19 Ağustos 2015 Çarşamba

514. 4 FORMÜL

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Yaptığımız işlere Allah-u Teala'nın değer vermesi için 4 Formül:

1. Yaptığın iş ihlaslı olacak; sadece ALLAH istedi diye yapacaksın.Başkasının yanında başka; yanlızken başka olmayacak.

2. Yaptığımız iş Resulullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve ashabının yaptığı iş olacak; Senin yaptığın veya icat ettiğin şeyle sevap kazanılmaz.

3. Dengeli iş yapacaksın. Gereken ve senin takatinle uyumlu olan bir iş olacak. Zor iş illa sevap olacak değildir.

4. Amellerimizi korumak zorundayız. Amellerimizden emin olmayacağız ama umudumuz arş-ı ala kadar olacak. Boynumuz bükük, günahlarımızı bilerek, itiraf ederek umut taşıyacağız.


Nureddin Yıldız Hoca'nın "Boş İşler" videosundan alıntıdır.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

16 Ağustos 2015 Pazar

513.SÜNNETE UYGUN İBADET-29-Kargaşa Ve Fitne Zamanında İbadetin Fazileti

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

1369. Ma'kil İbni Yesâr radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ortalık kargaşa içindeyken ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir."
[1]

* Fitne ve kargaşalıkların çoğaldığı dönemlerde müslümanın yine Allah'a kulluk ve ibadetini aynı tempoda devam ettirmesi çok zordur, böyle dönemlerde insanlar, ibadet ve kulluk görevlerini yerine getirmekten gafil olurlar, bundan dolayı peygamberimiz (s.a.v.) böyle zamanlarda ibadet ve taate aynı şekilde devamı becerebilen kimseler adeta bana hicret etmiş gibi sevap kazanırlar buyurmaktadır.

Yine başka bir hadiste de böyle fitne zamanlarında sünnete uyan kimselerin yüz şehid sevabı kazanacaklarını öğreniyoruz. Fitne zamanında meydana gelecek hadiseleri yine hadislerden öğrenmek gerekirse şöylece özetleyebiliriz:

Fitne zamanında din lafta kalır. 

Fitne zamanında eve ve dağa çekilmek gerekir. Fitne zamanında herkes kendi görüşünü beğenir, cehalet artar ve şaşkınlık meydana gelir.
 Fitne zamanında irtidat = dinden dönmeler çoğalır.
 Fitne zamanında öldürme hadiseleri artar. Fitne zamanında kişi kendisiyle ilgilenmeli, başkasının sapıklığının ona zarar vermemesi gerçeğini bilmelidir.[2] 
Fitne zamanı öldürmektense ölmeyi tercih etmenin gerektiği de bilinmelidir.
 Fitne zamanında ölüm istenir, ganimet helal sayılır.
 Fitne zamanı yalan ve zenginlik artar, ümmeti helak edecek belanın fitne olduğu hadis kitaplarımızda yazılıdır.[3]

sadakat.net/riyazus-salihin- 239) Kargaşa Ve Fitne Zamanında İbadetin Fazileti

[1] Müslim, Fiten 130. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 31; İbni Mâce, Fiten 14.
[2] Bkz. Maide: 5/105.
[3] Kütüb-ü Sitte Terc. 18/71.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 393.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

14 Ağustos 2015 Cuma

512.SÜNNETE UYGUN İBADET-28-Her Ay Üç Gün Oruç Tutmak

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

1261. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Dostum sallallahu aleyhi ve selllem bana şu üç şeyi; her ay üç gün oruç tutmayı, iki rek'at kuşluk (duhâ) namazı kılmayı ve uyumadan önce vitir namazını edâ etmeyi tavsiye etti.[1]

1262. Ebü'd–Derdâ radıyallahu anh şöyle dedi:

Sevgilim sallallahu aleyhi ve sellem bana, yaşadığım sürece asla terketmeyeceğim üç şeyi; her ay üç gün oruç tutmayı, kuşluk namazını kılmayı ve uyumadan önce vitir namazını eda etmeyi tavsiye etti.[2]

1263. Abdullah İbni Amr İbni'l–Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu:

"Her ay üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçla geçirmek demektir."[3]

* Bu hükümler her hayırlı işin en az on kat sevap ile değerlendirileceği esasına dayanır. [4]

1264. Muâze el–Adeviyye'den rivayet edildiğine göre kendisi, Hz. Âişe'ye:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, her ay üç gün oruç tutar mıydı? diye sordu. Âişe:

– Evet, dedi. Bu defa Muâze :

– Ayın hangi günlerinde tutardı? diye sordum, diyor. Âişe:
– Ayın hangi günlerinde tutacağına pek ehemmiyet vermezdi,
cevabını verdi.[5]

1265. Ebû Zer radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"(Ey Ebû Zer!) Ayda üç gün oruç tutacağın zaman, on üç, on dört ve on beşinci günleri tut."[6]

1266. Katâde İbni Milhân radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize eyyâm–ı bîz'da, ayın on üç, on dört ve on beşinde oruç tutmayı emretti.[7]

1267. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazarda ve seferde eyyâm–ı bizı oruçsuz geçirmedi.[8]

* Tavsiyesi ile yaptıkları arasında tam bir uyum olan Rasûlullah (s.a.v.)’ın nafile oruçlarla alakalı tavsiye ve yaptıkları böylece gözler önüne serilmiş oldu. Farzların yanı sıra yapılması gereken bu tür nafile ve tatavvu 
(Sözlükte "teberru" anlamına gelen tatavvu', dinî bir kavram olarak, farz ve vacip olmayan ibadetleri ifade etmektedir. Hanefîlere göre tatavvu', farz ve vaciplerin dışında meşru kılınan ibadet ve taatlardır. Nafile, mendûb, müstehab tatavvu'un kapsamına girmektedir.)ibadetlerle de kişi Allah’a yaklaşmaya ve sevabını artırmaya çalışmalıdır. [9]


sadakat.net/riyazus-salihin- 230) Her Ay Üç Gün Oruç Tutmak

[1] Buhârî, Savm 60; Teheccüd 33; Müslim, Müsâfirîn 85. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 7; Nesâî, Sıyâm 81, Kıyâmü'l–leyl 28.
1140’da geçmişti.
[2] Müslim, Müsâfirîn 86. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir.
[3] Buhârî, Savm 59 ; Müslim, Sıyâm 197. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 78, 82.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 367.
[5] Müslim, Sıyâm 194. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 70; Tirmizî, Savm 54; İbni Mâce, Sıyâm 29.
[6] Tirmizî, Savm 54. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 84.
[7] Ebû Dâvûd, Savm 68. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 84; İbni Mâce, Sıyâm 29.
[8] Nesâî, Sıyâm 70.
[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 367.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

511-SÜNNETE UYGUN İBADET-27-Pazartesi – Perşembe Orucu

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu iki bölümdeki on hadisten, Rasulullah’ın doğduğu, peygamber olduğu ve vahyin ilk geldiği günün Pazartesi olduğunu, amellerin Pazartesi ve Perşembe günleri Allah’a arzedildiğini, Rasulullah’ın her aydan üç gün oruç tutmayı, kuşluk ve vitir namazını tavsiye ettiğini ve bu üç günlük orucu herhangi bir günde tuttuğunu ve kameri ayların 13, 14, 15.’inde tutulmasını emrettiğini ve kendisinin de bizzat bu günlerde tuttuğunu öğreneceğiz. [1]

1258. Ebû Katâde radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e pazartesi günü oruç tutmanın fazileti soruldu. O da şöyle buyurdu:

"O gün, benim doğduğum, peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür."[2]

1259. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Pazartesi ve perşembe günleri ameller (Allah'a) arz olunur. Ben, oruçluyken amellerimin arz olunmasını isterim."[3]

1260. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pazartesi ve perşembe günleri orucuna özen gösterirdi.[4]

* Amellerin haftada iki sefer Allah’a arzolunduğu ve cennetin kapılarının da aynı günler açıldığı[5] gerçeğine dayanarak bu günleri oruçlu geçirmek nafile ibadetler cümlesinden olarak güzel görülmüştür. [6]
sadakat.net/riyazus-salihin- 229) Pazartesi – Perşembe Orucu

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 366.
[2] Müslim, Sıyâm 197, 198.
[3] Tirmizî, Savm 44. Ayrıca bk. Müslim, Birr ve's–sıla 36 (ancak burada oruçla ilgili kısım yer almamaktadır); Nesâî, Sıyâm 70.
[4] Tirmizî, Savm 44. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd 60; Nesâî, Sıyâm 70; İbni Mâce, Sıyâm 42.
[5] Müslim, Birr ve’s-Sıla, 35.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 366.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

12 Ağustos 2015 Çarşamba

510."NİYET"hadisi

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Mü'minlerin emîri Ebü Hafs Ömer ibni Hattab radıyallahu anh, Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim, dedi:

"Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah'a ve Resülü'ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah'a ve Resülü'ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir."[1]

Açıklamalar :

"Yapılan işler niyetlere göre değerlenir" hadisi, insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile yakından ilgili ve son derece önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebü Davud, Tirmizî, Darekutnî gibi büyük alimler, bu hadisle, İslamiyet'in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmam Şafiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. İmam Buharî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir.

Şimdi niyetin ne olduğunu görelim:
Niyet, bir işi Allah rızası için yapmayı kalbden geçirmektir. İş ya kalble, ya dille veya diğer organlarla yapılır. Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir. Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır.

Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazen başlı başına bir ibadet olur.

Ameller yani yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin malını meşru olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmesi de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile olur.

Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir.

Dil bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. Çünkü Allah Teala bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir.

Abdullah İbni Ömer'in alim ve zahid oğlu Medine'nin yedi fakihinden biri olan Salim, halife Ömer İbni Abdülaziz'e yazdığı mektupta şöyle demişti:

"Şunu iyi bil ki, Allah Teala'nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah'ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah'ın yardımı da o kadar azalır."

Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurguluyor: Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır. İnsanların takdir ve teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem de insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur. 


Yapılan işleri Allah katında değerli kılan bizim ihlas ve samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah rızası için yapmış olmamızdır. Mesela insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekat vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat gösterişi aklından geçirmeyen bir mü'minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği bir yerde namaz kılıp zekat vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle bir mü'min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış olur.

İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misalle ortaya koymuştur. Bu hadis-i şerife göre kıyamet gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teala ona ne yaptığını sorduğunda:

- Senin uğrunda çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat Cenab-ı Hak ona:
- Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur'an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.
- İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızanı kazanmak için Kur'an okudum, diyecek. Allah Teala ona:
- Yalan söyledin. İlmi, sana alim desinler diye öğrendin. Kur'anı ise, güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.


Hadis-i şerifin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, "cömert adam" desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir.[2]

Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır:
Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir. Mesela yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir.

Hadis-i şerifimizde "Kimin niyeti Allah'a ve Resülü'ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah'a ve Resülü'ne hicret sevabıdır" buyuruluyor. Hicret, bir şeyi terketmek demektir. Allah Teala'nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel manada hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz:

"Muhacir, Allah'ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir" buyurur.[3]

Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kafirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslam yurduna göçmek demektir. Hz. Peygamber ile ashabı, Mekke'den Medine'ye bu maksatla göçmüşlerdir. Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ue sellem'in söylemek istediği şudur:

Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece Allah'ın rızasını kazanmayı ve Resülullah'ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbul olmuştur; Allah ve Resulü'ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor görünse bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz. Bu gerçeği Allah Teala şöyle belirtmiştir:

"Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun ahirette bir nasibi olmaz". [4]

Bu hadis-i şerifin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu anlatılır:

Sahabîlerden biri, Ummü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine'ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahabîye, niyeti ciddi ise Medine'ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder. Mekke'deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o sahabî Ümmü Kays'la evlenmek arzusuyla Medine'ye hicret etmek zorunda kalır. Bu durumu bilen sahabîler, Ümmü Kays'ın muhaciri anlamında "Muhaciri Ümmü Kays" diye takıldıkları o zatın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadis-i şerifle meseleye açıklık getirerek herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir.

Hadisten Öğrendiklerimiz:

1. Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi niyetle başlamak gerekir.
2. Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu ayrıca dille söylemek şart değildir.
3. Allah rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap kazanılamaz.
4. İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için dini kullanmamalıdır.
5. İhlas, niyet sağlamlığı demektir.

http://www.enfal.de/hadisler/niyyet.htm

[1] Buharî, Bed'ü'1-vahy l, İman 41, Nikah 5, Menakıbu'l-ensar 45, İtk 6, Eyman 23, Hiyel l; Müslim, İmaret 155. Ayrıca bk. Ebü Davud, Talak 11; Tirmizî, Fezailü'l-cihad 16; Nesaî, Taharet 60; Talak 24, Eyman 19; İbni Mace, Zühd 26
[2] Müslim, İmare 152
[3] bk. 1569 nolu hadis
[4] Şura süresi (42), 20

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

509.Niyette çok iş var




“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Videoyu izlemenizi tavsiye ederim. Nureddin Hoca yine çok güzel örneklerle etkileyici bir şekilde anlatmış "niyet" konusunu.Vaktim yok diyorsanız aşağıdaki küçük notlardan faydalanabilirsiniz.

-Allah-u Teala, mümini yaptıklarına göre değil yapmak istediklerine göre değerlendiriyor. Bizim işlerimizden çok niyetlerimiz bizi cennet cehennemde tutuyor.Örneğin hacda yaptığımız tavafa göre değil tavafı yaparken ki kalbimizin hoplaması bizim niyetimizi gösteriyor.

-"Niyet"le içimizdeki kararları kasdediyoruz. Girersek inşallah cennete niyetlerimizle gireceğiz. Çocuğu hangi okulda okuttuğun veya hangi hafızlık kursuna verdiğin çok önemli değil. Anne hamile kaldığında onu Hz. Meryem gibi Allah'a adayıp adamadığın çok önemli. Senin niyetinde bu çocuğu ne yapmaya karar verdiğin önemli. O çocuk şarapçı bile olsa o öldüğünde sen şehit annesi/babası olarak yazılacaksın.Allah-u Teala, çocuğunu alim yapmak Kur'an ehli yapmak isteyen kararları görmek istiyor.

-Allah-u Teala, dilimizin ne dediğine bakmıyor yüreğinin ne düşündüğüne bakıyor.

- Allah'ı düşünen, niyetinde Allah'ın aradığı şeyler bulunan müslümanlar olmalıyız.

-Allah cc elin ne yaptığına değil, kafan o elle ne yapmak istediğine bakıyor.

-Allah'tan korkmayı düşünmek bile sevap. Bu günaha niye bulaşıyorum diyorsun sevap yazıyor Allah-u Teala.

-İstemek ile hayal etmek başka şeyler. İsteğimizi gerçekleştirmemizi istiyor Allah. Önce niyet edeceğiz sonra hazır vaziyette şartların oluşmasını bekliyeceğiz. Şartlar oluştuğu vakit hemen uygulayacağız.

-Allah cc niyetlerimize cennet veriyor.

-Yaptığınız ibadetler cennete girmenize yetmez buyuruyor.

-Sevdan herkese Kur'an öğretmekse bir kimseye öğretemesen bile o sevap yazılır sana.

“Mü’minin niyeti amellerinden daha hayırlıdır.” Hadis-i şerifinde buyrulduğu gibi insanın yaptığı ibadetlerden ziyade, bu ibadetleri ne niyetle yaptığı önemlidir. Niyeti samimi olmayan işler boş işlerdir.

Tek başına niyet, Sünnetullah gereği Ümmeti Muhammed’in kurtuluşu olamayacaktır. Çaresiz durumda olunduğunda niyet için gösterilen gayret, yüreklerde tutuşan sevda ve sızı şahit olacaktır. Allah sadece içini doldurmadan ağızdan çıkan sözlere değil yüreklerdeki samimiyete bakar.

Dünyayı imar edebilecek kapasitedeki insanın hedefini ve niyetini küçük tutması kendine yapabileceği en büyük zulümlerdendir. Mü’min okyanusu hedef almışken su damlacıklarının peşinde olamaz. Mü’min okyanusta yol almak için mücadele eden adamın adıdır.

Niyet Allah Teâlâ’nın rahmetinin tecellilerindendir ve insanın sonsuz hayatının akıbetini belirler niteliktedir.

“Desinler!” hastalığı, niyetteki samimiyetin bir numaralı düşmanıdır. “Kim ne der?” değil “Allah ne der?” bilincine sahip olunarak bu hastalığın önüne geçilebilir.

Mü’min imtihan yolculuğunda önüne çıkacak hedeflerini küçülten, moral kıran her ne engel varsa niyetiyle bunların üstesinden gelmelidir. Zira verilen kararlar, zihinlerde planlanan hedefler ve bunlar için tutuşan bir kalp Allah katındaki değeri belirler. Başarı Allah Teâlâ’nın elindedir. Müslüman’ın görevi bu hedef ve kararları için heyecanı diri tutarak ve ümitsizliğe düşmeden gayret etmektir.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

1 Ağustos 2015 Cumartesi

502.Sahih-i Buhâri Kitabını Tanıyalım (Hadis Kaynağı Olarak)


501.RABBİMİZİN cc 27.NASİHATI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar!

Siz nasıl oluyor da Allah'a isyan ediyorsunuz? Halbuki siz daha güneşin verdiği hararete feryat ediyorsunuz, cehennemin ateşine nasıl dayanacaksınız?

O cehennemin yedi tabakası vardır. İçindeki ateşin harareti birbirini yer.

Her bir tabakasında yetmiş bin ayrı ateş bölümü vardır. Her bölümde yetmiş bin bina vardır; her binada yetmiş bin ev vardır. Her evde, yetmiş bin kuyu vardır. Her kuyuda ateşten yetmiş bin tabut ve her tabutta ateşten yetmiş bin akrep vardır. Tabutların her birinin üstünde de yetmiş bin adet zakkum vardır.

Bu ağaçların her birinin altında ateşten yetmiş bin görevli ve her bir görevlinin emrinde ateşten yetmiş bin melek ile ateşten yetmiş bin koca yılan bulunmaktadır.

Bu ateşten yılanların boyu yetmiş bin zirâ-dır. Her bir yılanın karnında öldürücü siyah zehirden bir deniz bulunmaktadır.

Her bir akrebin bin tane kuyruğu vardır. Kuyruklardan her bir tanesinin boyu yetmiş bin zirâdır. Kuyruklarda yetmişer bin rıtl öldürücü zehir bulunur. 'Zâtıma, Tûr'a, yayılmış ince deri üzerinde yazılı kitaba (Kur'an'a), Beyt-i Ma'mur'a, yükseltilmiş göğe, dolan denize andolsun ki rabbinin azabı muhakkak vuku bulacaktır.' 
Tur 52/1-6.

Ey âdemoğlu! Ben bu ateşi ancak kâfir, kovucu, riyakâr, malının zekâtını vermeyen, zina eden, faiz yiyen, içki içen, yetimlere zulmeden, ölünün ardından dövünenler ile komşusuna eziyet eden ve işçi çalıştırdığı halde ücretini ödemeyenler için yarattım. 'Ancak tövbe edip iman ederek salih amel işleyenler müstesnadır.

İşte onlar, Allah'ın kötülüklerini iyiliklerle değiştireceği kimselerdir. Allah çok affedici ve çok acıyandır.' 
Furkân 25/70. 

Ey kullarım! Nefislerinize acıyın; zira bedenler zayıf, yol uzun, yük ağır, sırat incedir. Hepinizin hesabını görecek olan zât ise, her şeyi görendir. Hüküm verecek olan hâkim, âlemlerin rabbidir."


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

29 Temmuz 2015 Çarşamba

500.SELEF VE SELEFİLİK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Tarih içinde izine rastlanmadığı halde, günümüzde birçok fırka ve fikir akımı dikkat çekmektedir. Modernistler, Reformistler, Ehl-i Kur’an (Kur’aniyyun, Mealciler) ve İslâm’ın saf haline dönme iddiasında bulunan Selefîler bunlardan başlıcalarıdır.

Günümüzde ilmin zayıflaması ve doğru ile yanlışın birbirine karıştırılmış olması sebebiyle bu tür akımlar, bazı iyi niyetli müslümanların aldanmasına, yanlış yollara sapmasına vesile olmaktadır.

Bu yazı, son dönemlerde ortaya çıkan akımlardan biri olan Selefîliği kısaca tanıtmak ve yanlışlıklarını ortaya koymak maksadıyla kaleme alınmıştır. Bu akımın görüşleri, temsilcileri ve onların tenkidi, hakkında müstakil kitaplar yazılacak kadar ayrıntılı ve önemlidir. Biz burada sadece konuyu ana hatları ile ele alacak ve kısa değerlendirmeler yapacağız.

Selef kime denir?
Hz . Peygamber s.a.v.’in “En hayırlı nesil benim dönemimde yaşayanlardır. Sonra onları izleyenler, sonra onların ardından gelenlerdir.”[1] şeklindeki hadisinde “en hayırlı nesiller” oldukları haber verilen ilk üç kuşağa Selef denir.

Bu ilk üç kuşak, sırasıyla Sahabe, Tabiun ve Tebe -i Tabiîn’dir . Bunlar imanda, ilimde ve amelde bütün müslümanlar için örnek nesillerdir.

Sahabe kuşağı, Hz . Peygamber s.a.v.’in vefatından sonra İslâm’ın biricik temsilcileri olarak yaşamış, gerek Hicaz bölgesinde, gerekse fethedilen yeni bölgelerde İslâm’ı hakkıyla tebliğ etmiş, öğrenciler yetiştirmişlerdir. Kur’an’ı, hadis-i şerifleri ve İslâmî uygulamaları bütün müslümanlar Sahabe kanalıyla öğrenmiştir. Bu sebeple Sahabe’nin İslâm ilim tarihinde olduğu kadar, iman, amel, edep, zühd , vera , takva ve ahlâkta da müstesna bir mevkii vardır.

Onlardan sonra gelen kuşağa Tabiun denir. Bu kuşak da Sahabe’nin dizinin dibinde yetişmiş, imanı, ilmi ve ameli onlardan almıştır. Bu kuşağa Tabiun (izleyenler, tabi olanlar) denmesinin sebebi, Sahabe’ye uymakta gösterdikleri titizlik, ciddiyet ve özendir.

Sahabe’nin önemi, Kur’an’da hayırla yad edilmiş olmaları, Hz . Peygamber s.a.v.’in yaşantısının ilk ve en önemli temsilcileri olmaları hasebiyle İslâm’ı en doğru şekilde anlayıp yaşamanın kıstası olmaları… gibi hususlardan kaynaklanmaktadır. Tabiun’un önemi ise temelde şu iki noktaya dayanmaktadır:

1. İslâm’ı, Sahabe kuşağından, yani en doğru şekilde anlayıp yaşamış olan kuşaktan öğrenmiş olmaları.

2. Sahabe zamanında rastlanmayan, sonradan karşılaşılmış yabancı birçok fikir akımı, kültür ve inanç şekliyle ilk defa onların muhatap olması.

Başta felsefî akımlar ve Mu’tezile , Cebriye, Mürcie gibi bid’at fırkalar olmak üzere pek çok kültür, inanç ve cereyan ilk defa Tabiun döneminde İslâm toplumuna girmiş ve önemli fikrî ve akidevî sarsıntılara sebebiyet vermiştir.

İşte Tabiun nesline mensup büyük alimler, bu akımlarla mücadele ederek Sahabe’den devralınan sahih İslâm anlayışının zedelenmeden yaşamasına ve gelecek nesillere aktarılmasına sebep olmuş ve çok büyük hizmette bulunmuşlardır. Dolayısıyla İslâm’ın özüne yabancı her türlü cereyan karşısında nasıl bir tavır takınacağımızı, Tabiun neslini örnek alarak tesbit etmekteyiz.

Tabiun dönemi, aynı zamanda fıkhî mezheplerin temellerinin atıldığı ve müstakil mezheplerin ortaya çıktığı dönem olarak da dikkat çeker. Bu dönemde yaşamış olan Hasan-ı Basrî , Süfyan -ı Sevrî , İbrahim en- Nehaî , Şa’bî … gibi pek çok büyük alim, birer müçtehid olarak, müstakil mezhep sahibi idiler. Hanefî mezhebinin imamı Ebû Hanîfe de bu kuşağa mensuptu. (Allah hepsinden razı olsun)

Tabiun’dan sonra gelerek onlara öğrencilik etmiş olan kuşağa da Tebe -i Tabiîn veya Etbau’t -Tabiîn (Tabiun neslini izleyenler) denir. Bu dönem de ilmî ihtisaslaşmanın yaşandığı, hadis-i şeriflerin yaygın olarak müstakil kitaplarda toplandığı, itikadî ve fıkhî mezheplerin iyice yerleşip müesseseleştiği bir zaman dilimidir.

Kısaca tanıttığımız bu üç nesil, gerek Kur’an ve Sünnet’te övgüye mahzar olmaları, gerekse sahih İslâm anlayışının bize kadar kesintisiz olarak gelmesinde kilit rol üstlenmiştir. Bu sebeple, daha sonraki asırlarda devamlı olarak merkezî bir yer tutmuş ve adeta doğru-yanlış ayrımının ölçüsü olarak algılanmıştır.

Tarih boyunca İslâm toplumlarında ne zaman bir sarsılma, gevşeme ve bozulma görülmüşse, bu üç neslin temsil ettiği İslâm anlayışına dönüş gayretleri sayesinde toparlanma olmuş ve doğru çizgi muhafaza edilmiştir.
Bu sebeple “Selef-i Salihîn”, İslâm Ümmeti için vazgeçilmez bir nirengi noktası ve ölçü olmuştur.

Selefîlik nedir?
Selefilik, İslâm’ı, yukarıda tanıttığımız Selef-i Salihîn’in anlayıp yaşadığı gibi anlayıp yaşama iddiasının vücut verdiği bir akımdır. İlk defa Mısır’da Cemaleddin Efganî ve öğrencisi Muhammed Abduh tarafından başlatılan “ İslâmî ıslah” hareketi, daha sonra Selefîlik adıyla anılan zümrenin doğmasına kaynaklık etmiştir.

Aşağı yukarı aynı dönemde bugünkü Suudi Arabistan’ın sınırları içinde bulunan Necid bölgesinde ortaya çıkan ve Mısır’daki hareket ile benzer söylemleri dillendiren Muhammed b. Abdilvehhab’ın yürüttüğü “ Vahhabîlik ” hareketine de daha sonra Selefîlik denmiştir.

Bu iki hareket arasında temelde önemli farklılıklar bulunmamakla birlikte, söz konusu iki akım şu noktalarda birbirlerinden ayrılır:

1. İtikadî sahada Vahhabîler Kelâm mezheplerini kabul etmezler. Ehl-i Sünnet’in iki büyük kelâm alimi Ebu Mansur el-Maturidî ve Ebu’l -Hasan el- Eş’arî Vahhabîler’e göre, saf İslâm akidesini kelamî deliller kullanmak ve aklı nakle (ayet ve hadislere) hakem kılmak suretiyle bulandırmışlardır. Özellikle müteşabih [2] ayet ve hadislerin Allah Tealâ’nın şanına ve yüceliğine uygun olarak tevil edilmesine şiddetle itiraz eden Vahhabîler, tasavvufa da aynı şiddetle karşı çıkarlar.

Efganî - Abduh çizgisi ise itikadî sahada kelâm alimlerinin kullandığı metoda temelde itiraz etmez; Felsefe, mantık ve kelâm gibi ilimleri reddetmez ve müteşabih ayet ve hadislerin, Allah Tealâ ile mahlukat arasında benzerlik kurulmaması için tevil edilmesi taraftarıdır.

2. Vahhabîler, fıkhî mezhep olarak İbn Teymiyye ve öğrencisi İbnu’l -Kayyım’ın çizgisini izler. Diğer mezhepleri ise istihsan, ıstıslah, mesalih-i mürsele … gibi delillere yer verdikleri için bid’atçilikle itham ederler.

Efganî - Abduh çizgisi ise genel olarak bir tek mezhebe mensubiyeti reddederek, bütün fıkhî mezhepleri birleştirme eğilimindedir.

Aralarındaki ihtilafları kısaca zikrettiğimiz bu iki cereyan, zaman içinde birbirine yaklaşarak “Selefî” diye anılmışlardır. Ortaya çıkış döneminden günümüze doğru ilerledikçe, Selefîlik akımının içine başka görüşler de katılmıştır. Dolayısıyla “ Selefîlik ” dendiği zaman akla her ferdinin aynı şekilde düşündüğü homojen bir gruptan ziyade, aşağıda zikredeceğimiz görüşleri benimseyen kozmopolit bir kitle gelmektedir.

Selefîlerin görüşleri

Müteşabih ayet ve hadislerle ilgili görüşleri:

Selefîliğin en bariz vasıflarından birisi, müteşabih ayet ve hadisleri lugat anlamını esas alarak olduğu gibi kabul etmek şeklinde kendisini göstermektedir.

Buna göre Kur’an’da ve hadislerde Allah Tealâ hakkında zikredilen “el, yüz, gelme, oturma, inme, Arş’a istiva etme, gazaplanma , gülme…” gibi sıfatlar, mahlukat hakkında ne ifade ederse, Selefîler’e göre Allah Tealâ hakkında da aynı şeyi ifade eder.

Oysa Kur’an’da yer alan pek çok ayet, Allah Tealâ’nın bu gibi sıfatlarını mahlukatın sıfatlarına benzetmenin doğru olmadığını ortaya koymaktadır.

Her ilim dalında, o sahanın mütehassıslarının söylediklerine itibar edileceği açıktır. Bu gerçekten hareketle tefsir sahasında müfessirler, hadis sahasında muhaddisler , fıkıh sahasında fukaha ve akaid sahasında kelâm/ akaid alimleri ne demişse ona itibar edilir. Ömrünü fıkıh ilminin meselelerine vakfetmiş bir kimsenin akaid alanında söyledikleri, bir akaid aliminin söyledikleri gibi değerlendirilmez. Yahut yıllarını tefsir alanında çalışarak geçirmiş bir alimin, hadis ilminin derinlik ve inceliklerini bir hadis alimi kadar bilmesi beklenmemelidir.

Tasavvuf hakkındaki görüşleri:
İslâm dünyasının bazı yerlerinde tasavvuf adı altında sergilenen birtakım yanlış anlayış, Selefîler’in tasavvufun özüne düşmanlık beslemesine gerekçe teşkil etmiştir. Oysa Ehl -i Sünnet ve’l -Cemaat’ten asla ayrı düşünülemeyecek olan gerçek tasavvuf, Batınîlik, Hurûfîlik gibi sapık cereyanlardan uzaktır. Ehl -i Sünnet çizginin muhafazasında ve yayılmasında son derece büyük katkıları bulunan gerçek tasavvuf ehli, müslümanların kalbî ve ruhî hayatının inkişafında, ahlâkın güzelleştirilmesinde ve erdemli fertlerin yetişmesinde Sahabe döneminden itibaren izlenen yolu izlemiş ve tamamen onlara uymuştur. Gerek itikadî , gerekse amelî sahada gerçek tasavvuf büyüklerinin eserleri ve görüşleri ortadadır.

Taklid hakkındaki görüşleri:
Bir kısım Selefîler, fıkhî meselelerde herhangi bir müçtehid imamın taklid edilmesine de şiddetle karşı çıkarak, bunun da kişiyi şirke ve küfre götüreceğini iddia ederler. Bu iddialarını ispat için de birtakım ayet ve hadisleri delil olarak öne sürerler.

Oysa bu ayet ve hadislere yakından bakıldığında taklidin haramlığı iddiasına uygun hale getirmek için zorlama yoluyla tevil edildikleri görülür. Tıpkı tevessül konusunda olduğu gibi, taklidin haramlığı konusunda da bu ümmetin tatbikatı Selefîler’in iddialarının geçersiz olduğunu gösteren en büyük delildir.

Hadis alimleri arasında ittifakla dile getirilen bir husus vardır: Hadislerin sahih, hasen veya zayıf olduğu konusunda hadis alimleri tarafından verilen hükümler, onların kendi içtihadlarının sonucudur. Dolayısıyla onlardan sonra gelen ve onların kitaplarında yer alan hadisleri delil kabul edenler, onların bu hadislerin sıhhati konusundaki içtihadlarını taklid etmiş olmaktadırlar.

Bugün bizlerin, bizden bin ikiyüz , bin üçyüz sene önce yaşamış hadis ravilerinin ahvalini ve durumlarını bilmemizin bir tek yolu vardır. O da hadis alimlerinin bu konudaki görüşlerini bize nakleden kitaplara başvurmaktır. Şu halde bizim, herhangi bir hadisin güvenilir olup olmadığı yolundaki değerlendirmemiz, tamamen hadis alimlerinin içtihadına dayanmaktadır ve bu da tamamıyla bir “ taklid”dir . Her hususta Selef’e tabi olduklarını iddia eden Selefîler dahi bu konuda hadis alimlerini taklid eden birer “ mukallid”dir .

Eğer herhangi bir alimin bir görüşünü, delilini bilmeden kabul etmek demek olan taklid haramsa, bu haramı Selefîler de işlemektedir. Eğer hadis alimlerinin hadislerin sıhhati-zaafı konusundaki kanaatlerini taklid etmek caiz ise, müçtehid imamların fıkhî konulardaki içtihadlarını taklid etmek niçin haram olsun?

Kıyas konusundaki görüşleri:
Günümüzde Selefîler olarak anılan grup içinde, kıyasın şer’î bir delil sayılamayacağını, çünkü kıyasın, “Allah’ın dininde şahsi görüş ile hüküm vermek” olduğunu söyleyenler mevcuttur.

Oysa fıkıh usulü kitaplarında ayrıntılı bir şekilde açıklandığı gibi, gerek Kur’an ayetleri, gerekse hadisler, vakıa olarak sınırlıdır ve insanlığın karşılaştığı her olayın hükmünün, ayetlerde ve hadislerde zikredilmiş olması mümkün değildir. Kur’an ve Sünnet konusunda biraz malumatı olan herkes bu noktayı kabul ve itiraf eder.

Şu halde hükmü Kur’an ve Sünnet’te zikredilmeyen olaylar hakkında yapılabilecek iki seçenek var. Ya bu olaylar hakkında İslâm’ın herhangi bir hükmünün ve açıklamasının olmadığını söylemek, ya da karşılaştığımız olayın bizzat kendisi olmasa da, benzeri hakkında Kur’an ve Sünnet’te yer alan bir hükmü, aralarındaki benzerlik dolayısıyla yeni olaya da tatbik etmek.

Bu seçeneklerden ilkinin doğru olduğunu söylemek, İslâm’ın evrensel olduğunu, bütün zaman ve mekânların problemlerine çözüm getirme özelliğini haiz bulunduğunu inkâr etmek demektir.

Kıyas’ı inkâr eden İbn Hazm , bu iddiası sebebiyle, bırakalım bir “İslâm alimi”ni, aklı başında sıradan bir kimsenin bile gülüp geçeceği şeyler söylemiştir. Mesela Kur’an ve Sünnet’de domuz etinin haram olduğu zikredilmiştir. Ama domuzun yağının haram olduğuna dair ne Kur’an’da , ne de Sünnet’te herhangi bir hüküm yoktur. Sırf bu gerekçeyle İbn Hazm , domuzun yağının haram olmadığını söylemiştir.

İşte kıyasın reddedilmesi sonucunda varılacak komik nokta budur.

Ehl-i Sünnet ne diyor?
Her ne kadar Selefîler, yukarıda özetlemeye çalıştığımız görüşlerinde Selef-i Salihîn’i örnek aldıklarını söylüyorsa da, bunun sadece bir iddia olduğunu söylemek durumundayız. Esasında mesela İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri de Selef’tendir ve onun gerek itikadî , gerekse fıkhî görüşlerini benimsemek, gerçek Selefîliktir . Bu söylediğimiz diğer büyük imamlar için de söz konusudur.

Ebu’l -Muzaffer el- İsferâînî , Ehl -i Sünnet ve’l -Cemaat’in itikadî çizgisini ortaya koyan özellikleri zikrettikten sonra şöyle der:

“ Bilmiş ol ki, Fırka-i Naciye’nin (kurtuluşa eren grubun) akaidinin özellikleri olarak zikrettiğimiz bütün bu hususlar, imanın sıhhati babında bilinmesi gereken hususlardır. (…)

“ Ehl -i Sünnet ve’l -Cemaat’in itikadı olarak zikrettiğimiz hususların hiç birisi hakkında Şafi’î ile Ebu Hanîfe ; (Allah her ikisine de rahmet eylesin) arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Sadece bu iki imam değil, Malik, Evzaî , Davud ez-Zahirî, Zührî , Leys b. Sa’d , Ahmed b. Hanbel , Süfyan es- Sevrî , Süfyân b. Uyeyne , Yahya b. Maîn , İshak b. Rahuye , Muhammed b. İshak el- Hanzalî , Muhammed b. Eslem et- Tûsî , Yahya b. Yahya en- Nisaburî , Hüseyin b. Fadl el- Becelî , Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan, Züfer b. Hüzeyl , Ebu Sevr ve Hicaz, Şam, Irak imamları, Horasan ve Maveraunnehir imamları gibi Ehl -i Rey ve Ehl -i Hadis’in tümü ile onlardan önce yaşamış olan Sahabe, Tabiun ve Etbau’t -Tabiîn de bütün bu konularda görüş birliği içindedir. Bu iki fırka ( Ehl -i Rey ve Ehl -i Hadis) arasında bütün bu konularda herhangi bir ihtilaf bulunmadığını tahkik etmek isteyenler, Ebu Hanîfe’nin Kelâm sahasında yazdığı Kitabu’l -Âlim ( ve’l - Müte’allim )’e, el- Fıkhu’l - Ekber’e (…) ve Osman el- Bettî’ye yazdığı (…) el- Vasıyye’sine baksın. Keza Şafiî’nin yazdığı eserlere baksın. Bu ikisinin mezhebi arasında herhangi bir farklılık bulamayacaktır.

Bütün bu imamlardan, burada zikrettiğimiz hususlar ile çelişik olarak nakledilen görüşlerin tümü, bid’atçilerin , kendi mezheplerini güzel ve doğru göstermek için uydurduğu yalanlardır. (…) Bu kimseler, Ehl -i Sünnet’in kılıçlarından korktukları için kendi habis akidelerini ihtiva eden sözleri Ebu Hanîfe’ye nisbet etmiş ve onun arkasına gizlenmişlerdir….” (et- Tabsîr fi’d -Dîn, s. 113-114)

Bu ifadeler bize şunu göstermektedir: Selefîler’in “Selef” anlayışı ile gerçek Selef arasında büyük farklılık var. Dolayısıyla adına Selefîlik denen akım, her ne kadar Selef’in anlayış ve uygulamalarını esas aldığını söylüyorsa da, aslında Selef’in anlayış ve uygulamalarıyla bağdaştırılması hayli zor olan fikirler benimsemiştir. Onların reddedici, dışlayıcı, katı ve tekelci anlayışı, ne “ Ehl -i Sünnet-i Hâssa” dediğimiz Selef’te, ne de “ Ehl -i Sünnet-i Âmme” dediğimiz Halef’te görülür.

Ebubekir Sifil

[1] Basta Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok hadis alimi tarafindan rivayet edilmistir.
[2] “Allah Teala’nin eli, yüzü, gelmesi, gülmesi, gazaplanmasi , Ars’a istiva etmesi…” gibi ilk bakista mahlukata ait özellikler ile benzerlik arz eden, ancak mahiyet olarak farkli olan hususlarin zikredildigi ayet ve hadisler.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

23 Temmuz 2015 Perşembe

498.SÜNNETE UYGUN İBADET-26-Rasûlullah'ın Hayatından Dualar

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki 4 ayet ve 29 hadis-i şeriften; dua edersek Rabbimizin kabul edeceğini aşırı gitmeksizin yalvarıp yakarıp dua etmemiz gerektiğini, Allah'ın bize çok yakın olup dualarımızı kabul edeceğini, darda kalanlara yardım edenin Allah olduğunu, duanın bir ibadet olduğunu, Rasulullah'ın özlü dua yaptığını ve dünya ahiret iyiliğini istediğini, ayrıca Allah'tan hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istediğini, ilk müslüman olana namazdan sonra Rasulullah'ın öğrettiği duayı ve Rasulullah'ın hayatı boyunca kendi yaptığı ve ümmetine öğrettiği sakınma, korunma ve isteme modelli dualardan pek çoğunu öğreneceğiz. [1]

"Ama Rabbiniz buyuruyor ki, "Bana dua edin, duanızı kabul edeyim..." (Mü'min: 40/60)

"Rabbinize alçak gönüllü olarak ve yüreğinizin ta derinliklerinden için için yalvarıp gizlice sessizce dua edin, doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez." (A'raf: 7/55)

"Eğer kullarım sana beni sorarlarsa, şüphesiz ki ben onlara çok yakınım. Dua edenin duasına her zaman karşılık veririm. Öyleyse kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulabilsinler!" (Bakara: 2/186)

"Peki kimdir, darda kalıp dua ettiğinde dua edenin duasına olumlu cevap veren, üzüntü ve sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünde, öncekilerin yerine geçirip söz sahibi kılan? Allah'la beraber başka ilah öyle mi? Ne kıt düşünüyorsunuz?"(Neml: 27/62)

1468. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


“Dua ibadettir.”[2]

1469. Hz. Âişe şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem özlü duaları sever, özlü olmayan duayı yapmazdı.[3]

1470. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem çoğu zaman şöyle dua ederdi:

“Allâhümme âtinâ fi’d–dünyâ hasene ve fi’l–âhireti hasene ve kınâ azâbe’n–nâr: Allahım! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azâbından koru!”[4]

Müslim’in rivayetinde şu ilâve vardır:

Enes sadece bir dua okuyacağı zaman bunu okurdu. Birkaç dua okuyacağı zaman onlar arasında bunu da okurdu.[5]

1471. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

“Allâhümme innî es’elüke’l–hüdâ ve’t–tükâ ve’l–afâfe ve’l–gınâAllahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.”[6]

1472. Târık İbni Eşyem radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir kimse müslüman olduğu zaman Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ona namaz kılmayı öğretir, sonra da şöyle dua etmesini tavsiye ederdi:

“Allâhümmağfirlî verhamnî vehdinî ve âfinî verzuknî: Allahım, beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler yaptır, bana âfiyet ve hayırlı rızık ver.”[7]

Yine Müslim’in Târık İbni Eşyem radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre, Târık Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i dinlerken bir adam gelerek:

– Yâ Resûlallah! Rabbimden bir şey isteyeceğim zaman nasıl dua edeyim? diye sordu. Resûl–i Ekrem de şöyle buyurdu:

– “Allâhümmağfir lî verhamnî ve âfinî verzuknî: Allahım, beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler yaptır ve bana hayırlı rızık ver, de. Bu sözler senin hem dünya hem de âhiret için istemen gereken şeyleri ihtiva eder.”[8]

1473. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle dua etti:

“Allâhümme musarrife’l–kulûb! Sarrif kulûbenâ alâ tâatikEy kalpleri yönlendiren Allahım! Kalplerimizi sana itaate yönelt!”[9]

1474. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Dayanılamayacak dertten, insanı helâke götürecek tâlihsizlikten, başa gelecek fenalıktan ve düşmanı sevindirecek felâketten Allah’a sığınınız.”[10]

1475. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

“Allâhümme aslih lî dînillezî hüve ısmetü emrî, ve aslih lî dünyâyelletî fîhâ meâşî, ve aslih lî âhiretilletî fîhâ meâdî, vec‘ali’l–hayâte ziyâdeten lî fî külli hayr, vec‘ali’l–mevte râhaten lî min külli şerAllahım! Bütün işlerimin başı olan dinim konusunda hataya düşmekten beni koru! Yaşadığım şu dünyadaki işlerimin yolunda gitmesini sağla! Dönüp varacağım âhiretimi kazanmama yardım et! Hayatım boyunca daha çok hayır yapmama imkân ver! Her türlü kötülükten kurtulmamı sağlayacak bir ölüm nasip et!”[11]

1476. Ali radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

“Allâhümmehdinî ve seddidnîAllahım! Beni doğru yola ilet ve o yolda başarılı kıl! de” buyurdu.[12]

Başka bir rivayete göre de şöyle buyurdu: “Allâhümme innî es’elüke’l–hüdâ ve’s–sedâd: Allahım! Senden beni doğru yola iletmeni ve o yolda başarılı kılmanı niyâz ederim.”[13]

1477. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

“Allâhümme innî eûzü bike mine’l–aczi ve’l–keseli ve’l–cübni ve’l–heremi ve’l–buhl, ve eûzü bike min azâbi’l–kabr, ve eûzü bike min fitneti’l–mahyâ ve’l–memât: Allahım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten sana sığınırım. Kabir azâbından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.”[14]

Diğer bir rivayete göre, “…ve dalai’d–deyni ve galebeti’r–ricâl: Borç altında ezilmekten ve zâlimlerin başa geçmesinden” buyurdu.[15]

1478. Ebû Bekir es–Sıddîk radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

– Bana bir dua öğret de namazımda okuyayım, dedi. O da şöyle buyurdu:

 “Allâhümme innî zalemtü nefsî zulmen kesîran ve lâ yağfirü’z–zünûbe illâ ente, fağfir–lî mağfireten min indik, ve’rhamnî inneke ente’l–gafûru’r–rahîm: Allahım! Ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız sensin. Öyleyse tükenmez lutfunla beni bağışla, bana merhamet et. Çünkü affı sonsuz, merhameti nihayetsiz olan yalnız sensin, de.”[16]

1479. Ebû Mûsâ el–Eş‘arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

Allâhümmağfirlî hatîetî ve cehlî ve isrâfî fî emrî ve mâ ente a‘lemü bihî minnî. Allâhümmağfirlî ciddî ve hezlî, ve hataî ve amdî ve küllü zâlike indî. Allâhümmağfirlî mâ kaddemtü vemâ ahhartü, vemâ esrartü vemâ a‘lentü, vemâ ente a‘lemü bihî minnî, ente’l–mukaddimü ve ente’l–muahhir, ve ente alâ külli şey’in kadîr:

Allahım! Günahlarımı, bilgisizlik yüzünden yaptıklarımı, haddimi aşarak işlediğim kusurlarımı, benden daha iyi bildiğin bütün suçlarımı bağışla! Allahım! Ciddî ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı affeyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim. Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum, ölçüsüz bir şekilde işlediğim ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Senin gücün her şeye yeter”[17]

1480. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

Allâhümme innî eûzü bike min şerri mâ amiltü ve min şerri mâ lem a‘mel: Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.”[18]

1481. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dualarından biri şu idi:

Allâhümme innî eûzü bike min zevâli ni‘metike ve tehavvüli ‘âfiyetike ve fücâeti nıkmetike ve cemîi sahatik: Allahım! Verdiğin nimetin yok olup gitmesinden, lutfettiğin âfiyetin bozulmasından, ansızın vereceğin cezâdan ve senin gazabını üzerime çekecek her şeyden sana sığınırım.”[19]

1482. Zeyd İbni Erkam’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

“Allâhümme innî eûzü bike mine’l–aczi ve’l–keseli ve’l–buhli ve’l–heremi ve azâbi’l–kabr. Allâhümme âti nefsî takvâhâ, ve zekkihâ ente hayrü men zekkâhâ, ente veliyyühâ ve mevlâhâ. Allâhümme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa‘ ve min kalbin lâ yahşa‘ ve min nefsin lâ teşba‘ ve min da‘vetin lâ yüstecâbü lehâ: Allahım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doymak bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”[20]

1483. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hep şöyle dua ederdi:

“Allâhümme leke eslemtü ve bike âmentü ve ‘aleyke tevekkeltü ve ileyke enebtü ve bike hâsamtü ve ileyke hâkemtü, fağfir–lî mâ kaddemtü vemâ ahhartü vemâ esrartü vemâ a‘lentü, ente’l–mukaddimü ve ente’l–muahhir, lâ ilâhe illâ ente: Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim. Yüzümü, gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı mücâdele ettim. Kitabın ile hükmettim. Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Senden başka ilâh yoktur.”[21]

Bazı râviler, “lâ havle velâ kuvvete illâ billâh: Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir” cümlesini ilâve etmişlerdir.[22]

1484. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şu sözlerle dua ederdi:

Allâhümme innî eûzü bike min fitneti’n–nâri ve azâbi’n–nâr ve min şerri’l–gınâ ve’l–fakr: Allahım! Cehennem fitnesinden, cehennem azâbından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.”[23]

1485. Ziyâd İbni İlâka’nın rivayetine göre amcası Kutbe İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

“Allâhümme innî eûzü bike min münkerâti’l–ahlâki ve’l–a‘mâli ve’l–ehvâ: Allahım! Kötü ahlâklı olmaktan, fena işler yapmaktan ve yanlış inançlara sapmaktan sana sığınırım.”[24]

1486. Şekel İbni Humeyd radıyallahu anh şöyle dedi:

– Yâ Resûlallah! Bana bir dua öğret! dedim. Bunun üzerine bana:

 “Allâhümme innî eûzü bike min şerri sem‘î ve min şerri basarî ve min şerri lisânî ve min şerri kalbî ve min şerri meniyyî: Allahım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve cinsel organımın şerrinden sana sığınırım, de” buyurdu.[25]

1487. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

“Allâhümme innî eûzü bike mine’l–barasi ve’l–cünûni ve’l–cüzâmi ve seyyii’l–eskâm: Allahım! Alaca hastalığından, akıl rahatsızlığından, cüzzâm illetinden ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.”[26]

1488. Ebû Hüreyre radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dua ettiğini söyledi:

“Allâhümme innî eûzü bike mine’l–cûi feinnehû bi’se’d–dacî‘, ve eûzü bike mine’l–hiyâneti feinnehâ bi’seti’l–bitâne:Allahım! Açlıktan sana sığınırım; o insanı avucunun içine alan ne fena bir haldir. Emanete ihânetten de sana sığınırım; o ne kötü bir huy ve tabiattır.”[27]

1489. Ali radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre anlaşmalı bir köle ona gelerek:

– Borcumu ödeyecek gücüm yok, bana yardım et, dedi. O da:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bana öğrettiği duayı ben de sana öğreteyim mi? Bunu okumaya devam ettiğin takdirde üzerinde dağ gibi borç olsa bile Allah Teâlâ onu ödemene yardım eder. Şöyle dua et dedi:

“Allâhümmekfinî bi–helâlike an harâmik, ve ağninî bi–fazlike ammen sivâk: Allahım! Bana helâl rızık nasib ederek haramlardan koru! Lutfunla beni senden başkasına muhtaç etme!”[28]

1490. İmrân İbni Husayn radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin babası Husayn’a dua etmesi için şu iki cümleyi öğretti:

“Allâhümme elhimnî rüşdî ve eiznî min şerri nefsî: Allahım! Beni senin doğru yoluna ilet! Nefsimin şerrinden beni koru!”[29]

1491. Ebü’l–Fazl Abbas İbni Abdülmuttalib radıyallahu anh şöyle dedi:

– Yâ Resûlallah! Bana Allah Teâlâ’dan isteyeceğim bir şey öğret, dedim.

– “Allah’dan âfiyet dileyin!” buyurdu.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra tekrar yanına geldim ve:

– Yâ Resûlallah! Bana Allah Teâlâ’dan isteyeceğim bir şey öğret, dedim.

– “Ey Abbas! Ey Resûlullah’ın amcası! Allah’tan dünya ve âhirette âfiyet dileyin!” buyurdu.[30]

1492. Şehr İbni Havşeb şöyle dedi:

Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’ya:

– Ey mü’minlerin annesi! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem senin yanında bulunduğu zamanlarda en çok hangi duayı okurdu? diye sordum. O da şöyle dedi:

– Çoğu zaman “Yâ mukallibe’l–kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!” diye dua ederdi.[31]

1493. Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Dâvûd aleyhisselâm şöyle dua ederdi: Allâhümme innî es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke, ve’l–amele’llezî yübelligunî hubbeke. Allâhümmec‘al hubbeke ehabbe ileyye min nefsî ve ehlî ve mine’l–mâi’l–bârid: Allahım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allahım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!”[32]

1494. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Yâ ze’l–celâli ve’l–ikrâm: Ey azamet ve kerem sahibi Allahım! duasını ihmâl etmeyip sık sık söyleyiniz.”[33]

1495. Ebû Ümâme radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birçok dua okudu, fakat biz ondan hiçbir şey

ezberleyemedik. Bunun üzerine:

– Yâ Resûlallah! Pek çok dua okudun, biz onları ezberleyemedik, dedik. O zaman Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:

– “O duaların hepsini içine alan bir duayı size öğreteyim mi? Şöyle deyiniz: Allâhümme innî es’elüke min hayri mâ seeleke minhü nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem. Ve neûzü bike min şerri mesteâzeke minhü nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem. Ve ente’l–müsteân, ve aleyke’l–belâğ, ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâhAllahım! Peygamber’in Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in senden dilediği hayırları ben de dilerim. Peygamber’in Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sana sığındığı şerlerden biz de sana sığınırız. Yardım ancak senden beklenir. İnsanı dünya ve âhirette muradına ulaştıracak sensin. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir.”[34]

1496. İbn Mes‘ûd radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dualarından biri şöyleydi:

“Allâhümme innî es’elüke mûcibâti rahmetike ve azâime mağfiretike ve’s–selâmete min külli ismin ve’l–ganîmete min külli birrin ve’l–fevze bi’l–cenneti ve’n–necâte mine’n–nârAllahım! Senin rahmetini kazandıracak, bağışlamanı sağlayacak işler yapmayı, her türlü günahtan uzak durmayı, bütün iyilikleri işlemeyi, cennete kavuşup cehennemden kurtulmayı nasip etmeni niyâz ediyorum.”[35]


sadakat.net/riyazus-salihin- 250) Rasûlullah'ın Hayatından Dualar

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 421.
[2] Ebû Dâvûd, Vitir 23; Tirmizî, Tefsîru’l–Kur’ân 3, 41, Daavât 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Duâ 1.
[3] Ebû Dâvûd, Vitir 23.
[4] Buhârî, Tefsîr 38, Daavât 55; Müslim, Zikr 23, 26, 27. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 26, Menâsik 51; Tirmizî, Daavât 72; İbni Mâce, Menâsik 32.
[5] Müslim, Zikr 26.
[6] Müslim, Zikir 72. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 72; İbni Mâce, Duâ 2.
Bu hadis 71 numarada geçmişti.
[7] Müslim, Zikir 35.
[8] Müslim, Zikir 36.
[9] Müslim, Kader 17. Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 168.
[10] Buhârî, Daavât 28, Kader 13; Müslim, Zikir 53. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 34, 35.
[11] Müslim, Zikir 71.
[12] Müslim, Zikir 78. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hâtem 4.
[13] Müslim, Zikir 78.
[14] Müslim, Zikir 50. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 32; Nesâî, İstiâze 7.
[15] Nesâî, İstiâze 8. Ayrıca bk. Buhârî, Daavât 36.
[16] Buhârî, Ezân 149, Daavât 17, Tevhîd 9; Müslim, Zikir 48. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 97; Nesâî, Sehv 59; İbni Mâce, Duâ 2.
[17] Buhârî, Daavât 60; Müslim, Zikir 70. Ayrıca bk. 1427 numaralı hadisin kaynakları.
Bir benzeri 1425'de geçmişti.
[18] Müslim, Zikir 65, 66. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 32; Nesâî, Sehv 63, İstiâze 58, 59; İbni Mâce, Dua 3.
[19] Müslim, Zikir 96. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 32.
[20] Müslim, Zikir 73. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 13, 65.
[21] Buhârî, Teheccüd 1, Daavât 10, Tevhîd 8, 24; 35. Müslim, Müsâfirîn 199, 201, Zikir 67. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 119; Tirmizî, Daavât 29; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 9; İbni Mâce, İkâme 180.
[22] Buhârî, Teheccüd 1; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 9.
Bu hadis 75 numarada geçmişti.
[23] Ebû Dâvûd, Vitir 32; Tirmizî, Daavât 77.
[24] Tirmizî, Daavât 126.
[25] Ebû Dâvûd, Vitir 32; Tirmizî, Daavât 74. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 4, 10, 11, 28.
[26] Ebû Dâvûd, Vitir 32. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 36.
[27] Ebû Dâvûd, Vitir 32. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 19, 20; İbni Mâce, Et’ime 53.
[28] Tirmizî, Daavât 111.
Borçlanmayla alakalı 1371 numaralı hadisin açıklamasına bakınız.
[29] Tirmizî, Daavât 70.
[30] Tirmizî, Daavât 85. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 209.
[31] Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 182, VI, 91, 251, 294, 302, 315.
[32] Tirmizî, Daavât 73, Tefsîrü’l–Kur’ân 39.
[33] Tirmizî, Daavât 92. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 177.
* Esmau'l-Husnanın en kapsamlı ve geniş anlamlı olanıdır.
[34] Tirmizî, Daavât 89.
[35] Hâkim, el–Müstedrek, I, 525. Ayrıca bk. Tirmizî, Vitir 17; İbni Mâce, İkâme 189.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

20 Temmuz 2015 Pazartesi

497.SÜNNETE UYGUN İBADET-25-Dua İle İlgili Bazı Konular

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Bu bölümdeki yedi hadis-i şeriften, iyilik eden kimseye Allah seni hayırla mükafatlandırsın demenin en iyi teşekkür olacağını, kişinin kendisine, çocuklarına ve malı hakkında beddua etmemesi gerektiğini, belki de dileklerin kabul edileceği bir saate rastlıyacağını, kulun Rabbine en yakın olduğu yerin secde vaziyeti olduğunu, duam kabul edilmedi diye acele edilmemesi gerektiğini, gecenin ortasında ve farz namazlardan sonra yapılacak duanın daha çok kabul edilebileceğini, kişi duada günah birşey işlemediği müddetçe mutlaka kabul edileceğini, keder ve üzüntü anında yapılacak duayı öğreneceğiz. [1]

1499. Üsâme İbni Zeyd radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kendisine iyilik edilen bir kimse o iyiliği yapana, cezâkellâhü hayran: Allah seni hayırla mükâfatlandırsın, derse, ona en iyi şekilde teşekkür etmiş olur.”[2]

1500. Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kendinize beddua etmeyiniz; çocuklarınıza beddua etmeyiniz; mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.”[3]

1501. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir. İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın!”[4]

1502. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Herhangi biriniz acele etmedikçe duası kabul edilir. (Kul acele ederek) Rabbime kaç defa dua ettim de duamı kabul etmedi, der.”[5]

Müslim’in diğer rivayeti şöyledir:

“Bir kul günah olan veya akrabası ile darılmasına yol açan bir şeyi dilemedikçe yahut acele etmedikçe duası kabul olunur.”

– Yâ Resûlallah! Acele etmek ne demektir? diye sorulunca da şöyle buyurdu:

“Nice defalar hep dua ettim de Rabbimin duamı kabul buyurduğunu gördüğüm yok, der. Duasının hemen kabul edilmemesi sebebiyle bıkar ve duayı bırakır.”[6]

1503. Ebû Ümâme radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

– Hangi dua daha çok kabul edilir? diye sordular.

– “Gecenin son saatlerinde ve farz namazlardan sonra yapılan dua” buyurdu.
[7]

1504. Ubâde İbni’s–Sâmit radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Yeryüzünde bir müslüman Allah’tan bir şey dilerse, günah bir şeyi istemediği veya akrabası ile ilgisini kesmeyi arzu etmediği sürece Allah onun dileğini mutlaka yerine getirir veya ona vereceği şey kadar bir kötülüğü kendisinden giderir.”

Orada bulunanlardan biri:

– O takdirde biz Allah’tan çok şey isteriz, deyince, Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

“Allah’ın lutfu dilediğiniz şeylerden daha çoktur” buyurdu.[8]

1505. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir keder ve üzüntü hissettiği zaman şöyle dua ederdi:

“Lâ ilâhe illallâhü’l–azîmü’l–halîm. Lâ ilâhe illallâhü rabbü’l–arşi’l–azîm. Lâ ilâhe illallâhü rabbü’s–semâvâti ve rabbü’l–ardı ve rabbü’l–arşi’l–kerîm: Azamet ve hilim sahibi olan Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Azametli arşın sahibi olan Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Göklerin rabbi, yerin rabbi ve yüce arşın rabbinden başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur.”[9]
sadakat.net/riyazus-salihin- 252) Dua İle İlgili Bazı Konular

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 427.
[2] Tirmizî, Birr 87.
[3] Müslim, Zühd 74. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 27.
[4] Müslim, Salât 215. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 148; Nesâî, Tatbîk 78.
1429'da geçmişti.
[5] Buhârî, Daavât 22; Müslim, Zikir 90, 91. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 23; Tirmizî, Daavât 12; İbni Mâce, Dua 7.
[6] Müslim, Zikir 92.
[7] Tirmizî, Daavât 79. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvû‘ 10; Nesâî, Mevâkît 35, 40.
[8] Tirmizî, Daavât 115. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 18.
[9] Buhârî, Daavât 27, Tevhîd 22, 23; Müslim, Zikir 83. Ayrıca bk. Tirmizî, Duâ 39; İbni Mâce, Duâ 17.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR