Bismillahirrahmanirrahim
Bir önceki yazıya devam ediyorum inşallah:
Tedvin Vesilesiyle
İslami ilimlerin tedvin dönemi ( hadîslerin resmen yazılıp kitap haline konması) Emevi Devleti’nin sonları Abbasiler’in ise ilk yıllarına tekabül eder.[57] Tefsir ile alakalı malumat bu dönemde ilk olarak hadis mecmuaları içerisinde kendini gösterir. Hadis toplamak için farklı şehirleri dolaşan alimlerin bir kısmı ziyaret ettikleri bölgelerde Allah Resulü sallellah-u aleyhi vesellem, sahabe ve tabiine nisbet edilen tefsirleri de çalışmalarına dahil ettiler. Rivayete dayalı kitabi tefsirin ilk adımları kabul edilen bu çalışmaların mimarları arasında şu isimler zikredilebilir: Yezid b. Harun es-Sülemi (v. 117), Şu’be b. Haccac (v. 160), Veki’ b. Cerrah (v. 197), Süfyan b. Uyeyne (v. 198).[58]
Söz konusu alimler tefsiri, hadisin bir parçası olarak değerlendirdiler. Bu yüzden hadis rivayetinde kullandıkları sistemi tefsirde de geçerli kıldılar.
Tedvin döneminin ikinci önemli adımı tefsirle alakalı müstakil eserlerin telif edilmesidir. Böylelikle tefsir, hadisten ayrı, başlı başına bir disiplin olma özelliğine kavuşmuştu. Mushafın tertibi dikkate alınarak ilk defa her ayetin tefsiri yapıldı. Bu çalışmayı yapan müfessirlerin en meşhurları şunlardır: İbn Mace (v. 273), İbn Cerir et-Taberi (v. 310), Ebubekir en-Nisaburi (v. 318), İbn Ebi Hatim (v. 327), Ebu’ş-Şeyh b. Hibban (v. 369), Hakim (v. 405), Ebubekir b. Merdeveyh (v. 410).[59]
Bu devirde kaleme alınan eserlerin ortak özelliği, tefsirin Allah Resulü sallallah-u aleyhi vesellem, sahabe, tabiin ve tabiini takip eden kuşaktan isnat yoluyla rivayet edilmesidir.[60] Müfessirlerin çoğu, rivayeti olduğu gibi nakleder, görüşler arasında tercihde bulunmazdı. Taberi, diğerlerinden farklı olarak tefsir ettiği ayetle alakalı görüşleri zikreder, “Ebu Cafer der ki” kaydıyla rivayetler arasında tercihte bulunur ya da kendi reyini belirtirdi. Gerektiği zaman da ayetlerin irabını yapar, mümkünse onlardan fıkhi hükümler çıkarırdı.[61]
Tefsirin Kodları
Zamanla tefsirin kodlarında yine değişmeler oldu. Yeni müfessirler zuhur etti. Bunlar öncekilerden farklı olarak isnatlarda kısaltmalara gittiler. Seleflerinden yaptıkları alıntıları sahiplerine nispet etmeden naklettiler. Bu, karışıklığa neden oldu. Sağlam görüş, problemli olanla bir birine girdi. Herkes aklına gelen görüşü nakletti ve ona itimat etti. Bunları takiben gelenler, bizden öncekiler zikrettikleri her görüşte mutlaka bir delile dayanmıştır zannıyla onlara ait ifadelerin doğruluk değerini araştırmadı. Öyle ki “Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil” ayeti Allah Resulü, sahabe ve tabiinden gelen rivayette “Yahudi” ve “Hırıstiyanlar” olarak tefsir edilmesine rağmen onunla alakalı on farklı görüş ortaya çıktı.[62]
Kısaltma eksenli çalışmalardan sonra tefsirin sınırları tekrardan genişledi. İhtilaflar çoğaldı. İfadelere mezhep taassubu tesir etti. Akli ilimlerle nakli ilimler birbirine karıştı. Her fırka ayetleri ideolojisini destekler şekilde tefsir etti. Müfessirler öncekilerin zıddına şahsi anlayışlara itimat ettiler. Her biri farklı bir yöneliş içerisinde yer aldı ve tefsirini hakim olduğu alanla sınırladı. Zeccac, Vahidi, Ebu Hayyan gibi Arap Dili’ne vukufiyetleriyle şöhret bulan alimlerin tefsirlerinde i’rab, ihtamalli vecihler, nahivle alakalı kaideler, Hazin ve Sa’lebi gibi nakilci kimliğe sahip müfessirlerin eserlerinde kıssalar, sahih ya da batıl olduğuna bakılmaksızın nakledilen haberler, Cassas ve Kurtubi gibi fakih alimlerin tefsirlerinde fıkıhla alakalı meseleler, Razi gibi mütekellim alimlerin tefsirlerinde kelami konular[63], İbn-i Arabi gibi mutasavvıfların tefsirinde işari yorumlar öne çıktı. Ehl-i Sünnet dışı fırkalara mensup Mu’tezile’den Ali b. İsa er-Rummani, el-Cübbai, Kadı Abdulcebbar, ez-Zemahşeri, İmamiyye’den Molla Muhsin el-Kaşi gibi müfessirlerin eserlerinde fasit mezhepleri destekleyecek şekilde teviller ağırlığını hissettirdi.[64] Reye dayalı tefsir nakle istinat edene galip oldu. Peş peşe gelen asırlarda tefsir bu çizgide devam etti.
Zemahşeri Vesilesiyle
Sünnet ve Cemaat hassasiyetine sahip alimler Kur’an’ın Allah Resulü’nün izah ettiği koordinatlar çerçevesinde anlaşılabilmesi için gelişen fikir akımlarına karşı tefsirin selameti için bir takım koruyucu önlemler aldılar. O gün itibariyle bu gereklilik arz etmekteydi. Çünkü her önüne gelen aklına geldiği gibi Kur’an’ı tefsir etmeye kalkışmaktaydı. Bozuk fırkalar İlahi muradı anlamak için değil de, meşrep ve davalarını desteklemek için tefsirle ilgileniyordu. Mesela Arap Dili’ne vukufiyetiyle meşhur olan ünlü mu’tezili müfessir Zemahşeri “ceale” fiilinin kesinlikle “yarattı” anlamına gelmediğini bilmesine rağmen mezhebini destekleyebilmek için ayetin anlamını tahrif ederek Keşşaf adlı tefsirine “Hamd Kur’an’ı yaratan Allah’a mahsustur.” diye başladı.[65]
Tacuddin es-Subki Zemahşeri’nin bidatçı kimliğiyle nübüvvet ve Ehli Sünnet’e karşı olan saygısızlığını anlatırken şunları nakleder: “Babam Takıyyuddin es-Subki, onun tefsirini okurdu. Tekvir Suresi’ndeki ‘O şerefli bir elçinin (Allah’tan alıp getirdiği) bir sözdür.’[66] ayeti hakkında söylediklerini görünce ondan yüz çevirdi. ‘Sebebu’l-inkifaf an ikrai’l-Keşşaf’ (Keşşaf’ı Okutmaktan Geri Durmanın Sebebi) başlıklı bir yazı kaleme aldı. Orada şöyle dedi: Zemahşeri’nin Tevbe Suresi’ndeki ‘Allah seni affetsin!’[67] Tahrim Suresi’ndeki ‘Ey peygamber! Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun?’[68] ayetleri başta olmak üzere benzer diğer yerlerdeki ifadelerinde yaratılmışların en hayırlısı Efendimiz Hz. Muhammed’e sas karşı söylediği edepsiz ifadeleri görünce Allah Resulü’nden haya edip kitabını okutmaktan vazgeçtim. Her ne kadar eserinde bir takım faydalar ve eşsiz nükteler olsa dahi böyle yaptım.”[69]
Müfessirler, Zemahşeri gibi ideolojik takıntılardan kurtulamayan kişilerin tefsirlerinin zararlarını önlemek ve yeni yetişecek müfessirlerin önünü açmak adına Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu, nelerden bahsettiğini, hangi ölçüler dikkate alınarak anlaşılabileceğini anlatan kitaplar telif ettiler. Bir anlamda Kur’an’ı anlamanın yol haritasını çıkardılar. Bundan gayeleri ise Allah Resulü ile başlayan Kur’an’ın anlaşılma sürecini meşru ölçüler çerçevesinde muhafaza etmekti. Ulum-u Kur’an (Kur’an ilimleri) diye şöhret bulan bu çalışmalar Mu’tezile, İmamiyye gibi Ehl-i Sünnet dışı fırkaların Kur’an anlayışının mesnetsiz isbat etti. Makalenin bu bölümünde Ulum-u Kur’an’dan bahsedip, onun Kur’an’ın doğru bir şekilde anlaşılmasına yaptığı katkıyı tahlil edelim:
KUR’AN İLİMLERİ
Müslümanlar İslam’ın ilk yıllarından günümüze kadar ayetleri İlahi murat istikametinde anlayabilmek için Kur’an’ı farklı açılardan tahlil etme gayreti içerisinde oldular. İslam’ın erken yıllarında şifahi olarak yapılan bu ameliye tedvin faaliyetlerinin başlaması ile kitabi bir boyut kazandı. Kur’an’ı anlama cehdi hicri beşinci asırdan itibaren ise “ulum-u Kur’an (Kur’an ilimleri)” başlığı altında sürdürüldü.
“Ulum-u Kur’an”, Kur’an’ın doğru bir şekilde anlaşılması için gerekli olan bütün ilimleri kapsar. Bu yüzden izafet terkibi halinde kullanılan “ulum-u’l-Kur’an” ifadesinin ilk parçası olan “ulum/ilimler” tekil değil de, çoğuldur. Bu durumda Kur’an ilmleri; “Kur’an’la ilgili bütün bilgi ve ilimlere işaret eder.”[70] Tefsir başta olmak üzere Kur’an’ın inmesi, toplanması, tertibi, yazıya geçmesi, kıraati, i’cazı, mecaz ifadeleri, i’rabı, ayetlerin iniş sebepleri, Mekki-Medeni oluşları, nasih-mensuh, muhkem-müteşabih, gibi bir çok mesele “ulum-u Kur’an” bağlamında değerlendirilir.
Devam edeceğim inşallah.
İ.Şenocak
Dipnotlar:
[57] Kattan, a.g.e., s. 351.
[58] Suyuti, a.g.e., II, 243; ez-Zehebi, a.g.e., I, 104; Kattan, a.g.e., s. 351.
[59] ez-Zehebi, a.g.e., I, 105; Kattan, a.g.e., s. 355.
[60] ez-Zehebi, a.g.e., I, 105; Kattan, a.g.e., s. 355.
[61] Bkz. Taberi, a.g.e., I-XII.
[62] Bir takım tasarruflarla özetlenerek alınmıştır; Suyuti, a.g.e., II, 243; ez-Zehebi, a.g.e., I, 107; Kattan, a.g.e., s. 352..
[63] Suyuti, a.g.e., II, 243-4; Kattan, a.g.e., s. 352.
[64] Kattan, a.g.e., s. 352.
[65] “Ceale” fiilini Allah Kur’an’ı “indirdi” yerine “yarattı” anlamında tefsir eden Zemahşeri, insanların eserine rağbet etmemesi üzerine “yarattı” kelimesini daha sonra “indirdi” şeklinde değiştirmiştir. Bkz. Ebû’l-Kasım Carullah Muhammed b. Ömer Zemahşeri, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzil ve Uyuni’l-Akâvil fî Vucuhi’t-Te’vil, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, ty, I, 3; ez-Zehebi, a.g.e, I, 304.
[66] Kur’an, Tekvir(81): 19.
[67] Kur’an, Tevbe(9): 43; “Bu, suç işlemeden kinayedir. Çünkü ayette geçen “el-avf” kelimesi suç işlemenin müradifidir. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: ‘Hata ettin. Ne kötü bir şey yaptın.’” Keşşaf, a.g.e., II, 192.
[68] Kur’an, Tahrim(66): 1; Zemehşeri bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir; “Bu, Hz. Peygamberden sadır olan bir zelledir. Çünkü hiç kimsenin Allah’ın helal dediğini haram kılma yetkisi yoktur. Zira O, helal kıldığını kendisinin bildiği bir hikmet ya da maslahattan dolayı helal yapmıştır. Haram kılması da maslahatı mefsedete döndürmesidir.” Bkz. Keşşaf, a.g.e., IV, 125. Ayetin soru formunda gelmesinin nedeni azarlamak (tevbih) için değil yapılan işin illetini öğrenmek içindir. Tıpkı Maide (5/116) Suresinde ki “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinin dedin? diyecek” ayetinde olduğu gibi. Bu ayette sorunun öncesinde “afv” vardır. Afv ile azarlama bir arada olmaz. Zira azarlayan affetmez. Azarlama bir nev’i cezalandırmadır. Halbuki Allah Teala affettiğini bildirmektedir. Bkz. Abdulvehhab b. Ahmed b. Ali eş-Şa’rani, el-Yevakit ve’l-Cevahir fi beyani Akaidi’l-Ekabir, Beyrut, 2003, I, 243. Burada Zemahşeri’nin zannettiği gibi Allah Resulü’nün helal olan bir şeyi haram kılması yok ki hadise muhalefet ve günah olarak değerlendirilsin. Sadece Hz. Peygamber (ayetin sebeb-i nüzulüne göre) hanımlarının hatırı için bazı şeyleri yapmaktan uzak duracağını belirtmiştir. Zemahşeri’nin hadiseyi helal olan bir şeyi haram kılmak olarak değerlendirmesi nübüvvet makamına karşı olan saygısının eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bkz. Sabuni, a.g.e., III, 407.
[70] el-Ak, a.g.e., s.39; Ebu Şehbe, a.g.e., 25.
[57] Kattan, a.g.e., s. 351.
[58] Suyuti, a.g.e., II, 243; ez-Zehebi, a.g.e., I, 104; Kattan, a.g.e., s. 351.
[59] ez-Zehebi, a.g.e., I, 105; Kattan, a.g.e., s. 355.
[60] ez-Zehebi, a.g.e., I, 105; Kattan, a.g.e., s. 355.
[61] Bkz. Taberi, a.g.e., I-XII.
[62] Bir takım tasarruflarla özetlenerek alınmıştır; Suyuti, a.g.e., II, 243; ez-Zehebi, a.g.e., I, 107; Kattan, a.g.e., s. 352..
[63] Suyuti, a.g.e., II, 243-4; Kattan, a.g.e., s. 352.
[64] Kattan, a.g.e., s. 352.
[65] “Ceale” fiilini Allah Kur’an’ı “indirdi” yerine “yarattı” anlamında tefsir eden Zemahşeri, insanların eserine rağbet etmemesi üzerine “yarattı” kelimesini daha sonra “indirdi” şeklinde değiştirmiştir. Bkz. Ebû’l-Kasım Carullah Muhammed b. Ömer Zemahşeri, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzil ve Uyuni’l-Akâvil fî Vucuhi’t-Te’vil, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, ty, I, 3; ez-Zehebi, a.g.e, I, 304.
[66] Kur’an, Tekvir(81): 19.
[67] Kur’an, Tevbe(9): 43; “Bu, suç işlemeden kinayedir. Çünkü ayette geçen “el-avf” kelimesi suç işlemenin müradifidir. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: ‘Hata ettin. Ne kötü bir şey yaptın.’” Keşşaf, a.g.e., II, 192.
[68] Kur’an, Tahrim(66): 1; Zemehşeri bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir; “Bu, Hz. Peygamberden sadır olan bir zelledir. Çünkü hiç kimsenin Allah’ın helal dediğini haram kılma yetkisi yoktur. Zira O, helal kıldığını kendisinin bildiği bir hikmet ya da maslahattan dolayı helal yapmıştır. Haram kılması da maslahatı mefsedete döndürmesidir.” Bkz. Keşşaf, a.g.e., IV, 125. Ayetin soru formunda gelmesinin nedeni azarlamak (tevbih) için değil yapılan işin illetini öğrenmek içindir. Tıpkı Maide (5/116) Suresinde ki “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinin dedin? diyecek” ayetinde olduğu gibi. Bu ayette sorunun öncesinde “afv” vardır. Afv ile azarlama bir arada olmaz. Zira azarlayan affetmez. Azarlama bir nev’i cezalandırmadır. Halbuki Allah Teala affettiğini bildirmektedir. Bkz. Abdulvehhab b. Ahmed b. Ali eş-Şa’rani, el-Yevakit ve’l-Cevahir fi beyani Akaidi’l-Ekabir, Beyrut, 2003, I, 243. Burada Zemahşeri’nin zannettiği gibi Allah Resulü’nün helal olan bir şeyi haram kılması yok ki hadise muhalefet ve günah olarak değerlendirilsin. Sadece Hz. Peygamber (ayetin sebeb-i nüzulüne göre) hanımlarının hatırı için bazı şeyleri yapmaktan uzak duracağını belirtmiştir. Zemahşeri’nin hadiseyi helal olan bir şeyi haram kılmak olarak değerlendirmesi nübüvvet makamına karşı olan saygısının eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bkz. Sabuni, a.g.e., III, 407.
[70] el-Ak, a.g.e., s.39; Ebu Şehbe, a.g.e., 25.
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder