17 Kasım 2015 Salı

567.FIKIH BİZE AYAK BAĞI MI OLUYOR?-Faruk Beşer

Fıkhın doğru anlaşılabilmesi ile ilgili çok bilgilendirici ve önemli bir yazı.Yine çok anlaşılır ve ve mükemmel bir şekilde açıklamış Faruk Beşer...


Diyorlar ki:
Fıkıhtan herkes istediği fetvayı bulabiliyor. Eğer fıkhî fetvalar olmasaydı mesela DAİŞ ve benzeri örgütler yaptıkları cinayetlere mesnet bulamazlardı. Bugün çok karmaşık hale gelen meselelerimizi fıkıh kitaplarına bakarak halletmeye kalkarsak karmaşanın içinden çıkamayız. O halde doğrudan Kuran'a dönmeli ve hayatımıza onunla yön vermeliyiz.
Yine diyorlar ki, bizler bugün fıkha takatinin üzerinde yükler yüklüyor ve ondan bütün meselelerimizi halletmesini bekliyoruz. Böyle yapmamız fıkha da haksızlık olur.
İlk bakışta doğru sanılan bu kanaat, içinde pek çok yanlışı barındırıyor.
Yanlışlar öncelikle fıkıhtan değil, bizim fıkıhtan anladıklarımızdan kaynaklanıyor. Daha önce de söylediğimiz gibi fıkıh aslında, müçtehitlerin kendi şartlarında anlayıp kayda geçtikleri, yazılı hale getirdikleri içtihatlar bütünü değildir. Fıkıh, hayatı Kuran ve Sünnet ışığıyla sürekli anlama çabasıdır. Ve demiştik ki, fıkıh kavramı Kuranı Kerim'de yirmi yerde geçer ve bu yirmi yerin tamamında da isim olarak değil, geniş zamanlı fiil (muzari) olarak yer alır. Bu durum fıkhın sürekli yenilenen bir anlama eylemi olduğuna, böyle anlaşılması gerektiğine işaret eder. Çünkü fiilin bu kalıbı sürekli yenilenmeyi (teceddüd) ifade eder.
Fıkıh alimleri/fukaha kendi zamanları için yapılması gerekeni yapmış ve düşündüklerini, anladıklarını yani içtihatlarını yazılı hale getirmişlerdir. Onların zamanında toplumsal gelişmeler de bu içtihatlara göre düzenlenmişti. Başka ne yapabilirlerdi?
Gerçek fakihler bütün içtihatların kesin değil, zannî bilgi ifade ettiğini ve içtihat denen zihni çabanın zamanla değişebileceğini anlamış ve ona göre davranmışlardı. Çünkü içtihat, yeterli donanıma sahip/ehil bir âlimin bütün gücünü kullanarak gerçekleştirdiği anlama çabasıdır ve manası açık nasla hükmü bildirilen bir konuda içtihat olmaz. Bu gerçekleri de genel fıkıh kuralı olarak şöyle ifade etmişlerdi:

" zaman değiştikçe içtihatların değişeceği gerçeği göz ardı edilemez ve nas (ayet ya da hadis) bulunan bir konuda içtihat olmaz" demek.


Buna fıkhın, moda tabirle, tarihselliği diyebiliriz. Demek ki fıkıh, yani anlama çabası, yani yorum tarihseldir. Oluştuğu zamanın ve mekânın şartlarından doğmuştur. O zaman ve o şartlar değiştiğinde fıkıh da değişmek zorundadır. Buna rağmen fıkhın birikimi olan içtihatlar önemlidir ve onlara bakmadan mesenin her boyutunu görebilmek de mümkün değildir. Eğer fıkhın/yorumun tarihselliğini göremezsek onu bütün olarak din zannederiz, hayat tıkanır ve biriler de bunun suçunu yorumda değil, Kuranı Kerim'de ararlar, onun dahi tarihsel olduğunu söyleme cehaletinde bulunurlar.


Şimdi başta sözünü ettiğimiz iddialara gelelim. Eğer bugün bazı gruplar kendi dar, hatalı ve ideolojik düşüncelerine destek olarak fıkıh kitaplarından fetvalar buluyorlarsa bu fıkhın değil, birinci derecede bu cahil insanların kendi hatalarıdır. İkinci ve bundan daha büyük hata ise, onların hatalarının fıkhın hatasından kaynaklandığını zanneden ehli ilmin yanılgısıdır. Oysa yapılması gereken şey yaşanmakta olan hayata Kitap ve Sünnet ışığıyla sürekli yön vermektir. Bunu yapamayanların kendilerini değil de fıkhı suçlamaları bir eksikliğin ve zaafın sonucudur.
Kaldı ki, keyfine göre fetva arayanlar fıkhı, hatta Sünneti bütünüyle devre dışı bıraksalar bile arzuladıkları fetvaları Kuranı Kerim'den de bulabilirler. Hz. Ali'nin Haricilerle görüşme yapmak üzere gönderdiği İbn Abbas'a dediği gibi, 'Onlara Kurandan deliller getirme. Çünkü Kuranın pek çok veçhi vardır'. Yani sen bir veçhini söylersin, onlar başka veçhini alırlar. 'Onlara Sünnetten, yani Hz. Peygamber'in uygulamalarından örnekler sun'....


Kaldı ki, hadi meselelerimizin çözümünü doğrudan Kuran'dan alalım desek bile senin anladığınla benim anladığım yine farklı olacak, farklı ayetleri delil tutacağız ve işte fıkıh yine ister istemez devreye girecek.....


Yazının tamamı için:

11 Kasım 2015 Çarşamba

565.DİN PAZARINDA-Faruk Beşer

Bir sözün ve fiilin küfür olması ile ilgili her müslümanın bilmesi gereken çok önemli bilgiler içeren bu yazıyı mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

... "Bir kimseye kâfir demekle, bir fiilin ya da bir sözün küfür olması farklı şeylerdir". Bu şu demektir:

Zarurat-ı diniyyeden, yani dinden olduğu zorunlu olarak bilinen şeylerden birini inkâr küfürdür. Mesela; hırsızın elinin kesilmesi gayri insani bir uygulamadır, namaz kılmam ama kalbim temizdir, namaz dediğin şey yatıp kalkma değildir, duadan ibarettir, Allah yönetime müdahale etmemelidir, din ayrı devlet ayrıdır, kadınların başlarını örtmeleri diye bir şey yoktur gibi sözler ve inanışlar küfürdür. Ama bunlardan birisini söyleyen bir insana biz kâfir diyemeyiz. Çünkü Ehlisünnet, küfür sözleri ve fiilleri çok alakasız da olsa bir teville söyleyeni ve yapanı tekfir etmez. İmam Azam"ın şu sözü bu konuda ölçü kabul edilir: "Bir insanın dine girmesine sebep olan şey ne ise, dinden çıkmasına da ancak onun inkârı sağlar". Allah birdir ve Muhammed O"nun kulu ve Rasulüdür diye inanıp bunu diliyle söylemek bir insanın dine girmesi için yeterlidir. Dinden çıkmış hükmü verilebilmesi için de bu iki cümleden en az birini reddetmiş olması gerekir.

Ne var ki bu, işin zahiridir, insanlara göre olan yönüdür. Küfür eylemlerden birini yapan, Allah katında gerçekten dinden çıkmış olabilir. Bu biraz da niyet meselesidir. Ama biz onu bilemediğimiz için: "Biz zahirle hüküm veririz, kalplere muttali olan ise Allah"tır", der geçeriz.

Hasılı, dinin temel iman esaslarını açıkça reddetmeyen bir insana kâfir diyemeyiz. Ama bu küfür sözlerden birisini, ya da bunların benzerini söylemenin küfür olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar farklı şeylerdir. Ama küfür anlamına gelen söz ve fiillerin kendileri için, bir şey söyleyemeyiz, adamın niyetini bilmiyoruz demek İslam"ı İslam olmaktan çıkarır. Adamın niyetini bilmiyoruz, onun küfrüne hükmedemeyiz ama bu söz küfürdür, bundan Allah"a sığınırız, diyebiliriz, demeliyiz. Ta ki, iman küfür sınırı belli olmuş olsun.

Günümüzde laik mahalle baskısı sebebiyle, âlimlerimiz bunu söyleme riskine girmiyorlar. Hatta iki adım sonra bunun zaten böyle olmadığına kendileri de inanıyorlar. Bu sebeple sapla saman birbirine karışıyor...

Yazının tamamı için..
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/din-pazarinda-sapla-saman-birbirine-karisiyor-35828

9 Kasım 2015 Pazartesi

564.Kendi anlayışımızı ya da menkıbeleri sünnet yerine koymak-Faruk Beşer


..."İmam Rabbani der ki:

"İmana dair hakikatlerden tek birinin ortaya çıkmasını binlerce zevk, vecd ve keramete tercih ederim… Bütün tarikatların asıl hedefi iman hakikatlerinin ortaya çıkması olmalıdır…

"İslam"ın üç temel unsuru vardır: İlim, amel ve ihlas. Bu üçünü birden elde edemeyen kimse, İslam"ı anlamış olamaz. …Tasavvuf büyüklerinin elde ettikleri, tarikat ve hakikat, İslam hükümlerinin yardımcısıdır, onun sadece üçüncü unsuru olan ihlası kazanmaya yarar. Tarikata ve hakikate başvurmak, İslam"ı tamamlamak içindir. Yoksa İslam"dan başka şeyler elde etmek için değildir.

"Tasavvuf yolcularının, o yolculukta gördükleri, tattıkları, haller, vecdler, ilim ve marifetler, imrenilecek, istenilecek şeyler değildir. Hepsi, evham ve hayaller gibi gelip geçici şeylerdir…

"....bu halleri ve vecdleri, bir şey sanırlar. Hep bunları arzular ve yolda kalır, vehm ve hayalden kurtulamaz, İslam"ın kemâline kavuşamazlar".

İmam Şaranî de aynı şeyleri söyler: "Nasıl olursa olsun, keşifle değil şeriatla beraber olun. Çünkü keşif yanıltır...." 


Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/kendi-anlayisimizi-ya-da-menkibeleri-sunnet-yerine-koymak-39358

8 Kasım 2015 Pazar

563.TUZLA YEMEĞE BAŞLAMAK SÜNNET MİDİR?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”
Bismillahirrahmanirrahim


Sahih hadis kaynaklarında yemeğe tuz ile başlamanın sünnet olduğuna dair bir hadis rivayeti yoktur.

İmam Gazzali, yemeğe tuz ile başlamanın güzel olduğunu belirtmiş, ancak bunu bir sünnet olarak değil, bir adap olarak zikretmiştir. (İhya, II/ Kitabu adabi’l-ekl/el-babu’l-evvel).

Yine Gazzali’nin belirttiğine göre, Hz. Ali (ra)

“Allah, yemeğe tuz ile başlayan kimseden yetmiş belayı / hastalığı defeder.” (age.)buyurmuştur.

Abdulkadir Geylanî’nin Gunye isimli eserinin tercümesinde geçen "Yemeğe tuz ile başlayıp tuz ile bitirmek sünnettir. Ekmekteki tuza niyet edince de bu sünnet yerine getirilmiş olur." ifadeler, hadis rivayeti değildir. Kendisi -eskiden beri devam eden müstahsen bir adet olduğu için- müstehap demiştir. Bu sebeple, onun ifadesini “Yemeğe tuz ile başlayıp tuz ile bitirmek sünnettir.” şeklinde tercüme etmek yanlıştır.

Özetle, tuz ile yemeğe başlamaya dair sahih bir hadis rivayeti bulunmamaktadır. Bununla beraber, Hz. Ali (ra) ve daha başka pek çok selef-i salihin tarafından kabul gören müstahsen bir adettir.

Sorularla İslamiyet


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

4 Kasım 2015 Çarşamba

562.Ehl-i Sünnet Müslümanlığın Kendisidir -EBUBEKİR SİFİL

ÇOK ÖNEMLİ BİR KONU MUTLAKA OKUYUN!
... Bir taraftan farklı kültürler ve dinlerin, bir taraftan içerideki bir takım arızalı anlayışların, yapıların etkisi ile Saha­be Asrı’nın sonlarına doğru saha­benin hiç görmediği, duymadığı bir takım fikirler, görüşler duyulmaya, görülmeye başlandı. Dolayısıyla Ehl-i sünnet dışı, Ehl-i sünnet’e aykırı fikirlerin, görüşlerin tarihi o zaman dilimine kadar gider.


O zaman, sahabenin genç kuşağı hayattaydı ve bu oluşumlara karşı nasıl tavır takınılması gerektiği konusunda bize de örnek oldular. ..



...Cenab-ı Hakk, Kitab-ı Mübin’i gönderirken aynı zamanda onun fiili pratiği nasıl olacak, hayata nasıl aktarılacak, bunun da gösterme sorumluluğunu Efendimiz’e (s.a.v) yükledi. Dolayısıyla Efendimiz (s.a.v) “Cenab-ı Hakk’ın muradı nedir, biz­den Cenab-ı Hakk ne istiyor?” gibi soruların cevabını yirmi üç senelik peygamberliği süresince bize en ideal biçimde gösterdi ve “Cenab-ı Hakk sizden böyle bir müslümanlık istiyor.” dedi. Efendimiz’in (s.a.v) hayatı da budur.

... iç-dış etkenler, karışıklıklar vs. ortaya çıktığı zaman Efendi­miz’in (s.a.v) öğrettiği bu İslam, bid’at akımlar tarafından inancıyla, ahlakıyla, yaşantısıyla ve pratiğiyle orasından burasından çekiştirilmeye başlandı. Yani Efendimiz (s.a.v) bir konuda bir şey söylemişse o öyledir.


Bizim için ona yüklenen peygam­berlik, tebliğ, tebyin misyonu gereği biz dini ondan öğreniyoruz. O ol­masaydı, biz Kur’an-ı Kerım’i bile öğrenemezdik. Nereden bilecektik Cenab-ı Hakk bizden ne istiyor?

Dolayısıyla onun beyanı, açıklama­sı, talimatı dururken bizim kendi kafamızdan, kendi hevamızdan bir şey söylememiz asla ve kat’a doğru olamaz. Ehl-i sünnet derken biz bunu anlıyoruz.


Sünnet ne demişse ona teslim olan insana Ehl-i sünnet denir.

E, bunun karşısında yer alan kişi, gurup, akım ne ise bu da Ehl-i bid’attır. O ne diyor: ”Peygamber’in bir konuda ne dediği beni çok fazla enterese etmez. Ben kendi aklıma, kendi doğrularıma bakarım.”

İşte Ehl-i bid’at da bunu söylüyor özel olarak. Elbette bunu, böyle doğru­dan, açık bir şekilde, bu tarzda ifade etmiyor. üstünü bir takım şeylerle örtüyor. “Efendim, hadisler haber-i vahiddir. Güvenemeyiz işte, elimiz­de Kur’an’dan başka güvenilecek kaynak yoktur.” diyor.
“Kur’an’a dönüş” cümlesi burada mı karşımıza çıkıyor?

... “Elimizde güvenile­bilecek, bize kadar bozulmadan, dejenere olmadan, beşer müdaha­lesine uğramadan gelmiş 
haber-i vahiddir, öbürlerinden emin olamıyoruz. Evet itirazımız yok, Peygamber amenna, Sünnet baş üstüne ama güvenemeyiz ki. Bize nakleden insanlar kimdir. tarih içeri­sinde bir sürü şeyler olmuş, hadisler uydurulmuş vs.” gibi gerekçelerle “Sadece Kur’an’a güvenelim, işin garanti noktası budur. Öbürü hak­kında garanti veremiyoruz.” diyerek bir şalla bunun üstünü örtüyorlar.

...Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerım’i koruyor mu?
Evet koruyor.
Peki nasıl koruyor?
Ayet-i kerîme var, eminiz. Cenab-ı Hakk buyuru­yor ki “Bu Kur’an’ı, bu vahyi, bu zikri biz indirdik, biz koruyacağız.”
Peki nasıl koruyor Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’i?
Ümmet ve ümmetin ha­fızları vasıtasıyla koruyor. Sahabe-i Kiram döneminden itibaren Kur’an hep kitleler halinde ezberlenmiş, aktarılmış, yazıya geçirilmiş, tekrar ezberlenmiş. Yani o dönemden bu yana, başından itibaren herhangi bir ayet herhangi bir ücra köşede yanlış okunacak olsa onu düzelten birisi mutlaka bulunur. Bir camiye gidin, imam efendi yanlış okusun, cemaatten biri mutlaka çıkar ve deır ki “Bu yanlış oldu, doğrusu şudur.” Böyle koruyor Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’i.
Peki bu insanlar kim?

Bu insanlar, bu ümmetin hafızları. Kur’an’ı koruyan hafızlar aynı zamanda Sünnet’i de koruyor. Kur’an hafızları var, Hadis hafızları var. Şimdi ben bunu anlamıyorum:

“Ama tarih içinde uydurma hadis diye bir şey olmuş, hadis uydurulur­muş, böyle bir vakıa var, uydurma hadisler var.”

Uydurma ayetler yok mu? Uydurma ayetler de var. Kaynaklarına gidin, UIûmü’I-Kur’an kitaplarında uydurma ayetler görür­sünüz. Peki, biz uydurma ayet var diye Kur’an’dan şüphe etmiyoruz da uydurma hadis var diye Sünnet’ten niye şüphe ediyoruz?


Bu aslında aklımıza müsteşriklerin soktuğu bir şüpheden başka bir şey değil.

“Hadis uyduruldu güvenemeyiz, ama Kur’an uydurulmadı.” Hayır, uydurma Kur’an da oldu. Var elimiz­de. Müsteşriklerin bastığı uydurma Kur’an nüshaları var. Şia’nın iddiaları var. İçinde bizim hiç bilmediğimiz, duymadığımız süreler var bu uydur­ma mushafın. Ama biz elimizdeki mushaftan asla şüphe etmiyoruz.

Bu bir çeldirmedir, ayak oyunudur ve ne yazık ki genç kuşaklar bu ayak oyununa çok çabuk kandılar. Ne oldu bu olunca? Hadisler ve Sünnet hayatımızdan çıkınca elimizde Kur’an-ı Kerım, adeta insanların yorumuna, insafına, algısına terk edilmiş ölü bir metin olarak kaldı.


...“Bu ümmetin alimi, uleması, müfessiri, müctehidi anlayamadı, ben anladım.” diyor­sun.

... Haricilerin usulî bir gerekçeye dayandırdıkları birşey var. Sahabeyi tekfir ettikleri için diyorlar ki “Bunlar kafirdir, bunların naklettiği hadise biz güvenemeyiz.”

...Hariciler kurum olarak Hadis’i, Sünnet’i reddetmiyor, nakilcilerini tekfir ettikleri için bunların naklettiği şeye güvenemeyiz diyorlar. Dolayısıyla sadece Kur’an’la yetinmek gibi bir duruşları var. Bugün de aynı gerekçeyle ortaya çıkan bazı kitleler var. Evet, bunlar Harici değil, Haricilerin karakteristik özellikleri bunlarda yok ama bu noktada Haricilerin iddialarını devam ettirdik­lerini görüyoruz.


Ümmetin alimini, muhaddisini örtülü ya da açık itham edip “Bunların naklettiği şeye biz güvenemeyiz, sadece Kur’an elimiz­de var.” diyen bir ekip var. Günü­müzde bunlar Türkiye’de de var, Mısır’da, Pakistan’da , Hindistan’da da var, her yerde var. .. Kur’ancılar ya da Mealciler diyoruz biz bun­lara.


...Yani başınıza bir olay mı geldi, önünüze bir problem mi çıktı? Sahabe nasıl çözdüyse biz de öyle çözelim. Sa­habe’yi atlayarak ne Peygamber’e (s.a.v), ne de Kur’an’a gidebilirsiniz. Çünkü o, Kur’an’ın ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) adım adım, gün be gün inşa ettiği tek nesildir. Sahabe’yi aradan çıkardığınızda İslam tarihi de, İslam’ın kaynakları da, pratiği de olmaz. Üstelik Kur’an-ı Kerım’de ve Sünnet-i Nebeviyye’de Sahabe’yi tebcil eden, tazim eden, öven ve metheden yüzlerce nas var. Efendimiz’in (s.a.v) bize talimat­ları var, uyarıları var Sahabe-i kiram hakkında.


Yazının tamamı için:


561.İBADET ETMEYEN İNSAN VAR MIDIR?- Faruk Beşer

ÇOK GÜZEL BİR YAZI OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM

....Bir büyüğün otoritesini kabul edip ona kayıtsız şartsız boyun eğen, itaat eden bir anlamda ona ibadet ediyor demektir. Bu sebeple Allah Rasulü kendisiyle görüşmeye gelen bir Hıristiyan heyete, "Ehli-kitap Allah''ı bırakıp papazlarına ve hahamlarına ibadet ediyorlar" anlamındaki ayeti okuyunca onlar bunun doğru olmadığını, böyle bir şey yapmadıklarını söylemişler. Hz. Peygamber de açıklamış: "Yasak olanı olmayanı onlar belirliyor, siz de bunu öyle kabul edip boyun eğiyor değil misiniz? İşte ibadet, ya da ilah edinme budur".

Yani herkesin bir en büyüğü vardır ve ona kayıtsız şartsız boyun eğmektedir. Bu da onu Rab edinme ve ona ibadet etme anlamına gelir.

.... Boyun eğilecek nihai otorite olarak sadece Beni tanıyın ki, ibadetinizi sadece Bana yapmış olasınız.

 ....insan kelime-i tevhit ile mümin olmuş olur. Tevhit, yani birleme. Bir ilahın varlığına inanma değil de ilahı bir bilme. Yoksa herkesin ilahı var....

Yazının tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/ibadet-etmeyen-insan-var-midir-33961

3 Kasım 2015 Salı

560.SÜNNETE UYGUN İBADET-35-Sabah Ve Akşam Allah’ı Zikretmek

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki 5 ayet ve 7 hadis-i şeriften gafillerden olmamak için sabah akşam Allah'ı zikretmenin gerekliliğini, ticaret ve alışverişin bile gerçek Mü'minleri Allah'ı hatırlamaktan alıkoyamayacağını, yaratılan her yaratığın devamlı Allah'ı anıp onun çizdiği yolda hareket ettiğini, sabah akşam yüzer sefer okunacak duayı, zarar ve sıkıntılara karşı okunacak dualarla yatarken ve kalkarken okunacak duaları ve korunma sureleri dediğimiz surelerin ne zaman okunacaklarını öğreneceğiz. [1]

"Alçak gönüllülükle, korku ve duyarlılık içinde, sesini yükseltmeden sabah akşam Rabbini an ve sakın umursamaz kimselerden olma." (A'raf: 7/205)

"Güneşin doğmasından ve batmasından önce, Rabbinin sınırsız kudret ve yüceliğini, tüm eksiksiz övgüleriyle an." (Taha: 20/130)

"Ve Rabbini tüm eksiksiz övgülerle sabah akşam yücelt." (Mü'min: 40/55)

"Bu ışık, bu nur o evlerdedir ki, Allah oralarda adının yüceltilmesine ve anılmasına izin vermiştir. O evlerde, sabah akşam Allah'ın yüceliğini ve kudretini dile getiren öyle kimseler vardır ki, bunları ne ticaret, ne de kazanma hırsı, Allah'ı anmaktan ve namaza devamlı ve duyarlı olmaktan ve zekat vermekten alıkoyabilir." (Nur: 24/36-37)

"...Ve bunun için her sabah ve akşam sınırsız kudret ve egemenliğimizi anarken, dağları ona eşlik etmeye zorladık."(Sa'd: 38/18)

1454. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim sabah akşam yüz defa sübhânallâhi ve bi–hamdihî: Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim” derse, onun söylediklerinin bir mislini veya daha fazlasını söyleyen kimse dışında hiçbir şahıs, kıyâmet gününde onun söylediğinden daha faziletli bir zikirle gelemez.”
[2]

1455. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir adam Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:

– Dün gece beni sokan akrep yüzünden ne büyük acılar çektim, dedi. Resûl–i Ekrem de:

– “Eğer akşamleyin eûzü bi–kelimâtillâhi’t–tâmmâti min şerri mâ halak: Yarattıklarının şerrinden Allah’ın mükemmel kelimelerine sığınırım, deseydin o sana zarar vermezdi” buyurdu.[3]

1456. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem sabahleyin şöyle dua ederdi:

“Allâhümme bike asbahnâ ve bike emseynâ ve bike nahyâ ve bike nemût ve ileyke’n–nüşûr: Allahım! Senin lutfunla sabaha ulaştık, senin lutfunla akşama erdik. Sen isteyince dirilir, sen isteyince ölürüz. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak olan da sensin.”

