11 Nisan 2015 Cumartesi

460.SÜNNETİN HÜCCET OLUŞUYLA ilgili SAHABE TATBİKATINDAN deliller-9-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


IV. Sünnetin Hüccet Oluşuyla İlgili Sahabe Tatbikatından Deliller Ve Sünnete Başvurmadan Kuranla Amel Etmenin İmkansızlığı

Sahabe, dinî hükümleri bazen Kur'an-ı Kerim'den alıyordu. Ancak çoğu kez Kur'an ayetleri uzak bir şekilde mucmel olarak ve takyîcfe gitmeden mutlak bir şekilde nazil oluyordu. Mesela Kur'an'da namazı emreden ayetler mucmel olarak varid olmuştur. Bu ayetlerde namazın rekat sayısı, şekli ve vakti açıklanmış değildir. Keza zekatı emreden ayetler de mutlak olarak nazil olmuştur. Zekatın hangi mallarda vacib olduğu, vacib olduğu malın alt sınırı ve hangi miktar ve şartlarda vacib olduğu beyan edilmemiştir.


Kur'an-ı Kerim'de varid olan ahkamın çoğu bu kabildendir. Bunları izah eden şart ve rükünlere bakmadan, bunlarla amel etmek mümkün değildir. Bu açıklayıcı bilgiler Kur'an'da yer almamaktadır.


Kur'an, bu emirlerle ilgili detaylı bilgi edinmek ve amel etmek için Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i referans gösterir.

"İnsanlara, kendilerine indirileni beyan etmen için ve düşünüp anlasınlar diye sana bu zikri (Kur'an'ı) indirdik[389] gibi pekçok ayet bu manaya delalet etmektedir.

Allah Rasûlu 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)de ayetteki "tebyin"i kendi sözleri şeklinde tefsir etmiştir.

"Benim namaz kıldığım şekilde namaz kılınız. [390]

"Hac ibadetlerinizi benden alınız. [391]


Kur'an-ı Kerim, insanlar arasında vuku bulan bütün anlaşmazlıklarda -Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hükmünde ifadeye kavuşan- ilahî hükme başvurmalarını gerekli görmektedir.

"Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak ile indirdik. [392]

"Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar. [393]


Cenab-ı Hakk, ilahî hükümler haricinde başka hükümlere başvurmaktan sakındırmış ve bunu şirk addetmiştir.


"Tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağutun önünde mahkemeleşmek istiyorlar. Halbuki, şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor. [394]


"Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? [395]


Bir başka ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk, Allah'ı bırakıp rahiplerin ve hahamların vaz'ettiği dine uyan müşrikler hakkında şöyle buyurmaktadır:


"[Onlar] Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabbler edindiler.[396]


Zira onlar, din adamlarının helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram sayıyorlardı.


Cenab-ı Hakk, müslümanların bütün anlaşmazlıklarda ilahî şeriata başvurmaları gerektiğini belirtmektedir. Söz konusu anlaşmazlıkların muamelât, mîras, vasiyet, evlenme veya ceza hukukuyla ilgili olması sonucu değiştirmez.


Öte yandan kesin olarak biliyoruz ki, Kur'an'da bu konulara ilişkin ayetler, konuya dair hükümlerden pek azına yetebilecek orandadır. Bunun da ötesinde bunların önemli bir kısmı detaylandırılmaya ihtiyaç duyan mucmel ayetlerden oluşmaktadır. Bu nedenle Cenab-ı Hakk, Kur'anî vecibeleri yaşayabilmeleri için mukellef kimseleri Kur'an ahkâmının tafsilatını öğrenmek üzere kendi Rasûlu'ne havale etmiştir. Ona tabi olmayı vacib kılmış; ona yapılacak itaati kendisine itaatla özdeşleştirmiştir.


"Ey iman edenler, Allah'a ve Rasûlu'ne itaat ediniz. [397] 


"Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir. [398]

"De ki eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. [399]


"Kim Rasûl'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince seni onların başına bekçi göndermedik. [400] 


Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)de aynı muhtevayı bir önceki bölümde bir kısmını naklettiğimiz hadisleriyle teyid buyurmuştur.

Dolayısıyla müslümanın ilahî emir ve nehiyleri yaşayabilmek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine başvurmaktan başka bir çaresi yoktur.

Burada sünnetin hücciyetini ispatlayan başka bir delil daha ortaya çıkmaktadır: Sünnete başvurmadan Kur'an'la amel etmenin imkansızlığı.[401]

Allah Rasûlunün 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)çevresinde bulunan sahabîler, konuyu böyle anlamış ve konuya böyle inanmışlardır. Onlar, Peygamber'in emir ve nehiylerine bağlanmış ibadât, muamelât ve diğer bütün işlerde onu izlemişlerdir. Ancak Peygamberin şahsına münhasır olduğunu bildikleri hususları müstesna tutmuşlardır. Bu bağlılık öyle bir düzeye varmıştı ki sebebini bilmeden veya illet ve hikmetini sormadan Peygamber'in yaptıklarını yapıyor ve terkettiklerini de terkediyorlardı.

İbni Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)altından bir yüzük edindi. Bunun üzerine insanlar da altın yüzük edinmeye başladı. Sonra Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'Ben artık bunu ebediyen takmayacağım' diyerek onu attı. Bunun üzerine insanlar da yüzüklerini attılar. [402]

Ebu Said el-Hudrî (radıyallahu anh) şöyle der: Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ashabıyla namaz kıldığı bir esnada ansızın nalînlerini çıkarıp soluna bıraktı. Diğerleri bunu görünce onlar da nalinlerini çıkarıp attılar. Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)namazı bitirince "sizi nalinleri çıkarıp atmaya sevkeden neydi?" diye sordu. Ashab "senin nalinleri çıkarıp attığını görünce biz de nalinlerimizi çıkarıp attık."diye cevap verdi. Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurdu: "Cibril gelip nalinlerîmde pislik veya rahatsız edici bir şeyin olduğunu söyledi.[403]

Sahabenin Peygamber'e ait söz ve davranıştan izleme arzusu o kadar ileriydi ki, bazıları nöbetleşerek gün aşırı Peygamber'in meclisine devam etmeye çalışıyordu. Mesela Ömer b. el-Hattab 
(radıyallahu anh) Buharî'nin kendisinden aktardığı bir rivayette şöyle der: "Ben ve Ensardan bir komşum Benî Umeyye b. Zeyd denen semtte idik. Nöbetleşerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in yanına varıyorduk. Bir gün o gidiyordu, bir gün ben. Ben gittiğimde o güne ait haberleri naklederdim. O gittiğinde aynısını o yapardı. [404]

Aynı şekilde Medine'den uzak olan kabileler İslamî hükümleri öğrenip, kavimlerine tebliğ etmek ve onları irşad etmek üzere bazı elemanlarını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'e gönderiyorlardı. Hatta sahabeden bîri sadece nazil olan bir meseleyi veya şer'î bir hükmü sormak için uzun mesafeler katedip Allah Rasûlu'ne gelebiliyordu.
Ukbe b. el-Haris' 
(radıyallahu anh)ten nakledildiğine göre kadının biri Ukbe ile hanımını emzirdiğini söyler. Bunun üzerine Mekke'de oturmakta olan Ukbe, bineğine atlayıp Medine'ye doğru yola çıkar. Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ne varıp: "süt kardeşiyle bilmeden evlenip daha sonra emziren kadının haber vermesiyle bunu öğrenen kişi hakkında Allah'ın hükmü nedir?" diye sorar. Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bunun, verilen bir haber olduğunu [ve gereğiyle amel etmek gerektiğini] söyleyerek cevap verir. Ukbe'nin bu kadından ayrılması üzerine kadın başka biriyle evlenir. [405]

Öte yandan kadınlar, Allah Rasûlu'nün eşlerine, zaman zaman da Allah Rasûlu'ne gidip gelmek suretiyle ve sormak istedikleri hususları sorarak dinlerini öğreniyorlardı. Kadına açıkça söylenemeyen bir durum olduğunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)zevcelerinden birini sözkonusu meseleyi açıklamakla görevlendirirdi. Hayızdan nasıl temizlenilmesi gerektiğini anlatan Aişe hadisini buna örnek olarak zikredebiliriz.[406]

İşte, en hayırlı dönemin insanlarının sünnet-i mutahharaya gösterdiği hassasiyet bu tarzdaydı. Sahabe, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e tam olarak itaat edip onun emir ve nehiylerine uymuş, onun hükmüne teslim olup onun davranış ve hayat tarzına bağlı kalmış ve onun sünnetini öğretme konusunda son derece istekli ve hırslı davranmıştır.

Bu hassasiyet Peygamberin hayatıyla sınırlı kalmamış, vefatından sonra da devam etmiştir. Bunun devam ettiğini gösteren birkaç örnek vermek yerinde olacaktır: [407]


A. Peygamber  
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Sünneti ve Ebubekr es-Sıddık (radıyallahu anh)      

Kabîse b. Zueyb (radıyallahu anh)anlatıyor: Ninenin biri Ebubekir'e gelip mirastan pay istedi. Ebubekr "Allah'ın Kitabı'nda sana ait bir pay yoktur. Peygamberin sünnetinde de senin durumunla ilgili bir şey bilmiyorum. Sen dön git. Ben bunu insanlardan sorayım" deyip konuyu insanlara sordu. Muğire kalkıp şöyle dedi: "Ben Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nün nineye altıda bir verdiğine şahid oldum." Ebubekr: "Bu konuda sana eşlik edecek kimse var mı?" diye sordu. Bunun üzerine Ensar'dan Muhammed b. Seleme kalkıp Muğîre b. Şu'be'nin söylediklerine benzer şeyler söyledi. Ebubekr, söylenen hükmü uygulayıp nineye altıda bir pay verdi. [408]

Ebubekir' (radıyallahu anh)"Peygamberin sünnetinde seninle ilgili bir şey bilmiyorum" demesi ve Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in nineye altıda bir verdiğini öğrendikten sonra onun da nineye altıda bir vermesi sünnetin Ebubekr nezdindeki Hüccet değerini ispat açısından yeterli bir örnektir.

Buharî, Müslim ve Ebu Davud'un naklettiği bir rivayette Ebubekir (radıyallahu anh)şöyle buyurmaktadır: "Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nün kendisiyle amel ettiği hiçbir şeyi terketmedim. Peygamberin emirlerinden herhangi birini terketme durumunda haktan ayrılıp sapmaktan korkarım." [409]


B. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
in Sünneti ve Ömer b. el-Hattâb (radıyallahu anh)      

Ömer 
(radıyallahu anh), şehid edilmeden birkaç gün evvel kalkıp şöyle der: "Allahım, Ensardan olan yöneticiler (umerd) konusunda seni şahid tutuyorum. Ben onları, sadece insanlara dini ve Peygamberin sünnetini öğretip, ganimetleri insanların arasında paylaştırmak ve adaletle hükmetmek üzere gönderdim. Kimin bir muşkili olduysa bana getirdi.[410]

Ömer' 
(radıyallahu anh)in Kadı Şurayh'a gönderdiği mektup meşhurdur. Bu mektup, sünnetin Hüccet olduğunu ve insanlar arasında yargıda bulunurken ona başvurmak gerektiğine dair birtakım konular içermektedir.

Nesâî der ki: Bize Ahmed b. Muhammed b. Beşşâr, o Abbastan, o Süfyandan, o da Şeyban aracılığıyla Şureyh'ten naklettiğine göre Şureyh, Ömer'e bir mektup yazıp ona birtakım şeyleri sorar. Karşılığında Ömer 
(radıyallahu anh)   şunları yazar:

 "Allah'ın Kitabı'ndakilerle hükmet. Şayet Allah'ın Kitabı'nda yoksa, Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)nun sünnetiyle hükmet. Şayet Allah'ın Kitabı ve Rasûlu'nün sünnetinde yoksa salih kimselerin verdiği hükümlerle hükmet. Şayet Allah'ın Kitabı ve Rasûlu'nun sünnetinde olmayan ve salih kimselerin hakkında hüküm vermediği bir konuysa, dilersen öne geçip hüküm verebilirsin, dilersen hüküm vermekten çekinebilirsin. Ben şahsen hüküm vermekten huccet Değeri ve Tedvin Açısından Sunnet çekinmeni daha uygun görüyorum. Allahın selamı üzerine olsun.[411]

Nitekim Ömer 
(radıyallahu anh) birkaç olayda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine vakıf olduktan sonra görüşünü değiştirmiştir.

Örnek olarak Şafiî'nin kendi senediyle aktardığı şu olayları zikretmek mümkündür:
Bize Sufyân, o Zuhrî'den, o da Said b. Museyyeb'ten Ömer b. el-Hattâb'ın şöyle dediğini nakletti: "Diyet, âkileye düşer. Kadın, kocasının diyetinden bir şey alamaz." Dahhâk b. Sufyân, Allah Rasûlu(s.a.v.)'nün Eşyem b. ed-Dibâbî'nin diyetinden eşine pay verilmesi emrini yazılı olarak kendisine gönderdiğini söyleyinceye kadar Ömer, bu görüşteydi. Dahhâk'ın rivayeti üzerine Ömer, kendi görüşü bırakıp buna yöneldi. [412]


Bu gerçeği pekiştiren bir olay daha zikredelim.
Sufyân b. Amr, Becâle'nin şöyle dediğini duyduğunu nakleder: Abdurrahman b. Avf, Peygamber'in Hecer Mecûsîlerinden cizye aldığını haber verinceye kadar Ömer, mecûsîlerden cizye almıyordu. [413]


C. Selef-i Sâlihînin Sözlerinde Sünnetin Hüccet Değeri

1. Hasan Basrî'nin aktardığına göre İmrân b. Husayrı arkadaşlarıyla oturduğu bir sırada içlerinden biri şöyle der:
"Bize sadece Kur'an'dan bahsediniz." İmrân, adama: "Yaklaş" der. Adam yaklaşınca şunları söyler: "Söyle bakayım, şayet seni ve arkadaşlarını Kur'an'la başbaşa bırakırsak onda öğle ve ikindi namazlarının dört, akşamın üç rekat olduğunu ve sadece ilk iki rekatında kıraatin bulunduğu şeklinde bir bilgiye rastlayabilir misiniz? Şayet seni ve arkadaşlarını Kur'an'la başbaşa bırakırsak onda Ka'be tavafının yedi olduğunu, Safa ve Merve'yi tavaf etmeye dair bilgi bulabilir misiniz?" İmrân şöyle devam eder: "Ey insanlar, bizden [hadis] alınız. Allah'a yemin olsun ki, böyle yapmazsanız dalâlete düşersiniz.[414]


2. Muhammed b. Kesîr, Evzâî aracılığıyla Hassan b. Atiyye'nin şöyle dediğini nakleder:
"Cibril, Peygamber (s.a.v.)'e Kur'an'ı indirdiği gibi Sünneti de indiriyordu. [415]


3. Eyyûb es-Sahtiyânî'den nakledildiğine göre adamın biri Mutarrif e şöyle der: "Bize sadece Kur'an'da yer alan şeylerden bahsediniz." Bunun üzerine Mutarrif şunları söyler: "Allah'a yemin olsun Kur'an'a bir alternatif (bedel) aramıyoruz. Ancak Kur'an'ı bizden daha iyi bilen bir zatın beyanlarını arıyoruz..."


4. Evzâî, Eyyûb es-Sahtiyânî'nin şöyle dediğini nakleder: Bir adama Sünnetten bahsettiğiniz zaman, şayet adam "bunu bırak, bize Kur'an'dan bahset" diyorsa bilmiş ol ki o, [hakktan] sapan ve saptıran bir kimsedir. [416]


5. Evzâî, Mekhûl, Yahya b. Ebi Kesîr ve daha pek çok kimse şöyle söylemiştir:
"Kur'an'ın Sünnete olan ihtiyacı, Sünnetin Kur'an'a olan ihtiyacından daha fazladır. Sünnet, Kitab'a hükmeder ama Kitap, Sünnete hükmetmez. [417]


6. Fadl b. Ziyâd der ki: Ebu Abdillah'a yani Ahmed b. Hanbel'e "Sünnet, Kitaba hükmeder" sözü sorulduğu zaman onun şöyle dediğini işittim: "Ben bu ifadeyi kullanmaya cesaret edemem. Ancak şunu söyleyebilirim: Sünnet, Kitabı tefsir edip tanıtır ve onu beyan eder.[418]


İmam Ahmed'in kaçındığı husus mezkur ifadeyi kullanmaktır. Yoksa aynı ifadedeki manayı (sünnetin Kur'an'ı açıkladığı hususu) kendisi de açıkça belirtmektedir.[419]


D. Sünnetin Hüccet Değerinin icmâ' ile Subûtu ve Dinin Bedahetle Bilinen Esaslarından Oluşu

Raşid Halifeler döneminden günümüze kadar selef ve halef alimlerinin eserlerine baktığımızda kalbinde zerre kadar iman ve bir nebze ihlas olduğu halde Sünneti, Sünnet olması itibariyle inkar eden; Sünnetle istidlalde bulunmayı inkar eden ve onun gereğiyle amel etmeyi reddeden hiçbir imama rastlayamayız. [420] Aksine hepsinin Sünnete bağlı, Sünnetle amel etmeyi teşvik eden, ona muhalefet ermekten sakındıran, gerek kendi nefsi için gerek başkası için Sünneti delil kabul eden, ona karşı çıkmayı ve onu hafife almayı yadırgayan, onu Kur'an'ın tamamlayıcı ve açıklayıcısı olarak addeden kimseler olduğunu görürüz. Rivayet edilen herhangi bir hadis onların ileri sürdüğü sıhhat şartlarını taşıyan muteber bir hadis ise kendi kişisel içtihadları sonucu vardıkları görüşten vazgeçerlerdi. Nitekim "hadis sahih ise benim mezhebim odur. [Hadise aykırı] görüşlerimi duvara çarpın.[421] şeklindeki ifade meşhurdur. Bu ibarenin mana itibariyle Şafiî'ye nisbeti tevatürle sabittir. Bir çok müçtehitten buna yakın ifadeler aktarılmıştır.


Onlar, hadisin değerini yüksek tutar ve hadis meclislerinde edebe son derece dikkat ederlerdi. Hadîs ehline saygı ve tazimde bulunup onlardan övgüyle bahsederlerdi. Onların varlığını, din için en büyük yardım ve dinsiz çevrelerin saldırılarını püskürten en güçlü amil olarak görüyorlardı. Sadece bidatçı ve facir kimselerin ya da ilhad ve küfür ehli olanların onlardan buğzedebileceklerine inanıyorlardı. Onların rivayetlerine büyük bir ihtimam gösterip bu uğurda ömürlerini tüketmişlerdir. İşinden, yuvasından, arzu ve isteklerinden, yurdundan, mal ve evladlarından ayrılarak memleket memleket dolaşmışlardır. Bütün bunları hadisleri rivayet edip derlemek, tahkik edip muhafaza altına almak, hadis tarihini öğrenip sahihini zayıf ve mevzu olanından ayırmak için yapıyorlardı.


Şüphesiz bu, önemi büyük ve sonuçları yüce olan bir şey uğruna; yani İslam'ın esaslarından biri olan Kur'an'ın anlaşılmasına ve ahkamın genelinin subûtuna esas teşkil eden bir kaynak (sünnet-i nebevîyye) uğruna yapılıyordu. 

Onlar, sünnetin hüccet değeri konusunda fikirbirliği halindedirler. Aralarında vuku bulan ihtilaf sadece iki alana münhasırdır:

a. Hadisin Peygamber'e isnadının sahih olup olmadığı,


b. Hadisin söz konusu edilen hükme delâlet edip etmediğidir.


Şafiî (r. anh) der ki: "Kendisine Allah Rasûlu (s.a.v.)'nün Sünneti ayan olduktan sonra herhangi bir kimsenin sözünden ötürü o Sünneti terketmenin caiz olmadığı konusunda bütün insanlar ittifak halindedir. [422]


"İnsanların âlim saydığı ya da kendisini ilme nisbet edenlerden hiçbirinin Cenab-ı Hakk'ın, Rasûlunün emrine itaati farz kıldığı konusunda muhalefet ettiğini duymadım[423]  


"Sahabe ve tabiindan olup Allah Rasûlu (SAV.)'nden haber verdiğinde haberi kabul edilmeyen, kendisine başvurulmayan ve verdiği haber Sünnet olarak tesbit edilmeyen kimseyi bilmiyorum. [424]


"Eğer Peygamber'den sabit olan bir hadise [farkında olmadan] muhalefet edersek, umarım bundan dolayı muaheze edilmeyiz inşaallah. Kimsenin (bilerek) bunu yapmaya hakkı yoktur; fakat insan bazen sünnete muhalefet kasdı taşımadığı halde sünnetten haberdar olmaz ve ona muhalif söz söyler. Bazen de gaflet sebebiyle tevilde hata eder. [425]


Şayet birinden hadise aykırı bir söz varid olmuşsa bu, mutlaka bir mazerete ve gerekçeye dayanmaktadır. 

Konuyla ilgili gerekçeleri üç şıkta toplamak mümkündür:

a- Peygamber (s.a.v.)'in o hadisi söylemiş olabileceğine inanmama,


b- Peygamber (s.a.v.)'in o hadisle sözkonusu meseleyi kasdettiğine inanmama,


c- Sözkonusu edilen hükmün mensuh olduğuna inanma. [426]


Şeyh Hasan Karakaya, Fıkıh Usulu/İslam-tr

[389] Nahl, 44

[390] Buharı, Ezan, 18, hadis nr: 631; Fethu'1-Bârî, 3/11
[391] Muslim, Hac, 51, hadis nr: 3124
[392] Nisa, 105
[393] Nisa, 65
[394] Nisa, 60
[395] Şura, 21
[396] Tevbe, 31
[397] Enfal, 20
[398] Ahzab, 21
[399] Al-i İmran, 31
[400] Nisa, 80
[401] Bu açıklamalar ışığında "Ayetlerde emredilen Peygamber (S.A.V)'e itaâttan maksat Kur'an'da yer alan ilahî emirlere itaattir." şeklindeki iddianın geçersizliği de anlaşılmış olmalıdır. Bu iddianın geçersizliğine dair deliller pek çok olmakla beraber biz bir kaç hususu aktarmakla yetineceğiz:
1-Böyle bir yaklaşım, Kur'an dili olan Arapçanın üslûp ve özelliğine aykırıdır. Zira Kur'an'da [ısrarla] iki müstakil merciye, Allah'a ve Resulüne, itaat emredilmektedir.
2- Bu yaklaşım, genelde peygamberlere özelde Hz. Muhammed {S.A.V)'e itaati emreden ayetlerin ruhuna aykırıdır. Zira ilgili ayetlerin sadece Allah'a itaati emretmemekle [bunun yanısıra] bizzat peygamberlere itaatin de emredildiğine delalet etmektedir.
3- Şayet iddia edildiği gibi ayetler, Peygamber'e ve nebevi sünnete itaati emretmeksizin sadece Kur'an'a itaati emretmekle yetinmiş olsaydı -Sünnetin bağlayıcılık vasfını kaybetmesi nedeniyle- Kur'an, uygulanması imkansız bir kitap haline gelirdi. Kur'anî emirlerin önemli bir kısmı anlamını ve hikmetini kaybedip zayi olurdu. Zira hiç bir mükellefin bu [kapalı] emirleri uygulama imkanı olmayacaktı.
[402] Buharî, Libâs, 46-47, hadis nr: 5866-7; Fethu'l-Bâri, 10/318
[403] Ebu Davud, Salât, 88, hadis nr: 646; İbni Sa'd hadisi bir kaç tarikle rivayet etmektedir. Bkz. İbni Sa'd, Tabakat, 1/480
[404] Buharî, İlrn, 27, hadis nr: 89; Fethu'1-Bârî, 1/185
[405] Buharî, İlm, 26, hadis nr: 88; Fethu'1-Barî, 1/184
[406] Buharı, Hayz 13, hadis nr: 314; Fethu'1-Bârî, 1/414
[407] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 159-164.
[408] Malik, Muuatta; Tirmizî, Ferâiz, 10, hadis nr: 2182
[409] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 164-165.
[410] Darimî, Sünen, 1/72; Mervezî, es-Sünne, 8
[411] Nesâî, 8/204; Ayrıca bkz. Darimî, Sünen, 1/60; Vekf, Ahbâru'l-Kudât, 2/189-190; Hilyetu'l-Evliya, 4/136; es-Sünenu'1-Kubra, 10/115; İ'iâmu'I-Muvakkiîn, 1/65-90
[412] Şafiî, er-Risâle, 426
[413] Şafiî, er-Risâie, 430-431 Şafiî der ki: Becâle'nin hadisi mevsûldur. Bccâle yetişkin biri olarak Ömer b. ei-Hattâb'ı görmüş ve onun valilerinden bazılarına katiplik yapmıştır. er-Risâle, 432 Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 165-166.
[414] Beyhakî, Delâil (Giriş kısmı), 1/25; Hafîb ve İbnİ Abdilber bu hadisi birkaç kanaldan rivayet etmişlerdir. Bkz. el-Hatîb, el-Kifâye, 48; İbni Abdilber, el-Cami', 2/191
[415] Darimî, es-Sünen, es-Sünnetu Kâdiyetun aiâ Kitâbullâh, 1/117, hadis nr. 594; Hatîb, el-Kifâye, 48; İbni Abdilber, el-Câmi', 1/191
[416] Beyhakî, Delâil (Giriş kısmi); Hucciyyetu's-Sünne, 331; İbni Abdilber, el-Câmi1, 1/191
[417] Beyhakî, Delâii (Giriş kısmı); Hucciyyetu's-Sünne, 332; Hatîb, e/-Kıfâye, 49
[418] el-Hatîb, el-Kifâye, 47; İbni Abdilber, el-Câmi' 2/191-192
[419] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 166-168.
[420] İlk dönem alim ve İdarecilerinin Kur'an yorumunda çok serbest davrandıkları, lıncak İmam Şafiî'nin buna tepki olarak ortaya çıkıp yorum için İçtihad ve kıyas yerine genel olarak hadislerin temel alınması gerektiğini savunduğu iddiası, tarihî gerçeklere tamamen aykırı bir iddiadır. Özellikle oryantalistler tarafından ileri sürülen hadis hareketinin İmam Şafiî'yle başladığı tezi tamamen kurgusal olup hilaf-ı hakikattir. (Geniş bir değerlendirme için bkz. M. Mustafa el-A'zamî, islam Fıkhı ue Sünnet)
Sünnetin Kur'an'dan sonra ikinci kaynak olarak görülmesi istisnasız bütün müçtehid imamların içtihad usûlünde karşılaştığımız bir vakıadır. Hatta Şafiî'nin mezhebini tedvin etmeden önce İmam Malik'ten Muvatta dinlediği Irak'a gidip İmam Muhammed'den bir deve yükü ilim aldığı kaynaklarda geçmektedir. Şafiî'den daha önce yaşayan İmam Ebu Yusuf ve Leys b. Sa'd'ın elimize ulaşan beyanlarından mevcut hadis anlayışının ilk dönemlerden itibaren var olduğu ve Şafiî'nin belirleyiciliğinin söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.-Çeviren-
[421] Bu sözün izahı için Takiyyuddin es-Subkî'nin Mecmûatur-Resâili'l-Mumriyye içinde basılan açıklamalarına bakılabilir. Bu eser, çok değerli ve nadir bulunan açıklamalar içermektedir.
[422] Bkz. İ'lâmu'l-Muvakiîn, 2/361
[423] Bkz. İ'Iâmu'I-MuvaJtiîn, 2/364
[424] Bkz. Suyûtî, Miftâhu'lCenne, 24
[425] er-Risâle,219
[426] Hucciyyetu's-Sünne, 341-343 Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 168-170.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR   

9 Nisan 2015 Perşembe

459.PEYGAMBERİMİZ sas için BİRKAÇ KİŞİ KURBAN KESEBİLİR Mİ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Kutlu doğum haftası yaklaşırken yapılan bir yanlış uygulamadan bahsetmek istiyorum.

Öncelikle belirtmeliyiz ki Peygamber Efendimiz'e
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kurban kesmek ifadesi uygun değildir.

 Evliyaya, peygambere veya başkalarına kurban kesilmez. Kurban kesip sevabı onlara bağışlanır.

Peygamberimiz'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)nafile kurban keseceğiz diye iyi niyetle de olsa birkaç kişinin bir araya gelerek bir koyunu kurban etmesi caiz değildir.

Sevabı Peygamberimize olmak üzere veya başka nafile niyetiyle de olsa, bir koyunu ancak bir kişi kesebilir. Sığırı ise, en fazla yedi kişi kesebilir. Nafile kurban olarak da, bir koyunu iki ve daha çok kişi, sığırı ise sekiz veya daha çok kişi kesemez.

 Kurban kesip sevabını  Resulullah efendimiz'e bağışlamak müstehabdır ve çok sevapdır.

Böyle bir niyeti olan kişi tek başına Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ya da bir başkası adına kurban kesebilir.

 Kurban kesecek kadar parası olmayanlar, kurban kesmek yerine başka hayır yapabilir ve sevabını bağışlayabilirler.



Dinimiz İslam ve Sorularla İslamiyet'ten faydalanılmıştır.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

6 Nisan 2015 Pazartesi

458.SÜNNETİN HÜCCET DEĞERİNİ İSPATLAMA-8-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


III. Bir Şüphenin Defi Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Nubuvvet Ve İsmetinden Hareketle Sünnetin Hüccet Değerini İspatlama

Bazıları, sünnetten hareketle sünnetin hüccet oluşunu İspatlamaya itirazda bulunup bunun bir kısır döngü (ed-Deuru'l-Mumteni') olduğunu söyleyebilir.


Bizim diyeceğimiz şudur: Allah Rasûlu 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nün risaletinin dayandığı deliller onun dini tebliğ sadedinde îrâd ettiği haberlerde (eI-Ahbâru'l-Belâğiye) masum ve yanılmaz olduğuna delâlet etmektedir. Bu haberlerden biri de Peygamber'in emir ve nehiylerine itaatin gerekliliğini ve Kur'an'ın Allah kelamı olduğunu bildiren nebevî haberlerdir. Zira risalet, vahyolunan ilahî hükümleri kullara tebliğ etmek üzere Allah ile kul arasında yapılan bir elçiliktir. Şayet Peygamber tebliğe dair haberlerde doğru sözlü ve güvenilir olmazsa mucizenin delâleti geçersiz olur ve risaletle amaçlanan gaye ortadan kalkar. Binaenaleyh Peygamber'in risaleti, onun tebliğe ilişkin verdiği haberlerde güvenilir olduğunun delilidir.

Biz nebevî emir, nehiy, fiil ve takrirlerin Hüccet oluşunu da kapsayan Peygamberin tebliğe ilişkin haberlerine dayanarak nebevî emir, nehiy, fiil ve takrirlerin Huccet olduğunu ispatlıyoruz.[387] Sözkonusu tebliğe ilişkin haberlerde Peygamberin yalan ve gerçek dışı gibi vasıflardan masumiyetine gelince daha önce bu hususun nubuvvet delilleriyle sabit olduğunu belirtmiştik.

Başka bir ifadeyle biz burada sünnetin özel bir türüne dayanarak, bu mesabede olmayan ve zaman zaman muhatabımızın itirazına uğrayan diğer sünnet türlerini ispatlamaya çalışıyoruz. Dayandığımız kısım, hasmımız nezdinde de tartışmasız olarak kabul edilen sünnettir. Aksi taktirde muhatabımız ilmî delillere karşı hiçbir gerekçesi olmadan büyüklenmiş olur. Zira belağî haberlerde Peygamberin masumiyeti, nebevî risalete inanan herkes nezdinde gayet açık olan bir gerçektir.


Keza biz, Kur'an'a dayanarak sünnetin hüccet olduğunu ispatlıyoruz. Halbuki dayandığımız ayet-i kerimenin Kur'an'dan olup kelamullah vasfı taşıdığı nebevî haberle 
[nebevî emirler değil] sabit olan bir husustur. Aynı şekilde belâğî haberlerle hüccet olduğu sabit olan nebevî emirlere dayanarak Peygambere ait fiil ve takrirlerin hüccet olduğunu ispatlıyoruz.


 Bütün bunlardan ortaya çıkan sonuç şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in nubuvveti ve tebliğe ilişkin verdiği haberlerde yalandan masum olduğu gerçeği, onun daha önce zikri geçen ve sünnetin bütün kısımlarıyla hüccet olduğunu bildiren hadislerde doğru sözlü ve güvenilir olduğunun delilidir. Binaenaleyh Peygamberin tebliğe ilişkin haberlerde masumiyeti tek başına sünnetin bütün kısımlarını ispata yetecek müstakil bîr delildir.

Ancak, risaletin bir gereği olan Peygamberin masumiyeti sadece tebliğe ait haberlerle sınırlı değildir. Nitekim ulemâ, Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in tebliğe halel getirecek bütün şeylerden masum olduğu konusunda icma etmiştir. Zira tebliğ, sözlü bir haberle yapılabildiği gibi; fiil, takrir, emir ve nehiyle de yapılabilir. Bütün bunlar tebliğ türlerinden sayılır.

Peygamberin tebliğe halel getirecek şeylerden masum oluşu 
-ki bu tebliğe ilişkin bir haber değildir- belâğî herhangi bir haberin aracılığına ihtiyaç duymadan doğrudan tebliğ fonksiyonlu bütün nebevî fiil, takrir, emir ve nehiylerin hüccet olmasını gerektirir.[388]


[387] Bu ifadelerde kısmen bir kapalılık hissettiğimiz için bunları açıklamak istiyoruz:
Sünnetin hüccet değerini sünnete dayanarak ispat ederken aşamalı bir istidlal gerçekleşmektedir. Bu aşamaları ayırarak sırasıyla zikredelim:

Birinci Aşama: Peygamber (SAV)'in nübüvvet ve risaletini ispat eden bütün mucizeler ve bütün nebevî hasletler aynı zamanda onun, ilahî mesajın tebliğine ilişkin verdiği haberlerde (el-ahbâru'l-belâğiye) yalandan ve yanlıştan masum olduğunu gösterir. Bu masumiyet mucizenin delaletinin tabiî bir sonucudur. Aksi taktirde mucizenin delalet ettiği mana; risaletle amaçlanan maksat ortadan kalkar. Mucizenin bu manaya nasıl delalet ettiği, giriş bölümünde bir örnek zımnında İzah edilmişti. İstidlalin bu aşamasında Peygamber (S.A.V)'in tebliğe ilişkin verdiği haberlerde yalan ve yanlışa düşmekten beri olduğunu öğreniyoruz. Bu nebevî haberlerden özellikle konumuzla ilgili olan haberlerden örnek vermek gerekirse: Mesela, Peygamber'in emir ve yasaklarına itaat etmenin vacip olduğu ("Resul'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur; Ona İsyan eden Allah'a isyan etmiş olur." Buhari; "Dikkat edin, bana Kur'an'la birlikte bir misli daha verildi."Ebu Davud, İbni Mâce) ve Kur'an'ın ilahî kelam olduğuna dair hadisler/haberler bu cümledendir. Bu iki örnek bazında söylemek gerekirse yani Peygamber (S.A.V)'den sadır olan emir ve nehiylere riayet etmek gerektiği ve Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğu konusundaki haberler, Peygamber (SAV)'den sadır olan belâğî haberlerdir. Ve mucizenin delaletinin bir gereği olarak peygamberler bu haberlerin bildiriminde yanlış ve yalana maruz kalmaktan uzaktır. Aksi taktirde Cenab-ı Hakk'ın onlara ihsan ettiği mucizelerin bir anlamı kalmayacaktır. Zira mucize Cenab-ı Hakk'ın "falanca şahıs ileri sürdüğü elçilik davasında doğru söylüyor, bana isnad etttiği şeyler doğrudur, ben de onu teyid ediyorum" sözü mesabesinde bir fiildir.
İkinci Aşama: Peygamber (S.A.V)'İn verdiği haberlere göre onun inşâî bildirimleri ve bu cümleden olarak emir ve nehiyleri ümmet için bağlayıcıdır. Bu emir ve nehiylere riayet etmeyenler hakkında tehditler varid olmuştur.
Başka bir ifadeyle Peygamber (S.A.V)'den varid olan sünnet ve hadisleri iki gurupla sınırladığımızda birinci gurup hadisler haber suretinde olup Peygamber (S.A.V)'in verdiği haberleri ve bildirimleri içerir. "Bana itaat etmeniz gerekir", "Bana Kur'an'la birlikte bir misli daha verilmiştir" meâlindeki hadisleri buna örnek vermek mümkündür. İkinci gurup hadisler, emreden ya da nehyeden inşâî nitelikteki hadislerdir. "Bana itaat edin" mealindeki hadisleri (örneğin bkz. Buharı, İ'tisam, 2/7288} buna örnek vermek mümkündür.
Sonuç itibariyle iki gurup hadis ortaya çıkmaktadır. Muhatabımız bunlardan ikinci gruptaki hadislerin delaletini kabul etmediğinden onun nezdinde müsellem olan haber içerikli birinci gurup hadislerle istidlalde bulunuyoruz. Yani birinci gurup hadislere dayanarak emredici hadislerin bağlayıcı olduğunu ispatlamak İstiyoruz. Dolayısıyla ispatlayan ve ispatlanan, aynı şey olmadığı için bir kısır döngüden bahsedilemez.
Sünnetin hüccet değerini izah ederken bunun yerine tek aşamalı bir yöntem İzlemek de mümkündür. Şöyle ki: Peygamber (S.A.V)'in mutlak masumiyeti, onun sözlü, fiilî ve takriri bütün tasarruflarının hüccet olduğunu gösterir. Zira bilindiği gibi Peygamber (S.A.V)'in masumiyeti sözlü ifadelere münhasır değildir. O; sözlü, fiilî ve takrirî konularda da günaha ve yanlışa düşmekten masumdur. Dolayısıyla Ondan, dinin beyanına dair sadır olan her şey yalan ve yanlıştan beridir. Sadır olan hususların haber veya emir içerikli olması farketmez. İster haber olsun ister emir, her türlü tasarruf onun masumiyetinin gereği olarak hüccet değeri haizdir.
[388] Geniş bilgi için bkz. Hucciyyetu's-Sünne, 279-283 Muhammed Salih Ekinci, Huccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 156-159.



Devam edeceğim inşallah...

Şeyh Hasan Karakaya, Fıkıh Usulu/İslam-tr

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

4 Nisan 2015 Cumartesi

4 NİSAN- AY TUTULMASI VE HUSUF NAMAZI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

(Ay Tutulması Namazı) 4 Nisan 2015 Ay tutulması bugün saat 15.00'te gerçekleşecek fakat Türkiye'den tam olarak 16.58'de izlenebilecek.

Hicri takvime göre Ay tutulması zamanında kılınan husûf namazı nasıl kılınır?

Peygamber Efendimiz’in (sas) namaz ve dua tavsiyesinde bulunmuştur.


 Ay veya Güneş tutulmasını gördüğünüz zaman, açılıncaya kadar namaz kılın, dua edin.” (Buhârî, “Küsûf”, 1, 15)

Husuf namazı:

Ay tutulduğu zaman, herkes kendi evinde tek başına olarak güneş tutulması namazı gibi, kıraati gizli veya açıktan okuyarak iki veya dört rekat namaz kılması iyi olur. Bu namazın camide cemaatle kılınması da, caizdir.

Bu namaz, iki rekat kılınırsa sabahın sünneti gibi, dört rekat kılınırsa ikindinin sünneti gibi kılınır.

Güneş tutulduğu zaman, ezansız ve kametsiz olarak, en az iki rek`at olmak üzere toplu olarak namaz kılınır. İmam her rek`atta normal namazlara göre daha uzun ve açıktan kıraatte bulunur. Namazdan sonra imam kıbleye karşı ayakta veya cemaate dönük şekilde oturarak dua eder. Cemaatle kılınmadığı durumlarda bu namaz tek başına da kılınabilir.

Önemli not:Türkiye'de ay tutulması 16:58'de görülecek fakat ikindi vakti gireceği için ve ikindi namazından sonra nafile namaz da kılınamadığı için şöyle yapılabilir: önce husuf namazınızı kılıp sonra ikindi namazınızı kılabilirsiniz.Allah cc kabul etsin. 

Küsûf namazının sünnet olduğu ve cemaatle kılınmasının daha faziletli sayıldığı konusunda müctehidler arasında görüş birliği bulunmakla birlikte, hüsûf namazının sünnet olup olmadığı ve cemaatle kılınıp kılınmayacağı tartışmalıdır.

Ebû Hanîfe ve Mâlik, ay tutulması güneş tutulmasından daha fazla olduğu halde Peygamberimiz'in bu sebeple namaz kılmadığını öne sürerek, hüsûf namazının sünnet olmadığını söylemişlerdir. Ancak böyle bir durumda tek başına iki rek`at namaz kılınabilir, müstehaptır. Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise hüsûf namazı da küsûf namazı gibi sünnettir, cemaatle kılınır.

Şiddetli rüzgâr, aşırı yağmur, aşırı soğuk ve benzeri durumlarda, bunların can ve mal kaybına yol açabilecek doğal âfete dönüşmemesi için dua etmek ve bu anlamda iki rek`at namaz kılmak güzel (müstehap) bulunmuştur. 

Nitekim Peygamberimiz şiddetli bir rüzgâr estiğinde şöyle dua etmiştir:

"Allahım! Senden rüzgârın en hayırlısını, rüzgârla gönderdiklerinin en hayırlısını isterim. bu rüzgârın kötülüğünden, bu rüzgârdakilerin kötülüğünden ve rüzgârla gönderdiğin şeylerin kötülüğünden sana sığınırım" (Tirmizî, "Da`avât", 48, 88; Müslim, "İstiska", 15).

Bu durumlarda namaz ve dua, tabiat olaylarının insanlarda ve çevrede hâsıl edebileceği olumsuz etkilere karşı Allah'tan yardım dileme mahiyetindedir.
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

2 Nisan 2015 Perşembe

457.SÜNNETİN HÜCCET OLUŞUYLA İLGİLİ SÜNNETTEN DELİLLER-7-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


II. Sünnetin Hüccet Oluşuyla İlgili Sünnetten Deliller 

1. Ebu Hureyre (r. anh), Allah Rasûlu 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nün şöyle buyurduğunu naklediyor: "Sizi kendi halinizle başbaşa bıraktığım sürece beni bırakın. Zira sizden öncekiler çok soru sorduklarından ve peygamberleri hakkında anlaşmazlığa düştüklerinden helak oldular. Sizi bir şeyden sakındırdığımda ondan kaçının. Size bir şeyi emrettiğimde, gücünüz oranında onu yerine getirin.[372]

Ebu Hureyre (r. anh) Allah Rasûlu 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nün şöyle dediğini rivayet ediyor.

"Yüzçevirenler hariç ümmetimin tümü cennete girecektir." 


Bunun üzerine "yüzçevirenler kimlerdir Ey Allah'ın Rasûlu?" diye sorulunca Peygamber şöyle buyurdu:

"Bana itaat edenler, cennete girecektir; bana itaat etmeyenler yüzçevirenlerdir. [373]

2. Cabir (r. anh), Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen O'nun rüyada gördüğü meleklerin şöyle dediğini rivayet ediyor:

"Muhammed'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur; Ona isyan eden Allah'a isyan etmiş olur. Muhammed insanları [mu’min ile kafiri veya hakk ile batılı] ayıran bir kıstastır.[374]


3. Aîşe 
(r. anha)naklediyor: Allah Rasûlu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bir gün biraz serbest davranarak bir şeyler yaptı. İnsanlardan bazıları bunu yapmaktan kaçındı. Durum Peygamber'e ulaşınca Peygamber, minbere çıkıp Allah'a hamdederek şöyle buyurdu: 

"Bazılarına ne oluyor da benim yaptığım bir şeyden kaçınıyorlar. Allah'a yemin olsun ki ben, Allah'ı onlardan daha iyi biliyor ve ondan daha çok korkuyorum. [375]

4. Enes 
(r. anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu naklediyor:

 "Kim benim sunnetimden yüz çevirirse benden değildir. [376]

5. İbni Mesud (r. anh) Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle dediğini naklediyor:

 "Cenabı Hakk'ın benden önceki ümmetlere gönderdiği hiçbir peygamber yoktur ki, onun, ümmetinden havarileri ve sünnetine uyup emrine tabi olan arkadaşları (ashâb) olmuş olmasın. Daha sonra dediklerini yapmayan ve emir olunmadıkları şeyleri işleyen nesiller iş başına geldiler. Onlara eliyle karşı koyup cihad eden mu’mindir. Diliyle karşı koyup cihad eden mu’mindir. Kalbiyle karşı koyup cihad edendir. Bunun dışındakilerde hardal tanesi kadar iman yoktur. [377]

6. İrbâd b. Sâriye anlatıyor: Allah Rasûlu 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) günün birinde namaz kıldırdıktan sonra yüzünü bize döndü ve gözleri yaşartan, kalpleri ürperten belîğ bir vaaz verdi. Adamın biri "Ey Allah'ın Rasûlu bu, vedalaşmak üzere olan birinin sözlerine benziyor. Öyleyse bize tavsiyede bulun" dedi. Allah Rasûlude bize öğütte bulunup şöyle dedi:

 "Size Allah'tan sakınmayı, Habeşli bir köle de olsa [sizden olan emir sahiplerini] dinleyip itaat etmeyi tavsiye ediyorum. Zira benden sonra yaşayacak olanlar bir çok ayrılığa şahid olacaklar. Size sünnetimi ve hakk ve hidayet üzere bulunan halifelerimin sünnetini salık veriyorum. Bunlara tutunup sımsıkı sarılın. Sonradan çıkan türedi şeylerden uzak durun. Şuphesiz sonradan çıkan herşey bidattir. Her bidat dalâlettir.[378]

7. Malik b. Enes'ten mursel olarak Allah Rasûlu 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nün şöyle dediği rivayet edilmektedir:

 " Size, iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız sürece dalâlete düşmezsiniz. Onlar Allah'ın Kitabı ve Rasûlu'nün Sunnetidir. [379]

8. Ebu Râfi' (r. anh), Allah Rasûlu 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nün şöyle buyurduğunu naklediyor:

 "Sizden birinin, koltuğuna yaslanıp, kendisine emir veya nehiylerimizden bir şey ulaştığında 'bilmiyorum, biz Allah'ın Kitabında bulduklarımıza tabi oluruz' dediğini görmeyeyim. [380]

9. Mikdâd b. Ma'dîkerib (r. anh) Allah Rasûlu' 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)nün şöyle dediğini rivayet ediyor:

 "Dikkat edin, bana Kur'an'la birlikte bir misli daha verildi. Karnı tok bazı kimselerin koltuklarına yaslanıp, 'Kur'an'a sarılın. Onda bulduğunuz helalleri helal; haramları da haram sayın' diyecekleri zaman pek yakındır. Dikkat edin, Allah Rasûlu'nün haram kıldığı şeyler de Allah Teâlâ'nın haram kıldığı şeyler gibidir. Dikkat edin evcil merkepler, köpek dişli yırtıcı hayvanlar ve anlaşmalı olduğunuz zimmilere ait buluntular size helal değildir. Ancak sahibinin ihtiyaç duymadığı buluntutar müstesna. Her kim, bir topluluğa misafir olursa, o topluluk onu ağırlamak zorundadır. Şayet onu ağırlamazlarsa, o kimsenin ağırlanabileceği kadar almaya hakkı vardır. [381]

10. Irbâd b. Sâriye (r. anh)'den şöyle dediği rivayet edilmektedir:


 "Allah Rasûlu  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalkıp şöyle buyurdu:

 Sizden biri koltuğuna yaslanıp Cenab-ı Hakk'ın sadece Kur'an'da yasaklananları mı haram kıldığını sanır? Dikkat edin! Allah'a yemin olsun ki ben de bazı şeyleri emrettim, öğütledim ve yasakladım. Bunlar Kur'an'daki kadardır ya da daha fazladır. İzinsiz olarak ehl-i kitabın evlerine girmeniz, kadınlarına vurmanız ve üzerlerine düşen[cizyey]i verdikleri sürece meyvelerinden yemeniz helal değildir.[382]

11. Aişe'den rivayet edildiğine göre Allah Rasûlu (s.a.v.) birilerini Osman b. Maz'ûn'a gönderip şöyle dedi:


 "Benim sunnetime yüz mü çevirdiniz?" Osman cevaben : "Allah'a yemin olsun ki hayır, ey Allah'ın Rasûlu, ancak ben senin sunnetine uymak istiyorum." dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlu şöyle buyurur: "Muhakkak ki ben hem uyurum, hem namaz kılarım. Bazı günlerde oruç tutar, bazı günlerde oruç tutmaz iftar ederim. Kadınlarla evlenirim. Allah'tan kork ey Osman! Muhakkak ki, ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Misafirinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Hem oruç tut, hem namaz kıl, hem uyu. [383]

Ruzeyn'in varyantına göre Aişe, Osman'ın bütün geceyi ibadetle geçirip gündüzleri oruç tutmak ve kadınlarla evlenmemek üzere yemin ettiğini söyler.


12. Ebu Musa (r. anh) Allah Rasûlu'nden merfu olarak şu hadisi aktarır:


"Cenab-ı Hakk'ın benimle birlikte gönderdiği hidayet ve ilmin misali yere düşen yağmura benzer. Bazı yerler güzel olup yağmuru emer ve bol miktarda ot bitirir. Bazı yerler kurak olup suyu tutar,. İnsanlar bundan yararlanıp su içer ve bunu sulamada kullanırlar. Bazı yerler de çorak olduğundan ne su tutar ne de ot bitirir. Bu, dinde ince idrak (jıkh) sahibi olup Allah'ın benimle gönderdiği ilm ve hidayetten yararlanan kimse ile buna icabet etmeyip benimle gönderilen ilahî hidayeti kabul etmeyen kimsenin misâlidir.[384]


13. İbni Mesud (r. anh)'un şöyle dediği rivayet edilir:


 "Sözlerin güzeli en Allah'ın Kitabı, yolların en güzeli Muhammed (s.a.v.)'in yolu ve işlerin en kötüsü türedi olanıdır. [385]

14. Aişe, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini nakleder:


 "Allah, şu beş kişiye lanet etsin -ki her Peygamberin duası mustecabtır- : Allah'ın Kitabına bir şey sokuşturmaya çalışana, Allah'ın kaderini yalanlayana, Allah'ın haram kıldığını helal sayana, Allah'ın soyumdan (itret) haram kıldıklarını helal sayana ve Sunnetimi terkedene. [386]

[372] Buharî, İ'tisâm, 2, hadis nr: 7288; Müslim, Hac, 73, hadis nr: 1337; Tirmizî, ilm, 17, hadis nr: 2819
[373] Buharı, i'tisâm, 2, hadis nr: 7280
[374] Buharı, İ'tisâm,.2, hadis nr: 7281
[375] Buharî, İ'tisâm, 5, hadis nr: 7301; Müslim, Fezâil, 35, hadis nr: 6064
[376] Buharî, Nikah, 1, hadis nr: 5063; Müslim, Nikah, 1, hadis nr: 1401
[377] Müslim, îman, 20, hadis nr: 177
[378] Ahmed, el-Müsned, 4/126; Ebu Davud, Sünne, 5, hadis nr: 4594; Tirmizî, İim, 16, hadis nr: 2815; İbni Mace, Mukaddime, 2, hadis nr: 42 Ancak Tirmizî ve İbni Mace namazdan bahsetmemişlerdir.
[379] Muvatta
[380] Ahmed, el-Müsned, hadis nr: 23922; Ebu Davud, Sünne, 5, hadis nr: 4592; Tirmizî, İlm, 10, hadis nr: 2663; İbni Mace, Mukaddime, 2, hadis nr: 13; Beyhakî, Deiâih'n-Nübûuue, 6/549
[381] Ebu Davud, Sünne, 5, hadis nr: 4591; Ahmed, el-Müsned, 4/131; Benzer bir hadisi Darimî rivayet etmiştir. Darİmî, Mukaddime, 49/586; İbnî Mace Allah'ın haram kıldığı şeyler gibidir" cümlesine kadar rivayet etmiştir. Bkz. İbni Mace, Mukaddime, 2, hadis nr:12
[382] Ebu Davud, Harâc, 33, hadis nr: 3048 Hadisin senedinde Eş'as b. Şu'be vardır. Bu zat, bazıları tarafından tenkit edilmiştir.
[383] Ebu Davud, Kıyâmu'1-Leyl, 314, hadis nr: 1366
[384] Buharî, İlm, 20, hadis nr: 79: Müslim, Fezâil, 5, hadis nr: 5912
[385] Buharî, İ'tisâm, 2, hadis nr: 7277
[386] Taberânî, el-Mucemu'l-Kebîr Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 152-156.


Devam edeceğim inşallah...

Şeyh Hasan Karakaya, Fıkıh Usulu/İslam-tr


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

26 Mart 2015 Perşembe

456.KUR'AN-I KERİMİN VAHYİNİN İKİ KISMA DELALETİ-6-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


B. Kur'an-ı Kerîmin Vahyinin İki Kısma Delâleti[351]

Kur'an-ı Kerim, iki tür vahyin varlığına delâlet etmektedir; vahy-i metlûv ve vahy-i gayr-a metlûv

Ahkamın bir kısmı vahy-i metlûvden (Kur'an) bağımsız bir şekilde vahy-i gayr-i metlûv vaz'olunmuştur.
Acaba Cenab-ı Hakk'ın Peygamberine indirdiği vahiy, sadece Kur'an-ı Kerim'den mî ibarettir, yoksa bununla beraber Peygamber'e vahyedilen ancak Kuran gibi tilâvet olunmayan (gayr-i metlûv) bir vahiy de mi var?
Şuphesiz doğru olan yaklaşım ikinci şıkta belirtilen yaklaşımdır. Zira Kur'an-ı Kerim'in kendisi bu tür vahyin varlığına açıkça delâlet etmektedir. Şimdi buna delâlet eden ayetlerden bazı örnekler verelim.[352]

Örnek-1

"İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Dönmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.
İşte böylece sizin insanlığa şahidler olmanız, Rasûlun de size şahid olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Sen (arzulayıp şu anda) yönelmediğin kıbleyi (ka'beyî) biz ancak Peygambere uyanları, ökçeleri üzerinde gerisin geriye dönenlerden ayırdetmek için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi' edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.
(Ey Resul) Biz, senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklemekte olduğunu) görüyoruz. İşte şimdi seni razı olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.[353]


Bu ayetler iki önemli konuyu içermektedir:
a- Müslümanların ilk sıralarda yönelmekte oldukları bir kıblesi bulunmaktaydı. Sonra Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başka bir kıbleye yönelmekle emrolundu. Peygamber, birinci kıbleyi sevdiği ve temenni edip gözetlediği halde ikinci olan Beytu'l-Mukaddes'e yöneliyordu. Bu, ancak Peygamberin Allah'tan gelen ilahî bir emirle hareket etmesi durumunda mümkün olabilir. Nitekim Bakara-142. ayet te buna işaret etmektedir.

b- Birinci kıble de -ikinci kıble de olduğu gibi- Cenab-ı Hakk tarafından belirlenmiş ve farz kılınmıştır.

"Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (kabeyi) biz ancak Peygambere uyanları, ökçeleri üzerinde gerisin geriye dönenlerden ayırdetmek için kıble yaptık. [354]


Görüldüğü gibi Cenab-ı Hakk, bu ayetle birinci kıbleyi belirleme işini kendisine izafe etmiştir.
Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda birinci kıblenin belirlenmesiyle ilgili tek bir ayet-i kerimeye rastlamamaktayız. Binaenaleyh bu emir, vahy-i gayr-i metlûv ile nazil olmuş bir emirdir. Bundan dolayı bu hususu Kur'an-ı Kerim'de bulamamaktayız.[355]

Örnek-2


"Her hangi bir hurma ağacını kestiniz, yahut kökleri üstünde dikili bıraktınızsa işte (bunlar hep) Allah'ın izniyledir.[356]


Cenab-ı Hakk, kesme işinin kendi izniyle yapıldığını bildirmektedir. Bilindiği gibi bu ayet-i kerime, hurma ağaçlarının kesiminden sonra nazil olmuştur. Ayette zikredilen "kestiniz" ve "kökleri üstünde dikili bıraktınız" fiillerinde kullanılan geçmiş zaman kipi de buna delâlet etmektedir.

Cenab-ı Hakk, kesmeye ilişkin iznin bilfiil kesme eyleminden önce olduğunu bildirmektedir. Ancak biz, Kur'an'da hurmaların kesimine dair her hangi bir ayet bulamamaktayız. Burada sözkonusu edilen izin, kesme eyleminden sonra gelen izin olamaz. Zira, bir eyleme ilişkin izin, ancak o eylemden önce olabilir. [357]

Örnek-3

"Peygamber, eşlerinden birine gizlice bîr söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip, Allah da bunu Peygambere açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Bilen, herşeyden haberdar olan Allah bana haber verdi. [358]
Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk, Peygamber eşlerinden bazılarının söylenen gizli sözü başkalarına aktardığı hususunu Peygambere açıkladığını bildirmektedir. Cenab-ı Hakk'ın, Peygamberi hanımının ifadesinden haberdar kılması, Kur'an yoluyla gerçekleşmiş değildir. Çünkü Kur'an'da ne Peygamberin hanımına söyledikleri zikredilmiştir, ne de sözkonusu hanımının (r. anh) başkalarına aktardığı söz yer almıştr. Dolayısıyla bu bildirimin bir vahy-i gayr-i metlûv vasıtasıyla yapılmış olduğu kesinlik kazanmaktadır. [359]

Örnek-4

"Şuphesiz ki, onu (Kur'an'ı) toplamak ve onu okutmak bize aittir.[360]


"Kur'an'ı toplamak" onu dağınık ve düzensiz bir durumdan koruyacak düzenli bir şekle kavuşturmak demektir. Bu ise bir nevi tertible mümkün olabilir. Zira Kur'an Peygamber  
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir defada inmiş değildir. Bu husus, bizzat Kur'an'ın şehadetiyle sabittir. Kur'an ayetlerinin tertibinde nuzul tarihine bakılmamıştır. Aksine Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"falan ayeti falan yere koyun" diyerek ayetlerin yerlerini bildiriyordu. Nitekim Cenab-ı Hakk, Kur'an'ın cem'ini kendi zatına isnad etmektedir. Ancak Kur'an'da bu tertibi belirten ve tayin eden herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Dolayısıyla Kur'an tertibinin vahy-i gayr-i metlûv ile yapılmış olduğu hususu kesinlik kazanmaktadır. Bu tertibin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in içtihadıyla yapılmış olduğu iddiası ayetin sarîh delâletine aykırıdır. Zira ayet-i kerimede toplama (cem') işi Cenab-ı Hakk'a izafe edilmiştir. Öte yandan böyle bir iddia hasmımızın bile kabul edebileceği bir iddia değildir. Zira onlara göre Kur'an dışında kalan sünnet ister içtihadı olsun, ister gayr-i içtihadı olsun hüccet olmaktan uzaktır. [361]

Örnek-5

"Allah sana Kitabı ve Hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın lutfu sana gerçekten büyük olmuştur. [362]


"Ümmîlere İçlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitabı ve Hikmeti öğreten bir Peygamber gönderen odur. Şuphesiz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler. [363]


"Andolsun ki, içlerinden kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan (kötülüklerden) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve Hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, mu’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.[364]


İmam Şafiî, Hikmet kelimesinin izahına ilişkin şunları kaydeder:

"Razı olduğum Kur'an alimlerinin şöyle dediklerini duydum: Hikmet, Allah Rasûlu'nün sünnetidir. [365]


Görünen o ki, ayetteki Kitap ve Hikmet kelimesi aynı manayı ifade etmemektedir. Nitekim Şafiî, ilk dönem sunnet inkarcılarına karşı bu ayete dayanarak istidlalde bulunmaktadır. Şafiî, hasmına hitab ederken şöyle demektedir:


Şafiî: Sözün tekrar olabileceği görüşünü tercih ettiğiniz taktirde [yani Kitab ve Hikmet kelimesinin aynı şeyi ifade edebileceğini savunduğunuz zaman] bunlardan hangisi daha uygun olur; Kitab ve Hikmetin iki ayrı şey olması mı yoksa tek şeyden ibaret olması mı?


Dedi ki: Bunların belirttiğiniz şekilde Kitab ve Sunnet gibi iki ayrı şey olması mümkün olduğu gibi tek şeyden ibaret olması da mümkündür.


Dedim: Bunların en doğrusu birinci şıktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim de belirttiğimi teyid eden ve sizin söylediğinize aykırı düşen delâletler bulunmaktadır.


 Dedi: Nerede?

Dedim: Cenab-ı Hakk'ın şu sözü "Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti tilavet ediniz. (Ahzab, 34) [366]


Şafiî, bu ayet-i kerimeye dayanarak hikmetin de ayetler gibi okunan bir şey olduğunu söylemek istiyor. [367]


Bu söylediklerimizden ayrı olarak vahy-i gayr-i metlûvun varlığına delâlet eden iki delil daha aktarmak istiyoruz.


Bunlardan biri nubuvvetin varlığıdır. Şöyle ki: Nubuvvet, peygamberin (nebi) mucizeleri izhar ederek "ben peygamberim" demesiyle sabit olur. Yoksa nubuvvet iddiası olmadan sadece mucize izhar etmekle sabit olmaz. Zira harikuladelikler peygamberde olduğu gibi velî ve büyücülerde de olabilir. Peygamberin "ben peygamberim" sözü, nubuvvetin, vahy-i metlûvun ve bütün bir İslam'ın medarı olan bir vahy-i gayr-i metlûvdur.[368]


İkinci delil, Kur'an'ın kelamullah oluşudur. Zira bu, ancak Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in nubuvvete delâlet eden mucizeleri eşliğinde Kur'anın kelamullah olduğunu bildirmesiyle sabit olabilir. İşte bu bildirim de vahy-i gayr-i metlûv kısmındandır. [369] Ve bununla vahy-i gayr-i metlûvun varlığı ve buna iman etmenin gerekliliği kesinlik kazanır. Aynı zamanda bu söz, Kitâb'ın subûtunun dayandığı ve sünnetin teşride mustakil olduğunu gösteren bir sünnet örneğidir.

Binâenaleyh nubuvvetin subûtu, Kur'an'ın kelamullah oluşu ve bütün bir İslam'ın varlığı, vahy-i gayri metlûvu kabule dayanmaktadır. Kur'an'ın hücciyeti, vahy-i gayri metlûvun huccciyetine bağlıdır. Dolayısıyla vahy-i gayri metlûvün olmaması durumunda ne nubuvvetten, ne Kur'an'dan ne de İslam'dan söz etmek mümkün olacaktır.


Kur'an'ın i'cazına gelince bu, ancak Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in onun kelamullah olduğunu bildirmesinden sonra Kur'an ilahî kelam oluşuna delil olabilir. Aksi taktirde aklî bakımdan Cenab-ı Hakk'ın adetine aykırı olarak i'cazlı kelamını bazı insanların eliyle izhar etmesi caizdir.  

Bizim kanaatimize göre bu aklî bakımdan caizdir. Zira bu, şer'î açıdan caiz değildir. Ancak bu, Kur'anın nazil olup onunla tehaddi yapıldıktan sonra olması durumunda söz konusudur. Zira Kur'an ile tehaddî, Cenab-ı Hakk'ın benzer bir kelamı hiç kimsenin eliyle izhar etmemesini gerektirir.

Kur'an nazil olup onunla tehaddî yapılmadan önce bunun olması şer'î açıdan caizdir. Fakat bunun vaki' olduğu sabit değildir. Zira aklî ve şer'î açıdan caiz olan herşeyin vaki' olması gerekli değildir.


Buraya kadar kaydettiklerimizden, Cenab-ı Hakk'ın Peygamberine Kur'an dışında da vahiyde bulunduğu kesin olarak anlaşılmaktadır. Bu nevi vahye, vahy-i gayr-i metlûv denmektedir. Teşri' bakımından müstakil olan sünnet de bu kabildendir.


Bu aktardıklarımızdan, şu da anlaşılmış olmalı: Bazı oryantalistlerin vahyin metlûv ve gayr-i metlûv şeklindeki taksimini Yahudilikten İslam'a geçmiş bir düşünce olarak lanse etmeleri ya ayetleri ve ayet delâletlerini bilmemekten kaynaklanan bir durumdur ya da İslam'ı temelden silmeyi hedefleyen Yahûdî ve musteşrikçe bir emeldir.


Evet, bazıları şöyle bir mazeret ileri sürebilirler: "Sünnetin kısmen vahiy olduğu ve Allah katından indirildiği doğrudur. Ancak sünnetin bazı kısımları Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in içtihadlarına dayanmaktadır. Peygamber'in içtihadında hata bulunma ihtimali mevcuttur. Dolayısıyla sünnetin içtihadî olan bu kısmıyla istidlalde bulunmak caiz değildir. Bu durumda sünnetin içtihadî olmayan diğer kısmıyla istidlalde bulunmak imkansız hale gelmektedir. Zira içtihadî olmayan kısımla istidlalde bulunmak için her iki kısmın ayırdedilmesi gerekmektedir. Ancak hiç kimse bu ayrımı yapamaz. Çünkü hiç kimsenin elinde bunu sağlayacak araçlar ve edatlar mevcut değildir. Dolayısıyla sünnete başvurmaktan ve sünnetle istidlalde bulunmaktan söz edilemez."

Bu iddiaya karşı cevabımız şudur: Bu mantığa göre Cenab-ı Hakk, ebedî dininin, daha önce tahrife uğramış dinlerde olduğu gibi yanlış ve batıl unsurlarla karıştırılmasına ve tanınmaz hale gelmesine musaade ederek onu orta yerde bırakmış olmaktadır. Halbuki Cenab-ı Hakk, geçmiş din mensuplarını bu konuda şiddetle kınamaktadır: "Ey Kitab ehli! Neden hakkı batıla karıştırıyorsunuz.[370]


Öte yandan bu iddia, İslam'la amel etme imkanını ortadan kaldırmakta ve dinin gönderilişini anlamsız kılmaktadır. İslam'a aidiyet hissi taşıyan hiçkimse İslam'ın bu tür yıkıcı kargaşalardan münezzeh olduğu konusunda en ufak bir şuphe duymaz. Yukarıda kaydettiğimiz ayet-i kerime de bu hususu teyid etmektedir. Zira önceki muharref dinlerin böyle bir nakısayla malûl gösterilmesi İslam'ın bundan beri ve uzak olmasını gerektirir. Saniyen, bu mesele peygamberlerin masumiyeti konusuyla İlişkilidir. Giriş kısmında ele aldığımız bu konuya tekrar atıfta bulunmak gerekirse: Alimler, Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in içtihadda bulunup bulunmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Peygamber'in içtihadda bulunabileceğini savunanlar, Peygamber'in içtihadında hata olup olamıyacağı konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Peygamber'in, içtihadında hataya düçâr olabileceğini söyleyenler, Peygamber'in hatalı içtihad üzere onaylanmayacağı konusunda görüşbirliği etmişlerdir. Zira hata üzre onaylanma durumu kat'î delillerle sabit olan peygamber masumiyetine aykırı olmakla beraber, bi'setin hikmet ve maksadına aykırıdır.

Binâenaleyh "Nebevî Sünnetin ya tamamı vahiydir, ya da bir kısmı vahiy bir kısmı da nebevî içtihada dayanıyor" deriz. Bu ikinci kısım da ya hatasızdır ya da Peygamberin vukuu muhtemel hata üzere onaylanması mümkün değildir, demek durumundayız.


Bu açıklamalar ışığında Sunnetin tamamının kat'î derecede huccet olduğu ve sabit olan bütün sunnetlerle amel etmenin vacib olduğu sonucu ortaya çıkar. [371]


[351] Burada vahy-i metlûvden maksat, tilavetiyle ibadet olunan ve hadis-i şerifte belirtildiği üzre okuyucunun her harfine karşı on hasene kazandığı vahiy, yani Kur'an'dır.
Gayr-i metlûv vahiy ise tilavetiyle İbadet olunmayan vahiydir ki bu da sünnettir. Yoksa [kelimenin sözlük anlamını esas alıp bu ıstüahî çerçevenin dışından baktığınız zaman] sünnet de tilavet olunan (metlûu) bir kaynaktır. "Evlerinizde okunan (tilavet olunan) Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın." Ahzab-34
[Ayetteki] hikmet ise İmam Şafiî'nin belirttiği ve kendisinden öncekilerden naklettiği üzre sünnet demektir. Nitekim selef-i salihîn de hikmeti, sünnet şeklinde tefsir etmiştir. Bu izaha göre mezkur ayet-i kerîme sünnetin de Kur'an gibi Allah katından inzal edildiğine dair kat'î bir delil olmaktadır. Zira her iki inzal aynı bağlamda ve aynı lafızlarla zikredilmiştir. Binaenaleyh hikmetin inzalinin, "demiri indirdik" (Hadîd-25) ayetinde geçen inzal kabilinden olduğunu söylemek doğru değildir. Sonuç itibariyle ayet-i kerimenin vahy-i gayri metlûve dair kat'î bir delil olduğunu söyleyebiliriz.
[352] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 143.
[353] Bakara, 142-144
[354] Bakara, 143
[355] Muhammed Salih Ekinci, Huccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 143-144.
[356] Haşr,5
[357] Muhammed Salih Ekinci, Huccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 145.
[358] Tahrim,3
[359] Muhammed Salih Ekinci, Huccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 145.
[360] Kıyame, 17
[361] Muhammed Salih Ekinci, Huccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 146.
[362] Nisa, 113
[363] Cuma, 2
[364] Al-i İmran, 164
[365] Şafiî, er-Risate, 78
[366] el-Umm, 7/251
[367] İmam Şafiî burada iki hususa dikkat çekmektedir:
1-Kur'ân'ın genel siyakı ve bütünlüğü çerçevesinde bakıldığında Kitapla birlikte zikredilen Hikmetin Sünnet olması gerekir. Cenab-ı Hakk, Kur'an'ın bir çok yerinde kendisine ve Rasûlü'ne itaati emretmektedir. Allah'a itaatin zikredildiği her yerde onun hemen akabinde Rasûlü'ne itaat zikredilmiştir. Hiç bir yerde sadece Allah'a itaat tek başına zikredilmemiştir. Buradan hareketle diyebiliriz ki Kur'an'da kendisine itaatin Allah'a itaat gibi farz kılındığı yegane merci Allah Rasûlüdür. Allah Rasûlü haricinde hiç bîr merci bu konumu haiz değildir.
Kitapla birlikte zikredilen Hikmet kelimesine gelince Arapçanm üslûp ve özelliği birbirine atfedilen İki kelimenin ayrı ayrı anlamlar ifade etmesini gerektiriyor. Buna göre normal durumda Hikmetin Kur'an'dan farklı bir şey olması gerekir. Kur'an'ın bütünlüğünü gözonüne aldığımızda Kur'an'da Kitapla birlikte ele alınan ve Kur'an gibi herkesten itaat edilmesi istenen tek kaynak Peygamber ve onu temsil eden Nebevî Sünnettir. 2-İmam Şafiî'nin bu açıklamalarını doğru anlamak için bunları hangi bağlamda îrâd ettiğine bakmak gerekir. Bu açıklamalar, Kitab'la birlikte zikredilen Hikmetten muradın Sünnet olduğunu; Peygambere inen vahyin Kur'an'la sınırlı olmadığını; Kur'an dışında da bir vahyin bulunduğunu ve bunun Sünnet/Hikmet ile temsil edildiğini ispat sadedinde yapılmaktadır. Başka bir ifadeyle İmam Şafiî, burada vahy-i gayri metlûvü ispat etmeye çalışıyor. Ancak o dönemlerde "vahy-i gayr-i metlûv" tarzında bir terimleşme henüz gerçekleşmiş değildir. Nebevî Sünnet bünyesinde İfadeye kavuşan vahiylerin bu ıstılahla ifade edilmesi daha sonraki dönemlere ait bir olaydır. İmam Şafiî birçok ayette Kitapla birlikte indirilip öğretildiği haber verilen Hikmetin, Nebevî Sünnet kapsamına girdiğini ve indirilen bu hikmetin de Kur'an gibi tilavet olunan bir şey olduğundan hareketle bunun da vahiy olması gerektiği sonucuna varıyor. Başka bir ifadeyle belirtmek gerekirse İmam Şafiî burada Hikmet/Sünnet için kullanılan "tilâvet" kelimesini onun da Kur'an gibi vahiyle indirildiğine dair bir karine olarak ele almaktadır. Tabii buradaki "tilavet"in sonraki dönemlerde terimleşen ve sadece Kur'an'a tahsis edilen tilavetten farklı olduğu gözardı edilmemelidir. Daha önce de belirtildiği gibi Kur'an haricinde vahyin varlığı nüzul döneminden itibaren bilinen ve kabul edilen bir husustur. Ancak bunun vahy-i gayr-i metlûv ismiyle isimlendirilmesi daha sonraki dönemlerde gerçekleşmiştir. Yanlış anlamaya meydan vermemek için bir hususa daha değinmek gerektiğini düşünüyorum. Sünnetin kısmen vahiy; kısmen vahyin onayından geçen nebevî içtihad olduğundan hareketle İmam Şafiî'nin buradaki açıklamalarına itiraz edilebilir. Ancak bu düşünce doğru değildir. Zira bu ifadelerde genel anlamda Sünnet kapsamına giren şeylerin tamamının vahiy olduğu belirtilmemektedir. Kitapla birlikte indirilen ve tilavet olunan sünnetin vahiy olduğu belirtilmektedir. Başka bir ifadeyle Kitapla birlikte zikredilen ve bir çok ayet-i kerimede Peygamber tarafından ta'lim edilmek üzere inzal edildiği haber verilen Hikmetin Sünnet olduğunu ve bunun da aynen Kur'an gibi vahye dayandığı belirtilmektedir. Dolayısıyla Şafiî burada Sünnetin vahiyle İnzal edilen kısmından bahsetmekte ve bunun hikmetle ifade edildiğini belirtmiş olmaktadır. Vahiyle inen bu kısma Sünnet demek ayrı; Sünnetin tamamına vahiy eseri demek ayrıdır. Nitekim Şafiî' usûlüne dair telif edilen eserlerde de bu doğrultuda açıklamalar yer almakta ve bu görüş Şafiî mezhebinin genel görüşü olarak kaydedilmektedir. Bkz. Ebu İs hak eş-Şirâzî, Şerhu'l-Luma', thk. Abdulmecid Türkî, Beyrut, 1988, 2/1091 -Çeviren
[368] Bunu daha net anlamak için vahyin ilk dönemlerine bakmak yeterlidir. İlk inen Kur'an ayetlerinde Peygamber (S.A.V)'in nübüvvetine dair bir beyan bulunmamaktadır. Ancak buna rağmen O, kendisinin Peygamber, kendisine nazil olan bazı vahiylerin de Kur'an vahyi olduğunu biliyordu. Bu hususlar, hadislerden de anlaşıldığı üzre Kur'an vahyi haricinde başka bir vahiyle -sonraki dönemlere ait bir ıstılahla belirtmek gerekirse- vahy-i gayri metlûv ile bildirilmiştir. -Çeviren-
[369] Peygamber (S.A.V)'in bütün beyan ve telkinleri Kur'an'la sınırlı değildi. Kur'an kapsamına girmeyen ve Kur'an olarak tescil edilmeyen beyanları da bulunmaktaydı. Kur'an vahyi olarak nazil olan ilahî hitaplar, Peygamber (S.A.V) tarafından ayrı tutuluyor ve Kur'an olarak kayda geçiriliyordu. Tabii bu da, inen sözkonusu ayetlerin Kur'an'dan olduğu şeklinde bir açıklama eşliğinde oluyordu. Yani Peygamber (S.A.V), Kur'an'da yazılacak olan vahiyleri, diğer vahiylerden ve beşerî tasarruflardan ayrı tutarak "onların Kur'an'dan olduğunu ve o çerçevede kayda geçirilmesi gerektiğini" açıklayarak Kur'an kapsamına dahil ediyordu. Tabii ki Peygamber (S.A.V), bu ayırımı yaparken yine bir vahye dayanarak hareket ediyordu. Yoksa Peygamber (S.A.V) veya sahabenin iiahî bir bildirim olmadan bir şeyin Kur'an'dan olup olmadığını bilmeleri mümkün değildir. İşte Kur'an'daki bütün sûre ve ayetler bu tarzda Kur'an dışı bir vahiyle (vahy-i gayr-i metlûv ile) Kur'an kapsamına dahil edilmişlerdir. Bunu bariz bir örnekle açıklamak gerekirse: Mesela Alak sûresinin nazil olan ilk beş ayetinin Kur'an vahyi kapsamına girip girmediği Kur'an'da yer almayan nebevî bir beyanla olmuştur. Peygamber ise bu durumu kendisine Kur'an haricinde gelen bir vahiyle bilmekteydi. -Çeviren-
[370] Âl-i İmran, 71
[371] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 146-152.


Devam edeceğim inşallah...

Şeyh Hasan Karakaya, Fıkıh Usulu/İslam-tr

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR