İnsanlar doğup büyüdükleri topraklardan neden ayrılırlar? Neden anılarının, acılarının, mutlu günlerinin, hüzünlü ve eğlenceli günlerinin geçtiği yurtlarını terk etme gereği duyarlar? Düşün ki her sokakta ayak izlerin var; her gölgede oturmuş, her dağda gezmiş, her mahalleyi karış karış dolaşmışsın. Çocukluğun orada geçmiş. Arkadaşların oralı, ahali seni tanıyor, sen ahaliyi tanıyorsun. Ama günün birinde burayı ister istemez terk etmek zorunda kalıyorsun. Kimi zaman makul nedenlerden dolayı kimi zaman istemeden çıkıp gidiyorsun. Kimi zaman, günün birinde yeniden dönme ümidiyle kimi zaman da bir daha dönmemek üzere ayrılıyorsun!
Terk-i diyar eyliyorsun. Her şeyi terk ediyorsun. Sokağını, büyüdüğün evini, sevdiklerini, anı ve acılarını geride bırakıp gidiyorsun! Bazen arkana bakarak bazen de bakmayarak gidiyorsun! Zor değil mi? Başını alıp gitmek... Yeni bir diyara gitmek, yeni bir yurda gelmek, yeni insanlar, yeni âdetler, yeni örfler ve yeni hayatlar...
Hicret, terk etmek ve ayrılmak demektir. Kimi zaman savaş ve baskı nedeniyle, kimi zaman zulümden kaçmak için kimi zaman da hicretlerin en güzeli olan dinini yaşamak için...
Hicret, pes etmek değildir. Teslim olmak değildir. Vazgeçmek değildir. Ümit kesmek değildir. Hicret, yeni bir davet sahası açmaktır. Yeni insanlara tebliği ulaştırmaktır. Yenilenmek ve yeniden başlamaktır. Eskiyi bazen kenara bırakıp bir daha bakmamak, bazen de eskiyi arzulamak ve yeniyi hedeflemektir.
Hicret, berekettir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur. Kim Allah ve Resulü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisa, 4/100.) Ameller niyetlere göredir. Allah, kullarından zafer değil sefer ister. Amaca ulaşmayı değil amaç için çalışmayı ister. Hicret eden kişi elinden geleni yapmıştır. Hicret ettiği diyara ulaşsa da ulaşmasa da ulaşmış gibi karşılığını görecektir.
Hicret, fedakârlık demektir. Allah için vermek ve feda etmek demektir. Dinini yaşamak için dünyasını bağışlamak ve ondan vazgeçmek demektir. Mala mülke bakmadan, kâr zarar hesabı yapmadan yola koyulmak demektir. Gerekirse bedel ödemek demektir. Tıpkı Suheyb er-Rumi’nin yaptığı gibi tüm kazancını hicret etmek için feda etmek demektir. Suheyb er-Rumi, Rabbinin rızası için tüm mülkünü Mekke’de bırakan ve onlardan vazgeçen bir tüccardı. Mekkeliler onun, malını da yanına alıp çıkmasına izin vermiyordu. Suheyb onlara bir teklif sundu: “Tüm malımı bırakırsam gitmeme izin verir misiniz?” Onlar da bu teklifi kabul etti ve Suheyb, Mekke’nin zenginliğini geride bırakıp Suffe ehlinden oldu. Varlığı bıraktı ve Mescid-i Nebevi’nin gölgesinde bir hayat sürdü. Yalıyı bıraktı, gölgeyi seçti. Evi ve bahçeyi bıraktı, mescidin duvarında gecelemeyi seçti. Maddi zenginliği bıraktı, fakir bir hayata geçti… (Maverdi Tefsiri, İbni Kesir, Bakara 207. ayetin tefsiri.)
Peki niçin? Bu fedakârlık niçindi? Allah’ın dinini yaşamak için bedel ödüyordu. Hem şehrini terk etti hem malını geride bıraktı. Ama gözü arkada değildi. Hicret onun için bir onurdu. Allah Teâlâ onun bu davranışını kabul etti. Onun hakkında şöyle buyurdu: “İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir.” (Bakara, 2/207.)
Hicret kimi zaman özlemdir. Geldiğin diyarları özlemektir. Taşını toprağını özlemektir. Oradan gelen birini, geldiği yerin kokusunu taşıyor diye ayrıca sevmektir. Ona, terk ettiğin diyar hakkında sorular sormaktır. Gözyaşı akıtmaktır. Nitekim Resulüllah’ın (s.a.s.) Medine’yi sevmesi, Mekke’ye özlem duymasına engel olmamıştı. Mekke’den gelen Usayl, Mekke’den söz edince Resulüllah (s.a.s.) şöyle dedi: “Ey Usayl, yeter! Bırak kalpler sızlıyor!”
Efendimiz, elli yılını geçirdiği şehrini özlemişti. Son on yılı Mekke’de zor, hem de çok zor geçmişti. Ama yine de gönüldür bu. Doğduğu, büyüdüğü, evlendiği ve yaşadığı toprakları
özlüyordu.
Hz. Bilal ise Mekke’ye olan özlemini şöyle dile getiriyordu: “Acaba bir gün Mekke vadisinde etrafımı ızhır ve celil otları sarmış olduğu hâlde geceleyebilecek miyim? Bir gün Ukaz’daki Mecenne sularının başına varır mıyım? Şame ve Tafil sularını görebilecek miyim?” (Buhari, 1889.)
Düşünün ki Bilal’in Mekke’deki anıları, acılarından ibaretti. Defalarca ölümün kokusunu ensesinde hissetmişti. Öldü diye bırakıldığı olmuştu. Mekke’de bir köle olarak hayatını sürdürmüştü. Buna rağmen Mekke özlemi çekiyordu. Suyu olmayan Mekke’nin, merhameti olmayan Mekke’nin, kayalık ve dağlık Mekke’nin...
Vatan sevgisi, toprak sevgisi, şehir sevgisi, ilçe, köy ve mahalle sevgisi budur işte... Hicret budur işte. Gittiğin yerde güzelce ağırlansan bile, dinini kolayca yaşasan bile doğduğun toprakları özlemektir. Allah Teâlâ kimseyi sevdiği topraktan mahrum eylemesin! Muhacire her şeyi verebilirsiniz, ona ev verebilirsiniz, iş verebilirsiniz, toprak verebilirsiniz. Ama onun toprağının yerine hiçbir toprak veremezsiniz. Onu bereketli topraklara koysanız da o, çorak toprağını ve yamaçtaki evini arzular...
Hicret, Allah’ın iltifatına, övgüsüne, rızasına nail olmaktır. Hicretin belki de en güzel yönü budur. O’nu kazandıktan sonra kaybettiğin hiçbir şey için üzülmüyorsun. O’nun iltifatını aldıktan sonra hiçbir hakareti umursamıyorsun. O’nun rızasına nail olduktan sonra hiçbir yergiye aldırmıyorsun. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin dereceleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.” (Tevbe, 9/20.)
Hicret, terk etmek demektir. Kötüyü bırakıp iyiye sarılmaktır. Kötülükten iyiliğe kaçmaktır. Haramlardan helallere kaçmaktır. Gayrimeşru işlerden meşru işlere kaçmaktır. Allah’ın yasaklarından uzak durmaktır. Bunları başarabilen, hicret ehlidir. Bu nedenle olsa gerek Peygamber Efendimiz “muhaciri” şöyle tanımlamıştır: “Muhacir, Allah’ın kendisine yasakladığı şeyleri terk eden kimsedir.” (Buhari, 10.) Yine Peygamber Efendimiz hicret hakkında şöyle buyurmuştur: “Hicret iki çeşittir. Birincisi günahları terk etmendir. Diğeri ise Allah ve resulüne hicret etmendir. Tövbe kabul edildiği sürece hicret etmek kesintiye uğramayacaktır.” (Müsned, 1671.)
Murat Padak
https://yayin.diyanet.gov.tr/Category/GetArticles?id=4079&categoryId=142#
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder