27 Ekim 2013 Pazar

177. İBADETLERİ HANGİ RUH HALİ İLE YAPALIM?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Allah Tealâ’ya iman etmiş olmak ruhumuzda nasıl bir yankı uyandırmalı? İbadetlerimizi yerine getirirken içinde bulunmamız gereken ruh hali ne olmalı? Yüce Rabbimiz’in rahmetine olan imanımız mı, O’nun azabından duyduğumuz korku mu, yoksa O’na sevgimiz mi ağır basmalı?


Günümüzde sıkça dile getirilen bir söylem var: Derler ki eski ulema İslâm’ı korku üzerine bina etmiş. “Şunu yapmayın, günahtır; bundan kaçının, yoksa cehennemde yanarsınız…” türünden menfi yaklaşımlarla halkı dinden soğuyacak dereceye getirmişler. Oysa İslâm sevgi dinidir. Allah Tealâ’ya karşı duymamız gereken his korku değil, sevgidir.

Bu söylemin gerçeklik değeri nedir? Kur’an ve Sünnet, imanın müminde hasıl etmesi gereken hissiyat hakkında ne diyor?

İmam-ı Gazzâlî rh.a., İhyâ’da Mekhûl ed-Dimeşkî’nin şöyle dediğini nakletmiştir: “Allah Tealâ’ya korkuyla ibadet eden Harurî (Haricî)’dir, ümitle ibadet eden Mürciî’dir, muhabbetle ibadet eden ise zındıktır.” (İhyâ, 4/163)

İbadetlerimizi yerine getirirken nasıl bir ruh hali içinde bulunmamız gerektiği konusunda son derece önemli tesbitler içeren bu sözün manasını anlamaya çalışalım.

Bu sözün ilk cümlesinin anlamı şudur: Allah Tealâ’ya sadece O’ndan, O’nun azabından korkarak ibadet eden kimse Hâricî’dir. Zira müminde korku ve ümit duyguları birlikte bulunmalıdır.

İlim ehli, korkuyla ümidin dengede bulunması halinin mi, yoksa bu duygulardan birinin öbürüne galip gelmesinin mi daha efdal olduğunda ihtilaf etmiştir. Bazıları denge halinin efdal olduğunu söylerken, bazıları da şöyle demiştir:

Bedenin sıhhatli zamanlarında, kişinin günaha düşmesine engel olması bakımından korku duygusunun galip olması efdaldir . Hastalık halinde ise ümit halinin üstün olması evlâdır. Zira bu durumda kişi ümitsizliğe düşmekten korunmuş ve bu haldeyken ölmesi durumunda Allah Tealâ’nın kendisine yapacağı muamele hakkında hüsnü zan sahibi olarak ruhunu teslim etmiş olur.

Kısacası, kişinin korku ve ümit hislerini aynı anda taşıması gerekir. Korku hissini taşımak vaciptir. Zira Yüce Allah, “Eğer müminler iseniz benden korkun”, “İnsanlardan korkmayın, benden korkun” buyurmuştur. Ümit hissini taşımak da aynı şekilde farzdır. Zira ümit, ye’sin (ümitsizliğin) zıddıdır ve yeis haramdır. Yüce Allah şöyle buyurur: “Allah’ın rahmetinden, ancak inkâra saplanmış olanlar ümit keser”, “Dalâlete düşmüş olanlardan başka Rabbinin rahmetinden kim ümit keser?” Ümitte, Allah Tealâ’nın vaadini tasdik vardır. Salih amellere vaadedilen güzel karşılık konusunda pek çok ayet bulunduğu gibi, kötü amellere vaadedilen azap konusunda da pek çok ayet mevcuttur. Allah Tealâ’nın vaadini tasdik farzdır.

Dolayısıyla Allah Tealâ’ya, hiçbir ümit hissi taşımadan veya korku hissinin ümit hissini bastırdığı bir ruh haliyle, sadece korku hissiyle dolu olarak ibadet eden kimsenin bu durumu, günahkârların Allah’ın rahmetinden uzaklaştığına ve dinden çıktığına lisan-ı hal ile hükmetmesinin sonucudur. Bu ise Haricîler’in tavrıdır.

Haricîler’in bu tavrı benimsemelerinin sebebi, sadece korku hissine sahip olmaları ve günahların kişiyi değersizleştirdiği görüşünü benimsemeleridir. Onlar günahkârlar için hiçbir af, mağfiret ve rahmet umudu bulunmadığını söyler.

Bu itibarla Allah Tealâ’ya korkudan başka bir his taşımaksızın ibadet eden kimse, günahkârlar için hiçbir af ve mağfiret umudu bulunmadığı düşüncesini taşıması dolayısıyla Haricîler’e benzer. Mekhûl de yukarıdaki sözüyle, ümitten tecrit edilmiş korku hissinin, sahibini Haricîler taifesine dahil edeceğine dikkat çekmiş olmaktadır.

Korkusuz ümit tuzağı

Mekhûl rh.a.’in, “Allah Tealâ’ya ümitle ibadet eden Mürciî’dir ” sözüne gelince, şu anlamdadır:

Allah Tealâ’ya hiçbir korku hissi taşımadan sırf ümitle veya korku hissi taşısa da ümit hissinin onu bastırdığı bir ruh haliyle ibadet eden kimse, günaha düşmekten korkmuyor demektir. Bu haliyle de o, “küfür bulunduğu sürece iyiliğin hiçbir faydası olmadığı gibi, iman bulunduğu sürece de kötülüğün zararı yoktur” diyen Mürcie taifesine benzemiş olmaktadır. Onlara göre bir mümin, günah işlediği zaman (bu günah büyük olsun küçük olsun fark etmez), imanı bulunduğu sürece bu günah ona hiçbir zarar vermez ve böyle kimse hiçbir azaba uğramadan cennete gider.

Burada bir incelik vardır ki, iyi kavranması gerekir:

İbadetlerini hiçbir korku hissi taşımaksızın sadece ümit hissiyle dolu olarak yapan kimsenin, taatinin, namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlerinin sahih olmama tehlikesi vardır. Zira ibadetlerin farz olduğunu bilmek ve öyle niyet etmek şarttır ki, farz ibadetler ancak böyle bir niyet ile sahih olur. Farz, Usul-i Fıkıh’ta da tarif edildiği gibi terk edenin zemmedileceği, ikaba tabi tutulacağı veya terki sebebiyle ikaba müstehak olacağından korkulan mükellefiyettir. Korku hissi ortadan kalktığı zaman, giderek ibadetin farz veya vacip olduğu inancı da ortadan kalkar. Çünkü kişi farzı terkinden dolayı kendisine azap edileceğine inansa, korku hissini terk edemez. Bu itibarla korku hissinin tamamen ortadan kalkması halinde, kişinin hiçbir farz ibadeti sahih olmaz.

Mekhûl rh.a.’in “Allah Tealâ’ya muhabbetle ibadet eden zındıktır” sözünün açıklaması ise şöyledir: Allah Tealâ’ya , azabından korkmak, cennetini ve rızasını ummak gibi herhangi bir düşünce taşımaksızın, sırf “Allah sevgisi” hissiyle ibadet eden kimse, ibadetlerin farz olduğu inancını terk etmiş demektir.

Bu kimse, sevdiği birisine yönelik bir işi, o hak ettiği veya istediği için değil, kendiliğinden ve sırf onu sevdiği için yapan kimse gibidir. Karşı tarafın emrinin, istek ve iradesinin herhangi bir anlamı olmadığı gibi, ibadete layık ve müstehak olup olmadığının da önemi yoktur. Zındıklık, kalpten inanmadığı halde, zahiren inanmış ve itaat etmiş görünmek olduğuna göre, Allah Tealâ’ya, O’nun irade ve isteğini önemsemeksizin, sırf sevgi hissiyle ibadet eden kimsenin bu durumu onları andırmaktadır.

Günümüzde sıkça rastlanan bir yanlış düşünceye de böylelikle işaret etmiş oluyoruz. “ eskiler insanı korkutarak dindar yapacaklarını zannetmiş ve bu dini korku üzerine bina etmek istemişlerdir. Oysa Allah Tealâ’dan korkulmaz; O’na karşı olsa olsa sevgi beslenir” derler. Oysa yukarıda zikrettiğimiz ayetler yanında pek çok hadis-i şerif de “Allah korkusu” kavramının dinimizde temel bir yeri bulunduğunu göstermektedir. Allah Tealâ’nın azabına uğramama, rahmetinden mahrum kalmama, sahip olduğumuz en değerli şey olan imanımıza herhangi bir halel gelmemesi ve bu dünyayı –Allah korusun– imansız olarak terk etme bedbahtlığına düşmeme konusunda hassasiyet göstermekten daha tabii ne olabilir ki!

Burada şöyle bir itiraz ileri sürülebilir: Allah dostlarından nakledilen, “Allahım! Sana cehenneminin ateşinden korkarak veya cennetinin nimetlerini arzulayarak ibadet ediyor değilim” sözü bu izah ile çelişmektedir.
 Burada herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü bu sözü söyleyen Allah dostları, ibadetleri Allah Tealâ’nın emri ve isteği olduğu için yerine getirmekten sarf-ı nazar ettiklerini söylememişlerdir.

İbadet ehlinin halleri

Amel ve taat ehli birkaç sınıftır. Bunlardan birincisi, Allah Tealâ’nın zatı için ve ibadet edilmeye müstehak olan sadece O olduğu için ibadet eder. Bunlar, Allah Tealâ cenneti ve cehennemi hiç yaratmamış olsaydı bile, sırf ibadete müstehak olduğu için O’na ibadet ederler.

Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in gerek namazdaki, gerekse namaz dışındaki dualarında cenneti istediği ve cehennem azabından Allah Tealâ’ya sığındığı sahih hadislerde bildirilmiştir.

Sehl b. Abdullah et-Tüsterî k.s. şöyle demiştir:

“Şu dört şeye riayet, Ehl-i Sünnet’in vaz geçilmez adabındandır: Rasulullah s.a.v.’in izinden yürümek, Allah Tealâ’nın rahmet ve merhametine muhtaç olduğunu bilmek, Allah Tealâ’dan yardım istemek ve ölünceye kadar bu hal üzere yaşamak.”

Yukarıdaki sözün sahibi olan Allah dostları, Allah Tealâ’nın, kendisine kulluk edilmeye müstehak olduğunu ve ibadetlerin O emrettiği için önemli olduğunu inkâr etmemişlerdir. Bu sözü söyleyen Allah dostlarının netice itibariyle Allah Tealâ’nın hoşnutluğunu ve cenneti istemedikleri ve cehennem azabından Allah Tealâ’ya sığınmadıkları söylenebilir mi? Zira Allah Tealâ’dan cenneti istememek ve O’nun azabından O’na sığınmamak, Sünnet’e muhalefet etmek demektir.

İkinci grup ise Allah Tealâ’ya , cennetini isteyerek ve azabından korkarak ibadet eder. Her ne kadar ilk grupta bulunanlarınkinden daha aşağı bir derece olsa da, bu halet-i ruhiye içinde ibadet etmek de caizdir.

Her iki grupta bulunanlar da Allah Tealâ’ya taatin farz olduğuna ve O’nun ibadete müstehak olduğuna inanır, O’nun uluhiyet ve rububiyetine boyun eğer, şer’î tekliflere inkıyad eder ve “kul” olma bilincini daima diri tutarlar. Bununla birlikte O’nu sever ve O’nun da kendilerini sevmesini isterler.

Allah Tealâ’ya, başka hiçbir his taşımadan, sadece O’nu sevdiğini söyleyerek ibadet eden kimsenin hali ise şuna benzer: Birisini seven insan, ona öyle bir duyguyla bağlanmıştır ki, sevdiğinin bu sevgiye layık olup olmaması onun için önemli değildir. Yaptığı işi, sevdiği istediği için değil, kendisi onu sevdiği için yapar. Burada sevdiğinin istek ve talebi, kıymet ve menzilesi değil, kendi hisleri ön plândadır. Dolayısıyla bu kimse aslında sadece kendi hislerini önemsemiş olmaktadır.

Hakiki tevhid eri

Mekhul rh.a.’in bu sözünün İhyâ’da zikredilen devamı, Sübkî rh.a.’in getirdiği izahatı desteklemektedir. Zira orada bu sözün devamında şöyle denmektedir:

“Allah Tealâ’ya korku, ümit ve sevgi hislerini cem ederek ibadet eden kimse, gerçek Tevhid eridir.”

İbadetlerimizi nasıl bir ruh haliyle yerine getirmemiz gerektiği konusunda kısa, fakat hikmet dolu bu tesbiti kulağımıza küpe yapalım ve sözü, Takiyyüddîn es-Sübkî rh.a.’in duasıyla bitirelim:

Allahım! Sana, elçin Hz. Muhammed s.a.v. ile yönelerek şu anda ana-babamı bağışlamanı ve fazl u kereminle onlara merhamet etmeni diliyorum.

Ve ey Muhammed s.a.v., ya Rasulallah! Seninle Rabbime yöneliyor ve şu dileğimin yerine gelmesini talep ediyorum: Allahım! O’nu bana şefaatçi kıl. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.


E.Sifil

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

26 Ekim 2013 Cumartesi

176. ÖVMEK VE ÖVÜNMEK


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Hangimiz bu hataları yapmıyoruz ki! Ama Allah-u Teala'nın istediği gibi nasıl davranmalıyız öğreniyoruz ve işte nefsimizle cihad etmemiz gereken bir önemli konu daha.


Haklı olarak da olsa birini yüzüne karşı övmek, onun felaketine sebep olabilir. Çünkü sevdiği kimseyi övmek, aşırılığa kaçar ve yalan karışabilir. Sevmediği kimseyi övmekte ise riya olabilir.


Bazen bir kimseyi övmekle, övülen kimse sevinir, kendini beğenir, insanlar beni örnek alsın diye gösterişe kapılabilir. Kendini diğer insanlardan üstün görebilir. Halbuki kendini aciz, eksik, günahkâr gören, kibirlenemez, salih amel işlemeye ve haramlardan daha çok sakınmaya gayret eder. Kendisini başkalarından üstün gören kimse ise, bütün faziletlerden mahrum kalır. Övülen kimse, kendisinde bir şeyler olduğunu zanneder. Resulullah efendimizin yanında birisini övdüler. Övene, (Onun boynunu kestin, duyarsa iflah olmaz)buyurdu. (Buhari, Müslim)

Birini övmek, onun kibirlenmesine sebep olabilir. Kibir ve ucub ise, insanı helak eder. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Din kardeşinden bir ihtiyacını isterken onu övmekle söze başlamayın. Böyle yapan onun belini kırmış olur.) [İbni Lal]

(Birbirinizi övmekten sakının. Çünkü övmek onu boğazlamaktır.)[İbni Mace]

(Kişiyi yüzüne karşı övmek, onu boğazlamaktır.) [İ. Ebiddünya]

Bizi öven bize iyilik etmiş olmaz. Bizi arkadan hançerlemiş olur. Onun için övenlerin sözlerine itibar etmemeli. İki hadis-i şerif meali:


(Meddahların [herkesi övenlerin, yağcıların] yüzüne toprak saçın!)[Müslim, Tirmizi]
(Toprak saçmak, onu aşağı bilmek, sözlerine değer vermemektir.)

İyileri övmek uygun olmayınca, fâsıkları, yani açıktan günah işleyenleri övmek hiç uygun olmaz. Bir hadis-i şerif meali:

(Fâsık övüldüğü zaman Allahü teâlâ gazaplanır.) [İbni Ebiddünya, Beyheki]

Bizi övenlerin tesiri altında kalmak da uygun değildir. İnsanların övmesiyle, yermesini bir kabul edenler makbul insanlardır. Birisini tenkit ettiğiniz zaman üzülmüyor, haktan ayrılmıyorsa, övünce de sevinmiyorsa, o kimse salih biridir. Hazret-i Ömer, kendisini öven birine, (Beni de, kendini de helak mı edeceksin) buyurdu. Bir âlim de, kendini yüzüne karşı övene buyurdu ki: (Beni niçin övüyorsun? Öfkeli iken tecrübe ettin de beni halim selim mi buldun? Benimle yolculuk ettin de iyi biri olarak mı gördün? Bana bir emanet verdin de buna riayet mi ettim ? Bilmediğin kimseyi nasıl översin?)

Övülmeyi sevmek felakettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Övülmeyi sevmek, insanı kör ve sağır eder. Kusurlarını görmez olur. Doğru sözleri, verilen nasihati işitmez olur.) [Deylemi]

(Din işlerine, insanların sizi övmeleri arzusunu karıştırmaktan sakının. Sonra amelleriniz boşa gider.) [Deylemi]

(Cennetin ebedi nimetlerini isteyen, övülmekten hoşlanmasın.)[Deylemi]

Bir insan için ölüm anı mühimdir. Yani imanla gitmek mühimdir. Ölürken imanla gitmeyen kimseyi hayatında övmek neye yarar? Kendimizi övmek, övenlere ses çıkarmamak, bilmediğimiz insanları övmek uygun olmaz. Allahü teâlâ, bize iman gibi büyük bir nimet ihsan etmiştir. Bununla övünebiliriz. Ancak son nefese kadar bu imanı muhafaza edip etmeyeceğimiz belli değildir. Bunun için daima korku içinde yaşamak, haramlardan kaçmak, dinimizin bütün emirlerini yapmak ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek gerekir. 


Dinimiz İslam

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"   

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

25 Ekim 2013 Cuma

175.KÜÇÜK NOTLARIM(6):teslimiyet-sabır-tevbe


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


*Bunları yaparsan güzel huylar gelir,iyilere katılırsın:
  • Ölümü düşün; hırsın yok olur,
  • afetlere karşı sabırlı ol;muradına erersin,
  • Allah'a tevekkül et,fani şeyler kalbinden çıkar.
*İman sahibinin kalbi,niçin ve neden oldu gibi sözleri bilmez.Bildiği tek şey vardır: -Başüstüne hoş geldi,safalar getirdi!

*Nefis,tümüyle muhalefet safında durur.
İbrahim as nefsini bir yana almıştı,kimseden talebi yoktu."Rabbimin cc halimi bilmesi bana yeter" diyordu.Çünkü tam teslim olmuştu.

*Allah-u Teala'nın nimetlerine şükredin.Sizde bulunan nimetleri O'ndan görün.Çünkü Yaradanımız buyurdu: "Sizde bir nimet varsa, o Allah'tandır." (16/53)

*Halk bir yana bırakılırsa yerini Hak alır.

*Hergün ömrünün son günü olduğu bilinci ile işlerini ayarla.

*Tevbe ilk kalple olur. Allah'tan utan.

*Sebep kisvesinden soyun.Kullara dayanma.Sebebi bırak, sebebin asıl Sahibini ara. "Bizi yaratan doğru yolu gösterir." (26/78)

*Ey evlat! başına bir iş gelecek olursa, sabır ile karşıla, bağırıp çağırma. Şifa gelirse, şükür eli ile al. Bu hale geldiğin zaman, en güzel şeyi bulmuş olursun. Bela karşısında dağ gibi olmalısın. Allah sevgisi o zaman belli olur.

*Allah indindekine kavuşmak, yanlız sabırla mümkün olur. İman sahibinin çoğu hali sıkıntı ile geçer. Allah'ın cc sevdiği kulları belaya düştükleri zaman sabra koşarlar, ağlamaz ve sızlanmazlar. Bulundukları hal, onlar için Hak katında derece arttırır.

*"Allah'tan başka ilah yok" dediğin zaman bir dava peşine düşmüş oluyorsun. Her dava şahit ister. Şahidi olmayan kaybeder. Sabır da şahidindir. Hiçbir söz amelsiz kabul edilmez.

*Yapılan şeylerden kendin için pay çıkarma.
Hergün muhasebe et.Hatalara özür diletmeden bırakma.

*Sert bir işle karşılaşınca, hatalarınızı hatırlayın ve istiğfar edin.Ölümü ve sonrasını düşünün. Yaratıcıyı ve O'nun karşısında hesap vermeyi hatırlayın. O cc size nasıl bakar? Siz O'na cc nasıl bakarsınız?

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

24 Ekim 2013 Perşembe

174.TADİL-İ ERKAN


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


Dünkü yazıda kaza ve nafile namazlara değinmişken namazla ilgili önemli bir-iki meseleye değinmek istedim:

Tadil-i Erkan, rükünleri doğru yapmak demektir. Namazda tadil-i erkan ise, “namazın kıyam, rüku, sücud gibi her bir rüknünün sükunet, vakar ve itmi’nan içinde yerine getirilmesi, acelecilik ve çabukluk gösterilmemesi demektir.” Mesela rükudan kalktığında vücud dimdik hale gelmeli, en az bir kere “sübhane rabbiye’l-azim”diyecek kadar ayakta durup, ondan sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır. Yoksa rüku’dan tam doğrulmadan secdeye varmak, birinci secdeden sonra tam doğrulmadan ikinci secdeye gitmek tadil-i erkan’a zıttır.

Tadil-i Erkana Riayetin Lüzumu:

Namazı mümkün olduğu kadar itidal üzere kılmak, acele etmekten sakınmak gerekir. Çünkü acele ederek, rükünlerini tam yerine getirmemek, tazime ve adaba aykırıdır.

Namaz müminin miracı, gözünün nuru, kalp ve ruhunun sürurudur. İnsanın Allah (c.c.)’a en yakın olduğu böyle bir ibadet halini bir yük kabul edip onu acele ile, adab ve erkanına tam dikkat etmeden bir an evvel bitirmeye çalışması, namazın manasını anlamaması, manevi ve ruhani zevkine erememesi demektir.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “İnsan namazını güzelce kılar, rüku ve secdelerini tam ve itidal üzere yaparsa namaz ona şöyle der: “Sen beni nasıl koruduysan, Allah (c.c.) da seni korusun.” Şayet namazı kötü kılar, rüku ve secdelerini eksik ve noksan yaparsa, bu sefer şöyle der: “Sen beni nasıl zayi ettin ise Allah da sana öyle yapsın.”

Diğer bir hadis-i şerifte ise, namazda huzur ve huşu’a kavuşma, tadil-i erkana riayet hususunda şu ölçüye dikkat edilir: “Sizden biriniz namaz kıldığı zaman veda eder gibi (yani, kıldığı o namaz sanki son namazı imiş, bir daha namaz kılmaya ömrü yetmeyecekmiş gibi, tadil-i erkanına riayet ederek) kılsın.”

Müslüman, namazını, bu duygu içinde kılarsa, kolayca tadil-i erkana riayet edebilir. Kıldığı o namazdan büyük bir huzur duyar, manevi feyiz alır.

Namazı eksik ve bilgisiz kılan, tadil-i erkana riayet etmeyen kimselere namaz hırsızı denmektedir. Bunlar, farzına, vacibine riayet etmeden acele ile kıldıkları namazlarının ucundan bucağından hırsızlık yapmış sayılmaktadırlar. Nitekim Ebu Hureyre (r.a), Resulullah Efendimiz (s.a.v.)’ den şu hadisi nakletmektedir;

- “Size namaz hırsızından haber vereyim mi?”

- “Ver Ya Resulullah!”

- “Namaz hırsızı, namazın rükusunu, sücudunu noksan yapan, hakkıyla yerine getirmeyen kimsedir.”


Sorularla İslamiyet

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

173.NAFİLE NAMAZLARLA MEŞGUL OLMAK


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

"Kazaya kalmış namazlarım varken sünnetleri ve nafile namazları kılabilir miyim ?" sorusu b
irkaç yıl öncesine kadar benim de ikilemde kaldığım bir konuydu .İşte merak edenler için o bilgiler:
 
Geçmiş yani vaktinde kılınamamış farz namazların kazasıyla meşgul olmak, nafile namazlarla meşgul olmaktan daha evla ve daha önemlidir. Ancak farz namazlardan önce veya sonra kılınan malûm müekkede ve gayr-i müekkede sünnet namazları, kuşluk namazı, tesbih namazı ve hadis-i şeriflerde geçen diğer teheccüd, tehiyyetü’l-mescid gibi nafile namazlar müstesnadır. Bu namazlar, nafile niyetiyle; bunların dışındaki nafile namazlar ise kaza namazı niyetiyle kılınır.(Alemgir, el-fetava’1-hindiyye, 1/125; İbn-i Abidin, 1/688; Tahtavi, Haşiye ala merakı’l-felah, 363; Abdurrahman el-Ceziri, Kitabü’l-fıkh ale’l-mezahibi’l-erbea, 1/491-492)

VAKİT NAMAZLARININ SÜNNETLERİNİ KAZA OLARAK KILMAK
Yukarıda bütün İslam âleminin itibar ettiği FIKIH kitaplarının ve Hanefi mezhebinin İki İmamının beyan ettiği hükmü belirttik.
“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb’i: “Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız? der. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.” (Tirmizî, Salât, 188)

“NAFİLELER KABUL OLMAZ” MI?
Kazası olanın nafile namazlarının kabul olmama meselesi müctehidler tarafından da tartışılmıştır. Bunun sebebi ise kazâ namazını, sünnet kılacak kadar bir zaman daha tehir etmenin caiz olup olmadığıdır. Yani kişinin namazı kazaya bırakması öyle bir günahtır ki, telafi edebilmek için, sünnet kılacak kadar dahi beklenmemesi gerektiği tartışılmıştır. 


 Sünnet yerine kaza kılınması “yani bir sünnet kadar bile vakit geçirilmeden kazanın yerine getirilmesi” fetvasını benimseyecek olursa bir kişi, bütün vakitlerini kaza namazına ayırması gerekir. Çünkü zaten sünnetleri kılmamasındaki gayesi o kadar zaman bile “kazayı ertelememektir.”

Dolayısıyla bu görüşe göre kişi yemeden, içmeden ve çalışmadan arta kalan bütün vakitlerini kazaya ayırmalıdır. Çünkü sünnetin terk edilmesinin amacı budur.

Hâlbuki İslam âleminin hiçbir yerinde ve kitabında Hanefi fıkhına dair böyle bir fetvaya ve uygulamaya rastlanmamıştır.
 

Şafi Mezhebine göre: kazası olan kimsenin sünnet ve cenaze namazı gibi farz-ı kifaye olan namazları kılması haram olduğu gibi, farz olmayan Ka’be tavafını eda etmesi de haramdır. Çünkü yemek, uyku ve iş zamanı müstesna  bütün zamanını kaza kılmaya vermek mecburiyetindedir. (ianetül el-Talibin c. 1, s. 23)

Hanefi Mezhebinde ise; beş vakit namazın sünneti, duha, kuşluk, tesbih ve teravih gibi, hakkında hadis varid olan sünnet, kaza olsa da kılınacaktır. Fakat diğer nafile namazı kılmaktansa kaza ile meşgul olmak daha efdaldir. (İbni Abidin c. 1, s. 493)

ÖZETLE
İmam-ı Muhammed, İmam-ı Ebu Yusuf gibi Hanefi mezhebinin iki büyük imamı “sünnet ve farz olan namaza aynı anda niyet edilemez” demektedirler. (Hem geçmiş bir namazın kazası, hem de vaktin sünneti niyetiyle kılınan bir namaz, İmam Muhammed’e göre, ne farz, ne sünnet, ne de nafile olarak sahih olur. İmam Ebû Yusuf’a göre ise sadece farz olarak caiz olur; ayrıca sünnet veya nafile sevabı söz konusu olmaz),

Ayrıca Alemgir, el-fetava’ı-hindiyye; İbn-i Abidin; Tahtavi, Haşiye ala merakı’l-felah; Abdurrahman el-Ceziri, Kitabü’l-fıkh ale’l-mezahibi’l-erbea gibi hanefi mezhebinde kaynak olan kitapların delillere dayanarak beyan ettiği görüş “kazası olanın nafile kılabilir” olduğu yönündeyken Hanefi mezhebine ait yazılmış diyerek her önümüze gelen kitaptan fetva çıkarmaya çalışmak yanlıştır. Bu temel kaynak kitaplarda geçen hüküm şöyledir:

“Kazaya kalmış namazları kılmak, nafile namaz kılmaktan çok daha ehemmiyetli ve çok daha uygundur. Fakat beş vakit namazın sünnetleri, kuşluk, tesbih, tahiyyetü’l-mescid ve evvabin namazı bundan müstesnadır. Yani bu sünnet ve nafileler kaza namazları için terk edilmezler.”


SONUÇ
Bütün bu deliller şunu gösteriyor: Her şeyden evvel, namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler bir yerde farz namazların tamamlayıcısı hükmündedir ve Peygamberimiz
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaatine vesiledir. Bunun için namazını kazaya bırakan kimse bir yandan namazlarını kaza etmekle borçtan kurtulurken, diğer taraftan da sünnetleri kılarak Peygamberimize olan bağlılığını göstermiş olur. Vaad edilen sevaba ve mükafata nail olacağı gibi farzların eksiklerini de tamamlayıcı ibadetleri yerine getirmiş olur.

Kaza namazları fazla olan Hanefîlerin, sünnetleri terk ederek kaza namazı kılmalarında bir mesuliyet olduğu söylenemez. Gerek vakit namazlarının, gerekse diğer nafilelerin yerine kaza namazının kılınmasının uygun veya evlâ olmaması demek, “Sünnet yerine kaza kılmak caiz değildir” manasına gelmez.

Caizdir ancak Hanefi olan kişi “sünnet yerine kaza kıl” veya “sünnet ile kazaya bir niyet et” diye de zorlanamaz… Kazası olanın nafile ve sünnetlerinin kabul olmayacağı iddiası Hanefiler için geçerli sayılamaz. 


Bu hüküm (kazası olanın sünnet ve nafile namazları kabul olmaz görüşü) şafiler için geçerlidir, Hanefiler için geçerli değildir.


NE YAPMALI?
Kaza namazları fazla olmayan kimseler her farzdan sonra bir vakit kaza namazı kılmayı alışkanlık haline getirirlerse güzel bir âdeti devam ettirmiş olurlar. Ayrıca Cenab-ı Hakkın mahşer günü eksik gelen farz namazları sünnetlerle tamamlayacağı hususunda rivayetler bulunduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir.

“İnsanların kıyamet gününde amelleri arasında ilk hesaba çekilecekleri amel namazdır. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrana düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Aziz ve Celil olan Rabbimiz bildiği halde meleklerine şöyle buyurur: Kulumun farz namazına bakınız. Onu tam mı yoksa eksik mi kılmış? Eğer o kimsenin farz namazı tam ise, onun için namaz sevabı tam olarak yazılır. Eğer farz namazından biraz eksik olursa, ALLAH Teâlâ şöyle emreder: Bu kulum için nafile namaz var mı? Bir bakınız. Şayet o kimse için nafile namaz var ise şöyle buyurur: Kulumun eksik olan farzını nafilesinden tamamlayınız. Sonra farz olan diğer ameller de bu şekilde ele alınır.” (Ebû Dâvud, Salat: 144; Tirmizi, Salat:91; Muvatta, Sefer: 89; Ahmed b. Hanbel, 2/290, 425, 4/65, 103 5/72,377; Nesâî, Salat: 9, No:1232)

Kaza namazları çok büyük bir yekûn tutanlar için (10, 25 yıl gibi)  her vaktin ardına kaza kılıp, günün sonunda bir günlük daha kaza kılabilirler. Bunun dışında günün belli vakitlerinde de kaza namazı kılabilir ve 1 günde üç günlük kaza kılmış olurlar. Böyle devam etmeleri halinde 3 yılda 9 yıllık kaza bitmiş olur.

30, 40, 50 yıllık bir kaza hesaplıyorsanız ve gönlünüz çok darlanıyor ise vakitlerinizi boşa harcamamak kaydıyla namazın sünnetlerini de kazaya ayırabilirsiniz. Ancak “namazın sünnetlerini kaza olarak kılıp” diğer vakitler hep israf ediliyorsa bu da çok doğru değildir. Böyle durumda olan biri, kendisini kaza kılmaya vakfetmeli, gece gündüz demeden borcunu ödemelidir. Bu durumda namazın sünnetlerini de kaza kılarak günde 4 – 5 günlük kaza kılabilir, bir yılda 5 yıllık borcunu eda etmiş olur, 8 yılda da 40 yılı tamamlar.


Dinimiz İslam

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

23 Ekim 2013 Çarşamba

172.MÜSLÜMANLARIN BAŞINA GELEN BELALARIN SEBEBİ


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


İslâm ülkeleri, Müslümanlar, İslâm’ın, Kur’ân-ı Kerîm’in çok gerisinde kalmışlardır. Müslümanların pek çoğunun yaşantılarının, hayat tarzlarının İslâm ile, Kur’ân-ı Kerim ile pek alâkası kalmamıştır. “Müslümanız” deniliyor, fakat Müslümanca yaşanılmıyor. ALLAH Teâlâ ve Resûlü’nün emirleri yerine getirilmiyor. Muhalefet ediliyor. Bakınız Rabbimiz ne buyuruyor:

“...O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli, acıklı bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”

İşte, şu sıralar İslâm ülkelerinin, Müslümanların başına gelen belâların sebebini, bu ayet-i kerîmenin ışığında aramak lâzımdır. Uhud savaşında, Müslümanlar kazanmış oldukları savaşı, sırf Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bir emrine muhalefet etmeleri sebebiyle kaybetmediler mi?

Bugün İslâm ülkeleri, Müslümanlar üstün değilse, zillet çukurlarında yuvarlanıyorlarsa; zalimlerin, kâfirlerin, altında eziliyorsa kendimize bakalım. Kime itaat ediyoruz? ALLAH Teâlâ ve Resûlüne mi, yoksa başkalarına mı? Rabbimiz Mü’minlere “üstün olmayı” vaat ediyor. Şayet üstün değilsek ki şüphesiz değiliz, öyleyse kendimize bakalım. Kendimizi yoklayalım.

Cabir b. Abdullah (R.A)’den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Benden önce hiçbir kimseye verilmeyen beş şey bana verildi:

1- Bana bir aylık yol mesafesi uzaklığında bulunan düşmanının kalbine korku verilmekle yardım olundum.

2- Yeryüzü bana namazgâh ve temizlik sebebi kılındı. Onun için ümmetimden her kime namaz vakti erişirse, hemen namazını kılıversin.

3- Ganimetler bana helal edildi. Halbuki benden evvel kimseye helâl edilmemiştir.

4- Bana şefaat verildi.

5- Benden evvel her peygamber, hassaten kendi kavmine gönderilirken, ben, bütün insanlara gönderildim”

Hadis-i şerifte zikredilen beş şeyden birincisine dikkat edersek Müslümana, bir aylık yol mesafesi uzaklığında bulunan düşmanına, onun korkusu veriliyor. Bugün ise, değil bir aylık yol mesafesi uzaklığında, burnumuzun dibinde bulunan kafirler bizden korkmuyor. Bugünkü kafirler hiçbir İslâm ülkesinden korkmuyorlar.

Ve bugünkü Müslümanlar, İslam ülkeleri manen ve maddeten zayıflamış ve kafir milletlerin o veya bu şekilde bir takım baskı ve tahakkümü altına girmişlerdir. Bunun bir tek sebebi vardır. O da şudur: Bugün Müslümanız, İslam ülkesiyiz diyen bütün İslam ülkeleri; kısmen veya tamamen ALLAH Teâlâ’nın ahkamını rafa kaldırmıştır, dinden ibadetten dini yaşantıdan uzaklaşmışlar giyim-kuşam, ahlâk ve yaşantı bakımından tıpatıp onlar gibi olmuşlar ve neticesinde de İslâm’dan uzaklaşmışlardır. Bir kafir, kendisi gibi düşünen, giyinen ve hareket edenden korkar mı? Niçin korksun ki?.. O da onun gibi.

Bugün Müslümanlar, İslam ülkeleri yardımsız kalmışlardır.  Türlü isyan, günah, kötülük, hıyanet içindeyken ALLAH Teâlâ’nın bize yardım edeceğini, zafer kazandıracağını beklemek akıl kârı değildir. ALLAH Teâlâ’nın bize yardım etmesini istiyorsak birtakım sebeplere tevessül etmemiz gerekir, bunların başında namaz kılmak gelir... Kur’ân-i Kerim’de:

“Ey kullar!.. Zor işlerinizin çözümü için hem sabırla ve hem namazla ALLAH Teâlâ’dan yardım isteyin...”
“Ey iman edenler! Başınıza gelen felaketlere karşı sabır ile ve de namazla ALLAH Teâlâ’dan yardım isteyin. Muhakkak ki ALLAH Teâlâ’nın yardımı sabredenlerle beraberdir.” buyrulmaktadır.

Bu iki âyet-i kerimeden anlaşılacağı üzere ALLAH Teâlâ’dan yardım isteyenlerin namaz kılmaları ve sabırlı olmaları gerekmektedir.

 Tevbe edelim. ALLAH Teâlâ’ya kul, Resûlü’ne ümmet olalım. Ümitvar olalım. İstikbaldeki en büyük, gür sada İslâm’ın sadası olacaktır. Biz İslâm’a sımsıkı sarılırsak ve hakkıyla yaşarsak 
ALLAH Teâlâ’nın, Nûr sûresi, 55. ayet-i kerîmesinde vaad ettiği husus mutlaka gerçekleşecektir. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

“ALLAH, sizden iman eden ve salih amellerde bulunanlara yemin ile vaadetmiştir ki; kendilerinden evvel gelen Müminleri, Kâfirlerin yerine getirip hakim kıldığı gibi elbette onları da yeryüzünde kâfirlerin yerine geçirip hükümran edecek ve onlara kendileri için razı olduğu dini İslâm’ı yaşama imkanını elbette verecek ve onların her türlü korkularını üzerlerinden kaldırdıkdan sonra hallerini kat’i bir eminliğe, güvene elbette çevirecektir. Onlar bu güvenlik içinde bana ibadet ederler, bana hiç bir şeyi şirk, ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim kâfir olursa işte onlar fasıkların ta kendileridir.”
Bu ayet-i kerîme, Müslümanlara, parlak bir geleceği vaat etmektedir. Çok sıkıntı çeken, çok güçlüklere katlanmış olan Müslümanlara, artık korku ve sıkıntı devrinin geçmekte olduğunu, inanıp salih ameller yaptıkları takdirde ALLAH Teâlâ’nın buyruğu uyarınca hareket etmiş olan önceki Mü’min milletler gibi yeryüzünde hükümran olacaklarını müjdelemektedir. Ancak egemenliğin şartı, imanla beraber salih ameller de yapmaktır. Şirk koşmadan ALLAH Teâlâ’ya kulluk etmek, zulümden kaçınmak, adam kayırmadan insanlar arasında eşitlik ve adalet sağlamaktır. İşte böyle sağlam bir toplum ezilmez, hükümran olur.

İman; dinde ana temel ve değişmeyen esastır. Şartları doğrultusunda ALLAH Teâlâ ve Resûlüne mutlak itaati gerektirir. Sâlih amel ise, hem böyle bir imânın tabiî ürünü kabul edilen ibadetlerin tamamıdır, hem de insanlıktan yana yine imân temeline dayalı yapılan her türlü iyilik ve yararlı hizmettir.

Kısacası ALLAH Teâlâ, Ümmeti Muhammed’den iman edip ameli salih işleyenlere kendilerini yeryüzünün halifesi kılacağını ve kendileri için seçtiği İslâm dinini yeryüzüne hakim kılacağını beyan buyuruyor. Korkularını emniyete çevireceğini vaat ediyor. İşte ALLAH Teâlâ’nın vaadi... Ve ALLAH Teâlâ’nın vaadi hakikatin ta kendisidir. Muhakkak yerini bulur. Ve ALLAH Teâlâ asla vaadinden dönmez.


 Evet vaad eden: ALLAH Teâlâ, 
vaad edilenler: İnananlar ve inandıklarını bilfiil tatbikat sahasına koyanlar, kamil Mü’minler, biz Müslümanlar. Vaad edilen şey: Şu üç husustur:

1- Müslümanlar bulundukları yerde hakim olacaklar, mahkum olmayacaklardır.

2- Dinî inançlarını, hayatlarına kolayca uygulayabilme imkânına sahip olacaklardır.

3- Her türlü korku gidecek, yerine tam bir emniyet, sükunet ve güven gelecek.

Evet, vaad edilen bu üç şeyi kendimizde bir arayalım:

1- Bu gün Müslümanlar bulundukları yerde hakim mi, mahkum mu?  Mahkum.

2- Bugün Müslümanlar dinî inançlarının gereğini rahatlıkla ifa edebiliyorlar mı? Edemiyorlar.

3- Bugün Müslümanlar maddî ve manevî tam bir emniyet, sükunet ve güven içinde midirler? Değildirler.

Vaad edilen bu üç şeyin üçü de bizde yok. Yoksa, ALLAH Teâlâ bu vaadini yerine getirmedi mi? Haşa sümme haşa... Va’dini yerine getirmede ALLAH Teâlâ’dan daha sadık kim olabilir?

O halde eğer va’dedilen bu üç şeyin üçü de bizde yoksa, bu demektir ki, ALLAH Teâlâ bizim imanımızdan ve amellerimizden razı değil! İşte bir-kaç misal:

Çünkü bu vaad, iman ve salih amellerle şartlıdır. İşlerini, hareketlerini bozan Müslümanlar, bu va’din dışında kalırlar. Bu sebeple dikkat edelim! Kendi kendimizi kandırmayalım.

Cuma saatinde bir bakalım. İslâm’ın en büyük şiarı ve cemaatle kılınma mecburiyeti bulunan bir namaz. Cuma namazı. Camide bulunan Müslümanlar mı çoğunlukta, yoksa ana caddelerde, alış-veriş merkezlerinde, lokantalarda bulunanlar mı? Gidip onlara: Siz kimsiniz diye sorsanız? Müslümanız diyeceklerdir. Peki böyle Müslümanlardan ALLAH razı olur mu?

Faizsiz ticaret yapılamaz, diyen ve böyle inanan Müslümanlardan ALLAH razı olur mu?

Şu bir tarihî gerçek ki: Müslümanlar, İslam âlemi; kamil bir imana ve imanın gereği olan salih amellere ciddi bir şekilde bağlı kaldıkları dönemlerde güçlü devletler kurabilmişler, üç kıtanın hakimi olmuşlar, faziletli hizmetlerde bulunmuşlardır. Fakat, şart koşulan bu iman-amel hususundan ayrıldıkları, taviz verdikleri dönemlerde ise başka milletlere mahkum ve yem olmaktan, en azından uydu durumuna düşmekten kendilerini kurtaramamışlardır.

Üzülmeyelim, ALLAH Teâlâ dilediğini aziz eder, dilediğini zelil eder. Bela ve musibetler de ancak O’nun izniyle gelir. O istemezse bütün dünya bir araya gelse bir kimseye en ufak menfaat sağlayamaz. O istemezse, bütün dünya toplansa bir kimseye en ufak zarar dokunduramaz. O halde neden üzülüyoruz?.. “HasbünALLAHü ve ni’me’l vekil.” diyelim. O’na sığınalım. Unutmayalım ki, diken olmadan gül çıkmaz. Eşsiz bir hazineye alın teri dökmeden, zahmet çekmeden ulaşılamaz. Evet zulüm var. Hem de çok büyük bir zulüm var. Ama bir de şu var: Gün doğmadan neler doğar. Cenab-ı Hak ne buyuruyor:

“ALLAH Teâlâ, Mü’minleri şu bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber ALLAH Teâlâ, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat ALLAH Teâlâ, resullerinden dilediğini ayırdeder. O halde ALLAH Teâlâ’ya ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.”


Bu âyet-i kerime büyük bir müjdedir, büyük bir ümittir. ALLAH Teâlâ, Mü’minleri bulunduğumuz şu durumda bırakmayacaktır. Fakat bazen savaş, şehitlik ve diğer sıkıntılarla imtihan eder ki iyi ile kötünün yani münafıkla Mü’minin özellikleri ortaya çıksın ve aralarındaki fark görülsün.

“Ey mü’minler gevşemeyin, gevşeklik göstermeyin, Mahzun da olmayın. Siz eğer gerçekten mü’min iseniz, düşmanlarınıza galip ve onlardan çok üstünsünüz.”


Bu ayet-i kerime, müslümanların, Uhud savaşında uğradıkları geçici başarısızlıktan dolayı ümitsizliğe kapılmamaları gerektiğini onlara ihtar etmekte ve müslümanlara, güçlü bir imana sahip olmanın verdiği azim ve kararlılık sayesinde nice zaferlere ulaşmanın mümkün olduğunu müjdelemektedir.

“ALLAH Teâlâ kafirlere mü’minlerin aleyhinde asla bir yol bahşetmez.”

Evet, mü’mîn hem davası hem de akıbeti bakımından her zaman, mü’min olmayandan üstündür. Çünkü mü’min, ALLAH Teâlâ’ya inanır, yalnız O’nun kulu ve kölesi olur. Sadece ALLAH Teâlânın dini için savaşır, ölürse şehid, kalırsa gazi ve mükafâtı cennet olur.

Bu sebeple ümitvar olalım.  İstikbalde en gür sâdâ, İslâm’ın sâdâsı olacaktır inşaALLAH. Yeter ki biz üzerimize düşeni yapalım. ALLAH Teâlâ’nın dinini yaşayalım. Sabah namazına kalkalım. İslâm’ın ve Müslümanların aziz ve mansur olması için şu duaları mutlaka, her gün okuyabildiğimiz kadar okuyalım:

Seyuhzemul-cem’u ve yuvellûned-dubur.

HasbünALLAH ve ni’mel-vekil,

Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh,

Ya dafial-belâyâ idfe’ annel-belâyâ,

Fellahü hayrun hafiza. Ve hüve erhamür-rahimîn.

Lâ ilâhe illâ ente sübhaneke innî küntü minez-zalimîn.

Vellahü galibün âlâ emrihi.

Ya Rabbi! İslâmı ve Müslümanları aziz ve mansur eyle! Yardım eyle! Dünya ve ahiretimizi ma’mur eyle! Korktuğumuzdan emin, umduğumuza nail eyle! Amin...


ALLAH Teâlâ’nın mü’min kullarına Kur’ân-ı Kerîm’de bir va’di vardır. Zafer va’di...

Fakat bu va’de lâyık olmanın şartları vardır.

1- Müslümanlar, ezelde Kaalu Belâ gününde ALLAH Teâlâ’ya vermiş oldukları sözü, O’nunla yapmış oldukları ahd ve misakı unutmazlar, gereğini yerine getirirlerse,

2- İslâm dininin hükümlerini, emirlerini, yasaklarını ferdi ve toplumsal hayatlarına uygularlarsa,

3- Kendilerine ALLAH katından en güzel örnek, model ve rehber olarak gönderilmiş Peygambere itaat ve biat ederler, onun yolundan giderler, onun Sünnetini ve metotlarını esas kabul ederlerse,

4- Şeytanı ve tağutları dost, velî, yar, müttefik olarak kabul etmezlerse,

5- Parayı, serveti, malı-mülkü şu fanî dünyanın aldatıcı ve oyalayıcı oyuncakları durumunda olan birtakım eşya, âlet ve vâsıtaları putlaştırmazlarsa,

6- ALLAH yolunda önce nefisleriyle, sonra harbî ve saldırgan kâfirlerle cihad ederlerse, bu va’de nail olurlar. 

Yoksa:

Unutmayın! İslâm’a ihanet ederek, ahkâm-ı ilâhiyeye sırt çevirerek, Resûl’ün yolunu bırakarak zafere nâil olunmaz.


M.Talu

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

22 Ekim 2013 Salı

171.ATEİSTLER!!! TESADÜF MÜ DEDİNİZ?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Teknik ilerledikçe, kâinatın muazzamlığı meydana çıkıyor, gerek vücudumuzda ve gerekse kâinatta tesadüflere yer olmadığı, her şeyin çok mükemmel olduğu daha iyi anlaşılıyor. Hiçbir şey rastgele ve lüzumsuz değildir. Her şey hikmetle ve bir fayda için yaratılmıştır. Ne vücudumuzda faydasız bir organ, ne de kâinatta faydasız bir madde vardır. Hepsi insanlığın hizmetine verilmiştir.

 Bir âyet meali: (Görmüyor musunuz ki, Allah, yerdeki [su, taş, toprak, ot, ağaç, meyve, sebze, tahıl, hayvan, maden, ateş, hava, gaz, tuz, petrol gibi] her şeyi ve emri [suyun kaldırma kuvveti ve yer çekimi gibi kanunları] uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. İzni olmadıkça, gökleri [yıldızları, galaksileri, gezegenleri birbirleriyle çarpışmaktan ve] yere düşmekten korur. Zira Allah, çok şefkatli ve çok merhametlidir.) [Hac 65]

Tefsir âlimleri, 'Yerdeki her şey'den maksadı açıklamış parantez içindeki ifadeleri bildirmiştir. Kâinattaki hiçbir şey, lüzumsuz değildir. Yer çekimi kuvvetini yaratmasaydı, suya kaldırma özelliği vermeseydi, balıklar, gemiler nasıl yüzecekti? Bunların faydaları da yine insanlar içindir. Allah, insana akıl veriyor, fen adamı da buluyor ve insanlığa faydası oluyor. Var olan şeyler bulunuyor, yoktan yaratılmıyor. Güneş etrafında dönen gezegenler, Güneş'e ve Dünya'ya çarpsa, Dünya parçalanır. Bütün gezegenleri birbirine çarptırmadan ve Dünya'ya zarar vermeden döndüren muazzam kudreti inkâr, ahmaklık değil mi? Allah, (Bunları üstünüze düşürmüyoruz) buyuruyor. Güneş'in ısısı, ışığı asırlardır eksilmeden devam ediyor. Belli bir yörüngede dönüyor. Dünya'ya çok yakın olsa yanar kül oluruz. Dünya'ya çok uzak olsa soğuktan ölürüz. Havadaki oksijen ve karbondioksit oranları Güneş'in sebep olduğu botanik olaylarla sabit kalmaktadır. Havadaki %21 oranındaki oksijen yükselse her tarafı alevler sarar. %21'in altına düşse bu defa da her tarafı buzlar kaplar. Karbondioksit çok yükselse her canlı zehirlenir. Bunlara tesadüf demek, ilme aykırı ve akılsızlıktır. Hiçbir ilim sahibi akıllı kimse, bu bilimsel gerçekleri inkâr edemez.


Dinimiz İslam

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

21 Ekim 2013 Pazartesi

170.DÜNYAYI SEVEN KALP HASTADIR


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Dinimizin kötülediği, Kur’ân-ı kerîmde kötü denilen dünyâ, harâmlar ve mekruhlardır. Ölümden önce olan herşeye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden sonra faydası olanlar, dünyâdan sayılmaz, âhıretten sayılırlar. Çünkü dünyâ, âhıret için tarladır. Âhırete yaramıyan dünyâlıklar, zararlıdır. Harâmlar, günâhlar ve mubâhların fazlası böyledir. Dünyâda olanlar, islâmiyete uygun kullanılırsa, âhırete faydalı olurlar. Hem dünyâ lezzetine, hem de âhıret ni’metlerine kavuşulur.

Kötülenen dünyâ, Allahü teâlânın râzı olmadığı, âhıreti yıkıcı yerlerde kullanılan şeyler demektir. Kendini ve Rabbini unutup, lezzetlerine, şehvetlerine düşkün olanlar, yolda hayvanının süsü ile, palanı ile, otu ile uğraşıp, arkadaşlarından geri kalan yolcuya benzer. Çölde yalnız kalıp, helâk olur. İnsan da, ne için yaratılmış olduğunu unutup, dünyâ zînetlerine aldanır, âhıret hâzırlığı yapmazsa, ebedî felâkete sürüklenir.

Dünyâ sevgisi, âhırete hâzırlanmaya mâni olur. Çünkü kalb onu düşünmekle, Allahı unutur. Beden, onu elde etmeye uğraşarak ibâdet yapamaz olur.

Dünyâ ile âhıret, doğu ile batı gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden uzak olur. Bir kimse, ibâdetini yapmaz ve geçiminde, kazancında Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını gözetmezse, dünyâya düşkün olmuş olur. Allahü teâlâ, herkesin kalbini bundan soğutur, bunu kimse sevmez.

Dünyâ kelimesinin din bilgisindeki mânâsı, en zararlı, kötü şey demektir. Küfre, inkâra sebep olan şeyler, harâmlar, mekrûhlar, dünyâ demektir. Mubâhlar, islâmiyete uymaya mâni olunca, dünyâ olurlar. Muhabbet, sevmek, berâber olmayı istemek, bundan zevk, lezzet duymak demektir. İnsan sevdiğini hiç unutmaz. Küfrü, inkârı, harâmları, mekrûhları sevmek, beğenmek küfür olur. Farzları, sünnetleri, beğenmemek de küfür olur, dünyâ olur.

Dünyâyı seven kalb, hastadır. Kalbin temiz olması, dünyâyı sevmekten kurtulması demektir. Kalb hastalığının ilâcı, islâmiyete uymak ve Allahü teâlâyı çok hâtırlamak, kalbe yerleştirmektir.

Ebü’l-Hüseyin Mâlik hazretleri şöyle anlatıyor:

“Hayr-ı Nessâc hazretlerinin vefâtı ânında yanında idim. Akşam namazı vaktiydi. Vefât edeceği zaman kapıya doğru işâret ederek;

-Allahü teâlâ sana, benim canımı almayı, bana da namaz kılmayı emretti. Şu anda namaz vaktidir. Ben, bana emrolunanı yapayım. Ondan sonra da sen, sana emrolunanı yaparsın buyurdu.

O zaman biz, Hayr-ı Nessâc hazretlerinin Azrâil aleyhisselâm ile konuştuğunu anladık. Sonra abdest alıp, namazını kıldı. Yatağına uzandı, gözlerini kapadı ve Kelime-i şehâdet getirip rûhunu teslim etti. Vefâtından sonra kendisini rüyâda görüp;

-Allahü teâlâ sana nasıl muâmele eyledi? diye sordular.

-Bana bundan sormayın, fakat ben, harâmlarla ve günâhlarla dolu alçak dünyâdan kurtulup rahata kavuştum buyurdu.”

Netice olarak dünyâ, Hak teâlânın sevmediği, harâmlar, mekruhlar demektir. Allahü teâlânın sevmediği şeyleri sevmek, günâhların başıdır. Hadîs-i şerîfde buyurulduğu gibi:

(Dünyâ mel’ûndur ve dünyâda olan şeylerden Allah için yapılmıyanlar mel’ûndur.)


Dinimiz İslam

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

20 Ekim 2013 Pazar

169.RABBİMİZİN cc 13. NASİHATI


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey âdemoğlu!
Nice (ilim ve ibadetle kalpte parlayan) ışıklar vardır ki, onu kötü arzuların rüzgârı söndürmüştür. Nice ibadet edenler vardır ki, kendini beğenme duygusu onları felâkete götürmüştür.
Nice zenginler vardır ki, zenginlik onları ifsat etmiştir.
Nice fakirler vardır ki, fakirlik onları bozmuştur.
Nice sıhhatli kişiler vardır ki, afiyette olmak onları yoldan çıkarmıştır.
Nice âlimler vardır ki, ilim onları saptırmıştır.
Nice cahiller de vardır ki, cehaletleri onları helake sürüklemiştir.
Eğer aranızda çokça rükû eden yaşlılar, takvaya sarılmış gençler, süt emen çocuklar ve otlayan hayvanlar olmasaydı (yaptığınız isyanlar yüzünden) üzerinizdeki göğü demir, yeri kuru bir çöl ve toprağı da safi kül yapardım. Böylece gökten bir damla olsun yağmur yağdırmaz, yerden bir tek yeşillik çıkartmaz ve üzerinize azabı daimî kılardım."


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

19 Ekim 2013 Cumartesi

168.RABBİMİZİN cc 12. NASİHATI


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey âdemoğlu!
'Size bahşettiğim nimeti hatırlayın ve ahdime (emrime) vefa gösterin ki, ben de size verdiğim ahdi yerine getireyim. Birde (ahde vefasızlık hususunda) benden korkun.'43Buhârî, Tevhîd, 35, Bed'ü'l-Halk, 8; Müslim, İmân, 312; Tirmizî, Cennet, 15; İbn Mâce, Zühd, 39; Dârimî, Rikâk, 98, 105; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/313, 438.'
4 Bakara 2/40.

Yola kılavuzsuz çıkamayacağın gibi cennete de amel dışında hiçbir yolla ulaşamazsın. Yorulmaksızın mal toplanamayacağı gibi bana ibadet üzere sabretmeksizin de cennete giremezsin. Öyleyse Allah'a (farzların yanında) nafile ibadetlerle yaklaş.
Benim rızâmı, miskinlerin (garip ve çaresiz kimselerin) sizden razı olmasında arayın. Rahmetimi âlimlerin meclislerinde bekleyin. Zira benim rahmetim göz açıp kapama süresince , dahi onlardan ayrılmaz.
Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Ey Musa, söyleyeceğimi iyi dinle! Şu bir gerçektir ki, kim bir miskine karşı kibirlenirse kıyamet günü onu karınca suretinde (küçük, hor ve hakir bir halde) hasrederim. Miskine karşı tevazu göstereni dünya ve âhirette yüceltirim. Her kim, bir miskinin sırlarını (özel hayatını) açığa çıkarıp utandırmak için uğraşırsa kıyamet günü onu, bütün gizli halleri açık bir halde haşrederim.

Kim bir fakire hakaret edip onu küçük düşürürse bana karşı harp ilân etmiş demektir.
Kim bana iman ederse meleklerim dünya ve âhirette onunla musafaha eder."


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

18 Ekim 2013 Cuma

167.RABBİMİZİN cc 11.NASİHATI


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar!
Dünya, yurdu olmayanların yurdu, malı olmayanların malıdır. Dünya malını aklı olmayanlar biriktirir, onunla anlayışı kıt olanlar sevinir. Tevekkülü olmayanlar dünya için hırs gösterir ve marifete ulaşamayanlar dünya zevklerinin peşine düşerler.
Her kim yok olacak bir nimeti ve sonu olan bir hayatı isterse, şüphesiz o, nefsine zulmetmiş, rabbine isyan etmiş, âhireti unutmuş, dünyası kendisini aldatmış, açığıyla gizlisiyle günahı arzu etmiştir. 'Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir.' Ey âdemoğlu! Bana kulak ver ve benimle ticaret yap, bana çalış ve kârını yanımda saklayıp âhirette al.
En'âm6/120.

Benim yanımda hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin kalbine gelip hayal etmediği nice nimetler vardır. Benim hazinelerim ne biter ne de eksilir. Ben hesapsız ihsan edenim ve sonsuz ikram sahibiyim."


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

17 Ekim 2013 Perşembe

166.RABBİMİZİN cc 10.NASİHATI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "'Ey insanlar, size rabbinizin katından bir öğüt ve kalplerdeki hastalıklar için bir şifa gelmiştir.'^ Öyleyse neden yalnız size iyilik edene iyilikte bulunuyor, sadece size gelene gidiyor, sizinle konuşanla konuşuyor ve yalnız size ikram edene ikramda bulunuyorsunuz?

Hiç kimsenin bir diğerine üstünlüğü yoktur. Müminler, ancak Allah'a ve Resûlü'ne iman eden kimselerdir. Onlar, kendilerine kötülükte bulunana iyilik ederler, gelmeyene giderler, kendilerine vermeyeni affederler, ihanet edene hainlik yapmazlar. Kendilerini terkedenlerle konuşur ve hakaret edenlere ikramda bulunurlar. Şüphesiz ben sizin her yaptığınızdan haberdarım."
Yûnus 10/57. 

Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

16 Ekim 2013 Çarşamba

165.RABBİMİZİN cc 9.NASİHATI


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey âdemoğlu!

Yaratılmışlara lanet okumayın, sonra lanet size döner.

Ey âdemoğlu! Gökler boşlukta benim isimlerimden biri ile direksiz olarak dosdoğru durmakta iken, sizin kalpleriniz kitabımın binlerce öğüdüyle bile dosdoğru olamamaktadır.

Ey insanlar! Su, içindeki sert taşı yumuşatmadığı gibi, güzel öğütler de katı kalplere tesir etmez.

Ey âdemoğlu! Allah'ın kulları olduğunuza şahitlik ettiğiniz halde nasıl olur da O'na isyan ediyorsunuz? Yine ölümün hak olduğuna inandığınız halde ondan nasıl hoşlanmıyorsunuz?

Hakkında hiçbir bilginiz olmayan nice şeyleri söylüyor ve bunu önemsiz görüyorsunuz; oysa bunun günahı Allah katında çok büyüktür." 


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

15 Ekim 2013 Salı

164.RABBİMİZİN cc 8.NASİHATI


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim

Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Ey âdemoğlu!
Ben sizleri boşuna ve başıboş bırakmak için yaratmadım. Ben sizden gafil değilim, her şeyinizden haberdarım.
Siz Benim katımdaki nimet ve müjdelere, ancak hoşunuza gitmeyen şeylere karşı Benim rızam için sabrederek ulaşabilirsiniz.

Sizin Bana itaatte göstereceğiniz sabır, sizin için, Bana isyanda gösterilecek sabırdan daha kolaydır. Günahı terketmeniz, cehennem ateşi karşısında benden özür dilemenizden daha kolaydır. Dünya azabı, sizin için âhiret azabından daha hafiftir.
Ey âdemoğlu! Benim hidayete ulaştırdıklarım hariç, tümünüz sapık yolda kalırsınız. Yine Benim koruduklarım hariç hepiniz günahkârsınız. Öyleyse Bana tövbe ediniz ki size merhamet edeyim. Kendisine hiçbir sırrınız gizli kalmayacak Rabbiniz yanında gizli günahlarla sırrınızı ortaya dökmeyiniz.


Rabbimizin 104 Kitaptaki Öğütleri (Meva'ız-i Kudsiyye)

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

3 Ekim 2013 Perşembe

153.ŞEYTANLA NASIL SAVAŞALIM?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


Dünkü yazıdan devam edip bugün bitirelim inşallah.


şeytanın düşmanları:

1)Çok sadaka veren müslüman,
2)Tövbesinde sabit kalan tövbekarlar,
3)Adil idareciler,
4)Dürüst ve doğru sözlü tüccarlar ,
5)Nasihat eden müslüman,
6)ALLAH'dan cc korkan alimler,
7)Mütevazi zengin ,
8)Gece namazı kılan müminler,
9)Daima abdestli olan müminler,
10)Daima Kur'an okuyan hafızlar,
11)Merhametli müminler,
12)Haramdan sakınan müminler,
13)Güzel huylu müminler,
14)İnsanlara faydalı olan müminler.


şeytanın dostları:


1)Namaza tembel olan ve ağır davrananlar ,
2)Hile yapan, aldatan tüccarlar,
3)Zekata engel olan kişiler,
4)Yetim malı yiyenler,
5)Zina yapanlar ,
6)Uzun emeli olan insanlar ,
7) Zalim idareciler ,
8)Kibirli zengin,
9)İçki içen kişiler.

şeytanın insanı saptırması ve hileleri:

1)İnsanlara yalan söyletmek ve yalan yere yemin ettirmek,


2)Gıybet ve koğuculuk yaptırmak,


3)Talak üzere yemin ettirmek ,(Talak üzere yemin edilirse erkeğe hanımı haram olur, çocukları da zina çocukları olur.)


4)Namazı ertelettirmek ve namazda insanı saptırmaya çalışmak;
a)Henüz vakit var, sonra kılarsın vesvesesini vererek namazı vaktinde kıldırmamak,
b)Namazda acele ettirerek, çabuk çabuk kıldırmak,
c)Namazda sağa, sola bak vesvesesini vererek; namazın sevabından alıkoymak ,
d)Namazda İmamdan önce rüku ve secdeye vardırıp; İmamdan önce rüku ve secdeden kaldırmak,
e)Namazda parmakları çıtlattırmak, (kişi namazda parmak çıtlatarak şeytanı tesbih etmiş olur)
f)Namazda kişinin burnuna üfleyerek esnemesini sağlatmak,
g)Kişiye Namazı bırakması için vesvese verir, (şu an işin var, meşgulsün, sen daha gençsin, ihtiyarlayınca kılarsın, sen hastasın iyileşince veya işin bitince
kılarsın, vb. diyerek namazdan alıkoyar)
ğ)Namazda uyuklama ve aksırma meydana getirmek,
h)Namazda insanın aklına dünya işlerini getirmek,
i)Namazda abdestin bozuldu vesvesesini vererek namazı yarım bıraktırmak.


5)Faiz yedirmek ve faiz yemeyi mübah göstermek,


6)Cuma Namazını terkettirmek ,


7)Zina ettirmek,


8)Sarhoş edici şeyler içilmesini sağlamak,


9)Kişinin hırsızlık yapmasını sağlamak,


10)Sihirbazlık ve büyücülük yaptırmak,


11)Erkeğe karısını boşattırmak, (aile arasında huzuru bozarak, eşleri ayırmak) 


12)Kişinin öfkelenmesini ve hiddetlenmesini sağlamak, (böylece kişiye sonradan pişmanlık duyacağı davranışları yaptırır ve sözleri söyletir)


13)Hırs ve kin tohumlarını kişinin kalbine yerleştirmek,


14)İnsanın yapacağı her işi aceleye getittirmek,


15)Cimriliği hoş gösterip, kişinin sadaka ve zekat vermesini engellemeye çalışmak,


16)Kişinin çok yemek yemesini sağlamak, (çok yemek yenildiğinde kişi rahatsızlanır, kişiye ağırlık çöker ve uyku hasıl olur)


17)İnsanın ibadetlerini yerine getirmekten alıkoymak,


18)Mal ve servet sevdasıyla insanı aldatmak,


19)Kişinin arzularını hoş ve güzel göstererek şehvetini arttırmak,


20)İnsanı lüzumsuz işlere yöneltmek, (bu sayede kişiyi ibadetten alıkoyar)


21)Kişinin ALLAH'a verdiği sözü ve adağı yerine getirmesinde onu geciktirir ve zamanla unutturur, (söz ve adak hemen yerine getirilmelidir.) 


22)İnsanın yapacağı her işte şeytan hazır bulunarak ortak olur,( bu nedenle her işe Euzu Besmele ile başlanılmalıdır.)


23)Ölüm anında insanın imansız gitmesi için uğraşmak,


24)İnsanın kötü söz söylemesini ve küfür etmesini sağlamak, ( kötü sözü ve küfürü hoş göstererek, sonradan pişman olacağı sözü söyletmeye çalışmak)


25)Kişiyi cemaat ve mescidden alıkoymaya çalışmak,


26)İnsanları; gösterişe, medhedilmeye ve övülmeye sevketmek,


27)Günah ve haramları hoş göstererek; insanın günah işlemesini ve haram olan davranışları yapmasını sağlamak,


28)Kişiye sürekli vesvese vererek, şüpheye düşürmek ve huzurunu bozmak,


29)İnsanlarda baş olma isteğini ön plana çıkarmak ve makam, mevki arzusunu ve hırsını ortaya çıkartmak,


30)İnsanlarda dünya ve mal sevgisini arttırmak,


31)İnsanların hased etmesini sağlamak,


32)İnsanların kibirlenmesini sağlamak ,


33)İnsanın içine kıskançlık tohumları ekerek kötü yollara sevketmek,


34)İnsanların rahatlık, bolluk ve uzun emel isteklerini arttırmak,


35)İnsanların kötü zan ve iftirada bulunmalarını sağlamak,


36)İnsanlara yalan söylettirmek ve yalan yere yemin etmelerini sağlamak ,


37)Kişinin başkalarını küçük görmesini ve onlara saygısızlık yapmasını sağlamak,


38)Kadına vesvese vererek açılmasını sağlamak,


39)Makam, mevki ve mal sahibi kişilerin gurur ve kibirlerini arttırarak, toplumda sınıf ayrımı yapılmasını sağlamak,


40)Toplum düzenini bozan; kin, nefret, gıybet, koğuculuk, iftira, hırs, kıskançlık, kibir, ihtiras, ahlaksızlık gibi vb. çeşitli duygu, düşünce ve davranışları insanlar arasında yaymaya çalışmak.

Peki o zaman şeytanla nasıl savaşıcağız?

şeytan ile savaşırken ve onun aldatmalarına kapılmamak ve tuzağına düşmemek için yardım istenilecek şeylerin başında KELİME-İ TEVHİD ve ALLAH'u Teala'yı çokca anmak gerekir. 


Hadisi Şerifte: ALLAHü Teala buyuruyor ki "La ilahe illALLAH benim kal'am dır (kale). Bunun için La ilahe illALLAH diyen benim kal'ama girer. Benim kal'ama giren ise azabımdan emin olur." buyrulmuştur. 


Yine buyurdu ki: " Bir kimse halis ve muhlis olarak La ilahe illALLAH dese, Cennete girer."
şeytan azaba sebebdir. Hadislerden anlaşılıyor ki, bir kimse La ilahe illALLAH kelimesini söylese, ALLAHü Teala'nın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınsa ve şeytan onu o halde görse, ondan uzaklaşır, yanına yaklaşamaz. Bu durumda şeytan zararından kurtulur.

Euzü ve Besmeleyi çok söylemekle Şeytanla savaşılmış, onun hile ve aldatmalarına karşı Besmeleden yardım alınmış olunulur. 


Zira Resulüllah S.A.V. bir kimsenin şeytanın telef olmasına ve helakine beddua ettiğini işitince:" Böyle deme, zira şeytan kibirlenir ve seni yenmek için elimden geleni yaparım der. Ancak Euzü Besmele oku. Bu durumda şeytan küçülür. Zerre gibi hor ve hakir olur."

Kişi, ALLAH'a C.C. güvenip; dünyayı isteyenlerden, onların mallarından, hediyelerinden, medhlerinden, övmelerinden ve hırslarından ayrılmakla da şeytanın hile ve aldatmalarına karşı durmakta yardım görür. Çünkü dünyayı sevenler; şeytanın malı, askeri ve takımıdır. İnsan için lazım olan, bunların hepsinden sevgiyi kesip, ALLAH'ın C.C. lutfüyle kimseye muhtaç olmayıp, her halinde ve işinde ALLAH'a güvenmesidir, tevekkül etmesidir. ALLAHü Teala'ya dönmesidir.


 İnsanlara minneti, haram ve şüpheli şeyleri terketmelidir. Dünyanın helal ve mübahlarını az kullanmakta zühdü, vera ve takva yolunu tercih etmelidir.

şeytan ile içten mücadele ve çarpışma kalb ve iman ile olur. Sen şeytanla mücahede ettiğin zaman, senin yardımcın, dayanağın ALLAH'u Teâlâ'dır.
Kafirle olan cihadın (savaşın), çarpışmanın sonu vardır. Nefs ve şeytanla cihad etmenin (savaşın) sonu yoktur.


medresedersleri.com'dan faydalanılmıştır.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

152.ŞEYTAN VE BİZ


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


şeytanı tanımaya devam ediyoruz...


Namaz vakti gelince iblis, şeytanları dağıtır ve namazlarında insanları meşgul etmelerini ister. şeytan gelir ve namaz vaktini geçirmesi için, insanı meşgul edecek yollara sevkeder. Bu olmazsa namazını karıştırmaya çalışır ve dualarında eksik yapması için insanı meşgul eder.

iblis; insan kendini beğendiği zaman, amelini çok bulduğu zaman ve günahını unuttuğu zaman, insana galip gelir.

Acele iş de şeytandandır. Bir işe acele etmek ve acele kılınan namazda şeytanın vesvesesi sonucudur. şeytan; insan ve cinlerdende bazı kimseleri kullanarak diğer insanların üzerine yollar. Bunlar fitne ve vesveselerle yanıltıp, kışkırttığı insanlardır. Bunlara insan ve cin şeytanları denilir. İnsanın kalbinde, ALLAH C.C. inancı sadece sözde kalmışsa veya ALLAH'a C.C. inancı yoksa artık o insan şeytandan farksızdır. Böyle bir insan şeytanın kuklası ve onun yardımcısı olma yoluna girmiştir. Bu insanlar toplumda şeytanın vazifelerini görmeye ve insanları ALLAH C.C. yolundan saptırmaya başlarlar. Toplumda; fitne,fesatlık,zulum ve maddi hırs gibi kötülükler onların yardımlarıyla artar ve çoğalır.

İçki, kumar ve falcılık şeytanın pis işlerindendir. Bu sayede şeytan(içki, kumar ve falcılıkla) insanlar arasındaki ilişkileri bozar ve kin, düşmanlık üretir.

Faiz dinimizce haramdır. Çalışmadan, emek harcanmadan kazanılan paranın hayrı olmayacağı gibi, faizle kazanç sağlayan kişinin kazancındada hayır ve bereket olmaz. Çok kazanıyor gibi görünsede bir zaman sonra tüm kazancı ve elindekiler kaybolur gider. şeytan faizi insanlara hoş gösterir. Değişik isimler altında faizi mübah göstermeye çalışır.

Kişi evine girerken besmele ile girerse ve yemektede besmele çekerse; iblis yanındaki şeytanlara; "size burada kalıp, gecelemek ve yiyip, içmek yokdur" der.

Kişi evine girerken besmele çeker, fakat yemek yerken çekmezse; iblis yanındaki şeytanlara; "yemeğe kavuştunuz ama burada kalmanız ve gecelemeniz mümkün değildir" der.

Kişi eve girerken ve yemek yerken besmele çekmezse; iblis yanındaki şeytanlara ; "yemeğe de, burada kalıp, yatmaya da yetiştiniz" der.
şeytanın yemesi ve içmesi konusunda; gerçekten yeme içme olur diyenlerin yanında, bunun koku ve koklayarak yaptığını rivayet edenlerde vardır. Her iki durumda da sofradan bereket kalkacağı gibi, eksilmede olur.

şeytan insanın her yaptığına ve her ibadetine müdahelede bulunur. İman kalesi olan kalbi bozarsa, insana sahip olur ve insanı istediği gibi yönetir ve kullanır.

şeytan, insanı kandırmak için her yola başvurur.Bunlardan bazısı; yalan söylemesi ve bolca yemin etmesidir. Şeytanın insan üzerinde zorla yaptırım gücü yoktur. İnsanın şüphe içinde kalmasını sağlar.

şeytan riyakardır. İnsanın; kendini beğenme, beğendirme, başkalarının güvenini ve rızasını kazanmak için iş yapma ile ibadetleri menfaate dayalı görüntü vermeye çalışmada şeytanın işidir.

şeytan edebiyat ve felsefe yapar. İnsanı küfür ve dalalet gibi yanlış yollara sürüklemek için edebi sözleri ve felsefe yorumlarını kullanır.
şeytan vesvese yoluyla verdiği umut ve telkinlerle günah ve kötülükleri süsleyip, insana güzel gösterir.

şeytan insanın düşmanı ve kötü bir arkadaşıdır. Kafirlerinde dostudur.
İnkarcılar ve onlara yardım edenler,insanı saptırmaya yönelik çalışmalar yapanlar, şeytanın emeline hizmet edenler (böyleleri) şeytanın yardakcılarıdır.

şeytan Kur'an'dan uzak duranlarında dostudur. Kur'an'a uyan kurtulur, uymayan şaşırıp, hüsrana uğrar. Kur'an insanlara doğruyu gösteren en iyi rehberdir. Kur'an'ı okumak, anlamak, anladığını yapmak ve yaşamak görevimizdir.

şeytana yaklaşan ALLAH'dan C.C. uzaklaşır. şeytan insanı her yönden görür ve aldatmaya çalışır. İnsana zayıf olduğu yönden, noktadan yaklaşır ve buradan sokularak kandırmayı hedef alır. İnsan uyanık olur ve açık vermezse şeytan insana bir şey yapamaz.
şeytan zaaflarına düşkün olan kişileri, telkin ve vesveseleriyle kötülüğe sevkeder. İnsan günah ve haramdan uzak durursa şeytanın aldatmaları sonuçsuz kalır. şeytan insanın vücuduna girer, damarlarına,beynine kalbine nüfuz eder. İnsanı saptırmaya ve hastalıklara sebep olur.

şeytan daha çok; kendini beğenen, kusursuz sanan kişilere, münafıklara, inkarcılara, dindarlarla alay edenlere, günaha girmede sakınca görmeyenlere, haram yiyen ve haram işleyenlere, şeytandan ALLAH'a sığınmayanlara, şeytandan medet ve yardım umanlara, kahin, büyücü, medyum ve falcılara, yalan, iftira ve isyan halinde olanlara, ALLAH'dan başka varlıklara tapanlara, ALLAH'ı unutanlara, ihlas ve samimiyetten uzak, yoksun olanlara, ALLAH C.C. ve Resulüne SAV düşman olanlara gelir. Onları bulundukları durumda kalmaları için iknaya çalışır. Ölünceye kadar bu kişilerin peşini bırakmaz. Onların ALLAH'a C.C. yönelmelerini engellemeye çalışır.

şeytan ayrıca inanan ve iman sahibi dindar kişilerle de uğraşır. Hatta inanç sahibi kişilere daha çok önem verir. Çünkü diğerlerini aldatmak onun için kolaydır, onlar ALLAH'ı C.C. unutmuşlardır. Onlarla istediği gibi oynar, istediği yöne sevkeder. Fakat iman sahibi olanları dinden soğutmak ve şüphe içersinde bırakmak zordur. Bunun için tüm gücüyle çalışır. Onları saptırmak içinde çeşitli yollar dener. Kimini şeyh yarışmasına, kimini peygamberlik iddiasına, kimini paraya pula, üne, kimini baş olmaya, kimini makam mevki sevdasına, kimini ibadette üstünlük yarışına, kimine diğer insanları hor gösterip, kendini büyük görmeye, kimini dünya sevdasına sevketmeye, dünyaya müptela etmeye, kimini dinden soğutup, nefret etmesini sağlamaya uğraşır.

şeytanın en çok korktuğu; euzu besmele ve arif insanların kalblerindeki marifet nurudur. İnsan arifler derecesine çıkıncaya kadar ( takva sahiplerinin ALLAH'a C.C. sığınmaları gibi ) euzu besmele ile ALLAH'a sığınmaları gerekir. O dereceye çıktıktan sonra kalbteki nur şeytanın tesirini ortadan kaldırır.

şeytanın aldatmasına kapılmamak ve tuzağına düşmemek içinde Kelime-i Tevhid ve ALLAH'ı C.C. anmak gerekir.

şeytan azaba sebeptir. İnsan La ilahe illALLAH derse ve ALLAH'ın C.C. emir ve yasaklarına riayet ederse, şeytan onun yanına yaklaşamaz. Kişi şeytandan uzak olabilmek için; takva üzere bulunmalı, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmalı ,euzu besmele ve kelime-i tevhidden uzak olmamalıdır.

şeytan, kıyamet günü, firavun,karun ve haman'la beraber ebedi cehennemde azap içinde kalacaktır.

Adamın biri, iblisi gördüğünde; ne yapmam lazımki senin gibi olayım der. şeytan şaşırır ve "benim gibi olmak istiyorsan; namazlarını son vaktine bırak, yalanda olsa, doğruda olsa her sözünde yemin et. "der.

şeytanla mücadele kalb ve imanla olur. Kazanırsan; ebedi cennette kalmakla ve ALLAH'ın C.C. Cemali ile mükafatlandırılırsın. İnsan ölünceye kadar nefis ve şeytanla mücadele etmek durumundadır.

Kalbe iki şey gelir. Kalbe bir melek tarafından olup; daima iyiliği ve Hakk'ı kabul etmeyi ihtar eden düşünceler. Diğeri şeytan tarafından olup; daima kötülüğü ve HAKK'ı yalanlamayı bildiren, iyilikten ve iyi işlerden men eden düşünceler gelir. şeytan insan kalbine sürekli vesvese verir. 


Kalbe gelen düşünceler 6 çeşittir.

1)Akıldan gelen düşünceler,
2)Ruh dan gelen düşünceler ,
3)Melekten gelen düşünceler ,
4)şeytandan gelen düşünceler ,
5)Nefsden gelen düşünceler ,
6)Yakıni gelen düşünceler. ( bu düşünceler ALLAH C.C. tarafından evliya içinde secilmiş kullarına gelir.)


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

2 Ekim 2013 Çarşamba

151.DÜŞMANIMIZI TANIMAYA NE DERSİNİZ?


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Bismillahirrahmanirrahim


Düşmanımız bize nasıl ve ne zaman musallat oluyor? onu tanıyalım ki ondan nasıl korunacağımızı da bilelim.

 şeytan insanları; cimrilik, hiddet ve sarhoşlukla sapıttırır. Kişi zengin de olsa şeytan ona mallarını az gösterir, başkalarının malına göz diktirir, onu cimriliğe alıştırır. Kişi hiddetlenip, öfkeye kapılınca, şeytan onu çocuk oynatır gibi oynatır. Kişi sarhoş olunca şeytan onu kolayca isyana çeker. Öfke anında şeytan insanın sırtını yere getirir. İnsana sonradan pişman olacağı şeyleri yaptırır.

şeytan, insanı yenmek için; "sakin olduğu zaman kalbine otururum, kızdığı zaman uçup kafasına konarım" der. Öfke şeytandandır, şeytanın silahıdır. Öfke anında insan euzu besmele çekerse, abdest alırsa öfkesi geçer. Şeytanın arzusu öfkelenmiş kişiye sonradan pişmanlık duyacağı sözü söyletmek, davranışta bulundurmaktır. Cemaat ve mescidden ayrılmayan kişi şeytandan uzak olur. şeytan ölüm anında müslümana birşey yapamadığında, onu imanından çeviremediğinde çok şiddetli ağlar.

şeytan insanın her işinde hazır bulunur. O yüzden bir işe başlanılacağı vakit euzu besmele ile (ALLAH'a sığınarak ve ALLAH'ın ismini anarak)başlanılmalıdır. Bu sayede şeytan uzaklaştırılır. Bir işte acelede şeytandandır. Namazdayken şeytan namaz kılanın yanına gelir. Kişinin namazdan ayrılmaması onu kızdırır. Abdest bozuldu hissini vermek için kişinin dübürüne üfler. Bu durumda yellenme olmadıkca, ses duyulmadıkca namaz bozulmaz. Namazda uyuklamak ve aksırmak şeytandandır.

şeytan insanı 3 yönden yakalar:

1)İnsan öfkelendiği zaman(şeytanın gözleri,insanın gözlerinde;vesveseside insanın kalbinde olur)
2)İnsan savaşacağı zaman(Savaş anında insanın yanına gelerek;senin malın, mülkün ve ailen var, vazgeç savaştan diyerek iğva verir)
3)İnsan mahremi olmayan kadınla başbaşa kaldığı zaman(şeytan araya girer yapacağını yapar)

İnsan 3 şeyden sakınmalıdır:


1)Sadaka verirken beklemekten(sadaka vereceksen hemen ver. Çünkü biraz beklersen şeytan, insanı sadaka vermekten caydırır)
2)ALLAH'a verdiğin sözü geçiktirmekten(ALLAH'a verdiğin sözü mutlaka yerine getir. Çünkü şeytan hemen gelir, aklına girer ve verdiğin söze muhalefet ettirir.)
3)Yabancı(mahremin olmayan)kadınla başbaşa kalma.(Çünkü şeytan seni saptırır)

Çok yemek yemekte şeytandandır. Çok yemek yiyen kişiye ağırlık çöker ve uyku ağır basar. Böylelikle insanı bazı ibadetleri yapmasından alıkoyar. Şeytanın insanlar arasında en çok sevdiği cimri mümindir. En nefret ettiği ise cömert fasıktır. Çünkü mümin cimriliğiyle şeytana yapacak iş bırakmamıştır. O zaten kendine cimriliğiyle yapacağını yapmıştır. Fakat cömert olan fasık insanı ALLAH cömertliğinden dolayı affeder diye korkar.

şeytan dünya ile beraberdir. Mal ve servet sevdasıyla insanı yanıltır. Nefsin arzularını insana hoş ve güzel gösterir. İnsanı şehvete yönlendirincede peşini bırakmaz.

İnsan yaratıldığı zaman, kendine yararlı şeyleri elde edebilmesi için şehvet verilmiştir.

Kendine yapılan saldırıları önleyebilmesi içinde öfke verilmiştir.
Akılda bir terbiyeci gibi yararlı olanı alması, zararlı olanı bırakması için verilmiştir.

şeytanda sırf insanı saptırmak, yoldan çıkarmak ve luzumsuz işler yaptırmak için yaratılmıştır.

şeytanın insanı aldattığı ve vesvese verdiği hususlar:

1)Küfür,ALLAH ve Resulüne SAV asi(karşı )gelme ve şirk mertebesi ,
2)Bidat mertebesi ,(Bidatın zararı dinedir.Bidat şeytanın arayıpta bulamadığı şeydir. Çünkü günahdan tövbe edilip, dönülür. Ama bidattan dönülmez, zira bid'atçı yaptığı kötü işi sevap işliyorum diye yapmaktadır.)
3)Büyük günahlar,
4)Küçük günahlar,
5)Sevab ve ikabı olmayan uğraşılar,
6)Faziletli amelden az faziletlisine sevk etmeye çalışmak.

şeytan insanı saptırmak için 10 kapı açar ve oralardan yaklaşarak saptırır.

1)Kibir kapısı ,
2)Gösteriş ve insanların övgüsü kapısı ,
3)Haset kapısı ,
4)Hırs ve kötü zan kapısı,
5)Rahatlık ve bolluk isteği kapısından,
6)Hayat ve uzun emel kapısından ,
7)Tamah kapısından ,
8)Cimrilik kapısından ,
9)Kendine ve yaptığı iyiliklere güvenme kapısı ,
10)Din kardeşlerini hafife alma,küçümseme ve onlara saygısızlık kapısı.

şeytan, Besmele çekilmeyen sofraya oturur ve yemek yiyenlerle birlikte oda yer. şeytan sol eliyle yer ve içer.  Her insanın bir şeytanı vardır. O şeytan, insanı sürekli ALLAH yolundan alıkoymaya çalışır.

şeytan yaptığı 5 davranış yüzünden huzurdan kovulup,lanetlendi.

1)Günahını kabul etmedi ,
2)Pişmanlık duymadı ,
3)Tövbe etmedi ,
4)Kendini isyan ettiren nefsini kınamadı,
5)ALLAH'dan umudunu kesti.

şeytanı; kibri ve gururu mahvetmiştir. iblis; Adem'e A.S. verilen üstünlüğü kabul etmeyerek, kendine emredileni yapmamış ve ALLAH'a isyan etmiştir. iblis kendini üstün görerek, kibirlenmiş ve büyüklük taslamaya kalkışmıştır. Böylece lanetlenmiş ve ebedi cehennemde kalmayı haketmiştir. iblis tövbe etmeyip; insanlığa hasım olmayı tercih etmiştir.

şeytan, insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır. Kötü rüyada şeytandandır.
İnsan namaza durduğunda şeytan gelir ve namazı karıştırır. O kişi kaç rekat namaz kıldığını unutur ve namazda dünya işlerini düşünmeye başlar.

Unutma ve unutkanlıkta şeytandandır. İnsanın kalbi iyi olursa bedende iyi olur. Bozuk olursa bütün bedende bozulur. Çarşı ve pazarlar şeytanın savaş yeridir. şeytan yalamayı sever. Yemekten sonra eller ve ağız yıkanmalıdır.  İnsanın ölüm anında şeytan; o kişinin daha önce ölmüş ana-babası veya akrabaları kılığında görünerek imanlı ölmesini engellemeye çalışır. Aldatamadığında çok şiddetli feryat edip,ağlar.

İlk felsefe yapan şeytandır. Kendini Adem A.S.ile kıyaslamıştır.


 İblis 4 defa çığlık atmıştır:

1)Lanetlendiği zaman,
2)Huzurdan kovulup, yer yüzüne indiği zaman,
3)Hz. Muhammed S.A.V Efendimiz doğduğu zaman,
4)Fatiha suresi nazil olduğu zaman.

şeytan zengini 3 şeyle kandırır:

 
1)Zengine israf yolunu açar,(böylece zengin malını yerinde harcayamaz)
2)Daha çok mal için kalbini arzuyla doldurur,(böylece hakkı olmayan yollardan mal kazanmaya çalışır)
3)Zengine malını güzel gösterir.(böylece zengin malının hakkını vermez)

şeytan insanı fakir olmakla korkutur. İnsana cimriliği ve sadaka vermemeyi telkin eder.


Devam edeceğim inşallah.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR