24 Nisan 2014 Perşembe

324.KELAM-I KADİM'İN ANLAM HARİTASI :4-Kur'an İlimleri

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Kur’an’ın Anlaşılması Bağlamında Kur’an İlimleri
Allah Resulü (s.a.v.) Kur’an’a dair hiç kimsenin bilemeyeceği inceliklere vakıftı. “Muhkem”den “müteşabih”e, “nasih”ten “mensuh”a “i’caz”dan “i’rab”a kadar Kur’an ilimleri kapsamına giren her konu ilk olarak O’nun kalbinde anlam buldu.

Efendimiz (s.a.v.) tebliğ ettiği vahyin anlaşılmasına son derece önem verdi. Buna rağmen anlaşılmayan ayetler olduysa hususi açıklamalarda bulundu. Neticede zihinlerde Kur’an ilimleriyle alakalı bir çok mesele birikti.

Sahabe Kur’an ilimleriyle alakalı tesbit ve terkip ettikleri malumatı şifahi olarak tabiine aktardı. Onlar da aynı yolu takip ettiler; Kur’an ilimleri hadis gibi işitme yoluyla alınıp, rivayet tarikiyle sonraki kuşaklara nakledildi. İlim, hafızalardan sahifelere geçinceye yani tedvin faaliyeti başlayıncaya kadar böyle devam etti.

Kur’an ilimlerinin kayda geçme süreci ilk olarak Hz. Ali’nin Ebu’l-Esved ed-Düeli’ye nahiv ilmiyle alakalı malumatı bir araya getirme emrini vermesiyle başladı.
Emeviler döneminde tedvin faaliyetleri hız kazandı. Alimlerin ölümü ile ilmin kaybolmasından endişe eden Ömer b. Abdulaziz hadislerin toplanmasını emretti.

Abbasiler dönemine gelindiğinde tedvin çalışmaları din ilimlerinde olduğu gibi Arap Dili ve felsefi ilimlerde de kendini gösterdi. Bu bağlamda bir çok eser kaleme alındı.

Tedvin sürecinde Kur’an ilimleri içerisinde ilk kayda geçen şüphesiz ki tefsirdir.[71] Çünkü o, Kur’an’ı anlamanın anahtarıdır. Hükümleri tesbit etmek, helal ve haram disiplinini bilmek tefsire bağlıdır. Tabiin devrinin hemen akabinde bir çok tefsir kaleme alındı. Fakat bunlar içerisinde Kur’an’ın anlaşılmasına en ciddi katkıyı sağlayan İbn Cerir et-Taberi’nin tefsiridir. Taberi oldukça hacimli olan eserinde ilk defa tefsiri rivayet ve dirayet boyutuyla ele aldı.

Taberi Tefsiri Kur’an’ın anlaşılmasında bir milat oldu. Ondan sonra irili ufaklı çok sayıda tefsir yazıldı.

Bu dönemde Kur’an ilimlerinin her çeşidi ile alakalı müstakil kitaplar telif edildi. Çok yönlü bir anlama faaliyeti başlatıldı. Her alim uzmanlık alanına göre Kur’an’ın anlaşılmasına katkıda bulundu. Bu çerçevede Buhari’nin Hocası Ali b. el-Medini (v. 234) ayetlerin iniş sebebi ile alakalı eser telif etti. Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam (v. 224) nasih-mensuh ile ilgili bilgileri bir araya getirdi. İbn Kuteybe (v. 276) “müşkil” ve “garib” ifadelerle alakalı kitap yazdı. Rağıb el-İsfehani (v. 502) Kur’an’daki kelimeleri açıklayan meşhur çalışmasını yaptı. er-Rümmani (v. 384) el-Hattabi (v. 388) ve Bakillani (v. 403) gibi alimler Kur’an’daki “i’caz”ı ihtiva eden kitaplar yazdı. İbn Kuteybe, eş-Şerif er-Rezi ve İz b. Abdisselam ( v. 660) Kur’an’daki “mecaz” ifadeleri bir araya getirdi. Kıraatle alakalı Ebu Bekir Ahmed b. Mücahid (324), es-Sehavi (v. 643), İbn Cezeri (v. 833), yeminlerle alakalı İbn Kayyım el-Cevzi (v. 751), misallerle alakalı Ebu’l-Hasan Maverdi (v. 450), cedelle ilgili Necmeddin et-Tufi ( 716) eser telif etti. Her bir çalışma Kur’an’ı kendi zaviyesinden izaha çalıştı. Bütün yönleriyle Kur’an Müslümanların zihin dünyasına onu anlayabilecekleri şekilde taşındı.

İlk Ulum-u Kur’an

Zamanla bütün Kur’an ilimlerini bir araya getiren ve “ulum-u Kur’an” başlığını taşıyan eserler yazıldı. İlk defa bu adla telif edilen kitap Ebu’l-Ferec b. el-Cevzi’nin (v. 597) “Fünunu’l-Efnan fi Ulumi’l-Kur’an” isimli eseridir.[72] Bedruddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşi’nin (v. 794) “el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an” adlı kitabı ise bu alanın ilk en hacimli çalışmasıdır. İmam Suyuti’nin (v. 911) “el-Burhan”dan da istifade ederek telif ettiği “el-İtkan”, Kur’an ilimleri ile alakalı telif edilen en sistematik eserdir.

Müslümanların Kur’an’ı anlama gayretlerine paralel olarak Kur’an ilimleri ile alakalı telif edilen eserler keyfiyet ve kemiyet itibariyle gelişme gösterdi. Özellikle yakın dönemde kaleme alınan eserlere oryantalistlerin Kur’an çerçevesinde oluşturdukları şüpheleri yok edecek bilgileri içeren başlıklar ilave edildi. Mesela Kur’an’ın Arapça’nın dışındaki dillere tercüme edilmesi meselesi muasır kitapların bir çoğuna dahil edildi.[73]

Kur’an ilimleri, Kelam-ı Kadim’in hakkıyla anlaşılmasına yardımcı oldu. Müfessirler bu ilimler vesilesiyle Kur’an’ın ilk muhatabının kim olduğunu, nasıl bir ortamda indiğini, neler ihtiva ettiğini, sure ve ayetlerinin nasıl tertip edildiğini, hangi yönüyle mu’ciz olduğunu, mantuk ve mefhumun ne tür özellikler taşıdığını öğrendiler. Kur’an ilimleri bir anlamda anahtar vazifesi gördü. Bunun içindir ki Taberi, Kurtubi, Alusi gibi büyük müfessirler eserlerinin baş taraflarında hatırı sayılacak şekilde Kur’an ilimlerine yer ayırdı. Bu alanda en derli-toplu eseri kaleme alan Suyuti de, eserini, tefsirine bir mukaddime olarak kaleme aldığını söyler.[74]

Kur’an ilimlerini tahsil eden kişi İslam düşmanlarının Kur’an-ı Kerim etrafında ihdas ettikleri yalan ve iftiralara karşı güçlü bir silahla donanmış olur. İslam’ın esası olan Kur’an’ı savunmanın ümmetin, özellikle de alimlerin en önemli vazifelerinden biri olduğu düşünüldüğünde bu ilimlerin önemi daha da artmaktadır.[75]

Müfessir Olmak Neleri Bilmeyi Gerektirir?
Kur’an anlaşılmak için gönderilmiştir. Bu yüzden aklı olan herkes ayetlerin önemli bir bölümünü anlar. Anlaşılan ayetler üzerinde düşünmek zihinlerde yeni inkişaflara zemin hazırlar. Bu sayede Allah Teala onlara anlama ameliyesini kolaylaştırır: “Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan.”[76] Fakat düşünmek Kur’an’ı anlamak için yeterli değildir. Zira yeterli olsaydı Allah, Resulü’nü “açıklayıcı” olarak göndermezdi. O halde düşünmek Kur’an’ı anlamanın en düşük mertebesidir. Onu, ilahi murat çerçevesinde anlayabilmek için bilinmesi gereken ilimler vardır. Suyuti bunları 15 olarak belirlemiştir: Arap Dili, Nahiv ve Sarf (Gramer ve Dil Bilgisi), kelimelerin türeyişlerinden bahseden ilim (iştikak), meani, beyan , bedi’, kıraat, akaid ve kelam, fıkıh usulü, ayetlerin iniş sebepleri ve kıssalar, nasih-mensuh, fıkıh, sünnet ve nevhibe ilmi.[77]

Müfessir Nelerden Sakınmalıdır?
Kur’an’ı anlamaya gayret eden müfessirin hataya düşmemesi ve ayetlerin anlamını çarpıtmaması için sakınması gereken bir takım hususlar vardır. Bu bağlamda şunlar söylenebilir:

1. Müfessir Arap Dili’nin kurallarını, akaidin temel esaslarını ve tefsir için gerekli olan ilimleri bilmeden Allah’ın muradını açıklamaya kalkışmamalıdır.

2. Müteşabih gibi, kesin bilgisini Allah Teala’nın zatına tahsis ettiği meseleleri ve sır olduğu bildirilen gaybi hakikatleri tefsir etmeye dalmamalıdır.

3. Ayetleri hevası istikametinde tefsir etmemelidir.

4. Bozuk mezhebi “asıl”, tefsiri ise “tabi” yaparak yanlışları doğrulayan bir tefsirden uzak durmalıdır.

5. Delil olmadan Allah’ın muradı şöyle şöyledir dememelidir.[78] Kur’an’ı Kerim böyle bir yaklaşımın Şeytan’ın telkinleri sonucu gerçekleştiğini söyler: “O size Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”[79]

6. Hangi ayetin nasıl bir anlayış sistemi ile ne kadar anlaşılabileceğini bilmeli ve en sonunda “Allah-u a’lem” (en iyisini Allah bilir) demeli yani tefsirinin muradı ilahi olduğunu iddia etmekten uzak durmalıdır.

Farklı Anlayışların Şekillendirdiği Tefsir Usulleri

Müfessirlerin Kur’an’ın farklı yönlerini dikkate almaları değişik tefsir anlayışlarının oluşmasına zemin hazırladı. Asırların geçmesine rağmen ortak kaygılara ve müşterek yönelişlere sahip tefsir tarzları hep aynı kaldı.

Farklı tefsir anlayışlarının oluşum ve istikrarında müfessirlerin meslekleri belirleyici oldu. Hadisle uğraşanlar “rivayet”, akli ilimlerde mahir olanlar “ictihat” sufi eğilimlere sahip olanlar “işari” tefsire fakihler de “ahkama” ağırlık verdi. Tabi bunu yaparken benimsedikleri mezheplerin kriterlerini desteklemeyi de ihmal etmediler. Bu çerçevede Ehl-i Sünnet, ayetlerle alakalı rivayetlere ve zahir anlama sıkı sıkıya bağlı kalırken Şia ve Mu’tezile başta olmak üzere topyekün ehl-i dalalet lafzın müsaade etmediği tefsirlere tevessül etti.

Müfessirlerin yönelişlerine göre yapılan tefsirleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

Rivayet Tefsiri

Rivayet tefsirine “me’sür” veya “nakli” tefsir de denir. Ayeti bir başka ayet, sahabe ve tabiinden[80] gelen rivayet ile ilahi murat çerçevesinde açıklamaya rivayet tefsiri denir.[81]

Rivayet tefsiri saadet asrından itibaren sürekli gelişme göstermiştir. Çünkü İslam coğrafyasının genişlemesi, değişik din ve kültürlere mensup milletlerin İslam’la tanışması beraberlerinde yeni sorunlar getirmişti. Sahabe, vahiy kültürünün bilinç altına yerleştirdiği birikimle ayetleri açıklamaya çalıştı. Tabiin de sahabeden öğrendiği bu yöntemi aynen takip etti.

Rivayet tefsiri nakil merkezli olduğundan diğer tefsirlere nispetle oldukça az ihtilaf içerir. O ihtilafların çoğunluğu da özde aynı, ibarede farklıdır. Mesela Fatiha’daki “doğru yol” terkibini bir grup alim “Kur’an” olarak tefsir ederken diğer bir grup “İslam” olarak açıklamaktadır. Gerçekte bu iki tefsir aynıdır. Zira “İslam” Kur’an’a ittiba”dan ibarettir. Fakat her biri “doğru yol”un ayrı bir vasfına dikkat çekmektedir.[82]

Rivayet tefsirinin uydurma haber, İsrailiyyat ve isnatların hazfi[83] gibi zafiyet noktalarından beri olması durumunda kabul edilmesi vaciptir.[84] Çünkü bilgiye ulaşmanın en sağlıklı yolu rivayetleri dikkate alarak yapılan tefsirdir.

Hadis mecmualarının “kitabu’t-tefsir” fasıllarında rivayet tefsiriyle alakalı hadisleri toplu halde bulmak mümkündür. En meşhur rivayet tefsiri ise Muhammed b. Cerir Taberi’nin Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an’ adlı eseridir.

Dirayet Tefsiri

Dirayet tefsiri “Re’y” ya da “ma’kul” tefsir diye de bilinir.[85] Arap Dili, söz sanatları, lafızların manaya delalet yönleri, cahiliyye şiiri, ayetlerin iniş sebepleri, nasih-mensuh başta olmak üzere tefsir için gerekli olan bütün ilimlere vakıf olan müfessirin Kur’an’ı içtihadıyla tefsir etmesine “dirayet tefsir”i denir.[86]

Tefsir için gerekli olan altyapıya sahip, cehalet ve dalaletten uzak, ilahi gayeye uygun davranan müfessirlerin Kur’an’ı anlama noktasında ortaya koydukları içtihatlar “dirayet tefsiri”nin muteber olan kısmını oluştururlar. Bu nev’i tefsirlerde izlenmesi gereken usul şu şekilde olmalıdır: Müfessir öncelikle ayetin tefsirini Kur’an’da, onda bulamadığı takdirde Sünnet’te aramalıdır. Çünkü Sünnet Kur’an’ı tefsir eder. Hakikati bu iki kaynakta arama faaliyeti netice vermezse müfessir sahabenin sözüne müracaat eder.

Müfessir ayetin anlamını Kur’an, Sünnet ve sahabe sözünden elde edemediği takdirde aşağıdaki sisteme riayet ederek içtihat eder:
Tefsir, ihtiyaç duyulandan az, maksada uygun olmayacak şekilde de fazla olmamalıdır. Ayete mutabık olmalıdır. Mecaz anlam, hakiki mananın kabulünün mümkün olmadığı durumlarda söz konusu edilmelidir. Kelamın siyakına, ayetler arasındaki münasebete, ayetlerin iniş sebeplerine riayet edilmeli, kozmoloji, sosyal hayatın ve tarihin kanunları göz önünde bulundurulmalıdır. Tefsirin Allah Resulü’nün (s.a.v.) söz, fiil ve takririne uygun olması ihmal edilmemeli, ayetin farklı ihtimalleri haiz olması durumunda manalar arasında tercih yapılmalı, müfret lafızların Hz. Peygamber zamanındaki kullanımları dikkate alınmalıdır.[87]

Yukarıdaki kriterleri dikkate almayan kişilerin arzu ve ideolojilerine göre Kur’an’ı tefsir etmeleri, Allah Teala’nın bilinmesini kendine özel kıldığı meselelere dalıp kesin bir dille ‘bu ayetin anlamı şöyle şöyledir’ demeleri “dirayet tefsiri”nin yerilen kısmını oluşturur.[88] Allah Resulü’nün kişinin mücerred aklıyla Kur’an’ı açıklamasını kıymetlendirirken ifade buyurduğu ‘Kim kendi görüşü ile Kur’an’ı tefsir ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.’[89] hadisi bu nev’i müfessirlere şamildir.

İslam’ın erken asırlarından bu tarafa tedavülde olan “dirayet tefsiri” sayesinde Kur’an’ın etkin bir şekilde hayata müdahil kalması mümkün olmuştur. Çünkü ayet ve hadisler sınırlı, buna mukabil hayatın ürettiği sorunlar namütenahidir. Bu durumda içtihat kaçınılmaz olmaktadır. “Dirayet tefsiri” tarih boyu bu vazifeyi ifa etmiştir.

İslam dünyasını kuşatan sıkıntıları giderecek, buna mukabil yeni açılımlar getirecek olan “dirayet tefsiri” zamanın ürettiği problemlere göre kısmi farklılıklar arz etmiştir. En meşhur “dirayet tefsiri” Fahruddin er-Razi’nin, “Mefatihu’l-Ğayb” adlı eseridir.

İşari Tefsir
Sadece tasavvuf erbabına malum olan bir takım gizli işaretlerle Kur’an’ı te’vil etmeye “işari tefsir” denir.[90] İlahi ilhama muhatap olan sufilerin zihinlerinde Kur’an’ın ince manaları inkişaf eder. Bu vesile ile Kur’an’daki bir takım sırlara müdrik olurlar.

“İşari tefsir”de müfessir ayetin taşıdığı zahir anlamın dışında başka bir mana görür ki bu, sadece Allah’ın kalbini açtığı, basiretini aydınlattığı kişilere malum olur.[91]

“İşari tefsir” araştırma ve öğrenme ile elde edilmez. O, takva ve istikametin neticesi olan “Vehbi” bir bilgidir.[92] Şu ayette bu manayı teyit etmektedir: “Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”[93]

Allah Teala’nın ilham yoluyla ilim verdiği kulların Kur’an’ı Kerim’deki sırları keşfetmeleri diye de tarif edilen “işari tefsir” ile, Kur’an’ın anlamlarını tahrif eden Batini mezhebine mensup mürtedlerin tefsir anlayışları gece ile gündüz kadar farklıdır. Şöyle ki, sufiler zahir mananın ortaya çıkarılmasını destekler hatta o asıldır derler. Onlara göre “Öncelikle zahir anlamı bilmek gerekir. Onu iyi bir şekilde bilmeden Kur’an’ın sırlarını anladığını iddia edenin durumu eve kapısından girmeden iç direğe ulaşacağını iddia eden adamın anlayışına benzer.” [94] Batiniler ise sufilerin zıddına zahir anlamın kesinlikle talep edilmediğini, Kur’an’ın asıl hedefinin batın anlam olduğunu iddia ederler. Batinilerin bu anlayışlarının arka planında İslam’ın hükümlerini ortadan kaldırma düşüncesi vardır. Bu da küfürdür. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Ayetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O halde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?”[95] Ayrıca Batiniler ayetin tek anlamının batini tefsir olduğunu iddia ederler. Sufiler ise ayetin tek anlamının işari mana olduğunu söylemedikleri gibi zahir anlamı da ikrar etmekten geri durmazlar.[96]

Tefsir, şartları ve sınırlarıyla bütünlük arz eden bir disiplindir. Onları ihmal ya da ihlal eden her anlama usulü, tebyinden ziyade tahrife yatkındır. Batini tefsirde lafız aynı kalmasına rağmen, lafzın yüklendiği mana bütünüyle ihmal edilmektedir. Bu açıdan Batini tefsir “tahrif”, işari tefsir ise “tebyin”dir. Hadisenin bu boyutunu tespit eden müfessirler “İşari tefsirin meşruiyetini aşağıdaki şartların varlığına bağlamışlardır:

Tefsir Kur’an’ın nazmından anlaşılan mana ile çelişmeyecek; Tek anlamın işari mana olduğu iddia edilmeyecek; Ayetin iç tutarlılığına dikkat edilecek, zorlama tefsirler yapılmayacak. Mesala Ankebut Suresi’nin tefsirinde yapıldığı gibi “Allah muhsinlerle beraberdir.”[97] mealinde ki ayette yer alan “lemaa’” ifadesini “lemmaa’” okuyup “parıldatmak” manasında fili mazi, “muhsinin” kelimesini de “meful” olarak alıp işari tefsir adına ortaya saçma sapan bir beyan sunulmayacak; Tefsire şer’i ya da akli bir muarız olmayacak; Onu teyit eden şer’i bir kanıt mevcut olacak.[98]

Yukarıdaki şartlara sadık kalan sufi alimler Kur’an’ın iç manalarını keşfetme noktasında verimli çalışmalar telif ettiler. Onlar vasıtasıyla Kur’an’ın vicdanlara konuşan boyutu gün yüzüne daha bir berrak çıktı. Meşru ölçüler dahilinde kaleme alınan “işari tefsirler”in en meşhuru Şihabuddin Muhammed el-Alusi’nin “Ruhu’l-Meani” adlı eseridir.

Yakın Dönem Tefsir Usulleri
Yakın döneme kadar müfessirlerin Kur’an anlayışları mevcut üç usul çerçevesinde cereyan etmiştir. Fakat modern zamana gelindiğinde malum tefsir tarzları aşılarak, müsteşriklerin geliştirdiği mantık örgüsününde etkisiyle yeni tefsir yaklaşımları benimsenmiştir.[99] Benimsenen yeni tefsir tarzları İslam geleneğinin usul ve tefsiriyle çelişince, meşruiyet problemi yaşanmış, modernist tefsirciler ‘Ulum-u Kur’an’a dair yazılan eserleri ve bu eserler dikkate alınarak telif edilen tefsirleri farklı açılardan eleştiri konusu yaparak kendilerine yol açmaya çalışmışlardır. İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinde bu anlayışta bir çok eleştiri neşredilmiştir. ‘Ulum-u Kur’an’ın tenkit edilişi, kamuoyunda yeni yaklaşımları dikkate alan bir tefsir usulünün geliştirilmesinin ihtiyaç olduğu hissini uyandırmıştır!

Klasik tefsir usulüne başkaldırı tarzında gelişen yeni yaklaşımların önerdikleri köklü değişiklikler içinde; Muhammed Abduh’un ‘İctimai’[100], Seyyid Ahmed Han’ın ‘Modernist’[101], Emin el-Huli’nin ‘Edebi’[102] ve öncülüğünü Fazlurrahman’ın yaptığı ‘Tarihselci’ tefsir anlayışları önemli bir yer tutmaktadır.

Sonuç
Kur’an’ı murad-ı ilahi çerçevesinde anlayan alimler bir ayeti tefsir ederken önce Kur’an’a, sonra Sünnet’e ardından sahabenin sözüne müracaat ettiler. Sahabeye öğrencilik yapmaları hasebiyle tabiinin tefsirini de dikkate aldılar.

Tedvin dönemiyle kitabi bir yapıya kavuşan tefsir ilmi “Kur’an ilimleri”nin bir araya getirilmesi ile sistematik bir yapıya kavuştu. Kötü niyetli insanların Kur’an’ı mana itibariyle tahrif etmelerinin önüne geçebilmek için de müfessirle alakalı ilmi ve ahlaki yeterlilikler tespit edildi. Böylece tefsirin Allah Resulü ile başlayan saf çizgisi muhafaza edilmiş oldu.

Tefsirdeki klasik sistemin terk edilmesi çok yönlü bir zayıflığa zemin hazırladı. Kimin neye dayanarak konuştuğu, niçin ret ya da kabul ettiği somut verilerini kaybetti.

Tefsir ilmi özellikle ilk üç kuşak itibariyle birbirine merbut küpler gibidirler. Birinin devre dışı bırakılmasıyla bütün sistem alt üst olur. Hadiseyi Yunus’un şu dörtlüğü ne de güzel ifade etmektedir:

Yerden göğe küp dikseler,
Birbirine bende etseler,
Altından birin çekseler,
Seyreyle sen gümbürtüyü.

Tefsirin meşru ölçüler dahilinde devam edebilmesi küplerin yerli yerinde durması ile yakından alakalıdır.

İ.Şenocak


Dipnotlar:
[71] Suyuti , a.g.e., II, 243.
[72] Daha farklı tesbitler için bkz. Ebu Şehbe, a.g.e., s. 35.
[73] Bkz. Ebu Şehbe, a.g.e., s. 45-6.
[74] Suyuti, a.g.e., I, 8.
[75] Bkz. Ebu Şehbe, a.g.e., 27.
[76] Kur’an, Kamer(54): 17.
[77] Suyuti, a.g.e., II, 221-2; Zurkani, a.g.e., II, 46; ez-Zehebi, a.g.e., 190-2.
[78] ez-Zehebi, a.g.e., I, 196.
[79] Kur’an, Bakara(2): 169.
[80] Tanıma tabiinden nakledilen açıklamaların da eklenmesi rivayet tefsirlerinde tabiin görüşlerinin de kullanılmasından dolayıdır. Bkz. Taberi, a.g.e., I-XII.
[81] Bkz. Zurkani, a.g.e., II, 14; ez-Zehebi, a.g.e., I, 112; Kattan, a.g.e., s. 358; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, s. 228.
[82] Kattan, a.g.e., s. 359.
[83] ez-Zehebi, a.g.e., I, 115.
[84] Kattan, a.g.e., s. 359.
[85] Sabuni, a.g.e., s. 155.
[86] ez-Zehebi, a.g.e., I, 147.
[87] Özetlenerek alınmıştır. Bkz. Zurkani, a.g.e., II, 53-54; ez-Zehebi, a.g.e., I, 197-198.
[88] Bkz. Sabuni, a.g.e., s. 155.
[89] Tirmizi, Tefsir, IV, 439-440.
[90] Zurkani, a.g.e., II, 67.
[91] Sabuni, a.g.e., s. 171.
[92] Sabuni, a.g.e., s. 172.
[93] Kur’an, Bakara(2): 282.
[94] Suyuti, a.g.e., II, 237.
[95] Kur’an, Fussilet(41): 40.
[96] Suyuti, a.g.e., II, 237.
[97] Kur’an, Ankebut(29): 69.
[98] Zurkani, a.g.e., II, 69.
[99] M Said Şimşek, Gününmüz Tefsir Problemlemleri, Kitab Dünyası, Konya, ty., s. 52-119,157.
[100] Temelde pozitivist bilim mantığına karşı olduklarını söylemelerine rağmen ayetleri söz konusu mantık çerçevesinde açıklamaya özen gösteren İctimai Tefsir Anlayışının en uç örneklerinden bir tanesi Muhammed Abduh’un Fil Suresi tefsiridir. Abduh, söz konusu sürenin tefsirinde Ebabil Kuşlarını önce sinek ardından mikrop, taşları da sineklerin ayaklarına bulaşan toz zerreleri olarak tevil eder ve bunu garip bir şekilde rivayetlerin ittifak ettiği bir husus olarak niteler. Ayrıntı için bkz: Muhammed Abduh, Tefsiru Cuz’i Amme, Matbaatu’ş-Şa’b, Mısır, ty., s.118 vd.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerimiz Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hiç yorum yok: