ikra!!!

YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU!!!

3 Kasım 2017 Cuma

Çocuklarınıza İbadet Duygusu Aşılayınız-Dr. M. Şerafettin KALAY

Çocuklarınıza ibadet duygusu aşılayınız. Onlara nasıl namaz kılacaklarını, nasıl oruç tutacaklarını öğretiniz.

Mu âz İbn Abdullah İbn Hubeyb el-Cühenî nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü(sav) şöyle buyuruyor: “Sağını solundan ayırt etmeye başladığında çocuklara namaz kılmayı emredin.” [1]


Allah a kulluğun ifadesidir. Gerçek mânâda Allah a kul olmak, başka bir şeye kul olunamayacağının ilanıdır. İbadet, yaratılış gayemize uygun hareket etmektir.

Bu şuur insanlar arasında yayıldığında, gerçek saadet devirleri yaşanmış, hayata huzur ve saadet hakim olmuştur. Yeryüzünde bereket artmış, ilim, irfan yaygınlaşmış, insanî değerler yerli yerini bulmuştur.

İbadet şahsı arındırır, basîreti artırır, insanı çirkinliklerden korur.

Çocuklara küçük yaşlardan itibaren ibedet duygusu aşılanmalı, bilgisi verilmelidir.

Namaz, insanı Rabbine yaklaştıran, onun rızasını celbeden ibadet ve tâattan biridir. Onunla başlayarak ibadetler üzerinde duygu ve düşüncelerimizi paylaşmaya ihtiyaç olsa gerektir.

Namaz

İbâdet deyince ilk akla gelen de şüphesiz namazdır. Günde beş vakit olarak farz oluşu sebebiyle de en çok edâ edilen ibâdettir. Mü’mine günde beş kere Rabbinin huzuruna durma, gönlünü temizleme, manevîyatla doldurma imkanı verir. Allah Rasûlü’nden(sav) namazın sağladığı gönül temizliğiyle ilgili olarak şöyle bir hadis gelir. O, sahabelerine sesleniyor:

“Sizden birisinin kapısının önünde akıp giden bir nehir olsa, o kişi de bu nehirde günde beş defa yıkansa, üzerinde herhangi bir kir kalır mı?

Sahabeleri; “Kalmaz,” diye cevap veriyorlar.

Onlardan bu cevabı alınca şöyle buyuruyor: “Namaz da bunun gibidir. Allah onunla hataları siler, yok eder.”
[2]

Hem Sahih-i Buharî’de, hem de Sahih-i Müslim’de yer alan bu rivâyet Ebu Hureyre’den gelir. Müslim’in, Câbir İbn Abdullah’tan(ra) naklettiği bir başka rivâyet, aynı mânâyı biraz değişik lafızla vurgular:

“Beş vakit namaz, sizden birisinin kapısının önünden akan ve o insanın her gün içinde beş kere yıkandığı gür ve berrak bir nehre benzer.” [3]

Çocuklar küçük yaşlardan itibaren anne ve babalarını, kendileriyle birlikte olduğu diğer büyüklerini namaz kılarken gördükçe heves edecekler, onları taklit etmeye çalışacaklar, onlar gibi rükûya, secdeye gideceklerdir. “Allahu Ekber!” diyecekler, belki de Allah Rasûlü’nde olduğu gibi namaz kılanın sırtına çıkmaya çalışacaklar, ayaklarının arasından geçeceklerdir. Böylece namazla tanışacaklar, onu benimseyecekler, onu büyüklüğün, büyümenin bir alâmeti sayacaklar, giderek şuuruna ereceklerdir.

Hikmet sebeplerinden birisi de bu olsa gerektir ki Allah Rasûlü(sav); “Namazlarınızdan bir kısmını evinizde kılınız. Onları kabirlere çevirmeyiniz,” [4] buyuruyor.

Câbir’den(ra) gelen bir hadis-i şerifte farklı vurgular vardır: “Sizden biri, camide namazını kıldıktan sonra, namazından bazılarını da evinin nasibi olarak ayırsın. Allah bu namaz sebebiyle evinde hayırlar lütfeder.” [5]

İçinde Allah’ın zikredildiği, İslâm nûruyla aydınlanan evlere olan ihtiyacımızı dile getirmiştik. Kur ân tilaveti ve namaz evlerin nûr ile dolmasına en güzel vesilelerdir.

Çocuğu namaza alıştırmak için ayrıca gayret ve sabır gerekebilir. Anne, baba bu sabrı ve sebatı göstermeye hazır olmalıdır.

Rabbimizin Rasûlü ne, onun şahsında hepimize hitap ettiği şu emr-i celîline dikkat ediniz ve taşıdığı mânâ derinliği üzerinde iyi düşününüz:

“Âilene namazı emret; kendin de bütün titizliğinle onu edâya sabret.” (Tâhâ 20/ 132)

Âyet-i kerîmeyi tek cümle içinde ancak bu kadar meâllendirebiliyoruz. Ancak âyette geçen “ıstabir” kelimesi üzerinde birkaç cümle ile de olsa durmak zorunda olduğumuzu biliyoruz.

Bu kelime, sabır ile aynı kökten olsa bile dilimizde sadece “sabret” diye ifade edilemez. Onun için başına “bütün titizliğinle” ifadesini yerleştirdik. Bunun da yeterli olduğunu zannetmiyoruz. Çünkü “ıstıbar” kelimesi, İbn Atâ nın da işaret ettiği gibi sabır çeşitlerinin en şiddetlisi, en ağırı, en fazla mücadele isteyenidir.[6] Sadece dişini sıkıp bir, iki kereliğine sabır değildir. Devamlı mücadele vererek hedefi gerçekleştirmek için sabır ve sebat göstermek, bıkmamak, yılmamak demektir. Yapılan ve devam edilen işin ehemmiyetine inanarak, azmi elden bırakmadan üzerine çalışmak demektir.

Dolayısıyla âyet-i kerîmede bize emredilen sadece ailemize namaz kılmayı öğretmek veya emretmek değildir. Önce kendimizin en güzel şekilde etmemiz, âilemize örnek olmamızı ve onların da namazı ikamesi için mücadele vermemizi emrediyor.

Bu ayet-i kerîmenin indirilişinden sonra Allah Rasûlü nün(sav) her sabah damadı Hz. Ali ile kızı Fatıma nın kapısına varıp onları namaza kaldırdığı, “-Namaz!” diyerek onlara seslendiği nakledilir.[7] Hz. Ömer in de ev halkını gece namazı için kaldırdığı kaynaklarımızda yer alır.[8]

Yaşanan hayatın içinde ifade etmeye çalışırsak; sabahın seher vaktinde, uykuların en tatlı olduğu devrelerde namaz için kalkmamız, günü erken ve bereketli vaktinde hayata ibadetle başlamamız, âile fertlerimizi kaldırmamız, üşengeçlik gösteriyorlarsa onları uyandırmanın ve namazlarını edâ ettirmenin hoş, güzel üsluplarını bulmamız, uykunun ağırlığına, nefsin karşı koyuşuna, onların ihmallerine hep göğüs gerip sabretmemiz, onlar arzu edilen şuuru yakalayıncaya, namaza kalkmaya alışıncaya, beden saatleri ibadete göre şekilleninceye kadar bu sabr ve sebatı sürdürmeye devam etmemiz emrediliyor. Diğer namazlarda da bu mücadelenin benzerini sergilememiz, her durumda hem kendimiz, hem de âilemiz için azmimizi, şevkimizi, gayretimizi yitirmememiz isteniyor.

Namaz, sadece hataları temizlemez, insanı da yüceltir, ona iman safiyeti verir, duygularını berraklaştırır, ahlâkını güzelleştirir, çirkinliklere düşmesine engel olur.

Zikr-i Hakîm’de şöyle buyurulur:

“Kitaptan sana vahyedileni oku. Namazı hakkıyla edâ et. Şüphesiz namaz, fuhşiyattan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı zikr ne büyüktür. Allah yaptıklarınızı her yönüyle bilir.” (Ankebût Sûresi, 29/ 45)

Namaz iman nûru ile dalâlet karanlığı arasındaki perdedir.[9] Namaz mü’minin mirâcıdır.

Allah Rasûlü’nün küçük yaşlardan itibaren çocuklara ibadet ve mescid sevgisi aşılanmasını arzu ettiği, hem sözlü, hem de fiili hadislerinden açık ve net olarak anlaşılmaktadır. Onları mescide getirişi, mescide gelişlerinde hoş karşılaması, onlara yakın ilgi gösterişi, yedi yaşına gelen ve artık tam bir eğitim devresine giren çocuklara namaz kılmalarının emredilmesini istemesi bunun misallerindendir.

Nitekim bilinen ve günümüzün özenti ve zayıflıkları sebebiyle sıkça tartışılır hale getirilen bir hadis-i şerifte Allah Rasûlü(sav) şöyle buyurur:

“Yedi yaşına geldiklerinizde çocuklarınıza namazı emredin. On yaşına geldiklerinde gerekirse dövün ve yataklarını birbirinden ayırın.” [10]

Yedi yaşına gelen bir çocuk, önceden de zikredildiği gibi normal şartlarda eğitim ve öğretim için en uygun çağdadır. Bu yaştan on yaşına kadar çocuğa namaz öğretilmesi ve namaz kılmaya alıştırılması için üç yıl vardır. Gayret eden bir anne-baba için üç yıl çocuğa sevdirerek namaz öğretmek ve onu namaza alıştırmak için basite alınamayacak bir zaman dilimidir. Bu yıllar çocuğun alışkanlıklarının oturmaya, iradesinin giderek güçlenmeye başladığı devredir. Ergenlik, dolayısıyla mükellef olma yaşı giderek yaklaşmakta, fizîkî gelişme de hızlanmaktadır. Artık namaz konusunda kaybedilecek zaman yoktur. Namaz kılmamakta direnen, gevşek davranan veya ihmal eden çocuğa artık küçük yaşlardaki kadar hoşgörülü davranılamaz. Çocuk bu konuda ebeveyninin kararlılığını hissetmeli, kendisine sayısız nimetler bahşeden Rabbine ibadette kusur göstermemelidir. Çocuğunun bu gününü, yarınını, ebedî hayatını düşünen anne-baba bu konuda ihmalkâr olmamalıdır.

Yemesi, içmesi, okuması, hak ve hukuka riâyeti nasıl son derece önemli ise bu da en az onlar kadar önemlidir. Hatta buna dikkat etmeyenin, diğer vazifelerinde de ihmalkâr davranacağı, kusur göstereceği açıktır.

Biz çocuğumuza hayatın gerçeklerini anlatmaz, ona hayata atılmadan önce doğru ve yanlışları, olabilecekleri ve olamayacakları öğretmezsek hayatın bunları ona daha acı öğreteceği kesindir. İşte o zaman biz çocuğumuza zulmetmiş, insafsızlık etmiş oluruz. Biz ona Rabbine ibadet şuurunu aşılamaz, dolayısıyla onun ebedî hayatını karartırsak işte o zaman merhametsizlik, düşüncesizlik ve kötülük etmiş oluruz.

Rabbimizin; “Ey iman edenler kendinizi ve âilenizi Cehennem ateşinden koruyun,” (Tahrim, 66/ 6) buyruğunu unutmayınız.

Kendimizi ve âilemizi ateşten korumak istiyorsak gerçek şefkat ve merhametin ne olduğunu idrak etmeliyiz.

Oruç

Oruç da namaz gibi bedenî ibadetlerdendir. Namazla birleşince daha da mânevî bir atmosferin insanı kuşatmasına ve farklı güzelliklerin yaşanmasına vesile olur. Ramazan ayında manevî duyguların daha farklı boyutlarda yaşandığı bilinen bir gerçektir.

Oruçta nefse, iştihalara ve şehvete hükmetme dirayeti, muhtacın halini hissetme hikmeti daha açıktır. Onda insan oğlunun bir lokma yiyeceğe, bir yudum içeceğe bile muhtaç olduğu, insanın güç ve kudreti, makam ve mevkisi ne olursa olsun bunlarsız edemeyeceği, acizliği, Rezzâk olan Allah a muhtaciyeti, bütün bu gerçekler zihne nakledilişi vardır.

