81.’’Bir gün peygamber aleyhisselam Ya’fur adlı eşeğiyle giderken, çok sevdiği sahabisi Muaz ibni Cebel’e rastladı.Ona ’’Gel Muaz,sen de bin!’’buyurdu.Muaz radıyallahu anh Resul-i Ekrem’in terkisine binerken ikisi birden yere yuvarlandı.İki Cihan Güneşi bu duruma da çok güldü."
(Ahmed ibni Hanbel,Müsned,5.)
82. Ebu Zer radıyallahu anhın söylediğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
‘’Ben,Cennet’e ilk önce girecek kimseyi de,Cehennem’den en son çıkacak kimseyi de çok iyi biliyorum.Şöyle ki kıyamet gününde bir kimse hesap yerine getirilir.Meleklere:
‘Ona küçük günahlarını birer birer gösterin;ama büyük günahlarını gizleyin!’denir.Meleklerde o kimseye:
‘Sen falan gün falan yerde ve falan saatte şu şu günahları,filan gün filan yerde ve filan saatte de şu günahları yaptın.’derler.
O kimse yaptıklarını hatırlar,onları inkar etmez,hepsini kabul eder.’Küçük günahlarım birer birer soruldu,ya büyük günahlarım da ortaya dökülecek olursa ben ne yaparım?’,diye korkmaya başlar.
Allah Teala meleklere:
‘Ona,yaptığı her bir kötülüğe karşılık bir sevap verin!’ diye emreder.
Hiç ummadığı bu mükafat karşısında hudutsuz bir sevince kapılan adam:
‘Ya Rabbi! Benim yaptığım daha başka günahlar da var, ama onları burada göremiyorum.’ der.
Bunları anlattıktan sonra Ebu Zer radıyallahuanh şöyle dedi:
‘’Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin, adamın bu halini naklederken, azı dişleri görününceye kadar güldüğünü gördüm.’’
(Müslim,İman 313;Tirmizi Cehennem 10.)
83.’’Ey Ebu Bekir! Şunu iyi bil ki, ümmetimden Cennet’e ilk girecek olan sensin!’’
(Ebu Davud, Sünnet, 8.)
84. Ashab-ı kiramdan Cerir ibni Abdillah radıyallahu anh şöyle dedi:
‘’Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Müslüman olduğumdan beri huzuruna girmek istediğimde bana hiç engel olmadı, beni her gördüğünde de mutlaka gülümserdi.’’
(Buhari, Cihad 162;Edeb 68;Müslim,Fezailü’-sahabe 134.)
85. Abdullah ibni Mes’ud radıyallahu anh, Resulullah salallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu söyledi:
‘’Ben, Cehennem’den en son çıkacak günahkar mü’mini biliyorum.Bu kişi Cehennem’den emekleyerek, sürünerek çıkar, Melekler ona:
‘Haydi git, Cennet’e gir!’ derler.
Adam Cennet’e girmek üzere gider; fakat herkesin orada yerini tuttuğunu, kendisine yer kalmadığını zanneder ve geri dönüp Allah Teala’nın huzuruna gelir ve:
‘Ya Rabbi! Cennet’e girmemi buyurdun, ama orada herkes yerini almış, bana yer kalmamış’ der. Ona:
‘Sen, Cennet’i dünya hayatıyla mı kıyaslıyorsun?’ diye sorulur. O da :
‘Evet ya Rabbi!’ der. Bunun üzerine ona:
‘Haydi, aklından, hayalinden ne geçiyorsa iste!’ buyurulur. Adam aklına, hayaline gelen şeyleri bir bir sayıp döker.
O zaman ona:
‘Sana istediğin şeylerin hepsi verilecek, ayrıca dünyanın on misli senin olacak.’ Buyurulur
Bu lütuflar karşısında büyük bir şaşkınlığa kapılan adama:
‘Ya Rabbi! Sen kainatın hükümdarı olduğun halde benimle alay mı ediyorsun? der.’ ’’
86. Hadisin ravisi İbni Mes’ud şöyle dedi:
Resulullah salllallahu aleyhi ve sellem, adamın bu sözlerini ve halini bize naklederken o kadar güldü ki, ben onun azı dişlerini gördüm.
(Buhari, Rikak 5;Müslim, İman 308.)
87. Bir defasında yatsı namazını kıldırmak üzere mescide gelirken torununu Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin i yanına getirmişti. Namaza başlarken çocuğu yere koymuş fakat secdeye vardığı zaman çocuk sırtına çıkıvermişti. Namaz kılınca cemaat bir merakını dile getirdi. Secdelerden biri yeterince fazla uzayınca ,acaba Rasulullah a bir şey mi oldu , yoksa o sırada vahiy mi geldi diye düşündüklerini söylediler.
Fahr-i Alem Efendimiz bunlardan hiçbirinin olmadığını, secde esnasında torunu sırtına çıkınca onun oyununu bozmak istemediğini , secdeyi bundan dolayı uzattığını söyledi.
(Nesai,Tatbik 82;Ahmed İbn-i Hanbel , Müsned 3.)
88. Bazen torununu Ümame`yi omzuna bindirerek mescide gelir, çocuk omzundayken namaza durur, rükuya varırken onu yere indirir , ayağa kalkarken tekrar omuzuna bindirirdi
(Buhari , Salat 106 , Edeb 18 Müslim ,Mesacid 41.)
89. Ebu Hüreyra radıyallahu anh şöyle dedi
Ashab-ı kiram Peygamber aleyhisselama
“Ya Rasulullah! Sen de bizimle şakalaşıyorsun “ dediler. Resul-i Ekrem Efendimiz de onlara
“Ben şaka yaparken bile doğruyu söylerim.” buyurdu.
(TirmiziBirr 57.)
90. Resulullah a Yapılan Şaka
Ashab-ı kiramdan Üseyd ibni Hudayr önemli gazvelere katılmış , Beyatürrıdvan da bulunmuş aziz bir sahabi idi . Kendisine belirtildiği gibi şakacı bir tabiata sahipti . Bir gün Resulullah Efendimizinde bulunduğu bir mecliste yaptığı şakayla arkadaşlarını güldürdü. Bunun üzerine Peygamberimiz Efendimiz elindeki çöple onun böğrünü hafifçe dürttü. Resul-i Kibriya ‘nın bu iltifatı Üseyd ibni Hudayr’ın aklına ona da bir şaka yapma fikri getirdi . Server-i Enbiya Efendimiz ‘e döndü ve:
“Ya Rasulullah! Canımı yaktın , müsaade et de ben de senin canını yakayım!”dedi. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bu teklifi hemen kabul etti.
“Haydi öyleyse , sen de bana vur!” buyurdu. Üseyd çok ciddi görünüyordu.
“ İyi ama “ dedi.”Sen bana vururken benim üstümde gömlek yoktu.Hakkıyla kısas yapabilmem için senin de gömleğini açman lazım! “
Peygamber aleyhisselam hiç itiraz etmeden gömleğini sıyırdı .Üseyd, Resul-i Ekrem e yaklaştı ve onu kucaklıyarak açılan böğrünü öpmeye başladı. Herkes ne oluyor diye hayretle bakınırken,Üseyd Fahr-i Cihan Efendimize durumu açıkladı:
“Ey Allah’ın Elçisi! Senden kısas isterken benim asıl maksadım bu idi.” dedi.
(Ebu Davud , Edeb 149;Hakim Müstedrek 3,327.)
http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz
26 Kasım 2017 Pazar
25 Kasım 2017 Cumartesi
Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-8-
71. Hz. Ali’nin oğlu Hasan radıyallahuanhüma şöyle dedi:
Dayım Hind ibni Ebi Hale, Resulullah Efendimiz’i en iyi anlatanlardan biriydi. Ona:
‘’Dayıcığım!’’ dedim. ‘’Bana Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin nasıl konuştuğunu anlat da öğreneyim!’’ Dayım şunları söyledi:
‘’Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem çoğu zaman hüzünlüydü; hep Allah’ı düşünürdü; rahat nedir bilmezdi. Genellikle sükut eder, gerekmedikçe konuşmazdı.
Söze Allah’ın adını anarak başlar, konuşmasını Allah’ın adıyla bitirirdi.
Az sözle çok mana ifade ederdi.
Açık seçik konuşurdu.
Sözünde ne fazlalık ne de eksiklik bulunurdu.
Kibar ve yumuşak huylu olduğu için etrafındakilere kaba davranmaz, onları hor görmezdi.
Ne kadar az olursa olsun, Allah’ın nimetlerine saygı gösterir, hiçbirini asla küçümsemezdi. Yenilen, içilen şeyleri lezzetsiz diye kötülemez, aşırı şekilde övmezdi.
Dünya ve dünya ile ilgili bir şeyden dolayı öfkelenmezdi. Ancak bir hak çiğnendiğinde son derece öfkelenir, gerekeni yapıncaya kadar da öfkesi yatışmazdı.
Kendine yapılan kaba ve haksız bir davranıştan dolayı öfkelenmez ve onun intikamını almaya çalışmazdı.
Bir şeye işaret edeceği zaman parmağıyla değil, eliyle işaret ederdi.
Bir şeye hayret ettiği zaman da elinin içini semaya doğru kaldırırdı.
Konuşurken, sözüyle uyumlu olarak elini hareket ettirir ve sağ eliyle sol elinin başparmağının içine vururdu.
Birine öfkelendiği zaman başını ondan çevirirdi.
Sevindiği zaman bakışlarını yere indirirdi.
Gülmesi çoğunlukla tebessüm şeklindeydi. O gülerken, dişleri dolu tanesi gibi bembeyaz görünürdü."
(İbnSa’d, et-Tabakâtü’l-kübra, I, 422; Beyhakî, Şuabu’l-İmân, II, 154-155.)
72. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
‘’Cenab-ı Hak hüzünlü kalpleri sever.’’
(Hakim, el-Müstedrek, IV, 351.)
73.’’ Ya Resullallah! Sende yaşlanma alametleri görünüyor, sakalın da ağarmış!’’ dedikleri zaman:
‘’Beni Hud suresi ile benzeri sureler ihtiyarlattı, onlar saçlarımı ağarttı.’’ buyurmuştu.
Çünkü Hud suresi ile onun benzeri olan Vakıa, Murselat, Nebe’ ve Tekvir surelerinde kıyametin korkunç halleri tasvir ediliyordu; geçmiş milletlerin başına gelen felaketler anlatıyordu ve bir de insanlara ‘’dosdoğru olmaları’’ emrediliyordu.
74. Allah’ın Elçisi rahatı ve huzuru daha çok namazda bulur, bu sebeple Hz. Bilal'e şöyle buyurdu:
‘’Bilal! Kalk ezan oku da, bizi namazla rahatlat!’’
(Ebu Davud, Edeb 78; AhmedibniHanbel, Müsned, V,354,371.)
75. Rahatı, huzuru ve sevinci namazda bulduğunu anlatmak için de şöyle buyurdu:
‘’En büyük sevincim namazdadır.’’
(Ahmed ibni Hanbel, Müsned, III,128.)
76. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
‘’En büyük fakirlik cehalettir.’’
(Taberani, el-Mu’cemü’l-kebir (Selefi), III,68.)
77. Ashab-ı kiramdan Cabir ibni Semüre söyle buyurdu:
‘’Resulullah sallalahu aleyhi ve sellemin baldırları kalın değil, inceydi. Gülüşü tebessüm şeklindeydi. Ben Fahr-i Cihan Efendimiz’in mübarek yüzüne ilk bakışta, gözüne sürme çekmiş derdim; meğer gözleri kudretten sürmeliymiş; gördüğüm siyahlık sürmeden değilmiş."
(Tirmizi, Menakıb, 12, AhmedibniHanbel, Müsned , V, 97.)
78. Ashab-ı kiramdan Abdullah ibni’l-Haris radıyallahu anh şöyle dedi:
‘’Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin gülüşü,tebessüm şeklindeydi.’’
(Tirmizi,Menakıb 10.)
79. Hz Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
‘’Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim.O sadece tebessüm ederdi.’’
(Buhari,Tefsiru sure 46/2;Edeb 68 Müslim,İstiska 16.)
80.’’Çok gülmeyiniz;zira çok gülmek kalbi öldürür’’
(İbni Mace,Zühd 19;Buhari,el-Edebü’l-müfred.)
http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz
Dayım Hind ibni Ebi Hale, Resulullah Efendimiz’i en iyi anlatanlardan biriydi. Ona:
‘’Dayıcığım!’’ dedim. ‘’Bana Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin nasıl konuştuğunu anlat da öğreneyim!’’ Dayım şunları söyledi:
‘’Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem çoğu zaman hüzünlüydü; hep Allah’ı düşünürdü; rahat nedir bilmezdi. Genellikle sükut eder, gerekmedikçe konuşmazdı.
Söze Allah’ın adını anarak başlar, konuşmasını Allah’ın adıyla bitirirdi.
Az sözle çok mana ifade ederdi.
Açık seçik konuşurdu.
Sözünde ne fazlalık ne de eksiklik bulunurdu.
Kibar ve yumuşak huylu olduğu için etrafındakilere kaba davranmaz, onları hor görmezdi.
Ne kadar az olursa olsun, Allah’ın nimetlerine saygı gösterir, hiçbirini asla küçümsemezdi. Yenilen, içilen şeyleri lezzetsiz diye kötülemez, aşırı şekilde övmezdi.
Dünya ve dünya ile ilgili bir şeyden dolayı öfkelenmezdi. Ancak bir hak çiğnendiğinde son derece öfkelenir, gerekeni yapıncaya kadar da öfkesi yatışmazdı.
Kendine yapılan kaba ve haksız bir davranıştan dolayı öfkelenmez ve onun intikamını almaya çalışmazdı.
Bir şeye işaret edeceği zaman parmağıyla değil, eliyle işaret ederdi.
Bir şeye hayret ettiği zaman da elinin içini semaya doğru kaldırırdı.
Konuşurken, sözüyle uyumlu olarak elini hareket ettirir ve sağ eliyle sol elinin başparmağının içine vururdu.
Birine öfkelendiği zaman başını ondan çevirirdi.
Sevindiği zaman bakışlarını yere indirirdi.
Gülmesi çoğunlukla tebessüm şeklindeydi. O gülerken, dişleri dolu tanesi gibi bembeyaz görünürdü."
(İbnSa’d, et-Tabakâtü’l-kübra, I, 422; Beyhakî, Şuabu’l-İmân, II, 154-155.)
72. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
‘’Cenab-ı Hak hüzünlü kalpleri sever.’’
(Hakim, el-Müstedrek, IV, 351.)
73.’’ Ya Resullallah! Sende yaşlanma alametleri görünüyor, sakalın da ağarmış!’’ dedikleri zaman:
‘’Beni Hud suresi ile benzeri sureler ihtiyarlattı, onlar saçlarımı ağarttı.’’ buyurmuştu.
Çünkü Hud suresi ile onun benzeri olan Vakıa, Murselat, Nebe’ ve Tekvir surelerinde kıyametin korkunç halleri tasvir ediliyordu; geçmiş milletlerin başına gelen felaketler anlatıyordu ve bir de insanlara ‘’dosdoğru olmaları’’ emrediliyordu.
74. Allah’ın Elçisi rahatı ve huzuru daha çok namazda bulur, bu sebeple Hz. Bilal'e şöyle buyurdu:
‘’Bilal! Kalk ezan oku da, bizi namazla rahatlat!’’
(Ebu Davud, Edeb 78; AhmedibniHanbel, Müsned, V,354,371.)
75. Rahatı, huzuru ve sevinci namazda bulduğunu anlatmak için de şöyle buyurdu:
‘’En büyük sevincim namazdadır.’’
(Ahmed ibni Hanbel, Müsned, III,128.)
76. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
‘’En büyük fakirlik cehalettir.’’
(Taberani, el-Mu’cemü’l-kebir (Selefi), III,68.)
77. Ashab-ı kiramdan Cabir ibni Semüre söyle buyurdu:
‘’Resulullah sallalahu aleyhi ve sellemin baldırları kalın değil, inceydi. Gülüşü tebessüm şeklindeydi. Ben Fahr-i Cihan Efendimiz’in mübarek yüzüne ilk bakışta, gözüne sürme çekmiş derdim; meğer gözleri kudretten sürmeliymiş; gördüğüm siyahlık sürmeden değilmiş."
(Tirmizi, Menakıb, 12, AhmedibniHanbel, Müsned , V, 97.)
78. Ashab-ı kiramdan Abdullah ibni’l-Haris radıyallahu anh şöyle dedi:
‘’Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin gülüşü,tebessüm şeklindeydi.’’
(Tirmizi,Menakıb 10.)
79. Hz Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
‘’Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim.O sadece tebessüm ederdi.’’
(Buhari,Tefsiru sure 46/2;Edeb 68 Müslim,İstiska 16.)
80.’’Çok gülmeyiniz;zira çok gülmek kalbi öldürür’’
(İbni Mace,Zühd 19;Buhari,el-Edebü’l-müfred.)
http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz
24 Kasım 2017 Cuma
Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-7-
61. Enes ibni Malik radıyallahuanhdan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bir bardaktan su içtiği zaman, suyu bir nefeste değil, üç defada, aralarında nefes alarak içer ve şöyle buyururdu:
“Suyu üç defada dinlene dinlene içmek hem hazmı kolaylaştırıp mideye faydalı olur hem de harareti çabuk keser.”
(Müslim, Eşribe 123; Ebu Davud, Eşribe19 ; Tirmizi, Eşribe 13.)
62. Enes bin Malik anlatıyor:
“Resulullahsallallahu aleyhi ve sellemin bir güzel koku şişesi vardır; güzel koku kullanmak istediğinde ondan sürünürdü."
(Ebu Davud, Teraccül 2.)
63. Enes bin Malik anlatıyor:
"Hayatım boyunca Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem kokusundan daha güzel ne bir anber, ne bir misk, ne de başka bir şey kokladım. Resulullah’tan daha yumuşak ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokundum."
(Müslim, Fezail 81 82.)
64. Ashab-ı kiramdan Cabir ibni Semüre radıyallahu anhın anlattığına göre:
Bir gün Allah’ın sevgili Elçisi kendisini karşılayan çocukların yanaklarını birer birer okşuyordu. Sıra Cabir’e gelince onun yanağınıda okşadı. Cabir o anda hissettiklerini daha sonra anlattı:
“Sıra bana gelince yanağımdan okşadı. Eli öyle serindi ve öyle güzel kokuyordu ki, sanki mübarek elini güzel koku satan adamın sepetine daldırıp çıkarmış gibiydi."
(Müslim , Fezail 80.)
65. Tabiin neslinden Sumame bin Abdillah öyle dedi:
‘’Enes ibni Malik radıyallahuanh, kendisine ikram edilen güzel kokuyu reddetmez ve şöyle derdi:
‘Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem kendisine sunulan güzel kokuyu reddetmezdi’ ‘’
(Buhari, Hibe 9; Tirmizi, Edeb 37.)
66. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
‘’ Kendisine güzel koku sunulan kimse onu reddetmesin.’’
(Ebu Davud, Teraccul 6.)
67. Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhüma Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu söyledi:
‘’Üç hediye reddedilemez: Yastık, güzel koku ve süt.’’
(Tirmizi, Edeb 37.)
68. Hz. Aişeradıyallahuanha şöyle dedi:
‘’Rasulullahsallallahu aleyhi ve sellem, sözlerini sizin yaptığınız gibi çabuk çabuk, arka arkaya eklemezdi. Ağır ağır, her kelimenin anlaşılmasını sağlayacak şekilde konuşurdu; yanında bulunanlar onun söylediklerini ezberleyebilirlerdi.’’
(Ebu Davud, Edeb 21;Tirmizi, Menakıb 9.)
69. Enes ibni Malik radıyallahuanh şöyle dedi:
‘’ Rasulullahsallallahu aleyhi ve sellem konuşurken sözlerinin anlaşılması ve hatırda kalması için onları üçer defa tekrar ederdi.’’
(Tirmizi, Menakıb 9.)
70. ‘’Elbette Arapların en düzgün konuşanı benim. Çünkü ben Kureyş kabilesindenim ve Sa’doğulları topraklarında yetiştim.’’
(Taberani, el-Mu’cemü’l-kebir (Selefi),VI, 35-36.)
http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bir bardaktan su içtiği zaman, suyu bir nefeste değil, üç defada, aralarında nefes alarak içer ve şöyle buyururdu:
“Suyu üç defada dinlene dinlene içmek hem hazmı kolaylaştırıp mideye faydalı olur hem de harareti çabuk keser.”
(Müslim, Eşribe 123; Ebu Davud, Eşribe19 ; Tirmizi, Eşribe 13.)
62. Enes bin Malik anlatıyor:
“Resulullahsallallahu aleyhi ve sellemin bir güzel koku şişesi vardır; güzel koku kullanmak istediğinde ondan sürünürdü."
(Ebu Davud, Teraccül 2.)
63. Enes bin Malik anlatıyor:
"Hayatım boyunca Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem kokusundan daha güzel ne bir anber, ne bir misk, ne de başka bir şey kokladım. Resulullah’tan daha yumuşak ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokundum."
(Müslim, Fezail 81 82.)
64. Ashab-ı kiramdan Cabir ibni Semüre radıyallahu anhın anlattığına göre:
Bir gün Allah’ın sevgili Elçisi kendisini karşılayan çocukların yanaklarını birer birer okşuyordu. Sıra Cabir’e gelince onun yanağınıda okşadı. Cabir o anda hissettiklerini daha sonra anlattı:
“Sıra bana gelince yanağımdan okşadı. Eli öyle serindi ve öyle güzel kokuyordu ki, sanki mübarek elini güzel koku satan adamın sepetine daldırıp çıkarmış gibiydi."
(Müslim , Fezail 80.)
65. Tabiin neslinden Sumame bin Abdillah öyle dedi:
‘’Enes ibni Malik radıyallahuanh, kendisine ikram edilen güzel kokuyu reddetmez ve şöyle derdi:
‘Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem kendisine sunulan güzel kokuyu reddetmezdi’ ‘’
(Buhari, Hibe 9; Tirmizi, Edeb 37.)
66. Peygamberimiz şöyle buyurdu:
‘’ Kendisine güzel koku sunulan kimse onu reddetmesin.’’
(Ebu Davud, Teraccul 6.)
67. Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhüma Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu söyledi:
‘’Üç hediye reddedilemez: Yastık, güzel koku ve süt.’’
(Tirmizi, Edeb 37.)
68. Hz. Aişeradıyallahuanha şöyle dedi:
‘’Rasulullahsallallahu aleyhi ve sellem, sözlerini sizin yaptığınız gibi çabuk çabuk, arka arkaya eklemezdi. Ağır ağır, her kelimenin anlaşılmasını sağlayacak şekilde konuşurdu; yanında bulunanlar onun söylediklerini ezberleyebilirlerdi.’’
(Ebu Davud, Edeb 21;Tirmizi, Menakıb 9.)
69. Enes ibni Malik radıyallahuanh şöyle dedi:
‘’ Rasulullahsallallahu aleyhi ve sellem konuşurken sözlerinin anlaşılması ve hatırda kalması için onları üçer defa tekrar ederdi.’’
(Tirmizi, Menakıb 9.)
70. ‘’Elbette Arapların en düzgün konuşanı benim. Çünkü ben Kureyş kabilesindenim ve Sa’doğulları topraklarında yetiştim.’’
(Taberani, el-Mu’cemü’l-kebir (Selefi),VI, 35-36.)
http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz
23 Kasım 2017 Perşembe
Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-6-
51. Rasûlullah'ın Su İçtiği Bardak
Enes ibni Mâlik’in talebesi Sabit el-Bünanî şöyle dedi: Enes ibni Mâlik radıyallahu anh bize ağaçtan yapılmış, kenarı demir bir halka ile çevrilmiş bir bardak çıkarıp gösterdi ve bana şöyle dedi:
"Ey Sabit! İşte bu gördüğün bardak, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin su içtiği bardaktır."
(Buhari, Eşribe 30.)
52. Enes bin Malik anlatıyor: Annem Ümmü Süleym’in bir ağaç su bardağı vardı. Annem, onunla Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme hem su hem bal şerbeti, hem süt hem de şıra (nebiz) sunduğunu söyledi.
(Nesâi, Eşribe 58.)
53. Salatalığı Taze Hurmayla Birlikte Yerdi
Abdullah ibni Ca’fer anlatıyor: Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem salatalığı taze hurmayla beraber yerdi.
(Buhâri, Et’ime 39; Müslim, Eşribe 147.)
54. Karpuzu Taze Hurmayla Birlikte Yerdi
Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
“Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem karpuzu taze hurmayla birlikte yerdi”
(Tirmizi, Et’ime 36.)
55. Tereyağını Çok Severdi
Hz. Aişe’den öğrendiğimiz bu bilgiyi ashâb-ı kiramdan Büsr el-Mazi’nin iki oğlu Atıyye ve Abdullah da şöyle teyit etmektedir:
Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem evimizi şereflendirmişti. Biz de altına bir yaygı serdik, üzerine oturdu. O sırada Efendimiz’e vahy geldi. Daha sonra kendisine tereyağı ile kuru hurma ikram ettik. Allah’ın Resulu terayağını severdi.
(İbn Mace, Et’ime 43.)
56. Allahım! Şehrimizi Bereketlendir
Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: Ashâb-ı kiramın bir adeti vardı: Bir meyvenin turfandası çıkınca, onu alıp Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme getirirlerdi. Allah’ın Rasûlü o meyveyi eline alıp şöyle dua ederdi:
"Allahım! Meyvelerimizi bereketlendir, şehrimizi bereketlendir, ölçeklerimizi (sa'ımızı ve müddümüzü) bereketlendir. Allahım! İbrahim senin kulun, dostun ve peygamberin idi. Ben de senin kulun ve peygamberinim. İbrahim sana Mekke için dua etmişti, ben de sana onun Mekke için ettiği dua gibi, hatta o duanın bir misli fazlasıyla Medine için dua ediyorum."
Ebû Hureyre radıyallahu anh sözüne devamla şöyle dedi:
“Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem o sırada etrafta gördüğü çocukların en küçüğünü yanına çağırır ve o turfanda meyveyi ona verirdi.”
(Müslim, Hac 473, Tirmizi Deavât 54.)
57. Salatalığı Çok Severdi
Muavviz ibni Afra beni bir tabak taze hurmayla Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme gönderdi. Tabakta çiçekleri bile dökülmemiş birkaç salatalık vardı. Fahr-i Âlem Efendimiz salatalığı severdi. Gönderilen tabağı Peygamber aleyhisselama verdim. Allah’ın Rasûlü bana Bahreyn’den gönderilmiş olan zinet eşyasından bir avuç dolusu verdi.
(Müslim, Sıyam 136, 137.)
58. Rubeyyi, Asr-ı Saadet’te çocukları oruca nasıl alıştırdıklarını da anlatmıştır. Çocukların karınları acıkıp ağlamaya başladıklarında onları Mescid-i Nebevi’ye götürdüklerini, orada kendilerini yünden yaptıkları oyuncaklarla oynatıp iftar vaktine kadar oyaladıklarını söylemiştir.
(Müslim, Sıyam 136, 137.)
59. En Yüce Sevgi
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Allah’ım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!"
(Tirmizî, Deavât 73.)
60. Sütün Değeri
"Allah Teâla kime süt içmeyi nasip etmişse, onu içmeden önce şöyle dua etsin. 'Allah’ım bu içeceği bize mübarek kıl ve bize ondan daha fazlasını ihsan eyle!' Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem daha sonra sütün değerine işaretle şöyle buyurdu:
“Sütten başka hiçbir şey, hem yiyecek hem de içecek yerine geçmez; çünkü süt hem doyurur hemde susuzluğu giderir.
(Ebû Dâvûd, Eşribe 21.)
http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz
Enes ibni Mâlik’in talebesi Sabit el-Bünanî şöyle dedi: Enes ibni Mâlik radıyallahu anh bize ağaçtan yapılmış, kenarı demir bir halka ile çevrilmiş bir bardak çıkarıp gösterdi ve bana şöyle dedi:
"Ey Sabit! İşte bu gördüğün bardak, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin su içtiği bardaktır."
(Buhari, Eşribe 30.)
52. Enes bin Malik anlatıyor: Annem Ümmü Süleym’in bir ağaç su bardağı vardı. Annem, onunla Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme hem su hem bal şerbeti, hem süt hem de şıra (nebiz) sunduğunu söyledi.
(Nesâi, Eşribe 58.)
53. Salatalığı Taze Hurmayla Birlikte Yerdi
Abdullah ibni Ca’fer anlatıyor: Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem salatalığı taze hurmayla beraber yerdi.
(Buhâri, Et’ime 39; Müslim, Eşribe 147.)
54. Karpuzu Taze Hurmayla Birlikte Yerdi
Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
“Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem karpuzu taze hurmayla birlikte yerdi”
(Tirmizi, Et’ime 36.)
55. Tereyağını Çok Severdi
Hz. Aişe’den öğrendiğimiz bu bilgiyi ashâb-ı kiramdan Büsr el-Mazi’nin iki oğlu Atıyye ve Abdullah da şöyle teyit etmektedir:
Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem evimizi şereflendirmişti. Biz de altına bir yaygı serdik, üzerine oturdu. O sırada Efendimiz’e vahy geldi. Daha sonra kendisine tereyağı ile kuru hurma ikram ettik. Allah’ın Resulu terayağını severdi.
(İbn Mace, Et’ime 43.)
56. Allahım! Şehrimizi Bereketlendir
Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: Ashâb-ı kiramın bir adeti vardı: Bir meyvenin turfandası çıkınca, onu alıp Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme getirirlerdi. Allah’ın Rasûlü o meyveyi eline alıp şöyle dua ederdi:
"Allahım! Meyvelerimizi bereketlendir, şehrimizi bereketlendir, ölçeklerimizi (sa'ımızı ve müddümüzü) bereketlendir. Allahım! İbrahim senin kulun, dostun ve peygamberin idi. Ben de senin kulun ve peygamberinim. İbrahim sana Mekke için dua etmişti, ben de sana onun Mekke için ettiği dua gibi, hatta o duanın bir misli fazlasıyla Medine için dua ediyorum."
Ebû Hureyre radıyallahu anh sözüne devamla şöyle dedi:
“Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem o sırada etrafta gördüğü çocukların en küçüğünü yanına çağırır ve o turfanda meyveyi ona verirdi.”
(Müslim, Hac 473, Tirmizi Deavât 54.)
57. Salatalığı Çok Severdi
Muavviz ibni Afra beni bir tabak taze hurmayla Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme gönderdi. Tabakta çiçekleri bile dökülmemiş birkaç salatalık vardı. Fahr-i Âlem Efendimiz salatalığı severdi. Gönderilen tabağı Peygamber aleyhisselama verdim. Allah’ın Rasûlü bana Bahreyn’den gönderilmiş olan zinet eşyasından bir avuç dolusu verdi.
(Müslim, Sıyam 136, 137.)
58. Rubeyyi, Asr-ı Saadet’te çocukları oruca nasıl alıştırdıklarını da anlatmıştır. Çocukların karınları acıkıp ağlamaya başladıklarında onları Mescid-i Nebevi’ye götürdüklerini, orada kendilerini yünden yaptıkları oyuncaklarla oynatıp iftar vaktine kadar oyaladıklarını söylemiştir.
(Müslim, Sıyam 136, 137.)
59. En Yüce Sevgi
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Allah’ım! Senin sevgini, bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!"
(Tirmizî, Deavât 73.)