Akşamleyin şöyle dua ederdi:

“Allâhümme bike emseynâ ve bike nahyâ ve bike nemût ve ileyke’l–masîr: Allahım! Senin lutfunla akşama erdik. Sen isteyince dirilir, sen isteyince ölürüz. Huzuruna varılacak olan da sensin.”[4]

1457. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Ebû Bekir es–Sıddîk radıyallahu anh Peygamberaleyhisselâm’a:

– Yâ Resûlallah! Bana sabahleyin ve akşamleyin okuyacağım mübarek kelimeleri belletseniz de okusam, dedi. O da:

“Allâhümme fâtıre’s–semâvâti ve’l–ardı âlime’l–gaybi ve’ş–şehâdeti, rabbe külli şey’in ve melîkehû. Eşhedü enlâ ilâhe illâ ente. Eûzü bike min şerri nefsî ve şerri’ş–şeytâni ve şirkihî: Gökleri ve yeri, görünen ve görünmeyen âlemleri yaratan Allahım! Ey her şeyin Rabbi ve sâhibi! Senden başka ilâh bulunmadığını kesinlikle söylerim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden, onun Allah’a şirk koşmaya davet etmesinden sana sığınırım” diye dua et ve bunu sabahleyin, akşamleyin ve yatağa yattığın zaman söyle!” buyurdu.[5]

1458. İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem akşamleyin şöyle dua ederdi:

“Emseynâ ve emse’l–mülkü lillâh, vel–hamdü lillâh, lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l–mülkü ve lehü’l–hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr, rabbi es’elüke hayra mâ fî hâzihi’l–leyleti ve hayra mâ ba‘dehâ ve eûzü bike min şerri mâ fi hâzihi’l–leyleti ve şerri mâ ba‘dehâ, rabbi eûzü bike mine’l–keseli ve sûi’l–kiber, eûzü bike min azâbi’n–nâr ve azâbi’l–kabr: Akşama girdik. Bütün mülk Allah’ındır. Hamdü senâ da O’na mahsustur. Allah’tan başka ilâh yoktur; yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter. Allahım! Bu gecenin ve bundan sonrakilerin hayrını senden dilerim. Bu gecenin ve bundan sonrakilerin şerrinden sana sığınırım. Rabbim! Tembellikten, insanı perişan eden yaşlılıktan sana sığınırım. Cehennem azâbından ve kabir azâbından sana sığınırım. ”

Sabahleyin de “asbahnâ ve asbaha’l–mülkü lillâh: Sabaha girdik. Bütün mülk Allah’ındır” diye başlayarak aynı duayı okurdu.[6]

1459. Abdullah İbni Hubeyb radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu:

“Akşam ve sabah vakitlerinde Kulhüvallâhü ahad ile Muavvizeteyn sûrelerini üçer defa oku. Her türlü kötülükten korunman için bunlar sana yeter.”[7]

1460. Osman İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim her sabah ve her akşam üç defa bismillâhillezî lâ yedurru mea’smihî şey’ün fi’l–ardı velâ fi’s–semâ’ ve hüve’s–semîu’l–alîm: İsmi sayesinde yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın adıyla. O herşeyi duyar ve bilir” derse, ona hiçbir şey zarar vermez.”[8]


sadakat.net/riyazus-salihin- 248) Sabah Ve Akşam Allah’ı Zikretmek

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 417.
[2] Müslim, Zikir 26. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 101; Tirmizî, Daavât 61.
[3] Müslim, Zikir 55. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tıb 19; İbni Mâce, Tıb 35.
[4] Ebû Dâvûd, Edeb 101; Tirmizî, Daavât 13. Ayrıca bk. İbni Mâce, Duâ 14.
[5] Ebû Dâvûd, Edeb 101; Tirmizî, Daavât 14, 95.
[6] Müslim, Zikir 74–76. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 101; Tirmizî, Daavât 13.
[7] Ebû Dâvûd, Edeb 101; Tirmizî, Daavât 116. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 1.
[8] Ebû Dâvûd Edeb 101; Tirmizî, Daavât 13.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

2 Kasım 2015 Pazartesi

559.SÜNNETE UYGUN İBADET-34-Allah’ı Her Durumda Anmak

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften müslümanın ayakta, otururken ve yan üstü yatarken Allah'ı hatırlayıp zikredebileceklerini, Rasulullah'ın her anında Allah'ı hatırladığını, hatta kişi ailesiyle birlikte yatarken bile Allah'ı anması gerektiğini öğreneceğiz. [1]

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbirini izlemesinde derin kavrayış sahipleri için alınacak dersler vardır. Onlar ki ayakta, oturarak ve yanları üzerinde iken hep Allah'ı hatırlayıp anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünürler." (Al-i İmran: 3/190-191)

1447. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’yı her halinde zikrederdi.[2]

1448. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Biriniz eşiyle birleşeceği zaman, ‘bismillâh, Allâhümme cennibne’ş–şeytâne ve cennibi’ş–şeytâne mâ razaktenâ: Allahım! Şeytanı bizden ve bize vereceğin çocuktan uzaklaştır’ derse ve bu beraberlikten çocukları olursa, şeytan ona zarar veremez.”[3]


sadakat.net/riyazus-salihin- 245) Allah’ı Her Durumda Anmak (Ayakta İken, Otururken, Yatarken, Abdestsizken, Cünüpken Ve Hayızlıyken Allah’ı Anmanın Câiz Olduğu, Ama Cünüp Ve Hayızlı Olanlar İçin Kur’an Okumanın Helâl Olmadığı)

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 413.
[2] Müslim, Hayz 117. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 9; Tirmizî, Daavât 9; İbni Mâce, Tahâret 11.
[3] Buhârî, Vudû’ 8, Bed’ü’l–halk 11, Nikâh 66, Daavât 54, Tevhîd 13; Müslim, Nikâh 116. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 45; Tirmizî, Nikâh 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

30 Ekim 2015 Cuma

558.Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Zeyd İbni Sabit radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Müslüman yüreğinin kin tutamayacağı, ihanet edemeyeceği, aleyhinde bulunamayacağı 3 erdem vardır:


 İşi Allah için işleme samimiyeti.
Müslümanların yöneticileri hakkında hayırhahlık. (İnanç ve amelde)
müslümanların cemaatına uyum."

İbni Mace, Mukaddime 18, Menâsik 76

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      



29 Ekim 2015 Perşembe

TESPİH NAMAZI BİD'AT MIDIR?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Ebu Davud (Tatavvu’ 303/1294) ve Tirmizî’nin (Vitr,19/482) rivayet ettiği bir hadiste Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Tesbih Namazı’nı tavsiye ettiği sabittir. Ancak söz konusu hadisler hadis ehli tarafından Buhari ve Müslim hadisleri gibi sahih kabul edilmediğinden bu namaz müekked sünnetler arasında zikredilmemiş bilakis müstehablar arasında zikredilmiştir. Ama kesinlikle bid’at değildir.


Mevcut camilerde topluca kılınan şekli ise bid’attir.


Tesbih namazını cemaatle kılmanın hükmü ile ilgili Nureddin Yıldız'ın fetvası:
Tesbih namazı münferit olarak sünnettir. Cemaatle kılınması ise yaygın bir uygulama değildir. Hanefi mezhebine göre kerahetten uzak bir uygulama olmayacağını zannediyorum.


Kural olarak şunu bilmek gerekir: Bir bid’at ihtiva etmedikçe nafilelerde uygulama geniş tutulur; mümkün oldukça yapılması tavsiye edilir, yapmayan ise kınanmaz. Ancak bid’atin karıştığı bir işte hayır yoktur.

Allah Teala’dan sünnete uygun bir hayatı bize kolaylaştırmasını dileriz.


Fetva meclisi- Nureddin Yıldız

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

28 Ekim 2015 Çarşamba

556.SAHİH HADİSLERDE PEYGAMBERİMİZİN sas NAMAZ KILMA ŞEKLİ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Malik bin Huveyris (Radiyallahu Anh) şöyle rivayet etti:Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

"Dönünüz ailelerinizin yanında olunuz! Onlara dini bilgileri öğretiniz! Beni nasıl namaz kılıyor olarak gördüyseniz öylece namaz kılınız! Namaz vakti geldiğinde içinizden biri ezan okusun. Yaşlınız da size imam olsun!’ buyurdu.”Buhari 673, Müslim 674/292, Nesei 780, Tirmizi 205, İbni Huzeyme 396, Begavi 431, Ahmed 3/436, Albânî İrva 213

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in namaz kılma şekli şöyledir:

1) Kişi namaz kılmak istediği vakit, önüne bir sütre (45-50 cm yüksekliğinde her hangi bir şey) koyarak yahut mümkünse bir duvara doğru kıbleye yönelir.Müslim 499/241

2) Elinin içi kıbleye doğru omuz veya kulak hizasına gelecek şekilde kaldırır ve "Allah-u Ekber" deyip İftitah tekbiri alır.
Müslim 390/22, 23

3) Sağ eli göğsüne gelecek şekilde, sol elin bileği üzerine koyar.Buhari 755

4) İftitah duasını okur. Sübhânekellâhümme ve bi hamdik ve tebârakesmük ve teâlâ ceddük ve lâ ilâhe ğayrük.


سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمَدِكَ وَتَباَرَكَ اسْمُكَ وَتَعاَلىَ جَدُّكَ وَلاَ إِلهَ غَيْرُكَ

Veya sahih hadislerle sabit diğer başka dualardan dilediğini okur.
Tirmizi 243

5) Taşlanmış şeytandan Allah’a sığınıp, Fatiha’yı okur ve Âmîn diyerek bitirir. Sonra Kur’an’dan kolayına geleni okur.Ebu Davud 775, 4001, Buhari 780

6) Allah-u Ekber der omuz veya kulak hizasına gelecek şekilde ellerini kaldırır ve Rükûya eğilir, ellerini dizleri üzerine koyar ve "Subhane Rabbiye’l-Azîm" der.Müslim 487/223, Ebu Davud 745

7) "Semi Allah-u Limen Hamideh" der omuz veya kulak hizasına gelecek şekilde ellerini kaldırır ve Rükûdan kalkar, sonra ayakta iken "Rabbena Ve Leke’l-Hamd" der.Buhari 787

8) "Allah-u Ekber" der secdeye eğilir. Yedi uzvu üzerine secde eder. Bunlar: yüz, burun, alın, iki el, iki diz ve ayakuçları. Topuklarını birleştirir. Parmaklarını birbirine birleştirerek ellerini kıbleye yöneltir. Dirseklerini yanlarından uzaklaştırır ve secdede "Subhane Rabbiye’l-Ala" der.Ebu Davud 734

9) Tekbir alarak başını kaldırır. Sonra oturup sol ayağını yayar ve onun üzerine oturur. Sağ ayağını parmakları kıbleye gelecek şekilde diker. Ellerini uyluğuna ve dizinin üzerine koyar ve iki secde arasında iki kere "Rabbiğfirli"der.Ebu Davud 727

10) "Allah-u Ekber" der, birincisi secdede olduğu gibi ikinci kez secde yapar.

11) "Allah-u Ekber" der ikinci secdeden kalkar. Birinci rekâtı kıldığı gibi ikinci rekâtı kılar. Ancak ikinci rekâta başlarken iftitah duasını okumaz.

12) İkinci rekâtta ikinci secdeyi bitirdiği vakit, iki secde arasında oturduğu gibi tahiyyat için oturur. Sağ elinin şahadet parmağı hariç bütün parmaklarını yumar, başparmağı ve orta parmağını halka yapar dua ederken şahadet parmağıyla işaret edip hareket ettirir, şu teşehhüdü okur:
Et-tahıyyâtü lillâhi vessalevâtü vettayyibât.Esselâmü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetullâhi ve berakâtüh,Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhis-sâlihîn.Eşhedü en lâ ilâhe illAllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlühü.

التَّحِيَّاتُ ِللهِ، وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ، السَّلاَمُ عَلَى النَّبِيِّ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ، السَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ، أَشْهَدُ أَنَّ لاَ إِلهَ إِلاَّ اللهُ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ

Sonra şu duaları da ekler:

Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke hamidün mecîd. 

اللَّهُمَّ صَلَّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ، كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيْدٌ مَجِيْدٌ. 

Allâhümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke hamidün mecîd.

اللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا باَرَكْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيْدٌ مَجِيْدٌ
Buhari 6208

Eğer üç yahut dört rekâtlı namaz kılıyorsa, teşehhütten üçüncü rekât için ayağa kalktığında, ellerini omuz veya kulak hizasına gelecek şekilde kaldırır ve anlatıldığı gibi namazını tamamlar. Selamdan önce dua eder, dört şeyden: cehennem azâbından , kabir azâbından, hayat ve ölüm fitnesinden, deccâlin fitnesine uğramaktan Allah’a sığınır. Bunun duası şöyledir:

'Allâhümme innî eûzü bike min azâbi cehennem ve min azâbi’l-kabr ve min fitneti’l-mahyâ ve’l-memât ve min şerri fitneti’l-mesîhi’d-deccâl' 

Bundan sonra sağına ve soluna selam verir.

Buhari 820, (Müslim, Mesâcid 128-134; Ebû Dâvûd, Salât 149, 179; Nesâî, Sehv 64)

kaynak:
www.sahihhadisler.com 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

27 Ekim 2015 Salı

555.PEYGAMBERİMİZİN sas NAMAZI İLE İLGİLİ AZ BİLDİKLERİMİZ

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim 


Bugünlerde Faruk Beşer'in "Namazı Dosdoğru Kılmak" kitabını okuyorum. Küçük bir kısmından alıntı yapıp tamamını kitabından m
utlaka okumanızı tavsiye ediyorum.

 Peygamber Efendimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)namaz kılış şekliyle ilgili olarak bildiklerimizden kısmen farklı bazı önemli noktalara işaret etmiş Faruk Beşer.

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza başlarken "Allahu ekber" i telaffuz ederdi,ancak niyeti diliyle asla söylemezdi.Ne sünnet yada farz kıldığını, ne kıbleye döndüğünü, ne eda yada kaza kıldığını, ne kendine uyanlara imam olduğunu söylerdi.

Elbette ne kıldığının bilincindeydi. Ama niyet kalbin eylemi olduğu için bunları dil ile söylemenin anlamı olamaz. Önemli olan, ne yapmakta olduğu bilinci ile namaza durmaktır.Bu sebeple pek çok alim gibi İmam Rabbani de namaza niyetin dil ile telaffuz edilmesinin bi'dat olduğunu söyler.

Namazda okuduğu ayetleri tane tane ve sonunu uzatarak okurdu. Her ayette dururdu. 

Rukülarında ve secdelerinde 10 kez "subhane Rabbiyel a'la(azim) okunacak kadar dururdu.

Ruküda ve secdede sırtını daima dümdüz yapardı ve "böyle yapmayanın namazı tam olmaz" buyururdu.(erkekler için) Nedense buna çok önem verirdi.

Çoğu zaman toprak üzerinde secde ederdi. Çamur,su,hurma dalı,hasır ve tabaklanmış pösteki üzerine secde ettiği de olurdu.

Secdeye gittiğinde alnını ve burnunu yere temas ettirirdi. Dirseklerini yanlarından uzaklaştırır ve dikerdi.

Secdede tespihten sonra yaptığı pek çok dua vardır. İki secde arasında da bir miktar dururdu ve orada da bazı dualar okurdu. Bu iki secde arasında okuduğu en kısa dua, "Rabbiğfir-li verham" "Rabbim, beni bağışla ve bana merhamet et" duası idi.

Başı öne eğik olurdu, etrafa bakmazdı.Gözleri işaret parmağını öte geçmezdi.

Namazdan sonraki dualarını hep teşehhütten sonra, selamdan önce yapmıştır. Cemaate döndükten sonra cemaatle beraber el kaldırıp dua yaptığı vaki değildir.

Cemaate farzı kıldırdıktan sonra sadece "Allahümme entesselam ve minkesselam tebarakte ya-zelcelali vel ikram" diyecek kadar durur, hemen cemaate döner ve bağdaş kurarak otururdu. Bu oturuşta tespihleri çekerdi. Sünnetler ondan sonra kılınırdı.

Namazlarında ağladığı olurdu.

Bazen yalın ayak, bazen pabucuyla namaz kılardı.

Hayatında 5 kez namazda yanıldığı olmuş, bunlar için sehiv secdesi yapmıştır.

Namazda gözlerini yummazdı. Teşehhütte gözü işaret parmağında olurdu.

Selam verdiğinde 3 kez istiğfar eder, sonra " Allahümme entesselam...."derdi. Lailahe illellahü vahdehü la-şerike leh...duasını da her farzın peşinden söylerdi. Bu duayı sabah ve akşam namazlarından sonra 10 kez okurdu.

Yine her namazın ardından Ayetel-Kürsi'yi okumanın çok faziletli olduğunu söylerdi.

Namazların sünnetini genellikle evinde kılardı.Özellikle de akşam namazının sünnetini camide kıldığı hiç vaki olmamıştır.

Seferlerde sabah namazının sünnetini hiç terk etmemiştir. Seferde diğer sünnetleri kıldığına dair bir rivayet yoktur.

Sabah namazının sünnetini evinde kılar ve sağ yanı üzerine bir miktar uzanırdı. 

Kendisine sevindirici bir haber geldiğinde secdeye kapanır, Allah'a şükrederdi.

Kabirlere doğru namaz kılınmasını yasaklardı.

Son vasiyetleri namazla ilgili olmuştu. Boğuk sesiyle şunları söylüyordu:

"Namaz! Namaz!....Çalıştırdıklarınız hakkında da Allah'tan korkun."

Kaynak:
"Namazı Dosdoğru Kılmak" Prof.Dr.Faruk Beşer

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

11 Ekim 2015 Pazar

551.ALLAH-U TEALA'nın AFFETMEDİĞİ KİMSELER

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


“Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan günahları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” (Nisa, 48)


Ayet-i kerimede Yüce Allah, “kendisine ortak koşulmasını affetmeyeceğini, bunun dışında kalan günahları affedebileceğini” bildirmektedir.


Din ıstılahında “şirk”; Yüce Allah’ın
(Celle celaluhu)İlâh ve Rab oluşunda, ortağı, benzeri ve eşi olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Yapılan ibadetlerde Allah’tan(Celle celaluhu)başkasını gözetme ve gösteriş yapmak (riya) da şirktir. Hz. Muhammed(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in peygamber gönderildiği Mekke ve civarında yaşayan insanların büyük çoğunluğu Allah’ın varlığını, yaratıcı ve rızık verici olduğunu kabul ediyor (Zuhruf, 87), fakat kendilerini Allah’a yaklaştırır ve şefaatçi olur (Zümer, 3, 42) inancıyla putlara tapıyorlardı. (Necm, 19–23) "İlahları bir tek ilah mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey” (Sâd, 5) diyorlardı.


“Allah
(Celle celaluhu), kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bunun dışında kalan günahları ise dilediği kimseler için bağışlar” cümlesi ile hangi mesaj verilmektedir? Ayeti nasıl anlamalıyız? Şirkin dışında mesela “inkâr ve münafıklık etmeyi, ayetleri yalanlamayı” affeder mi? Kur’an-ı Kerim’e bütün olarak baktığımız zaman, Allah’ın(Celle celaluhu)tövbe edildiği zaman dünyada küçük-büyük bütün günahları affedebileceğini, ancak “müşrik”, “kâfir” ve “münafık” olarak ölen kimseleri affetmeyeceğini öğreniyoruz. Şu ayetler bu gerçeğin açık delilidir:


“Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.” (Nisa, 116)

“İnkâr eden ve (insanları) Allah yolundan alıkoyan, sonra da inkârcılar olarak ölenler var ya, Allah onları asla bağışlamayacaktır.” (Muhammed, 34)

“Onlar (münafıklar) için ister bağışlanma dile ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Rasulünü inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah fasık topluluğu doğru yola iletmez.” (Tevbe, 80; Münafikun, 6)

“Kim Allah’a ortak koşarsa artık Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir.” (Mâide, 72)

Affedici ve çok bağışlayıcı olmak (Hac, 60; Sâd, 66), Allah’ın
(Celle celaluhu)en önemli nitelikleri arasında yer alır.

 Buna mukabil çok zalim, çok cahil ve çok nankör olan insan; (Ahzab, 72; Şûra, 48) nefsine, şeytana ve ahlaken kötü insanların telkinlerine uyarak veya mal-mülk kazanma hırsına kapılarak günah işleyebilir. Dünya hayatında imtihan hâlinde olan insan (Mülk, 2); hayra ve şerre, hakka ve batıla, iyiye ve kötüye, günaha ve sevaba yönelebilecek yetenekte yaratılmıştır. (Şems, 7-8)

Sevap ve günah olan şeyleri yapabilecek özellikte yaratılan insanın iyi ve sevap olan şeyleri yapması, kötü ve günah olan şeylerden sakınması için kendisine akıl ve muhakeme başta olmak üzere birçok yetenek verilmiş, peygamber ve kitaplarla rehberlik edilmiştir. (Beled, 10; İnsan, 3)


Yüce Allah
(Celle celaluhu), kullarını iman edip etmemekte özgür bırakmakla (Kehf, 29; İnsan, 3) birlikte merhameti gereği kullarının iman edip kurtuluşa ermelerini ister, inkâr ve isyan etmelerini istemez: “Eğer inkâr ederseniz şüphesiz ki Allah, sizin iman etmenize muhtaç değildir. Fakat Allah kullarının inkâr etmelerine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur.” (Zümer, 7)

“Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kim de (iman edip) salih amel işlerse, ancak kendileri için (cennette yer) hazırlamış olur. Bu hazırlığı Allah’ın; iman edip salih amel işleyenleri kendi lütfundan mükâfatlandırması için yaparlar. Şüphesiz Allah, inkâr edenleri sevmez.”
(Rum, 44-45) anlamındaki ayetlerde Yüce Allah 
(Celle celaluhu)'ın açıkça insanların inkâr etmelerine razı olmadığını, inkâr edenlerin kendi aleyhlerine yapmış olacaklarını bildirmektedir. Bu sebeple; “Nefsini (şirk, küfür, nifak ve isyandan) arındıran kimse kurtuluşa ermiştir. Nefsini bunlarla kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 9–10)

İnsanlar, yaratılışları gereği günah işleyebilirler. Dolayısıyla önemli olan hiç günah işlememek değil, günahta ısrar etmemektir. Âl-i İmrân suresinin 133. ayetinde cennetin muttakîler için hazırlandığı beyan edildikten sonra, 134. ve 135. ayetlerde muttakîlerin bazı nitelikleri bildirilmiştir. Bu özelliklerden biri de muttakîlerin bir günah işleyince hemen Allah’ı
(Celle celaluhu)hatırlayıp O’ndan af ve mağfiret dilemeleridir. Peygamberimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)de şöyle buyurmuştur: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz günah işlememiş olsaydınız Allah sizi yok eder, başka bir kavim getirirdi. Onlar günah işlerler, hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler, Allah da onların günahlarını bağışlar.” (Müslim, Tevbe, 11)

“Âdemoğlunun hepsi günahkârdır. Günah işleyenlerin en hayırlıları ise tövbe edenleridir. (İbn Mâce, Zühd, 30)

Ayet ve hadislerden açıkça anlaşılıyor ki insanlar günah işleyebilirler. İnsanların bu durumlarına karşı Yüce Allah
(Celle celaluhu), tövbe kapısını sonuna kadar açmış ve günah işleyen kullarının tövbe etmelerini istemiştir: “Ey müminler! Hep birlikte tövbe ediniz, ta ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur, 31)

“Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlerine koyar.” (Tahrîm, 8)

Yüce Allah
(Celle celaluhu), günah işleyen kullarının Allah’ın af ve merhametinden ümit kesmemelerini istemektedir: “(Ey Peygamberim!) De ki, “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü o, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Zümer, 53)

“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra ona tövbe edin. Şüphesiz Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir.” (Hûd, 90) 


“Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır.” (Nuh, 10)

“Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlama dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.” (Nisa, 110)

Ayetlerden anlaşılacağı üzere Yüce Allah
(Celle celaluhu), ısrarla kullarından tövbe ve istiğfar etmelerini istemekte ve kendisinin çok bağışlayan, çok merhamet eden ve çok seven olduğunu bildirmektedir. Tövbe ve istiğfar emrinden sonra “Rahîm”, “Ğafûr”, “Ğaffâr” ve “Vedûd” isimlerinin zikredilmesi çok anlamlıdır. Bu isimler, Allah’ın(Celle celaluhu)kendisine yönelen kullarını boş çevirmeyeceğini, dilek ve isteklerini kabul edeceğini, merhametinin, bağışlamasının ve sevgisinin çokluğunu bildirmeye yönelik olarak zikredilmiştir. Dolayısıyla Allah(Celle celaluhu), kullarını tövbe ve istiğfara teşvik etmektedir.

Sahabeden Ebu Zer
(radıyallahu anh), Peygamberimizin(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Rabbinden şöyle rivayette bulunduğunu bildirmiştir: “Ey Kullarım! Siz gece ve gündüz günah işliyorsunuz. Ben günahların hepsini bağışlarım. Bu sebeple benden af ve mağfiret isteyin ki sizi bağışlayayım.” (Müslim, Birr, 54)

“Ey kullarım! Benim koruduğum kimse hariç hepiniz günahkârsınız. Bu sebeple benden bağışlanma isteyiniz ki sizi bağışlayayım. Sizden kim Benim bağışlamaya kadir olduğumu bilir ve Benden kudretimle bağışlanma dilerse onu bağışlarım.” (İbn Mâce, Zühd, 30)

Bu hadisler hem insanların her zaman günah işleyebileceklerini hem de Allah’ın
(Celle celaluhu)af ve mağfiretinin çokluğunu, kulun Allah’a yönelmesi hâlinde gece-gündüz her zaman ve her mekânda onu bağışlayabileceğini beyan etmektedir. Bu itibarla günah işleyen insan, işlediği günah ne kadar çok ne kadar büyük olursa olsun günahlarına şartlarına uygun tövbe eder ve Allah’tan af ve mağfiret dilerse Allah(Celle celaluhu)onu bağışlar. Dünyada Allah’ın(Celle celaluhu)affetmediği hiçbir günah yoktur. İster şirk, nifak, ayetleri yalanlama ve alay gibi inkâr olan günahlar olsun; ister içki, kumar, zina, hırsızlık, yalan ve gıybet gibi haramlar olsun; isterse namaz, oruç, hac, zekât ve zikir gibi farzları terk etmek olsun, tövbe edildiği zaman Allah kulunu bağışlar.

 İnkârın tövbesi iman etmek,
isyanın tövbesi; günaha pişmanlık duyup Allah ve peygambere itaate başlamak, hayat tarzını İslam’a uygun hâle getirmek, salih ameller işlemek, haram ve günahlardan sakınmaktır. Kul hakkı içeren günahlardan kurtulabilmek için ayrıca hak sahibine hakkını ödemek ve helallik almak gerekir.

Günahlara tövbe etmekte acele edilmesi, hayatta iken ve ölüm ile burun buruna gelmeden önce tövbe edilmesi gerekir. Çünkü ölümle karşı karşıya kalındığı anda artık tövbe kabul edilmez: “Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah bunların tövbelerini kabul eder. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa (makbul) tövbe, günahları işleyip işleyip nihayet ölüm kendisine gelip çatınca, "İşte ben şimdi tövbe ettim" diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır. (Nisa, 17-18)

Ayetin “Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” cümlesi ile şirkin büyük günah ve iftira olduğu bildirilmiştir. Çünkü Allah
(Celle celaluhu)tektir, eşi ve benzeri yoktur. Allah’tan başka bir insanı veya başka bir varlığı ilâh kabul eden kimse yalan söylemiş, iftira etmiş ve kendisine zulmetmiş olur. “Şirk, hiç şüphesiz büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13)

Sonuç olarak; tahlil etmeye çalıştığımız Nisa suresinin 48. ayeti, Yüce Allah’ın şirk gibi inkâr olan günahları tövbe etmeden bağışlamayacağını, diğer günahları bağışlayabileceğini beyan etmektedir. Tövbe edildiği zaman Allah
(Celle celaluhu), dünyada şirk dâhil bütün günahları bağışlar. Allah kâfir, müşrik ve münafık olarak ölenleri ise ahirette asla bağışlamaz. Bu kimseler cehenneme atılır ve burada ebedî olarak kalırlar. Mümin olarak ölen ancak büyük günahı bulunan kimsenin hâli Allah-u Teala'ya kalır. Allah-u Teala, ahirette kul hakları hariç diğer günahları dilerse affedebilir. Eğer affetmezse günahı nispetinde günahkâr mümini cehennemle cezalandırır, sonra cehennemden çıkartır ve mümin olmanın mükâfatı olarak cennete koyar. (Buharî, İman, 13, No: 22) Kul hakkı ihlâl eden müminin, dünyada hak sahibine hakkını ödemesi veya hak sahibinden helâllik dilemesi gerekir. Çünkü Allah(Celle celaluhu), kul hakkını helal etmez. Ahirette kısaslaşma olur. Kul hakkı ihlâl eden kimsenin sevaplarından alınır, hak sahibine verilir. Sevapları biterse hak sahibinin hakkı nispetinde günahı alınır, kul hakkı ihlâl eden kimsenin boynuna yüklenir ve böylece bu kimse “müflis” durumuna düşer ve cehenneme atılır. (Müslim, Birr, 59) Peygamberimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem); “Kim bir Müslüman’ın hakkını gasp edip alırsa, Allah onu cehennemle cezalandırmayı gerekli kılar ve ona cenneti haram kılar.” Bir sahabînin “Basit bir şey olsa da mı ey Allah’ın Elçisi!” diye sorması üzerine, “Erak (misvak) ağacından bir dal alsa bile” (Müslim, İman, 218) buyurarak kul hakkının önemine vurgu yapmış ve Allah’ın(Celle celaluhu)kul hakkını affetmeyeceğini beyan etmiştir.

Not: Bu yazı, Diyanet Avrupa Aylık Dergi Kasım 2010 sayısında yayınlanmıştır.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

10 Ekim 2015 Cumartesi

550.KİTAP,MİZAN ve DEMİR-Faruk Beşer


Çok güzel bir yazı. Okumanızı tavsiye ederim.

"... mutlak doğruyu ve yanlışı, güzeli ve çirkini, iyiyi ve kötüyü bize öğreten Allah'tır. Ama O bunların detaylarını kullarına bırakmış, onlara akıl ve irade vermiş, ayrıca doğruyu bulmalarında yardımcı olsun diye içlerine vicdan ve hayâ gibi hassas alıcılar koymuştur. O halde insan ahlakın temel unsurlarını ancak Kitap'tan ve onun uygulayıcısı olan Peygamberden öğrenir.

İkinci olarak insanda bir bakıma vahyin temsilcisi olan akıl, vahye bağlı olarak bazı şeylerin iyiliğini ya da kötülüğünü, güzelliğini ya da çirkinliğini anlayabilir. Bir halife olarak yarattığı insana Allah bu özelliği, ya da kerameti vermiştir.
Üçüncü olarak insanın içinde yaradılıştan varolan vicdan ve haya gibi ilahi programlar, birer müeşşir/indikatör gibi ona iyiyi, güzeli ve doğruyu bir nebze hissettirebilirler.

Hz. Peygamber'in şu muhteşem hadisi şerifi bize hayâ programının bu etkisini anlatır: “Bütün peygamberlerden beri gelen bir sözdür ki, utanmıyorsan dilediğini yapabilirsin” (Buhari). Yine der ki,..."


Yazının tamamı için:



8 Ekim 2015 Perşembe

548.KUR'AN MEZARLIK KİTABI DEĞİLDİR-Hayrettin Karaman


"...Peygamberimize (s.a.) her vesile ile salâtu selam okumak güzel, bunda ecir var, bu sayede O Allah sevgilisi, rahmet madeni, varlığın iftiharı ile bağı canlı tutmak, hatta anında cevap almak saadeti var, ancak salâyı yalnız veya daha çok ölüm ilanlarının önünde okumak niye? Bunu kim çıkarmış, bu bid'atı kim yaymış, bu çirkinliğe niçin razı olalım?!

...Salâyı ölüm ilanına bağlayıp asıl bağlamından, mana ve maksadından kopardıkları gibi Kur'an-ı Kerim'i de hayat kitabı olmaktan çıkarıp mezarlık kitabı haline getirdiler....

...Peygamberimiz Kur'an-ı Kerim'i kabirlerde okumuş mu? Hayır. Sahabe okumuş mu? Hayır. Müctehidler okumuş mu? Hayır.
Nerede ve niçin okumuşlar?
Her yerde, Allah'ın bize ne dediğini duyurmak ve anlatmak için, duyduklarımız ve anladıklarımızı hayatımıza uygulamak için, onu ölülerin değil, dirilerin kitabı ve hayat kılavuzu yapmak için okumuşlar.
Yeter artık bu bid'atı kaldıralım..."


Yazının tamamı için:
http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/kuran-mezarlik-kitabi-degildir-2022040

7 Ekim 2015 Çarşamba

547.NETİCE ve Muhammed Abduh’un Melek Tasavvurunun Tenkidi-4-İhsan Şenocak

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Netice

Sahabe, tebliğden önce temsil etti, yaşadıklarını rivayet etti. Halleriyle konuştular. “Saadet Asrını”, hususi renkleriyle bozmadan sonraki zamanlara taşıdılar. İnsanlar Allah Rasulü’nü (s.a.v.) onlar vesilesiyle tanıdı. Fıkıh, Tefsir, Kelam… sahabenin rivayet ettiği Kur’an ve Sünnet’ten neşet etti. Allah Rasulü’nün (s.a.v.) talebeleri addedilmeleri ve medeniyetin taşıyıcıları olmaları adaletlerinin araştırılmadan kabul edilmesine gerekçe oldu. 


Eğer rivayetlerini kabul etme noktasında tereddüt olsaydı, İslam “Saadet Asrı” ile sınırlandırılmış, sonraki yıllara taşınmamış olurdu.

Ebu Zür’a er-Razi diyor ki: “Allah Rasülü’nün (s.a.v.) ashabından herhangi birine kem gözle bakan bir adam gördüğünde anla ki o zındıktır. Zira Rasül haktır. Kur’an haktır. Rasül’ün getirdiği de haktır. Bunların tamamını bize ileten ise ashaptır. İşte bu zındıklar Kur’an ve Sünnet’i geçersiz kılabilmek için şahitlerimizi cerh etmek istiyorlar. Gerçekte ise sapık olduklarından dolayı cerh edilmek onlara yaraşır.”[45]

İslam’ı ideolojik okuma hastalığına mübtela olanlar tarih boyu Peygamberi reddetmeye cesaret edemediklerinden sahabeye yönelmişlerdir. Nitekim İslam düşünce tarihine bakıldığında sahabeyi en sert tenkit edenlerin başında Sünnet ve Cemaat anlayışına muhalif mezhep ya da kişiler gelmektedir. Mu’tezili Nazzam’ın Hz. Ömer’in imanını sorgulaması, Ebu Hureyre’yi yalancılıkla itham etmesi, Şia’nın on kadar sahabi dışında ilk kuşak müslümanların neredeyse tamamını irtidat etmekle itham etmesi, bu babta akla gelen ilk hususlardandır. Ehl-i Sünnet karşıtları savundukları görüşlere, Peygamber’den rivayet ettikleri hadislerle karşı duran sahabeyi ta’n ederek önlerini açmaya çalışmışlardır. İslam ile alakalı her meseleyi “yeniden” ele almayı asıl dava kabul eden modernistler önünde de hala en büyük engel sahabedir.

Sahabenin cerh edilmesi, İslami literatürde tashihi gayri kabil öylesine büyük gedikler açacaktır ki, sağlam senetlerle rivayet edilen bir çok hadis reddedilecek, onlar üzerine bina edilen Fıkıh, Kelam gibi İslami disiplinler arşive kaldırılacaktır.

***
Cemel, Sıffın gibi hâdiseler içerisinde yer almış ya da uzlete çekilmiş olsun Ashabın tamamı adildir. Bu hususta icma vardır.[46] Ümmetin muhaddisinden müfessirine, mütekellimininden fukahasına bütün alimlerin adil olduklarına icma ettikleri ashap hakkında Harici, Rafizi, Mu’tezili kimliğe sahip fırka mensuplarının cerh edici ifadeler kullanmaları ilmi olmaktan fevkalede uzaktır.

Şayet Kur’an ve Sünnet’in sahabenin adaletine dair kat’i beyanları olmamış olsaydı yine de onları ta’dil etmek gerekirdi. Çünkü hicretleri, cihatları, Allah yolunda mal ve canlarını feda etmeleri, kalplerindeki itminanın muazzam derinliği, adaletlerinin kemaline işaret etmektedir.

Allah sahabeden; sahabe de Allah’tan razı olmuş, İlahi rızaya muhatap olmaları doğruluklarına, doğrulukları da sünneti olduğu gibi rivayet ettiklerine tanıklık etmekte. Hâdise bu iken insanlardan ashabı ta’dil etmelerini talep etmek fuzuli bir ameliye olur. Zira Allah ve Rasülü’nün (s.a.v.) tezkiyesinden sonra söylenecek her söz zaittir. Ulema cephesinden gelen mütaalalar ise nakledilenleri beşer idrakiyle teyitten ibarettir. Bu makalede, bu çerçevede telakki edilmelidir.

Sahabe ile hesaplaşan fırkaların bir çoğu bu gün sadece mezhep tarihi kitaplarında yaşamaktadır. Müsteşriklerin yoğun baskısı altında şekillenen modernistlerin akibeti de seleflerinden farklı olmayacaktır. Allah ve Rasulü’nün (s.a.v.) ta’dil ettiği, Kur’an ve Sünnet’i sonraki kuşaklara tebliğ etme görevini verdiği sahabe ise manevi şahsiyetler olarak sonsuza kadar konuşmaya devam edecektir.

Haşiye

Muhammed Abduh’un Melek Tasavvurunun Tenkidi

İstitrat kabilinden konuyla alakalı bir hususun beyanını zaruri görüyorum. Modern İslam Düşüncesi’nin üç atlısından ortancası olan Muhammed Abduh, meleklerin sahabi olup-olmaması bahsini farklı bir mecraya çekerek meleklerin varlık sahibi olmalarını reddetmektedir. Ona göre melekler ve şeytanlar insanların ruhlarına ulaşan soyut varlıklardır. Dolayısıyla cismani suretlere bürünmeleri mümkün değildir. Eğer böyle olsaydı insanlar onların varlıklarını hisseder ve nerede yaşadıklarını tespite imkan bulurlardı.[47]

Abduh, bu te’viliyle meleklerin varlığını insanların anlayış seviyelerine indirgediğini düşünmektedir. Nitekim talebesi Reşid Rıza, Hocasının te’villerinin bir çok insanın hidayetine vesile olduğunu iddia etmektedir.[48] Ne var ki hiç kimse birilerinin hidayetine delalet etmek için İslam’ın sarahaten beyan ettiği hususları te’vil yoluyla inkar etme hakkına sahip değildir. Sonra ayetlerin yanlış te’vili münkirin hidayetine değil, onları yanlış te’vil eden müminin inkarına neden olur.

Gayb aleminde olan ve olmaya devam eden nice hâdiseler vardır ki insan, aklıyla onların hakikatine ulaşmaktan acizdir. Bu acziyete rağmen onlar vardır ve varlıklarının isbatı inkari hiçbir te’vile muhtaç değildir. Yani köre renk gösterme gayreti nafile bir uğraştır. Zira kör inkar etse de renkler vardırlar.

Abduh’un göremediği ve bu yüzden varlıklarını insanların ruhlarına ulaşan ilhamlar olarak te’vil ettiği melekleri görenler var: Makalede de nakledildiği gibi Allah Rasulü (s.a.v.) Cebrail’i asıl suretinde iki defa görmüştür. A’rabi şeklinde peygamber meclisine gelen meleğe tanıklık eden bir çok sahabi mevcut.[49]

Hz Musa’ya “Biz Allah’ı açıkça görmeden sana inanmayız.”[50] diyen Yahudilerle bu gün paralel düşünen milyonlarca ateist var diye müslümanların İslam’ın menfaati adına Cenab-ı Hakk’ı, O’nun varlığına halel getirecek ifadelerle anlatmaları masumane bir ameliye olarak görülebilir mi?! Böyle bir ameliye içerisinde olanların küfre girdiklerini söyleyenler, aynı cevabı benzer kararlılıkla arza mecburdurlar.

Tarih boyu mücerret aklın talepleri bitip-tükenmemiştir. Her millet, iman etmek için farklı taleplerde bulunmuştur. Peygamberlere kabili ne mümkün tekliflerle gelmişlerdir. “Onlar, ’Sen dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Veya, senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akmalı. Yahut iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah’ı ve melekleri (söylediklerinin doğruluğuna) şahit getirmelisin. Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayacağız. De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben sadece beşer bir elçiyim.”[51]

Müşriklerin talepleri “mutlak hakikat”in sunum şekline etki edememiş, her şeye rağmen peygamberler hakikati insanlara göre değil, insanları hakikate göre değerlendirmeye devam etmişlerdir. Bu yüzden hakim ideolojiler tarafından anlaşılamamakla itham edilmişlerdir[52]

Meleklerin var oluşları Kur’an Sünnet ve icma ile sabittir. Buna rağmen inkarda ısrar etmek ya da kabulü ne mümkün te’villerde bulunmak imanı sarsar. Sarsıntının ne derece olduğu ise yarın mahşerde zahir olacaktır.


İhsan Şenocak

Dipnotlar:


[45] İbn Esir, a.g.e., I, 23.
[46] İbn Hacer, İsabe, I, 25.
[47] Reşit Rıza, Tefsiru’l-Menar, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, I, 267 – 273.
[48] Reşid Rıza, a.g.e., I, 269.
[49] Abdulkerim Nevfan, Alemu’l-Cin fî Davi’l-Kitabi ve’s-Sünne, Dar-u İşbilya, Riyad, 1999, s.122.
[50] Kur’an, Bakara(2): 55.
[51] Kur’an, İsra(17): 90-93.
[52] Kur’an, Hud(11): 91.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR