Hz. İsa, Kur’an-ı Kerim’de kendisine İncil’in verildiği ve kendisinin Hz. Muhammed’i müjdelediği bildirilen, “Allah’tan bir ruh ve kelime” olarak tavsif edilen, ancak esas itibarıyla kul olduğu vurgulanan bir peygamberdir. Aslında Kur’an-ı Kerim’de İslam’ın Hristiyanlık inancına, Hz. Meryem ve Hz. İsa’ya bakışını, Hz. Meryem’in adıyla anılan 19. surenin baş kısmında açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Nitekim Habeşistan muhacirlerinin sözcüsü sıfatıyla Cafer b. Ebu Talip adı geçen surenin başlangıç kısmındaki ayetleri Necaşi huzurunda okumak suretiyle İslam’ın Hz. İsa’nın kimliği hakkındaki görüşünü açıklamış, Kral da onun ifadelerini tasdik etmişti.
Hristiyan inancına göre İsa Allah’ın bedenleşmiş kelamı kabul edilir. Buna göre Tanrı’nın yaratılmamış olan ezelî mesajı bedenleşmiş olup İsa olarak insanlar arasında yaşamaktadır. Hristiyanlar bu nedenle İsa’ya “Tanrı oğlu, Rab, Mesih” unvanlarını vermektedir. İncillerde Tanrı’nın ondan “oğlum”, onun da Tanrı’dan “babam” şeklinde bahsetmiş olması İsa’nın ulûhiyetine delil olarak gösterilmektedir.
Kur’an’da hem İsa hem İbn Meryem hem de Mesih olarak adlandırıldığı gibi başka isimlerle de anılmaktadır: “Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa’dır. Mesih’tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’ın kendisine yakın kıldıklarındandır.” (Âl-i İmran, 3/45.) “Meryem oğlu Mesih ancak bir resuldür. Ondan önce de (birçok) resuller gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) yüz çeviriyorlar.” (Maide, 5/75.)
Kur’an’daki mesih kelimesi esas olarak Hristiyanların bu kelimeye yüklediği anlamda değildir. Buna göre İsa Mesih diğer peygamberler gibi yaratılmıştır, bir kuldur. Dolayısıyla ona ulûhiyet nispet etmek, onu rab edinmek kesinlikle kabul edilemez. Kur’an’da Hz. İsa’nın annesi Meryem hakkında da bilgi bulunmaktadır. Buna göre Meryem, Allah’ın ruhunu (Cebrail) bir insan şeklinde karşısında görünce korkudan Allah’a sığınarak ondan kendisine dokunmamasını ister. Gelen melek ise ona tertemiz bir erkek çocuk bağışlamak üzere Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu söyler.
“Meryem: Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım hâlde benim nasıl çocuğum olabilir? dedi. Melek: Öyledir, dedi; (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hüküm ve karara bağlanmış (ezelde olup bitmiş) bir iş idi. Meryem ona hamile kaldı. Bunun üzerine onunla (karnındaki çocukla) uzak bir yere çekildi.” (Meryem, 19/16-22.)
Hz. Meryem, Hz. İsa’yı dünyaya getirdikten sonra kavminin yanına döner. Kavmi, bakire Meryem’i kucağında çocukla görünce çocuğun gayrimeşru bir ilişkinin ürünü olduğunu sanarak kendisini suçlarlar: “Nihayet onu (kucağında) taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: Ey Meryem! Hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın! Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.” (Meryem, 19/27-28.)
Hz. Meryem onlara cevap vermek yerine beşikteki İsa’ya işaret eder: “Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. Biz, dediler, beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz? Çocuk şöyle dedi: Ben, Allah’ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır. İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur.” (Meryem, 19/27-34.)
Kur’an’a göre Allah, İsa’ya kitap vermiş ve onu mübarek kılmıştır. Aynı zamanda o İsrailoğullarına peygamber olarak gönderilmiştir: “İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir mucize getirdim. Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah’ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah’ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz bunda sizin için bir ibret vardır.” (Âl-i İmran, 3/49.)
Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa’nın doğduğundan, öleceğinden ve tekrar hayata döneceğinden söz edilir: “Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.” (Meryem, 19/33.)
Bununla birlikte onun bahsedilen dirilişi, Hristiyanlıkta kabul edildiği gibi çarmıha gerildikten sonraki diriliş değil kıyamet sonrası diriliştir. Kaldı ki Kur’an-ı Kerim’e göre İsa çarmıha gerilmemiştir. Yahudiler, İsa’nın tebliğ ettiği mesajdan hoşlanmamışlar ve onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır: “Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” (Âl-i İmran, 3/54.)
“Ve ‘Allah elçisi Meryem oğlu İsa’yı öldürdük’ demeleri yüzünden (onları lânetledik). Hâlbuki onu ne öldürdüler ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/157-158.) Binaenaleyh Hristiyanlıkta önemli bir dinî inanç olan, insanların günahına kefaret olmak üzere İsa’nın çarmıha gerilmesi hadisesinin İslam’da kabul edilmediği görülmektedir.
Diğer taraftan Kur’an’da Hz. İsa’nın öldürülmediğini ve çarmıha gerilmediğini bildiren ayette yer alan “şübbihe lehüm” ifadesi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Buna göre çarmıh ve çarmıha gerilen bir kişi vardır, ancak bu kişi Hz. İsa değil Hz. İsa’nın yerini Yahudilere ve Roma makamlarına gösteren Yahuda isimli kişidir.
Hz. İsa’nın, Yahudiler tarafından öldürülmediği ve asılmadığı Kur’an’da açıkça belirtilmekle birlikte akıbeti, ölüp ölmediği ve semaya ref‘inin nasıl olduğu konusu hem Müslümanlarla Hristiyanlar arasında hem de Müslümanların kendi aralarında tartışmalıdır. Hz. İsa’nın dünyevi hayatının sonuyla ilgili ayetlerde yer alan iki kavram üzerinde durmak gerekir ki bunlar “teveffî” ve “ref” kavramlarıdır. Âl-i İmran suresinin 55. ayetinde Allah, “Ey İsa! Seni vefat ettireceğim (müteveffîke), seni nezdime yükselteceğim (râfiuke), seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım.” demektedir. Maide suresinde ise Allah İsa’ya, “Beni ve annemi Allah’tan başka iki tanrı bilin diye sen mi dedin?” diye sorduğunda İsa, “Ben onlara ancak bana emrettiğini söyledim. Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah’a kulluk edin dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onları kontrol ediyordum. Beni vefat ettirince artık onların üzerine gözetleyici yalnız sen oldun.” diye cevap vermektedir. (Maide, 5/116-117.) Bu ayetlerden, önce teveffînin ve ardından ref’ hadisesinin olacağı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Nisa suresinde de Yahudilerin İsa’yı öldüremedikleri, asamadıkları, bilâkis Allah’ın onu kendi nezdine aldığı belirtilmektedir.
Kur’an’a göre İsa bütün üstün özelliklerine rağmen bir insan ve bir kuldur. Onun tanrı olduğunu iddia edenler ise küfre sapmış olarak kabul edilmiştir:
“Ne Mesih ve ne de Allah’a yakın melekler, Allah’ın kulu olmaktan geri dururlar. O’na kulluktan geri durup büyüklenen kimselerin hepsini (Allah) yakında huzuruna toplayacaktır.” (Nisa, 4/172.)
“Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’tir.” diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır. De ki: Öyleyse Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha etmek isterse Allah’a kim bir şey yapabilecektir (O’na kim bir şeyle engel olabilecektir)! Göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah’a aittir. O dilediğini yaratır ve Allah her şeye tam manasıyla kadirdir.” (Maide, 5/17.)
Kaldı ki o hiçbir zaman kendisinin tanrı edinilmesini söylememiş ve yalnız Allah’a kulluğu öğütlemiştir: “Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, beni ve anamı, Allah’tan başka iki tanrı bilin diye sen mi dedin? buyurduğu zaman o, ‘Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, hâlbuki ben senin zatında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin. Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.’” (Maide, 5/116-117.)
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Kur’an-ı Kerim’de takdim edilen Hz. İsa, İncillerde ve Hristiyan teolojisindekinden farklıdır. Bu farklılıklar, daha ilk dönemlerden itibaren Müslümanlarla Hristiyanlar arasında tartışmaların başlamasına sebep olmuş, iki taraf da birbirini reddeden ve tenkitlere cevap veren eserler kaleme almış, böylece geniş bir reddiye literatürü oluşmuştur. Nitekim Âl-i İmran suresinin ilk seksen ayetinin Medine’de Peygamber’i ziyaret eden Necran heyetiyle yapılan görüşme ve Hz. İsa ile ilgili tartışma sebebiyle nazil olduğu rivayet edilmektedir. (Harman, Ömer Faruk, “İsa”, DİA, XXII, 465-472; Karadaş, Cağfer, Hidayet Rehberleri Peygamberler, Bursa 2013, s. 121-129.)
Prof. Dr. Adem Apak
https://yayin.diyanet.gov.tr/Category/GetArticles?id=4079&categoryId=142#