29 Ağustos 2016 Pazartesi

Haşir ve Mahşer-6-

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

 
2. Haşir ve Mahşer

Sözlükte “toplanmak, bir araya gelmek” demek olan haşir, terim olarak yüce Allah'ın insanları hesaba çekmek üzere tekrar dirilişten sonra bir araya toplamasıdır. İnsanların toplandıkları yere mahşer veya arasât denilir. Kur'ân-ı Kerîm'de mahşerden ve bu sırada yaşanacak olaylardan bahseden pek çok âyet vardır. Bu âyetlerden birinde şöyle buyurulur: "Allah, onları sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını sandıkları bir durumda yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar. Allah'ın huzuruna varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Çünkü onlar doğru yola gitmemişlerdi" (Yûnus 10/45).

Haşir günü insanlar kendi dertlerini, hesaptan yüz akıyla çıkıp çıkmayacaklarını düşüneceklerinden yakınlarıyla bile ilgilenmeyeceklerdir. O gün müminlerin yüzleri parlayacak, kâfirlerin ise kararacaktır. Hz. Peygamber her kulun öldüğü durum üzere, iyilik üzere ölmüşse iyi, kötülük üzere ölmüşse kötü olarak diriltileceğini, yalın ayak ve ilk yaratılışları gibi haşredileceklerini bildirmiştir (Buhârî, “Rikak”, 45; Müslim, “Cennet”, 14, 19; Tirmizî, “Tefsîr”, 18).

 3. Amel Defterlerinin Dağıtılması

İnsanlar hesaplarının görülmesi için toplandıktan sonra, kendilerine dünyada iken yaptıkları işlerin yazılı bulunduğu amel defterleri dağıtılır. Bu defterlerin mahiyeti bilinmemektedir. Onlar dünyadaki defterlere benzetilemez. Kirâmen Kâtibîn adı verilen melekler tarafından yazılan bu defterler hakkında Kur'an'da şöyle buyurulur: "Kitap ortaya konmuştur. Suçluların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Vay halimize derler, bu nasıl kitapmış. Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez" (el-Kehf 18/49).

Amel defterleri cennetliklere sağdan, cehennemliklere soldan veya arkadan verilir. Defteri sağdan verilenlere "ashâb-ı yemîn", soldan veya arkadan verilenlere "ashâb-ı şimâl" adı verilir. Defterin sağdan verilmesi bir müjde, soldan verilmesi ise azabın habercisidir.

Devam edecek...

http://www.diyanet.gov.tr/UserFiles/DiniBilgiler/Akaid.pdf

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 




28 Ağustos 2016 Pazar

Ba‘s (Yeniden Dirilme) ve Âhiret Halleri-5-

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

cc) Ba‘s (Yeniden Dirilme) ve Âhiret Halleri

1. Ba‘s

“Öldükten sonra tekrar dirilmek” anlamına gelen ba‘s, âhiret hayatının en önemli devrelerinden biridir. Kıyametin kopmasından sonra İsrâfil (a.s.) sûra ikinci defa üfürecek ve bütün canlı yaratıklar tekrar diriltileceklerdir.

 Ehl-i sünnet inancına göre tekrar diriliş, hem beden hem de ruh ile olacaktır. Buna göre insan, öldükten ve çürüdükten sonra, Allah, onun bedenine ait aslî parçaları bir araya getirecek (veya benzerini yaratacak) ve ruhu buna iade edecektir. Kur'ân-ı Kerîm'deki "Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız. Onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe derilerini başka derilerle değiştiririz ki, acıyı duysunlar..." (en-Nisâ 4/56) meâlindeki âyet ile hesap sırasında insanın dil, el ve ayaklarının şahitlik yapacağını bildiren âyetler (en-Nûr 24/24-25), yeniden dirilişin, ruh-beden birlikteliği ile olacağının delilleridir.

 Kur'ân-ı Kerîm öldükten sonra tekrar dirilişi inkâr edenlere karşı, yeniden dirilmenin aklen mümkün olduğunu ve mutlaka meydana geleceğini ısrarla vurgulamakta ve bu konuda şu delilleri ileri sürerek, bu gerçeği ispatlamaktadır:

 1. Bir şeyi yoktan var edenin, onu ikinci defa var etmesi öncelikle mümkündür. Bu tür ispata örnek olarak şu âyetler verilebilir:

 "Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek? diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir" (Yâsîn 36/78-79).

 "Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden (sperm), sonra alakadan (aşılanmış yumurta), sonra organları önce belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz. Sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder. Yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür, ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin..." (el-Hac 22/5).

 2. Zor bir şeyi yaratan, kolay bir şeyi elbette yaratabilir. Göklerin ve yerin yaratılması, insanın yaratılmasından daha zordur. Gökleri ve yeri yaratıp, onları bir şeye dayanmadan uzayda tutan Allah, insanı öldükten sonra  tekrar diriltmeye şüphesiz kadirdir: "Gökleri ve yeri yaratan ve bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de gücünü yeteceğini düşünmezler mi?..." (el-Ahkaf 46/33).

Ayrıca insanın ilk yaratılışı, ikinci yaratılışına göre daha zordur. İnsanı ilkin yaratmaya kadir olan Allah, onu ikinci defa yaratmaya daha çok kadirdir: "O ilkin mahlûku yaratıp sonra da tekrar diriltecek olandır ki, bu ona göre (birinciden) pek daha kolaydır..." (er-Rûm 30/27).

3. Ölü bir durumda olan yeri canlandıran Allah, insanı da diriltebilir: "...Sen yeryüzünü de ölü ve kupkuru görürsün. Fakat biz onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman, o harekete gelir, kabarır, her çeşitten iç açıcı bitkiler verir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. O ölüleri diriltir, yine O her şeye hakkıyla kådirdir. Kıyamet vakti de gelecektir. Bunda şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır" (el-Hac 22/5-7).

4. Bir şeyi zıddına çeviren onu benzerine çevirebilir. Meselâ suyun bol miktarda bulunduğu yeşil ağaçtan ateşin çıkması, âdeta imkânsız iken, ateşi yeşil ağaçtan çıkaran Allah, insanı tekrar yaratabilir: "Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kâdir değil midir? Evet elbette kâdirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır" (Yâsîn 36/80-81).

Hz. Peygamber de çeşitli hadislerinde, öldükten sonra tekrar diriltme konusunda bilgi vermiştir. O bir hadiste şöyle buyurmuştur: "İnsanın kuyruk sokumu kemiği (acbü'z-zeneb) dışındaki her şeyi, ölümünden sonra çürüyüp yok olacaktır. Kıyamet günü tekrar diriltme bu çürümeyen parçadan olacaktır" (Buhârî, “Tefsîr”, 39/3; Müslim, “Fiten”, 141, 142). Yine bu konudaki hadislerde kıyamet gününde bütün insanların diriltileceği, kabirden de ilk defa Hz. Muhammed'in kalkacağı bildirilmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, 39/3; İbn Mâce, “Cenâiz”, 58). Hz. Peygamber bir hadislerinde, insanların diriltilirken ilk yaratılışlarındaki gibi olacaklarını haber vermiş (Buhârî, “Rikak”, 45; Müslim, “Cennet”, 55-59), bir başka hadiste de "Her kul, öldüğü hal üzere diriltilir" buyurmuştur (Müslim, “Cennet”, 83).

Devam edecek...

http://www.diyanet.gov.tr/UserFiles/DiniBilgiler/Akaid.pdf

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 




27 Ağustos 2016 Cumartesi

Kıyamet ve Kıyamet Alâmetleri-4-

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

bb) Kıyamet ve Kıyamet Alâmetleri 

Sözlükte "kalkmak, dikilmek, ayaklanmak" anlamlarına gelen kıyamet bir terim olarak, evrenin düzeninin bozulması, her şeyin alt üst edilerek yok olması, yok olan ve ölen şeylerin yeniden yaratılıp diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi demektir. Bu durumda kıyamet genel bir ölümden sonra genel bir dirilişi kapsamaktadır.

 Kıyametin kopması, aklın imkânsız göreceği bir olay değildir. Çünkü evrenin yaratıcısı ve yöneticisi olan Allah'ın, evrendeki düzeni bozması, dolayısıyla bugün tabiatı düzenleyen kanunların alt üst olması akıl açısından mümkündür. Kur'ân-ı Kerîm'de kıyametin geleceğinden kuşku duyulmaması gerektiğini belirten ve kıyamet ile ilgili durumları açıklayan pek çok âyet vardır:

 "İnsan kıyamet günü ne zamanmış? diye sorar. İşte göz kamaştığı, ay tutulduğu, güneşle ay bir araya getirildiği zaman! O gün insan ‘kaçacak yer neresi?’ diyecektir. Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur. O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur" (el-Kıyâme 75/6-12).

 "Gökyüzü yarıldığı, yıldızlar döküldüğü, denizler birbirine katıldığı, kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman, insanoğlu (yapıp) gönderdiklerini ve (yapamayıp) geride bıraktıklarını bir bir anlar" (el-İnfitâr 82/1-5).

 Kur'an'da kıyamet günü; saat, vâkıa (kesin olarak meydana gelecek olan), et-tâmmetü'l-kübrâ (en büyük felâket ve belâ), hâkka (gerçek olan), gaşiye (şiddetiyle birden bire halkı saran), karia (kapıyı çalacak gerçek) gibi isimlerle de anılmıştır.

Kıyamet günü önce müminlerin ruhları alınarak âhirete göçmeleri sağlanacak, böylece kıyamet, insanların kötüleri ve kâfirler üzerine kopacaktır (Buhârî, “Fiten”, 5; Müslim, “Fiten”, 53; İbn Mâce, “Fiten”, 24).

 1. Kıyametin Kopacağı Zaman

Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. Bu konuda ne Hz. Peygamber, ne ona vahiy getiren Cebrâil (a.s.), ne de zamanı gelince kıyamet olayını fiilen gerçekleştirmekle görevlendirilecek olan İsrâfil (a.s.) bu bilgiye sahiptir. Yüce Allah kıyametin kopacağı zamanı ancak kendisinin bildiğini çeşitli âyetlerde ifade etmiştir. Bu konudaki bazı âyetlerin meâli şöyledir:

 "Kıyamet vakti hakkındaki bilgi ancak Allah katındadır..." (Lokmân 31/34).

 "Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O, göklere de yerlere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah katındadır. Ama insanların çoğu bilmezler" (el-A‘râf 7/187).

 Cibrîl hadisi diye bilinen hadiste de Cebrâil (a.s.) iman, İslâm ve ihsan kavramlarının ne ifade ettiğini Hz. Peygamber'e sorduktan sonra kıyametin ne zaman kopacağını sormuş ve şu cevabı almıştır: "Bu meselede kendisine soru sorulan, sorandan daha bilgili değildir" (Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 1; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15).

Müslüman için önemli olan, kıyametin ne zaman kopacağını bilmek değil, onun kopmasıyla başlayacak olan ebedî hayata gerektiği şekilde hazırlanabilmektir. Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek mümkün değildir. Ancak Hz. Peygamber bazı hadisleriyle onun yaklaştığını gösteren alâmetlerden insanları haberdar etmiştir.

 2. Kıyamet Alâmetleri (Eşrâtü's-sâat)

Kıyamet alâmetleri, insan iradesine bağlı olması veya olmaması, kıyametin kopuşuna çok yakın bulunup bulunmaması durumu göz önünde tutularak iki başlık altında incelenir: Küçük alâmetler, büyük alâmetler. Alâmetlerin büyük veya küçük diye nitelenmeleri önemlerinden dolayı değil, açıklanan sebepten dolayıdır.

 1. Küçük Alâmetler. Dinî emirlerin ihmal edilmesi ve ahlâkın bozulması gibi insan iradesine bağlı olarak büyük alâmetlerden çok önce meydana gelecek olan olaylardır. Peygamberimiz’in gönderilmesi ve onunla peygamberliğin sona ermesi, ilmin ortadan kalkıp bilgisizliğin artması, şarap içme ve zinanın açıkça yapılır olması, ehliyetsiz insanların söz sahibi olması, adam öldürme olaylarının artması, dünya malının bollaşması, zekât verecek fakirin bulunmaması gibi olaylar kıyametin küçük alâmetlerinin bazılarıdır (Buhârî, “Tefsîr”, 79, “Hudûd”, 20, “Fiten”, 25; Tirmizî, “Fiten”, 34; İbn Mâce, “Fiten”, 25; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15).

 2. Büyük Alâmetler. Kıyametin kopmasının hemen öncesinde meydana gelecek ve birbirini izleyecek olan olaylardır. Büyük alâmetler, tabiat kanunlarını aşan ve insan iradesinin dışında gerçekleşen olaylardır. Hz. Peygamber bir hadislerinde, "Kıyametten önce on alâmet görmediğiniz sürece dünyanın sonu gelmez" buyurmuş ve bu alâmetleri şu şekilde sıralamıştır (Müslim, “Fiten”, 39; Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 11; İbn Mâce, “Fiten”, 28):

 a) Duman. Müminleri nezleye tutulmuş gibi bir duruma getiren ve kâfirleri sarhoş eden bir dumanın çıkışı ve bütün yeryüzünü kaplaması.

 b) Deccâl. Bu isimde bir şahıs çıkacak ve Tanrılık iddiasında bulunacak, istidrâc denilen bazı olağan üstülükler gösterecek ve Hz. Îsâ tarafından öldürülecektir.

 c) Dâbbetü'l-arz. Bu isimde bir canlı çıkacak, yanında Hz. Mûsâ'nın asâsı ve Hz. Süleyman'ın mührü bulunacak, asâ ile müminin yüzünü aydınlatacak, mühür ile kâfirin burnunu kıracak, böylelikle müminlerin ve kâfirlerin tanınmaları sağlanacaktır.

 d) Güneşin Batıdan Doğması. Evrenin tek hâkimi Allah'ın emriyle güneş batıdan doğacak, bu olaydan sonra iman edenlerin imanı, kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir.

 e) Ye'cûc ve Me'cûc'ün Çıkması. Bu isimde iki topluluğun yeryüzüne dağılarak bir süre bozgunculuk yapmaları da kıyametin bir başka büyük alâmetidir.

 f) Hz. Îsâ'nın Gökten İnmesi. Hz. Îsâ kıyametin kopmasına yakın gökten inecek, insanlar arasında adaletle hükmedecek, Hz. Peygamber'in dini üzere amel edecek, deccâli öldürecek, sonra da ölecektir.

 g) Yer Çöküntüsü. Biri doğuda, biri batıda, biri de Arap yarımadasında olmak üzere üç yer çöküntüsü meydana gelecektir.

 h) Ateş Çıkması. Hicaz taraflarında büyük bir ateş çıkacak ve her tarafı aydınlatacaktır.

 Kıyamet alâmetleriyle ilgili olarak hadis kitaplarımızda pek çok rivayet ve bilgi bulunmaktadır. Âhiretle ilgili diğer konularda olduğu gibi kıyamet alâmetlerinin mahiyeti konusunda da gerçek bilgi sahibi yüce Allah'tır. Onların gerçek yüzü bilinemez. Ancak bazı yorumlar yapılabilir, mahiyeti ise Allah'a havale edilir.

 3. Sûr ve Sûra Üfürüş

Kelime olarak sûr, "seslenmek, boru, üflenince ses çıkaran boynuz" anlamlarına gelir. Terim olarak “kıyametin kopuşunu belirtmek ve kıyamet koptuktan sonra bütün insanların mahşer yerinde toplanmak üzere dirilmelerini sağlamak için İsrâfil (a.s.) tarafından üfürülecek olan boru”ya sûr denilir. Hz. Peygamber bir hadislerinde sûrun, kendisine üflenen bir boru ve boynuz olduğunu haber vermişlerdir (Tirmizî, “Kıyâmet”, 8). Fakat bu borunun mahiyeti insanlar tarafından bilinemez. Sûr da bütün âhiret hallerinde olduğu gibi dünyadaki borulara benzetilemez.

 Kur'an âyetlerinden anlaşıldığına göre, İsrâfil (a.s.) sûra iki defa üfürecektir. İlkinde Allah'ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olan her şey dehşetinden sarsılacak (nefha-i feza‘=korku üfürüşü) ve her şey yıkılıp ölecek ve kıyamet kopacak (nefha-i sâik=ölüm üfürüşü), ikincisinde de insanlar dirilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzere Rablerine koşacaklardır (nefha-i kıyâm=kalkış üfürüşü) (en-Neml 27/87; Yâsîn 36/51; ez-Zümer 39/68; elHâkka 69/13-16).

İsrâfil'in sûra iki defa üfürmesi arasında geçecek zaman ise kesin olarak bilinmemektedir.

Devam edecek...

http://www.diyanet.gov.tr/UserFiles/DiniBilgiler/Akaid.pdf


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 




26 Ağustos 2016 Cuma

Âhiret Hayatının Devreleri -3-

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
c) Âhiret Hayatının Devreleri 

İnsanın ölümüyle âhiret hayatı başlar. Bu durumda âhiret, kabir (berzah) hayatı, kıyamet, ba‘s (yeniden dirilme), haşir ve mahşer, defterlerin dağıtılması, hesap, mîzan, sırat, şefaat, cennet ve cehennem gibi devreleri kapsamaktadır.

 aa) Kabir Hayatı (Berzah)

Ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar devam edecek hayata kabir hayatı denilir. Kabir hayatı "berzah" diye de anılmıştır. Bir hadiste "Kabir, âhiret duraklarının ilkidir. Bir kimse eğer o duraktan kurtulursa sonraki durakları daha kolay geçer. Kurtulamazsa, sonrakileri geçmek daha zor olacaktır" (Tirmizî, “Zühd”, 5; İbn Mâce, “Zühd”, 32) buyurularak ölümle âhiret hayatının başladığı ifade edilmiştir.

 Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizde kalsın veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatını geçirecek ve kıyamet günü diriltilecektir. Genellikle insanlar ölünce kabre konulduğundan bu gibi durumlarda da kabir hayatı ifadesi kullanılmaktadır.

 İnsan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adında iki melek kendisine gelerek “Rabb'in kimdir?”, “Peygamberin kimdir?” “Dinin nedir?” diye soracaklar, iman ve güzel amel sahipleri bu sorulara doğru cevaplar verecekler ve kendilerine cennet kapıları açılarak cennet gösterilecektir. Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara doğru cevap veremeyecek, onlara da cehennem kapıları açılacak ve cehennem gösterilecektir. Kâfirler ve münafıklar kabirde acı ve sıkıntı içinde azap görürlerken müminler nimetler içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat süreceklerdir (bk. Tirmizî, “Cenâiz”, 70). Kabir azabı ve nimeti ile ilgili olarak Kur'an'da ve sahih hadislerde çeşitli bilgiler bulunmaktadır.

Devam edecek...

http://www.diyanet.gov.tr/UserFiles/DiniBilgiler/Akaid.pdf

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

25 Ağustos 2016 Perşembe

Âhiretin Varlığının İspatı -2-

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

 
b) Âhiretin Varlığının İspatı 

Âhiret hayatının mahiyeti ve âhiretteki durumlar, duyular ötesi ve gayba ait konular olduğu için, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerle ve akılla açıklanamaz. Bu konuda tek bilgi kaynağı vahiydir. Kur'an'da ve sahih hadislerde ne haber verilmişse onunla yetinilir. Bunun ötesinde aklî bir yoruma gidilemez. Çünkü âhiretteki durumlar dünyadakine benzemez. Aralarında isim benzerliğinden başka bir benzerlik yoktur. Meselâ "İsrâfil sûra üfürecek, insanların amelleri tartılacak, herkesin defteri ortaya çıkacak" denildiği zaman, hatıra dünyada bilinen bir alet, bir terazi, kâğıttan yapılmış bir defter gelmemelidir. Bunların gerçek şeklini ve iç yüzünü ancak Allah bilir. Onların varlığına inanılmalı, mahiyetleri konusunda ise yorum yapılmamalıdır.

 İslâm dini ve kutsal kitabı, âhiret inancına büyük önem vermiştir. Bu sebeple Kur'an'da, hem Mekkî hem de Medenî sûrelerde, 100’den fazla terim veya deyim kullanılarak, âhiret inancı pekiştirilmiştir. Kur'an'da âhiret gününden bahsetmeyen hemen hiçbir sûre yoktur. Kur'an, âhiret fikrini, insanın düşünce ve kalbine bazan apaçık delillerle, bazan da örnekler vermek suretiyle yerleştirmeyi amaçlamıştır. Âhiret hayatından söz eden çok sayıdaki mânası apaçık âyetler ile sahih hadisler âhiretin varlığını ispat eden, bu konuda şüpheye asla yer vermeyen naklî delillerdir.

 Sağlıklı düşünebilen insan; aklı, kendisinde bulunan adalet, sorumluluk, ebedîlik ve sonsuzluk duygusu ile, insanın başı boş ve amaçsız yaratılmadığı fikrinden hareketle, âhiret hayatının varlığını tabii bir şekilde kabul eder. Çeşitli Kur'an âyetleri bu hususlara açıklık getirmektedir:

 1. İnsandaki adalet duygusu, âhirete inanmayı zorunlu kılar. Biz, yüce Allah'ın mutlak ve sonsuz adaletine, inanırız. Bilindiği gibi bu dünyada herkes işlediği suçun cezasını tam anlamıyla çekmemekte, birtakım haksızlıklar meydana gelmektedir. Âhirette ise durum böyle olmayacak, hiçbir şey gizli kalmayacak, hak yerini bulacak, Allah mutlak adaleti ile kötüleri cezalandıracak, iyileri de mükâfatlandıracaktır. Şu âyet iyilerle kötüleri bir tutmanın ilâhî adalete uymayacağını ortaya koymaktadır: "Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar? Allah gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez" (el-Câsiye 45/21-22).  İyi ile kötünün, zalim ile mazlumun hesaplarının görüleceği o gün Kur'an'da "din günü, ceza ve mükâfat günü" diye nitelendirilmiş, bu terimin geçtiği Fâtiha sûresi beş vakit namazın her rek‘atında okunarak, âhiret inancı ve adalet duygusu sürekli canlı tutulmuştur.

 2. İnsandaki sorumluluk duygusu da âhirette inanmayı zorunlu kılar. Yüce Allah insanı, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hayır ile şerri ayırt eden ve seçen bir varlık olarak yaratmış, bu seçiminden dolayı da sorumlu tutmuştur. İnsanın belli davranışlarından sorumlu olması bu sorumluluğunun karşılığını göreceği bir hayatı ve yurdu gerekli kılmaktadır. Bir âyette şöyle buyurulur: "Göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline! Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah'tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız" (Sâd 38/27-28).

 3. İnsandaki sonsuzluk ve ebedîlik duygusu, âhirete inanmayı gerekli kılar. İnsanlık tarihi ile ilgili olarak, değişik alanlarda yapılan incelemeler, insanda bir ebedîlik ve sonsuzluk duygusunun varlığını göstermiştir. Vatanından ayrı kalmış fakat yurduna dönmek isteyen bir garip yolcu olduğu duygusu, insanda onu ebedî hayat inancına hazır tutan, yaratılıştan bir özelliktir. Bununla birlikte, dünya hayatına aşırı tutkunlukları yüzünden, âhiret inancına karşı çıkan ve bütün varlık gayelerini geçici dünya yaşantısına hapseden insanlar da olagelmiştir. Kur'an "Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır, ölürüz ve yaşarız. Bizi tüketip bitiren ancak ve ancak zamandır" diyenlerin, gerçek bir bilgiye dayanmadıklarını ifade ederek, inkârcıları ve âhireti yalanlayanları mahkûm etmiş (el-Mü'minûn 23/33-37), bu konudaki ölümsüz gerçeği şöyle hatırlatmıştır: "De ki: Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler. Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün bâtıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır" (el-Câsiye 45/26-27).

 4. İnsanın başı boş ve amaçsız yaratılmayışı da âhirete inanmayı gerektirir. Kur'an'da da ifade edildiği gibi insan boş yere ve amaçsız yaratılmamıştır. O, yaratılış gayesini gerçekleştirmek, yeryüzünde halife olmak, ancak kulluk etmek için yaratılmıştır. Öyleyse o bu görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Getirirse âhirette karşılığını da görecektir. Bir âyette şöyle buyurulur: "Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak hâkim ve hak olan Allah çok yücedir. O'ndan başka Tanrı yoktur. O, yüce Arş'ın sahibidir" (el-Mü'minûn 23/115-116).

Devam edecek...

http://www.diyanet.gov.tr/UserFiles/DiniBilgiler/Akaid.pdf

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

24 Ağustos 2016 Çarşamba

ÂHİRETE İMAN-1-

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

 a) Âhiret Günü ve Âhirete İman

Âhiret, sözlükte "son, sonra olan ve son gün" anlamlarına gelir. 

Terim olarak âhiret, İsrâfil'in (a.s.) Allah'ın emriyle, kıyametin kopması için sûra ilk defa üflemesiyle başlayacak olan ebedî hayata denilir. İsrâfil (a.s.) sûra ikinci defa üfleyince insanlar diriltilip hesaba çekilecek, sonra dünyadaki iman ve amellerine göre ceza ve mükâfat görecek, cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme girecek ve orada kalacaklardır.

 Âhirete iman, iman esaslarından olup genellikle Kur'an'da "el-yevmü'l- âhir" (son gün) şeklinde, Allah'a imanla yan yana zikredilmiştir. Bu da âhiret inancının iman esasları arasında çok önemli olduğunu göstermektedir. Allah'a ve O'nun birer yol gösterici olarak peygamberler gönderdiğine inanmak, insanların sorumlu olduğuna inanmayı da gerekli kılar. İnsandaki sorumluluk duygusu da kişiyi, yaptıklarının karşılığını göreceği âhiret hayatına inanmaya götürür.

 Âhirete inanmayan kimse Kur'an âyetlerini inkâr ettiği için kâfir olur: "...Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse o tam mânasıyla sapıtmıştır" (en-Nisâ 4/136) meâlindeki âyet bunu açıkça belirtmektedir.

 Kur'ân-ı Kerîm'in pek çok âyetinde dünya hayatının geçici, âhiretin ise ebedî olduğu, insanların dünyanın geçici zevklerine ve aldatmacalarına kanmamaları, daha hayırlı ve kalıcı olan âhiret mutluluğunu yakalamaları gerektiği vurgulanmaktadır. Bununla birlikte Kur'an, dünya hayatının da ihmal edilmemesi gerektiğini, çünkü âhiretin dünyada kazanılacağını, âhirette mutlu olmanın, dünyadaki yaşayışa bağlı bulunduğunu ifade etmektedir: "Fakat siz (ey insanlar) âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz" (el-A‘lâ 87/16-17), "...Şüphesiz bu dünya hayatı geçici bir eğlencedir. Ama âhiret, gerçekten kalınacak bir yurttur" (el-Mü'min 40/39), "Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu da iste; ama dünyadan da nasibini unutma..." (el-Kasas 28/77).

 Kur'an'da âhiret ve âhiret hayatı ile ilgili verilmiş olan pek çok isim vardır. Bu isimlerden bazıları şunlardır: el-yevmü'l-âhir (son gün, âhiret günü), yevmü'l-ba‘s (diriliş günü), yevmü'l-kıyâme (kıyamet günü), yevmü'd-dîn (ceza ve mükâfat günü), yevmü'l-hisâb (hesap günü), yevmü't-telâk (kavuşma günü), yevmü'l-hasre (hasret ve pişmanlık günü).

 Peygamber Efendimiz'in de âhiret ve halleri ile ilgili pek çok hadisi vardır. Özellikle kıyamet alâmetleri, kabir hayatı, mahşer, hesap, mîzan, sırat, şefaat, cennet ve cehennemle ilgili çok sayıda hadis bulunmaktadır.

Devam edecek...

http://www.diyanet.gov.tr/UserFiles/DiniBilgiler/Akaid.pdf

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Kaynağımız Kur’an ve sünnet ise fıkıh ilmiyle helal-haram nasıl belirlenebiliyor?

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

Allah Teâlâ, insanlara dinini öğretsin diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi gönderdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendisine inen Kur’an’ı ayet ayet, sure sure iman eden ilk nesle öğretti. Kur’an’ın yanında kendisi de açıklamalarda bulundu. İlk nesil onun elinden yetişti. Sadakatleri ve gayretleri sayesinde ilk nesil mükemmel bir kadro olarak çıktı ortaya. Dini tatbik etmede ve gayrette Allah’ın rızasına erdiler. Allah Teâlâ Kur’an ayeti indirip, onlardan razı olduğunu bildirdi. Onlar da Allah’tan razı idiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sağlığında din adına gereken cevapları bizzat kendisi veriyordu. Onun vefatından sonra ise ashabı, din adına ortaya çıkan soruların cevabını verdiler. Bir anlamda şöyle oldu: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin getirdiği dinin ne olduğu, ashabın ağzından öğrenildi. Çünkü onlar din konusunda güvenli idiler. ‘Bu ayettir, bu hadistir!’ diyerek yönlendirdiler. Yerine göre kendileri de yorum yaptılar. Yaptıkları yorumun kendilerine ait olduğunu da vurguladılar.

Ashaptan sonraki nesil gayet tabii olarak, ashabın taklidini yaptı. Onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi gördükleri ve ondan din öğrendikleri için, yaptıkları ve söylediklerinin vahye yakınlığı tartışılmayabilirdi. Onlardan sonra gelenlerden kimsenin yaptığının o derece vahye yakınlığı iddia edilemezdi. İkinci nesil, ashaptan din öğrendi. Muhteşem bir gayret sergilediler; insanüstü denebilecek bir himmet ve çalışmayla dini öğrendiler, öğrettiler. Talebe oldular, talebe yetiştirdiler. Ciddi ilim halkaları tesis edildi. Sahabilerin ardından yaygınlaşan ilim halkaları bir zaman sonra belirli isimlere mal olmaya başladı. Medine’de Malik bin Enes’in ismi sivrildi. Kufe’de Ebu Hanife öne çıktı. Basra’da bir başka isim duyuldu. Yoğun ve yaygın bir ilim çalışması yapılırken, konuları işleme ve öğretmeden kaynaklanan farklılıklar da yavaş yavaş belirdi. Malik bin Enes’in, Ebu Hanife’ye göre üslup farkı; Ebu Hanife’nin de ona göre farkı dikkat çekti. Kur’an’ı anlamak ve yaşamak ana hedefinde hepsi müttefik oldukları halde ‘nasıllığı’ konusunda farklı üsluplar yerleşti. Kesin olan bir hakikat vardır ki o da şudur: Bu ilk kadrolar arasında, memuriyetini dikkate alarak, tayininden çekindiği için en rahat fetvayı arayan, evirip kıvırarak konuşan kimse yoktur. Allah’ın dinini yayma ve yaşatmadan başka bir hedefleri olmamıştır.

Aralarında, geçinmek zorunda olduğu bir iş olarak ilmi çalışmalar yaptığı söylenebilecek kimse yoktur. Onlar ilmi din olarak gördüler, cihad olarak uyguladılar. Ümmet onlara itimat etti, onlar da o itimadın altında kalmadılar. Sözlerinin bedeli olarak zindana açılan bir yol önlerine çıkınca tereddüt etmediler. Ölümle yüzleşince ondan çekinmediler. Onların bu çalışmaları genişletmeleri zorunluydu. Çünkü İslam toprağı gitgide büyüyor, Müslüman sayısı her gün artıyordu. Buna göre de fitneler dal budak salıyordu. Bu ilmi çalışmalarda yüzlerce âlimin adı anıldı. Pek çoğunun ders halkaları binlerce ‘din bilen’ insan yetiştirdi. Dinin tahrip görmesini engellediler. Fakat o dönemde bu çalışmaları yapanların adlarının ebedileşmesi herkes için mukadder olmadı. Pek azının adı bir ekolün başı olarak anıldı. Bunlardan dördü de bir mezhep olarak yerleşti. Müslümanların bu dört mezhepten birine bağlı olması, İslam’ın şartlarından bir şart kesinlikle değildir. Böyle bir iddia batıldır. Bu mezhepleri aşıp elde edilebilecek bir fıkıh da yoktur.

Kâğıt üzerinden yürütülen bir tartışmada mezhepleri aşmak mümkündür. Mezhepleri aşmak veya yok saymak, sahiplerinin isimlerini yok saymaksa bu onların hadis ve Kur’an konusundaki aktarmalarını da yok saymak gibi bir sonuca götürür bizi. Hiç bir Müslüman, Ebu Hanife’yi veya Ahmed bin Hanbel’i takvasında, güvenilirliğinde itham etmemiştir. Söylenebilecek olan söz, onların da beşer olmaları hasebiyle yanılma ihtimalleridir. Bu da doğrudur. Yanılabilirler; yanıldıkları da olmuştur. Yanıldıklarını anlayıp görüş değiştirmişlerdir. Bizim için yine bir sorun yoktur. Biz onlara bağlı değiliz; bağlı olduğumuz Kur’an ve sünnettir. Onlar bize Kur’an ve sünneti verdikçe alırız, kayma gösterdikleri yerde de onları bırakır kitabımıza sahip çıkarız. Kur’an ve sünnet elhamdülillah elimizdedir. 


Nurettin Yıldız-Fetva Meclisi

Fıkıh ilminin Gerekliliği
Kur'an ve Sünnet'in bizden istediği hayat tarzının yaşanması, öncelikle bu iki kaynağın doğru biçimde anlaşılmasına bağlıdır. Bu “doğru anlama” faaliyeti ise sistemli ve bilinçli bir gayreti gerekli kılar. Ulema bunun için, “anlama metodu” demek olan Usul-i Fıkıh ilmini ortaya koymuş, bu ilmin kriterlerini ve ilkelerini belirlemiştir. 
Burada iki yönlü bir faaliyetin varlığı dikkat çekmektedir: Birincisi Kur'an ve Sünnet nasslarının yapısı, hitap şekilleri, doğrudan ve dolaylı anlatım tarzları ile hükümlere delalet biçimleri üzerindeki çalışmalardır. İkincisi ise hakkında belli ve özel bir nass (ayet, hadis) bulunmayan hususlarda nasıl hareket edileceğini belirleyen ilkelerin tayinidir.
Daha sonra bireysel ve toplumsal alanlara tekabül eden nasslardan Usul-i Fıkıh ilmi doğrultusunda hüküm çıkarma faaliyeti gelir ki, “Fıkıh ilmi”nin iştigal sahasını bu nokta oluşturmaktadır.
Fıkıh sahasında faaliyet gösteren ulemanın kendi aralarında dereceleri vardır ki, bunların en başında Mutlak Müçtehid olan alimler, en sonunda ise Taklid Ehli ulema gelir. Bunların ve aralarındaki kademelerde yer alan alimlerin her birinin fonksiyonları belli kitaplarda açıklığa kavuşturulmuştur.
Kur'an'ın ihtiva ettiği “ahkâm ayetleri”nin nasıl anlaşılması gerektiği, mesela “şunu yapın” tarzındaki emirlerin kesin vücubiyet mi, yoksa teşvik mi ifade ettiği; keza “şunu yapmayın” tarzındaki yasakların haramlık mı, yoksa daha hafif bir sakındırma mı ifade ettiği ancak Usul bilgisi ve Fıkıh melekesi ile bilinebilir.

İlgi çekici bir örnek zikredelim: Bir ilahiyat profesörü “Kur'an'da yer alan bütün emirler farziyet ifade eder” demişti. Bu tesbit doğru kabul edildiğinde, “Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için” (Bakara, 187) ayetinde yer alan emir ifadesi gereğince, sahur yemeği yemenin farz olduğunu söylememiz gerekir. Oysa sahur yemeğinin farz olmadığı herkesin malumudur…


alıntı-
 Mumsema 

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

21 Ağustos 2016 Pazar

Berzah (kabir) hayatı

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

Bedenler genellikle çürüyüp toprak olduğu ve ruhlar baki kaldığı için "ruhlar âlemi" de denilen ölümden sonraki hayat, gaybi konulardandır. Hayatta olan insan ile berzah âlemine göçmüş olan kişi ayrı ayrı âlemlerdedir.

Berzah âlemindekilerin de kendilerine göre bir hayatı vardır, lezzetleri, elemleri, ferah ve sevinçleri hisseder. Fakat henüz madde âleminde bulunanlar, ruhun bedenden sonraki hayatını ve orada kişinin neler hissettiğini, nelerle karşılaşacağını normal duyularıyla hissedip bilemez. Bu hususu, ancak ilahi gerçeklere vakıf olan Peygambermizden öğreniriz.

Mümin ruhların berzah âleminde birbirleriyle görüştüklerini Peygamberimizin hadislerinden anlamaktayız. Ayrıca ölülerin hayattakilerden haber aldıkları ve kabirlerinin başına giden kimseleri gördükleri yine rivayetlerde vardır. Onlar için yapılan dua ve manevi hediyelerin kimlerden geldiğini bilebilirler. Mümin ruhlar nimet içinde oldukları için ve ruhları serbest oldukları için serbest dolaşabilirler. Ancak kâfirlerin ruhları ve günahları fazla olan müminlerin ruhları azabla meşguldurlar.

Ölülerin Berzah Âleminde Birbirleriyle Görüşmeleri:

Berzah âlemindeki ruhlar iki kısımdır: Nimet içinde olanlar ve azapta olanlar. İbnü'l-Kayyim'in açıklamasına göre azapta olan ruhlar birbirleriyle görüşmeye fırsat bulamazlar. Onlar bir nevi tutuklu gibidirler. Ama tutuklu olmayıp serbest olan, yani nimet içindeki ruhlar birbirleriyle buluşup görüşürler, birbirlerini ziyaret ederler. Dünyadaki olmuş ve olacak şeyleri müzakere ederler. Her ruh, amelde kendi dengi ve kendi derecesinde olan arkadaşlarıyla beraber olur. Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in ruhu ise Refiku'l-A'lâ (en yüksek mertebe) dadır.

Nisa sûresi'nde:

"Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar."(1)

buyurulmuştur ki, bu beraberlik dünyada, berzahta ve âhirette olmak üzere üç yerdedir. Bu üç âlemin hepsinde de kişi sevdiği ile beraberdir.(2)

Bu âyet-i kerimede ruhların berzah âleminde birbirlerine kavuşacakları haber verilmektedir. Çünkü bu âyetin iniş sebebi olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır:

Ashaptan biri, öldükten sonra Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in makamının kendilerinden çok yüce olacağını ve Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den ayrı kalacaklarını düşünerek üzülmüş ve ağlamış. Üzüntüsünün sebebini soran Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e: "Biz dünyada senden ayrılmaya hiç tahammül edemiyoruz ya Rasulullah. Öldükten sonra senin merteben bizden yüce olacağı için seni göremeyeceğiz. Senin ayrılığına nasıl tahammül edebilirim?" diye derdini açar. Bu olay üzerine yukarıdaki âyet nâzil olmuş(3) ve Allah'ı ve Rasulullah'ı sevenlerin berzah âleminde ve âhirette de, dünyadaki gibi, Hz. Rasûl ile birlikte olacakları bildirilmiştir.

Allah Tealâ Âl-i îmrân Suresi'nde şehitlerin diri ve Rabbleri indinde rızıklanmakta olduklarını, arkalarında bulunanlara da korku ve üzüntü olmadığının müjdelenmesini istediklerini, Allah'ın nimet ve keremiyle sevinç duyduklarını haber vermiştir.(4) Bu âyet-i kerime de berzah âlemindeki ruhların birbirleriyle buluşup konuştuklarına delâlet eder. Çünkü âyette geçen "yestebşirûn" kelimesi, "müjde verilmesini isterler" anlamına geldiği gibi, "sevinirler ve birbirlerini müjdelerler" manasına da gelir. (5) Birbirlerine müjde verdiklerine göre demek ki birbirleriyle görüşüp konuşmaktadırlar.

Ebu Hureyre 
(radıyallahu anh), Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:

"Muhakkak Cennet ehli orada (Cennet'te) birbirlerini ziyaret ederler." buyurduğunu söylemiştir.(6) Mü'min ruhlarının berzah âleminde Cennet'te olacakları bildirilmiştir. Buna göre bu hadis-i şerifteki Cennet ehliyle, berzah âleminde Cennet'te olanlar kastedilmiş olabilir. Hadisin bu şekilde anlaşılmasını, Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'den (40/ 660) rivayet edilen şu hadis de doğrulamaktadır:

Ümmü Hâni 
(radıyallahu anha)bir gün Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şöyle soruyor:

"Ölünce de birbirimizi görür ve ziyaretleşir miyiz?"

Rasulullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in cevabı şudur:

"Ruh, Cennet meyvelerinden yiyen bir kuş olur. Kıyamet günü olunca da her ruh kendi cesedine girer."(7)

Bu cevaptan da anlaşılan, mü'minlerin ruhlarının Cennet'te birbirleriyle görüştükleridir.

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın naklettiği bir haberde de Rasulullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:

"Ölüler birbirini bilir mi?" diye sorulunca Rasulullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in cevabı:

"Evet, nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki onlar, kuşların ağaçların tepelerinde birbirlerini bildiği (tanıdıkları gibi) birbirlerini bilirler."

şeklinde olmuştur.(8) Bu soruyu ashaptan Bişr b. Berâ' b. Ma'rûr'un annesi sormuş ve ölülerin birbirleriyle tanışıp biliştiklerini öğrenince hemen Beni Seleme'den ölmek üzere olan birinin yanına varıp, oğlu Bişr'e onunla selâm göndermiştir.(9) Hadisin bir diğer rivayetinde Cennet'te kuşlar gibi birbirleriyle buluşup tanışacak olan ruhların "iyi ruhlar "oldukları zikredilmiştir.

Ashaptan Bilâl b. Rebâh 
(radıyallahu anh) (v. 20/641) vefat edeceği zaman hanımı ah, vah etmeye başlar. Hz. Bilâl (radıyallahu anh) ise: "Ne büyük neşe ne büyük sevinç. Yani sevgililere, Muhammed'e ve onun gurubuna kavuşacağım." demeye başlar,(10) Burada Bilâl berzahta Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ve ashabına kavuşacağını ve tıpkı dünyadaki gibi, orada da onunla bir arada olacaklarını müjdelemektedir.(11) ve hanımının ah, vah edip üzülmemesi gerektiğini, aslında sevinmesi gerektiğini hatırlatmaktadır bu sözüyle.

Beyhakî'nin hasen bir senetle İbn Abbas'dan tahric ettiği kabir suâliyle ilgli bir hadis-i şerifte, kabirdeki sorgulama sırasında iyi cevap veren mü'minin ruhunun diğer mü'minlerle beraber olacağı haber verilmiştir.(12)

Yine Beyhakî'nin "Şu'abu'l-İman" da Ali b. Ebi Tâlib'den 
(radıyallahu anh) tahric ettiği haberde Hz. Ali (radıyallahu anh)şöyle demiştir:

"İki mü'min ve iki kâfir dost vardı. Bunlardan mü'min olanların biri öldü. Cennetle müjdelenince arkadaşını hatırlar ve:

"Allah'ım, benim falan arkadaşım bana her zaman sana ve Rasulûne itaati emreder, hayırla tavsiye eder, kötülükten nehyederdi..." diyerek onun kendisinden sonra sapıtmaması ve kendisine verilen nimetlerin ona da verilmesi için dua eder. Sonra öbür arkadaşı da ölünce ruhları bir araya gelir ve birbirlerine:

"Ne güzel kardeş, ne güzel arkadaş ve ne güzel dost" derler.

Kâfir olan iki arkadaştan birisi ölüp de azapla müjdelenince diğer arkadaşını hatırlayıp şöyle der:

"Allahım, arkadaşım bana hep sana ve senin Rasulûne isyanı emrediyor, kötülüğü yapıp iyiliği yapmamamı söylüyordu. Allahım, onu benden sonra hidayete erdirme ki, benim gördüğüm azabı o da görsün ve bana kızdığın gibi ona da kızasın." Sonra diğeri de ölür, ruhları bir araya gelince birbirlerine:

"Ne kötü kardeş ve ne kötü arkadaş." derler."(13)

Bundan da iyi ve kötülerin ruhlarının berzahta birbirleriyle buluştukları anlaşılmaktadır.

Ebû Katâde ve Câbir'den tahric edilen, ölülerin kefenlerinin güzel yapılması ile ilgili hadis-i şerifin Suyûtî ve Beyhakî tarafından rivayet edilen şeklinde:

"Muhakkak ki onlar kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler."

cümlesi de yer almaktadır.(14)

Beyhakî "Şu'abu'l-Iman" da Ebu Katâde'den (54/673) hadisi naklettikten sonra, bu hadisin şehitler hakkındaki onların rızıklandırıldıklannı haber vererir Âl-i îmrân, 3/169-170 âyetiyle mutabakat arzettiğini söylemiştir. (15)

Rasulullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Miraç gecesinde semâda Hz. Âdem 
(Aleyhisselam) 
ile karşılaştığında Hz. Âdem'in 
(Aleyhisselam) 
sağ ve solunda bir takım karartılar görmesi ve bunların kimler olduğunu sorunca, cennetlik ve cehennemlik olanların ruhları olduklarının bildirilmesi de,(16) berzahta iyi ve kötülerin -Hz. Ali'nin (radıyallahu anh) de, dediği gibi- bir arada olacaklarına delildir.

Ruhların berzah âleminde birbirleriyle görüştükleri ve konuştuklarının bir delili de, ölümü müteakip semâya yükseltilen mü'min ruhunun rahmet ehli tarafından karşılanıp, dünyadan ve dünyadakilerden haber soracaklarını bildiren hadis-i şeriftir. Ebu Eyyûb el-Ensârî'den 
(radıyallahu anh) rivayet edilen hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

"Mü'minin ruhu kabz olunca onu Allah katında rahmet ehli karşılarlar."(17)


Müminlerin ruhları, gelen müminin ruhuna birinizin uzaktaki sevdiği birine kavuşmasından daha çok sevinirler ve o şekilde karşılarlar ve falan filan nasıldır, diye sorarlar.
Bu esnada yeni ölmüş olanın ruhunu getiren melekler) derler ki:
- Onu bırakın, fırsat verin de bir dinlensin. Çünkü o büyük bir sıkıntı içinde idi. Ona:
- O benden önce ölmüştü, derse;
- İnnâ Lillâh ve İnnâ İleyhi Râci'ûn (biz Allah'a aidiz ve yine ona döneceğiz), ebedi kalış yeri olan Hâviye'ye (kızgın ateşli Cehennem'e) gitmiş. O ne kötü yer ve ne kötü terbiyecidir, derler.(18)

Bu hususta Abdullah b. Mübârek'in de şöyle dediği rivayet edilir:

"Kabir ehli haberleri beklerler. Bir ölü oraya gittiği zaman ona falan ne yaptı, filan ne yaptı diye sorarlar. Birisi için:

"O öldü, size gelmedi mi?" deyince:

"İnnâ lillâh ve İnnâ İleyhi Râciûn" derler ve: "Bizim yolumuzdan başka yola gitti o." diye ilave ederler."(19)

Tabiinden Sa'id b. el-Müseyyeb (v. 94/712) de:

"Bir adam öldüğü zaman (daha önce ölmüş olan) çocuğu onu, seferden dönen gaibin karşılandığı gibi karşılar." demiştir.(20)

Ölülerin berzahta birbirleriyle görüştüklerini ve yeni ölüp de aralarına katılanlardan haber aldıklarını bildiren bu hadis ve haberleri, evlât, torun ve yakın akrabaların amellerinin kabirdeki baba ve yakınlarına arz olunacağını, onların da amelleri kendilerine arz edilen akrabalarının iyiliklerinden ötürü sevineceklerini, kötülükleri sebebiyle de üzüleceklerini bildiren haberler de desteklemektedir.

Kabir ehli, geride bıraktıkları akraba ve arkadaşlarının yaptıkları işlerden haberdar olup, iyi amellerinden ötürü sevinir, kötülüklerine de üzülürler.(21) Mücâhid'in bu hususta şöyle dediği sahih rivayetle gelmiştir:

"Kişi kabrinde kendinden sonra çocuğunun iyilikleri (salahı) ile müjdelenir."(22)

Sa'id b. Cübeyr'in 
(radıyallahu anh) (v. 95/714) de şöyle dediği rivayet edilir:

"Muhakkak ki ölülere dirilerin haberleri gelir. Daha önce bir yakını ölmüş, olan hiç bir kimse yoktur ki ona geride kalan akrabalarının haberleri gelmesin. Eğer gelen haber iyi ise sevinir ve ferahlar; kötü ise o zaman da üzülür."(23)

Ashaptan Ebu'd-Derdâ 
(radıyallahu anh) (v. 32/652) da şöyle dua ederdi:

"Allahım, ölülerimin rezil olacağı bir iş yapmaktan sana sığınırım.''(24)

Abdullah b. Mübarek de ashaptan Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin 
(radıyallahu anh) şöyle dediğini rivayet eder:

"Dirilerin amelleri ölülere arz olunur. Eğer bir iyilik görürlerse sevinir, birbirlerine müjdelerler; bir kötülük görünce de, Allah’ım onu ondan geri çevir, derler."(25)

Yukarıdaki yeni gelen ölüden haber sormalarından da anlaşılacağı üzere, ölülerin dirilerden bizzat haberdar olduklarını -Allah'ın diledikleri müstesna- söyleyemeyiz. Bu sebeple buradaki haberdar oluşlarını, yeni gelen ve aralarına katılanlardan öğrenirler şeklinde anlıyoruz. Yeni gelenlerden haber alışları da, ruhların berzahta birbirleriyle görüşüp konuştuklarına delâlet eder.

- Ölmüş olanların ruhları, berzah âleminde birbirleriyle görüşüp konuşuyorlar. Acaba henüz ölmemiş ve dünyada yaşamakta olanların da berzahtakilerle görüşüp konuşmaları mümkün müdür? Ve ölülerin dirilerle bir takım münâsebetleri var mıdır?

Hayattakilerin Berzahtakilerle Görüşmeleri:

Henüz hayatta olanların berzahtakilerle görüşmeleri uyanık ve uyku halinde olmak üzere iki şekildedir.

Uyanıkken görüşmenin en büyük misâli ve olabilirliğinin delili, Rasulullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Miraç'ta bazı peygamberlerin ruhlarıyla karşılaştığını haber veren ve kabir ziyaretini öğreten hadislerdir.

Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Muhammed 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hitaben:

"Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerden sor ki; biz, Rahman'dan başka ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız?"(26) buyurmaktadır. Müfessirlerden bir kısmı buradaki sorma fiilinin sadece İsrâ ve Miraç gecesine has olduğunu söylerken,(27) bazıları da her istediği zaman Allah Tealâ'nın Rasulullah 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e önceki peygamberlerle konuşma imkânı verdiği şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu ikinci görüşte olanlara göre âyetteki mutlak lafzı (sözü), İsrâ ve Miraç gecesi ile takyid etmek (kayıtlamak) hatalı bir te'vil olur. Ve âyetin olduğu gibi anlaşılıp, her istediği zaman Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bu imkânın verileceğini söylemek daha isâbetlidir.(28)

Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in önceki peygamberlerle daha kendisi hayatta iken görüşmesi, vukuu mümkün olan işlerdendir. Ve Allah'ın kudretine göre bunda hiç bir zorluk yoktur. Allah Tealâ görüştürünce de bu olay gerçekleşmiştir ki, Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Miraç gecesinde, uyanık halde iken diğer peygamberlerin ruhlarıyla Beytü'l-Makdis'de (Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'da) bir araya gelmiştir. Daha sonra semâvât (gökler) âleminde de onlardan bazıları ile bir araya gelip konuştuğuna sahih haberler delâlet etmektedir,(29)

Yine Hz. Ömer'den 
(radıyallahu anh) rivayet edilen bir hadisinde Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Musa(Aleyhisselam) ın Allah Tealâ'ya dua edip, Hz. Adem (Aleyhisselam)ile görüşmeyi dilediğini ve Yüce Allah'ın, henüz hayatta iken ve uyanıkken, Âdem(Aleyhisselam)ı Hz. Musa'ya 
(Aleyhisselam) 
gösterip ve birbirleriyle konuşmuş olduklarını haber vermiştir, (30)

Peygamberlerden başkasının hayattayken ve uyanıkken berzahtakilerle görüşmeleri ise, ancak Allah'ın ikram ettiği kimselere nasip olmuştur ki, bu hususta Allah'ın veli kullarının, Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve bazı büyük zevatla görüştüklerine dair pek çok olay anlatılmaktadır. (31)

Kabir ziyaretinde ziyaret edene "zâir", ziyaret edilene "mezür" denilmesi de, ziyaret edilenin ziyaret esnasında ziyaretçisini duyup bildiğine delildir. Çünkü ziyaret edilen, ziyaretçisini bilmezse buna "mezûr= ziyaret edilen" denmez. Kaldı ki, Peygamberimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ziyaret adabını öğretirken, kabristana varınca ölülere selâm verilmesini öğretmişlerdir ki, bu da onların dirilerle olan münâsebetleri cümlesindendir.(32)

Hayattakilerin berzahtakilerle rüyada görüşmeleri ise, İbnu'l-Kayyim'in belirttiğine göre, nübüvvetin bir parçası olan sâlih rüyalardandır ve İlim ifade eder.(33) Erzurumlu İbrahim Hakkı da:

"Ölüleri rüyada hayırla veya şerle görmek, onların halini aynen bilmektir. Bu, ölünün halini bildirmek veya uyanık olmayı sağlamak içindir,.."(34)

diyerek ölüleri rüyada görmenin, sâdık rüyalardan olduğuna işaret etmiştir.

Rüya ya da keramet yoluyla -peygamberlerden gayri için- olan bu görüşmeler ve görülenler, kelâm âlimlerine göre umum için değil, ancak sahibi için (gören kişinin kendisi için) delil olabilir. Ancak bizim burada onlardan bahsedişimiz, sadece imkânını belirtmek içindir.

Hayattakilerle berzahtakilerin rüyada görüşmeleri, ikisinden birinin arzusu ve bazı gayeler için bu görüşmeyi Allah Tealâ'dan istemesiyle, Allah'ın bir lütfu olarak meydana gelmektedir. Hayattakilerin görüşmeyi istemesine -hepimizin en büyük arzusu olan ve pek çok mü'mine nasib olan- Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i rüyada görmek istemeyi ya da çok sevdiğimiz yakınlarımızdan âhirete göçmüş olanları, rüyada olsun görmek isteyişimizi misâl verebiliriz.

Dipnotlar:

1- Nisa, 4/69.
2- Îbnu'l-Kayyim, s. 17; Suyûti, Büşra'1-Keîb, v. 147 b; Hasan el-'Idvî, s. 74; Rodosîzâde, Ahval-i âlem-i Berzah, elyazma, İst. Süleymaniye Küt. v. 19 a.
3-İbnu'lKayyim, a.g.e, s. 17; Ibn Kesir, Tefsir, c. I, s. 522; Rodosîzâde, a.g.e. v. 19 b.
4-bkz. Al-u Imran, 3/169-170.
5-Mu'cemu'l-Vasit, c. I, s. 57; Atay Kardeşler. Arapça Türkçe Büyük Lügat, c. I. s. 128; Abnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 18.
6- Ab. Hanbel, Müsned. c. II, s. 335.
7- A b. Hanbel. Müsned. c. VI, s. 425; A Siracuddin, a.g.e, s. 106-107.
8- Suyûtî, B. el-Keib, v. 144 b.
9- A. Siracuddin, a.g.e. s. 107; tbnu'l-Kayyim, e.g.e, s. 19.
10- Suyûtî, B. el-Keib, v. 148 b.
11- Abdullah Siracuddin, a.g.e. s. 107.
12- bkz. Suyûtî, Şerhu's-Sudûr. v. 53 a.
13- Suyûtî, Şerhu's-Sudûr, v. 38 b; v. 173 b.
14- Suyûtî, Büşra'1-Keib, v. 147 b; Suyûtî, Şerhu Süneni'n-Nesâî, c. IV, s. 34; Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 73; Abdullah Siracud
15- Suyûti Ş.Sünen'n-Nesâî, c. W, s. 34; H. el-'Idvî, a.g.e, s.73.
16- Miraç hadisi için bkz. Buhârî. Sahih, Salât, l, c. I. s. 91-92; Müslim, Sahih, imân, 74. c. I, s. 148; A. b. Hanbel. Müsned, c. V. s. 143; ibn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihaye, c. I, s. 97, Beyrut, 1977.
17- Hadis-i Şerifin, ibn Hıbbân'ın Sahih'inde Ebu Hureyre'den rivayet edilen şeklinde: "Mü'minlerin ruhlarının yanına getirilir ve ğaib olan birini bulanların sevinci gibi sevinirler." denilmektedir, bkz. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 106.
18- bkz. Nesâi, Cenâiz, 9, c. IV, s. 8-9; Suyûti, Ş. Sudur, v. 37 a; B. el-Keîb, v. 144 b; İbnu'l-Kayyim, a.g. e, s. 20; Rodosîzâde, a.g.e, v, 26a; A Siracuddin, a.g.e. s. 106.
19- İbnu'l-Kayyim, a.g.e. s. 19: Birgivî, R. FÎ Ah. Etfâlİ'l-Müslimin, s. 85; Birgivî bu konuyu işledikten sonra, vasiyyet etmeden ölenlerin berzahta konuşamayacaklarım ve berzah ehlinin sorularına cevap veremeyeceklerini ilave eder. (bkz. a.g.e, s. 85.)
20- İbnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 19; Rodosîzâde, a.g.e. v. 25 a.
21- Rodosîzâde, a.g.e. v. 7 b.
22- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 12.
23- Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 16, Mısır, 1316.
24- Aynı eser, a. yer.
25- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 7; Rodosîzâde, a.g.e, v, 8 b.
26- Zuhruf, 43/45. '
27- bkz. Ibn Kesir, Tefsir, c. IV, s. 129.
28- bkz. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 109-110.
29- Bu husustaki hadisler için bkz. Buhârî, Sahih, Salât, l, c. I, s. 91-92; Enbiyâ, 5, c. IV, s. 106-107; Müslim.Sahih.lman, 74, c.I,s.l48; Fezâil,42,c.IV,s.l845; Nesâî, Sünen, Kıyâmu'1-Leyl, 15, c. m, s. 215; A-b. Hanbel, Müsned, c. ffl, s. 120, 248; c. V. s. 59,143.
30- Ebu Davud, Sünen, Sünne, 17, c. W, s. 226.
31- bkz. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 110-113.
32- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 8; Rodosîzâde, a.g.e, v. 8 b; Vücûdî, Muhammed b. Abdulaziz, Ahvâl-i âlem-i Berzah, v. 9 a, elyazma, ist. Süleymaniye.Küt. Halef Ef. Böl. Nr. 237.
33- Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 29; Rodosîzade, a.g.e, v. 39 b.
34- Erzurumlu ibrahim Hakkı, Mârifetname, c. I, s. 60.

(bk. Prof. Dr. Süleyman TOPRAK, Kabir Hayatı, s. 247-258)

Sorularla İslamiyet


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR