11 Ekim 2015 Pazar

551.ALLAH-U TEALA'nın AFFETMEDİĞİ KİMSELER

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


“Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan günahları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” (Nisa, 48)


Ayet-i kerimede Yüce Allah, “kendisine ortak koşulmasını affetmeyeceğini, bunun dışında kalan günahları affedebileceğini” bildirmektedir.


Din ıstılahında “şirk”; Yüce Allah’ın
(Celle celaluhu)İlâh ve Rab oluşunda, ortağı, benzeri ve eşi olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Yapılan ibadetlerde Allah’tan(Celle celaluhu)başkasını gözetme ve gösteriş yapmak (riya) da şirktir. Hz. Muhammed(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in peygamber gönderildiği Mekke ve civarında yaşayan insanların büyük çoğunluğu Allah’ın varlığını, yaratıcı ve rızık verici olduğunu kabul ediyor (Zuhruf, 87), fakat kendilerini Allah’a yaklaştırır ve şefaatçi olur (Zümer, 3, 42) inancıyla putlara tapıyorlardı. (Necm, 19–23) "İlahları bir tek ilah mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey” (Sâd, 5) diyorlardı.


“Allah
(Celle celaluhu), kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bunun dışında kalan günahları ise dilediği kimseler için bağışlar” cümlesi ile hangi mesaj verilmektedir? Ayeti nasıl anlamalıyız? Şirkin dışında mesela “inkâr ve münafıklık etmeyi, ayetleri yalanlamayı” affeder mi? Kur’an-ı Kerim’e bütün olarak baktığımız zaman, Allah’ın(Celle celaluhu)tövbe edildiği zaman dünyada küçük-büyük bütün günahları affedebileceğini, ancak “müşrik”, “kâfir” ve “münafık” olarak ölen kimseleri affetmeyeceğini öğreniyoruz. Şu ayetler bu gerçeğin açık delilidir:


“Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.” (Nisa, 116)

“İnkâr eden ve (insanları) Allah yolundan alıkoyan, sonra da inkârcılar olarak ölenler var ya, Allah onları asla bağışlamayacaktır.” (Muhammed, 34)

“Onlar (münafıklar) için ister bağışlanma dile ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Rasulünü inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah fasık topluluğu doğru yola iletmez.” (Tevbe, 80; Münafikun, 6)

“Kim Allah’a ortak koşarsa artık Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir.” (Mâide, 72)

Affedici ve çok bağışlayıcı olmak (Hac, 60; Sâd, 66), Allah’ın
(Celle celaluhu)en önemli nitelikleri arasında yer alır.

 Buna mukabil çok zalim, çok cahil ve çok nankör olan insan; (Ahzab, 72; Şûra, 48) nefsine, şeytana ve ahlaken kötü insanların telkinlerine uyarak veya mal-mülk kazanma hırsına kapılarak günah işleyebilir. Dünya hayatında imtihan hâlinde olan insan (Mülk, 2); hayra ve şerre, hakka ve batıla, iyiye ve kötüye, günaha ve sevaba yönelebilecek yetenekte yaratılmıştır. (Şems, 7-8)

Sevap ve günah olan şeyleri yapabilecek özellikte yaratılan insanın iyi ve sevap olan şeyleri yapması, kötü ve günah olan şeylerden sakınması için kendisine akıl ve muhakeme başta olmak üzere birçok yetenek verilmiş, peygamber ve kitaplarla rehberlik edilmiştir. (Beled, 10; İnsan, 3)


Yüce Allah
(Celle celaluhu), kullarını iman edip etmemekte özgür bırakmakla (Kehf, 29; İnsan, 3) birlikte merhameti gereği kullarının iman edip kurtuluşa ermelerini ister, inkâr ve isyan etmelerini istemez: “Eğer inkâr ederseniz şüphesiz ki Allah, sizin iman etmenize muhtaç değildir. Fakat Allah kullarının inkâr etmelerine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur.” (Zümer, 7)

“Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kim de (iman edip) salih amel işlerse, ancak kendileri için (cennette yer) hazırlamış olur. Bu hazırlığı Allah’ın; iman edip salih amel işleyenleri kendi lütfundan mükâfatlandırması için yaparlar. Şüphesiz Allah, inkâr edenleri sevmez.”
(Rum, 44-45) anlamındaki ayetlerde Yüce Allah 
(Celle celaluhu)'ın açıkça insanların inkâr etmelerine razı olmadığını, inkâr edenlerin kendi aleyhlerine yapmış olacaklarını bildirmektedir. Bu sebeple; “Nefsini (şirk, küfür, nifak ve isyandan) arındıran kimse kurtuluşa ermiştir. Nefsini bunlarla kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 9–10)

İnsanlar, yaratılışları gereği günah işleyebilirler. Dolayısıyla önemli olan hiç günah işlememek değil, günahta ısrar etmemektir. Âl-i İmrân suresinin 133. ayetinde cennetin muttakîler için hazırlandığı beyan edildikten sonra, 134. ve 135. ayetlerde muttakîlerin bazı nitelikleri bildirilmiştir. Bu özelliklerden biri de muttakîlerin bir günah işleyince hemen Allah’ı
(Celle celaluhu)hatırlayıp O’ndan af ve mağfiret dilemeleridir. Peygamberimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)de şöyle buyurmuştur: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz günah işlememiş olsaydınız Allah sizi yok eder, başka bir kavim getirirdi. Onlar günah işlerler, hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler, Allah da onların günahlarını bağışlar.” (Müslim, Tevbe, 11)

“Âdemoğlunun hepsi günahkârdır. Günah işleyenlerin en hayırlıları ise tövbe edenleridir. (İbn Mâce, Zühd, 30)

Ayet ve hadislerden açıkça anlaşılıyor ki insanlar günah işleyebilirler. İnsanların bu durumlarına karşı Yüce Allah
(Celle celaluhu), tövbe kapısını sonuna kadar açmış ve günah işleyen kullarının tövbe etmelerini istemiştir: “Ey müminler! Hep birlikte tövbe ediniz, ta ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur, 31)

“Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlerine koyar.” (Tahrîm, 8)

Yüce Allah
(Celle celaluhu), günah işleyen kullarının Allah’ın af ve merhametinden ümit kesmemelerini istemektedir: “(Ey Peygamberim!) De ki, “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü o, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Zümer, 53)

“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra ona tövbe edin. Şüphesiz Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir.” (Hûd, 90) 


“Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır.” (Nuh, 10)

“Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlama dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.” (Nisa, 110)

Ayetlerden anlaşılacağı üzere Yüce Allah
(Celle celaluhu), ısrarla kullarından tövbe ve istiğfar etmelerini istemekte ve kendisinin çok bağışlayan, çok merhamet eden ve çok seven olduğunu bildirmektedir. Tövbe ve istiğfar emrinden sonra “Rahîm”, “Ğafûr”, “Ğaffâr” ve “Vedûd” isimlerinin zikredilmesi çok anlamlıdır. Bu isimler, Allah’ın(Celle celaluhu)kendisine yönelen kullarını boş çevirmeyeceğini, dilek ve isteklerini kabul edeceğini, merhametinin, bağışlamasının ve sevgisinin çokluğunu bildirmeye yönelik olarak zikredilmiştir. Dolayısıyla Allah(Celle celaluhu), kullarını tövbe ve istiğfara teşvik etmektedir.

Sahabeden Ebu Zer
(radıyallahu anh), Peygamberimizin(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Rabbinden şöyle rivayette bulunduğunu bildirmiştir: “Ey Kullarım! Siz gece ve gündüz günah işliyorsunuz. Ben günahların hepsini bağışlarım. Bu sebeple benden af ve mağfiret isteyin ki sizi bağışlayayım.” (Müslim, Birr, 54)

“Ey kullarım! Benim koruduğum kimse hariç hepiniz günahkârsınız. Bu sebeple benden bağışlanma isteyiniz ki sizi bağışlayayım. Sizden kim Benim bağışlamaya kadir olduğumu bilir ve Benden kudretimle bağışlanma dilerse onu bağışlarım.” (İbn Mâce, Zühd, 30)

Bu hadisler hem insanların her zaman günah işleyebileceklerini hem de Allah’ın
(Celle celaluhu)af ve mağfiretinin çokluğunu, kulun Allah’a yönelmesi hâlinde gece-gündüz her zaman ve her mekânda onu bağışlayabileceğini beyan etmektedir. Bu itibarla günah işleyen insan, işlediği günah ne kadar çok ne kadar büyük olursa olsun günahlarına şartlarına uygun tövbe eder ve Allah’tan af ve mağfiret dilerse Allah(Celle celaluhu)onu bağışlar. Dünyada Allah’ın(Celle celaluhu)affetmediği hiçbir günah yoktur. İster şirk, nifak, ayetleri yalanlama ve alay gibi inkâr olan günahlar olsun; ister içki, kumar, zina, hırsızlık, yalan ve gıybet gibi haramlar olsun; isterse namaz, oruç, hac, zekât ve zikir gibi farzları terk etmek olsun, tövbe edildiği zaman Allah kulunu bağışlar.

 İnkârın tövbesi iman etmek,
isyanın tövbesi; günaha pişmanlık duyup Allah ve peygambere itaate başlamak, hayat tarzını İslam’a uygun hâle getirmek, salih ameller işlemek, haram ve günahlardan sakınmaktır. Kul hakkı içeren günahlardan kurtulabilmek için ayrıca hak sahibine hakkını ödemek ve helallik almak gerekir.

Günahlara tövbe etmekte acele edilmesi, hayatta iken ve ölüm ile burun buruna gelmeden önce tövbe edilmesi gerekir. Çünkü ölümle karşı karşıya kalındığı anda artık tövbe kabul edilmez: “Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah bunların tövbelerini kabul eder. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa (makbul) tövbe, günahları işleyip işleyip nihayet ölüm kendisine gelip çatınca, "İşte ben şimdi tövbe ettim" diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır. (Nisa, 17-18)

Ayetin “Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” cümlesi ile şirkin büyük günah ve iftira olduğu bildirilmiştir. Çünkü Allah
(Celle celaluhu)tektir, eşi ve benzeri yoktur. Allah’tan başka bir insanı veya başka bir varlığı ilâh kabul eden kimse yalan söylemiş, iftira etmiş ve kendisine zulmetmiş olur. “Şirk, hiç şüphesiz büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13)

Sonuç olarak; tahlil etmeye çalıştığımız Nisa suresinin 48. ayeti, Yüce Allah’ın şirk gibi inkâr olan günahları tövbe etmeden bağışlamayacağını, diğer günahları bağışlayabileceğini beyan etmektedir. Tövbe edildiği zaman Allah
(Celle celaluhu), dünyada şirk dâhil bütün günahları bağışlar. Allah kâfir, müşrik ve münafık olarak ölenleri ise ahirette asla bağışlamaz. Bu kimseler cehenneme atılır ve burada ebedî olarak kalırlar. Mümin olarak ölen ancak büyük günahı bulunan kimsenin hâli Allah-u Teala'ya kalır. Allah-u Teala, ahirette kul hakları hariç diğer günahları dilerse affedebilir. Eğer affetmezse günahı nispetinde günahkâr mümini cehennemle cezalandırır, sonra cehennemden çıkartır ve mümin olmanın mükâfatı olarak cennete koyar. (Buharî, İman, 13, No: 22) Kul hakkı ihlâl eden müminin, dünyada hak sahibine hakkını ödemesi veya hak sahibinden helâllik dilemesi gerekir. Çünkü Allah(Celle celaluhu), kul hakkını helal etmez. Ahirette kısaslaşma olur. Kul hakkı ihlâl eden kimsenin sevaplarından alınır, hak sahibine verilir. Sevapları biterse hak sahibinin hakkı nispetinde günahı alınır, kul hakkı ihlâl eden kimsenin boynuna yüklenir ve böylece bu kimse “müflis” durumuna düşer ve cehenneme atılır. (Müslim, Birr, 59) Peygamberimiz(Sallallahü Aleyhi ve Sellem); “Kim bir Müslüman’ın hakkını gasp edip alırsa, Allah onu cehennemle cezalandırmayı gerekli kılar ve ona cenneti haram kılar.” Bir sahabînin “Basit bir şey olsa da mı ey Allah’ın Elçisi!” diye sorması üzerine, “Erak (misvak) ağacından bir dal alsa bile” (Müslim, İman, 218) buyurarak kul hakkının önemine vurgu yapmış ve Allah’ın(Celle celaluhu)kul hakkını affetmeyeceğini beyan etmiştir.

Not: Bu yazı, Diyanet Avrupa Aylık Dergi Kasım 2010 sayısında yayınlanmıştır.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hiç yorum yok: