"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
10. İlim Söz Ve Amelden Önce Gelir
Çünkü "Bil ki: Allah'tan başka ilah yoktur [Muhammed,19] âyetinde Yüce Allah ilim ile başlamıştır. Ayrıca âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır, onlar İlmi miras olarak alırlar. Kim ilmi alırsa büyük bir pay almıştır. Kim ilim talebi için bir yola girerse Allah onun cennete doğru yolunu kolaylaştırır.
Yüce Allah:
"Allah'tan kulları içinde (hakkıyla) ancak âlimler korkar" [Fâtır,28],
"(Bu örnekleri) yalnızca âlimler akıl eder."[Ankebut,43],
"(Kafirler dediler ki): Eğer işitseydik veya aklımızı kullansaydık şimdi alevli cehennemin halkından olmazdık."[Mülk,10]
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" [Zümer,9] buyurmuştur.
Hz. Peygamber de Sallallahü Aleyhi ve Sellem: "Allah kimin için hayır dilerse onu dinde fakîh/anlayış sahibi kılar" buyurmuştur. İlim ancak taallümledir (Öğrenmeye çalışmakla elde edilir).
Ebû Zer şöyle demiştir: (Ensesini işaret ederek) "Şuraya kılıcı koysanız, ben daha başımı kesmenizden önce Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem duyduğum bir hadisi iletebileceğimi bilsem bunu yaparım."
İbn Abbas şöyle demiştir: (Ayette yer alan) "Rabbaniler olun" [Âl-i İmran,79] ifadesi "hakîm ve fakîh olun" anlamına gelir. Büyüğünden önce küçük bilgi ile insanları terbiye eden kişiye "Rabbani" denir.
Konu başlığı ile ilgili olarak İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bununla Buhârî söz ve amelin sahih olması için ilmin şart olduğunu kasdetmiştir. Söz ve amel ancak ilimle muteber olur. Bu yüzden ilim ikisinden de önce gelir. Çünkü ilim, ameli sahih hale getiren niyeti düzeltmektedir. "Amel olmadan ilmin yararı olmaz" sözünden ilmin değerinin düşürüldüğü ve ilim talebi konusunda hafiflik gösterildiği anlaşılmasın diye Buhârî buna dikkat çekmiştir.
"Yüce Allah ilimle başlamıştır": Yani âyette Yüce Allah önce "Bil ki: Allah'tan başka ilah yoktur" demiş ardından da "günahların için istiğfar et" buyurmuştur. Ayette Hz. Peygamber'e hitap edilmişse de bu, onun ümmetini de kapsar. Süfyan b. Uyeyne bu âyeti ilmin faziletine delil getirmiştir. Nitekim Ebû Nuaym'ın el-Hilye adlı eserinde onun hayat hikayesini anlattığı bölümde Rebi' b. Nâfi yoluyla aktardığına göre Süfyan bu âyeti okumuş, sonra şöyle demiştir: "Görmez misin ki Yüce Allah "bil ki" diyerek ilimle başlamış, sonra da ameli emretmiştir?"
"Kim ilim talebi için bir yola girerse": Dinî ilimleri tahsile götüren az çok bütün yollar buna dahildir.
"Allah cennete giden yolu ona kolaylaştırır": Bunu âhirette yapar. Yahut dünyada insanı cennete götürecek ameller işlemeye muvaffak kılar. Bu, ilim talep eden kişiye bunun kolaylaştırılacağını müjdelemektedir. Çünkü ilim talep etmek, insanı cennete götüren yollardandır.
"Allah'tan (hakkıyla) ancak âlimler korkar: Allah'tan ancak onun kudreti ve hakimiyetini bilenler yani âlimler hakkıyla korkar. Bu yorum İbn Abbas'a aittir.
"Eğer işitseydik veya aklımızı kullansaydık alevli cehennem halkından olmazdık": "Kavrayan ve anlayan kişinin dinlemesi gibi dinleseydik, temyiz eden kişinin akletmesi gibi akletseydik böyle olmazdık". Bunlar ilim ehlinin özellikleridir. Bu şu anlama gelir: "Eğer ilim ehlinden olsaydık, bize gerekli olan şeyi bilir, ona uygun amel yapar ve kurtuluşa ererdik".
"Allah kimin için hayır dilerse onu dinde anlayış sahibi kılar": Hadisin aslında yer alan "fıkıh" kelimesi anlayış demektir. Nitekim Yüce Allah "hiçbir sözü anlamıyorlar âyetinde de fıkıh kelimesini bu anlamda kullanmıştır. Fıkıhtan kasıt, dini hükümleri bilmektir.
"İlim ancak taallümle (öğrenmeye çalışmakla) elde edilir": Muteber olan ilim, yalnızca peygamberlerden ve onların mirasçılarından öğrenme yolu ile elde edilen ilimdir.
Ebû Zer'in yukarıdaki sözü senedi ile birlikte Dârimî'nin Sünen'i ve diğer kitaplarda yer almıştır. Evzâî'nin, Ebû Kesîr (Mâlik b. Mersed)'den onun da babasından rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Ebû Zer, Mina'da şeytan taşlama yerindeki orta Cemre'nin yanında otururken onun yanına geldim. İnsanlar etrafında toplanmışlar kendisine fetva soruyorlardı. Bir adam gelerek onun yanında durdu ve ona "Senin fetva vermen yasaklanmadı mı?" diye sordu. Ebû Zer başını kaldırarak ona baktı ve "Sen benim başımda gözetleyen misin?" diye sordu. Daha sonra da şöyle dedi: Ensesini işaret ederek Şuraya kılıcı koysanız, ben başımı kesmenizden önce Hz. Peygamberden duyduğum bir hadisi iletebilece-ğimi bilsem bunu yaparım". Bu hadis bu yolla rivayet edilmiştir. Orada belirtildiğine göre Ebû Zer'le konuşan kişi Kureyş kabilesinden idi. Ebû Zer'in fetva vermesini yasaklayan da Hz. Osman idi. Bunun sebebi şu olaydır: Ebû Zer, Şam'da iken Muaviye ile "Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onları elem verici bir azapla müjdele [Et-Tevbe,34] âyeti hakkında görüş ayrılığına düştüler. Muaviye bu âyetin yalnızca ehl-i kitap (Yahudi ve Hristiyanlar) hakkında indirildiğini söylerken, Ebû Zer hem onlar hem de biz Müslümanlar için indirildiğini söyledi. Muaviye bir mektupla durumu Hz. Osman'a bildirdi, Hz. Osman, Ebû Zer'e bu konuda haber gönderdi. Aralarında Ebû Zer'in Medine'den taşınmasını gerektirecek bir tartışma geçti. Ebû Zer Rebeze'ye yerleşerek vefat edinceye kadar burada kaldı. Bunu Nesâî rivayet etmiştir. Bu, devlet başkanı fetva vermeyi yasakladığında Ebû Zer'in ona itaat etmeyi uygun görmediğini göstermektedir. Çünkü o, yukarıda da geçtiği üzere Hz Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem tebliğ konusundaki emri gereğince bunun gerekli olduğunu kabul ediyordu. Yine o muhtemeldir ki bildiği bir konuda bilgiyi gizleyen kişi hakkında söz konusu olan tehdit edici ifadeleri de biliyordu. Bu konu, Hz.Ali'nin Hz. Osman ile aralarında geçen konuşma ile ilgili olarak daha sonra gelecektir. Ebû Zer'in yukarıdaki sözü, ölüm kendisine yaklaşsa bile her halükârda bildiği şeyi başkalarına nakledeceği ve bundan geri durmayacağı anlamına gelir. Bu, ilim öğrenmeye, bu konuda zorluklara katlanmaya ve sevap elde etmek için sıkıntılara sabretmeye teşvik etmektedir.
Rabbânîlik Kavramı
İbn Abbas "Rabbânî" sözcüğünü hakîm ve fakîh şeklinde tefsir etmiştir. İbn Mesud da bu konuda ona katılmıştır.
Özetle söylemek gerekirse bu sözcükteki nisbetin Rabb'e mi, terbiyeye mi yapıldığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Buna göre terbiye, ilim öğretmek; Buharî'nin aktardığına göre ise bunu öğrenmektir. "İlmin küçüğü"nden maksat, ilmî konulardan açık olanlar, "büyüğü"nden maksat ise ilmin incelikleridir. Bir görüşe göre bundan maksat "Rabbani, insanlara ilmin temel meselelerinden önce cüziyyatını öğretir" veya "köklerinden önce dallarını öğretir", "maksatlarından önce mukaddimelerini öğretir" demektir. İbnü'l-A'rabî şöyle demiştir: 'Bir kimse; bilen, öğreten ve uygulayan olmadıkça ona rabbânî denmez".
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
"(Kafirler dediler ki): Eğer işitseydik veya aklımızı kullansaydık şimdi alevli cehennemin halkından olmazdık."[Mülk,10]
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" [Zümer,9] buyurmuştur.
Hz. Peygamber de Sallallahü Aleyhi ve Sellem: "Allah kimin için hayır dilerse onu dinde fakîh/anlayış sahibi kılar" buyurmuştur. İlim ancak taallümledir (Öğrenmeye çalışmakla elde edilir).
Ebû Zer şöyle demiştir: (Ensesini işaret ederek) "Şuraya kılıcı koysanız, ben daha başımı kesmenizden önce Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem duyduğum bir hadisi iletebileceğimi bilsem bunu yaparım."
İbn Abbas şöyle demiştir: (Ayette yer alan) "Rabbaniler olun" [Âl-i İmran,79] ifadesi "hakîm ve fakîh olun" anlamına gelir. Büyüğünden önce küçük bilgi ile insanları terbiye eden kişiye "Rabbani" denir.
Konu başlığı ile ilgili olarak İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bununla Buhârî söz ve amelin sahih olması için ilmin şart olduğunu kasdetmiştir. Söz ve amel ancak ilimle muteber olur. Bu yüzden ilim ikisinden de önce gelir. Çünkü ilim, ameli sahih hale getiren niyeti düzeltmektedir. "Amel olmadan ilmin yararı olmaz" sözünden ilmin değerinin düşürüldüğü ve ilim talebi konusunda hafiflik gösterildiği anlaşılmasın diye Buhârî buna dikkat çekmiştir.
"Yüce Allah ilimle başlamıştır": Yani âyette Yüce Allah önce "Bil ki: Allah'tan başka ilah yoktur" demiş ardından da "günahların için istiğfar et" buyurmuştur. Ayette Hz. Peygamber'e hitap edilmişse de bu, onun ümmetini de kapsar. Süfyan b. Uyeyne bu âyeti ilmin faziletine delil getirmiştir. Nitekim Ebû Nuaym'ın el-Hilye adlı eserinde onun hayat hikayesini anlattığı bölümde Rebi' b. Nâfi yoluyla aktardığına göre Süfyan bu âyeti okumuş, sonra şöyle demiştir: "Görmez misin ki Yüce Allah "bil ki" diyerek ilimle başlamış, sonra da ameli emretmiştir?"
"Kim ilim talebi için bir yola girerse": Dinî ilimleri tahsile götüren az çok bütün yollar buna dahildir.
"Allah cennete giden yolu ona kolaylaştırır": Bunu âhirette yapar. Yahut dünyada insanı cennete götürecek ameller işlemeye muvaffak kılar. Bu, ilim talep eden kişiye bunun kolaylaştırılacağını müjdelemektedir. Çünkü ilim talep etmek, insanı cennete götüren yollardandır.
"Allah'tan (hakkıyla) ancak âlimler korkar: Allah'tan ancak onun kudreti ve hakimiyetini bilenler yani âlimler hakkıyla korkar. Bu yorum İbn Abbas'a aittir.
"Eğer işitseydik veya aklımızı kullansaydık alevli cehennem halkından olmazdık": "Kavrayan ve anlayan kişinin dinlemesi gibi dinleseydik, temyiz eden kişinin akletmesi gibi akletseydik böyle olmazdık". Bunlar ilim ehlinin özellikleridir. Bu şu anlama gelir: "Eğer ilim ehlinden olsaydık, bize gerekli olan şeyi bilir, ona uygun amel yapar ve kurtuluşa ererdik".
"Allah kimin için hayır dilerse onu dinde anlayış sahibi kılar": Hadisin aslında yer alan "fıkıh" kelimesi anlayış demektir. Nitekim Yüce Allah "hiçbir sözü anlamıyorlar âyetinde de fıkıh kelimesini bu anlamda kullanmıştır. Fıkıhtan kasıt, dini hükümleri bilmektir.
"İlim ancak taallümle (öğrenmeye çalışmakla) elde edilir": Muteber olan ilim, yalnızca peygamberlerden ve onların mirasçılarından öğrenme yolu ile elde edilen ilimdir.
Ebû Zer'in yukarıdaki sözü senedi ile birlikte Dârimî'nin Sünen'i ve diğer kitaplarda yer almıştır. Evzâî'nin, Ebû Kesîr (Mâlik b. Mersed)'den onun da babasından rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Ebû Zer, Mina'da şeytan taşlama yerindeki orta Cemre'nin yanında otururken onun yanına geldim. İnsanlar etrafında toplanmışlar kendisine fetva soruyorlardı. Bir adam gelerek onun yanında durdu ve ona "Senin fetva vermen yasaklanmadı mı?" diye sordu. Ebû Zer başını kaldırarak ona baktı ve "Sen benim başımda gözetleyen misin?" diye sordu. Daha sonra da şöyle dedi: Ensesini işaret ederek Şuraya kılıcı koysanız, ben başımı kesmenizden önce Hz. Peygamberden duyduğum bir hadisi iletebilece-ğimi bilsem bunu yaparım". Bu hadis bu yolla rivayet edilmiştir. Orada belirtildiğine göre Ebû Zer'le konuşan kişi Kureyş kabilesinden idi. Ebû Zer'in fetva vermesini yasaklayan da Hz. Osman idi. Bunun sebebi şu olaydır: Ebû Zer, Şam'da iken Muaviye ile "Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onları elem verici bir azapla müjdele [Et-Tevbe,34] âyeti hakkında görüş ayrılığına düştüler. Muaviye bu âyetin yalnızca ehl-i kitap (Yahudi ve Hristiyanlar) hakkında indirildiğini söylerken, Ebû Zer hem onlar hem de biz Müslümanlar için indirildiğini söyledi. Muaviye bir mektupla durumu Hz. Osman'a bildirdi, Hz. Osman, Ebû Zer'e bu konuda haber gönderdi. Aralarında Ebû Zer'in Medine'den taşınmasını gerektirecek bir tartışma geçti. Ebû Zer Rebeze'ye yerleşerek vefat edinceye kadar burada kaldı. Bunu Nesâî rivayet etmiştir. Bu, devlet başkanı fetva vermeyi yasakladığında Ebû Zer'in ona itaat etmeyi uygun görmediğini göstermektedir. Çünkü o, yukarıda da geçtiği üzere Hz Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem tebliğ konusundaki emri gereğince bunun gerekli olduğunu kabul ediyordu. Yine o muhtemeldir ki bildiği bir konuda bilgiyi gizleyen kişi hakkında söz konusu olan tehdit edici ifadeleri de biliyordu. Bu konu, Hz.Ali'nin Hz. Osman ile aralarında geçen konuşma ile ilgili olarak daha sonra gelecektir. Ebû Zer'in yukarıdaki sözü, ölüm kendisine yaklaşsa bile her halükârda bildiği şeyi başkalarına nakledeceği ve bundan geri durmayacağı anlamına gelir. Bu, ilim öğrenmeye, bu konuda zorluklara katlanmaya ve sevap elde etmek için sıkıntılara sabretmeye teşvik etmektedir.
Rabbânîlik Kavramı
İbn Abbas "Rabbânî" sözcüğünü hakîm ve fakîh şeklinde tefsir etmiştir. İbn Mesud da bu konuda ona katılmıştır.
Özetle söylemek gerekirse bu sözcükteki nisbetin Rabb'e mi, terbiyeye mi yapıldığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Buna göre terbiye, ilim öğretmek; Buharî'nin aktardığına göre ise bunu öğrenmektir. "İlmin küçüğü"nden maksat, ilmî konulardan açık olanlar, "büyüğü"nden maksat ise ilmin incelikleridir. Bir görüşe göre bundan maksat "Rabbani, insanlara ilmin temel meselelerinden önce cüziyyatını öğretir" veya "köklerinden önce dallarını öğretir", "maksatlarından önce mukaddimelerini öğretir" demektir. İbnü'l-A'rabî şöyle demiştir: 'Bir kimse; bilen, öğreten ve uygulayan olmadıkça ona rabbânî denmez".
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder