinde okunan hatim ve mevlit merasimleri hakkında da Kur'ân ve sünnete dayalı bir bilgi veya tavsiye yoktur.

Ölen bir Müslümanın usûlüne göre yıkanıp kefenlenmesi ve cenaze namazının kılınarak defnedilmesi farzdır. Bunun dışında yapılması gereken başka bir görev yoktur.

Yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gün duası gibi zaman ve şekle bağlanmış bir görev yoktur. Bunların hiçbir dinî dayanağı da bulunmamaktadır. Bu itibarla söz konusu günlerde ölüye yönelik merasimler düzenlenmesi bid’attır; “Her bid’at da dalalettir.” (Müslim, Cum'a, 43 [867]; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6 [4606]). 

Ancak sevabı ölen kimsenin ruhuna bağışlanmak üzere her zaman hayr-u hasenât yapılabileceği gibi çeşitli vesilelerle dua da edilebilir (bk. Buhârî, Vasâyâ, 19 [2760]; Müslim, Zekât, 51 [1004]).

* Kabrin yanında namaz kılmak, üzerine kubbe yapmak, mescit inşa etmek, mum yakmak ve bez bağlamak da geçmiş bazı din, örf, adet ve kültürlerin kalıntısı olan bidatlerdir.

Bir kimse üzerinde namaz, oruç, hac, zekat, adak gibi borçlar bulunarak vefat etmiş ise, geride kalanlar bu borçları eda ederse ölü bu borçtan kurtulur mu?

Alimlerimiz ibadetleri üçe ayırmışlardır:

1) Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetler: Başkalarının yapmalarıyla bu borçlar düşmez, sorumluluk devam eder.

Devir ve ıskatın dinimizde yeri var mıdır?

Iskat, kişinin sağlığında çeşitli sebeplerle eda edemediği oruç, kurban, adak, keffâret gibi dinî mükellefiyetlerinin, ölümünden sonra fidye ödenerek düşürülmesi, böylece o kişinin bu tür borçlarından kurtulması anlamını taşır. 

Bakara, 184. ayette “Oruca gücü yetmeyenler bir yoksul doyumu fidye öder.” buyrulmaktadır. 

Bu âyete göre, oruca dayanamayan veya mazeretleri sebebiyle Ramazan’da ve diğer zamanlarda oruç tutmaktan aciz kalan kimselerin, her bir oruç günü için fidye ödemeleri gerekir. Fakihlerin çoğunluğu, bu âyetteki oruç yerine fidye ödenmesi hükmüne illet olan vasfın “acz” olduğuna hükmederek, mazeretli veya mazeretsiz oruç tutmamış ve kaza etmeden vefat etmiş olan kimselerin oruç borçları için de fidye ödeneceğini, hatta bu kimselerin bu konuda vasiyette bulunmaları gerektiğini ifade etmişlerdir. 

Şayet vasiyet yoksa mirasçılar bunu yapmaya mecbur değildir. Ölen kişi miras bırakmamışsa veya bıraktığı mal yetmezse kendi mallarından bağış olarak da verebilirler. Oruç için bu şekilde yapılacak ıskat, dinî hükümlere uygundur.

Ancak belli bir miktar paranın fakire verilmesi ve onun da güya erdemli davranarak aldığı parayı veren kişiye hibe etmesi ve ödenmesi gereken meblağ tamamlanıncaya kadar bu kabul ve hibe işinin tekrar ettirilmesi demek olan “devir” uygulamasının aklî ve naklî hiçbir mesnedi yoktur.

Namazların ıskatına gelince; bir kişinin namaz borçlarının fidye ile ödenebileceğine dair Kur’ân ve sünnette ne bir delil ne bir işaret vardır. Öyleyse fidye ile namaz borçları düşmez. 

O halde ne yapabiliriz? ihtiyaç sahiplerine yapılacak yardımlar ölü adına yapılmış sadaka gibi olacağından günahların bağışlanmasına ve Allah’ın affının tecellisine vesile olacağı umulur. 

İmkânlar dâhilinde fakirlere sadaka vermek, hayır kurumlarına yardımda bulunmak geride kalanların ölüler için yapabilecekleri en uygun davranışlardır. 

2) Zekat, adak ve mâlî keffaret gibi mâlî ibadet ve borçlar: Bunlar, başkalarının ödemesiyle ödenmiş olur, borç kalkar. 

3) Hac gibi hem mâlî, hem de bedenî ibadetler: Birisi vefat etmiş bir kişi adına bunu yaparsa o borçtan kurtulmuş olur. Fakat mirasçılar bunu yapmaya mecbur değildir. 

Ölünün arkasından ölünün yararına olarak neler yapılabilir?

* İslam ulemasının ekseriyeti, sevabını ölüye bağışlamak niyetiyle yapılan ibadetlerin sahih olduğuna ve dünyadan göçmüş olanların bundan istifade edeceklerine kani olmuş ve bu hükmü benimsemişlerdir.

Bu sebeple, yapılan ibadetin ve hayırların sevaplarının başkasına bağışlanması caizdir. Kişi, okuduğu Kur’ân-ı Kerîm'in, yaptığı hatmin ve işlediği bir hayrın sevabını başkasına bağışlayabilir. İster sağ, ister ölmüş olsun, kendisine sevap bağışlanan kimsenin, bundan yararlanacağı umulur. 

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in cenazeye Fâtiha sûresini okuduğu ve tavsiye ettiği (İbn Mâce, Cenâiz, 22 [1495, 1496]), yine Abdullah bin Ömer radiyallahu anh'ın ölülerin ruhuna Bakara sûresinden okunabileceğini güzel gördüğü rivâyet edilmektedir (Beyhâkî, Sünenü'l-Kübrâ, 4/93 [7068])

Başkası tarafından bağışlanan sevapla, bir kimsenin bizzat yapması gereken ibadet borçları ödenmiş olmaz ise de bunlar iyilik ve sevaplarının çoğalmasına ve derecesinin yükselmesine vesile olabilir.

* Benî Seleme kabilesinden bir adam, annesi ve babası öldükten sonra, onlara bir iyilik yapıp yapamayacağını sorduğunda, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “Evet, onlara rahmet dilemek, onlar için istiğfâr etmek, vasiyetlerini yerine getirmek, akrabaları ile ilgilenip onlara karşı üzerine düşeni yapmak, dostlarına hürmet edip ikramda bulunmaktır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 130 [5142]; İbn Mâce, Edeb, 2 [3664]) şeklinde cevap vermiştir.

* Annesinin aniden öldüğünü, şâyet konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet edeceğini zannettiğini belirterek, onun adına sadaka verirse sevabının kendisine ulaşıp ulaşmayacağını soran sahabîye; “Evet, ulaşır. Onun namına sadaka ver.” (Buhârî, Vasâyâ, 19 [2760]; Müslim, Zekât, 51 [1004]) buyurmuşlardır.

O halde onlara rahmet dilemek, onlar için istiğfâr etmek, vasiyetlerini yerine getirmek, akrabaları ile ilgilenip onlara karşı üzerine düşeni yapmak, dostlarına hürmet edip ikramda bulunmak ve sadaka vermek ölüye fayda veren iyiliklerdir.

* Bir kişi öldüğünde başkalarının onun hakkında yapabilecekleri, hatta yapmaları gereken en önemli işlerden birisi, varsa o kişinin borçlarını ödemek ve böylece onun üzerinden kul haklarının kalkmasını temin etmektir. Çünkü hadisteki ifadesiyle “Mü’minin ruhu, borcu ödeninceye kadar ona bağlı kalır.”  Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 76; İbn Mace, Sünen, Sadakat, 12.

Bundan dolayı, borçlu olarak ölen kişi, şayet miras olarak bir şeyler bırakmışsa ondan borçları ödenir. Eğer vefat eden kişinin malı yoksa, varisleri veya diğer müslümanlar vefat edenin borçlarını isterlerse kendi mallarından ödeyebilir. Bu ölünün borçtan kurtulmasına sebep olur. Borcu ödeyen kişinin, ölünün bir yakını olması şart değildir. Kim öderse ödesin, ölen kişi kurtulmuş olur.

* Ölmüş birisi için yapılabilecek en büyük iyiliklerden birisi onun için dua etmek ve istiğfarda bulunmaktadır. Nitekim;

“Ey Allah’ın Resulü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkanı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?” diye soran Ebû Ubeyd’e Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Evet vardır. Onlara dua, onlar için Allah’tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) talep etmek, onlardan sonra - varsa vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babasının dostlarına ikramda bulunmak.” cevabını vermiştir.

Bu konudaki ayet ve hadis-i şerifleri göz önünde bulunduran islam alimleri, ölü için yapılan dua ve istiğfarın ölüye fayda vereceğinde ittifak etmişlerdir. 

Vefât eden kimselerin geride kalanlardan bekledikleri en mühim şeylerden biri kendileri için “istiğfar” edilmesidir. Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bir cenâze defnedildiğinde, kabirdeki sorgu-suâlinin kolay olması arzusuyla meyyit için istiğfar edilmesini tavsiye buyurmuşlardır.

Bunlarla beraber ölen mümin kişi için şunlar da yapılabilir; 

Sadaka verilip, sevabı ölüye bağışlanabilir. 

Verilen sadaka ister kişinin evladı gibi birinci derecede bir yakını isterse başkaları tarafından verilsin, sadakanın sevabının ölüye ulaşacağında ittifak vardır. 

Nafile olarak sadaka vermek isteyenlerin, bütün inananlara niyet etmesi en faziletlisidir. Çünkü bunun sevabı onlara ulaşır, kendisinin sevabından da herhangi bir şey eksilmez.

Bir kimse, ölmüş birisinin yerine hac yapıp, sevabını ölüye bağışlayabilir 

Yine umre ibadeti yapıp sevabından ölüye bağışlanabilir.   

Sadaka niyetiyle kurban kesilip eti ihtiyaç sahiplerine dağıtılıp sevabı ölüye bağışlanabilir.

Ancak, ölülerin arkasından onları memnun etmek ve böylece isteklerine kavuşmak için kabir başlarında, türbe veya yatırlarda kurban kesmek ve bunu ölüye adamak tamamen yanlış bir inançtır ve bidattir. Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; “Kabirde sığır, deve, koyun kesmek İslam’da yoktur.” buyurarak bunu yasaklamıştır. Çünkü, kurban bir ibadettir ve ibadetler sadece ve sadece Allah için yapılır. 

Okunan Kur’an hatimlerinden hasıl olan sevabın ölüye bağışlanması için dua edilebilir.

Kuran Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir/ Fethu'l-Bari-Sahih-i Buhârî Şerhi/ Sahih-i Müslim Şerhi-El Minhac/ El-Ezkar Dualar ve Zikirler- İmam Nevevi / Hadislerle İslam/ İslam İlmihali-Diyanet Vakfı / Diyanet fetvalar / el-Fetâvâ’l-Hindiyye/ ukba/ zafer dergisi