21 Mart 2016 Pazartesi

Allah'ın Resûlü'nü(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sevmek İmandandır

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
2. BÖLÜM ÎMÂN

8. Allah'ın Resûlü'nü(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sevmek İmandandır

14- Ebû Hureyre'den rivayet edilmiştir: Allah Resulü şöyle buyurdu:

"Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, hiçbiriniz beni ana-babasından ve çoluk çocuğundan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz".


Açıklama
"Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki..." ifadesi yemin talep eden bulunmasa bile önemli bir şeyi pekiştirmek için yemin etmenin caiz olduğunu göstermektedir.

"İman etmiş olmaz" ifadesi "olgun bir imana sahip olamaz" anlamına gel­mektedir.

"Ana-babasından ve çocuğundan" ifadesinde ana-baba çocuktan önce söy­lenmiştir. Çünkü herkesin ana-babası olmakla birlikte herkesin çocuğu yoktur. Bu sebeple çoğunluğun durumu dikkate alınmıştır. Nesâî'nin Enes'ten rivayet ettiği hadiste ise çocuk ana-babadan önce gelmektedir. Bu da çocuğa karşı daha çok şefkat beslendiği içindir.

15- Enes'ten rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Hiçbiriniz, beni kendi canından, ana-babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz".

Açıklama
Çocuk ve ana-babanın zikredilmesi manayı daha etkili kılmaktadır. Çünkü aklı başında bir kimse için bunlar kişinin karısından ve

malından daha üstündür. Hatta kimi
durumlarda kişinin kendi canından daha üstündür. Hattâbî buradaki sevgi ile doğal sevginin değil, isteğe bağlı sevginin kasdedildiğini söylemektedir.

Nevevî ise şöyle demiştir: "Bu hadiste nefs-i emmâre ve n
efs-i mutmainne'ye  işaret edilmektedir. Şöyle ki: Nefs-i mutmainne yönü ağır basanların Hz. Peygamber'e(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)duydukları sevgi daha üstün olmaktadır. Nefs-i emmâre yönü ağır basanların hükmü ise bunun aksidir."

Kadı Iyaz, hadiste yer alan hususun imanın geçerliliği için şart olduğunu söylemiştir. Çünkü o buradaki sevgiyi saygı duyma, yüceltme anlamında kabul etmiştir.

el-Müfhim adlı eserin yazarı ise bu hadiste bunun kasdedilmediğini söyleye­rek Kadı Iyaz'ı eleştirmiştir. Çünkü birinin en yüce olduğuna inanmak sevgiyi gerektirmez. Zira kişi bazen bir şeyi büyük görmekle birlikte ona sevgi duymayabilir.

Hz. Peygamber'i
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Canından Çok Sevmek
Bu hadise göre, içinde Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)karşı bu sevgiyi duymayan kişinin imanı olgunlaşmamıştır. Buhârî'nin el-Eymân ve'n-Nüzûr bölümünde Hz. Ömer'den (radıyallahu anh)rivayet ettiği şu hadis de buna işaret etmektedir: Ab­dullah b. Hişâm'm Hz. Ömer'den(radıyallahu anh)rivayet ettiğine göre Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Ey Allah'ın Resulü! Yemin ederim ki sen bana kendi canım dışındaki her şeyden daha sevgilisin" dedi. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Hayır, Canımı elinde tutan Al­lah'a yemin ederim ki sana kendi canından da daha sevgili olmadıkça olmaz". Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: "Vallahi şu anda sen bana kendi canımdan da daha sevgilisin". Hz. Peygamber de (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona: "İşte şimdi oldu Ömer!" buyurdu. Bu sevgi yalnızca Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)en üstün olduğuna inanmaktan kaynaklanmaz. Çünkü Hz. Ömer bu konuşmadan önce de buna inanıyordu.

Hz. Peygamber'i 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Her Şeyden Çok Sevmenin Alâmetleri
Hadiste belirtildiği şekilde Hz. Peygamber'i(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)sevmenin alâmetlerinden biri şudur: Kişi kendi arzuladığı bir şeye kavuşmak ve Hz. Pey­gamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)görmek seçenekleri ile karşı karşıya kalacak olsa, Hz. Peygamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)görme bahtiyarlığını kaybetmek, arzuladığı şey­lerden herhangi birini kaybetmekten daha zor geliyorsa bu kişi hadiste belirtildiği şekilde, Hz. Peygamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)her şeyden daha çok seviyor demek­tir. Bu durumda olmayan kişi için ise bu söz konusu değildir. Bu yalnızca Hz. Peygamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)görme veya bu imkânı kaybetme ile ilgili değildir. O'nun(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)sünnetine yardım etmek, şeriatını savunmak, karşı çıkanları bastırmak da böyledir. İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak da bu kapsama girer. Çünkü hadiste zikredilen en çok sevmek" bunlarla anlaşılır.

Hz. Peygamber'i 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Niçin Her Şeyden Çok Sevmeliyiz?
Şöyle ki: Bir insan ya kendisini ya da başkasını sever. Kendisini sevmesi, ömrünün âfetlerden uzak bir şekilde devam etmesi anlamına gelir. Gerçek an­lamda kişinin istediği budur. Başkasını sevmesi ise, kişinin dünya veya âhirette farklı türlerde yarar sağlamasından kaynaklanır.

Kişi, doğrudan veya sebep olmak şeklinde kendisini inkârın karanlıklarından imanın nuruna çıkaran Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)tarafından elde ettiği yararı incelediğinde görür ki (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)kendisinin ebedî nimetler için­de kalmasına sebeptir. Kişinin bu şekilde elde edeceği yarar, diğer bütün yararların üstündedir. Bu yüzden de Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)herkesten çok sevilmeyi hak etmektedir. Çünkü sevgiyi körükleyen faydayı insana herkesten çok sağlayan odur. Ancak insanlar bu konuda, bunları hatırında tutma veya unutma bakımından, birbirinden farklı derecelere sahiptir. Şüphesiz ki sahabe bu konuda en önemli paya sahipti. Çünkü bu sevgi, tanımaya bağlı­dır. Onlar ise bu sevgiyi en çok bilen kişilerdi.

Her Mümin Hz. Peygamber'i 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sever
Kurtubî şöyle demiştir: Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)doğru bir şekilde inanan herkeste, onu başka her şeyden çok sevme özelliği bulunur. Ne var ki inananlar bu konuda farklı derecelere sahiptir. Bazıları bu konuda en büyük paya sahip olduğu halde, bazıları ise şehvetlere batmış olmaları ve zamanlarının büyük bölümünde gaflet perdeleri ile örtülmüş olmaları sebebiyle daha az paya sahiptir. Ancak inananların büyük bir çoğunluğu yanlarında Hz. Peygamber'den (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bahsedildiğinde onu görmeyi arzularlar. Öyle ki bir çoğu onu görmeyi eşine, çocuğuna, malına, ana-babasına tercih eder, onun uğrunda teh­likeli işlere atılmaktan çekinmez. Bunu haber veren kişi de, kalbinde hiç tereddüt duymaksızın bunu duymuştur. Hatta O'nun (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabrini ziyaret etmeyi ve yaşadığı yerleri görmeyi bütün saydıklarımıza tercih eden kişilerin bulunduğu da görülmüştür. Çünkü onların kalbine Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sevgisi iyice yerleşmiştir. Ne var ki araya giren gaflet durumları sebebiyle bu durum -maalesef- çabucak geçmektedir. Yardım istenilecek olan yegâne varlık Allah'tır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

17 Mart 2016 Perşembe

632.KİŞİNİN İYİ MÜSLÜMAN OLMASI

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

2. BÖLÜM ÎMÂN


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi) 
   
Bu hadis insanları işlediği günahlar sebebiyle tekfir eden ve onların sonsuza kadar cehennemde kalacağını savunan Haricîler vb. fırkalar aleyhine bir delildir. Hadisin baş kısmı İmanın artıp eksildiği inkâr edenleri reddetmektedir. Çünkü İyiliğin dereceleri farklıdır. Hadisin son kısmı da Haricîleri ve Mutezile'yi reddet­mektedir.

31. Kişinin İyi Müslüman Olması

41- Ebu Saîd el-Hudrî Allah Resûlü'nün şöyle buyurduğunu söylemiştir:

"Kişi Müslüman olur da Müslümanlığını iyi yaparsa Allah onun ön­ceki bütün günahlarım bağışlar. Bundan sonra (yaptıklarının) karşılığı söz konusudur: Bir iyiliğe on katından yediyüz katına kadar sevap var­dır. Kötülüğe ise kendi misli kadar günah vardır, ancak Allah dilerse bundan da vazgeçer (bağışlar)".

Açıklama

Kişi Müslüman olur da...": Bu hükümde erkekler ve kadınlar ortaktır,

Müslümanlığını yaparsa Yani; inancı, ihlası, İslâm'a içi ve dışı ile gir­mesi, Cibril hadisinde belirtildiği gibi- bir şey yaparken Rabbi'nin kendisine ya­kın ve yaptıklarından haberdar olduğunu sürekli aklında tutması ile iyi bir Müslüman olursa, demektir.

Kâfirler Yaptıkları İyiliklerin Karşılığını Alırlar mı?
El-Mâzinî şöyle der: "Kâfirin Allah'a yaklaşması söz konusu olamaz. O, şirk halinde iken işlediği amellerden dolayı sevap da almaz. Çünkü Allah'a yaklaşan kişinin, kime yaklaştığını bilmesi şarttır. Oysa kâfir böyle değildir." Kadı Iyaz da el-Mâzinî ile aynı yorumu yapmaktadır. Nevevî ise bunu zayıf görerek şöyle der: "Araştırmacı ilim adamlarınca kabul edilen -hatta üzerinde icma edilen- görüş şudur: Kâfir bir kimse sadaka, akraba ile ilişkiyi sürdürme vb. güzel ameller işle­dikten sonra Müslüman olur ve Müslüman olarak da ölürse daha önce yapmış olduğu iyiliklerin sevabı kendisine yazılır. Bunun temel kurallara aykırı olduğunu iddia etmek kabul edilemez. Çünkü kâfirin zıhar keffaretî gibi bazı fiilleri dün­yevî hüküm açısından muteberdir. Zıhar keffaretini yerine getirdikten sonra Müslüman olsa yeniden keffareti yerine getirmesi gerekmez, daha önceki yeterli olur.

Doğru olan şudur: Allah'tan bir lütuf ve iyilik olarak kişiye Müslümanlığı sı­rasında sevap yazılmasından hareketle sonradan Müslüman olan kişinin inkâr döneminde yaptığı amelin de kabul edilmesi gerekmez. Hadis yalnızca sevap yazılmasından bahsetmiş.İnkâr halinde iken yapılan amelin kabul edilmesi konu­suna temas etmemiştir. Kâfir iken yapılan amelin kabul edilmesinin İslâm'a gir­meye bağlı olması da mümkündür; buna göre kişi Müslüman olursa önceden yaptığı iyilikler kabul edilir ve bundan dolayı sevap alır, Müslüman olmazsa bu iyiliklerden sevap alması söz konusu olmaz. Bu, güçlü bir görüştür. Nevevî, İbra­him el-Harbî, İbn Battal ve bunlar dışındaki ilk dönem alimleri ile sonrakilerden Kurtubî ve İbnü'l-Müneyyir bu görüşü kabul etmiştir.

İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Dinin temel kurallarına aykırı olan şey, bir insanın kâfirken yaptığı iyiliklerden sevap almasıdır. Ancak kâfirken yapılan iyiliklerin sevabının, kişinin Müslüman olmasından sonra onun sevaplarına ek­lenmesini engelleyen bir durum söz konusu değildir. Nitekim Yüce Allah kişiye hiç ameli yok iken doğrudan lütufta da bulunabilir. Yine amel etmekten aciz olan kişiye, kudretinin yettiği dönemdeki amellerin sevabını yazar. Kişiye hiç yapmadığı amellerin sevabını yazması mümkün olduğuna göre, şartlarına uy­maksızın yapmış olduğu amellerin sevabını yazması da mümkündür."

İbn Battal şöyle demiştir: 'Allah kullarına dilediği şekilde lütufta bulunabilir, kimse O'na itirazda bulunamaz."

Diğer bir âlim de şunu delil getirmiştir: Kur'an ve sahih hadisin de gösterdiği gibi ehl-i kitaptan iman eden kişiye iki kat mükâfat verilir. Oysa ilk inancı ile ölse, yapmış olduğu iyiliklerin karşılığını alamaz. Bu iyilikler heba olur gider. Bu da gösteriyor ki ilk amelinin sevabı ikincisine eklenerek yazılmaktadır. Yine şunu da delil getirmiştir: Hz. Âişe, İbn Cüd'an hakkında onun yaptığı iyiliklerin kendi­sine fayda verip vermeyeceğini Hz. Peygamber'e sormuş o da Şöyle demiştir: "O hiçbir gün; Rabbim kıyamet günü hatamı bağışla" dememiştir. Bu durum Abdullah İbn Cüd'an'nı Müslüman olduktan sonra bu sözü söylemiş olması halinde kâfir iken yaptıklarının yararını göreceğini göstermektedir.

Bundan sonra (yaptıklarının) karşılığı söz konusudur": Yani dünyadaki kar­şılıkların yazılması söz konusudur.

Ancak Allah dilerse bundan da vazgeçer": Sibeveyh el-Fevâid adlı eserin­de "Ancak Allah bağışlarsa başka, o bağışlayıcıdır" demiştir.

42- Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Allah Resulü şöyle buyurmuştur:

"Sizden birisi iyi Müslüman olursa yaptığı her iyilik on katından yediyüz katına kadar yazılır. Yaptığı her kötülük ise kendi misli kadar yazılır".


İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi) nden faydalanılmıştır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR   

12 Mart 2016 Cumartesi

631.İMANIN KAPSAMINDA OLAN HUSUSLAR

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)

2. BÖLÜM ÎMÂN

3. İmanın Kapsamında Olan Hususlar

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kim­senin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır, (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dileyenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zaman­larında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakîler ancak onlardır.[Bakara Suresi,177]

Açıklama

İmanın kapsamında olan hususlardan kasdedîlen, İmanın bizzat kendisini oluşturan veya iman edildiği için yapılan amellerdir. Bu âyetin delil getirilme ve konunun içinde geçen hadisle ilişkisi Abdürrezzak ve diğerlerinin Mücâhid'den rivayet ettiği şu hadisten anlaşılmaktadır:

Ebû Zer, Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imanı sorduğunda, Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yukarıdaki ayeti okumuştur. Ayet takvanın yalnızca sayılan vasıflara sahip kişilerin özelliği olduğunu belirtmektedir. Buradaki takva sahiplerinden kasıt ise şirkten ve kötü amellerden korunanlardır. Bu âyette yeralan emirleri yapan, yasaklardan sakınanlar kâmil müminlerdir. Âyet ve hadisin ortak noktası şudur: Ameller, tasdikle birlikte imanın kapsamına dahil olduğu gibi âyette sözü edilen "iyilik" kapsamına da dahildir.

Şayet "hadisin metninde tasdik yoktur" denilirse buna "tasdik, Müslim ve diğer imamların rivayet ettiği hadisin aslında bulunmaktadır" şeklinde cevap verilir.

9- Ebû Hureyre'den 
(radıyallahu anh) naklen bildirilmiştir: Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurmuştur:

"İman altmış küsur şubedir. Haya da imandan bir şubedir".

Açıklama
Küsur" üç ile on arasını ifade eder.

"Şube" ile kasdedilen parçadır. Bununla "iman altmış küsur özellikten oluşur" şeklinde bir anlam kasdedilmektedir.

Hayâ
Hayâ" çirkin şeyden kaçınmaya yönlendiren ve hak sahibinin hakkı konusunda kusurlu davranmayı engelleyen bir huydur. Bu sebeple başka bir hadiste "Hayânın bütünü hayırdır" buyrulmuştur. Şayet "hayâ doğuştan gelen bir huydur, bu durumda nasıl imanın bir şubesi olabilir?" denilirse şu şekilde cevap verilir: "Hayâ yaratılıştan da gelebilir, sonradan da edinilebilir. Ancak bunu dine uygun kullanmak çaba, bilgi ve niyeti gerektirir. İşte bu sebeple imandan olur. Ayrıca taati yapmaya, günahtan kaçınmaya yönlendirdiği için de imandandır.

"Burada Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) niçin sadece hayâdan bahset­miştir?" diye sorulursa şu şekilde cevap veririz: Hayâ bir bakıma geri kalan iman şubelerini yapmaya sevkeden bir etkendir. Çünkü hayâlı kişi dünya ve âhirette rezil olmaktan korkarak Allah'ın emirlerini tutar, yasaklarından sakınır.

İmanın Şubeleri
Kadı Iyaz şöyle demiştir: "Bir grup âlîm kendi ictihadları ile burada bahse­dilen imanın şubelerini belirlemeye çalışmışlardır. Ancak hadiste kasdedilenin bunlar olduğunu söylemek çok güçtür. Burada sayısı belirtilen şubeleri ayrıntılı olarak bilmemek imanı zedelemez".

Âlimlerin bu konuda ortaya koyduğu görüşlerden yola çıkarak imanın şu­belerini aşağıdaki şekilde belirledim: Bu şubeler kalbin, dilin ve bedenin amelleri olarak üç kısma ayrılır.

A. Kalbin amelleri: Kalbin amelleri inanç ve niyet ile ilgili hususları içerir. Bu bölümde yirmi dört özellik bulunmaktadır:

1. Allah'a inanmak: Allah'ın zatına, sıfatlarına, birliğine, O'na benzer hiçbir şeyin bulunmadığına, O'ndan başka her şeyin sonradan yaratıldığına inanmak buna girer.

2. Meleklere inanmak,

3. Kitaplara inanmak,

4. Peygamberlere inanmak,

5. Kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna İnanmak,

6. Ahiret gününe inanmak: Kabir suali, ba's/öldükten sonra dirilme, neşir, hesap, mizan, sırat, cennet ve cehenneme inanmak da buna dahildir.

7. Allah'ı sevmek,

8. Allah için sevmek- Allah için buğzetmek,

9. Hz. Peygamber'i 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sevmek ve onun yüceliğine inanmak: Hz. Peygamber'e(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selam getirmek, sünnetine uymak da buna girer.

10. İhlas. Riya ve nifakı terk etmek de buraya girer.

11. Tevbe,

12. Havf (Allah'tan korkmak),

13. Recâ (Allah'ın rahmetini ümit etmek)

14. Şükür,

15. Vefa,

16. Sabır,

17. Kazaya rıza göstermek,

18. Tevekkül,

19. Rahmet,

20. Tevazu: Büyüğe saygı, küçüğe merhamet göstermek de buna girer.

21. Kibir ve kendini beğenmeyî terk etmek,

22. Kıskançlığı terk etmek,

23. Kini terk etmek,

24. Öfkeyi terk etmek.

B. Dilin amelleri: Dilin amelleri yedi özelliği içerir:

1. Tevhid'i telaffuz etmek,

2. Kur'an okumak,

3. İlim öğrenmek,

4. ilim öğretmek,

5. Dua,

6. Zikir: İstiğfar da buna girer.

7. Boş sözlerden kaçınmak.

C. Bedenin amelleri: Bedenin amelleri otuz üç özelliği içerir.

a. Bunlardan on beş özellik kişinin bizzat kendisi ile ilgilidir:

1. Hissen ve hükmen temizlenmek: Necasetlerden kaçınmak da buna girer.

2. Avret yerlerini örtmek,

3. Farz ve nafile namazları kılmak,

4. Zekât,

5. Köle azat etmek,

6. Cömertlik: Yemek yedirmek ve misafirleri ağırlamak da buna girer.

7. Farz ve nafile oruçları tutmak,

8. Hacca gitmek ve umre yapmak

9. Tavaf etmek

10. İtikafta bulunmak,

11. Kadir gecesini araştırmak,

12. Dinini fitnelerden korumak: Şirk ülkesinden hicret etmek de buna girer.

13. Adağı yerine getirmek,

14. Yeminlerini tutmak,

15. Keffâretleri eda etmek.

b. Altı özellik de kişinin kendisine bağlı olanlara karşı yerine getirmesi gere­ken görevlerdir:

1. Evlenmek suretiyle iffetini korumak,

2. Aile fertlerinin haklarını yerine getirmek,

3. Ana-babaya iyilik etmek, onlara isyan etmekten kaçınmak,

4. Çocukları terbiye etmek,

5.Akrabalarla ilişkiyi sürdürmek,

6.İtaati hak eden efendilere itaat etmek (veya kölelere iyi davranmak).

c. Bunlardan on yedi özellik topluma karşı yerine getirilmesi gereken özel­liklerdir:
1. Adaletle hükmetmek,

2.Yöneticilere itaat etmek,

3. İnsanların arasını düzeltmek, (Haricîlerle ve eşkıya ile savaşmak da buna girer.)

4. İyilik konusunda yardımlaşmak: İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak da buna girer.

5. Dinde belirtilen cezaları (had cezalarını) uygulamak,

6. Cihad etmek, İslâm ülkesinin sınırlarını korumak,

7. Emaneti eda etmek, ganimetin beşte birini hazineye ödemek,

8. Borç vermek, borç aldığında geri ödemek,

9. Komşuya ikram etmek,

10. İnsanlarla güzel ve iyi geçinmek,

11. Helal yoldan mal kazanmak ve bu malı gereken yere harcamak,

12. İsrafı ve gereksiz yere harcamayı terk etmek,

13. Selâma karşılık vermek,

14. Hapşırana "yerhamükallah" demek,

15. İnsanlara eziyet vermemek,

16. Oyun ve eğlence gibi boş şeylerden kaçınmak.

17. Yoldan gelip geçenleri rahatsız eden şeyleri kaldırmak.

Bunlar toplam altmış dokuz özellik etmektedir. Burada birbirine eklenen özellikleri ayırmak suretiyle bunları yetmiş dokuza çıkarmak da mümkündür.

Müslim'in rivayetinde şu fazlalık yer almaktadır: "Bu özelliklerin en üs­tünü Lâ ilahe illallah, en alt derecesi de gelip geçenleri rahatsız eden şeyleri yoldan kaldırmaktır". Bu hadis, imanla ilgili özelliklerin mertebeleri­nin birbirinden farklı olduğunu göstermektedir.


İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi) nden faydalanılmıştır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR    

10 Mart 2016 Perşembe

Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "İSLÂM BEŞ TEMEL ÜZERİNE BİNA EDİLMİŞTİR" Sözü

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn. 

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
2. BÖLÜM ÎMÂN

1. Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"İslâm Beş Temel Üzerine Bina Edilmiştir" Sözü

Îman hem söz hem de fiildir, artar da eksilir de.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

İmanlarına iman katsınlar diye.
[Fetih Suresi,4]

Onların hidayetini arttırdık.[Kehf Suresi,13]

Allah iman edenlerin hidayetini arttırır.
[Meryem Suresi,76]

Doğru yolda olanların hidayetini arttırmış ve onlara takvalarını vermiştir.[Muhammed Suresi,76]

İman edenlerin imanı artsın diye.[Müddesir Suresi,31]

(Münafıklar): Bu (inen sûre) hanginizin imanını arttırdı? (derler.) Gerçek şu ki (bu İnen sûre) îman edenlerin imanını arttırmıştır.[Tevbe Suresi,124]

(Münafıklar müminlere): Onlardan (size saldırmak üzere gelen Kureyşli-lerden) korkun, derler. Oysa bu iman edenlerin İmanını arttırır.[Âl-i İmrân Suresi,173]

Bu onların yalnızca imanını ve teslimiyetini arttırmıştır.[Ahzâb Suresi,22]


 Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek de imandandır.

Ömer b. Abdülaziz, Adiy b. Adiy'e yazdığı mektupta şunları söylemiştir: "İmanın farzları, inanç esasları, yasakları ve sünnetleri vardır. Kim bunları ta­mamlarsa imanı tamamlamış olur. Bunları tamamlamayan kişi imanı da tamamlamamış olur. Ömrüm olursa anlamanız için sizlere bunları açıklayacağım. Şayet ölürsem (illa da dünyada kalıp) sizinle birlikte olmaya karşı hırslı değilim".

Hz. İbrahim şöyle demiştir:
"Kalbim mutmain olsun diye" [Bakara Suresi,260] Muâz, (arkada­şına) şöyle demiştir: "Otur da bir süre iman edelim."

İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Yakîn {kesin inanç), imanın tamamıdır."

İbn Ömer şöyle demiştir: "Kişi, gönlünü tırmalayan (kendisini huzursuz den) şeyi terk etmedikçe gerçek takvaya ulaşamaz."

Mücâhid şöyle demiştir:
"Sizin için şeriat kıldı" [Şûra Suresi,13] âyeti, "Ey Muhammed biz sana ve diğer peygamberlere aynı dini tavsiye ettik" anlama gelmektedir.

İbn Abbas şöyle demiştir:
"Şeriat ve yol kıldı [Mâide Suresi,48] âyeti "yol ve sünnet kıldı" anlamına gelir.

Îmân Nedir?
İman'ın sözlük anlamı tasdîk etmek doğrulamaktır. Dindeki terim anlamı ise; Hz.Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbi'nden getirdiği şeyleri tasdik etmektir. İmanın tanımındaki bu nokta üzerinde görüş birliği vardır.

Şu konularda ise görüş ayrılığı meydana gelmiştir:
Kalpteki tasdikle birlikte, bunun ötesinde, bu tasdiki dil ile ortaya koymak şart mıdır?

Yahut da tasdik edilen inancı, emredilenleri yapmak ve yasaklardan kaçınmak suretiyle, fiil olarak ortaya koymak şart mıdır?

Yukarıda geçen "İman söz ve fiildir" ifadesi başka bir rivayette "iman söz ve ameldir" şeklinde yer almıştır. Bu, selefin kullandığı bir cümledir.

Burada iki konu üzerinde durulacaktır:

1. Söz ve amelin imana dahil olup-olmaması

2. İmanın artması ve eksilmesi

1. Söz ve Amelin îmana Dahil Olup-Olmaması
İmanın söz olmasından kasıt kelime-i şehadeti söylemektir. Amelden kaste­dilen ise kalp ve organların amelinden daha genel bir şeydir. Bunun içine inanç ve ibadetler de girer. Söz ve ameli imanın tarifine koyanlar ile koymayanlar, burada Allah katındaki imanı dikkate alarak görüş belirtmişlerdir.

Selef (ilk dönem ehl-i sünnet âlimleri) şöyle demişlerdir: "İman kalple inan­mak, dil ile söylemek ve organlarla amel etmektir". Bununla, imanın kemale ulaşması için amellerin şart olduğunu ifade etmek istemişlerdir. İleride geleceği üzere imanın artması ve eksilmesi şeklindeki görüşleri de buradan kaynaklanmaktadır.

Mürcie (mezhebine mensup olanlar) "İman yalnızca inanç ve sözden ibaret­tir" demişlerdir.

Kerrâmiyye (mezhebine mensup olanlar) "İman sadece sözden ibarettir" demiştir.

Mu'tezile (mezhebine mensup olanlar) "İman; amel, söz ve inançtır" demiş­tir.

Mu'tezile ile selef arasındaki fark şudur:
Mutezile, amelleri imanın sıhhati için, Selef ise imanın kemali için şart koşmuşlardır. Bunların tamamı daha önce de söylediğimiz gibi Allah katındaki iman açısındandır.

İnsanlar (arasındaki) hükümler açısından ise İman yalnızca ikrardan (dil ile inandığını söylemekten) ibarettir. Bir kimse diliyle iman ettiğini söylerse dün­yada kendisine İslâm'ın hükümleri uygulanır, puta tapmak gibi kâfir olduğunu gösteren bir fiili bulunmadıkça kendisinin kâfir olduğuna hükmedilmez. Bazı alimler, inkarcılığı gösteren bir fiil yapana "kâfir" demişlerdir. Bunlar, o kişinin, kâfirlere ait bir fiili yapmış olmasını dikkate almışlardır. Bu kişiye "kâfir" deme­yenler ise, fiilin hakikatini esas almışlardır. Mutezile ise, iman ile küfür arasında bir konum bulunduğunu belirterek "fâsık ne mümin ne de kâfirdir" demiştir.

2. İmanın Artması ve Eksilmesi Konusu

Selef (ilk dönem ehl-i sünnet âlimleri) imanın arttığını ve eksildiğini söyle­mişlerdir. Kelamcıların çoğunluğu ise bunu inkâr ederek şöyle demiştir; "İmanın arttığı ve eksildiği kabul edilirse, kişinin şüphe içinde olması kabul edilmiş olur".

Şeyh Muhyiddin şöyle demiştir: "Tercihe şayan olan en kuvvetli görüş, dü­şünüp araştırma ve delillerin açıklığa kavuşması ile kişinin tasdikinin arttığı ve eksildiğidir. Bu sebeple Hz. Ebû Bekir'in
(radıyallahu anh)imanı herkesin imanından daha güçlüdür, öyle ki bu imana şüphenin bulaşması asla mümkün değildir". Bu görüşü şu husus da desteklemektedir: Herkes kendi durumundan bilmektedir ki kişinin kalbinde olan inanç, zaman zaman artmaktadır. Öyle ki kimi zamanlarda yakîn, samimiyet ve tevekkül bakımından başka zamanlardan daha güçlü ol­maktadır. Yine delillerin ortaya çıkması ve sayısının artması ile tasdik ve bilgi de artmaktadır.

Muhammed b. Nasr ei-Mervezî Ta'zîmu Kadri's-Salat isimli kitabında bir grup imamdan bu görüşü nakletmiştir.

Abdürrezzak Musannef isimli eserinde; Süfyan-ı Sevrî, Mâlik b. Enes, el-Evzâî, İbn Cüreyc, Ma'mer ve diğer âlimlerden yaptığı nakillerle selefin görüşünü açıklamıştır. Bu kişiler, kendi dönemlerinde İslâm ülkesinin farklı şehirlerinin önde gelen alimleri idi.

Aynı şekilde Ebu'l-Kâsım el-Lâlkâî de Kitabu's-Sünne isimli eserinde; Şâfü, Ahmed b. Hanbel, Ishak b. Râhuye, Ebû Ubeyd ve diğer imamlardan bu görüşü nakletmiştir.

Sahih bir senetle Buhârî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Farklı şehirlerde binden fazla âlimle görüştüm. Hepsi de imanın söz ve fiilden ibaret olduğunu, artıp eksildiğini kabul ediyordu, farklı görüşe sahip olanı görmedim".

Hâkim, Menâkıbu'ş-Şâfiî isimli kitabında şöyle demiştir: Ebu'l-Abbas el-Esam, er-Rebî'in şöyle dediğini bize rivayet etmiştir: Şafiî'nin şöyle dediğini işit­tim: "İman söz ve ameldir. Artar ve eksilir". Bunu Ebû Nuaym el-Hılye adlı ese­rinde Şafiî'nin hayatını anlattığı bölümde er-Rebî'den farklı bir senetle rivayet etmiştir. Bu rivayette fazladan şunlar da yer almaktadır: "İman taat ile artar, günah ile eksilir. (Şafiî) daha sonra şu âyetleri okudu: 'İman edenlerin imanı artsın diye...'".

Buhârî imanın artıp eksildiğini söyledikten sonra Kur'an'dan konuyla ilgili ayetleri buna delil olarak getirmiştir. îmanın arttığının sabit olmasıyla bunun mukabili de sabit olur. Çünkü artmayı kabul eden bir şey, zarurî olarak eksilmeyi de kabul eder.

Allah İçin Sevmek - Allah İçin Buğzetmek

"Allah İçin sevmek ve Allah için buğzetmek de imandandır" sözü, Ebû Davud'un, Ebû Ümâme ve Ebû Zer'den rivayet ettiği bir hadistir. Bu hadisin tam metni şöyledir: "Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir". Ebû Umâme'nîn hadisinin metni ise şöyledir: "Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir ve Allah için men ederse imanı tamamlamış olur."

Ömer b. Abdülaziz'in "Ömrüm olursa anlamanız için sizlere bunları açıkla­yacağım" sözü, "bunların asıllarını (temel prensiplerini) değil, detaylarını açıkla­yacağım" demektir. Çünkü asılları zaten özet bir şekilde bilinmekteydi. Ömer b. Abdülaziz'in sözü bu bölümde imanın artıp eksildiğini göstermek için aktarılmış­tır. Sözün içindeki "imanını tamamlamıştır", "imanını tamamlamamıştır" ifadeleri bunu göstermektedir.

"Hz. İbrahim; (evet iman ettim) ancak kalbim mutmain olsun diye..., de­miştir [42] sözü ile Buhârî, Saîd b. Cübeyr'in bu âyet ile ilgili tefsirine işaret etmiş­tir. O bu âyeti "yakînim artsın diye", Mücâhid de "imanıma iman katayım diye" şeklinde tefsir etmiştir. Peygamberimiz'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Hz. İbrahim'e (Aleyhisselam) uyması emredilmiştir. Hz. İbrahim hakkında imanın artması söz konusu olunca, bu bizim peygamberimiz hakkında da sabit olur.

Muaz b. Cebel'in "Otur da bir süre iman edelim" sözü imanın artmasına açık bir şekilde delildir. Çünkü bu söz imanın kendisi şeklinde anlaşılamaz. Zira Muaz zaten iyi bir mümin idi. Bu sebeple Muaz bu sözle, Allah'ı zikrederek imanı arttırmayı kasdetmiştir.

Yakîn - îmân İlişkisi
İbn Mesud'un "Yakîn, imanın tamamıdır" sözüne gelince; "İman yalnızca, tasdîkten ibarettir" görüşünü kabul edenler bu söze dayanmışlardır. Oysa İbn Mesud imanın kökünün yakîn olduğunu belirtmek istemiştir. Kalpte yakîn olun­ca, organların tümü salih ameller işlemek suretiyle Allah'a kavuşmayı arzular. Nitekim Süfyan-ı Sevrî de şöyle demiştir: 'Yakîn, gerektiği gibi bir kalbe yerleşse cennet iştiyakı ve cehennem korkusu ile o kişi uçardı."

Takva - Îman İlişkisi

İbn Ömer'in "Kişi, gönlünü tırmalayan (kendisini huzursuz eden) şeyi terk etmedikçe gerçek takvaya ulaşamaz" sözündeki takvadan kasıt, nefsi şirkten ve kötü amellerden korumak, salih amellere devam etmektir. İbn Ebi'd-Dünya Kitâbu't-Takvâ adlı eserinde Ebû Derdâ'dan şunu rivayet etmiştir: "Takva, ha­rama düşme korkusu ile helal gördüğün şeyi bile terk edecek şekilde Allah'tan sakınmakla tamamlanır" demiştir.

Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve diğer alimler, amellerin imanın kapsamına gir­mesine şu âyeti delil getirmişlerdir:
"Halbuki onlar onun dininde ihlas sahipleri ve Hanîfler (İslâm'a bağlananlar) olarak Allah'a ibadet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkası ile emrolunmadılar. Dos­doğru din, işte budur.[Beyyine Suresi,5]

Şafiî şöyle demiştir: "Onların (amelin imandan olduğunu kabul etmeyenle­rin) aleyhine bu ayetten daha güçlü bir delil olamaz".


İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi) nden faydalanılmıştır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

8 Mart 2016 Salı

Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "ALLAH'I EN İYİ BİLENİNİZ BENİM" Sözü


Bir süre önce İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bari" muhtasarını okumaya başladım. Bu Sahîh-i Buhârî Şerhi'nden kendime not düştüğüm hadisleri sizinle de paylaşacağım biiznillah.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)

2. BÖLÜM ÎMÂN

13. Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "Allah'ı En İyi Bileniniz Benim" Sözü


Marifet kalbin fiilidir, çünkü Yüce Allah "Sizi ancak kalbinizin kazandığından sorumlu tutar -el Bakara,2/225- buyurmuştur.

20- Hz. Âişe'den 
(radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Allah Resulü(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına bir emir verdiğinde, amellerden güçlerinin yeteceğini onlara emrederdi.

Ashâb-ı kiram şöyle dedi: "Ey Allah'ın elçisi! Biz senin durumunda değiliz. Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır."

Bu söz üzerine Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yüzünden öfkesi anlaşılacak şekilde sinirlenir sonra da şöyle derdi:

"Allah'a karşı gelmekten en çok sakınanınız, O'nu en iyi bileniniz benim".

Açıklama
Buhârî'nin konu başlığında âyeti vermesinin amacı; tek başına sözle imanın yeterli olmadığını, buna inancın da eklenmesinin şart olduğunu, inancın ise kal­bin fiili olduğunu ifâde etmektir. Ayetteki "kalbinizin kazandığı" ifadesinden kasıt, kalbinizde yerleşen anlamındadır. Ayet aslında yeminler hakkında gelmekle birlikte, iman konusunda bunun delil getirilmesi, anlam bakımından ortaklık sebebiyledir. Çünkü yeminde de imanda da hakikatin üzerinde döndüğü esas nokta, kalbin amelidir. Buhârî, Zeyd b. Eslem'in bu âyeti tefsirine dayanmış gibidir. Çünkü o, "Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz" âyeti hak­kında şöyle demiştir: Kasıtsız yemin kişinin "şöyle yaparsam kâfir olayım" demesidir. Kişi kalbini kesin olarak buna bağlamadıkça Allah onu bu yeminden so­rumlu tutmaz. Böylece âyet ile hadis arasındaki münasebet ve bu âyet ve hadisin imanla ilgili konulara dahil olma gerekçesi ortaya çıkmış olmaktadır.

Bu hadis Kerrâmiye mezhebinin "İman yalnız sözden ibarettir" görüşü aley­hine delildir. Yine bu hadiste imanın artması ve eksilmesine de delil vardır. Çünkü Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Allah'ı en iyi bileniniz benim" sözü, Allah hakkındaki bilginin farklı dereceleri bulunduğunu, bu konuda bazı insanların başkalarından daha üstün olduğunu, Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise derecelerin en üstününde yer aldığını göstermektedir. Allah'ı bilmek, O'nun sıfatlarını, hükümlerini ve bunlara ilişkin şeyleri bilmeyi kapsar. Gerçek iman budur.

Kalpte Bulunanlardan Sorumluluğu Gerektirenler

Nevevî şöyle demiştir: Âyette, "kalbin fiillerinin kalpte yer etmesi halinde kişinin bundan sorumlu olacağı" şeklindeki doğru görüşe delil vardır. Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Allah ümmetimin içinden geçen şeyleri, bunları konuşmadığı veya yapmadığı sürece bağışladı" hadisi, "bunlar kişinin kal­binde yer etmediği takdirde bağışlanır" şeklinde yorumlanır. Ben (İbn Hacer) derim ki: Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"bunları yapmadığı sürece" sözünün genel ifadesi de bunu göstermektedir. Çünkü inanç kalbin amelidir (yaptığı şeydir).

Amelde Orta Yolu Tutmak, Aşırı Gitmemek

"Onlara bir şey emrettiğinde güç getirebilecekleri şeyleri emrederdi" ifadesi­nin anlamı, "onlara bir şey emrettiğinde, devam edemeyeceklerinden korkarak onlara zor gelmeyecek kolay gelecek şeyler emrederdi" demektir. Kendisi de onlara emrettiği hafif amellerin benzerini yapardı. 

Ashâb-ı kiram, derecelerinin yükselmesi için Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaptığından daha fazla ame­le ihtiyaçları olduğuna inanırlardı. Bu sebeple Allah Resûlü'nden kendilerine zor yükümlülükler yüklemesini talep eder ve ona "biz senin durumunda değiliz" derlerdi. O ise buna Öfkelenirdi. Çünkü dereceler elde etmiş olmak, amelde ku­surlu davranmayı gerektirmez. Aksine nimetleri karşılıksız veren Allah'a şükretmek için ameli daha da çoğaltmayı gerektirir. Nitekim bir başka hadiste Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ayakları şişinceye kadar namaz kılmasının sebebini soran Hz. Aişe'ye): "Ben Allah'a çokça şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurmuştur. Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashâbına kolay amelleri emretmesi buna devam edebilmeleri içindir. Nitekim diğer bir hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Allah'ın en sevdiği amel devamlı olandır".

Hadisten Çıkan Sonuçlar
Bu hadisten aşağıdaki sonuçlar çıkmaktadır:

1. Salih ameller; dereceleri yükseltir ve günahları siler. Bunun yanında sahi­bini yüksek mertebelere ulaştırır. Çünkü Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)sahabeyi bu yönde delil getirip bunu gerekçe gösterdikleri için değil, başka bir sebeple yadırgamıştır.

2. Kişi ibadette ve ibadetin neticelerinde son sınıra ulaştığında, nimetin devam etmesini ve şükrederek daha da çoğalmasını sağlamak için ibadete devam etme konusunda daha gayretli olur.

3. Şâri'in koymuş olduğu azimet ve ruhsat sınırlarını aşmamak gerekir. Dine uygun kolay ameli esas almanın, dine aykırı zor amelden daha üstün olduğuna inanmalıdır.

4. İbadette evla olan orta yolu tutmak ve devamlılıktır, ibadeti terke sebep olacak şekilde aşırı gitmek değil. Nitekim bir başka hadiste şöyle buyrulmuştur: "Yolculuğunda çok hızlı giden ne mesafe kat etti, ne de (hayvan) sırtı bıraktı".

5. Sahabenin ibadete çok büyük bir rağbet duyar ve daha fazla hayır yap­mayı isterdi.

6. Dinin emrine aykırı davranıldığında öfkelenmek meşrûdur. Ehliyetli olan kişi, bir şeyi yanlış anladığında onu, uyanışa teşvik için, yadırgamak meşrûdur.

7. Kişi, övünmekten ve kibirlenmekten emin olduğunda, ihtiyaç duyulması halinde, kendisinde bulunan üstünlükleri söyleyebilir.

8. Allah Resulü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)insanın ulaşabileceği olgunluk seviyesinin en üst basamağındadır. Çünkü ilmî ve amelî hikmet ona özgüdür. Hz. Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "en çok bileniniz" sözü ile ilmî hikmete, "ona karşı gelmekten en çok sakına­nınız" sözü ile amelî hikmete işaret etmiştir.

İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi) nden faydalanılmıştır.

7 Mart 2016 Pazartesi

628.CAN KONAĞI

                                                      
“Hanginiz en güzel ameli yapacak diye sizi imtihan etmek için altı günde gökyüzü ve yeryüzünü yaratan O’dur.” 
HUD SURESİ,7.AYET

“Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”ZARİYAT SURESİ,56.AYET

DÜNYA KÖPRÜDÜR

Bu dünya, bizi asıl yurdumuza götüren bir köprüdür. Bütün köprüler gibi onunda başı ve sonu bellidir.

Rabbimiz’in Beyanıyla Dünya Hayatı:
· “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence,bir süs,aranızda karşılıklı bir övünme,çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider) Tıpkı şöyle; bir yağmur ki bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyada ki amele göre ya)çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.”-Hadid Suresi,20.ayet-

“Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedi olarak kalınacak yerdir.”-Mü’min Suresi,39.Ayet-

“Dünyadan da nasibini unutma!”-Kasas Suresi,77.Ayet-

“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise Rabbi’nin katında sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.”-Kehf Suresi,46.Ayet-

“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”-Ankebut Suresi,64.Ayet-

“Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir.”-Al-i İmran Suresi,185.Ayet-

“Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.”-Fatır Suresi,5.Ayet-

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Şu Gerçeklere Dikkatimizi Çekmiştir: 

· “Sizden birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır.” Buhari,Cihad 6,73,Bed’ül-halk 8,Rikak 2;Müslim,İmare 113-114

· “Dünya, Allah katında bir sivrisineğin kanadına denk olsaydı, kâfire su içirmezdi.” Tirmizi 2422

· “ Dünyada sanki garip hatta yoldan geçen bir yolcuymuşsun gibi ol ve kendini kabir halkından say.” Buhari 14/6357,Tirmizi 2435

İslam; (ruhbanlık gibi) dünyayı tamamen terk etmeye de, ahreti göz ardı etmeye sebep olacak şekilde dünyaya hırsla meyletmeye de izin vermiyor. Ne dünyamız için ahreti ne de ahretimiz için dünyamızı terk edemeyiz.

Dünyanın Mü’minleri Kullanmasıyla Mü’minlerin Dünyayı Kullanması Arasındaki
Dengeyi Nasıl Kurmalıyız?


*Bir elimizde ahiret, bir elimizde dünya olmalıdır. İki elimizle sadece dünyaya sarılmamız; ahireti ihmal etmemize, ahiret için yapılacak hazırlıklarda eksik kalmamıza sebep olur.

*Geçici dünyada akidemiz ve ayaklarımız, Hakk’ın yolunda sabit kalmalıdır.

*Ahirete varma yolunda, dünyadan geçen bir yolcu olduğumuzu kendimize sık sık hatırlatmalıyız.

*Dünya hayatında Rabbimiz’in nasip ettiği bolluğa şükretmeli, murat ettiği darlığa sabretmeli ve hepsinin de geçici olduğunu bilmeliyiz.

BÜYÜKLERİN GÖZÜNDE DÜNYA

*“Beni en çok şaşırtan şey; bir kimsenin, Allah’ı bilip O’na isyan etmesi; şeytanı bilip ona itaat etmesi ve dünyayı bilip ona meyletmesidir.” ÖMER BİN HATTAB radıyAllahu anh

*“Kalıcı olanı geçici olana tercih ediniz. Kuşkusuz dünya sona erecek ve dönüş Allah’a olacaktır.” OSMAN BİN AFFAN radıyAllahu anh

*“Dünyaya aldanmaktan sakının! Burası geçici yolcu konağıdır. Bugün burada,yarın ahiretteyiz.” YAHYA İBNİ MUAZ RAZI rahmetullahi aleyh

*“Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?” BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ rahmetullahi aleyh

DÜNYA HAYATINA DALMAYA KUR’AN’DAN BİR ÖRNEK

Musa aleyhisselamın kavminden olan Karun, önceleri Musa aleyhisselama iman etmiş, fakir ve iyi huylu biriydi.

Firavun’un yönetimi sırasında, görevlisi ve hazinedarı olmuştu. Giderek zenginleşen Karun’un mal ve serveti arttıkça, hırsı ve cimriliği de arttı. Zamanla sahip olduğu zenginliği, kendi ilmi ve dehasının ürünü olarak görüp kibrin bataklığına battı.

Kavmi onu : “Ey Karun! Malının çokluğuna güvenerek kavmine karşı şaşırma! Allah’ın sana, dünyada verdiği mallarla ahiretin için sevap kazanmaya bak. Dünyadaki nasibini de unutma!”-Kasas Suresi,77.Ayet-diyerek uyardı.

İlmine çok güvenen Karun, başta Ad ve Semud kavimleri olmak üzere, dünyaya nice zengin, kuvvetli kişi ve kavimlerin geldiğini ancak sonunda isyan ve kibirleri sebebiyle bu dünyadan helak olup gittiklerini düşünemedi!

Zenginliğiyle şımaran Karun’un sahip olduğu bu ihtişama aldananlar : “Dünya hayatını arzulayanlar: ‘Keşke Karun’a verilen(servet)gibi bizimde (servetimiz)olsaydı. Şüphesiz o,büyük bir servet sahibidir.’-Kasas Suresi,79.Ayet-dediler.

Ancak Allah’a iman edenler, Karun’un bu haline aldanmamış ve şöyle demişlerdir; “Yazıklar olsun size’ İman edip de iyi işler yapanlara Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlıdır.”-Kasas Suresi,80.Ayet-

Uyarılara kulak asmayan Karun’un sarayı da kendi de yerin dibine geçirildi: “Allah’a karşı kendisine yardım edecek hiçbir topluluğu olmadı. O,kendisini de savunamadı.”-Kasas Suresi,81.Ayet-

Bunun üzerine: “Daha dün yerinde olmayı arzu edenler: ‘Vay! Demek ki Allah, kullarından dilediği kimselere rızkı bol verir ve (dilediğine) kısarmış. Allah bize lütfetmiş olmasaydı bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki kâfirler iflah olmayacak.’ demeye başladılar.”-Kasas Suresi,82.Ayet-

NETİCE;

Dünyada imtihan için bulunuyoruz.

Dünyadayız ama ahiret için yaşıyoruz.

Ne dünyayı ihmal edebiliriz ne de ahireti! Parolamız; Dengeli olmak

Ticaretimiz, işimiz sürsün; ancak asıl maksat olan Allah’ı zikre, kulluk mücadelemize mani olmasın.

Dostluklarımız, ilişkilerimiz sürsün; ancak, insanları dinimizden, davamızdan değerli tutmayalım.

Çoluk çocuğumuzla ilgilenelim, onlar için yatırımlar yapalım ancak; çocuklarımız Allah’tan ve O’nun dininden daha cazip olmasın.

Şehvetlerimizi köreltmeyelim; ancak disiplinli, helallerle yetinen sınırlarımız olsun.

Gülelim; ancak, ağlamamıza sebep olacak kahkahalarımız olmasın.

Dünya bizim olsun, tümünü alalım ama kalbimize değil kasalarımıza, ambarlarımıza girsin dünya.

Bizden istenen; Dünyanın çekiciliğine aldanmak yerine, onu disiplinli kullanmayı seçmektir.

Rabbimiz’in emirlerine uyup yasaklarından uzak durduğumuz sürece dünyada yaptığımız her şey sevap kaynağımız olur.

İşte o zaman cennet de bizim olur!

“RABBİMİZ! BİZE DÜNYADA DA İYİLİK VER AHİRETTE DE İYİLİK VER VE BİZİ ATEŞ AZABINDAN KORU!”-Bakara Suresi,201.Ayet-

Nurettin Yıldız Hoca Efendi’nin ‘Hür Yürekli Genç’
Prof.Dr. Mehmet Yaşar Kandemir’in ‘Peygamberimin Sevdiği Müslüman’ eserlerinden faydalanılmıştır.

4 Mart 2016 Cuma

625.MEZHEPLERDEN YARARLANMA İMKANI- Faruk Beşer



....Mezhepler anlama ve yorumlama çabasının ürünüdürler.

Kimse mezhep kuruyorum dememiş, büyük imamların görüşleri sonradan sistemleştirilip mezhep haline gelmiştir.

Fıkıh mezheplerindeki farklılıklar somuttur, derin değildir. En azından dört mezhebi esas aldığımızda bu farklılıklar, öyle de olur böylede olur, denecek cinstendir ve genellikle ikinci bir sünnetin yaşatılmasından ibarettir. Bu açıdan mezhepler nimettir çünkü sünnetteki bütün farklılıklar bu yolla korunmuştur. Onun için fıkıh mezheplerini bire indirmek, sünnetin farklı uygulamalarını atmak demektir ve saçmadır.

Akide konusu biraz daha soyut olduğu için akide mezhepleri arasındaki ihtilaflar daha derindir ve bazen affedilemeyecek boyutlardadır. Bunlarda esas olan Allah Rasulü"nün öğrettiği ve sahabenin yaşadığı akidedir.

Tasavvuf mezhepleri ise daha da soyut konuları içerir ve bu sebeple tasavvuftaki sapmalar akide ve fıkıh alanındaki sapmalardan çok daha fazladır.

Fıkıh mezhepleri açısından Müslümanları birer paket program gibi her hangi bir mezhebi uygulamaya zorlayan şer"i bir delil yoktur. Ancak Allah (cc) buyurur ki: "Bilmiyorsanız zikir ehline (ilmiyle amel eden âlimlere) sorun" (16/43). O halde herkes için asıl olan, hükümleri Kur"an ve Sünnet"teki delilleriyle bilmektir. Ama bu çok zordur ve herkesin yapabileceği bir iş değildir. O halde bilemeyenler böyle âlimlere sormak zorundadırlar. İşte bir mezhebe göre yaşamak bu emri bir şekilde yerine getirmek demektir.

Ama mezhepler birer din değildir. Yeri geldiğinde işin erbabı olan insanlar farklı mezheplerden görüş alabilirler. Her isteyenin istediği mezhepten görüş almasının ise sakıncası şudur:

Allah (cc) delilsiz hareket etmememizi söyler: "Ölen de bir delille ölsün yaşayan da bir delille yaşasın" (8/42) der. Her aklına geldiğinde herhangi bir mezhepten görüş alan kişi, bir delille hareket etmemekte, canının istediği gibi davranmaktadır. Oysa yine Allah müşriklerin temel özelliklerinden söz ederken; "Onlar sadece nefislerinin/canlarının istediğine ve zanna uyarlar" (53/23). "Zan ise, hakikat adına hiçbir fayda vermez" (53/28), buyurur ve bu tavrı kınar. O halde farklı mezheplerden görüş almanın da bir edebi olmalıdır....

3 Mart 2016 Perşembe

624.FARKLI MEZHEP ALANLARI-Faruk Beşer

Daha önce de mezhepler konusunu defalarca ele almıştım. Bu konuyla ilgili Faruk Beşer Hocaefendi'nin iki yazısı ve Nureddin Yıldız Hocaefendi'nin iki videosu bu konuyu çok açıklayıcı şekilde ele almiş. Tavsiye ederim:

...İslam tarihinde ilk mezhepleşme siyasi olaylar sebebiyledir. Belki buna ayrışma demek daha doğrudur. Ama ilginçtir ki, akidedeki mezhepleşmeyi körükleyen şey siyasi ayrışmalardır. Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki savaşlar önce her ikisine de karşı olan Haricileri ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple tarihimizdeki ilk mezhep Hariciliktir diyebiliriz. Onlar her iki halife adayına da karşı çıkınca bu karşı çıkışın gerekçesini ve bir bakıma teolojisini hazırladılar.

Sonra Hz. Ali taraftarları olarak Şia ortaya çıktı. İlk Şia salt bir hak taraftarlığıdır ve Ebu Hanife"ye kadar sahabenin ve Tabiinin çoğu hakkın Hz. Ali"den yana olduğu kanaatindedir. Ebu Hanife de bu anlamda Şiidir.

Ancak ondan sonra bu siyasi ayrışma da kendi akidesini pekiştirme yoluna gitti ve artık Şia bir akide mezhebi haline dönüştü. Siyasi argümanlarla beslenen bu akideye karşı olanlar da bir bakıma tepkisel olarak kendilerine Ehlisünnet ve"l cemaat adını uygun gördüler.

O halde bu ilk siyasi çıkışlardan sonra mezhepler:

1.Akide mezhepleri: Hariciler, Şia, Mutezile ve Ehlisünnet olmak üzere temelde dört ana gruba ayrılır...


2.Fıkıh Mezhepleri...

3.Tasavvuf Mezhepleri...



1 Mart 2016 Salı

623.SÜNNETE UYGUN İBADET-41-İstiğfar Ve Tevbe

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki yedi ayet ve onbir hadis-i şeriften Allah’tan daima günahlarımızın affını dileyeceğimizi, Allah’ın çok bağışlayan ve çok affeden olduğunu, cennetin bağışlanma isteğinde bulunan mü’minlere hazırlandığını, kötülük işleyen kimse bağışlanma talebinde bulunursa Allah’ı merhametli bulacağını, tevbe ve istiğfar edenlere Allah’ın azap etmeyeceğini, müslümanın günahta ısrar etmeyip bağışlanma talebinde bulunması gerektiğini, Rasulullah 
sallallahu aleyhi ve sellem’ın günde yetmiş küsur veya yüz defa istiğfar ettiğini bir topluluk hiçbir günah işlemeseydi Allah’ın yeniden günah işleyen ve istiğfar eden bir topluluk meydana getireceğini, istiğfarı dilinden düşürmeyene Allah’ın beklemediği yerden rızık vereceğini ve bağışlayacağını, seyyidü’l-istiğfarın ne olduğunu, Rasulün sallallahu aleyhi ve sellem namazdan sonraki istiğfarını,
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ’ın vefatından önce sık sık söylediği duayı Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yeryüzü dolusu günahla Allah’ın huzuruna çıkılsa bile bağışlanabileceğini, sadakayı çok verip istiğfar etmenin gerekliliğini öğreneceğiz. [1]

“...Allah’tan günahının bağışlanmasını iste.” (Muhammed: 47/19)

“Allah’tan bağışlanma iste, çünkü Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.”
(Nisa: 4/106)

“Hemen Rabbine yönel, O’nu eksiksiz övgülerle överek tesbih et ve kendisini her türlü yakıştırmalardan uzak ve mukaddes bil, onun şanını yücelt. Ondan bağışlanmanı ve affedilmeni iste. Çünkü gerçekten o kendisine tevbe ile yönelenleri her zaman bağışlayıp affedendir.” (Nasr: 110/3)

“...Yolunu Allah’ın kitabıyla bulanlar için Rableri katında mesken olarak içlerinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan bir hoşnutluk vardır. Allah kullarını çok iyi görendir. O yolunu Allah’ın kitabıyla bulanlar, Ey Rabbimiz, sana inanıyoruz, bizi affet, günahlarımızı bağışla ve bizi azabından koru derler. Onlar ki sabrederler ve doğru dürüsttürler. Rablerine yürekten bağlı olup malların Allah yolunda harcarlar ve seher vakitlerinde bağışlanma dilerler.” (Al-i İmran: 3/15-17)

“Ama kim kötülük yapar, yahut başka şekillerde varlık sebebine aykırı davranır, daha sonra affetmesi için Allah’a yalvarırsa, Allah’ı çok bağışlayıcı ve merhametli olarak bulacaktır.” (Nisa: 4/110)

“Oysa ey Peygamber! sen onların arasında iken, Allah onlara azap edecek değildir ve onların arasında bulunan mü’minler, Allah’tan bağışlanmalarını isterken yine Allah onlara azap edici değildir.” (Enfal: 8/33)

“Ve onlar utanç verici bir iş yaptıkları veya varlık sebebine aykırı bir davranışta bulundukları zaman, Allah’ı hatırlar ve günahlarının affı için yalvarırlar. Zaten Allah’tan başka kim günahları affedebilir. Onlar işledikleri günah üzerinde de bilerek ısrar etmezler.” (Al-i İmran: 3/135)

1873. Egar el–Müzenî radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu nakletti:

“Bazan kalbimin perdelendiği olur. Ama ben Allah’a günde yüz defa istiğfâr ediyorum.”[2]

1874. Ebû Hüreyre radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim, dedi:

"Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah'tan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim."[3]

1875. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize, günah işledikten sonra Allah’tan af dileyecek bir millet getirir ve onları affederdi.”[4]

* Bakara: 2/222’de belirtildiği üzere Allah tevbe edenleri sever. Allah’ı gazaplandıran şey kişinin Rabbını hatıra getirmemesidir. Çünkü Rabbi ona hatasını düzeltme yeteneği vermiştir. Bu yeteneği kullanmamak gafletin en büyüğüdür. Bütün insanlar böyle büyük gaflete düşerlerse, Allah’ı unuturlarsa Allah onların hepsini helak eder. Allah’tan bağışlanma isteyecek başka bir toplum getirir. Dolayısıyla insan günahtan değil, işlediği günahtan sonra tevbe ve istiğfar etmemekten korkmalıdır. 423’de geçmişti. [5]

1876. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir yerde yüz defa:

“Rabbiğfir lî ve tüb aleyye inneke ente’t–tevvâbü’r–rahîm: Allahım! Beni bağışla ve tövbemi kabul eyle. Çünkü sen tövbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edensin” dediğini sayardık.[6]

* Bu hadisimiz de bize 110 Nasr 1-3, 33 Ahzab 21’e göre en güzel örneklik teşkil etmektedir. Biz de devamlı Allah’a yönelip günahlarımızdan dolayı ona yalvarıp yakarmalıyız.

1877. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.”[7]

1878. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Her kim ‘estağfirullâh’ellezî lâ ilâhe illâ hû, el–Hayye’l–Kayyûme ve etûbü ileyh: Kendisinden başka ilâh bulunmayan, ebedî hayatla daima diri olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı yöneten Allah’tan beni bağışlamasını diler ve günahlarıma tövbe ederim’ diye yalvarırsa, savaştan kaçmış bile olsa, günahları bağışlanır.”[8]

1879. Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir: Allâhümme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente, halaktenî ve ene ‘abdüke, ve ene ‘alâ ‘ahdike ve va‘dike m’esteta‘tü. Eûzü bike min şerri mâ sana‘tü, ebûü leke bi–ni‘metike ‘aleyye, ve ebûü bi–zenbî, fağfir lî fe–innehû lâ yağfirü’z–zünûbe illâ ente: Allahım! Sen benim Rabbimsin. İbadete lâyık senden başka tanrı yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Ezelde sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lutfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet; şüphe yok ki günahları senden başka affedecek yoktur.”

Resûl–i Ekrem sözüne şöyle devam etti: “Her kim, bu seyyidü’l–istiğfârı sevabına ve faziletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevabına ve faziletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.”[9]

1880. Sevbân radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, selâm verip namazdan çıkınca üç defa istiğfâr eder ve “Allâhümme ente’s–selâm ve minke’s–selâm tebârekte yâ ze’l–celâli ve’l–ikrâm: Allahım selâm sensin. Selâmet ve esenlik sendendir. Ey azamet ve kerem sahibi Allahım, sen hayır ve bereketi çok olansın” derdi.

Hadisin râvilerinden biri olan Evzâî’ye:

– İstiğfâr nasıl yapılır? diye sorulunca:

– Estağfirullah, estağfirullah demektir, dedi.[10]

1881. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefatından önce sık sık “Sübhânallahi ve bi–hamdihî, estağfirullâhe ve etûbü ileyh: Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim. Allah’tan beni bağışlamasını diler ve günahlarıma tövbe ederim” derdi.[11]

1882. Enes radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim dedi:

“Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.

Ey Âdemoğlu! Günahların gökyüzünü kaplayacak kadar çok olsa, sonra da benden affını dilesen, seni affederim.

Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla karşıma gelsen; fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış olsan, şüphesiz ben de seni yeryüzü dolusu bağışla karşılarım.”
[12]

1883. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Ey kadınlar! Sadaka veriniz ve çok istiğfâr ediniz. Çünkü ben cehennemin çoğunu sizin doldurduğunuzu gördüm”buyurmuştu. Orada bulunan kadınlardan biri:

– Niçin cehennemin çoğunu biz dolduruyoruz? diye sordu. Resûl–i Ekrem de:

– “Çünkü siz çok lânet eder ve kocanızın yaptığı iyilikleri unutursunuz. Aklı ve dini eksik olup da, aklı başında adamların aklını çelen sizin gibisini görmedim” buyurdu. O kadın:

– Aklımızın ve dinimizin eksikliği nedir? diye sordu. Resûl–i Ekrem de:

– “İki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine bedeldir. Kadının günlerce namaz kılmadığı olur.”
[13]


sadakat.net/riyazus-salihin- 371) İstiğfar Ve Tevbe

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 550.
[2] Müslim, Zikir 41. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 26.
Baş tarafta 13-14 hadisler olarak geçmişti.
[3] Buhârî, Daavât 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîr 47; İbni Mâce, Edeb 57.
Baş tarafta 13-14 hadisler olarak geçmişti.
[4] Müslim, Tevbe 11. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 238.
[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 551.
[6] Ebû Dâvûd, Vitir 26; Tirmizî, Daavât 39. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 57.
[7] Ebû Dâvûd, Vitir 26. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 57.
[8] Ebû Dâvûd, Vitir 26; Tirmizî, Daavât 118; Hâkim, el–Müstedrek, I, 511. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 57.
[9] Buhârî, Daavât 2, 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 100–101; Tirmizî, Daavât 15; Nesâî, İstiâze 57.
[10] Müslim, Mesâcid 135. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 25; Tirmizî, Salât 108; Nesâî, Sehv 81, 82; İbni Mâce, İkâme 32.
[11] Buhârî, Ezân 123, 139; Müslim, Salât 218–220.
[12] Tirmizî, Daavât 98. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 172.
443’de geçmişti.
[13] Buhârî, Hayz 6, Küsûf 9, Zekât 44, Savm 41, Şehâdât 12; Müslim, Îmân 132. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Îmân 6; İbni Mâce, Fiten 19.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR