16 Ekim 2020 Cuma

misafirperverlik


Peygamber sas"in misafiri hiç eksik olmazdı. Suffe ashâbı onun daimî misafirleri arasında idi. Bunlar fakir insanlardı. Aynı zamanda Peygamber sas"in ilk yatılı öğrencileri idi. Onların temel ihtiyaçlarını başta Peygamberimiz olmak üzere diğer Müslümanlar karşılıyordu. O dönemde ashâbın da maddî durumları pek iyi değildi. Fakat Efendimiz daha fazla misafir kabul etmeleri için Müslümanları teşvik ediyor ve kendisi de onlara örnek oluyordu. O şöyle buyuruyordu:(Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 41.

Allah Resûlü İbn Mâce'de geçen bir rivayette misafire ikramın hayır ve berekete vesile olacağını müjdelerken,(İbn Mâce, Et’ıme, 55.) bir başka rivayette imkânı olduğu hâlde misafire ikramdan kaçınanları da, “Misafir ağırlamayan kimsede hayır yoktur.”diye  uyarır. (İbn Hanbel, IV, 157.)

Allah Resûlü"nün sünnetinde misafirperverlik cahiliyedeki gibi sadece bir âdet ve bir gelenek değil, aynı zamanda erdemli bir davranış ve bir ibadettir.

Allah Resûlü"nün hicrette Medine"ye ayak basar basmaz verdiği ilk mesajlar arasında, “Yemek yedirin!” vurgusunu yapması da manidardır: “Ey insanlar! Selâmı yaygınlaştırın, yemek yedirin ve insanlar uykudayken (gece) namaz kılın ki, esenlik içinde cennete giresiniz. ” Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 42. 
cennete girme vesilesi olarak misafire ikram da sayılmış bu hadiste.

Bir başka rivayette de aynı şekilde “Yâ Resûlallah bana öyle bir amel söyle ki o ameli yapınca cennete gireyim.” diyen Ebû Hüreyre"ye, Peygamber sas cennete götürecek amel arasında, “yemek yedirmeyi” de tavsiye etmiştir. İbn Hıbbân, Sahîh, II, 261.

 Buhârî'nin bir rivayetinde ise bazı zarurî hâllerde, bunun ifa edilmesi gereken bir misafir hakkı ve toplumsal bir görev olduğunu söyler Pey sas. Buhârî, Edeb, 85

Yolcunun duasının, kabul edilecek dualardan olduğunu söyleyen (Tirmizî, Birr, 7) Allah Resûlü, misafiri olduğu ev sahibine kendisi dua ettiği gibi ashâbına da dua etmelerini tavsiye ederdi. Bir defasında sahâbîleri ile birlikte Ebu"l-Heysem b. Teyyihân"ın evine misafir olan Peygamber sas, yemek sonrası sahâbîlerine, “Kardeşinizi mükâfatlandırın.” buyurdu. Ashâb bunun üzerine “Yâ Resûlallah onun mükâfatı nedir?” deyince Pey sas, “Bir adamın evine gidilir, yemeği yenir, içeceği içilir, sonra onun için dua ederlerse işte bu onun mükâfatıdır.” diyerek (Ebû Dâvûd, Et’ıme, 54.) hoş bir misafirlik âdâbına da işaret etmiştir. “Misafirin de ev sahibini sıkıntıya sokacak kadar misafirliğini uzatması helâl olmaz.”(Buhârî, Edeb, 85.)buyurarak da misafirlik âdâbının bir başka yönüne dikkat çekmektedir.

Bir defasında kendisine ikram edilen bir yemeği Peygamber  sas ashâbına ikram etmiş, onlar da, “İştahımız yok.” diye karşılık verince Resûlullah, “Açlığı ve yalanı bir araya getirmeyin.” (İbn Mâce, Et’ıme 23.)buyurmuştur. Böylece ikram edilen mubah şeylerin misafir tarafından reddedilmemesini misafirlik âdâbı olarak öğretmiştir.Tirmizî, Edeb, 37.

Bütün bu ve benzeri rivayetlerden görüyoruz ki Peygamberimiz sas gerek davranışları gerekse sözlü beyanlarıyla insanları misafir ağırlamaya teşvik etmiştir. (Buhârî, Edeb, 31.) 

Müslümanlar Peygamber sas"den sonra bu güzel geleneği sürdürmüşler ve daha da geliştirerek devam ettirmişlerdir.  Ömer ra zamanında içerisinde un, hurma, kuru üzüm ve ihtiyaç maddeleri bulunan “dârü"r-rakîk” (İbn Sa’d, Tabakât, III, 283. )adlı evleri, Hz. Osman zamanında kurulan “dârü"d-dîfân”lar (misafirhaneler) (Taberî, Târîh, II, 609-610.) takip etmiştir. Bu gelenek daha sonra vakıflar, kervansaraylar ve imarethanelerle (Osmanlı Devleti döneminde yoksullara yardım amacıyla oluşturulan hayır kurumları) sürdürülmüştür. Bu geleneğin bir tezahürü olarak da geçmişten günümüze, misafirhaneler, konukevleri eksik olmamıştır. Ve hâlen misafirperverlik, Müslüman toplumların en önemli hasletlerinden biri olarak devam etmektedir.

Hadislerle İslam

15 Ekim 2020 Perşembe

Ölen kimsenin anne-babasının mirastaki payı nedir?


Anne, ölen çocuğuna her durumda mirasçı olur (Nisa, 4/11; Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 450). Ancak ne kadar miras alacağı diğer mirasçıların paylarıyla birlikte hesaplandığında ortaya çıkar. Nitekim ayette; “Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır.” (Nisa, 4/11) buyurulmuştur.
İslam miras hukukuna göre annenin mirasta üç hâli vardır:
1- Anne, ölenin oğlu, kızı, bunların oğlu ve kızı; hangi taraftan olursa olsun ölenin birden fazla kardeşiyle bulunursa altıda bir alır.
2- Bunlar bulunmazsa anne, üçte bir alır.
3- Bir tarafta baba, öbür tarafta koca veya karı ile beraber bulunursa karı ya da koca, hisselerini aldıktan sonra kalanın üçte birini alır.
Babanın da üç durumu vardır:
1- Baba, ölenin oğlu veya oğlunun oğlu ile birlikte bulunduğunda altıda bir alır.
2-Ölenin kızı veya oğlunun kızı yahut oğlunun... oğlunun kızı ile birlikte bulunduğunda altıda bir ve ilave olarak payları Kur’an-ı Kerim’de belirtilenlerden (ashab-ı ferâiz) artanı alır.
3-Bu iki grup mirasçı bulunmadığında asabe olur. Başka mirasçı yoksa terekenin tamamını, varsa bunlardan artanı alır.

14 Ekim 2020 Çarşamba

Taşınmaz mallar miras kaldığında kız ve erkek evlat bunları eşit olarak mı paylaşırlar?


İslam miras hukukunda mülkiyeti, murise (miras bırakan kişiye) ait malların tamamında, erkek ile kız evlatlar mirası ikili birli paylaşırlar (Nisa, 4/11). Bu konuda miras olarak kalan malın taşınır olması ile taşınmaz olması arasında fark yoktur. Mülkiyeti murise ait olmayıp devlete ait olan topraklarda devletin, kamunun maslahatına uygun bir şekilde tasarruf etme yetkisi vardır. Bu kabilden olarak Osmanlı Devletinde çıkartılan “Arazi ve İntikal Kanunu”nda mülkiyeti devlete ait olan (mirî) arazilerde tasarruf hakkının vefat edenin erkek ve kız çocukları arasında eşit olarak paylaştırılması kanunlaştırılmıştır (Bilmen, Kâmus, V, 399). Cumhuriyetten sonra vatandaşın elindeki topraklar özel mülke dönüştüğünden artık bu topraklar kişinin kendi mülkü olmuştur. Dolayısıyla bunlarda da İslam miras hukuku hükümleri geçerli olur.

13 Ekim 2020 Salı

Mirasçılar mirastan mahrum edilebilir mi?


Kişi, mirasçısını mirasından mahrum etme hak ve yetkisine sahip değildir. Ancak vârisin murisini öldürmesi, farklı dinlerden olmaları gibi mirasçılığa engel hâller bulunması durumunda mirasçı mirastan mahrum kalır (Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 502-504).
Çocuklar anne-babanın gönlünü incitecek, sevgi ve gönül bağını koparacak olan isyan, eziyet ve hakaret gibi olumsuz duygu ve davranışlarda bulunmuşlar veya görevlerini yapmamışlarsa, dinen sorumlu olurlar. Ama bu yanlışlıkları veya görevlerini yapmamaları onların mirastan mahrum bırakılmalarına dinen sebep teşkil etmez. Çünkü İslam’da sorumluluklar bireyseldir. Herkes kendi görevini yapıp-yapmadığının hesabını Allah’a verecektir (Necm, 53/38-41).
Ailede anne-baba kendi sorumluluklarını, çocuklar da kendi sorumluluklarını bilerek, ailevî yaşantılarını bir Müslüman’a yakışır şekilde düzenleyip sürdürmek mecburiyetindedirler.
Bu itibarla, anne-babanın hangi sebeple olursa olsun çocuklarını mirastan mahrum etmek için evlatlıktan reddetme yetkisi bulunmadığı gibi mirastan mahrum bırakmak için vasiyette bulunması da caiz değildir.

12 Ekim 2020 Pazartesi

İslam miras hükümlerine uymamanın sorumluluğu var mıdır?


Müslümanın, Yüce Allah’ın koymuş olduğu hükümlere uyması gerekir; aksi takdirde manen sorumlu olur. Mirasla ilgili hükümler de bunlardan biridir. Dolayısıyla, varislerin haklarına düşene rıza göstermeleri ve diğerlerinin haklarına tecavüz etmemeleri gerekir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de mirasla ilgili hükümler bildirildikten sonra devamla şöyle buyurulur: “İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar.” (Nisa, 4/13-14) Şu kadar var ki varisler, miras ile ilgili ayetleri inkâr etmemek ve onları adaletsiz bulmamak kaydıyla mirası kendi aralarında rızaya dayalı olarak diledikleri gibi paylaşma hakkına da sahiptirler. Bu durumda, Allah’ın mirasla ilgili olarak koymuş olduğu hükümlere muhalif davranmış olmazlar.

11 Ekim 2020 Pazar

Doğum kontrolünün dinî hükmü nedir?


Sağlığa zararlı olmamak şartıyla, deri altına hormon düzenleyici yerleştirmek (implant), kondom kullanmak, azil (geri çekilmek) gibi yöntemlerle hamileliğin önlenmesinde dinen bir sakınca yoktur. Bununla birlikte annenin hayatı söz konusu olmadıkça, hamilelik gerçekleştikten sonra, hangi aşamada olursa olsun, kürtaj ve benzeri yöntemlerle çocuğun alınması caiz değildir. Çünkü hamileliğin başlaması ile doğacak çocuğun hayat hakkı gerçekleşmiş olur. Maddi ya da sosyal endişelerle ceninin hayatiyetini bir şekilde sona erdirmek hayat hakkına tecavüzdür. Allah Teâlâ, “Fakirlik endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız.” (En’am, 6/151) buyurmuştur.

10 Ekim 2020 Cumartesi

Kadınlardan gelen beyaz ve kokusuz akıntı abdesti bozar mı?


Kadınlardan gelen; âdet, lohusalık ve özür kanı dışındaki akıntıların abdesti bozup bozmadığına dair Hz. Peygamber’den (s.a.s.) nakledilen bir bilgi bulunmamaktadır. Fıkıh kaynaklarında ise, erkek kadın ayırımı yapılmaksızın iki yoldan (önden ve arkadan) gelen her şeyin abdesti bozduğu ifade edilmektedir (Merğînânî, el-Hidâye, I,106; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 230; Nevevî, Ravda, II, 102; Kâsânî, Bedâî’, I,24; İbn Cüzey, el-Kavânîn, 89).
Günümüzdeki tıbbî verilere göre sağlıklı her kadından beyaz ve kokusuz bir akıntı (rutûbetü’l-ferc) salgılanması normal bir durum olarak kabul edilmektedir. Bu akıntı rahimden değil, daha aşağıdan gelmekte, herhangi bir necis madde ile de karışmamaktadır. Bu nedenle temiz kabul edilen akıntı abdesti bozmadığı gibi çamaşıra bulaşması da namaza engel değildir (Kâsânî, Bedâî’, I, 24; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 305).

9 Ekim 2020 Cuma

ÇOCUKLAR NEDEN YALAN SÖYLER


Bize bir anne geldi. “Doktor, dedi, oğlum sık sık yalan söylüyor. Yaşadığını söylediği hikâyeler uyduruyor. Ailece yalandan nefret ederiz. Çocuğuma yalan söylediğimizi hiç hatırlamıyorum. Bu durum beni çok üzüyor. Defalarca yalanın kötü bir şey olduğunu söylediğim halde vaz geçiremedim. Size gelmekten başka çarem kalmadı.”

Anneyi dinledikten, çocuk ve aile hakkında birkaç soru sorduktan sonra konu anlaşıldı. Tebessüm ederek, “Boşuna telaşlanmışsınız, ortada yalan diye bir şey yok, çocuğunuzun davranışları gayet normal.” dedim.

Anne rahatlayacağı yerde iyice telaşlandı:

– Nasıl olur, söylediklerinin yalan olduğununu ben biliyorum. Hatta, bir defasında, sıkıştırdığım zaman “Yalan söylemiyorum, sen de vardın, beraber otobüse bindik.” dedi.

Bu son sözler üzerine olay iyice aydınlanmıştı.

– Boşuna telaşlanmışsınız, dedim, olay gayet basit. Çocuk size rüyasını anlatmış.

Anneye gerekli açıklamaları yaptıktan ve örnekler verdikten sonra ancak ikna edebildim. Yalan söylediğinden yakındığı oğlu, üç buçuk yaşındaydı ve ilk çocuğuydu. Anne olaya yetişkin gözüyle baktığı için yanılıyordu. Ona göre, olmamış bir olayı olmuş gibi anlatmak ve kendisini olayın kahramanı olarak göstermek yalancılıktı. Annenin verdiği bilgiye göre, çocuğun yalan söylemesi için bir sebep yoktu. Anne ve baba çocuklarını seviyor, ona değer veriyor, yeterince zaman ayırıyorlardı. Aşağıda anlatacağımız gibi, çocuğu yalan söylemeye iten çeşitli sebepler vardır. Bunların başında “güvensizlik duygusu” gelir. Sevildiğinden ve kendisine değer verildiğinden emin olmayan çocuk, kendisinin merkezinde olduğu hikâyeler uydurarak dikkat çekmek ve güven kazanmak ister. Ancak, burada yine amacı yalan söylemek değildir.

Vakamızdaki çocuğa gelince, teşhisimize göre, çocuk anneye ve babaya gördüğü rüyaları anlatmaktadır. Dört yaşına kadar çocuklarda benmerkezci (egosantrik) bir kişilik hâkimdir. Eşyaya ve olaylara kendi gözleriyle bakarlar. Dünyanın merkezinde kendileri vardır. Canlı-cansız ayırımı yapamazlar. Kendileri canlı olduğuna göre, her şey canlıdır. Bindiği oyuncak at ile gerçek at arasında fark yoktur. Onunla canlıymış gibi konuşur. Bu yaştaki çocuklar, rüya ile gerçek dünya arasında ayırım yapamazlar. Rüyayı yaşanmış olarak algılarlar. Vakamızda “yalan söylemiyorum, sen de vardın, beraber otobüse bindik,” sözlerinden bunu anlıyoruz. Eğer anne çocuk gelişimi ve psikolojisi hakkında bilgi sahibi olsaydı bize gelmesine gerek kalmaz, olayı kolayca çözerdi.

Yalan Söylemek Bir Davranış Bozukluğudur

Beş yaş ve üzerindeki çocuklarda “yalan” bir davranış bozukluğu olarak değerlendirilir. Eğer buna tırnak yemek, altını ıslatmak, kekemelik, tik, inatçılık, tembellik, saldırganlık, korkaklık, içe kapanıklık gibi bir veya birkaç davranış bozukluğu da eşlik ediyorsa durum ciddi demektir.

Gelişmiş elektronik cihazlarda, her biri farklı görevler yapan yüzlerce devre vardır. Bu devrelerden biri arıza yaptığı zaman devreye bağlı bir uyarı sinyali harekete geçerek kullanıcıyı uyarır. Bilgisayar kullananlar bunu çok iyi bilirler. Arıza giderilmediği ve çalışmaya devam edildiği taktirde bilgisayar sağlıklı çalışmadığı gibi, zamanla daha ciddi arızalar ortaya çıkacaktır. Aynen bunun gibi, çocuklarda ortaya çıkan bir davranış bozukluğu farkedilmez veya ciddiye alınmazsa zamanla daha ağır bozukluklar buna eşlik edecek, tedavisi güç ruh sağlığı problemleri ortaya çıkacaktır.

Anne babalar, çocuklarında gördükleri bir davranış bozukluğunu, ruh sağlığının tehlikede olduğunu haber veren bir uyarı sinyali anlamına geldiğini bilmeli, çocuğu suçlayarak veya baskı kurararak bunu gidermeye çalışmamalı, “Ben nerede yanlış yaptım?” sorusuna cevap arayarak olaya yaklaşmalıdır.

Çocuk Yalan Söylemeyi Bizden Öğrenir

Amerika’da çalıştığım okullarda çocukların yalan söylediklerine ve kopya çektiklerine hiç rastlamadım. Yine üzülerek ifade edeyim ki, Türkiye’de çalıştığım okullarda en dindar aile çocuklarının bile sıkıştıklarında yalan söylediklerine ve kopya çektiklerine çok rastladım. Neden Amerikalı çocuk yalan söylemez de Türk çocuğu yalan söyler? Sorunun cevabı gayet basit: Çocuk yalanı aileden öğrenmektedir. Belki doğrudan değil, ama dolaylı yoldan çocuğa yalanı biz öğretiyoruz. Telefona cevap vermeye giden çocuğuna, “Beni filanca sorarsa evde yok dersin.” diyen bir baba veya anne, dolaylı yoldan çocuğa yalan söylemeyi öğretmektedir. Yine okul yıllarında nasıl kopya çektiğini, bulduğu yeni kopya çekme usulleriyle öğretmenini nasıl atlattığını övünerek anlatan bir baba, çocuğunu kopya çekmeye ve kolay yoldan not almaya özendirmektedir.

Bayanlar arasında sık kullanılan “beyaz yalan” sözünü duymuşsunuzdur. Kimseye zararı olmayan yalana beyaz yalan denirmiş. Bir kimseye yalan söylemekle onu aldatmış olmuyor muyuz? Aldatmanın siyahı ve beyazı olur mu?

Çocuk İlgi Çekmek İçin Yalan Söyler

Yalan söyleyen çocuğun yaşına bakılır. Eğer beş yaşın altında ise, yalan söylemenin amacı kesinlikle aldatmak değildir. Yeterli sevgi alamayan veya gördüğü sevgiden emin olmayan, ilgi eksikliği yaşayan çocuklar dikkatleri kendi üzerlerine çekmek için hikaye uydururlar. Bu çocuklar, azarlanmak ve dayak yemek pahasına da olsa her çareye baş vururlar. Yaramazlık yapan ve yalan söyleyen çocukların amacı anne babayı kızdırmak ve çileden çıkarmak değildir. Ancak, yaramazlık yapmalarına rağmen, yeterli ilgiyi elde edemezler ve sevildiklerinden emin olamazlarsa saldırgan bir kişilik geliştirmeye başlarlar.

Çocuk Güven Kazanmak İçin Yalan Söyler

Ana okuluna ve ilköğretim okuluna devam eden çocuklarda sık görülen bir yalan türüdür. Eğer çocuk derslerinde başarılı değilse, okulda ve ailede tembelliği başa kakılıyor, horlanıyor, aptal yerine konuyorsa; bu çocukta telafisi zor bir aşağılık duygusu gelişmeye başlar. Kendini değersiz, aptal, işe yaramaz biri olarak görmeye başlar.

Hiçbir çocuk bilerek tembelliğe ve başarısızlığa razı olmaz. Onu başarısızlığa iten sebepler vardır. Mesela, hiperaktivite ve dikkat eksikliği bozukluğu olan bir çocuk, dikkatini uzun süre yoğun tutamayacağı için istese de fazla başarılı olamaz. Dikkati sık sık başka şeylere kaydığı için sınıfta anlatılanları aklında tutamaz. Sırasında rahat oturamaz. Öğretmenini ve arkadaşlarını rahatsız edecek davranışlarda bulunur. Ev ödevlerini gerektiği gibi yapamaz. Tembellik ve başarısızlık bu çocuğun suçu değildir. Tedavi edilmesi gerekir. Hiperaktif çocuklar, başarısızlıklarını örtmek ve güven kazanmak için yalan söyler.

Her insan gibi, çocuk da toplum tarafından beğenilmek ve taktir edilmek ister. Çocuk ilk beğeniyi anne ve babasından bekler. Sevilen, ailede adam yerine konan, değer verilen ve iyi davranışları taktir edilen, zekası normal bir çocuğun başarılı olması beklenir ve başarılı da olur. Derslerinde başarısız, arkadaşlarıyla geçimsiz, davranış bozuklukları olan ve sık yalan söyleyen bir çocuk bize getirildiği zaman; ilk iş olarak aileyi inceleriz. Beyinde arıza bırakacak bir hastalık geçirip geçirmediğini, doğumunun normal şartlar altında gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırırız.

Çocuk Cezadan Kaçmak İçin Yalan Söyler

Dürüstlüğü ve doğru sözlülüğü karşısında ceza gören bir çocuk, cezadan kaçmak için yalan söyleyebilir. Cezalandırma dayaktan ibaret değildir. Dayak en kötü disiplin aracıdır ve eğitime olumlu bir katkısı yoktur. Günah keçisi gibi devamlı suçlanan, kendisini savunmasına izin verilmeyen, başkalarıyla kıyaslanan çocuklar da bir anlamda cezalandırılmış demektir. Eğer sınavdan aldığı düşük notu söylediğinde azar işitir, “Yine mi zayıf aldın, bu notlar ne zaman düzelecek, ne zaman çalışmaya başlayacaksın?” suçlamalarıyla karşılaşırsa; bir sonraki zayıfını söyleme cesareti gösteremeyecek, yalana baş vuracaktır.

Yalan söyleyen çocuğun kendisine saygısı kalmaz, kendisinden utanır. Özgüvenden yoksundur. Yeteneklerinin ve sahip olduğu değerlerin farkında değildir. Kendisini değersiz ve işe yaramaz olarak görür.

Anne babalar, çocuklarının fizik sağlığı ile ilgilendikleri kadar ruh sağlıklarıyla da ilgilenmelidir. Ruh sağlığı bozulmuş bir çocuğun fiziksel ihtiyaçları fazlasıyla yerine getirilse bile hastalıklı bir kişilik geliştirecektir. Yüksek makamlara gelmesi, büyük paralar kazanması onu mutlu etmeye yetmeyecek, içinde hep ruhsal bir açlık hissedecektir.

(Ali ÇANKIRILI, Zafer Dergisi, Sayı: 292, Aralık-2001)

8 Ekim 2020 Perşembe

Bilgisayar oyunları ve internetin çocuk üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?


“Aniden yerinden kalkıp bağırmaya başladı. Kendisine ateş eden adamı öldüremediği için aşırı bir tepki göstermişti. Bir daha denemeye koyuldu. Bir oturup bir kalkıyor, karşısındaki kişiyi yok etmek istiyordu. Rakibine ciddi zararlar vermişti. Karşısındaki adamın kanlar içinde kalmasıyla bir kahkaha attı. Bu olaylar tekrar tekrar devam etti. Ölesiye savaşıyor, düşmanlarına zarar vermek için elinden geleni yapıyordu. Annesi birkaç kere yemeğe çağırmasına rağmen masadan kalkmamıştı. Oyuna öylesine kapılmıştı ki başka hiçbir şey düşünmüyordu.”

Buna benzer hâdiseler son zamanlarda evlerde ve internet kafelerde sık sık yaşanıyor. Bilgisayar karşısında çocuklar ve gençler vaktini sürekli oyun oynamakla geçirmektedir. Anne-babaların, ''Çağın icaplarını yerine getirelim, yaşıtlarından geri kalmasın veya derslerine de yardımcı olsun.'' düşüncesiyle sıcak baktıkları bilgisayar, çocuklar tarafından çoğunlukla oyun için kullanılıyor. Masum olarak başlanan kullanma, zamanla maksadının dışına çıkmaktadır. Anne-babaların ortak sıkıntısı olan 'kontrolsüz bilgisayar kullanımı' uzmanların bile çözümü zor bir problem olarak karşısında durmaktadır.

Bilgisayar oyunları, çocukların şuuraltına ve sonraki hayatlarına nasıl tesir ediyor? Çocuğun gelişmesine müspet tesir edecek oyunlar, bilgisayarla sağlıklı sunulabiliyor mu?

Bilgisayar oyunları iki kategoride değerlendirilebilir. Birincisi, eğlendirerek, maharet geliştirilmesine, hayatın kavranmasına ve ahlâkî değerlerin aşılanmasına vesile olan oyunlar; ikincisi ise, hayal dünyasını zenginleştirmeyen, düşünce dünyasına katkıda bulunmayan, buna karşılık şiddeti ve ahlâksızlığı teşvik eden oyunlardır.

Çocuğun zihnen, bedenen ve kalben gelişmesinde oyunun müspet tesiri, hem oyunun muhtevasına, hem de oyunda geçirilen süreye bağlıdır. Bu süre ne çok, ne de az olmalıdır. Bu hususta dengeyi tutturmak, çocuğa zamanı verimli kullanma eğitimi vermekle mümkündür. Zamanını gereksiz şeylere harcayan çocuklar erişkinliklerinde de zaman konusunda duyarsız olabilmektedir. Kısacası zamanın kıymeti, bir şekilde çocuğa benimsetilebilmelidir.

Bilgisayar karşısında geçirilen boş saatler, çocuk ve gençlerin pasifleşmelerine sebep olur. Bu durum, çocuklarda stresi artırır. Özellikle hareketli, erkek çocuklarda bu hareketsizlik enerji birikmesine ve çocuğun davranışlarına olumsuz tesir eder. Bedendeki enerjinin sportif faaliyetlerle dışarı atılması, büyüme, gelişme ve paylaşmayı öğrenme açısından yararlıdır. Egzersiz, büyüme hormonunun salınmasına da vesile olur. Ayrıca, bilgisayar başında harcanan zaman, çocukları ve gençleri faydalı oyun, ders çalışma, spor yapma vb. kültürel faaliyetlere katılmaktan mahrum bırakır.

Birçoğumuz, çocuklarımızın meramını iyi ifade edemediğinden, açık ve net iletişim kuramadığından yakınır. Çocuklarımıza bir soru sorduğumuzda, onlardan ya kısa bir cevap alır veya çok bildik bir cevap duyarız. Bunun ortaya çıkışında, bilgisayar karşısında geçirilen zamanın önemli bir tesiri vardır.

Bilgisayar oyunlarındaki şiddetin her yeni oyunda biraz daha arttığını görüyoruz. Oyun endüstrisi, çocukları ekran başına çekebilmek için her türlü yolu mübah görmektedir. Yaşa uygun olmayan görüntüler, çocukların şuuraltının şekillenmesine sebep olur. Şiddet görüntülerine uzun süre mâruz kalan çocuklarda, endişe ve korku, şiddete temayül, âni parlama ve şiddeti sıradan görme gibi durumlar söz konusu olur. Şiddet dolu film seyreden ve oyun oynayan çocukların tepkileri zamanla değişir, arkadaşlarına ve çevrelerine daha fazla şiddet uygularlar. Küçük bir anlaşmazlıkta, itme ve tekme atma gibi davranışlar sergilerler. Olumsuz görüntülerden etkilenen çocuklarda, endişeli haller ve uyku bozuklukları ortaya çıkar, kişilik gelişmeleri olumsuz yönde etkilenir.

Okul öncesi çocuklarda, beş duyuya hitap eden davranışların sebep ve neticesi sorgulanmadığından, yukarıdaki anormallikler daha fazla görülür. Buna aşağıdaki hâdiseler misal verilebilir: "Şiddet unsuru taşıyan filmler izleyen üç buçuk yaşındaki bir çocuk, belli bir süre sonra tv'de gördüğünü uygulamaya geçirip kardeşini bıçaklayarak öldürmüştür. Kendini çizgi film kahramanı zanneden bir çocuk ise, uçmak niyetiyle yedinci kattan kendini aşağıya atmıştır. Fransa'da bilgisayar oyunlarında başarılı olamayan bir çocuk, sık ve aşırı sinirlenmeler neticesinde sara olmuştur." Buna benzer hadiseleri maalesef sık sık duymaktayız. Çocuklarımızın şuur altını güzellikler, iyilikler, şefkât, yardımseverlik ve başkalarını düşünme gibi olumlu özelliklerle doldurmak için onlara faydalı alternatif oyunlar sunmalıyız.

Zararlı oyunlar aynı zamanda çocukların millî kültürlerini öğrenmesini engellemekte, dolayısıyla kültürel erozyona sebep olmaktadır. Bu tür oyunlarda yabancı toplumların kültür değerleri sık sık kullanılmakta, farklı inanışların sembolleri şuur altına yerleştirilmekte, çocuklarımız farkında olmadan bunların tesiri altında kalmaktadır. Bu tür oyunlarda İslâmiyet öcü gibi gösterilmekte ve Müslümanlar terörist gibi düşünülüp vurdurulmaya çalışılmaktadır.

Kendisini bilgisayar oyunlarına kaptıran çocuklar çevrelerine yabancılaşır. Arkadaş bulmada zorlanan bu çocuklar bilgisayara tamamen mahkum olarak, kendilerini toplumdan tecrit ederler. Artık bu noktadan sonra, çocuğun tek arkadaşı bilgisayar olmakta, çocuk vakit geçirse bile, yalnızlık duygusundan kurtulamamaktadır. Anne-babaların, çocukların gelişmesine uygun meşguliyet sağlayarak, bilgisayar oyunları için harcanan zamanı dengelemeleri gerekmektedir.

Birçok bilgisayar oyununda gösterilen kötü karakterler, çocuğun şahsiyetinin oluşmasında olumsuz rol alır. Bu oyunlarda verilen, güçlü ve kuvvetli olmaya çalışma, başkalarının hayatını önemsememe, yaşamak için yok etme, ahlâkî değerlerin horlanması, başkalarının duygularını önemsememe, karşısındakine değer vermeme, insanları kategorize etme gibi mesajlar çocuğun kişiliğinin gelişmesine olumsuz tesir eder.

Oyunlar, dikkat ve öğrenmeye de tesir eder. Bilgisayar ekranında sıkça değişen görüntüler, çocukların dikkatini dağılmasına sebep olarak, konsantrasyon eksiğinin ortaya çıkmasını tetikler. Ayrıca aşırı ışık bazı hassas çocuklarda epileptik nöbetlere sebep olabilir.

Bilgisayar oyunları netice itibarıyla çocukta hayatta her şeyi bir oyun olarak görme eğilimine, sürekli hayal kurmaya, oyunda işlenen temalarla oyun sonrasında da zihnî meşguliyete, bu temaları arkadaşlarıyla olan oyunlara ve davranışlara taşımaya, aile ile olan münasebetlerde ve birlikte geçirilen zamanlardaki azalmaya, asosyal bir hayat tarzının yerleşmesine ve hayal ile gerçeği karıştırmaya sebep olmaktadır.

Elbette çağımızın bir gerçeği olan bilgisayarın faydalarına duyarsız kalmak mümkün değildir. İdeal olan, bilgisayarın olumlu yönlerinden istifade edip, menfi tesirlerinden de korunmaktır. Çocukların gelişimi için ayrılan oyun zamanı, sanal oyunlarla gerçekleri arasında dengeli şekilde paylaştırılmalıdır. Bu konuda;

— Onların da aktif olarak katılabileceği,
— Çocuk eğitimi uzmanlarının ve rehberlerin tavsiye ettiği,
— Tarih şuuru kazanmayı ve kendi kültür değerlerini benimsemeyi sağlayan,
— Dikkat ve muhakeme gelişmesini destekleyen,
— Paylaşma, takım ruhu, yardımseverlik, fedakârlık, doğruluk, çalışkanlık gibi hasletleri kazandıran,
— Merak hissini kamçılayan, öğrenmeyi kolaylaştıran ve sevdiren,
— Anne ve baba ile birlikte oynanan,
— Vazife ve sorumluluk şuuru kazanmayı sağlayan,
— Hayal gücü, düşünme alışkanlığı, keşif ve icat etme istidadını geliştiren oyunlar tercih edilmelidir.

Yüce Yaratıcı'nın insana verdiği önemli nimetlerden olan göz, kulak ve diğer organlar, bilgisayar karşısında sadece eğlenmeye yönelik oyunlar için meşgul edildiğinde, yaratılış gâyesi dışında kullanılmış olur. Dolayısıyla, anne-babalara düşen hayatî sorumluluk, çocuklarının görme, işitme, hissetme ve muhakeme etme gibi melekelerinin doğru istikamette değerlendirilmesine dikkat etmek ve buna imkân hazırlamaktır.

https://sorularlaislamiyet.com/bilgisayar-oyunlari-ve-internetin-cocuk-uzerindeki-olumsuz-etkileri-nelerdir-bu-etkileri-nasil-0

7 Ekim 2020 Çarşamba

Eyvah! Çocuğum İnternette!.. (Zararlı internet siteleri)

Çocuklarda ve gençlerde, hatta anne-babalarda internet bağımlılığı üzerine tavsiyeler. Her eve, herkese lâzım!

ESKİDEN anne babalar çocuklarını sokağın ve kötü arkadaşın etkilerinden korumak için çaba gösterir, çabaları sonuç vermediği zaman gelip bize danışırlardı. Bilgisayar ve bunun yan ürünü olan internet hayatımıza girdikten sonra, sokağın ve kötü arkadaşın yerini ‘internet kafe’ler aldı. Anne baba ile duygusal bağları zayıf, aile içinde kendilerini değerli hissetmeyen, okul başarısı düşük çocuklar ve gençler, artık sokak yerine internet kafelere gidiyorlar. Kötü arkadaşın yerini, şimdi internet bağlantısı olan ev bilgisayarları aldı. Bize danışmak için gelen anne babalar, sokak yerine, internet kafelerden ve evdeki bilgisayardan yakınıyorlar.

Bilgisayar kullanmayı bilmeyen çoğu anne baba, derslerine yardımcı olacağı zannıyla, yüzlerce dolar ödeyip çocukları için bilgisayar alıyorlar. Bilgisayar ise, tek başına, bir makineden ibarettir; ders öğretmek ve çocuğu daha akıllı yapmak gibi bir marifeti yoktur. Bilgisayarı faydalı kılan ‘software’ dediğimiz programlar ve eğitim CD’leridir. Bu programlar da, ancak kullanmasını bilen ve doğru biçimde kullanabilen ellerde faydalı olabilir.

Gördüğüm kadarıyla, çocuklar, harçlıklarıyla eğitim programları yerine oyun CD’leri satın alıyorlar. Bilgisayarın başında saatlerce oyun oynayarak zamanlarını boşa harcıyorlar. Zamanlarının boşa gitmesi bir yana, çoğu şiddet içerikli savaş ve dövüş sahneleriyle dolu olan bu oyunlar onlarda saldırganlık duygularını besliyor. Nitekim, bilgisayar oyunlarını incelediğinizde, onların sadece eğlendirmekle kalmadığını, aynı zamanda güçlü olma, kıyasıya yarışma, rakiplerini geride bırakma ve kazanma hırsı aşıladığını; bunları yaparken de, sevgi, yardımlaşma, paylaşma ve acıma duygularını körelttiğini görürsünüz. Korkak ve özgüvenden yoksun çocuklar, oyunu kazandıkları zaman, kendilerini cesur ve kahraman hissediyorlar. Böylece, başa çıkamadıkları gerçek dünyadan kaçıp, sanal bir mutluluk veren sanal bir dünyaya sığınıyorlar.

İnternette sizi ve çocuğunuzu bekleyen tuzaklar

ESKİDEN disketle çalışan küçük atari (oyun) cihazları vardı. Atari’si olmayan çocuklar atari salonlarına gider, oyun ihtiyaçlarını karşılarlardı. Anne babaların o günlerde yakındıkları atari salonları, bugünün internet ortamı yanında çok masum kalırlar. İnternet bağlantısı olan her bilgisayar, çocukların ve gençlerin ruh sağlığını bozmaya hazır potansiyel bir tehlikedir.

Dönem ödevi için malzeme toplamak amacıyla internete bağlanan bir öğrenciyi düşünün. Tamamen iyiniyetlidir, bilgi toplamaktan başka bir amacı yoktur. Arama motoruna istediği bilgiyi yazar ve ‘ara’ komutunu verir. Arama motoru, bu bilgiyi alabileceği onlarca site adresini bir liste hâlinde verir. Çocuk bu adreslerden birini tıkladığı zaman, daha gireceği adres açılmadan, bu adrese yamanmış ‘pop-up’ dediğimiz bir veya birkaç reklam sitesi açılıverir. Çocuğu sitede tutmak için, ücretsiz abonelikten tutun da ücretsiz müzik ve film CD’si göndermeye kadar bir sürü cazip seçenekler ileri sürülür. Yapacağı şey, sadece bir form doldurmak ve gösterilen web adresine bunu postalamaktır. Büyüklerin bile kaçamadığı bu tuzağa çocuklar kolayca düşerler. Çünkü, ücretsiz hediyeler gönderilecektir!

Bu reklam sitelerinin önemli bir kısmı pornografi içerikli olup yasa gereği “18 yaşından küçükler için uygun değildir” uyarısı yapılır. Ancak, siteye girecek kişinin 18 yaşından küçük olduğunu kim ve nasıl tespit edecektir? Çocuk, meraktan, “18 yaşından büyüğüm” seçeneğini işaretleyerek siteye kolayca girebilir. Böylece, çok masum bir amaçla internete giren bir çocuk kendisini onu her bakımdan zararlı bir sitenin içinde buluverir.

Bu bakımdan, çocuklarınızı internetin zararlarından korumak için ilk yapacağınız şey, bilgisayarı herkesin göreceği bir yere koymaktır. Ondan sonra, internetin faydaları ve zararları konusunda çocuğunuzu bilgilendirmeniz, bilgisayarda geçireceği zamanı sınırlandırmanız, ve internete bağlı iken onu arasıra kontrol etmeniz gerekmektedir.

Cevap bekleyen sorular

İNTERNETİ kötü amaçlarla kullanan kişilerin insanlar ve özellikle çocuklar üzerinde yol açtığı tahribat, son yıllarda, bir dizi araştırmanın konusu olmuştur. Bu araştırmalardan birini yürüten psikolog Michael G. Conner, “Internet Addiction and Cyber Sex” başlıklı makalesinde, altına kendi notunu da düşerek, şu soruları soruyor:

• Çocuğunuza dilediği zaman tanımadığınız bir yere gitmesine, tanımadığınız kişi veya kişilerle birkaç saat birlikte olmasına izin verir misiniz?

(Eğer çocuğunuzun odasında internet bağlantısı olan bir bilgisayar varsa, sorumuza “Hayır” demenizin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü, odasının kapısını kapatıp kendi başına kaldığında çocuğunuzun ne yaptığını bilemezsiniz. İstediği zaman internete bağlanıp, tanımadığı bir siteye girerek tanımadığı kişi veya kişilerle birlikte olabilir.)

• Kocanızın tanımadığınız bir kadının evine gitmesine, onunla saatlerce sohbet etmesine ve birlikte yatak odasına girmelerine izin verir misiniz?

(Eğer kocanızın çalışma odasında internet bağlantısı olan bir bilgisayar varsa ve onun bir internet bağımlısı olduğunu biliyorsanız, sorumuza cevap vermeden önce iyi düşünün.)

• İlişkileri yalan üzerine kurulmuş yabancı insanlarla tanışmak, onlarla sohbet etmek ve sırlarınızı paylaşmak ister misiniz? İnternet üzerinden tanıştığınız ve sohbet ettiğiniz insanların kim olduğunu biliyor musunuz? Onların verdikleri bilgilerin doğruluğundan emin misiniz?

(Eğer, “İki taraf bu sanal beraberlikten zevk alıyor ve eğleniyorsa, yalanın ne zararı var?” diyorsanız, sizin bir internet bağımlısı olduğunuzu söylemek zorundayız.)

Çocuğunuz veya siz, internet bağımlısı mısınız?

PSİKOLOG Conner, yaptığı araştırmada, günde iki saat ve daha fazla süre internette gezinenlerin internet bağımlısı olma riskiyle yüzyüze olduğunu ve aşağıdaki problemlerle karşılaştığını tesbit etmiş:

• Her gün internete bağlanma ihtiyacı duyma

• Çevreye karşı duyarsızlık

• Toplum ve aile ilişkilerinde zayıflama

• Günlük işlerde verimli ve üretken olamama

• Depresyon

• Eşler arasında cinsel uyumsuzluk

• Cinsel fantezilere düşkünlük

• Problemleri çözmeye çalışmak yerine, işleri oluruna bırakma

• İşyerinde interneti kişisel amaçları için kullanma

• Akademik ve zihinsel faaliyetlerde gerileme

Conner’in belirttiğine göre, günde iki saatten az bir vakit alması kaydıyla, bilgi almak, e-mail göndermek ve gelen mail’leri okumak için internete bağlanıyorsanız, endişe edecek bir durum yok. Ama eğer internet üzerinde harcadığınız zaman haftada toplam 18 saatten fazla ise, ‘internet bağımlılığı’ riski taşıyan insanlar grubuna giriyorsunuz demektir. Bankacılık ve internet pazarlamacılığı gibi görevler dışında, kişisel nedenlerle interneti günde 10 saatten fazla kullanan bir kimsenin ise, internet bağımlılığı ise, mutlaka tıbbî ve psikolojik tedavi gerektiriyor. Bu durumdaki bir kişi, Conner’a göre, muhakkak tedavi edilmesi gereken hasta bir internet bağımlısıdır.

Sanal bir dünya

Her alışkanlık gibi, internet alışkanlığı da irade zayıflığından ve iç denetim eksikliğinden kaynaklanıyor. İnternete bağlandığınız an, önünüzde onlarca seçenek çıkıverir. İstediğiniz adrese girebilir, istediğiniz bilgiye ulaşabilir, istediğiniz kişiyle sohbet edebilir, sonuçlarını düşünmeden istediğiniz gibi yalan söyleyebilirsiniz. Utanç verici, insan onurunu ayaklar altına alan, en iğrenç şeyleri izleyebilirsiniz. Çünkü, bunlardan kimsenin haberi yoktur. İlk günler eğlenmek, hoşça vakit geçirmek, yeni şeyler öğrenmek, heyecan yaşamak, internette neler olup bittiğini görmek ve belki de ibret almak için bu sanal âleme girmişsinizdir. Ancak, çok geçmeden, kendinizi aldattığınızı, huylarınızın değişmeye başladığını, gerçek hayattan her gün biraz daha koparak siberdünyanın bir üyesi olduğunuzu görürsünüz.

Psikolog Michael G. Conner, sözkonusu makalesinde internet bağımlılığının bilimsel açıklamasını yapıyor ve diyor ki: “İnternette yeni ve heyecan verici şeyler öğrendikçe, beyin kimyasında değişmeler görülür. Yaptığımız işten zevk aldığımız ve heyecan duyduğumuz zaman, beyinde ‘dopamine’ adı verilen bir kimyasal madde salgılanır. Bu maddenin salgısı arttıkça, yaptığımız işten başka birşey düşünmeyiz, çevremize karşı ilgimiz azalır.”

Sanal dünyanın yalanları

AİLECE tanıştığımız bir bayan okuyucum, geçenlerde kocasıyla birlikte ziyaretime geldi. Sohbet sırasında kocasının internet bağımlılığından yakındı, ve ona biraz nasihatta bulunmamı istedi. Ama daha ben ağzımı açmadan okuyucumun eşi savunmaya geçti. “Ben zararlı sitelere girmiyorum, haber okuyorum, bilgi topluyorum, sohbet ediyorum (chat yapıyorum), tartışma gruplarına katılıyorum, e-mail gönderiyorum ve gelen e-mailleri okuyorum” dedi ve ekledi: “İçkim yok, sigaram yok, kahveye gitmiyorum, meyhaneye gitmiyorum, evimde oturuyorum. Bunun nesi kötü?”

Okuyucumun eşi, bir internet bağımlısı idi. Karısına ve çocuklarına karşı sorumlulukları olduğunu, evine ayırması gereken zamanı internette tanımadığı insanlarla sohbet ederek geçirdiğini, bu yüzden aile içi ilişkilerin bozulmaya başladığını görmek istemiyordu.

İnternete giren çoğu insan isimleri, yaşları, cinsiyetleri, sosyal statüleri, meslekleri, adresleri ve kişisel özellikleri hakkında yalan söylemektedir. Geçenlerde bir okuyucumdan çok ilginç bir elektronik mektup aldım. İnternet üzerinden tanıştığı bir kızla nişanlanmış. Birbirlerini çok seviyorlarmış. Bir vesileyle, kızın elektronik posta adresinin şifresini öğrenmiş ve—doğru olmayan birşey yapıp—onun elektronik posta kutusuna girip kıza gelen bütün mektupları okumuş. Nişanlısının sanal âlemde bir başkasıyla dört senedir evli olduğunu ve sanal kocanın soyadını taşıdığını öğrenmiş. Kendisine “Sen benim ilk aşkımsın” diyerek yalan söylediği için nişanlısından ayrılmak istiyormuş, ancak karar vermeden önce bir de bana danışmak istemiş...

İnternetin pek çok marifetlerini duymuştum, ama ‘sanal âlemde evlilik’ yapıldığını ilk defa duyuyordum. Bana mektup yazan okuyucum sıradan biri değildi, makine mühendisliği son sınıfta okuyan bir gençti. Nişanlandığı kız da üniversite öğrencisi idi. Eğer bu iki genci dinleme ve analiz etme fırsatı bulabilseydim, büyük bir ihtimalle, karşıma çocuklarına yeterli zaman ayırmayan, onların sıkıntılarına ve sevinçlerine ortak olmayan, sevgi ve güven veremeyen, yüksek tahsil yaptırarak görevlerini yerine getirdiklerini zanneden iki aile modeli çıkacaktı.

Açıkçası, çocuklarımızı internetin zararlı etkilerinden korumanın yolu da, en sonunda ailede denge ve mutluluğun sağlanmasına gelip dayanıyor

6 Ekim 2020 Salı

Ezan duasının dinî hükmü nedir ve nasıl yapılır?


Ezandan sonra, Hz. Peygambere (s.a.s.) salavat getirmek sünnet; vesile duasını yapmak menduptur (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 67, 68; Cezîrî, el-Mezâhibü’l-erbe‘a, I, 283).
Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Ezânı işittiğiniz zaman, onun dediğini tekrarlayın. Sonra bana salât getirin. Çünkü gerçekten kim bana bir defa salât getirirse, Allah onu on rahmet ile anar. Sonra da benim için Allah’tan vesile isteyin. Çünkü vesile Cennet’te bir makamdır ki, ancak Allah’ın kullarından bir kula layık görülmüştür, umarım ki o kul ben olayım. Artık kim benim için Allah’tan vesile isterse, şefaatim ona helal olur.” (Müslim, Salât, 7; Tirmizî, Menâkıb, 1)
Konu ile ilgili olarak Buhârî’de yer alan rivayet şöyledir: “Her kim ezanı işittiğinde ardından;
اللَّهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَالصَّلاَةِ الْقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِى وَعَدْتَه
(Ey bu tam davetin ve kılınmak üzere olan bu namazın Rabbi olan Allah’ım! Muhammed’e vesileyi, fazileti ihsan et. Bir de kendisine va’d ettiğin Makam-ı Mahmûd’u verip oraya ulaştır) derse, kıyamet gününde benim şefaatim ona vâcib olur.” (Buhârî, Ezan, 8).
Bazı kaynaklarda, duanın sonuna “sen va’dinden dönmezsin.” ifadesi eklenmiştir (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, I, 603, 604). Ezan bittiğinde onu duyanlar bu hadiste ifade edildiği şekilde dua ederler.
Ayrıca “Ezan ile kamet arasında dua reddolunmaz.” (Tirmizî, Salât, 46) hadisi gereği, vesile duasının ardından başka dualar da yapılabilir (Nevevî, el-Mecmû’, III, 118).

5 Ekim 2020 Pazartesi

Fiilî dua ne demektir?


Allah, kâinatta meydana gelecek tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Hem dünyada hem de içinde yaşanılan evrendeki her şey Allah’ın koyduğu sebep-sonuç (kanun ve kural) ilişkilerine göre şekillenir. Arzu ettiği bir şeyin olmasını isteyen kişi, onun sebeplerini de yerine getirmek zorundadır. Örneğin çocuk sahibi olmak isteyen kişinin evlenmesi, sınavda başarılı olmak isteyen öğrencinin derslerine çalışması fiilî dua sayılır.
Kişi, Allah’tan istediği şeyin gerçekleşmesi için Allah’ın kendisine öğrettiği sebepleri ve kanunları elinden geldiği kadar yerine getirip tamamlar, sonucunu da Allah’tan bekler. “İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır.” (Necm, 53/39) mealindeki âyette insanların çalışmaları ile alacakları sonuç arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiş ve bu çalışmanın fiilî bir dua manasına geldiğine işaret edilmiştir. Hayvanı hasta olan ve iyileşmesi için sadece dua eden birisine söylenen “Duana biraz da katran ilacı ekle...” sözü, fiilî dua için güzel bir örnektir.
Bir işin gerçekleşmesi için dua edip oturan insanın yapmış olduğu hareket ne kadar yanlış ise, tüm çalışmaları yapıp, gerekli tedbirleri aldıktan, yani fiilî duasını tamamladıktan sonra “Bu işi ben tamamladım.” diyerek sözlü dua etmeyenin yapmış olduğu davranış da o derece yanlıştır.

4 Ekim 2020 Pazar

Kur’an’da geçen dua âyetlerinin mahiyeti nedir?


Kur’an-ı Kerim’de dua ile ilgili âyetler geniş bir yer tutar. İki yüz kadar âyet doğrudan doğruya dua konusundadır. Ayrıca tövbe, istiğfar gibi kulun Allah’a yönelişini ve O’ndan dileklerini ifade eden çok sayıda âyet de geniş anlamda dua ile alakalıdır. Konuyla ilgili âyetlerin bir kısmında insanların Allah’a dua etmeleri emredilmiş, duanın usûl, âdâb ve tesirleri üzerinde durulmuştur (Bakara 2/186; Nisâ 4/32; A’râf, 7/29, 55, 180; Yûsuf, 12/86; Mü’min, 40/60). Bazı âyetlerde şartlarına riayet edilmeyerek yapılan duanın kabul görmeyeceği ifade edilir (Bakara, 2/200; Yûnus, 10/12, 22, 106; İsrâ, 17/11; Mü’minûn, 23/ 99-100; Kasas, 28/88; Fussılet, 41/51). Bu gruptaki âyetlerin çoğunda, dünyada iken Allah’ı ve O’nun hükümlerini tanımaktan kaçınan, ancak ahirette gerçeği anlayıp acı akıbetleriyle yüz yüze gelince pişmanlık duyacak olanların dünyaya yeniden döndürülmeleri için Allah’a yakarışları anlatılmıştır. 100’den fazla âyette peygamberlerin, diğer salih insanların veya toplulukların dualarına yer verilmiştir.
Bazı sûre ve âyetler örnek dua metinleri mahiyetindedir. Fâtiha sûresi buna güzel bir örnektir. Bakara sûresinin 201. âyetinde geçen, “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver; bizi cehennem azabından koru.” mealindeki dua, Fâtiha’dan sonra en çok okunan dua olmuştur.
Enes b. Mâlik, Hz. Peygamberin (s.a.s.) dua ederken en çok bu âyeti okuduğunu (Buhârî, Deavât, 55) ve okunmasını tavsiye ettiğini (Müslim, Zikir, 23) belirtmiştir. Âl-i İmrân sûresinin 8-9, 16, 53, 191-194. âyetleriyle, Furkân suresinin 74. âyetinin de dua niyetiyle okunduğu görülür. İbrahim sûresinde Hz. İbrahim’in duasını ihtiva eden 35-41. âyetler ve özellikle, “Rabbim! Hesap günü gelip çattığında beni, annemi, babamı ve müminleri bağışla.” mealindeki 41. âyet sıkça tekrar edilen dua âyetleridir. Tâhâ sûresinde Hz. Mûsâ’nın duası (Tâhâ, 20/25-35) özellikle kısa, canlı, ahenkli ve etkili cümleleriyle Kur’an’daki dua örneklerindendir. Bu âyetlerde “Rabbim! Yüreğime genişlik ver; işimi kolaylaştır; dilimin bağını çöz ki sözümü anlasınlar.” ifadeleriyle dua edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Eyyûb’a nispet edilen dua cümleleri ayrı bir üslûp taşır. Bu âyetlerde Hz. Eyyûb’un, son derece ağır bir hastalığa ve musibetlere mâruz kalmasına rağmen, dualarında Allah’tan istekte bulunmadığı, sadece durumunu arz etmekle yetindiği görülür (Enbiyâ, 21/83-84; Sâd, 38/41). İslam âlimleri onun bu tutumunu, sabır erdeminde yükselişin ve kulluk terbiyesinin en güzel örneği olarak değerlendirirler (“Dua”, DİA, II, 536).

3 Ekim 2020 Cumartesi

Tesettür İle ilgili karar


Nûr Sûresi'nin 30. ayetinde, mü’min erkeklerin harama bakmamaları, namus ve iffetlerini korumaları emredildikten sonra 31. âyetinde kadınlarla ilgili olarak meâlen: "Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini (bakmaları haram olan şeylerden) çevirsinler,
edep yerlerini korusunlar -kendiliğinden görünen müstesna- zînetlerini açmasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar" buyrulmakta ve ayetin devamında kadınların kendiliğinden görünmeyen zînet yerlerini, kimlerin yanında açabilecekleri belirtilmektedir.
1- HARAMA BAKMAK VE ÎFFETİ KORUMAK
Görüldüğü gibi bu iki âyette hem erkeklerin hem de kadınların harama bakmamaları, edep yerlerini iyice örtülü tutup, iffet ve namuslarını zina, fuhuş ve onlara sebep olabilecek durumlardan korumaları emredilmektedir. Hz. Peygamber (S.A.V) de; "...Gözlerin zinası şehvetle bakmaktır..." buyurarak harama bakmayı, göz zinası olarak nitelemiştir.1
Ancak, gözün harama tesadüfen ilişmesinin kasıtlı bakmak hükmünde olmadığı da hadis-i şeriflerde belirtilmiştir.2
İslâm âlimleri, yukarıda mealleri yazılı âyetlere ve konuyla ilgili hadislere dayanarak, erkeklerin ve kadınların, nikâhlı eşleri dışında herhangi bir kimseye şehvetle bakmalarının haram olduğu üzerinde müttefiktirler. Tedavi, şahitlik ve evlenme maksadı gibi, zarûret veya ihtiyaç halindeki bakmalara, fıkıhta belirtilen şartlar ve ölçüler dâhilinde müsaade edilmiştir.
Fitne tehlikesi ve şehvet korkusu olmamak kaydı ile, gerek erkeklerin ve gerekse kadınların, kendi yakınlarından ve yabancılardan kimselere ve nerelerine bakıp bakamayacaklarına dair hükümler, delilleri ile birlikte fıkıh kitaplarında mevcuttur.3
2- ÖRTÜNME
Nur Sûresi'nin 31. âyetinde zikredilen bu emirlerden sonra kadınların örtünmesi ile ilgili olarak da, kendiliğinden görünenler müstesna zînetlerini, zinet yerlerini açmamaları ve başörtülerini yakalarının üzerine salmaları emredilmiştir.
Cahiliyet devrinde başını örten kadınlar, başörtülerini enselerine bağlar veya arkalarına salıverirlerdi. Allah Teâlâ, bu ayetle, İslam’dan önceki bu âdeti kesinlikle yasaklayarak mü'min kadınların -kendiliğinden görünen hariç zînetlerini, zînet yerlerini açmamalarını ve başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun, gerdan ve göğüslerini iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir.
Hz. Aişe (R.A): "Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eyleye, Yüce Allah: "Mü'min kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar" âyetini indirince, onlar eteklerinden bir parça keserek, onunla başlarını örttüler."4 der.
Yine Hz. Aişe (R.A) bir gün Ensar kadınlarından sitayişle bahsederken, buna benzer bir ifade ile başörtüsü emrine nasıl uyduklarını anlatır.5
ÖRTÜLMESİ GEREKLİ OLMAYAN KISIMLAR
Örtülmesi emredilen, zînetten istisna edilen ve mücmel olarak geçen "kendiliğinden görünen" ifadesi; Ashaptan Hz. Ali, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, Enes, Tabiilerden Said b. Cübeyr, Atâ, Mücâhid, Dahhâk, Müctehid İmamlardan Ebû Hanife, Malik ve Evzaî’nin de (Radiyallahu anhum) dâhil olduğu İslâm âlimlerinin çoğunluğu tarafından; "Yüz ve bileklere kadar eller" olarak tefsir edilmiştir.6
ÖRTÜLMESİ GEREKLİ OLAN KISIMLAR
Âyetteki "kendiliğinden görünen" mücmel ifadeyi -az da olsa- farklı tefsir eden âlimler, kadınların, istisna dışında kalan zînetlerini ve zînet yerleri olan saç, baş, boyun, kulak, gerdan, göğüs, kol ve bacakların örtülmesi olarak anlamışlar ve bunlardan herhangi birini açmalarının câiz olmadığı hükmünde ittifak etmişlerdir.7 Kadınların, bu zînet yerlerini kimlerin yanlarında açabilecekleri ise, âyetin devamında bildirilmektedir.
Bu âyet-i kerime nâzil olunca, yukarıda rivayet edilen hadislerle de sabit olduğu üzere, Ensar ve Muhâcir kadınların, eteklerinden bir parça keserek, onunla başlarını örtmeye acele etmeleri, Hz. Aişe’nin (r.a.) ablası Esma’nın (r.a.), ince bir elbise ile Hz. Peygamber’in (a.s.) huzuruna çıktığı zaman, Hz. Peygamber' in "Ergenlik çağına gelen bir kadının elleri ve yüzü dışında kalan yerlerini göstermesinin câiz olmadığını" bildirmesi, yine Hz. Peygamber'in, bileklerinin dört parmak yukarısını işaret ederek "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadına, ergenlik çağına gelince yüzü ve şuraya kadar elleri hariç, herhangi bir yerini açması câiz değildir," buyurması; söz konusu ayetteki emirlerin vücub için olduğuna, kadınların yukarıda sayılan zînet yerlerini örtmekle yükümlü olduklarına delâlet etmektedir.
ÖRTÜNMENİN GAYESİ
Dinimizin emrettiği örtünmeden maksat, kadının zînetini ve zînet yerlerini eşi veya mahremi olmayan erkeklere göstermemesi ve yabancı erkekler tarafından görülmesine meydan vermemesidir. Bu itibarla örtünün; saçın, ten renginin veya zînetlerin görülmesine engel olacak kalınlıkta, vücut hatlarını göstermeyecek nitelikte olması gerekir.8 Bu konuda, yukarıda meali zikredilen hadis-i şerifler dışında, daha pek çok hadis-i şerif bulunmaktadır.9
Ahzâb Sûresi'nin 60. âyetinde; de "Ey Peygamber eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle: (Evden çıkarlarken) üstlerine vücutlarını iyice örten dış elbiselerini giysinler. Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar." buyrulmaktadır.
Bu âyette müslüman hanımların evlerinden çıkarken, üstlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafeti ile sokağa çıkmamaları emredilmektedir.
Nûr Sûresi'nin 60. ayetinde ise, yaşlanmış kadınların, 31. Ayette örtülmesi emredilen zînet ve zînet yerlerini örtmek kaydı ile (manto, pardesü, vs. gibi) dış elbiselerini üstlerine almadan dışarı çıkabilecekleri belirtilerek şöyle buyrulmaktadır: "Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların zînetlerini, (yabancı erkeklere) göstermeksizin, dış elbiselerini çıkarmalarında, kendilerine bir vebal yoktur. Yine de dış elbiseli olmaları, kendileri için hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir."
NETİCE:
1. Gerek erkeklerin ve gerekse kadınların gözlerini haramdan korumaları,
2. Kadınların, vücudun el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik câiz olan erkekler yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek nitelikte bir elbise (örtü) ile örtmeleri.
3. Başörtülerini, saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmaları, Dinimizin, Kitap, Sünnet ve İslâm âlimlerinin ittifakı ile sabit olan kesin emridir. Müslümanların bu emirlere uymaları dini bir vecibedir.
----------------------------------------------

1 Buhârî, Kader, 9; VII, 214, (Çağrı Yay. İstanbul 1981); Müslim, Nikah, 44, Hadis No: 2152-2153; II, 612, (Çağrı Yay. İstanbul 1981); Beyhakî, VII, 89.
2 Müslim, Adab, 10 (II, 1699, Hadis No: 2159); Tirmizi, Edep, 28 (V, 101, Hadis No: 2777) Ebû Dâvûd, Nikah, 44, ( II, 609, 610, Hadis No: 2148, 2149); Müsned, IV, 358, 361; Dârimî, İsti’zân, 15, s. 674; Rikâk, 3, s. 694 (Çağrı Yay. İstanbul 1981); Beyhakî, VII, 90, (1. Baskı, Hind, 1353)
3 Serahsî, Mebsût, X, 145-165, (Beyrut, 1986); Nevevî, Minhâc, II, 206-215, (Celâleddin Mahallî’ye ait şerhle birlikte, II. Baskı, Mısır 1934); Kasânî, Bedâiu’s-Sanâi’, V, 118-125, (Mısır, 1328/1910); İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, V, 320-329, (Matb’a-i Âmire, İstanbul)
4 Buhârî, Tefsîr, Tefsîru Sûreti’n-Nûr, (V. 13); Ebû Dâvûd, Libâs, 33, (IV, 357), Beyhakî, VII, 88.
5 Ebû Dâvûd, Libâs, 32, (IV, 356),
6 Taberî, Câmiu’l-Beyân, X, 117-121, (Beyrut, 1405/1984)
7 Taberî, age., agy.; Fahreddin Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb, XXIII, 201, 210, (Matba’tü’l-Behiyye, Mısır); Kurtûbî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’an, III, 315, 319, (Lübnan, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî); İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’an, (Lübnan, Daru’l-Ma’rife) III, 1365-1376; Serahsî, Mebsût, X, 145-165; Celâlüddin Mahalli, Şerhu’l-Minhâc, III, 206-215; Kâsânî, age., c. ,118-125; İbn Âbidîn, age., V, 320-329; İbn Hazm, Merâtibü’l-İcma’, s. 29.
8 Serahsî, age., X, 155; İbn Âbidîn, age., V, 320-329.
9 Müslim, Libâs, 34, ( II, 1680, Hadis No: 2128), Cennet, 13 (II, 2192 Hadis No: 2128) Müsned, II, 356.

2 Ekim 2020 Cuma

Kadınların ve erkeklerin saçlarını boyamaları caiz midir?


Kişinin temiz, bakımlı ve düzgün görünümlü olması, dinimizin tavsiye ettiği hususlardandır. Saç, sakal ve bıyık bakımı bu bağlamda değerlendirilmelidir. Saçı temizlemek, yıkamak, koku sürmek, taramak ve boyamak, Hz. Peygamberin teşvik ettiği hususlardandır (Buhârî, Enbiyâ, 50; Müslim, Libâs, 80). Buna göre, başkalarını yanıltma kastı olmaksızın saç, sakal ve bıyık boyanabilir (Mubârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahfezî, V, 433-441).
Erkeğin saçını, siyah dışındaki kına rengi gibi renklere boyaması caiz ise de siyah renge boyaması mekruh görülmüştür. Mekke’nin fethi günü, Hz. Ebû Bekr’in yaşlı babası Ebû Kuhâfe’nin saçlarının beyazlaştığını gören Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bu beyaz saçın rengini değiştiriniz ve siyahtan sakınınız.” (Ebû Dâvud, Tereccül, 18)
Ancak saçı beyazlaşan kimse genç olursa, siyaha boyamasında da bir sakınca görülmemiştir. Çünkü bu durumda siyaha boyanan saç tabii hâline dönüşmüş olacaktır. Nitekim Sa’d b. Ebî Vakkas, Ukbe b. Âmir, Hasan, Hüseyin ve Cerîr gibi sahabilerin bunu uyguladıkları nakledilmektedir (Şevkânî, Neylü’l-evtâr, I, 367, 373).
Kadınlar için ise bir sınırlama yoktur. Bu konuda dikkat edilmesi gereken husus, kadının saçını ve vücudunun diğer mahrem yerlerini yabancı erkeklere göstermemesidir.
Boya, saç üzerinde kimyasal bir tabaka oluşturup suyun temasına engel olmadıkça guslü ve namaz abdestini engelleyici bir unsur değildir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 288).

30 Eylül 2020 Çarşamba

Belli Bir Vakte Bağlı Olmaksızın Yapılan Zikrin Fazileti Hakkındaki Deliller-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


23Ebû Zerr'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Sizden her birinizin âzâlan (organları) üzerinde bir sadaka (vermek) vardır: Her tesbîh bir sadakadır, her hamd bir sadakadır, her tehlîl (lâ ilâhe illallah) bir sadakadır, her tekbîr (Allahu Ekber) bir sadakadır, iyiliği emretmek bir sadakadır, kötülükten alıkoymak bir sadakadır. Bunların hepsine de kuşlukta kılacağın iki rekât namaz kifâyet eder."[36]

[36] Müslim.

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

29 Eylül 2020 Salı

Kur'ân-ı Kerim Okumanın Fazileti İle İlgili Hadisler


Kur'ân-ı Kerim okumanın fazileti nedir? Kur'ân-ı Kerim okumanın insan üzerinde ki maddi ve manevi etkileri nelerdir? 


Kur’an şefaat edecektir

Ebû Ümâme radıyallahu anh, ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i:

“Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçı olarak gelecektir” buyururken işittim, demiştir. (Müslim, Müsâfirîn 252.)

Kur’an okumanın sevabı

İbni Mes’ûd radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim Kur’ân-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 16)
Kur’an sureleri birbiryle yarışırlar

Nevvâs İbni Sem’ân radıyallahu anh şöyle dedi: Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i: “Kıyamet gününde Kur’an ve dünyadaki hayatlarını ona göre tanzim eden Kur’an ehli kimseler mahşer yerine getirilirler. Bu sırada Kur’an’ın önünde Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri vardır. Her ikisi de kendilerini okuyanları müdafaa için birbiriyle yarışırlar” buyururken işittim. (Müslim, Müsâfirîn 253)

En hayırlınız Kur’an öğrenen ve öğretendir


Osmân İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 21)

Kur’anı kekeleyerek zorla okumanın sevabı


Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kur’an’ı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkâr meleklerle beraberdir. Kur’an’ı kekeleyerek zorlukla okuyan kimseye de iki kat sevap vardır." (Buhârî, Tevhîd 52)

Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir

Ebû Mûsa el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’an okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’an okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır.” (Buhârî, Et’ime 30 Fezâilü’l-Kur’ân 17, Tevhîd 36)

Allah Teâlâ Kur’an ile yükseltir
Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah şu Kur’an’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.” (Müslim, Müsâfirîn 269)

Gıpta edilecek iki kişiden biri de Kur’an ile meşgul olandır

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.” (Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45)

Kur’an huzur verir

Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Bir adam Kehf sûresini okuyordu.Yanında iki uzun iple bağlanmış bir at vardı. O adamın üzerini bir bulut kapladı ve yaklaşmaya başladı. Atı da o buluttan ürkmeye başlamıştı. Sabah olunca, adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve bu durumu anlattı. Bunun üzerine Peygamberimiz: “O sekînedir; okuduğun için inmiştir” buyurdu. (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 11)

Kur’an okunmayan ev harabedir

İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.” (Tirmizî, Fazâilü’l-Kur’ân 18)

Oku ve yüksel

Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Her zaman Kur’an okuyan kimseye şöyle denecektir: Oku ve yüksel, dünyada tertîl ile okuduğun gibi burada da tertîl ile oku. Şüphesiz senin merteben, okuduğun âyetin son noktasındadır.” (Ebû Dâvûd, Vitr 20) 

Ezberlediğiniz sureleri unutmayın

Ebû Mûsa radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şu Kur’an’ı hâfızanızda korumaya özen gösteriniz. Muhammed’in canını kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Kur’an’ın hâfızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ipinden boşanıp kaçmasından daha hızlıdır.” (Buhârî, Fazâilü’l-Kur’ân 23)

Kur’an ilgisiz kalmaz

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kur’an hâfızı, bağlı devenin sâhibine benzer. Deve sahibi devesini sürekli gözetirse elinde tutar. Eğer onunla ilgilenmezse kaçıp gider.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 23)

Kur’an'ı güzel okumak

Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i: “Allah, güzel sesli bir peygamberin, Kur’an’ı tegannî ile yüksek sesle okumasından hoşnut olduğu kadar hiçbir şeyden hoşnut olmamıştır” buyururken işittim, demiştir. (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 19; Tevhîd 32)

Dâvûdi sesli Sahabe

Ebû Mûsa el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurdu: “Şüphesiz Dâvûd’a verilen güzel seslerden bir nağme de sana verilmiştir.”(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 31)

Kur’an-ı Kerim'i Peygamberimizden daha güzel okuyan biri yoktur

Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i yatsı namazında “Ve’t-tîni ve’z-zeytûni” sûresini okurken dinledim. Ondan daha güzel sesli bir kimse işitmedim." (Buhârî, Ezân 102)

Kur’an'ı tegannî ile oku

Ebû Lübâbe Beşîr İbni Abdülmünzir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kur’an’ı tegannî ile okumayan kimse bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Vitr 20)

Peygamberimizin "bana Kur'an oku" dediği Sahabe

Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh der ki: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: – ”Bana Kur’an oku” buyurdu. –Yâ Resûlallah! Kur’an sana indirilmişken ben sana nasıl Kur’an okurum? dedim. – ”Ben Kur’an’ı başkasından dinlemeyi gerçekten çok severim” buyurdular. Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ sûresini okudum. “Her ümmetten gerçek bir şahit, seni de bunlara hakkıyla şahit getirdiğimiz zaman halleri nice olur” [âyet 41] anlamındaki âyete gelince: – ”Şimdilik yeter” buyurdular. Kendisine dönüp baktım, iki gözünden yaşlar boşanıyordu." (Buhârî, Tefsîru sûre(4), 9; Fezâilü’l-Kur’ân 33, 35)

Kurân’ı tercih ediniz

Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi’ne çıkarken Neccâroğulları’nın bayrağını Umâre bin Hazm’a vermişti. Daha sonra Zeyd bin Sabit’i görünce, bayrağı Umâre’den alıp ona verdi. Umâre -radıyallâhu anh-: “–Yâ Rasûlallah! Bana kızdınız mı?” diye sorunca Peygamber -aleyhisselâm-: “–Hayır! Vallâhi kızmadım! Fakat, siz de Kur’ân’ı tercih ediniz! Zeyd, Kur’ân’ı senden daha çok ezberlemiştir! Burnu kesik zenci köle bile olsa, Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimse başkalarına tercih edilir!” buyurdu. Evs ve Hazrec kabîlelerine de, bayraklarını Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimselere taşıtmalarını emretti. Bunun üzerine Avfoğulları’nın bayrağını Ebû Zeyd, Benî Selime’nin bayrağını da Muâz -radıyallâhu anh- taşıdı. (Vâkıdî, III, 1003)

Hiçbir peygambere verilmeyen iki nur

İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, bir keresinde Cebrâil aleyhisselâm Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturmakta iken, Resûl-i Ekrem yukarı taraftan kapı gıcırtısına benzer bir ses işitti ve başını kaldırdı. Cebrâil: – Bu, şimdiye kadar hiçbir şekilde açılmayıp sadece bugün açılan bir gök kapısıdır, dedi. Peşinden o kapıdan bir melek indi. Bunun üzerine Cebrâil: – Bu, yeryüzüne inen bir melektir. Bugüne kadar hiç inmemişti, dedi. Melek selâm verdi ve Peygamberimiz’e şöyle dedi: – Müjde! Sana, senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur verildi. Biri Fâtiha sûresi, diğeri Bakara sûresi’nin son âyetleri. Bunlardan okuyacağın her harfe karşılık sana sevap ve ecir verilir. (Müslim, Müsâfirîn 254)

Kur’an okunan evi rahmet kaplar

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir cemaat Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.” (Müslim, Zikr 38)

Kur’ana sımsıkı sarılın

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız iki mühim emânet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. O da Allâh’ın Kitâbı’dır! Kur’ân, semâdan yeryüzüne uzatılmış sağlam bir ip gibidir. Diğer emânet de âilem, Ehl-i Beyt’imdir. Kur’ân ve Ehl-i Beyt’im cennette Havuz’un başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra o ikisine karşı nasıl muâmelede bulunduğunuza iyi bakın, dikkat edin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3788)
Huzûr-i kalb ile Kur’ân oku

Hadîs-i şerîfte buyrulur: “Sizden birisi Rabbi ile münâcât ve mükâlemeyi (O’na yalvarıp O’nunla konuşmayı) severse huzûr-i kalb ile Kur’ân okusun.” (Suyûtî, I, 13/360)

Kur’an oku ve onunla amel et

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Kim Kur’ân-ı Kerîm’i okur ve onunla amel ederse, kıyâmet günü ebeveynine bir tâc giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş dünyâdaki bir eve konulduğunda onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur’ân-ı Kerîm ile bizzat amel edenin ışığı nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?” (Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1453)

Ticaretten daha karlı şey

Ebû Ümâme -radıyallâhu anh- da şöyle anlatıyor: Birisi Peygamber Efendimize geldi ve: “–Yâ Rasûlallâh! Falan oğullarının hisselerini alıp sattım, şöyle şöyle kâr elde ettim.” dedi. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Sana bundan daha kârlı bir şeyi haber vereyim mi?” dedi. Adam: “–Öyle bir şey var mı?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Kur’ân’dan on âyet öğrenen bir kimse senden daha kazançlıdır!” buyurdu. Bunun üzerine adam gitti ve hemen on âyet öğrenip geldi ve bunu Rasûlullâh’a bildirdi. (Heysemî, VII, 165)

Kur’ân, Al­lâh’ın zi­yâ­fe­ti­dirRasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştu: “Her zi­yâ­fet çe­ken, zi­yâ­fe­ti­ne (in­san­la­rın) gel­me­si­ni is­ter ve bun­dan mem­nun olur. Kur’ân da Al­lâh’ın zi­yâ­fe­ti­dir. On­dan uzak dur­ma­yı­nız.” (Dâ­ri­mî, Fe­zâ­ilü’l-Kur’ân, 1)

Kur’an ehli kimdir?

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “−Şüphesiz insanlardan Allâh’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm: “−Ey Allâh’ın Rasûlü! Onlar kimlerdir?” diye sorunca Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “−Onlar, Kur’ân ehli, Allâh ehli ve Allâh’ın has kullarıdır!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

Kur’an bilenlerin önceliği

Uhud Harbi sonunda ashâb-ı kirâm: “−Yâ Rasûlallâh! Şehidlerimiz pek çok. Bize ne yapmamızı emir buyurursunuz?” diye sordular. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “−Derin ve geniş kabirler kazınız, her kabre ikişer, üçer koyunuz!” buyurdu. Ashâb: “−Önce hangilerini koyalım?” diye sorunca Hazret-i Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-: “−En çok Kur’ân bileni önce koyunuz!” buyurdu. (Nesâî, Cenâiz, 86, 87, 90, 91)

Kur'ân'ı yaşayana cennet vardır

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Kim Kur’ân’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, Allâh bu sâyede o kimseyi cennetine koyar. Âilesinden hepsi cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148)

Kur’ân oku­yu­nuz

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, birgün Kur’ân âşıklarından Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh-’a hitâben: “–Allâh Teâlâ, «lem yekünillezine keferû» sûresini sana okumamı emir buyurdu.” dedi. Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh-: “–Allâh Teâlâ benim ismimi zikretti mi?” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Evet!” buyurdu. Übey bin Kâ’b, bu ikrâm-ı ilâhî karşısında çok duygulandı ve içli içli ağladı." (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 16, Tefsîr, 98/1, 3; Müslim, Müsâfirîn, 246)

Kur’ân bu­lu­nan bir kal­be azâbedilmez

Hadîs-i şerîfte buyrulur: “Kur’ân oku­yu­nuz... Çün­kü Al­lâh, için­de Kur’ân bu­lu­nan bir kal­be azâb et­mez...” (Dâ­ri­mî, Fe­zâ­ilü’l-Kur’ân, 1)

Ümmetin en şereflileri

Peygamber Efendimiz buyurur: “Ümmetimin en şereflileri, Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen hâfızlar ve gecelerini ihyâ edenlerdir.” (Suyûtî, I, 36/1063)

Kur’ân bir zenginliktir

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kur’ân bir zenginliktir ki ondan sonra fakirlik olmaz (yâni ona sâhip olan en muazzam bir hazîneye sâhip olmuştur) ve ondan başka zenginlik de yoktur (yâni o ilâhî hazîne hiçbir maddî zenginlikle kıyas edilemez).”
(Heysemî, VII, 158)

Kur’an Kerîm okumak Allah Teâlâ'yı zikirdir


Bir hadîs-i kudsîde Azîz ve celîl olan Allâh Teâlâ: “Kur’ân-ı Kerîm okumak ve Ben’im zikrim, her kimi, Ben’den bir şey istemekten meşgul eder, geri bırakırsa, Ben ona, isteyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm.” buyurmaktadır. (Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 25/2926)

Şifa Kur'ân'dadır

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlardır: “Devânın en hayırlısı Kur’ân’dır.” (İbn-i Mâce, Tıb, 28)

Allah Teâlâ Kur'ân okuyanı dinler

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Allâh, geceleyin iki rekat namaz kılan (ve Kur’ân okuyan) bir kulu dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemez. Allâh’ın rahmeti, namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, Kur’ân’la hemhâl oldukları andaki kadar hiçbir zaman Allâh’a yaklaşmış olamazlar.” (Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 17/2911)

Kur’ân yeryüzünde nûr, gökyüzünde azıktır


Ebû Zerr -radıyallâhu anh-: “−Yâ Rasûlallâh! Bana nasihatte bulun!” dediğinde Âlemlerin Efendisi: “−Kur’ân okumaya ve Allâh’ı zikretmeye bak, çünkü Kur’ân yeryüzünde senin için bir nûr, gökyüzünde de bir azıktır.” buyurmuştur. (İbn-i Hibbân, II, 78)

Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati… Çünkü hamele-i Kur’ân (yâni Kur’ân hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde peygamberler ve asfiyâ (yâni safâya ermiş olan Allâh dostları) ile birlikte Arş’ın gölgesindedir.” (Münâvî, I, 226)

Kur’ânı küçük yaşlarda öğrenmek

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler (Yâni Kur’ân’ın feyziyle nûrlanır.)” (Ali el-Müttakî, I, 532)

Kuran Okuyanın Kıyamette Durumu
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Kur’ân ehline ve âilesine şu güzel müjdeleri vermişlerdir:

“Kıyamet günü kabir yarılıp Kur’ân’ı okuyan kişi dışarı çıktığında, Kur’ân onu rengi solmuş bir adam gibi karşılar. «Beni tanıyor musun?» diye sorar.

Mü’min «Tanıyamadım» der.

O şahıs, «Ben öğle sıcağında seni susuz, gece uykusuz bırakan arkadaşın Kur’ân’ım. Her tüccar ticaretinin peşindedir. Sen ise bugün her ticaretin peşinde olacaksın!» der. Hemen sağ eline saltanat, sol eline ebediyet verilir, başına vakar tâcı konur, anne-babasına hulleler giydirilir ki dünya ehli onlara kıymet biçemez veya bunlar dünya ve içindekilerden daha kıymetlidir.

Onlar, «Bu değerli elbiseler bize niçin giydirildi?» diye sorarlar. «Çocuğunuzun Kur’ân’ı eline alması sebebiyle» denir.

Sonra Kur’ân okuyan kişiye, «Oku ve cennetin dereceleri ve odaları arasında yüksel!» denir. O, ister hızlı, ister tertîl üzere olsun okumaya devam ettiği müddetçe yükselmeye devam eder.”
(Ahmed, 5: 348; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15; Abdürrazzak, Musannef, 3: 373; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6: 129)

28 Eylül 2020 Pazartesi

Ahzab sûresi 52. âyet indikten sonra Peygamberimiz herhangi bir cariye edinmiş midir?


"Bundan sonra sana kadınlar helâl olmaz; mülkiyetin altında bulunanlar dışında kadınlarını, güzellikleri hoşuna gitse bile başka eşlerle değiştirmen de helâl olmaz. Allah her şeyi görüp gözetmektedir."
Ahzab,52.-

 Bu âyetin gelişinden sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir eşini boşamamıştır. Peygamber eşlerine ayrılma ya da Peygamber eşi olarak kalma muhayyerliği verilmiş ve istisnasız hepsi Peygamber'le kalmayı tercih etmişlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu âyetten sonra da başka bir kadınla evlilik yapmamıştır, cariye de edinmemiştir.

27 Eylül 2020 Pazar

Allah Teâlâ'nın en çok Peygamberimiz'i sevme sebebi nedir?


Allah Teâlâ'nın Peygamberimiz'e olan sevgisi O'nun sadece bir-iki vasfına dayanmaz. Allah Teâlâ Hz. Muhammed (sav)'i son elçisi olarak seçmiş, O'na iman etmeyi kendisine imanın şartı saymış, O'nu inkar edeni kendisini inkar etmiş olarak görmüş (Araf, 158), Allah'a ve Peygamber'e itaati bir arada şart koşmuş (Nisa, 59), Allah'ı sevmenin ölçüsü olarak Peygamber'e tabi olma gerekli kılınmış (Al-i İmran, 31), Allah ve Peygamber sevgisi bir arada talep edilmiş (Tevbe, 34), örnek alınacak en güzel numune olarak gösterilmiş (Ahzab, 21), âlemlere rahmet olarak gönderilmiş (Enbiya, 107), Allah'ın ve meleklerin O'na daima salât-u selam ettikleri bildirilmiş (Ahzab, 56), Kur'ân'da sayısız yerde ve İslam'a giriş cümlesi olan kelime-i tevhide kendi adı ile Rasûlü'nün adını bir arada zikretmiş, O'nun sünnetini dinin ikinci kaynağı olarak ikame etmiştir (Haşr, 7).
Çok bilinen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz "Ben kendisine; babasından, evladından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, hiç biriniz iman etmiş olmaz." (Buharî) buyurarak kendisine duyulacak sevgiyi imanımızın var oluşunun şartlarından olduğunu bize bildirmiştir.
Burada üzerinde durulması gereken nokta bu sevgiye O'nun değil, bizim ihtiyacımız olduğudur. Çünkü insanı davranışları konusunda en çok motive eden şey duygularıdır. Bilgi ve düşüncelerimiz duygusal olarak da benimsenmedikçe davranışa dönüşmez. İşte bu nedenle dahi biz Allah'ın dinini kendi bireysel ve sosyal hayatımızda somut olarak var edebilmek için Allah ve Rasûlü'nü her şeyden çok sevmeye muhtacız. Efendimiz'in sünnetini az önce kaynak olarak verilen âyet-i kerimeler doğrultusunda hayatımıza aksettirebilmek ancak, kendi nefsimiz, ailemiz, sevdiklerimiz ve sosyal çevremiz aksini talep ettiğinde bile sünnete uygun olanı tercih edebilecek gücü kendimizde bulabilmemiz durumunda mümkün olabilir. İşte bu güç Allah'a ve Rasûlü'ne duyduğumuz bağlılık ve sevgiden kaynaklanır. Bu nedenle de O'nu sevmeye kendimiz için muhtacız.
Hz. Muhammed (sav)'in Allah tarafından son elçi ve kıyamete kadar kendisine tabi olunacak en güzel örnek olarak seçilmesini sadece şakku's-sadr (göğsünün yarılması) hadisesine bağlamak yeterli bir açıklama olmaz. "Allah niçin en çok Hz. Muhammed (sav)'i sevmektedir?" sorusunun cevabını Allah adına biz veremeyiz. Yukarıda kaynak gösterilen âyetlerde açıklanan sebepler dışında bizim için tamamen gayb olan bu konuda söylenecek tek söz "kesbi (kişisel çaba ve gayretle elde edilen) ve vehbi (Allah vergisi olan) bütün özellikleri nedeniyle Allah O'nu çok sevmektedir." olabilir. Bunun dışındaki izahlar sadece kişisel varsayımlardan ibarettir.


 Fatma Bayram (Uzman İlahiyatçı)