30 Temmuz 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 137

Dine kural koymaya kalkan, adeta kendi ilahlığını ilan etmiş gibidir

Şûrâ 21: “Yoksa onların ortak koştukları tanrıları var da Allah’ın izin vermediği kuralları bunlar için din mi yapıyorlar?” 


Demek ki dine kural koymaya kalkan, adeta kendi ilahlığını ilan etmiş gibidir. 

İslam’da böyle bir şey yapmaya kalkan, dinin sahibi olan Allah’ın yanısıra kendisinin de bundan hisse sahibi olduğunu iddia etmiş gibi olur. 

“Yoksa onların ortakları mı var” sorusu böyle bir şey olmadığına işaret, cevabı belli, yermek maksadıyla sorulmuş sorudur. (İstinkari soru=İddiayı reddeden soru) 

Şûrâ 21: “…o zalimler için elîm bir azap var!”

Şirkin anılıp da devamında zulmün anılmadığı hiç bir ayeti kerime yoktur

Şirk muhakkak ki en büyük zulümdür. Cehennemdekiler zalimlerdir. Cehennemde bir insan yanlışlıkla bulunmaz. Bilgi eksikliği veya bulunduğu coğrafyada bilgi yokmuş vs vs falanca memlekette doğduğu için doğrulara erişememiş vs. Hayır öyle değil. Cehennemdekiler kendilerine doğrular, imkanlar verildiği halde yoksaymış, bile bile yanlışa ve zulme yönelmiş kimselerdir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

29 Temmuz 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 136

Cenab-ı Hak insanları bir çok konuda sınar

Bazı kimselere şeytan gelip onlara şunu dedirtiyor ki “Herkesin zekası bir mi efendim, bazı kimseler anlamayabilir, onlar ne olacak? Allah adaletsiz değil mi?” 

Cenab-ı Hak diyor ki “Ben öyle bir şey yapmıyorum ki, ben bunu herkese apaçık eyleyeceğim. Size ne benim işimden. Sana apaçık eyledim mi? Evet eyledim. Öyleyse kendi sorumluluğuna bak, kendi doğrularını takip et. Kendi işine bak. Ben her şeye tanığım ve bu sana yetmeli.” 

Cenab-ı Hak herkesi her konuda sınıyor değil. Binlerce belki milyonlarca konu var Cenab-ı Hakk’ın insanların teslimiyetini sınadığı. Kimi hangi konuda nasıl sınıyor ise onu o konuda net hale getiriyor, apaçık kanıtlar ile onu aydınlatıyor ve o kişi ya Cenab-ı Hakk’a karşı pozisyon alıyor yahut teslimiyet ile O’na boyun eğiyor. 

“Şüphesiz O kalplerde olanı çok iyi bilmektedir.” Şûrâ 24 

Göğüslerde ne olup bitiyor Allah biliyor. Allah celle ve alâ bu gerçekle zâtını öyle övüyor ki Kuranı Kerîm’de bunu çok yerde görürsünüz. 

Bu hem tehdittir hem müjdedir, her şeydir bu! 

Dolayısıyla bizler de Allah celle ve alâ’yı bununla övelim. Dualarımıza bununla başlayalım, insanlar duysun: 

YA RABBİ MUHAKKAK Kİ SEN, ANCAK SEN GÖĞÜSLERDE OLUP BİTENİ BİLENSİN, HABİR OLANSIN (HER AN HABERDAR OLANSIN) SANA SIĞINIYORUM. 

Bu ayet bizi bizle karşı karşıya getirdi. Allah, ben göğüslerde olanı kesinkes bilirim deyince, sanki önümüze muazzam bir ayna koydu. Bir anda bütün ayıplarımız, çirkinliklerimiz, hesaplarımız bir anda sanki mahşerde koca bir ekrana yansıdı gibi. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

28 Temmuz 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 135

Tövbe bir süreçtir

Şûrâ 25: “Kullarının tövbesini kabul eden, günahları bağışlayan ve yaptıklarınızı bilen O’dur.”


Tövbe ve istiğfarı ayırt etmek lazım. Tövbe bir süreçtir. İstiğfar, bağışlanma dilemedir, defaatle yapılabilir. 

Bazı insanlar istiğfar ettiklerinde tövbe ettim sanıyor. Halbuki tövbe bir barışma süreci. Kişinin benliğiyle, haliyle, vaktiyle, hissiyatıyla, ameliyle dönüşüm, ıslah süreci. Bir tarz değişimidir, aslına rücû etmedir. Yoldan çıkmaktan geri gelmedir. Kişinin bunu öğrenmesi, terakki etmesi demektir. Bu da belli bir sürece tekabül eder. Cenab-ı Hak da böylece yüzünü kuluna döner. 

Bu süreç bazılarında uzun bazılarında kısa olur. Tövbe bir sebat. Ya Rabbi ben bundan pişmanlık duydum deyip, bu pişmanlığın ardında ne kadar durabildiğini, ne kadar fedakarlık ettiğini gösteren bir sebat süreci. Yoksa iki kelimelik “Beni bağışla” demek değil. 

“Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” Furkan 70. 

Tövbe süreci içerisinde kul pişman olduğu o yanlışları işlemiyorsa ve artık salih ameller nasip olmuşsa, o kötülükler artık iyiliklere dönüşmüştür.
 

Ama kul her fitneyle karşı karşıya geldiğinde yine tepetaklak oluyorsa tehlike çanları çalıyor demektir. 

Dönüş ISLAH ile ilgilidir. Allah, o dönenler için ıslah olanlardan olarak bahsediyor. Ben şahsımca bunu kendi içimde bağışlanmayı o günahı unutmakla eşdeğer görüyorum. Eğer elimi açıp da bağışlanma dileyeceğim günahlarımı sıralamaya kalktığımda aklıma geliyorlarsa, demek ki bunları Rabbim henüz bağışlamamış. Bağışlamamış ki ben şimdi bunları tekrar hatırlayıp eziliyorum, sıkıntı çekiyorum, yüreğim burkuluyor. Demek ki hala Rabbim tövbe etmemi, pişmanlık göstermemi istiyor. Yeterince ben bunlar için sıkıntı çekmemişim, günahlarım sandığımdan daha büyükmüş. Belki de tövbeden önce istikbar sürecine girmişim. Tövbe ettim, nasıl olsa bağışlanması gerekir, gibi bir yol almışım kendimce. 

O kul o tövbe sürecinde öyle bir bağışlanma dilemeli ki Cenab-ı Hak bağışladığında ben inanıyorum ki artık onu aklına getirmemeli. Çünkü düşünüyorum ki Cenabı Hakk’ın zâtına yaraşmaz, kulum seni bağışladım dedikten sonra, ona bunu hatırlatıp boynunu eğdirsin. Bunu insanlar bile yapmıyor. Dolayısıyla günahımız aklımıza geliyor ise o günaha uygun düşecek yana yakıla o tövbeyi, yakarmayı henüz gerçekleştirmemişiz diye düşünüyorum. 

Tövbede, cürüm tamamen bize aittir. "Bu zulüm bana ait ya Rabbi, sen burada kusursuzsun. Sen Rabbim olarak beni esirgedin, kolladın, her türlü beni uyardın. Sana rağmen bilerek yaptım ben bunu. Sen bu ana kadar büyüklük yaptın , büyüklük yapmaya devam et, beni bağışla." 

Kişi işte böyle huzurda eğilerek, O’nu tenzih ederek bağışlanma dilemeli. Yoksa günahlarını hafifletecek teorilerle, şeytanın vehimleriyle huzura gitmemeli. 

Cürmüne yüzde 1 dahi olsa hisse çıkarmayacak. Şeytan bizi hiç farkına varmadan aldatmaya kalkıyor. “Çünkü ben bilmiyordum” ya da “Ben o zamanlar şöyle şöyle idim, eksik olan şuydu, buydu” vs. Oysa ki hakikat öyle değil. O tezleri dinleye dinleye ve beğene beğene biz, içimizdeki o hakikatleri de kaybettik. 

Bilmeliyiz ki Allah celle ve alâ temelde kulunu donatmadan, o sınayacağı konuda malumat vermeden onu sınavla karşı karşıya getirmez. Hiç bir şey Allah’ın bilgisi olmadan gerçekleşmez. Ve Allah celle ve alâ abesle iştigal hiç bir şey yapmaz, yaşatmaz. 

Biz bazen tövbeyi de, tövbenin kabulünü de kendi içimizde yaşıyoruz. Neredeyse Cenabı Hakk’a hiç bir şey kalmıyor!!!

Tövbe mi ediyor, tövbe ediyor gibi mi ediyor??? (Tövbeyi adam gibi yap, hizaya gel, Rabbinin makamına saygı duy) 

Tövbe bir-iki kelimeyle biten bir şey değil, tam tersi başlayan bir şey. İkrar ile tövbe süreci başlar. 

-Yûnus aleyhisselam balığın karnında hatasını ikrar etti , o karanlıklardaki tövbesini tesbihata dönüştürdü, tekrar tekrar, acıyla kıvrana kıvrana ölümüne Cenab-ı Allah’a seslendi. 

Ve Allah diyor ki; eğer böyle tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar balığın karnında bekletilirdi. 

Cürmü büyük, vebali büyük, sıkıntı büyük. Ama yakarış ve dönüş de büyük oldu ve Cenab-ı Hak icabet etti, Yûnus aleyhisselam'ı gamdan kurtardı. 

Yûnus aleyhisselam ızdıraba boğulmuştu, "ben bunu nasıl yaptım" diye dövünüyor, bir türlü izahat veremiyordu, kendini tırmalıyordu. İşte GAM.. GAM.. Bu kıssada bir şey daha öğreniyoruz; TÖVBE GAM HALİDİR. 

Allah celle ve alâ tövbeyi kabul ettiğinde gamı ortadan kaldırır. 

Gamla yoğrulmamış bir tövbe olmaz. 

Benzerini Musa aleyhisselâm'da da görüyoruz. “Sen bir adam öldürmüştün de biz seni gamdan kurtardık.” Tâhâ 40. 

Gam demek o efkarlı hal, bunaltılı depresif hal, her ne derseniz, kişinin gerçekten içten içe bu yanlışların vebalini, acısını çekmesi. 

Tövbeye salih amel ekle. Duayı da elden bırakma. Huşû ve ürperti içinde ol. Hayırda yarış. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

27 Temmuz 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 134

Çokça verseydik taşkınlık ederlerdi

Şûrâ 27: “Şayet Allah kullarına rızkı bol bol verseydi yeryüzünde taşkınlık ederlerdi; ama O dilediği ölçüye göre vermektedir. Çünkü O kullarının durumunu çok iyi bilmekte ve görmektedir.” 


Ayet-i kerimeye göre bu ölçü, kulları taşkınlığa sürüklemeyecek, iradesini baskı altına almayacak, onların doğruluk, hakka tutunma gibi sahip oldukları cevherlerini aşmayacak taşmayacak bir ölçü olsa gerek. Çokça verseydik taşkınlık ederlerdi, diyor. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

26 Temmuz 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 133

Başka sahibinin olmayacağını bilmen lazım

Şûrâ 28: “İnsanlar bütün ümitlerini yitirdikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayan O’dur. Gerçek dost ve koruyucu O’dur.” 

En dibe vurduğunu sandığın o kritik anda ümitsizliğe kapılıyor musun?

Cenab-ı Hakk’ın rahmetini mi umuyorsun? Pes mi ediyorsun? 

Pes edenler, ipini koparanlar, artık bu topraklara yağmur yağmaz diye terk edenler, artık beni affetmez diye Cenab-ı Hak ile yolunu ayıranlar, sürecin dışına çıkmış kimselerdir. 

Kuranı Kerim’de Allah bizi en son nokta olarak ve en önemli sınır, kırmızı çizgi olarak bununla ikaz ediyor. 

Ne yaparsanız ne ederseniz edin ama benim sahipliğimden vazgeçmeyin. 

Herkes gitsin, herkes bitsin. Ama yine biz-bize olduğumuzu unutmayın. Bütün herkes analar, babalar, efendiler hepsinin birer yalan olduğunu, yine sen ve ben ikimiz kalacağımızı, başka sahibinin olmayacağını bilmen lazım. 

Bunu bildiğin, benimle bağlantıyı koparmadığın sürece yerleri gökleri dolduracak kadar günahlara boyansan da, yine benim huzuruma gelebilecek imanın, bana güvenin olmalı. 

Çünkü ben bu denli Rahman, bu denli Rahim’im. 

Azapla karşılaşmadan evvel dönün çünkü Allah kendisine bu ayetin sonunda “Veli O’dur, sahip O’dur.” diyor. 

“EL VELİYY” Kuranı Kerîm’de 2 kez geçiyor ikisi de Şûrâ Sûresi’nde.

Veliyy Allah’tır. Dost-destekçi- korunak ve yardım kaynağı Allah’tır. 

Bırak kötüye giden şartların tekrar iyiye döndürülmesini, ölüyü bile dirilten O’dur. Ne kadar cürümkâr olsam da beni esirgeyecek rahmete sahip yegane dost Allah’tır. 

Eğer beni hatırlar, benden bilirseniz, bana teşekkür ederseniz ben sizi ziyadeleştiririm, diyor Rabbimiz.

Eğer beni unutur, başka yerlerden (en çok da kendinizden) bilirseniz ziyanda olursunuz. 

İnsanın en çok yaptığı şey kendinden bilmesidir. Bakıyorsun üniversite okumuş, çalıştık ettik tabi diyor. Nasıl oldu diye soruyorsunuz, çok çalıştım diyor. 

Bu ifadenin içinde Allah var mı, yok. 

Dolayısıyla bu yok saymadır. 

Peki çok çalıştığı için mi üniversiteyi kazanmıştı, hayır. Allah onun algı sistemini düşük seviyede yaratsaydı çok çalışsaydı da bir manası olmazdı. Çok çalışma imkanını, motivasyonunu, hevesini kim verdi? 

Burada çok parametre var ve hepsini Allah kontrol etti. Buna en iyi tanık kişinin kendisidir, kişi bunu kendinde görmüyorsa, bunu onda başka kimse görmez.

Dolaysıyla böyle soruya verilecek cevap; Allah da beni böyle bu meslek üzerinden sınamak istedi. Hamdolsun iyi bir meslek. Beni dilediği meslekte sınar. 

Yoksa, "görmüyor musun saçlarımı, nerede ağardı bu saçlar" diye kendinden bilerek cevap verirsen Cenab-ı Hak der ki, "şu kula bak kendinden biliyor bizi unutuyor, görmezden geliyor, küfre giriyor." 

İşte tam o noktada kişi kendini belli ediyor. 

Kişinin eline çok güzel bir araba geçtiğinde “Bu Rabbimin lütfu. Şimdi sınamak istiyor beni. O’ndan mı bileceğim; arabayı gördükçe “Teşekkür ederim Allahım, bana böyle bir araba takdir etmişsin” mi diyeceğim. Yoksa yığınla insanla bunun muhabbetini yaparken o parayı nasıl mı kazandığımı anlatacağım!!! 

Şükür vesilesi mi yapacağım yoksa benim ne kadar dahi, zekice plan yaptığımı, nasıl iyi bir ticaret kurguladığımı, nasıl da bu arabayı yahut arsayı denk getirdiğimi, nasıl iyi bir emlakçı olduğumu vs vs. 

Allah kullarını bilir, haberdardır. Bunca koşulu sırf insanı denemek için yaratan Cenab-ı Hak, semeresinden uzak kalır mı? 

Şüphesiz hepsini belli bir kitapta toplamaktadır. “Biz sizin yaptıklarınızın birer kopyasını alıyoruz.” diyor Cenab-ı Hak. O Basîrdir, her an gözetlemektedir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

25 Temmuz 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 132*****

***Bir musibetin bana isabet etme sebebi***  

Şûrâ 30: “Size her ne musibet isabet ediyorsa, bu sizin ellerinizin kazandığından ötürüdür. Allah bir çoğunu da bağışlar.”


Size her ne musibet isabet ediyorsa b
izâtihi işlediğiniz yanlışlıklar dolayısıyladır. 

Kuranı Kerîm’in bu ifadesi bize hayatımızda çok önemli bir ilkeyi tespit etmemizi öğretiyor; sabahtan akşama kadar çeşitli yerlerde, bizi tanıyan ya da tanımayan çeşitli insanlarla karşılaşıyoruz. O insanların bizde oluşturduğu sıkıntılar var, onlardan pek çok zararlar görebiliriz. Kimi aniden oluyor kimi bilinçli oluyor, suç teşkil edenleri dahi olabilir. 

Kim hangi suçu hangi kasıtla bize işlemiş olursa olsun, biz kendi içimizde muhasebeye geçmeliyiz. Bu konu niye gelip bize isabet etti? Tamam falanca kişi aleyhimizde cürüm işledi diye, o tarafı doğru. O suç niteliği o kişiyle alakalı. 

Onun suç işlemiş olması bizim bu musibetle karşılaşmamıza yetmiyor. “O yanlış yaptı ve bu yüzden biz de sıkıntıya düştük” diyorsak hayır öyle değilmiş denklem. 

Biz denkleme hep böyle yanlış odaklandık. “Bizim oğlan çok asi, çok yaramaz o yüzden bize çok sıkıntı çektiriyor.” Bütün çektiğimiz sıkıntıların sebebini ve sonucunu evladımızın söz dinlemezliğine, isyankarlığına veya ailevi sorunsa eşimizin huysuzluğuna bağladığımızda, aslında temel bir yanlış yapıyormuşuz, Kuran bize bunu öğretiyor. “Dolandırıcı geldi beni dolandırdı. Büyük mali kayba uğradım. Bütün kabahat dolandırıcının.” 

Bu kişilerin cürümleri kendileri için geçerli, oradan hiç bir şey eksilmeksizin biz kendi içimize baktığımızda şu muhasebeyi yapmamız gerektiğini Cenab-ı Hak bize öğretiyor; bu musibetin bana isabet etme sebebi falanca kişinin kastı, huysuzluğu vs değil. Bu benim ellerimin kazandığının bir kısmının bana geri dönüşü şeklindedir. 

Yaratıcı ile olan bu muhasebemde “Ya Rabbi falanca kişi böyle bir dolandırıcılık yapmak isteyecekti ama şehirde yığınla dükkan varken sen onu benim dükkanıma gönderdin. Bu musibeti senin müsaaden olmasa, koşulları sen ayarlamasan bu musibet asla gerçekleşmezdi. 

Kim hangi kin, öfke, gariz duygularıyla hareket ederse etsin musibet Allah’ın müsaadesiyle oluyor. “O kadar dükkan varken niye benim dükkanı buldu?” , “O kadar hanım varken niye ben böyle bir hanıma denk geldim?” , “O kadar hastalık varken niye bu hastalık bana isabet etti?” 

Burada 2 bağımsız olay gerçekleştiriyor. Onların bize işlediği suça karşı haklarımızı aramak sonuna kadar bizim vazifemiz. Ama Cenab-ı Hak o kişinin bana karşı o cürümünü işlemesine niye müsaade etti? 

Cenab-ı Hak diyor ki “Sizin işlediğiniz suçlarınız var. Esas neden bu. 

Sizin ellerinizle kazandıklarınız olmasaydı, kim size zulüm yapmak için aleyhinizde hesap kitap yapıp plan kurmuş olsa da bunu asla gerçekleştiremezdi. 

Başarabildiyse onun suçu elbetteki sabit. Ama sizin aleyhinizde olan bu sıkıntının karşılığında sizin ellerinizle kazandığınız cürümler var.”

Ve bilelim ki yapmış olduklarımızın çoğu da Cenab-ı Hak tarafından göz ardı edilmektedir, ilahi bir rahmet olarak musibete dönüştürülmemektedir. 

Hem birey olarak, hem toplum olarak Cenab-ı Hak durduk yere bizi cezalandırmaz. 

En sıkıntılı anlarında, bu sıkıntıları için başkalarından kaynaklandı diyenler meseleye seküler bakmayı öne çıkaranlardır.

 “Falanca falanca bana şunu şunu yaptı” diye uzun uzun anlatan kimseye biz uzaktan bakarken , “Falanca filanca yaptı diyorsun ama ne yaptın da Allah sana bu musibeti verdi?” diye içimizden çoğu zaman geçiriyoruz ama bunu dönüp onlara söylemek sıkıntılı oluyor.

 Çünkü onu suçlu olarak değerlendirdiğimizi fark etmiş oluyor. 

Cenab-ı Hak bunu başkaları için yapmamızı değil, kendimizle ilgili böyle değerlendirmemizi öğretiyor. 

Suçluyu bizzat biz kendimiz içimizde aramalıyız. Bunu başarabilirsek bu konuyu imanla ele aldığımızın tezahürü olacak. 

Çocuk babasına büyük saygısızlık yaptığında, babası odasına çekilip “Ya Rabbi ben hangi yanlışlar yaptım böyle asi bir evlat ile uğraşıyorum.” Ya da asi bir kiracı, yanlış bir komşuyla, hanımla, komşuyla vs. 

İşte böyle dediğinde Cenab-ı Hak da ona diyor ki “Bak kulum ona bunu benim gönderdiğimin hemen farkına vardı. Bak işte bu Mü’min! Kaynağı hemen gördü, iman sahibi. Eğer kullarım böyle çözümlemeye kalkarsa ben de ona hidayet ederim.”

Kulun musibetleri böyle karşılaması bir iman zevkidir. Başlı başına bir ibadettir. Tekamüldür, güzelliktir. 

“Suçu işleyenlerin hiç bir suçu yok, bu zaten bizim için mukaddermiş” diyemeyiz. Onların cürümü ayrı. 

Kulu arındırmak isteyen Allah , musibet gönderir. 

Kul arınmak paklanmak istiyorsa musibeti doğru okur. Tespitini yapar ve artık aynı hatayı yapmamaya başlar. 

Kalan hatalar için Cenab-ı Hak yine musibet gönderir, o da yine bir ihbar mektubu gibidir. Kul onun da altını çizer, hayatından ayıklamaya başlar. İşte bu tezkiye sürecidir. 

Allah’ın kulu akladığı pakladığı, rahmetiyle, şefkatiyle sardığı bir süreç. İçinde her ne kadar musibet olsa da yeter ki kul bunu doğru okusun! 

Musibet ile sabır kelimeleri yanyana yazılmalı. Bu musibeti karışımıza çıkaran Rabbimizin bir muradı var. Sabır ile karşılayıp karşılamayacağımı, bunu O’ndan bilip bilmeyeceğimi, yoksa müstekbir mi davranacağımı sınıyor. 

Sabır, musibetin geldiği ilk andan itibaren yapılırsa değerli. İlerleyen zamanlarda kişi sabretmeye başlamışsa bunun kıymeti artık iyice azalmıştır. “En güzel sabır darbenin ilk geldiği andadır.” (Buhârî, Cenâiz, 31)

Cenab-ı Hak kuluna musibet vermek istediği zaman demek ki kulda buna karşılık gelecek bolca kusur var. 

Müfessirler demişler ki; eğer kişi musibetten uzak kalmak istiyorsa, daha esenlikli korunaklı olmak, Yaradan’ın merhametini celbetmek istiyorsa sürekli Cenab-ı Hakk’a 

“Ya Rabbi beni her an muhafaza edebilirsin, bana her an musibet gönderebilirdin ama yapmadın. Bu senin rahmetinin tecellisi oldu. Bana her türlü kazayı yaşatabilirdin, yapmadıysan lütfunun, beni ne kadar sevdiğinin esirgediğinin eseri. Karşılığında hemen hemen hiç bir şeyim yok neredeyse. Hatta hiç yok. Tamamen full ekstra olarak lütufta bulunuyorsun. Nasıl şükredeceğimi bilemiyorum.” diye yaklaşmalı. 

Bu tarz yaklaşan bir kul sıkıntı ve musibetlerden daha emindir. Çünkü bu musibetler uyaran niteliğindedir. 

Uyaranlar da gaflettekileri daha çok bulur, onlarla ilgilidir, Cenab-ı Hakk’ı görmezden geldikleri o süreçte uyansınlar diyedir. 

Gaflet musibete davetiye çıkarır. Dolayısıyla bu yakînî şuuru, korkulu halini insan her gün canlı tutsa, kullukta hem ilerler hem de bu hayattaki saadetini daha çok temin eder. Sürprizlerden, ani tokatlanmalardan, çarpmalardan emin olur. Çünkü bu çarpma ve tokatlamalar hep zalimlerle ilgilidir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

24 Temmuz 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 131

Şükrünü unuttuğumuz nimetler

Şükrünü unuttuğumuz hatta lütfedip şükrüne hiç girmediğimiz o kadar yığınla nimetle iç içeyiz ki, bizim kalkıp Cenab-ı Hakk’a “bana az vermişsin-hiç vermemişsin” tarzında en küçük serzenişimiz tamamiyle bir cehalet, kendini, haddini bilmezlik, tamamiyle bir istikbardır. Nimet içinde yüzen birisinin Rabbine olan saygısızlığıdır. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

23 Temmuz 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 130

“Allah’ın dediği olur” inancı bizi emniyete değil, O’ndan korkmaya sevketmeli

Yeryüzünün her noktasında (ister okyanusun ortasında olsun, ister dağların tepesinde olsun) insan açısından risk, tehlike, sıkıntı, felaket eşit düzeydedir. 

Cenabı Hak bizi riskli ve risksiz ortamlar diye ikiye ayrılmış bir değerlendirmeden uzaklaşmamızı istiyor. 

Gerek karada, gerek suda, gerek havada emniyet riski eşittir, çünkü bizler kendiliğinden ve tesadüfen gelişen olaylar içinde olduğumuza değil, aksine her şeyin kontrol içerisinde geliştiğine, her bir değişimin yüce bir Kudret tarafından yönetildiğine inanıyoruz. 

Şeytanın bu süreçlerde kullandığı enteresan yöntemlerden bir tanesi de gelip kula “ya ne tedirgin oluyorsun, Allah’ın dediği olur, rahat ol” der. 

Tam da kul tedirginlik içinde Cenab-ı Hakk’a dönüp “ya Rabbi uçağımız kalktı ama biraz sıkıntı hissediyorum bizi koru” dediği bir anda gelip ona “ya rahat olsana, Allah’ın dediği olur, gazeteni al oku, bak karşındaki televizyonu seyret. Niye tedirginliğe kapılıyorsun” der. Eee Allah’ın dediği olursa tam da ne güzel Allah’a yalvarıyorum, O muhafaza etsin O kurtarsın diye. Tam yapılması gereken bir şeyi yaparken, şeytanın yapmak istediği şey gelip emniyeti yaygın hale getirmek. 

Yani onun güvenlik hissini Cenab-ı Hakk’ı hatırlamaksızın rahat olduğu hissini her tarafta yaygın hale getirmek. 

Şeytan “Ya niye korkuyorsun. Uçak yerdeki eşeklerden bile güvenli. İstatistiklere baktığımızda eşekten düşüp ölenlerin sayısı uçakların düşmesiyle ölenlerin sayısından daha çokmuş. Müsterih ol” diyerek istatistikler üzerinden ve “Allah’ın dediği olur” kalıbıyla ama her halükarda onu Allah’tan uzaklaştıran argümanlar kullanıyor. 

“Allah’ın dediği olur” inancı bizi emniyete değil, O’ndan korkmaya sevketmeli. “Ben günahkâr bir kulum, Cenab-ı Hak her an bana bir sıkıntı yaşatabilir, O’na dönmeliyim. Her yerdeki emniyetimi O’na borçluyum.” 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

22 Temmuz 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 129

Allah cc kişiye geri dönmesi için uyaranlar gönderir

Kişiler iyilik ve hidayet sürecinde ilerlerken rüzgar arka yönlüdür; Allah kulun bu gidişatından memnundur, onu destekler. 

Aksi istikamette ilerlerken rüzgar ters yönlüdür önden eser; insan adım attıkça zorlanır, küçük küçük musibetler ile engeller çıkarır, onu frenler, geri dönmesi için uyaranlar gönderir. 

Dolayısıyla hidayet yolunda ilerlemek kolayken aksi yol zordur, iyice inatçılığı ve ısrarı gerektirir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

21 Temmuz 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 128

Cenabı Hak ile barışık olmak

Dünya hayatı “ahirete nazaran” hapis gibidir. Yoksa dünya Mü’minin azaphanesi, çilehanesi, sıkıntı yurdu, perişanlık çektiği bir yer, ahiret ise mutluluğa kavuşacağı bir yer biçiminde bir algı Kur’an’a uymamaktadır. 

Cenabı Hakk’ın koyduğu sınırlar bize azap eden, yaşamı zorlaştıran şeyler asla değildir. 

Mevcut sınırlar zor da görünse mutluluğun kaynağıdır. 

Cenabı Hak ile barışık olmak, Kitab’ını okumak ile elde ettiğimiz kıvanç ve huzuru asla hiç bir şeyde tatmadığımızı göreceğiz.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

20 Temmuz 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 127

Eline geçen kıymetli cevher 

Gelen 3-5 milyar ile hissettiği mutluluğu, öğrendiği 3 yahut 5 ayet ile yakalayamıyorsa bir insan, büyük bir farkındalığı kaçırmış demektir. 

Biri sonsuza açılan bir güzergahta eline geçen son derece kıymetli cevher iken, öbürü sonu kabirle biten kapalı bir sokakta her adıma sevinmek gibi anlamsız bir duruma tekabül ediyor. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

19 Temmuz 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 126

Allah kimseyi iman etmeye zorlamaz

Rabbimiz celle ve alâ kendisini yok sayanı da rızıklandırıyor. 


Sadece Mü’minlerin rızıklandırılıp, kafirlerin aç susuz bırakılacağı bir düzen ilahi sünnete uygun değil. Çünkü böyle bir düzende insanlar iman etmeye zorlanmış olurlar. Allah kimseyi iman etmeye zorlamaz. 

O halde sen mi insanları iman etmeye zorlayacaksın, ayetini hatırlayın. Cenab-ı Allah metâyı bir ödül veya ceza aracı değil, bir test, bir sınama aracı olarak kullanıyor.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

18 Temmuz 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 125

Günah işlediği halde Rabbini hatırlamamak

Şûrâ 37 : “Onlar büyük günahlardan ictinâb ederler.”


İctinâb ifadesine dikkatimizi verelim. Ayette büyük günahlar işlemezler demiyor, ictinâb ederler diyor. (Kaçınırlar, uzak durmaya çalışırlar, çekinirler.) 

Masiyetten, günahtan büsbütün uzak kalmak hiç bir Mü’minin iddia edeceği bir şey değil, yani sıfır hatayı iddia etmek, hem kendisi hem de bir başkası için bunu iddia etmek Kuranı Kerîm’de yasaklanmıştır. “Kendinizi temize çıkarmayın, Allah sizi en iyi bilendir.” Necm-32

Anormal olan günah işlemek değil, anormal olan günah işlediği halde Rabbini hatırlamayıp, iblis gibi ne olmuş ki yani diyerek günahını savunmaya çalışması, bağışlanma dilememesi. 

“Senin Rabbin mağfireti geniş olandır.” Mağfiretten yana ne kadar ümitvâr olmamız gerektiğini hissediyoruz. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

17 Temmuz 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 124

Allah sizi sevsin, sizi bağışlasın istemez misiniz?

“Gayzlarını bastıranlar ve insanları bağışlayanlar.. Allah böyle güzel davranan kullarını sever.” Âl-i İmrân-134


Gayz: Öfke, hınç.  

Allah sizi sevsin, sizi bağışlasın istemez misiniz? 

Öyleyse öfkenize malik olun. 

Kendinizi sakinleştirip, Rabbinize sığının. “La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim”

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

16 Temmuz 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 123

İnfak sadece dini bir vecibe değildir

Şûrâ 38 : “…Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.”

İnfak, toplumun iktisadi temelini oluşturmaktadır. Nasıl Mü’min olmayan toplumlarda faiz yönetimin çok esaslı bir yanını teşkil ediyorsa, Mü’min toplumlarda da (insanlar bilseler) infak iktisadın çok önemli bir yanını teşkil eder. “Allah faizi çürütür, yok eder. Sadakaları ise bollaştırıp genişletir.” Bakara-276 

Zenginlerin parayı sıkıp ellerinde tuttukları, fakirlerin de parasızlıktan iş göremez hale geldikleri yerde, üretim durur ve bunun sonucundaki kıtlık da zenginleri de etkiler. 

Dolayısıyla infak sadece dini bir vecibe değil, iktisadi somut bir sonucu olan bir şeydir. İnfak ekonomiye katkı sağlar. 

Bugüne kadar insanlığın bir çok deneyimlerle başarısız kaldığı, çeşitli olumsuz sonuçlara yol açan bir sürü teorilerin eksik-yanlış yanlarını bu ayet-i kerime temelden düzeltiyor; 

Yönetimde istişare esası, iktisatta ise infak. 

İnfak ederken ne müsrif ol, ne cimri ol, mutedil bir yol tut. 

Mü’minler zekat dışında, mallarının bir kısmını (örneğin yüzde 10’unu-20’sini) harcamaya kendisini alıştırırlar. 

(Bazı insanlar yüzde 90’ları-95’leri zorluyorsa bu da onların takvalarının eseri, bu da onların Cenab-ı Hakk’a duydukları yakınlığın sonucu olur elbette ki) 

Malları büsbütün ellerinde tutmak caiz değildir. Altını ve gümüşü bir yerde kenz olarak (hazine, gömü) bir yerde tutuyorsan, bunu infak etmeni Cenab-ı Hak emrediyor. Madem buna ihtiyacın yok, iktisadın da dışına çıkarıp bunu halktan mahrum etme. 

Harcadıklarını Allah celle ve alâ’ya bir yakınlaşma vesilesi, bir kurban, Cenab-ı Allah’ın hoşnutluğu için bir araç olarak gör. Allah celle ve alâ'ya yakın olma arzusuyla infakı gönül hoşnutluğu ile yap. 

İnfakta başarılı olan kimseler kendileri açısından fevkalade ümitli olabilirler. İşte böyle kimseler Allah celle ve alâ'nın rahmetini umabilirler. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

14 Temmuz 2024 Pazar

***AŞURE GÜNÜ ve HZ.HÜSEYİN

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Allah’u Teala’nın bir hikmeti ve takdiridir ki, Peygamber Efendimizin sas iki torunundan biri olan Hazreti Hüseyin
(Radıyallahu anh) Efendimiz de aşure gününde şehit edilmiş ve Kerbela olayı vuku bulmuştur.

Ancak Muharrem ayının bu önemli günü nedense Hazreti Hüseyin’in şehid edilmesine bağlayıp, matem günü olarak anmak ülkemizde de yaygın hale getirilmeye çalışılıyor.


 Peygamber Efendimiz sas Musa Aleyhisselam’ın Firavun’un şerrinden kurtulması nedeni ile Muharremin 10. gününe ayrıca önem vermiş, Ramazan orucu farz olana kadar bu günde oruç tutulmuş. Hatta Yahudiler de bu gün oruç tutuyor diye, onlara muhalefet olması için bir gün öncesinin veya sonrasının da tutulmasını emretmiştir.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bu gün bir matem ve yas günü değildir. Zaten İslam’da 3 günden fazla yas yoktur.


Şimdi kısa bir şekilde Hz.Hüseyin'in ra hayatına bakıp "Kerbela Olayı" nı anlamaya çalışalım inşallah.

Hz.Hüseyin ra ,Hz. Peygamber (s.a.s)'in Hz. Fatıma (r.anha)'dan torunu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının beşinde dünyaya geldi.

Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber (s.a.s)'e çok benziyordu. Hz. Ali (r.a) "Hasan, Rasûlüllah'a göğsünden başına kadar olan kısmında, Hüseyin de bundan aşağı olan kısmında çok benzerdi" (Ahmed b. Hanbel Müsned, 1, 108) demişlerdir.

Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a)'a son derece düşkün olup onları çok severdi. Onların hakkında,

"Allah'ım: Ben, bunları seviyorum. Sen de sev bunları" (Tirmîzî Sünen V, 661)
buyurmuştur.

"Hasan ve Hüseyin'i seven, beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuştur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 288);

Peygamber Efendimiz (s.a.s) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in gönüllerince oynayıp eğlenmeleri için onlara eşlik eder, bir çocuk gibi onlarla oynardı. Hz. Hüseyin ra, Rasûlüllah (s.a.s)'dan deve olmalarını istediklerinde hemen yere eğilir ve onları mübarek sırtına alırdı. Arkasından da "Bundan güzel deve olabilir mi?" buyururlardı.

Peygamber Efendimiz sas, bir gün, cenazelerin konulduğu yerde oturuyordu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin ranhum , güreşmeye başladılar. Peygamber Efendimiz sas gülerek "Ha gayret Hasan; Göreyim seni, yakala Hüseyin'i!" diyerek Hz. Hasan'ı kayırınca, Hz. Ali: "Yâ Rasûlüllah: Sen Hüseyin'i kayırmalı değil miydin? Hasan daha büyüktür" dedi. Peygamberimiz "Baksana Cebrail'de, Hüseyin'e: (Ha gayret Hüseyin göreyim seni) diyor." buyurdu (Zehebî, Siyer Alâmü'n-Nübelâ, 111, s. 190-191).

Hz. Peygamber (s.a.s) torunlarından olan Hz. Hüseyin'in ra çocukluk yılları Peygamberimizin sas otağından geçmiştir. Rasûlüllah'ın eğitiminden yetişip imanı yudumlaya yudumlaya büyüyen Hz. Hüseyin'in sonu da şehadet ikliminde gerçekleşmiştir. İnsanın hayatında Allah ve Rasûlü'nün hükmünden başka hiç bir hükmün geçerli olamayacağını derinden kavramış olan Hz. Hüseyin, bu gerçeğe gölge düşürenlere zerre kadar meyletmemiş; bilakis destansı bir tavırla onların önlerine dikilmiştir.

Hz. Muâviye ra, hicretin altmışıncı yılında Recep ayının ortalarında Şam'da vefat etti. Muâviye'nin ra vefatından sonra Şamlılar Muâviye b. Ebi Sûfyan'ın oğlu Yezid'e bey'at ettiler.

Yezid'in iktidara geçmesi saltanat seklinde gerçekleşti. Yezid, kendisinin bu şekilde idareyi ele alışına başta Hz. Hüseyin ra olmak üzere pek çok Sahabe'nin rıza göstermeyeceğini, hatta şiddetli tepkilerle karşılayacağını biliyordu. İktidarı elden kaçırmamak için çok süratli davranıyordu. Hemen Medine valisi Velid b. Utbe b. Ebi Sufyan'a bir mektup gönderdi.

Mektubunda şöyle yazıyordu: "Mektubum sana geldiği zaman, Hüseyin b. Ali ile Abdullah b. Zübeyr'i buldur, onların bana bey'atlarını al! Eğer, bey'attan kaçınırlarsa, boyunlarını vur, başlarını bana gönder: Halkın da bey'atlarını al, Bey'attan kaçınanlar hakkında, Hüseyin b. Ali ve Abdullah b. Zübeyr hakkında olduğu üzere, hükmü yerine getir, Vesselam "

Yezidin; Medine valisine yazmış olduğu mektubunda Hz. Hüseyin'den ra ve ileri gelen sahabilerden bey'atlarını almasını, bu konuda gevşek davranmamasını istediği de kaynaklarda kaydedilir .

Yezid'in iktidarı ele almasından sonra Kûfeliler Hz. Hüseyin (r.a)'e mektuplar göndererek, onu dâvet edip, yanlarına geldiği takdirde kendisini Emirü'l-mü'minin ilan edeceklerini üst üste yazdıkları mektuplarda belirtmişlerdi. Ayrıca şu anda emirleri olmadığından cuma namazına çıkmadıklarını bildirmişlerdi.

Hz. Hüseyin ra, Medine'den Mekke'ye gidip buradan Küfelilerle haberleşmeye başlamıştı. Kûfelilerin durumunu kesin olarak anlamak için de amcasının oğlu Müslim b. Akil'i Kûfe'ye göndermişti. Müslim Kûfe'de durumun iyi olduğunu, insanların bey'at için hazır bulunduklarını bildiren bir mektup gönderdi. Hz. Hüseyin ra bu haberden sonra kesin karar verip Kûfe'ye gitme hazırlıklarına başladı.

Hz. Hüseyin ra Kûfe yolculuğuna hazırlanırken, Abdullah İbn Abbâs, bu yolculuktan vazgeçmesini ısrarla istemişti. Aynı şekilde Abdullah ibn Ömer ve tabiunun ileri gelen âlimlerinden İmam Şa'bî de Hz. Hüseyin'in ra Kûfe'ye gitmemesini istemişler, özellikle Iraklılara güvenilmeyeceğini vurgulamışlardı. Ama Hz. Hüseyin ra Kûfe'ye gitme konusunda kesin kararlıydı .

Yezid, Hz. Hüseyin'in ra Kûfe'ye doğru yol aldığını haber alınca, Kûfe valisini değiştirmiş, Basra valisi olan Ubeydullah ibn Ziyad'a ek bir görev olarak, Kûfe valiliğini de vermişti.

Ubeydullah b. Ziyad, Kûfe valiliğini de üstlenince ilk iş olarak Müslim b. Akil'i çok feci bir şekilde şehid etti.

Yezid, Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyad'a Hz. Hüseyin ra hakkında şu emri veriyordu:

"Şimdi sen, benim istediğim gibi olmakta devam ediyorsun. Yaptığını akıllı ve beceriklilere yaraşır bir biçimde yaptın. Sebatlı, azimli bir kahraman saldırışıyla saldırdın. Başkalarına ihtiyaç bırakmayıp bu işin üstünden geldin. Bana erişen habere göre: Hüseyin b. Ali, Mekke'den ayrılmış, senin tarafına doğru gelmekte imiş. O'na hemen casusları kavuştur. Yollara gözcüler dik. Olanca duruşla bunun üzerinde dur. Seninle çarpışmadıkça sakın kimse ile çarpışma. Her gün, olan bitenlerin haberini bana yaz."

Hz. Hüseyin'in Kûfe yolculuğu sürerken, gelen haberler hiç de iyi değildi. Müslim b. Akil'in şehid edildiği haberi bile kendisine ulaştığında artık geri dönmek mümkün değildi. Yol esnasında pek çok kişi Kûfe'ye gitmemesini, mutlaka geri dönmesi gerektiğini söylemişlerdi.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Hz. Hüseyin büyük bir kararlılıkla Kûfe'ye doğru yol almaya devam ediyordu. Bu arada kendisi için tuzaklar kuruldu. Gelişen olumsuz olaylar nedeniyle, Hz. Hüseyin beraberindekilere "dileyen dönebilir, ben sizi yanımda zorla götürmek istemem" demişti. Ama hiç bir kimse ondan ayrılmadı (Zehebî- A'lâmü'n-Nübelâ, 111, 201-202).

Hz. Hüseyin, Hurr b. Yezid et-Temimî'nin kumandası altındaki bin kişilik Kûfe süvârî birliği ile karşılaştı. Hurr b. Yezid, Ubeydullah b. Ziyâd'ın emrine uygun olarak hareket ediyordu. Hurr, Ubeydullah'ın emri gereğince Hz. Hüseyin'i ra Kerbelâ'ya doğru sürükledi.

Ubeydullah b. Ziyad olayın ciddiyetini fevkalade kavramıştı. O sırada Merv valiliğine tayin edilmiş bulunan Ömer b. Sa'd Kûfe'de hazırlıklarını yapıyordu. Ancak Ubeydullah; Ömer b. Sa'd'ı Hz. Hüseyin'e ra karşı kullanmak istedi ve hemen ona emir vererek ordusuyla beraber Kerbelâ'ya gelmesini istedi. Ömer b. Sa'd, Hz. Hüseyin'in ra karşısına çıkmak istemiyordu. Bu durumu anlayan İbn Ziyad: "eğer, onunla çarpışmaya gitmeyecek olursan, seni Merv valiliğinden azleder, evini yıkar, boynunu vururum"diyordu.

Durum giderek vahimleşiyordu. Hz. Hüseyin ra bu durumun önüne geçmek ve kanların akıtılmasına meydan vermemek amacıyla Ömer b. Sa'd'a şu teklifleri yapmıştı: "Ey Ömer! Şu üç teklifimden birini kabul ediniz; Bırakınız da ben, cihad etmek üzere, hudut boylarına gideyim. Yahut Yezid'in yanına varıp kendisiyle görüşeyim. Yahut dönüp Medine'ye gideyim" (Zehebî, A'lâmü'n-Nübela, 111, 208-209). Ama İbn Ziyâd bu teklifleri asla kabul etmiyor ve Hz. Hüseyin'i ra artık bırakmak istemiyordu.

Ömer b. Sa'd ise Hz. Hüseyin'e ra karşı her hangi bir saldırıda bulunmuyor ve günler böyle geçip gidiyordu. Ubeydullah b. Ziyâd, son emrini verdi. Ömer b. Sa'd'a yazdığı son emrinde şöyle diyordu:

"Ben seni, Hüseyin'le ra günler geçiresin, onun selâmet ve bekâsını dileyesin ve benim katımda onun şefâatçısı, kayırıcısı olasın diye göndermedim. Ona ve adamlarına hemen teklif et; hükmüme boyun eğsinler. Eğer, sana teslim olurlarsa, onu ve etrafındakileri bana gönder. Şayet kabule yanaşmazlarsa üzerlerine yürü. Çünkü, o asi ve şakidir."

Bu emirden sonra Hz. Hüseyin'e ra saldırılar başladı. Hz. Hüseyin'in ra yanındaki bir avuç mücahid ve Ehl-i beytten hanım ve çocuklar binlerce askerden oluşan orduya karşı büyük bir direnç gösteriyor ve bir bir şehit oluyorlardı. En son Hz. Hüseyin ra kahramanca savaştı ve almış olduğu otuzüç mızrak ve otuzdört kılıç yarasıyla bedeni toprağa yığılırken, ruhu şehidlerin ruhlarına karışıyordu.

Kerbelâ'da Hz. Hüseyin'in ra akrabalarından yetmişiki kişi şehid düştü. Adeta Ehl-i beyt, tümden imha edilmek istenmişti. Kufelilerden de seksensekiz kişi ölmüştü.

Hz. Hüseyin ra, Hicrî altmış birinci yılın on Muharreminde şehid olmuştu. Şehid düştüğünde elli yedi yaşında idi.

Hz. Hüseyin'in şehadeti Ömer b. Sa'd'ı ve Yezid'i derin bir şekilde etkilemiş ve üzülmelerine yol açmıştı. Ancak bu üzülmelerin ne anlamı olabilirdi. Hz. Hüseyin'in şehadetine yol açan öncelikle Yezid olmuştu.


Sorularla İslamiyet

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

11 Temmuz 2024 Perşembe

***Bİ'DAT İLE MÜCADELEM!



Zilhicce ayı, muharrem ayı duası,ibadetleri, namazları ....Kandil gecelerinde okunacak dualar,kılınacak namazlar...

Bugünlerde cep telefonlarınıza şu namazı şu gün kılarsanız şu kadar sevap kazanacaksınız türü yazılar gelmeye başlayacaktır. Aman dikkat! 

Her hangi bir ibadetin ibadet olması ancak onu, ashabın yapması ile yani Peygamber aleyhisselamdan görmesi ile mümkündür. 


Biri size bir hadis gönderdiğinde veya bir yerde okuduğunuzda onun sahih bir hadis olup olmadığını kolay bir şekilde kontrol edebilirsiniz. 

Kaynaklar belli; bir sahih-i Buhari , sahih-i Müslim ve Kütüb-ü sitte kitabı satın alın veya internette bu kitapları indirin ve yazın duyduğunuz hadisi . Eğer bulamıyorsanız öyle bir hadis yoktur. Mesela hemen Muharrem ayı ile ilgili duyduğunuz namazları, duaları yazarsanız bu ibadetlerin olup olmadığını kolayca bulabilirsiniz.

Bi'datlerin tehlikesini anlamanız açısından soru-cevapları ve onun altındaki açıklamayı okumanızı tavsiye ederim.


Nureddin Yıldız:Tarih : 03 Şubat 2011 tarihinde sorulan fetvalara verdiği cevaplardır. 


Soru 1:Muharrem ayının ilk onunda yapılması gerekenlerle ilgili sahih hadis var mıdır?

Cevap1:Muharrem ayına mahsus yapılacak tek şey, onuncu ve on birinci ya da dokuzuncu ve onuncu günlerini oruçlu geçirmektir. Bunun dışındakiler bid’attir.


Soru 2:Bid’at uygulamalarda insanları nasıl uyarmalıyım?
Fahri Kur’an kursu hocalığı yaptım iki yıl. Şimdi de etrafımda hoca olarak görülüp, Kur’an okumalarına, sohbetlere davet ediliyorum. Bayanlarda çok fazla bid’atçılık var ve nasıl, hangi dille uyaracağım konusunda sizden yardım istiyorum; cenaze sonrası 40’lar 52’ler, elden ele dolaşan teşbihler, aşure ile günah dökmeler, tefriciyeler, 41 Yasin’ler, sınav vakti Fetih’ler, okunan pirinç ve kalemler, sohbet ortamında tabağa konan tuz ve şekeri şifa niyetiyle yalamalar… Kalp kırmadan, kötü olmadan nasıl anlatabilirim doğruları?


Cevap2:Bid’atlerde kimse nihaî bir savaş zaferi elde edememiştir. Bid’atler bu ümmetin iç imtihanlarından biridir. Kesinlikle salıverilmeleri doğru olmaz. Mücadele ederken kendimizi helak etmemize de değmez. Üzerinize düşeni yapın; anlatın, ikaz edin, nasihat edin, doğru olanı gösterin ama abartmayın. Abarttığınızın altında kalabilirsiniz. Şunu da unutmayın: her bid’at ihmal edilmiş bir sünnet’in yerine çıkan mantar gibidir. Siz Sünneti yayın, bid’atler kendiliğinden erisin. Allah’a emanet olun.

Soru 3:Bid’atlerin yapıldığı bir ortamda ne yapmalıyız?
Cenaze olduğu zaman hanımlar evlerde akşamları 7 gün toplanıyor ve Yasin, Mülk suresi vs. okunduktan sonra belirli bir sayıda ‘la ilahe illallah’ çekip dua eşliğinde ölüye hediye edip ikram vs. aldıktan sonra dağılıyorlar. Bana da teklif ediliyor Kur’an okumam için fakat ben bu durumdan çok rahatsızım. Maalesef bid’atlere takılıp kalmışız ve hazır böyle bir topluluk bir aradayken bunu değerlendirmek isterim, ne önerirsiniz hocam, cenaze evinde ne tür bir sohbet verebilirim?


Cevap3:Bid’atlerle mücadele çetindir. Bu ümmetin en derin iç meselelerrinden biri olarak bid’atler pek çok önder şahsiyeti yıpratmıştır. Bu nedenle size, ‘ömrünüzü bid’atlerle mücadele ayırın’ dememiz yanlış olur. ‘Bid’ate teslim olmak’ da din açısından bir tehlikedir. İmanımızı bile silip götürebilir bir tehlike olarak görürüz onları. Örneğini verdiğiniz ortamlarda ÇOK KISA ZAMAN DİLİMLERİ olarak ve hiçbir tartışmaya girmeden, YİYİP İÇMEDEN konuşup çıkarak katılabilirsiniz. Bundan ötesi sizi tüketir.


Peki Haram aylarla ilgili hiç mi ayet,hadis yok ?

Evet var. Aşağıdaki
ayetlerden ve hadisten haram aylara hürmet edilmesi gerektiğini anlıyoruz. Ve muharrem ayı içinde aşure orucu ile ilgili sahih hadisleri görüyoruz. Bu hadisleri aşağıdaki linkteki yazıda bulabilirsiniz.


 Haram aylar hakkındaki ayetleri verdikten sonra bu bidatlerin işlenmesine göz yumulmasının nedenleri ve zararlarını açıklayan yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum.
 Haram aylar hakkında Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu, doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin …”[24]

“Sana dokunulmaz ayı[25], o ayda yapılan savaşı soruyorlar. De ki: "O ayda savaş ağır bir suçtur. Ama Allah yoluna engel olmak, ona ve Mescid-i Haram'a karşı tanımazlık etmek, halkını oradan çıkarmak Allah katında daha ağır suçtur. Fitne, adam öldürmekten de ağırdır. Eğer onların gücü yetse, sizi dininizden çevirinceye kadar savaşa devam ederler. Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, yaptıkları işler dünyada ve Ahirette boşa gider. Onlar cehennemden ayrılamazlar. Orada sürekli kalırlar.”[26]

“Ey müminler! Allah'ın ibadet amaçlı sembollerine, (içinde savaşılması) haram olan aya, Kâbe'ye armağan edilen kurbanlığa, gerdanlıklı kurbanlık hayvanlara, Rabblerinin bağışını ve rızasını kazanmak amacı ile Kâbe’yi ziyaret etmeye gelenlere sakın saygısızlık etmeyiniz…”[27]

Bir başka ayette ise Allah Teala, şeâirullâh’a yani kendi koyduğu sembollere saygı gösterilmesinin, kalplerin takvâsına bağlı olduğunu bildirmektedir.[28] Muharrem ayının içinde bulunduğu haram ayların da bu sembollerden olduğu, bir önceki ayette Cenab-ı Allah tarafından açıklanmıştır.

Bu konudaki hadis-i şeriflerden bir tanesi ise şöyledir:

Ebû Bekre radıyallâhu anh, Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’den şöyle rivayet etmiştir:

“Zaman, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki (ilk) hey'etine dön­müştür. Sene, on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü arka arkayadır ki bunlar; Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. Dör­düncüsü de Cemaziye’l-âhir ile Şa’ban arasında olan Receb-i Mudar’dır.”[29]

Zikredilen bu ayetlerden ve hadisten anlaşıldığına göre, diğer haram aylara olduğu gibi Muharrem ayına da hürmet etmek gerekir. Fakat bu hürmet, dinimizin aslında olmayan bir takım ibadetler icat ederek olmamalıdır. Zira ibadetler ancak ve ancak ayet ve sahih hadislerle sabit olur.


 
Zilhicce ayı, muharrem ayı duası,ibadetleri, namazları ....Kandil gecelerinde okunacak dualar,kılınacak namazlar...ile ilgili “Bu hadisler, Müslümanları iyilik yapmaya teşvik (terğib) için söylenmiş sözlerdir. Normal zamanlarda caminin yolunu bilmeyen nice insan, bu gün ve gecelerde camilere akın etmekte, tevbe istiğfar edip namazlar kılmaktadırlar. Şimdi bu hadislerin mevzu olduğunu söyleyerek bu yaptıklarını da yapmamalarını mı söylüyorsunuz?” Şeklinde bazı düşünceler akla gelebilir. Hiç şüphesiz bir kimsenin Allah’a tevbe istiğfar etmesi, namaz kılıp oruç tutması küçümsenecek bir şey değildir. Bunun terkini de hiçbir Müslüman temenni edemez. Lakin sadece bu günlerin faziletine güvenip diğer günlerde dini, imanı, ameli unutan kişilerin varlığı da inkar edilemeyecek bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır. Bu kişileri böyle yanlış düşüncelere iten sebeplerin başında da bu uydurma hadisler gelmektedir. Bu konuda M. Yaşar Kandemir Hoca şunları söylemektedir:

“Tergîb hadisleri, Müslümanları “zannedildiği gibi- dünyayı ihmal ederek nâfile ibadetle meşgul olmaya her zaman sevk etmemiş, hatta çoğu defa -Hz. Peygamberin
sallallâhu aleyhi ve sellem  neticesinden korktuğu üzere- onların farz ibadetleri dahi ihmal etmelerine yol açmıştır.

“Bid'atlar İslâm'ın ruhuna aykırı, Allah ve Rasûlü 
sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından men edilmiş olmakla beraber bazı zamanlarda ve bazı içtimâî sınıflarda din duygusunun yaşamasını, dinin canlı kalmasını temin ediyor; bu bakımdan müsâmaha edilmesi gerekmez mi?” diyenlere ise Hayrettin Karaman Hoca şöyle cevap vermektedir:

“İslâm'ın iman, ibâdet, nizam ve ahlâk olarak terkedilip unutulması ve sadece bid'atlar vasıtasıyla varlığının hatırlanması onun hayatı değil, ölümüdür. Onu yaşatmak için bünyesine yabancı olan bid'atları değil, İslâm'ın esaslarını ihyâ etmek gerekir.

İslâm'ı değil de mücerred bir din duygusunu yaşatmak için bid'at tervicine lüzum yoktur, çünkü o duygu fıtrîdir.”[34]


Dr. Y. Şenol
[24] Tevbe, 9/36.
[25] Bunlara haram ayları denir. Bunlar, kameri aylardan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. Kameri aylar sırasıyla şunlardır: Muharrem, Safer, Rebîu’l-Evvel, Rebîu’l-Âhir, Cemâziye’l-Evvel, Cemâziye’l-Âhir, Recep, Şa’ban, Ramazan, Şevvâl, Zilka’de ve Zilhicce.
[26] Bakara, 2/217.
[27] Maide, 5/2.
[28] Bkz: Hacc, 22/32.
[29] Buhari, Bed’ul-Halk, 2, Tefsir 9/8.
[34] Hayrettin Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, Yeni Şafak Gazetesi Armağanı, 3 cilt, İstanbul, 1996, c: 1, s: 97.


10 Temmuz 2024 Çarşamba

***MUHARREM AYI'NIN ÖZELLİĞİ VE ÂŞÛRÂ ORUCU

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah buyuruyor:

Kuşkusuz gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın yazısına (takdirine) göre, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Onlardan dördü (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb) haram (saygın) aylardır. İşte dosdoğru din (hesap) budur. (Tevbe, 36)

Ayların adları ve yılbaşıları farklı da olsa, takvimlerin hepsinde ayların sayısı on ikidir. Ancak Allah katında geçerli olanı, içlerinde “haram (saygın) aylar” denilen Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarının bulunduğu kamerî aylardır.Çünkü Allah (c.c.) hac ve oruç gibi farz kıldığı temel ibâdetlerin vaktini kamerî aylara göre belirlediği gibi Kadir gibi mübarek geceleri de kamerî aylara göre düzenlemiş ve dosdoğru olan din (hesap ve yol) budur buyurmuştur.

Muharrem, kamerî ayların birincisi, müslümanların yılbaşısı ve dört saygın aydan biri olduğu için bu ayda günahlardan daha fazla sakınalım, hayırlarımızı ve ibâdetlerimizi çoğaltalım.

Peygamberimiz (
sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor:

Ramazan'dan sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem orucudur. (Müslim-Tirmizî)

Kâbe'ye “Beytullah” (Allah'ın evi) denildiği gibi Muharrem ayına da “Şehrullah” (Allah'ın ayı) denildiğinden, Peygamberimiz (
sallallahu aleyhi ve sellem): “Ramazan'dan sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem orucudur” buyurarak, ümmetine bu ayda oruç tutmalarını tavsiye ediyor.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e âşûrâ günü tutulan orucun fazileti soruldu:

“Geçmiş bir yılın günahlarına kefâret olur”
buyurdu. (Müslim-Tirmizî-Ebû Dâvûd-İbni Mâce)

Ramazan orucu farz olmadan önce, âşûrâ günü oruç tutmak farzdı.

Ramazan orucu farz olunca, âşûrâ orucunun farziyeti kaldırıldı. Ancak en yetkili ağızdan o gün oruç tutmanın “Geçmiş bir yılın (küçük) günahlarına kefaret olacağı bildirildi”. 

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "aşura orucunun önceki yılın günahlarına kefaret olacağını Allah(ın rahmetin)`den umarım."(Müslim)
HadisNo:3149 
  
Âşûrâ günü Arap dilinde “aşere” on ve “âşûrâ” onuncu demektir. Bu nedenle muharrem ayının onuncu gününe “âşûrâ günü” yani onuncu gün denir.

Âşûrâ Günü Orucu(nun Hükmü) Babı
107- Bize EbûÂsim,Umer ibnu Muhammed'den; o da Sâlim'-den; o da babası İbn Umer'den tahdîs etti. İbn Umer (Ra): Peygam­ber (
sallallahu aleyhi ve sellem): "Âşûrâ günü, insan isterse oruç tutar" buyurdu demiştir.
*Musannif Buhârî başlıktan sonra evvelâ âşûrâ orucunun vâcib olmadığına de­lâlet edici haberleri getirmekle işe başladı. Sonra da bu orucun tutulmasını rağbetlendirmeye delâlet edici haberleri getirdi... (İbn Hacer).

108-.......ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Urveibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Âişe (Ranha) şöyle demiştir: 
Rasûlullah (
sallallahu aleyhi ve sellem) âşûrâ günü orucu­nun tutulmasını emretmiş idi. Ramazân orucu farz kılınınca isteyen âşûrâ orucunu tuttu, isteyen tutmadı.

109-.......Âişe 
(Ranha)şöyle demiştir: Câhiliyet devrinde Kureyş âşû­râ günü oruç tutar idi. (Hicretten evvel) Rasûlullah da âşûrâ orucu tutardı. Medine'ye geldiği zaman da (mu'tâdı üzere) bu orucu tuttu ve sahâbîlerine de bu orucu tutmalarını emretti. (İkinci sene) ramazân orucu farz kılınınca âşûrâ günü orucunu terketti. Artık isteyen bu orucu tuttu, dileyen de onu terketti.

110-.......Humeyd ibnu Abdirrahmân, Ebû Sufyân'ın oğlu Muâviye'den işitti ki, Muâviye (Ra) hacc ettiği (44. hicret) yılında âşûrâ günü Peygamberin minberi üzerinde yaptığı hutbede şöyle diyordu: Ey Medine ahâlîsi! Âlimleriniz nerede? (Biliniz ki) ben Rasûlullah(
sallallahu aleyhi ve sellem)'tan şöyle buyururken işittim: "Bu gün âşûrâ günüdür., Âşûrâ günü oruç tutmak sizlere farz kılınmamıştır. Hâlbuki ben oruçluyum. Dileyen oruç tutsun; dileyen de iftar etsin" 
*Muâviye'nin bu hutbeyi bu suretle Medîne âlimlerine meydan okurcasına îrâd etmesine kendisini sevkeden sebeb, görünüşe göre âşûrâ orucu hakkında vâcib, haram, mekruh olmak üzere ihtilâf edildiğini işitmiş ve mübâh ve müstehâb ol­duğunu bildirmek istemişe benziyor (Nevevî).
111-.......İbnu Abbâs (Ra) şöyle demiştir: Peygamber (
sallallahu aleyhi ve sellem) Medi­ne'ye geldiğinde Yahûdîler'in âşûrâ günü oruç tuttuklarını gördü de:

— "Bu ne orucudur? diye sordu. Yahudiler:

— Bu gün iyi bir gündür. Bu gün Allah'ın İsrâîl oğulları'nı düşmanlarından kurtardığı bir gündür. Mûsâ Peygamber as(bu ilâhî lûtfa şükr olarak) bu gün oruç tutmuştur, dediler.

Rasûlullah:

 "Biz Musa'ya sizden daha ziyâde haklıyızdır" buyurdu da (Mekke'deki gibi) o günü oruç tuttu, ve sahâbîlerine bu orucu tut­malarını emreyledi 
*Buradaki emretme, Şâfiiyye'ce müstehâblığın kuvvet kazanması ma'nâsına hamledilmiştir. Peygamber'in sas bu günde oruç tutması, sırf onların sözleriyle Yahûdîler'i tasdik için değildir. Peygamber bu orucu bundan evvel de tutuyor idi. Nitekim bu Âişe hadîsinde açıkça belirtilmiştir.. (Kastaltânî).

112-....... Ebû Mûsâ (el-Eş'ârî-Ra) şöyle demiştir: Yahudiler bu âşûrâ gününü bir bayram saymakta idiler. Peygamber (
sallallahu aleyhi ve sellem) sahâbîleri­ne: "Bu gün sizler de oruç tutunuz!" buyurdu.

113-....... İbn Abbâs (Ra) şöyle demiştir: Ben Peygamber(
sallallahu aleyhi ve sellem)'i baş­kası üzerine üstün tuttuğu bir günde oruç tutmaya samîmi kasd ve azmeder görmedim; ancak şu âşûrâ günü ve bir de şu ramazân ayı müstesna .
*Âşûrâ orucu hakkındaki fıkhî hükme gelince, bu orucun vâcib değil, sünnet olduğunda âlimlerin İttifakı vardır. Yalnız İslâm'ın başlangıcındaki hükmünde ih­tilâf edilmiştir. Bâzıları vâcib idi, bâzıları sünnet veya müekked sünnet idi; şu kadar ki ramazân orucu farz kılındıktan sonra müstehâb olmuştur demişlerdir.

114-.......Selemetu'bnu'l-Ekva' (Ra) şöyle demiştir: Peygamber (
sallallahu aleyhi ve sellemEşlem kabilesinden (Hind ibnu Esma isminde) bir adama, insan­lar içinde şunu i'lân et diye emretti: "Her kim yemek yediyse günün geri kalanında yemekten kendini tutsun! Yememiş olan kimse ise oruç tutsun. Çünkü bu gün âşûrâ günüdür".
*Bu hadîs, Buhârî'nin sülâsiyâtından, yânî üç râvî vâsıtasıyle Peygamber'e ula­şan hadîslerinden biridir.

Sahih-i Buhari

Muharrem ayına mahsus yapılacak en güzel ibadet istenildiği kadar oruç tutmaktır- 9. ve 10. ya da 10. ve 11.günlerini oruçlu geçirmektir. Bunun dışındakiler bid’attir.


Muharrem ayına ait sahih hadislerde bu hadislerden başka hadis YOKTUR.

Söylemediği bir sözü Hz. Peygamber'e isnat etmek cehennemlik olmayı gerektirebilecek çirkin bir günahtır.
 Bidat günahların en çirkini ve affı en zor olanıdır. Zordur, çünkü bidat işleyenler başkalarını yanlış yola sokarlar. Onlar o yolda yürüdükçe onu ihdas edenin günahları da sürüp gider.

Kul ibadet koyamaz. İbadetlere zaman mekân keyfiyet ve sayı belirleme sadece Şeriatın sahibinin hakkıdır.

Sünnetin birimleri olan hadislerin sıhhati için söylenecekler söylenmiştir. Biz bir hadisin sahih, zayıf ya da uydurma olduğunu ancak asıl kaynaklarına bakarak bilebiliriz. Bu konuda kuru iddianın bir anlamı olmaz.


Muharrem Ayı Haram aylardan biridir. Haram olması, muhterem/değerli ve saygın olması, bu sebeple de onda savaşın yasak olması demektir.

“Kim Aşure Günü çoluk çocuğuna bol davranırsa, Allah da ona senenin kalan günlerinde bolluk verir”sözünün Ahmet bin Hanbel aslının bulunmadığını söyler. Bazılar zayıf bir hadistir derler. Yani hiç hesaba katılmayabilir. Ancak sevap için itibar edene de bir şey denmez demek isterler.

Aşure Günü çocukların da oruca teşvik edilmesi sünnette olan güzel bir davranıştır.

Aşure günü gerçekleştiği sayılıp dökülen olaylardan sadece Hz. Musa'nın ve kavminin Firavunun zulmünden kurtulmaları doğrudur.


Muharrem ayında Olmayanlar


Muharrem'de kim dokuz, on… gün oruç tutarsa Allah ona semada bir kubbe inşa eder. Kim Zilhicce'nin son günü, Muharrem'in ilk günü oruç tutarsa elli senelik, yetmiş senelik günahlarına kefaret olur. Kim Muharrem'de şöyle şöyle bir namaz kılarsa onun için şu kadar melek yaratılır, onlar onun için sürekli istiğfar ederler. Allah Arşı, Kürsüyü, cenneti ve cehennemi Aşure Günü yaratmıştır. Âdem'in tövbesi o gün kabul edilmiş, İsmail kurban edilmekten o gün kurtulmuş, Yusuf kuyudan o gün çıkarılmış, Yunus balığın karnından o gün çıkmış gibi sayılan onlarca olayın Aşure ile ilgili bir aslı ve ilgisi de yoktur. Kim o gün bir fakiri doyurur, bir yetimin başını okşarsa ümmetin bin fakirini doyurmuş sevabı alır, bin hac ve umre sevabı alır, yabani hayvanlar bile o gün oruç tutarlar. Kim o gün sürme çekerse, musafaha ederse şu kadar sevap alır gibi haberler birer çirkin yalandan ibarettir.
Bütün müminlerin göz nuru Hz. Hüseyin'in Aşure Günü şehit edildiği gerçektir. Bu olay azıcık imanı olan her mümini dilhûn eder. Hatırlayınca üzülür ve zulme lanet okuruz, ancak o gün yas tutup ağlayıp dövünmek, kan akıtmak cahiliye adetlerinden çirkin birer bidattirler.

“Hz. Nûh'un Cûdi Dağı'na inmesi Aşure Günü'dür hadisi” zayıftır. Gemideki insanların azıklarından arta kalanlarla karıştırıp bir çorba yapılması söyleminin aslı yoktur. Dolayısıyla Aşure Günü aşure tatlısı yapıp dağıtmanın da dini bir dayanağı bulunmamaktadır. O güne denk getirilerek bundan bir sevap umulursa bidat işlenmiş olur. Yoksa aşure tatlısı çok güzel bir tatlıdır ve yemek kültürümüz olarak devam ettirilmelidir.

 Hz. Peygamber'in dediklerini ve demediklerini öğrenmek suretiyle böyle zamanlar için uydurulan sözleri ayıklamaya çalışmak böyle günlerde yapılacak en güzel ibadetlerden biridir. (Faruk Beşer-Yeni Şafak)


http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/muharrem-olanlar-ve-olmayanlar-2022432


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

8 Temmuz 2024 Pazartesi

***Riyâzü's Sâlihîn'in " MUHARREM ORUCUNUN FAZİLETİ " Bâbı-3-


1251. Mücîbetü'l-Bâhiliyye, babasından (veya amcasından) naklen, babasının Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e elçi olarak gidip memleketine döndüğünü, bir yıl sonra -hali ve görünüşü oldukça değişmiş olarak- tekrar Hz. Peygamber'e gittiğini ve şöyle dediğini haber verdi: 

- Ey Allah'ın Resûlü! Beni tanıdınız mı? Hz. Peygamber: 

- "Sen kimsin? (tanımadım)" buyurdu. Adam: 

- Bir sene önce size gelmiş olan Bâhilîyim, dedi. Hz. Peygamber: 

- “Seni böylesine değiştiren nedir? Halbuki sen çok iyi görünüyordun” buyurdu. Adam: 

- Senden ayrıldığım günden beri, geceleri hariç, asla yemek yemedim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: 

- "Kendine işkence etmişsin!" buyurdu ve ilâve etti: 

- "Sabır ayı (ramaza)nı bütünüyle, diğer aylardan da birer günü oruçlu geçir." Adam: 

- Benim için bu sayıyı arttırınız. Zira benim gücüm bundan fazlasına yeter, dedi. Hz. Peygamber: 

- "O halde her aydan iki gün oruç tut!" buyurdu. Adam: 

- Daha arttırınız, dedi. Hz. Peygamber 

- "Peki, her aydan üç gün!" buyurdu. Adam: 

- Biraz daha arttırınız, dedi. Hz. Peygamber de: 

- "Haram aylarında (receb, zilkade, zilhicce ve muharrem) üç gün oruç tut, bırak; üç gün oruç tut, bırak; üç gün oruç tut, bırak."buyurdu ve üç parmağını birleştirip bırakmak suretiyle de fiilen gösterdi. 

Ebû Dâvûd, Savm 55. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 43

 Mücîbetü'l-Bâhiliyye 

Sahâbî hanımlardan olan Mücîbe'nin babası, sahâbeden Abdullah İbni Hâris elBâhilî'dir. Oruçla ilgili bu rivayeti ile bilinmektedir. Hakkında başkaca bir bilgi bulunmamaktadır. 

Allah ondan razı olsun. 

Açıklamalar

 Nevevî merhum bu hadisi haram aylarında tutulacak oruç konusunu açıklamak üzere zikretmiş bulunmaktadır. Öncelikle hadisin râvisi olarak bazı rivayetlerde Mücîbe, bazı rivayetlerde Ebû Mücîbe geçmektedir. Ahmed İbni Hanbel'in rivâyetinde yaşlı sahâbîyye Mücîbe diye bir açıklama yer almaktadır (Müsned, V, 28). Ayrıca hadisin kendisinden rivayet edildiği kişinin de Mücîbe'nin babası mı amcası mı olduğu tereddütlüdür. Amcasının ismi de zaten tesbit edilebilmiş değildir. Hadisteki olayın kahramanı olan zat bir sene önce kavminin elçisi olarak Hz. Peygamber'e gelip görüşmüştür. O zaman görüntüsü gayet normaldir. Bir yıl sonra geldiğinde, halindeki değişiklik, rengindeki solukluk sebebiyle Hz. Peygamber kendisini tanıyamamıştır. Onu tanınmaz hale getiren bu değişikliğin sebebinin, bir yıl boyunca gündüzleri sürekli oruç tutması olduğunu öğrenince, Hz. peygamber, "Kendi kendine işkence etmişsin" bazı rivayetlerde ise, "Sana kendine işkence etmeni kim emretti?" diye adamın yaptığı işi beğenmediğini açıkça ortaya koymuştur. 

Hz. Peygamber'in ramazân-ı şerîfi "sabır ayı" diye tanımlaması, nefsin yeme-içme gibi meşrû isteklerden alıkonulması noktasından bir nitelemedir. Peygamber Efendimiz, ramazan orucuna ilâve olarak herkesin durumuna göre her aydan bir, iki veya üç gün nâfile oruç tutmanın yeterli olacağını açıklamıştır. Daha fazlasının istenmesi üzerine de üç defa üç parmağını gösterip yummak suretiyle haram aylarında en fazla peşpeşe üç gün oruç tutup üç gün tutmamak suretiyle o ayların yarısını oruçla geçirmenin mümkün olduğunu belirtmiştir. Böylece dört haram ayında onbeşer günden altmış gün, ramazan dışındaki yedi ayda da üçer günden yirmi bir gün olmak üzere toplam senede seksen bir gün nâfile oruç tutmaya izin vermiş olmaktadır. 

Kur'an ve Sünnet'teki ifadesiyle eşhurü'l-hurum (haram ayları) olarak bilinen zilkade, zilhicce, muharrem ve receb aylarının ilk üçü peşpeşe gelir, receb ise ayrıdır. Bu dört ay, İslâm öncesinde de bu adla bilinir ve o aylarda Araplar arasında savaş yapılmazdı. Ticarî ve kültürel faaliyetler daha ziyade bu sulh zamanında gerçekleştirilirdi. Zamanla Araplar bu ayların yerini değiştirmek suretiyle kendi çıkarlarına göre hareket eder oldular. Yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de [Tevbe sûresi (9), 36-37] bu durum şöylece belirtilmektedir: 

"Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu, en doğru hesaptır. O halde bu haram aylarda (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) nefislerinize zulmetmeyin ve müşrikler sizinle nasıl topyekün savaşıyorlarsa, siz de onlara karşı topyekün savaşın. Bilin ki Allah, müttakilerle beraberdir. Haram ayları ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla kâfirler saptırılır. Onlar bunu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığına sayı bakımından uysunlar, ama Allah'ın haram ettiğini helâl kılmış olsunlar. Bu suretle onların amellerinin kötülüğü kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez." 

Hadisten Öğrendiklerimiz

 1. Ramazan dışındaki her ayda üç gün nâfile oruç tutmak Efendimiz'in tavsiyesidir. 

2. Haram aylarında da peşpeşe üç günü geçmemek şartıyla oruç tutulur. Üç gün yiyip üç gün oruç tutmak suretiyle bu ayların yarısı oruçlu geçirilebilir. 

3. Dinin getirdiği ruhsat sınırlarını aşarak nefsine zarar verecek şekilde ibadet etmeye çalışmak asla dindarlık sayılmaz. Asıl dindarlık, dinin koyduğu ölçülere ve sınırlara uymaktır