Bir hadis-i kudsîde orucun farkı şöyle zikredilir: “Ademoğlunun her hayırlı ameli katlanarak mükâfât alır. İyilikler on katından yediyüz katına kadar karşılık bulur.

Ancak oruç farklıdır. O bana aittir, onun mükâfâtını ben takdir edip vereceğim. Çünkü oruçlu mü min şehvetini, iştahının çektiklerini, yiyeceğini benim için terkeder.

Oruçlu için iki sevinç anı vardır: Orucunu bitirip iftar ettiğinde yaşadığı sevinç anı ve Rabbiyle karşılaştığı o gündeki sevinçli anı.

Oruçlu bir insanın oruç sebebiyle ağzında meydana gelen koku, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.”
[11]

Oruçta, Allah rızası için arzulara gem vurmak ve sabretmek vardır. Onda fakirin, muhtacın halini anlayış, açlık duygusunun nasıl bir duygu olduğunu tadış, aç uyumak zorunda kalan insanlara merhamette canlanış vardır. Nitekim Ramazan ayında bunun gönüllerde bıraktığı tesiri, insanlarda canlanan iyilik yapma, infakta bulunma arzularını daha açık ve net bir şekilde görüyor, hissediyoruz.

Çocuğun oruca alışmasında hem iradesini güçlendirme, nefse hakimiyetini artırma, hem de açlığa susuzluğa katlanmanın, bu nimetleri bize bahşeden Rabbimiz uğruna olduğu şuurunu elde etme vardır.

Bunlara ek olarak sonraki yıllarda yâd edeceği, kendisi gibi oruca başlayan, alışmaya çalışan çocuklarına, torunlarına veya yakınlarına aktaracağı tatlı hatıraları vardır. İftar saatini iple çekişler, iyice acıkınca mutfağa girip çıkarak annenin iftar için neler hazırladığını gözden geçirişler, onları nasıl yiyeceğini hayal edişler, canının çektiği şeyleri dile getirişler, bazen oruçlu olduğunu unutuşlar, bakkaldan iftar için ekmek alıp gelirken farkında olmadan açlık duygusuyla ucundan koparıp yiyişler, Ramazan topunun atışını kapıda bekleyişler, anneye, babaya oruçla ilgili sorulan sorular ve daha neler neler.

Çocuklar büyüklerinden bu tür hatıraları dinlemekten, onların da çocuk olduğu günlerin varlığını, çocukça davranışlarının olduğunu duymaktan hoşlanırlar. Bu hatıraların paylaşılması büyüklerle küçükler arasında yakınlığın doğmasına vesîle olur.

Hatıralar yaşanmalıdır ki anlatılabilsin, paylaşılsın.

***

Hacc

Hacc ise çok farklı bir ibadettir. Masraflı ve meşakkatlidir. Tesiri de o derece güçlüdür. Küçük yaşlarda Beytulah a varmak, büyük neticelerin elde edilmesine vesile olacaktır…

Çocuk yaşlarında hacc ile ilgili bir hatırasını Sâib İbn Yezîd(ra) anlatıyor: “Babam beni Allah Rasûlü’yle birlikte yapılan Vedâ Haccına götürdü. Bu sırada yedi yaşlarındaydım.” [12]

Allah Rasûlü(sav) sadece bir kere hacc yapma imkanı bulmuştur. Mekke’nin fethinin ikinci yılında yapılan Vedâ Haccı onun ilk ve son haccı olmuştur. Bu haccı sırasında kafilesinde çocuklar da bulunmuş, yaşadıkları hatıraları birer hazine gibi saklamış, sonraki nesillerle paylaşmışlardır. Bunlardan biri de yukarıda adı geçen Sâib’tir. O, her çocuğa nasip olmayan, gerçekten iftihar edilecek hatırasını sonraki yıllara taşıyanlardan biridir.

Bir başka hatırayı ergenlik çağlarına yaklaştığı günlerde hac kervanına katılan Abdullah İbn Abbas’tan(ra)dinliyoruz. O, kendisiyle ilgili olmayan farklı bir hadiseyi bizlere anlatıyor:

“Hac yolculuğu sırasında Ravhâ denilen yerde Rasûlullah(sav) Eefendimiz bir kafileyle karşılaşmıştı. Bu kafilede bulunan bir kadın karşılaştıkları kişinin Allah Rasûlü(sav) olduğunu öğrenince, çocuğunu bineğinin üzerinde duran Rasûlullah’a doğru kaldırarak; -Bunun için de hac var mıdır? diye sordu.

Rasûlullah(sav); “Evet, senin için de ecir vardır,” buyurdu [13]

Aynı hadiseyi Câbir İbn Abdullah(ra) farklı kelimelerle dile getirir: “Rasûlullah(sav) Efendimiz vedâ haccında, bineğinin üzerindeydi. Bir kadın küçük bir çocuğu Allah Rasûlü’ne doğru kaldırarak; -Bu haccedebilir mi? diye sordu. Efendimiz; -Evet, sen de ecir alırsın, buyurdu. [14]

Allah Rasûlü’nün işaret ettiği “ecir alma”, ayrıca üzerinde durulmaya değer bir noktadır. Çocuklar yaşları küçük olsa da, yani henüz mükellef olmasalar da ibadet edebilirler. Onların ibadetlerine vesile olan, onlara ibadet için imkan hazırlayan, ibadet etme sevgisi aşılayan, çocukları ibadet etsin diye maddî, manevî külfetlere katlanan mü minler, bu samimiyetleri, bu davranışları, niyetleri ve gayretleri sebebiyle ecir alırlar.

Bu duyguyu taşıyan, yavrusuna namaz için abdest aldırmaya gayret eden, onların küçücük ellerini ve ayaklarını yıkayan, namaza dururken ellerini üst üste koyarak bağlayan, nasıl bağlanacağını gösteren, Ka‘be’yi tavaf ederken onu omuzlarında taşıyan, onlara Hacerü l- Esved e selâm verdiren anne-babaları görmek ne kadar gönle hoş görünüyor… Elbette ki bunun ecrini alacaklarına inanıyoruz.

Bu satırlar da o ümitle kaleme alınıyor.

Yaş büyüdükçe irade güçlenir, şuur artar. Anne-baba ve büyüklerin de çocuğun yaşı büyüdükçe daha dikkatli olmaları, çocuklarının ibadetleri konusunda daha hassas davranmaya başlamaları gerekir. Çünkü mükellefiyet çağı yaklaşmaktadır. Lehte ve aleyhte her şeyin kayda geçtiği bu çağ gelmeden çocuğun ibadeti artık uurlu bir alışkanlık haline getirmesi gelmelidir.

Dr. M. Şerafettin KALAY

[1] Sünen-i Ebu Davud, Salât (1/ 335). Hadis, isnadı hasen olan bir hadistir. (Camiu l-Usûl Fî Ahâdîsi r-Resûl 5/ 188).
[2] Sahih-i Buharî, Mevâkîtü’s-Salât (4/ 157), Sahih-i Müslim, Mesâcid (1/ 462-463).
[3] Sahih-i Müslim, Mesâcid (1/ 463).
[4] Sahih-i Buhârî, Salât (3/ 447), Sahih-i Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn ( 1/ 538-539).
[5] Sahih-i Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn ( 1/ 539).
[6] Tenvîru l-Ezhan min Tefsîr-i Ruhu l-Beyan (2/ 451).
[7] El-Câmi li Ahkâmi l-Kur ân, Kurtubî (11/ 263).
[8] El-Câmi li Ahkâmi l-Kur ân, Kurtubî (11/ 263).
[9] Sahih-i Buharî, Bedü’l-Halk (12/ 271-272) ve Fedâil (14/ 5-6) Sahih-i Müslim, İman ( 1/ 146-147), Sünen-i Tirmizî, İman (5/ 13).
[10] Sünen-i Ebu Davûd, Salât (1/334, Hadis No: 495). Hadisin isnadı hasendir. (Câmiu l-Usûl Fî Ahâdîsi r-Resûl 5/ 187).
[11] Sahih-i Buhârî, Savm (9/ 29), Sahih-i Müslim, Sıyam ( 2/ 807).
[12] Sahih-i Buharî, Hac (8/ 404),Sünen-i Tirmizî, Hac (3/ 265?) “Hadis, hasen sahihtir,” der.
[13] Sahih-i Müslim, Hac (2/ 974), Sünen-i Ebu Davûd, Menasik (2/ 352-353).
[14] Sünen-i Tirmizî, Hac 83 (3/ 265). Hadis için “ğarîb” demiştir.


http://www.siyerinebi.com/tr/cocuklariniza-ibadet-duygusu-asilayiniz
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

2 Kasım 2017 Perşembe

Çocuklarınıza Güzel Hasletler Aşılayınız-Dr. M. Şerafettin KALAY

Rasûlullah(sav) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:

“İnsanlar, madenler gibidir.”

* Yani altını vardır, gümüşü, platini vardır. Elması, yakutu, bakırı, demiri vardır. Cıvası, petrolü vardır. Kömürü, kükürdü vardır. Paslananı vardır, pas tutmayanı vardır. Değerini kaybedeni vardır, asla kaybetmeyeni vardır. Kirleneni vardır, kir tutmayanı vardır. Bozulanı vardır, bozulmayanı vardır.

“Câhiliye günlerinde en hayırlı, şahsiyeti güçlü, karakteri sağlam olanınız, anlayarak, ilim ve irfanla yaşadığı sürece İslâm'da da en hayırlınızdır.”[1]

*
Öyle de olmuştur. Dürüst olanlar, yaptıklarını doğru yaptığına inanarak yapanlar, vefakâr, cömert, fedakâr olanlar, inandığı şeyler uğruna zorlukları göğüsleyebilenler; basit, geçici hayat zevklerinin esir alamadığı, karakterini sarsamadığı insanlar İslâm nuruyla şereflenince İslâma büyük hizmetler sunmuşlardır. Zira doğru ve sağlam hasletleri hakikat nuruyla yan yana gelmiş, İlâhî emir ve nehiylerle bütünlük oluşturmuş, güçlenmiş, teşvik görmüş, ateşlenmiş ve canlanmıştır…

*

Bir cemiyette gelişmesi, yerleşmesi gereken güzel hasletler vardır:

İlim-irfan sevgisi, öğrenme merakı, öğrenilenleri amele dökme samimiyeti,

Arayıp doğruyu bulma arzusu, hatayı kabul edip doğruya yönelme irâde ve dürüstlüğü,

Cesâret, inanılan değerler uğruna sıkıntıları göğüsleme metâneti,

Alçak gönüllülük, güler yüzlülük, tatlı sözlülük,

Dürüstlük, doğru sözlülük, sadâkat, vefâ…

Bütün bu hasletler, üzerine titrenilmesi gereken hasletlerden sadece bir kaçıdır.

Birçok güzel hasletin kaybedildiğini, yıpratıldığını görmek, beden yorgunluğundan daha ağır, daha ezici ve daha esef vericidir. Basit dünyalık kayıpların peşine düşenlerin, bu hasletlerin peşine düşmeyişi, kaybına aldırmayışı da ayrı bir esef kaynağıdır.

Onları geliştirmek, canlandırmak, yaygınlaştırmak ve güzel hasletlerle donanmış sağlam bir nesil yetiştirmek, imkânları bu yönde seferber etmek varken, dehşet ve ürperti ile çirkef ve rezalet pazarlayan zihniyetlerin paralanırcasına gayretini görüyoruz. Ya da boşluktan, hedefsiz, gayesiz hayatın içine salıverilmişlikten ümit bekleyenlerin boş sözlerini duyuyoruz…

Bu tür zihniyetlerin yuvalarımıza sirayetini, yavrularımızı elimizden almasını engellemek bizim vazifemizdir. Bunun için de el ele, gönül gönüle vermemiz, akıntıların önünde setler oluşturmamız, onları kendi bataklıklarına dönmeye zorlayacak azmi ve dirayeti göstermemiz gerekir.

Biz gayret ettikçe Rabbimiz gayretlerimize bereket verecektir.

"Abdullah İbn Mes'ûd(ra) Allah Rasûlü'nün şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

"Sıdk (dürüstlük ve doğru sözlülük) insanı birre (iyilik ve ihsana) götürür. İyilik ve ihsan da insanı cennete götürür.

Bir insan doğru söyleyip dürüst davrandıkça gün gelir Allah katında özü, sözü doğru insan olarak yazılır.

Yalan ise ise insanı kötülüklere, çirkinliklere sürükler. Kötülük ve çirkinlikler de cehennem ateşine götürür.
İnsan yalan söyleye söyleye gün gelir Allah katında yalancı olarak yazılır."[2]

Özü sözü doğru olmak ne güzel bir haslettir ve özü sözü doğru olanlara ihtiyacımız ne kadar büyüktür…

*
Hz. Hasan(ra); Allah Rasûlü'nden şu sözleri ezberlediğini söyler:

"İçine şüphe düşüren şeyleri bırak, seni şüpheye sürüklemeyen şeyleri yap. Dürüstlükte kalp huzur ve sükûnu, yalanda tedirginlik ve huzursuzluk vardır."[3]

Dürüstlük, özü-sözü doğru olmak, Müslümanların ayrılmaz vasıflarından biri idi. Bir Müslüman böyle bilinir, böyle tanınırdı. Bu vasıfların yıpranması, güven duygularının sarsılması birçok değerlerimizi de aldı götürdü…

Çocuklarımızın özü-sözü doğru insanlar olarak yetişmesi, hiçbir maddî değerle ölçülemeyecek kadar kıymetlidir…

*
İslâm tarihi yerli yerinde gösterilmiş, cesaret örnekleri ile doludur. Bunların birçoğu herkesi hayran bırakacak güzellikte ve derecededir. Tarihe nakşedilmiş, asla unutulmayanları vardır. Hamza, Ali, Talha, Cafer, Zübeyr, Berâ İbn Mâlik, Halid İbn Velîd, Bilal, Sa'd İbn Ebî Vakkas, Ebu Ubeyde –radiyallahu anhüm- ve daha nicelerinin saadet asrında yazdığı destanlar ümmetin ortak mirası olmuş, zihinlere ve kalplere nakşedilmiştir. Asırlar boyu onların yolunu takip eden nice yiğitler olmuş, İsm-i Celâl ve tekbir sesleri onların azm, gayret ve cesaretleri ile ufuklar ötesine taşınmıştır. Anneler ve babalar çocuklarını onların hatıraları ile beslemiş büyütmüştür.

Cesâret yerli yerinde gösterildiği, lüzumsuz cür'ete ve saldırganlığa dönüşmediği sürece çok güzel bir haslettir. Âhiret inancına sımsıkı bağlarla bağlı, sadakat, fedakârlık ve vefâ duygularıyla iç içedir. Her devirde, her asırda kıymeti takdir edilmiştir. Başka güzel hasletlerle bütünleşince kıymeti ve güzelliği daha da artmıştır.

Açık sözlülük de böyledir. Söylenilen bir söz güzel, açık ve berrak olursa, duyguları ve düşünceleri açık ve net ifade ederse gönle daha hoş gelecek ve değeri artacaktır.

Bu iki haslet birbirine yakın, birbirini tamamlayan, birbirinin güzelliğini artıran iki haslettir. Bu hasletler çocuk safiyeti ile bir araya gelince daha da güzel ve sevimlidir.

Sâd İbn Ebi Vakkâs(ra) çocukların cesâretle yetişmesi ile ilgili olarak şöyle der:

"Allah Rasûlü'nün(sav) gazvelerini çocuklarımıza, tıpkı Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi öğretir, ezberletirdik."[4]

O bu sözleriyle, çocukların İslâm nûrunun korunup kollanması, yaşatılması ve yayılması uğrunda neler yaşandığını, ne mücadeleler verildiğini bilmelerini ister ve onların bu ruh, bu şuur ve cesaretle yetişmesinin lüzumuna işaret eder.

õ

Halîfe Ömer(ra), Rasûlullah’ın (sav) sünnetine bağlılığın bir gereği olarak vâlilere yazdığı bir yazı da şöyle emrediyordu:

"Çocuklarınıza atıcılığı ve yüzmeyi öğretin. Onlara, bir sıçrayışta atlara binecek hale gelmelerini emredin!"[5]

O, canlı, güçlü, atik, kabiliyetli, kendisine güvenen, cesur, cihad ruhlu bir nesil istiyordu.

Nitekim Rasûlullah (sav);

"Güçlü bir mü'min, zayıf bir mü'minden daha hayırlı, Allah huzurunda daha sevimlidir. Elbette ki her mü’minde hayr vardır,"[6] buyurmaktaydı.

Şüphesiz Rasûlullah(sav) yalnızca bedenî açıdan güçlülüğü kastetmiyordu.


Küçük yaşlarda Bedir ve Uhud Gazvesine katılmak için çırpınan, boyunu uzun göstermek için ayak parmaklarının üzerinde yükselen veya Allah Rasûlü(sav) kendilerini görürse saflardan çıkarır korkusuyla saflar arasında saklanıp göze batmamaya çalışan çocukların bu manzarasını gözlerinizde canlandırınız. Allah Rasûlü(sav) onları birer birer bularak, sevgi dolu bakışlarla başlarını okşayarak saflardan çıkartsa bile bu küçük yiğitlerin azm ve cesaretinin diğer sahâbeleri nasıl ateşlediğini düşününüz. Bunu anlamak için fazla söze hacet olmasa gerektir...

*
İlim ve irfan sevgisi üzerinde ayrıca durulacaktır. Esasen her bir güzel haslet, üzerinde uzun uzun konuşmaya değerdir. Biz birkaç satırla da olsa ehemmiyetini hatırlatmak, vurgulamak istedik.

“Hatırlat, öğüt ver. Şüphesiz doğruları, hakkı hatırlatış, Allah için öğüt, mü’min gönüllere fayda verir.”(Zâriyât, 51/ 55)
Dr. M. Şerafettin KALAY

[1] Sahîh-i Buharî, Menâkıb (13/ 125, 126), Sahîh-i Müslim, Fezâil (4/ 1846-1847)
[2] Sahih-i Buhârî, Edeb (18/ 197), Sahih-i Müslim, Birr (4/ 2012-2013).
[3] Sünen-i Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme (4/ 668). Hadisin isnadı sahihtir.
[4] Terbiyetü’l- Evlâd, Abdullah Nâsıh (1/ 310)
[5] Terbiyetü’l- Evlâd, Abdullah Nâsıh (1/ 310)
[6] Sahih-i Müslim, Kader (4/ 2052)


http://www.siyerinebi.com/tr/dr-m-serafettin-kalay/cocuklariniza-guzel-hasletler-asilayiniz
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

1 Kasım 2017 Çarşamba

Namazda Cenneti Hissetmek! - Nureddin Yıldız

at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

31 Ekim 2017 Salı

Bu din çok kolaydır, onu zorlaştıran mağlup olur-Faruk Beşer

Bu başlık Kuranıkerim’in açıklaması olan bir hadisi şerifin mealidir. ‘Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez (Bakara 185)’ anlamındaki ayeti açıklar.

Din çok kolaydır, Resulüllah Efendimiz (sa) meşhur Cibril Hadisinde onun iman, İslam ve ihsan boyutunu birkaç cümle ile açıklamıştır ki, dinin de zaten bu üç boyutu vardır. Müstesna bir akıl ve bilgiye sahip insanlar için tefekkür boyutu ise bu çerçevede gelişir.

Yani İslam’ın gizemli inanışları, esrarlı ritüelleri, kimsenin bilmediği makamları, babları, babaları yoktur. Dini sahih kaynaklarından öğrenemeyenler bu gizemli edebiyata meftun olur, inançsızlıkla Batınîlik arasında kaybolup giderler. Kişileri kutsarlar, onların her şeylerini mukaddes sayarlar. Ama bundan kurtulabilmek de çok kolay değildir, sağlam bilgi ister ve özellikle de ortak akıl ister...


...Dikkat edilirse bunların bir kısmının ortak yönü mental problemlerinin yanında gizemli söylemlerle cahil insanları aldatmaları ve efendileri tarafından korkunç meblağlarla da desteklenmeleridir. Hemen hepsinin televizyon kanalı vardır ve hiç reklam almadan yayınlarını sürdürürler. Devletin, Diyanetin bunlara söyleyecek bir sözü yok mudur bilmiyorum...


Şunu da söylemek zorundayız; bunların bir kısmı, ya da bizdeki diğer küçük ölçekli benzerleri bu ıdlallerini tasavvuf adı altında yapmaktadır. Tasavvuf eğer duygu ve ahlak eğitimi, tezkiye-i nefs, zühd ve takva ise bu tür patolojik vakalara öncelikle tasavvufun bizatihi kendisinin cevap vermesi gerekir. Aksi halde hepsi töhmet altında kalmak durumundadır. Ne var ki, bizdeki tasavvuf anlayışı; genellikle sahih ilme dayalı olmadığı için tasavvuf adına ortaya atılan her uygulamaya karşı, mevzi kaybetme korkusuyla savunma refleksi gösterir ve bir şekilde tevil etmeye çalışır. Mesela bu kadar kolay olan İslam’dan vahdeti vücut gibi bir muamma nasıl çıktı diye sorsanız bunu tasavvuf eleştirisi sayıp sizi manevi terakkisi olmayan nadanlar diye suçlarlar. Oysa bunun tasavvufla alakası yoktur, İslam kaynaklı, daha doğrusu bir Müslümandan sudur eden bir felsefeden ibarettir. Felsefe olarak takdir edilebilirsiniz, ama ne İslam’dır, ne de tasavvuftur. İstedikleri kadar bunun ve benzerlerinin üzerine hayalî İslam kuruversinler. Bu, hayal olmayı öte geçmez.

http://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/bu-din-cok-kolaydir-onu-zorlastiran-maglup-olur-2040392
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

30 Ekim 2017 Pazartesi

Hz. Fatma, Hz. Ebubekir’e Kırgın mı Vefat Etti?

Sual: Malumunuz üzere Efendimiz (sas) ebedi ukbaya irtihallerinden sonra, Efendimiz’in kendi tasarrufunda olan Fedek arazilerinin gelirlerini, Hz. Fatıma, Halife Hz. Ebû Bekir (ra)’den, “babamdan kalan mirastır” diye kendilerine verilmek üzere talepte bulunmuştur. Hz. Ebû Bekir (ra) “peygamberler miras bırakmaz sadaka bırakır” hadisi gereğince veremeyeceğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Fatıma kendilerine kırgın bir şekilde vefat ettiği söyleniyor. Bu olayın gerçeği/aslı nedir?

Cevap: Fedek (bugünkü Hâit) Medine ile Hayber arasında, Medine’ye yaklaşık 150 km. mesafede Yahudilerin yaşadığı bir yerdi. Sa’doğullarının (Benî Sa”d b. Bekir) Hayber Yahudilerine yardım etmek üzere Fedek’te toplandıklarını ve buna karşılık Hayber’in hurma gelirlerinden pay istediklerini haber alan Resûl-i Ekrem, Hayber’in fethinden önce 6. yılın Şaban ayında Hz. Ali kumandasındaki 100 kişilik bir askerî birliği Sa’doğulları üzerine Fedek’e göndermişti. Gerçekten Hayber Yahudileri Teymâ, Fedek, Vâdilkurâ Yahudilerini de yanlarına alarak Müslümanlara karşı savaş hazırlığına başlamışlardı. Fedek civarına ulaşan askerî birlik Sa’doğullarının casuslarından birini sıkıştırarak karargâhlarını öğrendi. Hz. Ali Yahudilerin karargâhına vardığında onların kaçtığını gördü, koyun sürülerine ve develere ganimet olarak el koyup orada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye döndü.

Hz. Peygamber, Hayber’in fethinden sonra Ensardan Muhayyesa b. Mes’ûd’u, Fedek halkını İslâm’a davet için gönderdi. Fedek halkı topraklarının yarısı karşılığında Resûlullah ile anlaşmak istediler. Resûl-i Ekrem, Müslümanların istedikleri zaman Yahudileri çıkarmaları şartıyla bunu kabul etti. Böylece Fedek savaş yapılmadan ele geçirildiği için arazisinin yarısı Hz. Peygamber’e tahsis edildi. Resûlullah buradan elde edilen geliri amme işlerine, yolcu ve misafirlere, bir miktarını da ailesine ve Ehli Beyti’ne özelliklede Hz. Fatıma’ya sarf ederdi.

Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra gerek hanımlarının gerekse kızı Fâtma’nın Halife Ebû Bekir’den bazı istekleri oldu. Nakledildiğine göre Hz. Peygamber’in vefatı üzerine hanımları Resûl-i Ekrem’in Hayber ve Fedek’teki hisselerinden miraslarını almak için Hz. Osman’ı Hz. Ebû Bekir’e gönderdilerse de Hz. Âişe onlara Resûlullah’ın: “Biz peygamberler miras bırakmayız, bizim bıraktıklarımız sadakadır” dediğini söyledi. Bunun üzerine isteklerinden vazgeçtiler.

Hz. Ebû Bekir’in Fatma’ya haksızlık ettiği iddiasıyla kaydedilen bir başka rivayet daha vardır. Bu rivayette, Hz. Fâtıma’nın Fedek hurmalığını Resûlullah’ın kendisine hibe ettiğini söylemesi üzerine Hz. Ebû Bekir’in Fâtıma’dan şahit istediği, onun da Hz. Ali ile Ümmü Eymen’i şahit gösterdiği, Halifenin Hz. Ali’nin şahadetini davacının kocası olması sebebiyle geçerli saymadığını, sadece Ümmü Eymen’in şahadetini de yeterli görmediği belirtilmektedir. Bu rivayet doğru kabul edilse bile Hz. Ebû Bekir’in verdiği hükümlerde dinî esaslara ne kadar titizlikle riayet ettiğini gösterir. Esasen Hz. Fatma’yı Resûlullah’ın vefatından sonra miras derdine düşmüş bir vâris gibi gösteren bu rivayet, onun Hz. Ebû Bekir’in hilâfetine olan itirazının da bir mesnedi yapılmak istenmektedir. Babasından kalan mirası alamayan Fatıma’nın ashabı toplayarak onların huzurunda uzun bir konuşma yaptığı, Kur’ân-ı Kerîm’deki miras âyetlerini okuyup halifeyi onlara şikâyet ettiği, kendisine yardımcı olmadıkları için de sitemde bulunduğu, bunun üzerine Ebû Bekir’in Resûlullah’a olan bağlılığını dile getirerek peygamberlerin miras bırakmayacaklarına dair hadisi ondan bizzat duyduğunu belirttiği, buna karşılık Fâtıma’nın peygamberlerin miras bıraktığına dair âyetler okuyarak ona itiraz ettiği yolunda Şîa kaynaklarında yer alan rivayetin de aynı maksatla uydurulduğu bellidir. Ayrıca Hz. Ali’nin halife olduktan sonra Fedek’in statüsünü ilk üç halife dönemindeki şekliyle devam ettirmesi Hz. Ebû Bekir’in isabetli hüküm verdiğini göstermeye yeterlidir.

Hz. Ömer, anlaşmalara bağlı kalmayıp Müslümanlar aleyhinde faaliyette bulundukları için Yahudileri Fedek’ten çıkarmaya karar verince Ebü’l-Heysem Mâlik b. Teyyihân, Sehl b. Ebû Hasme ve Zeyd b. Sâbit’i oraya gönderdi. Bunlar Fedek topraklarının yarısının değerini tespit ettiler. 50.000 dirhemin üzerinde olduğu sanılan bu miktarı Hz. Ömer ödedi ve Yahudileri yine İslâm sınırları içinde bulunan Suriye tarafına gönderdi. Böylece Fedek gelirinin yarısı beytül-mâle geçti; diğer yarısının harcanmasına da Hz. Peygamber devrinde olduğu gibi devam edildi.

Halife Ömer, Fedek’i Hz. Fâtıma’nın mirasçılarına vermek istediyse de Hz. Ali ile Hz. Abbas arasında anlaşmazlık çıktığı için arazi yine beytülmâle kaldı. Daha sonraları ise Muâviye, Fedek’i Mervân b. Hakem’e iktâ etti. Mervân da burayı iki oğlu Abdülmelik ile Abdülazîz’e bağışladı. Daha sonra Ömer b. Abdülazîz’e ve Abdülmelik b. Mervân’ın iki oğlu Velîd ile Süleyman’a intikal etti. Velîd ile Süleyman halife olduklarında kendi hisselerini Ömer b. Abdülazîz’e bağışladılar. Ömer b. Abdülazîz halife olunca Fedek’i Hz. Fatma’nın torunlarına verdi, ancak halefi II. Yezîd burayı geri aldı. Abbasi döneminde de defaatle el değiştirip durdu; bugün Fedek belde halkının özel mülkiyetinde bulunmaktadır.

Görüldüğü gibi mesele birilerinin iddia ettiği gibi değildir; ortada ilk halife Hz. Ebû Bekir’in dini hükümleri uygulama noktasındaki titizliği ve hiç kimseye bir imtiyaz tanımadan kararlılık göstermesi vardır. Hz. Ebû Bekir’in bu kararlılığını çok riskli olmasına rağmen Üsame ordusu ve irtidat hareketleri için ortaya koyduğu tavırlarda da görmekteyiz. Bu olaylar olurken Hz. Ebû Bekir, Hz. Fatıma’ya gelip, şöyle diyor: “Ey Allah Resulü’nün biricik hatırası, vallahi amacım ne seni üzmek, ne seni zor durumda bırakmaktır. Nefsim kudreti elinde olan Allah’a yemin ederim ki, karabet-i Resulullah’a sıla-i rahim, kendi öz akrabalarıma yapacağım sıla-i rahimden daha önceliklidir. Eğer ben babandan; “Biz peygamberler topluluğu ilim dışında bir miras bırakmayız, bıraktığımız sadece sadakadır” sözünü duymasaydım, asla senin elinden Fedek’i almazdım. Ama bu sözü duymama rağmen gereğini yapmazsam Allah katında mesul olurum. Sizin tüm ihtiyaçlarınız bizim üzerimizdedir.”

İşte bu sözler meseleyi anlamamız açısından yeterlidir. Şimdi birileri kalkıp ileri geri konuşmasının hiçbir isnadı yoktur. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali arasında bir sıkıntı olsa, hele hele bazı müfritlerin iddia ettikleri gibi Fatıma validemizin karnındaki çocuğu düşürülmesine, hastalanıp vefat etmesine bu hadiseler sebep olsa; Hz. Ali iki senelik Hz. Ebû Bekir’in hilafet günlerinde onun yanında ayrılmadan durabilir miydi? Hz. Ebû Bekir’in arkasından doğan bir oğluna ismi yaşasın diye Ebû Bekir ismini verebilir miydi? Dolayısı ile meseleyi sıhhati meçhul rivayetler üzerinden değil, hadiselerin tamamı üzerinden anlamak daha doğrudur.

Allah (cc) bizi hakikatinden ayırmasın. (âmin)

Muhammed Emin YILDIRIM


http://www.siyertv.com/hz-fatma-hz-ebubekire-kirgin-mi-vefat-etti/





at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

29 Ekim 2017 Pazar

Ömer b. Sa’d (r.a)


Büyük Sahabîlerden Sa’d bin Ebî Vakkas’ın (r.a.) oğludur. Doğum tarihi hakkında farklı rivayetler vardır. Bir rivayete göre Hz. Peygamber (a.s.m.) hayatta iken, diğer bir rivayette ise Hz. Ömer’in (r.a.) halifeliği döneminde dünyaya gelmiştir. Babası Hz. Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.) ile birlikte Irak’ın fethine katılan İbni Sa’d, Emevîler döneminde Merv ve Rey vâliliklerinde de bulunmuştur.

Hz. Hüseyin’in (r.a.) Kerbelâ’da şehit edildiği hâdisede, dönemin Kûfe vâlisi Ubeydullah bin Ziyad’ın gönderdiği orduda komutan olarak yer aldı.

Ömer bin Sa’d söz konusu hadisede Hz. Hüseyin (r.a.) ve arkadaşlarını kuşattı ve Fırat’tan su almalarını engelledi. Hz. Hüseyin (r.a.), Medine’ye dönmek, İslâmî fetihlere katılmak gibi alternatifler ileri sürmüşse de Ömer bin Sa’d, vâli İbni Ziyad’dan aldığı emirler çerçevesinde Yezid’e biat etmedikçe dönüşüne izin verilmeyeceğini söyledi. Sonunda Hz. Hüseyin (r.a.), Ömer bin Sa’d’ın ordusu tarafından 10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) hunharca şehit edildi. Tarihî kaynaklara göre, Ömer bin Sa’d, feci bir savaş neticesi şehit edilen Hz. Hüseyin’in (r.a.) mübarek başını kestirerek bütün Âl-i Beyt ile birlikte Şam’a halife Yezid’e göndermiştir.

Ömer bin Sa’d, Kerbelâ fâciasını müteakip Kûfe’de Emevîlere karşı ayaklanan Muhtar es-Sekâfî tarafından yakalanarak öldürülmüştür (M.686).

Muhammed Emin YILDIRIM


http://www.siyertv.com/omer-b-sad-hakkinda-bilgi/
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

28 Ekim 2017 Cumartesi

Şakkı Kamer Mucizesini Talep Edenler

Sual: Şakkı Kamer (Ayın ikiye yarılma) mucizesinde, mucize talep edenlerden birinin Hz. Hamza olduğu söyleniyor. Bu doğru mu? Bilgilendirirseniz memnun oluruz.

Cevap: Muhterem Kardeşim;
bu bilgiyi nereden okudunuz veya duydunuz bilmiyorum, ama doğru değil. Çünkü Efendimiz’in (sas) dünyasında olan bu mucize, Kastallani ve Dyarbekri’ye göre Nübüvvetin 8. yılında, başka siyer yazarlarına göre ise 9. yılındadır. Hz. Hamza ise Nübüvvetin en geç 3. yılında Müslüman olmuştur. Hadiseyi bize anlatan kaynaklar bu mucizeye şahit olan Müslümanların şunlar olduğunu söylerler: Hz. Ali, Huzeyfe b.Yemân, Abdullah b. Mes’ûd, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr ve Cübeyr b. Mut’im. Bu isimler içerisinde olan bazı sahabîler bizzat şahit olmasalar da, olanlardan duyduklarını aktarmışlardır.

Kaynaklarımız mucize talebinde bulunan müşriklerin ise şunlar olduğunu belirtirler: Velid b. Muğire, Ebû Cehil, Âs b. Vâil, Âs b. Hişam, Esved b. Abdüyeğus, Esved b. Muttalib, Zem’a b. Esved ve Nadir b. Haris.

Ve’s-selam

Muhammed Emin YILDIRIM


http://www.siyertv.com/sakki-kamer-mucizesini-talep-edenler/
at 00:57 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

27 Ekim 2017 Cuma

Peygamberimizin İman Eden Amcaları

Sual: Peygamberimiz’in (sas) Hz. Hamza ve Hz. Abbas dışında iman eden amcası var mı?

Cevap:
Efendimiz’in (sas) 12 amcası vardır. Bunlardan 3 tanesi ile hiç görüşmemiştir. 5 amcası ile Nübüvvet öncesi görüşmüş, ama onlar İslam’ın mesajlarına yetişmeden vefat etmişlerdir. 


Bunlar; Zübeyr, Gaydak, Mukavvim, Hacl ve Dırar’dır. 

Nübüvvet’e yetişen amcaları ise 4 tanedir. Bunların ikisi iman etmiş, ikisi ise etmemiştir.

 İman edenler, Hz. Abbas ve Hz. Hamza, 
iman etmeyenler ise Ebû Leheb ve Ebû Talib’tir.

Muhammed Emin YILDIRIM


http://www.siyertv.com/peygamberimizin-iman-eden-amcalari/
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

26 Ekim 2017 Perşembe

Peygamber Efendimizin (Sas) Yahudiden Borç Alması

Soru: Selam Aleyküm

Değerli Hocam sizden borç ahlakı dersini dinlediğimizde Peygamberimizin borcu olan kişinin namazını dahi kılmadığını söylemiştiniz.

Soru 1- Peygamberimiz Medine’de o kadar zengin Sahabî varken neden bir Yahudiden zırhı karşılığı borç almıştır, hikmeti nedir acaba?

Soru 2– Zayıf da olsa bazı rivayetlerde Peygamberimizin bu borcunu ödemeden dar-ı bekaya irtihali söz konusu, hatta borcunu Hz. Ebû Bekir ve Amcası Abbas’ın ödediği rivayeti var. Bu rivayet doğru ise Peygamberimiz ahirete borçlu mu gitti? Cevaplandırırsanız memnun olurum. Şimdiden Allah razı olsun, kolay gelsin.

Cevap: Muhterem kardeşim,

Efendimiz’in (sas) vefatına yakın bir zamanda Medine’de mukim bir Yahudi tüccardan borç aldığına dair rivayet sahihtir ve birçok kaynakta yer almaktadır.

Hz. Aişe annemiz bu olayı bize şöyle anlatmaktadır:
“Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zırhı bir Yahudi’nin yanında otuz sâ’ (bir başka rivayete göre yirmi sâ’) arpaya karşılık rehin edilmiş bulunduğu hâlde vefat etti.” (Buhari, Cihad, 89; Meğazi, 86; Tirmizi, Büyû’, 7; Nesai, Büyû’, 58)

Bazı rivayetlerde bu yahudînin Evs kabîlesinin halîfi/müttefiki olan Benî Zafer’den Ebü’ş-Şahm adında biri olduğu ve Efendimiz’in (sas) aldığı arpayı kendisi için değil, ihtiyaç halinde olan bir Sahabî için olduğu belirtilir.

Sorularınıza gelince, Medine’de o kadar zengin Sahabî varken neden Efendimiz (sas) bir Yahudiden borç almıştır?

Bunun birkaç sebebi olabilir.

Hz. Peygamber (sas) kolay kolay kimselerden bir şeyler talep etmez, ihtiyaç halinde umuma durumu arz eder, bu konuda şahsi olarak kimselere yük olmak istemezdi. Sahabe bir başkasının ihtiyacı için Hz. Peygamber’in (sas) borç istediğini öğrendiklerinde borç olarak değil, sadaka olarak vermek isteyebilirlerdi. Hz. Peygamber de (sas) onları sıkıntıya sevk etmemek istemiş olabilir.

O anda Medine’de Hz. Peygamber’in (sas) borç isteyebileceği bir zengin Sahabî olmayabilir.

Çok acil bir durum söz konusu olmuş olabilir ve en yakındaki yahudi tüccardan alınmak zorunda kalınmış olunabilir.

Hz. Peygamber (sas) hayatının son demlerinde Ehl-i Kitap’la alışveriş yapılabileceğini göstermek istemiş olabilir.

Özellikle bu son madde üzerinde alimlerimiz biraz daha fazlaca durmuş, Ehl-i Kitap’la alış-veriş hukukuna dair birçok meseleye delil olarak bu hadiseyi getirmişlerdir. (Bkz: Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, Rehin Bölümü)

İkinci sorunuza gelince, bu borcun nasıl ödendiğine dair kaynaklarımızda net bir bilgi yoktur. Hz. Ebû Bekir’in Bahreyn’den gelen mallarla o borcu ödeyip, rehin olan zırhı geri alıp Hz. Ali’ye verdiği söylendiği gibi, Hz. Ali’nin kendisinin ödeyip zırhı aldığı bilgisi de vardır. (İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 318-320)

Borcun belirlenen bir vadesi olması ve Hz. Peygamber’in (sas) o tarih gelmeden önce vefat etmesi, geride o borcu ödeyecek kadar mal bırakması ve varislerinin bu konudaki hassasiyeti, elbette dikkate alınmalıdır. Efendimiz’in (sas) borcu olduğu için namazını kılmak istemediği Sahabî efendimiz, belirlenen vadesi geçen borçlardandı. Vadesi gelmeyen bir borç her hangi bir mağduriyete sebebiyet vermeyeceğinden ona karşı takınılacak tavır elbette farklı olacaktı.

Selam ve dua ile…

Muhammed Emin Yıldırım


http://www.siyertv.com/peygamber-efendimizin-sas-yahudiden-borc-almasi/
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

25 Ekim 2017 Çarşamba

Hz. Peygamber’in (sas) Cenaze Namazı Kılınmadı mı?

Soru: Muhterem Hocam, çalışmalarınızı yakından takip ediyor ve her daim size dua ediyorum… Size iki tane sualim var, cevaplarsanız çok memnun olurum.

Hocam, ismini vermeyeceğim ama sevdiğim bir hoca, hadislerin şimdiye kadar Kur’ân’a arz edilmediğini, eğer hadisleri Kur’ân’a arz edersek birçoklarının Peygamberimize ait olmadığını anlarız diyor. Bu doğru mu? Gerçekten şimdiye kadar Kur’ân hakemliğinde, hadisler hiç mi değerlendirilmemiştir?

İkinci sorum ise şu: Aynı hoca, Peygamberimizin cenaze namazının kılınmadığını, Sahâbe’nin halife seçimi ile uğraştığı için üç gün defnin yapılmadığını söylüyor. Sahâbe iktidar hevesine kapılmış ve böyle davranmış gibi insanı sarsan bir cümle ediyor. Hocam, Allah aşkına bu doğru mu? Nasıl Sahâbe böyle bir şey yapar?

Bu sorularıma cevap verirseniz çok memnun olurum. Şimdiden Allah razı olsun.

Cevap: Canım kardeşim, Sahâbe’ye değil, bu sözleri söyleyen hocalara şaşırmanız lazım. Müsteşriklerin delilsiz, mesnetsiz ileri sürdükleri bu iftiraları, acaba hocalarımız hiç mi Kur’ân’a arz etmeyi düşünmezler? Her seferinde Kur’ân’a arzı dillendirenler, neden işlerine gelen rivayetleri bulduklarında araştırma gereği duymadan kullanırlar? Eğer bu hocalarımız dile getirdiğiniz iddiaları Kur’ân’a arz etselerdi, Aziz Kitabımızın Sahâbe nesli için şöyle dediğini duyacaklardı.

“İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler (ensâr) var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.”
(Enfal 8/74)

“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensâr ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”
(Tevbe 9/100)

“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler (ensâr), kendilerine göç edip gelenleri (muhacirler) severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
(Haşr 59/9)

Bunlar ve daha onlarca ayet ortada dururken, Sahâbe için ileri-geri konuşmak; en başta Kur’ân’a aykırı davranmaktır. Dolayısı ile önceki âlimlerimizi, hadisleri Kur’ân’a arz etmediler diye tenkit edenlerin önce kendilerinin böyle davranmaları gerekmektedir. Kaldı ki az bir şey Hadis âlimlerimizin bu konudaki gayretlerini araştıran bir insan, onların ne kadar hassas olduklarını, kılı kırk yararcasına nasıl bir çaba sergilediklerini görür. Böyle söyleyen insanların yarın ahirette 14 asırdır ümmete dinin intikal ve muhafazasında gecelerini gündüzlere katan o âlimlerin yüzlerine nasıl bakacaklarını inanın ben bilmiyorum.

Diğer sorunuza gelince, tamamen çarpıtma ve yanlış yorumların kurbanı olarak söyledikleri o iddialar, biraz kaynaklara müracaat edildiğinde öyle olmadığı anlaşılacaktır.

Meselenin aslı şudur: Hz. Peygamber (sas) Pazartesi günü sabah saatlerinde, 13 gündür hasta olarak yattığı Hz. Aişe annemizin odasında vefat etti. Nereye defnedileceğine dair sorular sorulunca Hz. Ebû Bekir (ra): “Kendisinden işitip de unutmadığım bir sözünde Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştu:
‘Allah, bir peygamberin ruhunu kendisinin gömülmesini istediği yerden başkasında almaz!’ Bundan dolayı Resûlullah, Aişe’nin odasında defnedilecek.” dedi. (İbn Kesir, el-Bidâye,5/266)

Defin yeri Hz. Aişe annemizin odası olarak belirlenince, Efendimiz’in (sas) yıkanması mevzu bahis oldu. Hz. Ebû Bekir bu işin Ehl-i Beyt’e ait olduğunu söyleyerek, odanın içerisinde Hz. Ali, Hz. Abbas, Hz. Fadl, Hz. Kusem, Hz. Üsame ve Hz. Şükran/Salih (Efendimiz’in hizmetlisi) dışındakileri çıkarttı ve bu işi onlara bıraktı. Ensâr’dan bazıları odaya girmek istediler, ama Hz. Ebû Bekir, odanın küçük olduğunu, insanların kalabalık yaparlarsa işin rahat yürümeyeceğini söyleyerek, bırakmadı. Ancak Ensâr’dan bazıları çok ısrarcı davranınca Hz. Ali’ye hadise intikal etti, o da birkaç Ensârî Sahâbîye izin verdi. Böylece Efendimiz’in (sas) yıkanması yapıldı.

Sıra cenaze namazına gelince Hz. Ebû Bekir (ra) naaşın dışarıya çıkarılmasına müsaade etmedi. Hz. Ali de (ra) bu görüşü destekleyerek, odaya grup grup insanların alınmasına karar verildi. Önce Haşimoğulları içeriye girdi, sayılarının 17 olduğu söylenir. Hz. Ali,
‘vefat etmiş olsa bile imam Resûlullah’tır’ diyerek cemaatle değil, herkesin ferdi olarak namaz kılmasını söyledi. Böylece Çarşamba gününe kadar Medine ahalisinin ve dışarıdan gelen insanların namazları devam etti. Bütün erkekler grup grup içeriye girip namaz kıldıktan sonra kadınlar aynı şekilde içeriye alındı. Kadınlar bitince de çocuklar, çocuklar bitince de köleler içeriye alındı.

Bu konu onlarca kaynağımızda, benim size özetlediğim şekilde geçmektedir. Daha fazla bilgi için şu eserlere bakılabilir: İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 290-293; Belâzürî, Ensabü’l-Eşrâf, c. 1, s. 275-278; Beyhaki, Delâil, c. 7, s. 251-253)

Hakikat böyle iken belirttiğimiz gibi müsteşriklerin iddialarını doğruymuş gibi insanlara anlatmanın ne amacı olabilir?

Aziz Kardeşim; Sahâbe algısı çok önemli bir alandır. İslam tarihindeki tüm sapmaların altında, bu algının yanlış zemin üzerine oturtulması vardır. Bundan dolayı bizlere Kur’ân’ı ve Sünnet’i emanet eden bu altın nesle karşı çok dikkatli olmalı, öyle bu konuda her söylenene kulak asmamalısınız.

Sözü söyleyen söylemiş:
“Fakat Peygamber ve onunla beraber inananlar (Sahâbe), mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Tevbe 9/88)

Selam ve dua ile…


Muhammed Emin Yıldırım


http://www.siyertv.com/hz-peygamberin-sas-cenaze-namazi-kilinmadi-mi/
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

24 Ekim 2017 Salı

Hayızlı Kadının Oruç Tutmasının ve Kuran Okumasının Hükmü Nedir?

Hayızlı Kadının Oruç Tutmasının ve Kur’an Okumasının Hükmü Nedir?: (6520)
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

23 Ekim 2017 Pazartesi

*** Bidat Nedir? Mevlidin Dindeki Yeri Nedir?

Bid’at Nedir? Mevlidin Dindeki Yeri Nedir?: (2281)
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

20 Ekim 2017 Cuma

Adetli Kadının Umresi

Adetli Kadının Umresi: (646)
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

19 Ekim 2017 Perşembe

Tavaf veya Say Esnasında Abdestimiz Bozulursa Ne Yapmalıyız?

Tavaf veya Say Esnasında Abdestimiz Bozulursa Ne Yapmalıyız?: (636)
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

18 Ekim 2017 Çarşamba

Ard Arda Tavaf Yapılır Mı?

Ard Arda Tavaf Yapılır Mı?: (252)
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

17 Ekim 2017 Salı

Tavaf veya Sayın Sayısını Unuttuk Ne Yapmalıyız?

Tavaf veya Say’ın Sayısını Unuttuk Ne Yapmalıyız?: (201)
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

16 Ekim 2017 Pazartesi

Başkasının Adına Umre veya Tavaf Yapabilir miyiz?

Başkasının Adına Umre veya Tavaf Yapabilir miyiz?: (438)
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

15 Ekim 2017 Pazar

Hayızlı Bayan Camiye Girebilir mi?

Sual: Selamun aleykum. Hayızlı bayan camiye girer mi? Bu konuda siyer çalışmanız var mı? Eğer giriyorsa buna hem sahabeden hem de hadisten delil var mı? Eğer girilmiyorsa da aynı şekilde hem sahabeden hem de hadisten delil var mı? Yardımcı olursanız sevinirim selametle…

Cevap: Aziz Kardeşim;
Hayızlı kadının camiye ya da cami, mescid hükmünde olan yere girmesi haramdır. Bu hüküm, Hz. Peygamber’in (sas) açık beyan ve uygulamalarına dayanmaktadır. Ümmü Seleme annemizden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Resulullah (sas) bir gün mescidinin avlusuna girerek en yüksek sesiyle: “Şüphesiz mescid, cünüb adama ve hayızlı kadına helâl değildir.” buyurdu. (İbn Mâce, Tahâre, 92; Dârimî, Vudû’,116).

İşte bu açık beyandan dolayı hayızlı kadınların cami ve mescitlere girmesi haramdır. Bu haram kılma sadece âdet gören ve loğusa olan kadına has değil, cünübü de kapsamaktadır.

Bu hüküm geneldir, bundan dolayı ister oturmak için, ister bir kapısından girip diğer kapısından çıkmak için olsun fark etmez. (Fetâvâ-yi Hindiyye) Ancak, yol mescidin içinden geçiyorsa, o takdirde cünübün geçmesine cevaz verilmiştir.

Camiden başka yerde bulunmazsa, o takdirde su almak için âdet görme halindeki kadının veya loğusanın ya da cünübün camiye girmesine de cevaz verilmiştir.

Bunun gibi cünüb, âdet gören kadın ya da loğusa, hırsızdan ve soyguncudan ya da şiddetli soğuktan korkar, başka da sığınacak yer bulamazlarsa, o takdirde camiye girip oturmaları caiz olur. Ancak mabede hürmeten teyemmüm etmeleri uygun bir davranış olarak nitelendirilmiştir.(Tatarhaniyye – Fetâvâ-yi Hindiyye)

ŞAFİİLERE GÖRE HÜKÜM NEDİR?

Yukarıdaki hüküm Hanefiler içindir. Şafilere göre ise; cünüb, hayızlı ve nifaslı kadının, beklemeksizin, dolaşmaksızın, mescidi kirletmeksizin içinden geçmeleri caizdir. Meselâ bunlardan birinin, mescidin bir kapısından girip öbüründen çıkması caizdir. Ama girdiği kapıdan tekrar çıkması, mescidin içinde dolaşmak sayıldığından haram olur. Yalnız bir kapıdan girip öbüründen çıkmak niyetiyle içeri girer de farkında olmaksızın aynı kapıdan tekrar çıkacak olursa bu, haram olmaz.

Onlar da bu konuda iki hadise dayanırlar.

Hz. Aişe (ra) anlatıyor: “Resulullah (sas) bana Mescidden hasırı / seccadeyi getir.” buyurduğunda, ben hayız halinde olduğumu söyledim. Bunun üzerine: “Hayız halin senin elinde olmayan bir şeydir.” buyurdu. [Müslim, Hayız, (299) 11- 13]

İkinci rivayeti ise Hz. Meymune (ra) anlatıyor: “Bizden birisi hayız halinde olduğu halde hasırı / seccadeyi götürüp Mescide sererdi.” (Nesaî, Taharet, 174)

MUSALLA DENİLEN YERLER İÇİN HÜKÜM NEDİR?

Musalla, Hz. Peygamber’in (sas) cenaze, bayram namazlarını kıldırdığı ve bazen yağmur duasına çıktığı geniş alandır. Medine’nin musallası bugün Ğamame Mescidi’nin bulunduğu yerdir. Bu tarz yerler için aynı hüküm geçerli değildir. Sahih rivayetlere göre bu tarz yerler hayızlı, loğusalı, hatta cünüp olanlar katılır, namaz kılamaz ama tekbir ve tehlikelere iştirak edebilir.

Selam ve dua ile…

Muhammed Emin YILDIRIM


http://www.siyertv.com/hayizli-bayan-camiye-girebilir-mi/
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

14 Ekim 2017 Cumartesi

Kadının İmamlığı

Sual: Hocam, kadının kadınlara imameti hakkında Hz. Aişe ve Ümmü Seleme annelerimizin farz namaz kıldırdıklarının hadis kaynaklarındaki delili nedir? Bilgilendirmeniz hususunu arz eder, Allah’ın rahmeti üzerinize olsun derim.

Cevap:Muhtereme kardeşim, hadis kitaplarımızda kadınların imamlığı meselesi ile alakalı dört hanım sahabî üzerinden bize bazı rivayetler ulaşmıştır. Bu rivayetleri önce aktaralım, sonrasında müçtehit alimlerimizin değerlendirmelerini verelim.

Bu rivayetlerin ilki, Efendimiz (sas) tarafından şehid olacağının müjdesi verilen Ümmü Varaka validemiz ile ilgilidir. Ümmü Varaka, evinde cemaatle namaz kılmak için izin istediğinde, Hz. Peygamber (sas) ona izin vermiş, hatta evin yaşlı erkek kölesini onlar için müezzin olarak tayin etmiştir. (Ebû Dâvûd, Salât, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c.6, s.405) Yaşlı erkek kölenin, Ümmü Varaka validemizin arkasında namaz kılıp kılmadığı net olarak belli değildir. Birde bu rivayet senetinde bulunan Abdurrahman b. Hallâd isimli raviden dolayı tenkit edilmiş, adı zikredilen ravinin gevşekliğine dikkat çekilmiştir. (İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, c.6, s. 153)

Kadınlara imamlık yaptığı yönünde kaynaklarımızda adı geçen ikinci isim Sa’de bint Kamame’dir. Hakkında çok fazla malumat sahibi olmadığımız bu hanım sahabînin kadınlara imamlık yaptığı aktarılmıştır. (İbn Abdilberr, el-İstiâb, c.4, s. 328; İbn Esir, Usdü’l-Ğabe, c. 7, s. 141)

Sorunuzda geçen isimlerden biri olan Hz. Aişe annemize gelince, onun kadınlara imamlık yaptığı, ezan ve kamet okuduğu, bazı farz namazlarını kadın cemaatinin ilk safının ortasında durarak, öne çıkmadan onlara kıldırdığı söylenir. (Abdürrezzak, el-Musannaf, c.3, s. 126)

Diğer bir annemiz olan Ümmü Seleme validemize gelince, onunda bir ikindi namazında kadın cemaate imamlık yaptığı aktarılmıştır. (İbn Sa’d, Tabakât, c. 8, s. 484)

Konu ile alakalı rivayetler bu şekildedir. Bu meselenin hükmüne gelince, elbette bizler bazı rivayetlere bakarak hüküm çıkaramayacağımız için mezhep alimlerimizin konu ile alakalı görüşlerine müracaat etmek durumundayız.

Buna göre başta İmam-ı Azam Ebû Hanife ve İmam Şafiî olmak üzere fukahanın çoğu, kadının erkeklere imamlığını caiz görmemişlerdir. Olurda böyle bir namaz kılınmışsa, erkeklerin namazları geçersiz olacaktır; bundan dolayı yeniden kılmaları gerekir. Çünkü bu konuda çok açık bir hüküm vardır. Hz. Cabir ve Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre, Efendimiz (sas):
“Kadın erkeğe imamlık yapamaz!” buyurmuştur. (Beyhaki, Sünen, c. 3, s. 90; İbn Ebi Şeybe, Musannaf, c. 1, s. 430)

Kadının kadın cemaate imamlığına gelince, Şafiîler yukarıda aktarılan hadisleri delil olarak getirerek, kadınların cemaatle namaz kılmalarının müstehab olduğunu söylemişlerdir. (İbn Kudâme, el-Muğni, c.2, s.36; el-Buhutî, Keşşafü’l- Kına’, c.1, s. 564)

Hanbeliler ise İmam Ahmed b. Hanbel’e dayanan iki görüşü de nakletmişlerdir. Buna göre kadınların bir kadın imamın arkasında namaz kılmaları hem müstehabtır, hem değildir. (ez-Zeylâi, Tebyinu’l-Hakaik, c. 1, s. 13; Haskefî, ed-Dürrü’l-Muhtar, c.1, s. 528)

Malikiler, kadının kadına imamlığı meselesinde farz ve nafile ayırımı yapmadan her türlü durumda imamlık yapamayacağını söylemişlerdir. (Aynî, el-Bidaye Şerhü’l-Hidaye, c. 2, s. 336)

Hanefilere gelince, teravih namazı dahil tüm namazlarda kadının kadınlara imamlığı mekruh olarak görülmüştür. Zikredilen hadislerin değerlendirilmesi meselesinde Hanefi fakihler farklı yorumlarda bulunmuş, kimi nesh edildiğini söylerken, kimi başka hadisleri delil olarak getirerek kadının, bir kadın cemaati içerisinde olsa bile tek başına namaz kılmalarının daha doğru olacağını belirtmişlerdir. (Aynî, el-Bidaye Şerhü’l-Hidaye, c. 2, s. 336-339)

Bu hükümler çerçevesinde hangi mezhebe bağlı iseniz ona göre amel etmeniz en doğru yoldur. Selam ve dua ile…

Muhammed Emin Yıldırım

(1) El – Mecmu’, IV, 96
(2) El – Muğni, I, 202; Keşşafu’l – Kına’, I,564
(3) Tebyinu’l – Hakaik, I, 13; ed – Dürrü’l – Muhtar, I,528 vd.; el – Lüab, I, 82.
(4) Bu hadisi Ebu Davud İbni Mes’ud’dan tahric etmiştir. Ahmed ve Taberani Ümmü Hümeyd es – Saıdiyye’den benzer bir hadisi tahric etmişlerdir. Neylü’l – Evtar, III, 32.



http://www.siyertv.com/kadinin-imamligi/

at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

13 Ekim 2017 Cuma

Özür dileyeni affetmek farz mıdır yani affetmezsem günaha girer miyim?

Cevap:Mü’min kendisine yapılan bir zulme veya haksızlığa, hakarete karşı şu üç seçenekten birini tercih edebilir:

a-Affeder. Bu en iyi durumdur.
b-Affetmez, Allah’a havale eder.
c-Yapılan zulme karşı hukuki süreci işletir ve intikamını alır.

Affın doğru olmayacağı durumlar da olabilir. Şerrini git gide yayacak birini affetmek zulme destek olabilir mesela.

Bu üç pozisyonun her birinde serbesttir mü’min.
İnce bir çizgi olarak şunu bilmekte yarar vardır: Temel ölçümüz mü’mine merhametli kâfire çetin olmaktır.

Affetmeyi sevaba da dönüştürebilir mü’min:
1-Allah’tan ecir umarak affeder,
2-Affetmeyebileceği güçte olduğu hâlde affeder,
3-Affetmesi beraberinde bir ıslah veya huzur ortamı getirir, aksine şerri azdırmış olmaz. Böyle bir af şüphesiz sevap kaynağıdır. Şeytanın kışkırtmalarına alet olmamak düzeyidir.

Önemli bir ayrıntı olarak şu da bilinmelidir:
Mü’minin affetme ile alakalı bu bilgileri, BİLEREK HAKSIZLIK EDENE karşı olan af boyutudur. Bilmeyerek bir eziyet edeni affetmek mü’min için bunun ötesinde bir fazilettir. Hatayı affetmek, özrü kabul etmek kasıtsız yapılmış durumda iken bu kuralların üstünde bilinmelidir. Önemli olan kısıtlı hatayı affedebilmektir.

Kardeşlik hukukuna riayet eden mü’minler olmalıyız. Hatalı tavırlarımız olmamalıdır. Olursa özür dilemesini bilmeliyiz. Özrü kabul etmeyi de kaçmaması gereken bir fırsat olarak görmeliyiz.

Nureddin Yıldız


https://www.fetvameclisi.com/fetva-ozur-dileyeni-affetmemek-gunah-midir-84025.html






at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

12 Ekim 2017 Perşembe

Nafile ibadetlerimde zorlanmam, günahlarımdan dolayı mıdır?

Soru:Hocam teheccüd gibi nafile ibadetlere kalkmakta zorlanıyorum ve bu kalkamamanın sebebi günahlardanmı oluyor?

Cevap:Nafile ibadetler bir kazanç yarışı demektir. Her ibadetin bir nafilesi vardır. Birine takatı yetmeyen diğeri ile yarışa katılır. Uykusu ağır olan veya işi ağır olduğu için çok uyuyan teheccüdü kaçırırsa onun yerine öbür nafileye geçer. Kur’an okur mesela. Sadaka verir. Hasta ziyaret eder. Nafileler çoktur. Evet, günahların da etkisi vardır ama sadece günahlardan kaynaklanmıyor bu durum.

Nureddin Yıldız


https://www.fetvameclisi.com/fetva-nafile-ibadetlerimde-zorlanmam-gunahlarimdan-dolayi-midir-84061.html
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

11 Ekim 2017 Çarşamba

Her günahın tevbesi ayrı mı yoksa bir tevbe yeterli mi?

Soru:Bir insan birden fazla çeşit günah işliyor veya işledi ise bunlardan birinden tevbe ettiğinde diğerlerinden de tevbe etmediği için tevbesi kabul olmaz mı?

Cevap:Alimlerimizin bu husustaki sözü şudur:
Tevbe kapısı açıktır. Kul, bütün günahlarından tevbe etmelidir. Eğer bütün günahlarından tevbe etmiyor da mesela işlemekte olduğu üç çeşit günahtan sadece birinden tevbe ediyorsa o tevbesi kurala uygun bir tevbe ise kabul edilir. Diğer günahlarından tevbe etmemiş olması o tevbenin de reddedilmesini gerektirmez. Örnek olarak alkol kullanan ve faiz yiyen mümin, sadece faizden tevbe etse ve tevbesi kurala uygun ise onun vebalinden kurtulur, alkol devam eder. Genel kanaat böyledir.

Nureddin Yıldız


https://www.fetvameclisi.com/fetva-her-gunahin-tevbesi-ayri-mi-yoksa-bir-tevbe-yeterli-mi-84110.html
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

10 Ekim 2017 Salı

Dünyalık şeyler istemek için dua edebilir miyiz?

Soru:Hocam, dualarımızda hem dünyalık hem ahiretlik isteyebilir miyiz? (Allah’ım beni ve ailemi bu dünyada hayırlısıyla çok zenginlerden ahirette de direk cennetliklerden eyle) gibi. İnsan hem ahireti hem dünyayı isteyebilir mi? Rabbimiz; “neyi isterseniz onu veririm” diyor. Her ikisini de istemek olmaz mı? Ahireti isteyen dünyayı da isteyemez mi?

Cevap:Kur’an’ımızın ve hadislerin bize öğrettiği dua üslubunda DÜNYA/AHİRET DENGESİ vardır. Bir mümin, cenneti ve nimetlerini ister gibi dünya huzurunu da ister, istemelidir de. Dünyada nimet ve huzur istemek, afiyet temenni etmek mümin için tam anlamı ile Allah’ın nimetlerini arzu etmektir. Bunun bir sakıncası yoktur.

Nureddin Yıldız


https://www.fetvameclisi.com/fetva-dunyalik-seyler-istemek-icin-dua-edebilir-miyiz-84148.html
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

9 Ekim 2017 Pazartesi

Kimse kimseye her konuda itaat etmez -Faruk Beşer

...Her idari birimin fertleri amirlerine itaat eder, İslam inancına ve hukukuna göre normal şartlarda evin reisi erkektir demiştik. İslam ailede kadının ve kız erkek ailenin bütün fertlerinin belli şartlarla evin reisine itaat etmelerini ister. Yani bu itaat Allah’ın emridir ama mutlak değildir.

Resulüllah Efendimiz (sa) üç kişilik bir seriyye/müfreze birliği gönderdiği zamanda bile onlardan birini emir/âmir tayin ediyor, diğerlerinin o belli şartlarla ona itaat etmelerini istiyordu. Şu olay bunu anlatır: O bir defasında bir seriyye göndermiş ve içlerinden birini emir tayin etmişti. Bir ara emirlerini kızdırdılar. Emir, siz bana itaat etmek zorunda değil misiniz, dedi. Evet dediler. O halde odun toplamanızı emrediyorum dedi, topladılar. Şimdi bunu yakın dedi, yaktılar. Alevler yükselince, girin içine dedi, birbirlerine baktılar. Birisi, emir böyle söylüyor, gireceğiz diyecek oldu. Diğerleri, hadi önce sen gir bakalım deyince emirin emri suya düştü. Döndüklerinde emir neferlerini Resulüllah’a şikâyet etti. Ravinin nakline göre Resulüllah o kadar kızdı ki, boyun damarları kabardı ve şu ölçüyü koydu: ‘Eğer o ateşe girmiş olsaydınız bir daha ebediyen çıkamayacaktınız. İtaat sadece marufta olur’.

Ölçü bu. İslam, âmirin emri maruf olduğu sürece madunundakileri ona itaate mecbur kılmış. Maruf, iyi ve doğru bilinen şey demektir. Bunu şeri naslar ve onların olmadığı yerde toplumun ortak aklı, yani örf belirler. Örf de yine bu kelimedendir, aklıselimin iyi bildiği uygulamalar demektir.

Ev halkı, varsa reis olan evin erkeğine, idari birimlerdeki bireyler amirlerine, şehir halkı valiye, ülke halkı kendileri gibi namaz kılan, hukuka riayet eden, işlerini şuraya bağlayan emirul-müminine ya da halifeye, yani ulül-emre itaat ederler. Onlarla birlikte müminlerin emiri de Resulüllah’a yani onun anlattığı şekilde Allah’a kayıtsız şartsız itaat eder. Allah’a itaatten önceki bu itaat sıralamasında her hangi biri gayrimeşru bir şey emrederse artık ona itaat edilmez. Bu konuda da kuralı şu hadisi şerif belirler:

“Hâlika/yaratana isyan olan bir konuda mahlûka/yaratılana itaat edilmez”.

Bu aynı zamanda müslüman bireylerin kendilerini ilgilendiren hususlarda isyan olanla olmayan şeyleri bilmelerini gerektirir. Benim efendim diyorsa doğrudur, itaat etmeliyim diyemez. Onlara da Hz. Ali’nin şu muhteşem kuralını hatırlatırız: ‘Hakikati insanlarla tanımayın. Önce hakikati tanıyın ki, onunla insanları tanıyabilesiniz’.

Resulüllah’ın emirleri iyi tespit edilip iyi anlaşıldıktan sonra onlara itaat de Allah’ın emridir. Dolayısıyla onların Allah’ın Kuranıkerim’de söylediklerine aykırı olması düşünülemez. Burada bile insanların bir yanlış anlamaya düşmemeleri için Allah (cc), Resulüllah’a itaatten söz ederken “onlar sana maruf olan bir konuda isyan etmemek üzere biat ederler” (Mümtahine 12) buyurur. Resulüllah maruf olmayan bir şeyi emretmez, o halde burada sünneti yanlış anlama gibi bir şeyin olabileceğine ve ölçünün maruf olan olduğuna dikkat çekilmiş olmalıdır.

Demek ki, evin reisi erkektir demek, kadın ya da diğerleri ona her hâlükarda mutlak itaat eder demek değildir. Söz konusu olan ayette (Nisa 34) önce erkeğin adam gibi erkek olması hatırlatılır. Evine bakması, yani onların bütün ihtiyaçlarını meşru yoldan karşılaması. Sonra da onlara meşru olmayan hiçbir emirde bulunmaması. Onları uşak ve ırgat gibi görmemesi. Meşru haklarını kısıtlamaya kalkışmaması.

Yani konu kadın konusu olmaktan önce erkek konusudur.

Erkek böyle ise artık ‘saliha kadınlar meşru çerçevede itaat eden kadınlardır’. Bunun simetriğini de söyleyebilirsiniz; salih erkekler meşru çerçevede itaat eden erkeklerdir. Kadınlar serkeşlik/nüşüz ederlerse artık hukuki yaptırımlar sırasıyla devreye girer. Aynı suçu erkek işlerse ona da yaptırımlar vardır, ama onları ev halkı değil, erkeğin bir üstü uygular. Okulda müdürün cezasını öğretmenler veremez. Ama hiç kimsenin haksızlığı yanına kalmaz.

Eğer bu düzeni bozarsanız bu defa da kadının erkeğe haksızlık yapmasına sebep olursunuz, aileyi dağıtırsınız, sonra da toplumu fesada uğratırsınız. Bu söylediklerimiz kişisel yorumlar değildir, bizzat Kuranıkerim’in emridir. Oysa toplum yapımız şu anda bunları müslümanların bile dillendirmesine elverişli değil, üzerlerinde mahalle baskısı var. Çünkü İslam değil, kapitalizm, feminizm ve demokrasi var. Bunların hepsinin birinci tercihi kendi çıkarlarıdır, fıtri/doğal haklar ve görevler değildir. İnsan ‘acûl’ olarak yaratılmıştır. Kendini Allah’ın kanunlarına bağlı hissetmezse hemen olanı ister, kendi çıkarlarını düşünür.


http://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/kimse-kimseye-her-konuda-itaat-etmez-2040182

at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

8 Ekim 2017 Pazar

Erkeğin ailenin reisi olması, kadının erkeğe itaati meselesi midir?- Faruk Beşer

... itaat kadının erkeğe yapması gereken bir şey değil, her sosyal ve idari birimin bütün fertlerinin, o birimin amirine karşı yapması gereken bir görevdir. Erkek de bulunduğu birimde amirine itaat etmek zorundadır. Bunun olmadığı bir sistem düşünülebilir mi? Evdeki kız-erkek çocuklar da belli şartlarla babalarına ve de annelerine itaat etmek zorundadırlar.

İtaat, sadece İslam’ın istediği bir şey midir? Bütünüyle hayatın doğası bunu gerektirir. Kâinattaki her şey ister istemez / tav’an ve kerhen belli kanunlara, bize göre Allah’ın emrine, fiilen uymaktadır. Bu kanunların bazılarına uyup uymama ihtiyarı olan sadece insandır. O da kendi özgür iradesiyle hesaba çekilecektir. Kocasına itaati aşağılanmışlık olarak gösterilen kadın, eğer çalışıyorsa her gün kaç erkeğe ya da kadına itaat etmektedir? Erkek de öyle değil mi? Demek itaat kaçınılmaz fıtri bir görevdir. Tabiatın itaate zorlandığı kanunlara, bize göre Allah’ın zorunlu emirlerine, bir an itaat etmediğini düşünebilir misiniz? Mesela dünya, ben bu defa yörüngemden hafif çıkmak istiyorum demiş olsa sonuç ne olur?

Mesele biraz da itaat deyince kadının, kocanın her dediğini yapması diye anlaşılmasından kaynaklanıyor. Ayrıca kocanın karısına itaat etmesi gereken hususlar yok mudur? Bunu da gelecek yazımızda görelim...


Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/erkegin-ailenin-reisi-olmasi-kadinin-erkege-itaati-meselesi-midir-2040155
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

6 Ekim 2017 Cuma

Ahzab Suresi 56. Ayetin Anlaşılması

Sual: Muhterem hocam Ahzab suresi 56. Ayetinde (yusallu) kelimesi nasıl anlamalıyız?

Cevap:
“Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler! Siz de salât edin ve tam bir teslimiyet ile O’nun getirdiklerine teslim olun.” Ahzab 56

Ayette geçen salât kavramı ne yazık ki hep bir manaya indirgenmiş ve işin sadece kâl/söz boyutu ile gündemde tutulmuştur. Sanki bu ayette Rabbimizin bizden istediği, sadece ve sadece Efendimiz’in adı anıldığında, O’na yakışacak ihtiram cümlelerinin kullanılması olarak anlaşılmıştır. Bu doğru değildir; ayette beyan edilen salavât kavramı çok daha geniş bir anlam ihtiva etmektedir.

Dolayısı ile bu ayette geçen mesaj, sadece kâl/söz ile sınırlandırılmamalı; dilin, aklın, kalbin, bedenin, ailenin, toplumun salavâtı olarak anlaşılmalıdır. Nasıl mı?

Dilin salavâtı: Efendimiz’in adı anıldığında her türlü ihtiram ve edeple anılması, O’nun şanına yakışacak ifadeler kullanılmasıdır ve bunun kesinlikle ihmal edilmemesidir. Bu konuda onlarca hadisin olduğu unutulmamalıdır.

Aklın salavâtı: Aklı O’nun hizmetine verip, sahabî hasbiliğinde bir zihin geliştirerek, şüphe ve tereddütlere kapıları kapatarak, mutlak bir teslimiyet gösterilmesidir.

Kalbin salavâtı: Yüreğe O’ndan başkasını konuk etmemek, gönül tahtında tartışılmaz sultan olarak O’nu bilmek, mirasına karşı yürekte en ufak bir tatminsizlik taşınmamasıdır.

Bedenin salavâtı: Hayatı O’nun gösterdiği gibi yaşamak, hayatın her alanında ve her anında O’nun rehberliğine müracaat ederek yürünmesidir.

Ailenin salavâtı: Evde O’nu hakem tayin etmek, aileyi O’nun cihana bıraktığı mesajlar çerçevesinde diri tutmaya çalışmaktır.

Toplumun salavâtı: Efendimiz’in mirasına sahip çıkmak, O’nun risalet davasına destek olmak, topluca O’nun emanetlerini miraslarını korumaya çalışmak ve gereklerini yerine getirmektir.

Selam ve dua ile…

Muhammed Emin YILDIRIM


http://www.siyertv.com/ahzab-suresi-56-ayetin-anlasilmasi/
at 10:30 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

Bu Blogda Ara

Öne Çıkan Yayın

HER ZAMAN HAMD

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim" Bismillahirrahmanirrahim Hamd, yani elhamdülillah demek, n...

Blog Arşivi

  • ▼  2025 (376)
    • ▼  Ağustos 2025 (5)
      • 111-Tebbet Suresi - 1-5 . Ayet Tefsiri
      • 111-Tebbet Sûresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
      • 110-NASR SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
      • 110-Nasr Suresi - 1-3 . Ayet Tefsiri
      • ****** F İ H R İ S T ******
    • ►  Temmuz 2025 (48)
    • ►  Haziran 2025 (65)
    • ►  Mayıs 2025 (54)
    • ►  Nisan 2025 (30)
    • ►  Mart 2025 (96)
    • ►  Şubat 2025 (34)
    • ►  Ocak 2025 (44)
  • ►  2024 (252)
    • ►  Aralık 2024 (32)
    • ►  Kasım 2024 (30)
    • ►  Ekim 2024 (31)
    • ►  Eylül 2024 (31)
    • ►  Ağustos 2024 (25)
    • ►  Temmuz 2024 (21)
    • ►  Haziran 2024 (10)
    • ►  Mayıs 2024 (12)
    • ►  Nisan 2024 (7)
    • ►  Mart 2024 (4)
    • ►  Şubat 2024 (17)
    • ►  Ocak 2024 (32)
  • ►  2023 (271)
    • ►  Aralık 2023 (21)
    • ►  Kasım 2023 (13)
    • ►  Ekim 2023 (26)
    • ►  Eylül 2023 (23)
    • ►  Ağustos 2023 (24)
    • ►  Temmuz 2023 (22)
    • ►  Haziran 2023 (35)
    • ►  Mayıs 2023 (35)
    • ►  Nisan 2023 (2)
    • ►  Mart 2023 (19)
    • ►  Şubat 2023 (28)
    • ►  Ocak 2023 (23)
  • ►  2022 (294)
    • ►  Aralık 2022 (31)
    • ►  Kasım 2022 (30)
    • ►  Ekim 2022 (31)
    • ►  Eylül 2022 (28)
    • ►  Ağustos 2022 (24)
    • ►  Temmuz 2022 (18)
    • ►  Haziran 2022 (28)
    • ►  Mayıs 2022 (24)
    • ►  Mart 2022 (27)
    • ►  Şubat 2022 (22)
    • ►  Ocak 2022 (31)
  • ►  2021 (299)
    • ►  Aralık 2021 (31)
    • ►  Kasım 2021 (27)
    • ►  Ekim 2021 (31)
    • ►  Eylül 2021 (27)
    • ►  Ağustos 2021 (27)
    • ►  Temmuz 2021 (17)
    • ►  Haziran 2021 (19)
    • ►  Mayıs 2021 (13)
    • ►  Nisan 2021 (2)
    • ►  Mart 2021 (53)
    • ►  Şubat 2021 (23)
    • ►  Ocak 2021 (29)
  • ►  2020 (296)
    • ►  Aralık 2020 (29)
    • ►  Kasım 2020 (29)
    • ►  Ekim 2020 (26)
    • ►  Eylül 2020 (29)
    • ►  Ağustos 2020 (18)
    • ►  Temmuz 2020 (24)
    • ►  Haziran 2020 (31)
    • ►  Mayıs 2020 (4)
    • ►  Nisan 2020 (19)
    • ►  Mart 2020 (28)
    • ►  Şubat 2020 (26)
    • ►  Ocak 2020 (33)
  • ►  2019 (292)
    • ►  Aralık 2019 (32)
    • ►  Kasım 2019 (25)
    • ►  Ekim 2019 (29)
    • ►  Eylül 2019 (23)
    • ►  Ağustos 2019 (18)
    • ►  Temmuz 2019 (25)
    • ►  Haziran 2019 (22)
    • ►  Mayıs 2019 (3)
    • ►  Nisan 2019 (26)
    • ►  Mart 2019 (29)
    • ►  Şubat 2019 (29)
    • ►  Ocak 2019 (31)
  • ►  2018 (297)
    • ►  Aralık 2018 (31)
    • ►  Kasım 2018 (30)
    • ►  Ekim 2018 (25)
    • ►  Eylül 2018 (21)
    • ►  Ağustos 2018 (40)
    • ►  Temmuz 2018 (31)
    • ►  Haziran 2018 (23)
    • ►  Mayıs 2018 (15)
    • ►  Nisan 2018 (20)
    • ►  Mart 2018 (30)
    • ►  Şubat 2018 (21)
    • ►  Ocak 2018 (10)
  • ►  2017 (223)
    • ►  Aralık 2017 (32)
    • ►  Kasım 2017 (30)
    • ►  Ekim 2017 (26)
    • ►  Eylül 2017 (26)
    • ►  Ağustos 2017 (22)
    • ►  Temmuz 2017 (19)
    • ►  Mayıs 2017 (11)
    • ►  Nisan 2017 (13)
    • ►  Mart 2017 (19)
    • ►  Şubat 2017 (12)
    • ►  Ocak 2017 (13)
  • ►  2016 (174)
    • ►  Aralık 2016 (9)
    • ►  Kasım 2016 (14)
    • ►  Ekim 2016 (16)
    • ►  Eylül 2016 (14)
    • ►  Ağustos 2016 (27)
    • ►  Temmuz 2016 (21)
    • ►  Haziran 2016 (3)
    • ►  Mayıs 2016 (12)
    • ►  Nisan 2016 (13)
    • ►  Mart 2016 (14)
    • ►  Şubat 2016 (16)
    • ►  Ocak 2016 (15)
  • ►  2015 (156)
    • ►  Aralık 2015 (12)
    • ►  Kasım 2015 (16)
    • ►  Ekim 2015 (12)
    • ►  Eylül 2015 (13)
    • ►  Ağustos 2015 (24)
    • ►  Temmuz 2015 (8)
    • ►  Haziran 2015 (7)
    • ►  Mayıs 2015 (14)
    • ►  Nisan 2015 (11)
    • ►  Mart 2015 (12)
    • ►  Şubat 2015 (11)
    • ►  Ocak 2015 (16)
  • ►  2014 (160)
    • ►  Aralık 2014 (13)
    • ►  Kasım 2014 (13)
    • ►  Ekim 2014 (8)
    • ►  Eylül 2014 (13)
    • ►  Ağustos 2014 (14)
    • ►  Temmuz 2014 (3)
    • ►  Haziran 2014 (10)
    • ►  Mayıs 2014 (12)
    • ►  Nisan 2014 (12)
    • ►  Mart 2014 (28)
    • ►  Şubat 2014 (16)
    • ►  Ocak 2014 (18)
  • ►  2013 (142)
    • ►  Aralık 2013 (18)
    • ►  Kasım 2013 (21)
    • ►  Ekim 2013 (21)
    • ►  Eylül 2013 (18)
    • ►  Ağustos 2013 (8)
    • ►  Temmuz 2013 (10)
    • ►  Haziran 2013 (5)
    • ►  Mayıs 2013 (7)
    • ►  Nisan 2013 (15)
    • ►  Mart 2013 (14)
    • ►  Şubat 2013 (5)

En çok okunan Yayınlar

  • VAHŞİ Radıyallahu Anh'a İNEN 3 AYET
    Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn....
  • EVLATLARIMIZ İÇİN GÜZEL BİR DUA!
    “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim" Bismillahirrahmanirrahim Allahım ! Bizlere hayırlı evlatl...
  • DÜŞMANA KARŞI OKUNACAK DUALAR
    Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn....
  • Zaruriyat, Haciyat, Tahsiniyat
    "Celb-i Menfaat ve def'i mefsedet" Duruma ve ortama uygun olan iş, insanların yararına ve çıkarına olan davranış, hayra ve sal...
  • HACI VEYİSZADE HZ. ÇOCUKLAR İÇİN DUASI
    “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim" Bismillahirrahmanirrahim EY RABBİMİZ!!! Bizi birbirinden g...
  • 109-KÂFİRÛN SÛRESİ BİZE NE ANLATTI?
    Mekke döneminde Mâûn sûresinden sonra nâzil olmuştur. Altı âyet olup fâsılası د، م، ن harfleridir. İlk âyeti kâfirlere hitapla başladığı içi...
  • 106- Kureyş Sûresi- Hakkında-Nuzülü-Konusu
    Hakkında Mekke döneminde inmiştir. 4 âyettir. Kureyş, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin mensup olduğu kabilenin adıdır. Nuzülü Mus...
  • 107-Maûn Suresi-Hakkında-Nuzülü-Konusu
    Hakkında Mekke döneminde inmiştir. 7 âyettir. Mâ’ûn, yardım ve zekât demektir. Nuzülü İniş sırasına göre on yedinci, mushaftaki sıraya göre ...
  • Mahşer'de Bir Bir Yaşanacaklar! - Yapay Zeka Canlandırma - B3
  • 110-Nasr Suresi - 1-3 . Ayet Tefsiri
                      Eûzu billahi mineş şeytânirracîm                   Bismillahirrahmanirrahim ﴾1﴿ Allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiği...

Translate

Filigran teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.