60. Sütün Değeri
"Allah Teâla kime süt içmeyi nasip etmişse, onu içmeden önce şöyle dua etsin. 'Allah’ım bu içeceği bize mübarek kıl ve bize ondan daha fazlasını ihsan eyle!' Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem daha sonra sütün değerine işaretle şöyle buyurdu:
“Sütten başka hiçbir şey, hem yiyecek hem de içecek yerine geçmez; çünkü süt hem doyurur hemde susuzluğu giderir.
(Ebû Dâvûd, Eşribe 21.)
http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz
22 Kasım 2017 Çarşamba
Ashâbın Dilinden Peygamberimiz-5-
41. Her Hastalığın Bir Devası Vardır
“Cenâb-ı Hak derdi yarattığı gibi onun dermanını da mutlaka yaratmıştır. Her hastalığa bir deva vermiştir. İşte bu sebeple tedavi olunuz; ancak haramla tedavi olmayınız.”
(Ebû Dâvud,Tıb 11.)
42. Yemekten Önce ve Sonra Ellerimizi Yıkamalıyız
Selmân-ı Fârisî radıyallahu anh şöyle dedi:
“Tevrat’ta, yemekten sonra elleri yıkamanın yemeğin bereketlenmesine sebep olduğunu okumuştum. Bu bilgiyi,Tevrat’ta okuduğumu da belirterek Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e arzetim. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi şöyle buyurdu: ‘Yemeğin bereketli olmasının sebebi, hem yemekten önce hem de yemekten sonra elleri yıkamaktadır.’
(Ebû Dâvud Et’ime 11.)
43. “Elindeki yemek bulaşığını yıkamadan yatıp uyuyan kimse, şayet geceleyin başına bir kötülük gelirse, suçu başkasında değil, kendinde arasın”
Ebû Dâvud, Et’ime 53; Tirmizi Et’ime.
44. Besmeleyi Unutunca
Hz.Aişe radıyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Biriniz yemeğe başlayıp besmele çekmeyi unutursa, hatırladığı anda “Bismillahi evvelehu ve ahirahu” yani ‘Baştan sona bismillah’ desin.
Ebû Dâvud, Et’ime 15; Tirmizî, Et’ime 47.
45. Şeytan Sol Eliyle Yer
“Biriniz yemek yediğinde sağ eliyle yesin. Su içtiğinde sağ eliyle içsin; çünkü şeytan sol eliyle yer, sol eliyle içer”
Buhari, Et’ime 2 ,3 Müslim Eşribe 108.
46. Allah’a Hamdolsun
Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yemeğini yiyip bitirince şöyle dua ederdi:
‘Bizi yediren, içiren ve bizi İslâm ile şereflendiren Allah’a hamdolsun.”
(Ebû Dâvûd , Et’ime 52; Tirmizî, Davaat 56.)
47. Melekler Size Dua Etsin
Allah’ın elçisi yine bir gün Sa'd ibni Ubade’nin evine gitmişti. Sa'd misafirine evde bulunan bir parça ekmek ile zeytin ikram etmişti. Rasûl-i Kibriyâ da onun ikramını kabul ettikten sonra kendilerine şöyle dua etmişti: “Evinizde hep oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyi kimseler yesin, melekler size dua etsin.”
(Müslim Eşribe 146 Ebu Davud Eşribe 20.)
48. Sayısız Hamd ile Hamd Ederiz
Ebû Umâme radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre yemek yeyip sofra kaldırıldığı zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Cenab-ı Hakk’a şöyle hamd u senalar ederdi:
“Ey Rabbimiz! Sana tertemiz duygularla, eksilmeyip artan ve huzurundan geri çevirmeyip kabul edilen sayısız hamd ile hamd ederiz.”
(Buhârî, Et’ime 54; Ebû Dâvûd Et’ime 5.)
49. Besmelesiz Yemek
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem altı sahâbîsi ile yemek yiyordu. Bu sırada bir bedevi geldi, sofraya oturdu; besmele çekmediği için sofradaki yemeği iki lokmada bitirdi. Bunun üzerine Allah’ın elçisi şöyle buyurdu: ‘Eğer şu bedevi, yemeğe besmele çekerek başlasaydı, bu yemek hepinize yeterdi.’
(Tirmizî, Et’ime 47.)
50. Allah'a Hamd Etmek
Enes ibni Mâlik radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teala, kulunun bir şey yedikten sonra hamdetmesinden, bir şey içtikten sonra hamdetmesinden hoşnut olur.”
(Müslim, Zikir 89; Tirmizi, Et’ime 18.)
http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz
“Cenâb-ı Hak derdi yarattığı gibi onun dermanını da mutlaka yaratmıştır. Her hastalığa bir deva vermiştir. İşte bu sebeple tedavi olunuz; ancak haramla tedavi olmayınız.”
(Ebû Dâvud,Tıb 11.)
42. Yemekten Önce ve Sonra Ellerimizi Yıkamalıyız
Selmân-ı Fârisî radıyallahu anh şöyle dedi:
“Tevrat’ta, yemekten sonra elleri yıkamanın yemeğin bereketlenmesine sebep olduğunu okumuştum. Bu bilgiyi,Tevrat’ta okuduğumu da belirterek Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e arzetim. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi şöyle buyurdu: ‘Yemeğin bereketli olmasının sebebi, hem yemekten önce hem de yemekten sonra elleri yıkamaktadır.’
(Ebû Dâvud Et’ime 11.)
43. “Elindeki yemek bulaşığını yıkamadan yatıp uyuyan kimse, şayet geceleyin başına bir kötülük gelirse, suçu başkasında değil, kendinde arasın”
Ebû Dâvud, Et’ime 53; Tirmizi Et’ime.
44. Besmeleyi Unutunca
Hz.Aişe radıyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Biriniz yemeğe başlayıp besmele çekmeyi unutursa, hatırladığı anda “Bismillahi evvelehu ve ahirahu” yani ‘Baştan sona bismillah’ desin.
Ebû Dâvud, Et’ime 15; Tirmizî, Et’ime 47.
45. Şeytan Sol Eliyle Yer
“Biriniz yemek yediğinde sağ eliyle yesin. Su içtiğinde sağ eliyle içsin; çünkü şeytan sol eliyle yer, sol eliyle içer”
Buhari, Et’ime 2 ,3 Müslim Eşribe 108.
46. Allah’a Hamdolsun
Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yemeğini yiyip bitirince şöyle dua ederdi:
‘Bizi yediren, içiren ve bizi İslâm ile şereflendiren Allah’a hamdolsun.”
(Ebû Dâvûd , Et’ime 52; Tirmizî, Davaat 56.)
47. Melekler Size Dua Etsin
Allah’ın elçisi yine bir gün Sa'd ibni Ubade’nin evine gitmişti. Sa'd misafirine evde bulunan bir parça ekmek ile zeytin ikram etmişti. Rasûl-i Kibriyâ da onun ikramını kabul ettikten sonra kendilerine şöyle dua etmişti: “Evinizde hep oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyi kimseler yesin, melekler size dua etsin.”
(Müslim Eşribe 146 Ebu Davud Eşribe 20.)
48. Sayısız Hamd ile Hamd Ederiz
Ebû Umâme radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre yemek yeyip sofra kaldırıldığı zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Cenab-ı Hakk’a şöyle hamd u senalar ederdi:
“Ey Rabbimiz! Sana tertemiz duygularla, eksilmeyip artan ve huzurundan geri çevirmeyip kabul edilen sayısız hamd ile hamd ederiz.”
(Buhârî, Et’ime 54; Ebû Dâvûd Et’ime 5.)
49. Besmelesiz Yemek
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem altı sahâbîsi ile yemek yiyordu. Bu sırada bir bedevi geldi, sofraya oturdu; besmele çekmediği için sofradaki yemeği iki lokmada bitirdi. Bunun üzerine Allah’ın elçisi şöyle buyurdu: ‘Eğer şu bedevi, yemeğe besmele çekerek başlasaydı, bu yemek hepinize yeterdi.’
(Tirmizî, Et’ime 47.)
50. Allah'a Hamd Etmek
Enes ibni Mâlik radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teala, kulunun bir şey yedikten sonra hamdetmesinden, bir şey içtikten sonra hamdetmesinden hoşnut olur.”
(Müslim, Zikir 89; Tirmizi, Et’ime 18.)
http://www.siyerinebi.com/tr/ashabin-dilinden-peygamberimiz
21 Kasım 2017 Salı
Amentü esasları
Hiç şüphesiz, amentü esasları Hazret-i Âdem’den (AS) Efendimiz’e (SAS) gelinceye kadar bütün enbiyâ ve resûller tarafından aynı şekliyle imanın ölçüsü olmuştur. Bu esaslardan birinin reddedilmesi yahut bu iman rükünlerinden herhangi birinin muhteviyatından bazı maddelerin kabul edilmemesi kişiyi iman dairesinin dışında tutar.
Allah Teâlâ’ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra ahiret ve hesaba çekileceğimize, Cenâb-ı Hakk’ın hayırları ve şerleri içine alan kader programına iman etmenin amentünün temel şartlarını oluşturduğunu hepimiz biliriz elhamdülillah. Ayrıca “Allah’a iman” denildiğinde Cenâb-ı Hakk’ın zâtî, subûtî sıfatlarını ve o iman çerçevesinde O’nun (CC) tenzih, tesbih, takdis makamlarını da imanın şartı olarak kabul ederiz.
Meselâ bir kişi Allah’a (CC) iman ettiğini söylediği hâlde, “Allah Teâlâ’nın babası, annesi vardır” gibi bir düşünce veya sözü buna ilâve etmeye kalkarsa bu, iman değildir. Yahut “Allah Teâlâ’nın oğlu vardır; İsa, Üzeyir Allah’ın (CC) oğludur” gibi sözler sarf ederse amentünün ilk maddesinde çuvallamış olur. Her ne kadar bir dine mensupmuş gibi görünse de aslında bu kişi ya kendi hayalinden uydurduğu bir inanca ya da bazı insanların tahrif ettiği, din gibi gösterdiği bir şeye bağlıdır. Kendisine Müslüman, Musevi, İsevi demesinin hiçbir hükmü yoktur; çünkü müşriktir. İslâm literatüründe bu nevî sapıklık içerisinde bulunanlara “mecus” denir. Halk arasında Mecûsî dediğimizde bu, putperestliğe işarettir.
Başka bir örnekle, bir kişi, “İncil, Allah’ın (CC) kitabıdır fakat ben Tevrat’ı kabul etmiyorum” dese, amentü esasları göz önünde bulundurulduğunda bu sözler küfürdür, imansızlık alâmetidir. Çünkü amentüde Allah’ın (CC) kitaplarına iman vardır. Aynı şekilde “Ben Kur’an-ı Kerîm’i kabul ediyorum fakat günümüzde namaz kılmak mümkün değildir, namazı kabul etmiyorum” yahut “Fâiz yemenin nesi günahmış!” veya “Tesettür, bu modern çağda mümkün değildir. Tesettür insanın kalbindedir. Bunlar eski Arap âdetleridir. Ben Allah’a (CC) inanmış bir kulum ama günümüzde çöl kanunlarıyla nasıl yaşanabilir!” gibi sözler hiç tereddütsüz ve şüphesiz küfürdür.
Şöyle dese yahut düşünse durum değişir. Meselâ, “Ben, fâizin haram olduğunu biliyorum fakat bir şekilde bulaştım. Tesettürün gerekli olduğuna, Kur’an’ın ayetlerinden dolayı elbette inanıyorum fakat yapamıyorum. Allah Teâlâ inşallah beni bu razı olduğu amele eriştirsin” gibi bir düşüncede olursa o insan Allah’ın (CC) izniyle mümindir. Tövbe etmesi gereken bir günah içindedir ancak Allah Teâlâ’nın bahşettiği imandan çıkmamıştır ve inşallah Cenâb-ı Hakk’ın mümin kulları arasında haşrolacaktır. Cenâb-ı Mevlâ hepimizin günahlarını affeylesin, dini kendi kafasına göre uydurmak hastalığından bizleri muhafaza eylesin.
İman hakkında herkesin malumatı olduğundan dolayı sözü çok fazla uzatmaya hacet yoktur. Fakat şu noktaya işaret etmeden geçilmemesi icap eder.
KUR’AN-I KERÎM’İN BİR HARFİ DAHİ DEĞİŞMEMİŞTİR
Allah Teâlâ’nın indirdiği kitaplar içerisinde bozulmamış, indirildiği günden bu yana ve bundan sonra asla bozulmayacak olan tek kitap Kur’an-ı Kerîm’dir. Bunu sadece biz Müslümanlar ikrar etmeyiz; dostu da düşmanı da kâfiri de Hıristiyan ve Yahudi’si, Budist’i de hatta bilim adamları bile bu gerçeği kabul etmekten başka çare bulamamışlardır. Zaten Kur’an-ı Kerîm bizzat ayetleriyle bu mucizeye işaret ederek Allah Teâlâ tarafından korunduğunu, asla evvelki kitaplar gibi insanların bu ayet ve metinleri tahrif edemeyeceğini ilân etmiştir.
Bundan dolayıdır ki İncil, Tevrat veya Zebur gibi günümüzde yüzlerce farklı nüshası olan kitapları doğrudan ve doğruymuş gibi kaynak olarak kullanmak çok ciddi bir imanî tehlikedir. Nitekim Efendimiz’in (SAS) -Ahmed ibn-i Hanbel’in Müsned’inde de geçmekte olan bir ifadesinde- ümmet ve ashabına hitap ederek, mealen, “Sizlerin Ehl-i Kitap’la olan ilmî alışverişinizden korkmaktayım. Çünkü onların yanlış söylediklerini doğru kabul edersiniz de Allah (CC) muhafaza imanınız zedelenir. Yahut onlarda duyduğunuz ve doğru olan (Allah Teâlâ’nın ayetlerinden) bir şeyi sırf onlar söylediği için inkâr ederseniz de gene tehlikeye düşer, imansızlıkla imtihan olursunuz” beyanı bu hususta ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini çok açık ve net olarak ortaya koymaktadır.
EN KÖTÜ YALAN, İÇİNDE DOĞRU BULUNAN YALANDIR
Bir kişi ancak ümmet-i Muhammed olarak kendi peygamberini ve kitabını çok ama çok iyi bilmesi durumunda bu kaynaklardan istifade edebilir. Şu unutulmamalıdır ki en kötü yalan, içinde doğru bulunan yalandır ve bir kısmı yalan olan bir sözün diğer kısmının doğru olması tasdik ve güveni icap ettirmez.
Köprünün bir ayağının ve yarısının tam ve mükemmel olması, karşı yakadaki ayak olmadıktan sonra işe yaramaz. Günümüzde Kur’an-ı Kerîm üzerindeki kısır idrakler ve Efendimiz’in (SAS) sünnet-i seniyyesine ve zatına hücumlar, bu kirli inanışların planlı ve programlı taktiklerinden ibarettir.
Şu da unutulmamalıdır ki, kendisinden evvelki bütün peygamberleri tasdik eden ve Hazret-i Âdem’den (SAS) kendisine kadar, Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu bütün kitap ve hükümleri, bozulmamış öz hâlinde temsil eden son nebî, Hazret-i Muhammed’dir (SAS). Efendimiz’den (SAS) sonra kıyamet sabahına dek gelecek olan bütün insanlar ümmet-i Muhammed’dir.
Kimisi icabet etmiş, mümin ve Müslümanlar olarak bulunmaları gereken yere ve makama erişmiştir, kimisi ise henüz dâvette ve icabet makamına erişmek için beklemekte yahut buna direnmektedir. Ama neticede Efendimiz’den (SAS) sonra bu dünyaya gelen herkes, Allah (CC) katındaki bu dinden yani İslâm’dan sorulacak, peygambere iman noktasında kabul edilecek tek geçerli cevap, “Peygamberim
Hazret-i Muhammed’dir (SAS)” sözü olacaktır.
M. Fatih Çıtlak
20 Kasım 2017 Pazartesi
Unutmayı Unutan Bir Sahâbî; Ebû Hüreyre
Dersten Notlar:
Bu kadar nübüvvet pınarının başında oturan elbette en fazla kendisi nasiplenir. Nasıl nasiplendiğini Ebû Hüreyre’nin kendi sözlerinin üzerinden anlıyoruz.
Medine’de birisi ev yaptırdı. İnşaat bittikten sonra Ebû Hüreyre eve geldi. Sahibi kapıda duruyordu. Ev sahibi: “Ebû Hüreyre! Dur, evimin kapısına ne yazayım?” diye sordu. Ebû Hüreyre şöyle dedi: “Evinin kapısına şöyle yaz: Harap olması için yap, kaybetmek için doğur, mirasçı için biriktir.” (İsbâhanî, Hilyetü’l-Evliyâ, 1/385)
Bir gün Ebû Hüreyre şöyle demiştir: “İnsanlar gittiler, geriye nesnâs kaldı.”
“Nesnâs nedir?” diye soruldu. O dedi ki: “İnsan olmadığı halde insana benzeyenlerdir, yani insancıklardır!” cevabını verdi. (Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebir, 963)
Ebû Hüreyre şöyle demiştir: “Altı şeyi görürseniz, ruhunuz elinizdeyse onu salıverin yani ölüm elinizde ise ölün; ölümü temenni edin. Bundan dolayı artık ben ölmek istiyorum, o altı şeyin görüldüğü şu zamanlarda daha fazla yaşamak istemiyorum.
Beyinsizler idareci olduğunda
Yargı para ile satıldığında
Can güvenliği kalmadığında
Akrabalık bağları koptuğunda
Güvenlik ve Emniyet ile alakalı görevler liyakatsiz kişilere kaldığında
Kur’an’ı şarkı gibi okuyan bir nesil ortaya çıktığında…”(İsbâhanî, Hilyetü’l-Evliyâ, 1/384)
Önde olmak, gözde olmaktır; gözde olmakta birçok itham ve iftiranın muhatabı olmaktır.
Ebû Hüreyre’ye (ra) karşı yapılan isnat ve ithamlardan bazıları:
– Öyle biri tarihte yaşamamıştır; bu uydurma sahabî sonraki hadisçilerin rivayetlerini yaslamak için oluşturdukları efsanevi bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama söylendiği gibi biri değildir; sonraki hadisçilerin rivayetlerini yaslamak için ona nispet ederek oluşturdukları bir imaj şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama inanılmaz düzeyde yalancı birisidir; kendisi dünya menfaatleri uğruna birçok yalan uydurmuş bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama hafızası çok zayıf biridir, bundan dolayı birçok rivayette yanılmış, bundan dolayı da başta Hz. Ömer ve Hz. Aişe olmak üzere birçok sahabi tarafından tenkit edilmiş bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; önceleri çok iyidir, ama sonra Emeviler döneminde baskıdan dolayı korkan, bundan dolayı da sultanları memnun eden rivayetler uyduran bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama önemli bir şahıs değildir, midesine düşkün, ayak takımı sayılabilecek, onun bunun kapısında dolaşan bir şahıstır.
Ebû Hüreyre (ra) için söylenen takdir ifadelerinden bazıları:
– O, unutmayı unutan birisidir.
– O, ibadete çok düşkün, dünyaya meyli olmayan birisidir.
– O, fakirliği ilme tercih eden, fırıncılık gibi bir mesleği olmasına rağmen, karın tokluğuna kendini ilme veren birisidir.
– O, güçlü hafızası, keskin zekâsı, derin ilmi ile Sahabe’nin iftihar edeceği birisidir.
– O, defaatle Hz. Peygamber’den hem dua, hem takdir, hem özel ilgi gören birisidir.
– O, tüm Sahabe’nin hakkında hüsnü şehadet ettiği birisidir.
Böyle olmasına rağmen neden bazılarının Ebû Hüreyre takıntısı vardır. Ebû Hüreyre’ye düşmanlığın bir tek sebebi yok, bunun birçok sebebi var. Ancak düşman son 200 yıldır düşmanlığını maskeler altında yaptığı için bir bakıyorsunuz; adam Ebû Hüreyre’ye Kur’an sevgisinden, Dirayet sevgisinden, İlim sevgisinden, Peygamber sevgisinden, Ali sevgisinden dolayı yaptığını iddia ediyor. Ama bunun böyle olmadığını çok iyi bilelim.
– Onların Ebû Hüreyre takıntısı Kur’an sevgisinden değil; Sünnet düşmanlığından kaynaklanıyor.
– Dirayet sevgisinden değil, rivayet düşmanlığından kaynaklanıyor.
– İlim sevgisinden değil, hakikat düşmanlığından kaynaklanıyor.
– Peygamber sevgisinden değil, Sahabe düşmanlığından kaynaklanıyor.
– Ali sevgisinden değil, Ömer düşmanlığından kaynaklanıyor.
Bunun altlarını doldursak, bize saatler lazım, ama kim bunlar her biri için birer isim örnek olarak verelim:
Kur’an sevgisinden değil; Sünnet düşmanlığından kaynaklanıyor.
Goldziher (1850-1921) arası yaşamış, Macar asıllı Musevî kökenli bir müsteşriktir.
İslam Tefsir Ekolleri kitabı…
Dirayet sevgisinden değil, rivayet düşmanlığından kaynaklanıyor.
Avusturyalı şarkiyatçı ve İslâm tarihçisi. (1813-1893)
Sprenger, Ebû Hüreyre’nin dine hizmet maksadıyla hadis uydurduğunu söylemiştir…
İlim sevgisinden değil, hakikat düşmanlığından kaynaklanıyor.
Mısırlı Ahmed Emin rivayetleri ters çevirerek yaptığı yorumlar…
Peygamber sevgisinden değil, Sahabe düşmanlığından kaynaklanıyor.
Mahmud Ebû Reyye, Edvâ Ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye/ Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması
Ali sevgisinden değil, Ömer düşmanlığından kaynaklanıyor.
Lübnanlı Şii Âlim Abdü’l-Hüseyin Şerefuddin el-Amili
“Ebu Hureyre” diye bir kitabı var…
Biraz tanıyalım:
28 yılı Yemen’de nübüvvetten mahrum bir şekilde geçen, 50 yılı ise nübüvvetin pınarının başında geçen (4 yılı Hz. Peygamber ile beraber, 46 yılı o pınarın başında)78 yıllık bir hayatı nasıl anlatabiliriz ki?
İlim, iman, ihsan, irfan, izzet, istikrar ve istikamet ile geçen 50 yıllık bir hayatı nasıl tam anlamı ile anlatabiliriz ki?
Ebû Hüreyre ‘ye böyle bir kamet kazandırtan sebepler ne olmuştur?
1. Derin bir sevda
2. Güçlü bir iştiyak
3. Kuvvetli bir hafıza
4. Ciddi bir sorumluluk
5. Sağlam bir sadakat
Efendimiz (sas) bir gün Mescid’de Ashabına bir şeyler anlatıyor. Sözün bir yerinde diyor ki: “Kıyamet gününde benim şefaatimle bazıları çok ama çok mutlu olacaklar?” Bu sözü Efendimiz söyler söylemez, Ebû Hüreyre: “Ey Allah’ın Resûlü! Kıyamet gününde şefaatinle daha çok mutlu olacak olanlar kimlerdir?” diye sorar. Resûlullah: “Ey Ebû Hüreyre! Hadislere olan hırsını (titizliğini) gördüğüm/bildiğim için, senden önce, bir kimsenin bana bu soruyu sormayacağını zaten zannetmiştim. Kıyamet gününde şefaatimle mutlu olacak olanlar, gönülden, ‘Lâ ilahe illallah’ diyenler mazhar olacaklardır.” dedi. (Buhârî, İlim, 33; Rikâk, 51)
Hafızanın sıhhati, hayatın selimiyeti ile alakalıdır.
“İndirdiğimiz açık delilleri, hidayet rehberi olan ayetleri, biz insanlara kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya, muhakkak ki Allah onlara lânet eder. Lânet edebilecek olanlar da lânet eder.” (Bakara Süresi, 159)
“Eğer hataya düşmekten korkmasaydım, sizlere Resûlüllah’tan (sas) duyduğum daha çok şey anlatırdım.” (Dârimî, Mukaddime, 25)
21. Yüzyılda Ebû Hüreyreleşmek mümkün mü? Onun gibi ilimden nasiplenmek mümkün mü? Onun gibi ilim yolunda, hakikat yolunda yürümek mümkün mü?
Hz. Ebû Hüreyre’yi, insanlığı hayran bırakacak bir konuma taşıyan en önemli sebeplerden biri de hiç şüphesiz aldığı dualardır. Onun hayatına bir de bu nazarla baktığımızda, onun arkasında beş farklı duanın olduğunu görürüz:
1. Peygamber duası
2. Anne duası
3. Arkadaş duası
4. Âlim duası
5. Ümmet duası
Hz. Ebû Hüreyre (ra), küçük yaşta babası Sahr b. Amir’i kaybedince amcasının terbiyesinde büyümüş, ama en büyük desteği annesi Ümeyme bint Subey’den görmüştü.
Aişe annemiz ne diyor ki: “Ben annesine ikram ve ihsan konusunda Ebû Hüreyre gibisini görmedim. O annesine karşı çok farklı birisiydi.”
– Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi senin üzerine olsun anneciğim!
Cevap geliyor:
– Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, senin de üzerine olsun biricik yavrum!
Ebu Hureyre:
– Beni küçükken nasıl şefkatle yetiştirip terbiye ettinse, Allah da sana merhamet etsin anacığım!
Annesi:
– Yaşlılık halimde beni unutmayan ve her zaman bana iyilik ve ihsan eden oğlum! Rabbim senin üzerinden muhafazasını eksik etmesin, merhametini üzerinde daim kılsın! (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred)
Aşere-i Mübeşşere’den Talha b. Ubeydullah konuşuyor, diyor ki: “Allah Ebu Hureyre’den razı olsun. Allah’a yemin olsun ki, onun, bizim Peygamber’den (sas) duymadıklarımızı duyduğundan asla şüphe etmem. Gerçek şu ki, bizler varlıklı kimselerdik; evimiz barkımız vardı. Peygamber’in (sas) yanına ancak sabah ya da akşamleyin gidebiliyorduk. Oysa Ebû Hureyre, hiçbir şeyi olmayan fakir bir insandı. Kendisi Hz. Peygamber’in (sas) misafiri olarak Suffa’da kalır ve yanından hiç ayrılmazdı. Orada ne duyarsa onu da bizlere aktarırdı.” (Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr,6/133; Tirmizî, Menâkıb, 47)
Said b. Müseyyeb (rh) hem Ebû Hüreyre’nin talebesi hem de damadıdır.
“Allah, benim sözümü işitip, belledikten sonra, onu tebliğ edenin yüzünü ak etsin ve güldürsün!” (İbn Mâce, Mukaddime, 18)
Bir gün Aişe annemiz hiç duymadığı bir hadisi Ebû Hüreyre’den işitince, biraz kızar gibi oldu ve dedi ki: “Ebû Hüreyre ben bile bilmiyorum bu hadisi sen nereden biliyorsun?” Ebû Hüreyre’nin cevabı şöyle oldu: “Anacağım! Benim ne meşgul olduğum bir aynam, ne gözüme sürdüğüm bir sürmem vardı. Beni tek meşgul eden Efendimiz’in (sas) mübarek sözleriydi. Ben bundan başka bir şeyle meşgul olmadım ki, bu sözleri duymayı ihmal etseydim.”
Hicri 58, Miladi 678’dir; 78 yaşlarında Ebû Hüreyre vefat yolundadır. O anda ağlamaya başlar. Birileri: “Ne o Peygamber’in dostu ölüm korkusu mu, yoksa dünyadan ayrılık hüznü mü?” derler. Ebû Hüreyre şunu der: “Vallahi ben ne dünyadan ayrıldığım için, ne ölüm korkusuna kapıldığım için ağlamıyorum. Beni ağlatan şudur: Çıkacağım yolculuk uzun, ama benim azığım ise azdır. Bu yolculuk neticesinde Cennete mi gireceğim, Cehenneme mi bunu da bilmiyorum. Bu akıbet korkusu yüreğimi dağlıyor da ona ağlıyorum.”
M.EminYıldırım
Bu kadar nübüvvet pınarının başında oturan elbette en fazla kendisi nasiplenir. Nasıl nasiplendiğini Ebû Hüreyre’nin kendi sözlerinin üzerinden anlıyoruz.
Medine’de birisi ev yaptırdı. İnşaat bittikten sonra Ebû Hüreyre eve geldi. Sahibi kapıda duruyordu. Ev sahibi: “Ebû Hüreyre! Dur, evimin kapısına ne yazayım?” diye sordu. Ebû Hüreyre şöyle dedi: “Evinin kapısına şöyle yaz: Harap olması için yap, kaybetmek için doğur, mirasçı için biriktir.” (İsbâhanî, Hilyetü’l-Evliyâ, 1/385)
Bir gün Ebû Hüreyre şöyle demiştir: “İnsanlar gittiler, geriye nesnâs kaldı.”
“Nesnâs nedir?” diye soruldu. O dedi ki: “İnsan olmadığı halde insana benzeyenlerdir, yani insancıklardır!” cevabını verdi. (Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebir, 963)
Ebû Hüreyre şöyle demiştir: “Altı şeyi görürseniz, ruhunuz elinizdeyse onu salıverin yani ölüm elinizde ise ölün; ölümü temenni edin. Bundan dolayı artık ben ölmek istiyorum, o altı şeyin görüldüğü şu zamanlarda daha fazla yaşamak istemiyorum.
Beyinsizler idareci olduğunda
Yargı para ile satıldığında
Can güvenliği kalmadığında
Akrabalık bağları koptuğunda
Güvenlik ve Emniyet ile alakalı görevler liyakatsiz kişilere kaldığında
Kur’an’ı şarkı gibi okuyan bir nesil ortaya çıktığında…”(İsbâhanî, Hilyetü’l-Evliyâ, 1/384)
Önde olmak, gözde olmaktır; gözde olmakta birçok itham ve iftiranın muhatabı olmaktır.
Ebû Hüreyre’ye (ra) karşı yapılan isnat ve ithamlardan bazıları:
– Öyle biri tarihte yaşamamıştır; bu uydurma sahabî sonraki hadisçilerin rivayetlerini yaslamak için oluşturdukları efsanevi bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama söylendiği gibi biri değildir; sonraki hadisçilerin rivayetlerini yaslamak için ona nispet ederek oluşturdukları bir imaj şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama inanılmaz düzeyde yalancı birisidir; kendisi dünya menfaatleri uğruna birçok yalan uydurmuş bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama hafızası çok zayıf biridir, bundan dolayı birçok rivayette yanılmış, bundan dolayı da başta Hz. Ömer ve Hz. Aişe olmak üzere birçok sahabi tarafından tenkit edilmiş bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; önceleri çok iyidir, ama sonra Emeviler döneminde baskıdan dolayı korkan, bundan dolayı da sultanları memnun eden rivayetler uyduran bir şahıstır.
– Öyle biri tarihte vardır; ama önemli bir şahıs değildir, midesine düşkün, ayak takımı sayılabilecek, onun bunun kapısında dolaşan bir şahıstır.
Ebû Hüreyre (ra) için söylenen takdir ifadelerinden bazıları:
– O, unutmayı unutan birisidir.
– O, ibadete çok düşkün, dünyaya meyli olmayan birisidir.
– O, fakirliği ilme tercih eden, fırıncılık gibi bir mesleği olmasına rağmen, karın tokluğuna kendini ilme veren birisidir.
– O, güçlü hafızası, keskin zekâsı, derin ilmi ile Sahabe’nin iftihar edeceği birisidir.
– O, defaatle Hz. Peygamber’den hem dua, hem takdir, hem özel ilgi gören birisidir.
– O, tüm Sahabe’nin hakkında hüsnü şehadet ettiği birisidir.
Böyle olmasına rağmen neden bazılarının Ebû Hüreyre takıntısı vardır. Ebû Hüreyre’ye düşmanlığın bir tek sebebi yok, bunun birçok sebebi var. Ancak düşman son 200 yıldır düşmanlığını maskeler altında yaptığı için bir bakıyorsunuz; adam Ebû Hüreyre’ye Kur’an sevgisinden, Dirayet sevgisinden, İlim sevgisinden, Peygamber sevgisinden, Ali sevgisinden dolayı yaptığını iddia ediyor. Ama bunun böyle olmadığını çok iyi bilelim.
– Onların Ebû Hüreyre takıntısı Kur’an sevgisinden değil; Sünnet düşmanlığından kaynaklanıyor.
– Dirayet sevgisinden değil, rivayet düşmanlığından kaynaklanıyor.
– İlim sevgisinden değil, hakikat düşmanlığından kaynaklanıyor.
– Peygamber sevgisinden değil, Sahabe düşmanlığından kaynaklanıyor.
– Ali sevgisinden değil, Ömer düşmanlığından kaynaklanıyor.
Bunun altlarını doldursak, bize saatler lazım, ama kim bunlar her biri için birer isim örnek olarak verelim:
Kur’an sevgisinden değil; Sünnet düşmanlığından kaynaklanıyor.
Goldziher (1850-1921) arası yaşamış, Macar asıllı Musevî kökenli bir müsteşriktir.
İslam Tefsir Ekolleri kitabı…
Dirayet sevgisinden değil, rivayet düşmanlığından kaynaklanıyor.
Avusturyalı şarkiyatçı ve İslâm tarihçisi. (1813-1893)
Sprenger, Ebû Hüreyre’nin dine hizmet maksadıyla hadis uydurduğunu söylemiştir…
İlim sevgisinden değil, hakikat düşmanlığından kaynaklanıyor.
Mısırlı Ahmed Emin rivayetleri ters çevirerek yaptığı yorumlar…
Peygamber sevgisinden değil, Sahabe düşmanlığından kaynaklanıyor.
Mahmud Ebû Reyye, Edvâ Ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye/ Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması
Ali sevgisinden değil, Ömer düşmanlığından kaynaklanıyor.
Lübnanlı Şii Âlim Abdü’l-Hüseyin Şerefuddin el-Amili
“Ebu Hureyre” diye bir kitabı var…
Biraz tanıyalım:
28 yılı Yemen’de nübüvvetten mahrum bir şekilde geçen, 50 yılı ise nübüvvetin pınarının başında geçen (4 yılı Hz. Peygamber ile beraber, 46 yılı o pınarın başında)78 yıllık bir hayatı nasıl anlatabiliriz ki?
İlim, iman, ihsan, irfan, izzet, istikrar ve istikamet ile geçen 50 yıllık bir hayatı nasıl tam anlamı ile anlatabiliriz ki?
Ebû Hüreyre ‘ye böyle bir kamet kazandırtan sebepler ne olmuştur?
1. Derin bir sevda
2. Güçlü bir iştiyak
3. Kuvvetli bir hafıza
4. Ciddi bir sorumluluk
5. Sağlam bir sadakat
Efendimiz (sas) bir gün Mescid’de Ashabına bir şeyler anlatıyor. Sözün bir yerinde diyor ki: “Kıyamet gününde benim şefaatimle bazıları çok ama çok mutlu olacaklar?” Bu sözü Efendimiz söyler söylemez, Ebû Hüreyre: “Ey Allah’ın Resûlü! Kıyamet gününde şefaatinle daha çok mutlu olacak olanlar kimlerdir?” diye sorar. Resûlullah: “Ey Ebû Hüreyre! Hadislere olan hırsını (titizliğini) gördüğüm/bildiğim için, senden önce, bir kimsenin bana bu soruyu sormayacağını zaten zannetmiştim. Kıyamet gününde şefaatimle mutlu olacak olanlar, gönülden, ‘Lâ ilahe illallah’ diyenler mazhar olacaklardır.” dedi. (Buhârî, İlim, 33; Rikâk, 51)
Hafızanın sıhhati, hayatın selimiyeti ile alakalıdır.
“İndirdiğimiz açık delilleri, hidayet rehberi olan ayetleri, biz insanlara kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya, muhakkak ki Allah onlara lânet eder. Lânet edebilecek olanlar da lânet eder.” (Bakara Süresi, 159)
“Eğer hataya düşmekten korkmasaydım, sizlere Resûlüllah’tan (sas) duyduğum daha çok şey anlatırdım.” (Dârimî, Mukaddime, 25)
21. Yüzyılda Ebû Hüreyreleşmek mümkün mü? Onun gibi ilimden nasiplenmek mümkün mü? Onun gibi ilim yolunda, hakikat yolunda yürümek mümkün mü?
Hz. Ebû Hüreyre’yi, insanlığı hayran bırakacak bir konuma taşıyan en önemli sebeplerden biri de hiç şüphesiz aldığı dualardır. Onun hayatına bir de bu nazarla baktığımızda, onun arkasında beş farklı duanın olduğunu görürüz:
1. Peygamber duası
2. Anne duası
3. Arkadaş duası
4. Âlim duası
5. Ümmet duası
Hz. Ebû Hüreyre (ra), küçük yaşta babası Sahr b. Amir’i kaybedince amcasının terbiyesinde büyümüş, ama en büyük desteği annesi Ümeyme bint Subey’den görmüştü.
Aişe annemiz ne diyor ki: “Ben annesine ikram ve ihsan konusunda Ebû Hüreyre gibisini görmedim. O annesine karşı çok farklı birisiydi.”
– Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi senin üzerine olsun anneciğim!
Cevap geliyor:
– Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, senin de üzerine olsun biricik yavrum!
Ebu Hureyre:
– Beni küçükken nasıl şefkatle yetiştirip terbiye ettinse, Allah da sana merhamet etsin anacığım!
Annesi:
– Yaşlılık halimde beni unutmayan ve her zaman bana iyilik ve ihsan eden oğlum! Rabbim senin üzerinden muhafazasını eksik etmesin, merhametini üzerinde daim kılsın! (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred)
Aşere-i Mübeşşere’den Talha b. Ubeydullah konuşuyor, diyor ki: “Allah Ebu Hureyre’den razı olsun. Allah’a yemin olsun ki, onun, bizim Peygamber’den (sas) duymadıklarımızı duyduğundan asla şüphe etmem. Gerçek şu ki, bizler varlıklı kimselerdik; evimiz barkımız vardı. Peygamber’in (sas) yanına ancak sabah ya da akşamleyin gidebiliyorduk. Oysa Ebû Hureyre, hiçbir şeyi olmayan fakir bir insandı. Kendisi Hz. Peygamber’in (sas) misafiri olarak Suffa’da kalır ve yanından hiç ayrılmazdı. Orada ne duyarsa onu da bizlere aktarırdı.” (Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr,6/133; Tirmizî, Menâkıb, 47)
Said b. Müseyyeb (rh) hem Ebû Hüreyre’nin talebesi hem de damadıdır.
“Allah, benim sözümü işitip, belledikten sonra, onu tebliğ edenin yüzünü ak etsin ve güldürsün!” (İbn Mâce, Mukaddime, 18)
Bir gün Aişe annemiz hiç duymadığı bir hadisi Ebû Hüreyre’den işitince, biraz kızar gibi oldu ve dedi ki: “Ebû Hüreyre ben bile bilmiyorum bu hadisi sen nereden biliyorsun?” Ebû Hüreyre’nin cevabı şöyle oldu: “Anacağım! Benim ne meşgul olduğum bir aynam, ne gözüme sürdüğüm bir sürmem vardı. Beni tek meşgul eden Efendimiz’in (sas) mübarek sözleriydi. Ben bundan başka bir şeyle meşgul olmadım ki, bu sözleri duymayı ihmal etseydim.”
Hicri 58, Miladi 678’dir; 78 yaşlarında Ebû Hüreyre vefat yolundadır. O anda ağlamaya başlar. Birileri: “Ne o Peygamber’in dostu ölüm korkusu mu, yoksa dünyadan ayrılık hüznü mü?” derler. Ebû Hüreyre şunu der: “Vallahi ben ne dünyadan ayrıldığım için, ne ölüm korkusuna kapıldığım için ağlamıyorum. Beni ağlatan şudur: Çıkacağım yolculuk uzun, ama benim azığım ise azdır. Bu yolculuk neticesinde Cennete mi gireceğim, Cehenneme mi bunu da bilmiyorum. Bu akıbet korkusu yüreğimi dağlıyor da ona ağlıyorum.”
M.EminYıldırım
19 Kasım 2017 Pazar
Senden Razıyız Ya Resûlullah!(sas)
Nebevî Miras derslerinin ikincisinde, Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, “Senden Razıyız Ya Resûlullah” serlevhasının altında, Hz. Peygamber’den (sas) razı olmanın ne demek olduğunu ve razı olmanın işaretlerinin neler olduğunu anlattı. Özellikle ders içerisinde Kur’an-Sünnet bütünlüğüne dikkat çeken Hoca, Kur’an ekseninde bir Müslümanın iman etmekle mükellef olduğu peygamber ile nasıl bir hukuk kurması gerektiğini önemli mesajlarla açıkladı.
Dersten Cümleler
Bugün elimizde bulunan Hadislerin eğer Resûlullah’a (sas) isnadında bir problem yoksa, şöyle yada böyle Allah’ın kitabında yani Kur’an-ı Kerim’de bir dayanağı vardır.
“Müezzin, “Allahu Ekber Allahu Ekber” deyince sizden kim samimiyetle, “Allahu Ekber Allahu Ekber” derse; sonra müezzin: “Eşhedu en la ilahe illallah” deyince, “Eşhedu en la ilahe illallah” derse; sonra müezzin: “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” deyince, “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” derse; sonra müezzin; “Hayye ala’s-salat” deyince “La havle vela kuvvete illa billah” derse; sonra müezzin: “Hayye ala’l-felah” deyince, “La havle vela kuvvete illa billah” derse; sonra müezzin: “Allahu ekber Allahu ekber” deyince, “Allahu ekber Allahu ekber” derse; sonra müezzin: “Lailahe illallah” deyince “Lailahe illallah” derse cenneti kazanır.”(Müslim, Salât, 12; Ebû Davud, Salât, 36)
“Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Nebi ve Resul olarak Muhammed’den razıyım!”Hadis devamında diyor ki: “Kim böyle derse günahı af edilir.” (Müslim, Salât, 13; Ebû Davud, Salât, 36; Tirmizi, Salât, 156)
Bu duanın Kur’anî dayanağı birkaç farklı ayettir; ama en önemli ayet hiç şüphesiz; Kur’an’ın son nazil olan ayeti diye kaynaklarımızda kaydedilen Maide Süresi 3. ayettir.
Tarık b. Şihab anlatıyor: “Yahudilerden bir grup bilgin, Hz. Ömer’ (ra) şöyle dediler: “Siz Kitabınızda bir ayet okuyorsunuz ki o ayet, şayet bize inseydi o günü bayram ilan ederdik…”(Buhari, İman, 33; Meğazi 77; Müslim, Tefsir, 3; Tirmizi, Tefsir, 3046)
Aziz Kitabımız ilk nazil olan ayetleri Alak Sûresi’nin ilk beş ayeti, ilk nazil olan sûresi ise Fatiha Sûresi’dir. Son nazil olan ayet, Maide Sûresi 3. ayet, son nazil olan süre ise Nasr Sûresi’dir.
Tercümanü’l-Kur’an olan İbn Abbas, ‘Maide Sûresi’nin 3. ayetinin nazil olmasının ardından Resûlullah (sas) 81 gün sonra vefat etmiştir!’ demektedir.
“Bugün size dininizi ikmal ettim/kemale erdirdim ve üzerinizde ki nimetimi itmam ettim/ tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum/beğendim.” (Maide, 3)
Hz. Musa (as) Sina dağında erdiği o yüce makamda Allah’a bu soruyu sormuş demiş ki; “Ey Rabbim! Sen kullarından ne zaman razı olursun, bunu bana öğret ki kullarına bildireyim ve onlarda seni razı edecek eylemlerde bulunsunlar. Rabbimiz demiş ki: Ey Musa! Kullarım benden ne zaman razı olursa, bende onlardan o zaman razı olurum.”
“Bir Müslüman gerçekten iman etmekle mükellef olduğu peygamberinden nasıl razı olur?”
1. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, ortaya çıkan tüm anlaşmazlıklarda ve ihtiyaçlarda O’nu (sas) hakem kılıp, verdiği hükme de gönülden itiraz etmeden tabi olmaktır.
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)
2. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, kayıtsız ve şartsız bir şekilde söylediği her şeye itaat edip, ne söylediyse teslim olup, gereğini yerine getirmektir.
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr, 7)
3. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, her şeyden ama her şeyden daha fazla O’nu (sas) sevip, o sevginin sorumluluğuna göre hareket etmektir.
“Nebi/Peygamber, müminlere kendi nefislerinden/canlarından önceliklidir.” (Ahzab, 6)
4. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, her daim O’nu (sas) hayırlarla yâd edip, salât ve selamı daim kılarak ve o cümlelerle ne demek istediğinin farkında olarak yaşamaktır.
“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzab, 56)
5. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, hayatın her anında ve her alanında mutlak manada ölçünün, rehberin, örneğin O (sas) olduğu hakikatini unutmadan yürümektir.
“Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için çok güzel bir örnektir.” (Ahzab, 21)
6. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, dine ait ne varsa her şeyi O’nun (sas) tebliğ ettiğini, tebliğ ettiği her şeyi tebyin ettiğini, tebyin ettiği her şeyi ise ta’lim ettiğini bilerek adım atmaktır.
Tebliğ: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez.” (Maide, 67)
Tebyin: “Biz bu Kitab’ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.” (Nahl, 64)
Ta’lim: “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara, 151)
7. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, maddi ve manevi kirlerden temizlenmenin yolunun, O’nun (sas) rehberliğinde olduğunu bilerek, tezkiyenin ortaya çıkabilmesi için gayret etmektir.
“Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Cuma, 2)
8. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) sesinin üzerine ses, adımın önüne adım, yani koyduğu hüküm üzerine başka bir hüküm koymamaktır.
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Hucurât, 1)
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurât, 2)
9. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) bir beşer olduğunu, ama sıradan bir beşer değil, seçilmiş son elçi olduğunu kabul ederek, aklı, zihni ve kalbi bu hakikat ışığında tanzim etmektir.
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab, 40)
10. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) asla hevasına göre konuşmayacağına, konuştuğu her sözün vahye uygun olacağına inanarak, konum belirlemektir.
“O, arzusuna göre de konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.” (Necm, 3,4)
11. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nu (sas) şahid, müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izni ile Allah’a davet eden ve âlemleri nurlandıracak hakikatleri ulaştıran bir elçi olarak bilmek ve bu bilinçle kulluk çizgisini devam ettirmektir.
“Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab, 45, 46)
12. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) bütün çağrılarının insanlığa hayat verdiğini, ruh üflediğini unutmadan, değerlerine karşı müthiş bir özgüven duymaktır.
“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfâl, 24)
“Ey İbn Abbas! Onlarla Kur’an üzerinden değil, Sünnet üzerinden mücadele et!”
Bu söz üzerine şaşırıyor İbn Abbas ve şöyle diyordu: “Ey Emire’l-Müminin! Niye onlarla Kur’an üzerinden mücadele etmeyelim. Biz ki Ehli Beytiz, hangi ayetin nerede nazil olduğunu, ne anlama geldiğini, hangi ayetin nasıl bir hüküm taşıdığını herkesten iyi biliriz! Böyle olmasına rağmen nasıl onlarla ayetler üzerinden mücadele etmeyelim?”
“Ey İbn Abbas! Kur’an, “zû vücûh”tur.” Yani Kur’an ayetleri pek çok manaya ihtimallidir.”
Zilletin bir tarifi de elinde güç varken, zalime bir şey diyememektir.
Önümüzde mücadele etmek zorunda olduğumuz üç cephe var:
Küfür Cephesi
Nifak Cephesi –en zoru bu-
Cehalet Cephesi
Sa’d b. Muâz: “Ya Resûlullah! Herhalde sen Ensar’ın bu konudaki fikrini öğrenmek istiyorsun. Ya Resûlullah! Bizler sana iman ettik, akabede el uzatıp söz verdik. Ne yaparsan yap biz seninle beraberiz. Vallahi ya Resûlullah bize işaret etsen ve desen ki, dalın şu Kızıldeniz’e bizden hiçbiri geri durmayacak, arkalarına dahi bakmadan senin emrini yerine getirme adına denize dalacaktır. Yürü Ya Resûlullah! Yürü bizi ancak arkanda bulacaksın, yürü ve bizi Allah’ın bereketine ulaştır.”
Huneyn’de, Ensar’ın Resûlullah’ı (sas) razı etmeleri…
Dersten Cümleler
Bugün elimizde bulunan Hadislerin eğer Resûlullah’a (sas) isnadında bir problem yoksa, şöyle yada böyle Allah’ın kitabında yani Kur’an-ı Kerim’de bir dayanağı vardır.
“Müezzin, “Allahu Ekber Allahu Ekber” deyince sizden kim samimiyetle, “Allahu Ekber Allahu Ekber” derse; sonra müezzin: “Eşhedu en la ilahe illallah” deyince, “Eşhedu en la ilahe illallah” derse; sonra müezzin: “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” deyince, “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah” derse; sonra müezzin; “Hayye ala’s-salat” deyince “La havle vela kuvvete illa billah” derse; sonra müezzin: “Hayye ala’l-felah” deyince, “La havle vela kuvvete illa billah” derse; sonra müezzin: “Allahu ekber Allahu ekber” deyince, “Allahu ekber Allahu ekber” derse; sonra müezzin: “Lailahe illallah” deyince “Lailahe illallah” derse cenneti kazanır.”(Müslim, Salât, 12; Ebû Davud, Salât, 36)
“Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Nebi ve Resul olarak Muhammed’den razıyım!”Hadis devamında diyor ki: “Kim böyle derse günahı af edilir.” (Müslim, Salât, 13; Ebû Davud, Salât, 36; Tirmizi, Salât, 156)
Bu duanın Kur’anî dayanağı birkaç farklı ayettir; ama en önemli ayet hiç şüphesiz; Kur’an’ın son nazil olan ayeti diye kaynaklarımızda kaydedilen Maide Süresi 3. ayettir.
Tarık b. Şihab anlatıyor: “Yahudilerden bir grup bilgin, Hz. Ömer’ (ra) şöyle dediler: “Siz Kitabınızda bir ayet okuyorsunuz ki o ayet, şayet bize inseydi o günü bayram ilan ederdik…”(Buhari, İman, 33; Meğazi 77; Müslim, Tefsir, 3; Tirmizi, Tefsir, 3046)
Aziz Kitabımız ilk nazil olan ayetleri Alak Sûresi’nin ilk beş ayeti, ilk nazil olan sûresi ise Fatiha Sûresi’dir. Son nazil olan ayet, Maide Sûresi 3. ayet, son nazil olan süre ise Nasr Sûresi’dir.
Tercümanü’l-Kur’an olan İbn Abbas, ‘Maide Sûresi’nin 3. ayetinin nazil olmasının ardından Resûlullah (sas) 81 gün sonra vefat etmiştir!’ demektedir.
“Bugün size dininizi ikmal ettim/kemale erdirdim ve üzerinizde ki nimetimi itmam ettim/ tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum/beğendim.” (Maide, 3)
Hz. Musa (as) Sina dağında erdiği o yüce makamda Allah’a bu soruyu sormuş demiş ki; “Ey Rabbim! Sen kullarından ne zaman razı olursun, bunu bana öğret ki kullarına bildireyim ve onlarda seni razı edecek eylemlerde bulunsunlar. Rabbimiz demiş ki: Ey Musa! Kullarım benden ne zaman razı olursa, bende onlardan o zaman razı olurum.”
“Bir Müslüman gerçekten iman etmekle mükellef olduğu peygamberinden nasıl razı olur?”
1. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, ortaya çıkan tüm anlaşmazlıklarda ve ihtiyaçlarda O’nu (sas) hakem kılıp, verdiği hükme de gönülden itiraz etmeden tabi olmaktır.
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)
2. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, kayıtsız ve şartsız bir şekilde söylediği her şeye itaat edip, ne söylediyse teslim olup, gereğini yerine getirmektir.
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr, 7)
3. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, her şeyden ama her şeyden daha fazla O’nu (sas) sevip, o sevginin sorumluluğuna göre hareket etmektir.
“Nebi/Peygamber, müminlere kendi nefislerinden/canlarından önceliklidir.” (Ahzab, 6)
4. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, her daim O’nu (sas) hayırlarla yâd edip, salât ve selamı daim kılarak ve o cümlelerle ne demek istediğinin farkında olarak yaşamaktır.
“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzab, 56)
5. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, hayatın her anında ve her alanında mutlak manada ölçünün, rehberin, örneğin O (sas) olduğu hakikatini unutmadan yürümektir.
“Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için çok güzel bir örnektir.” (Ahzab, 21)
6. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, dine ait ne varsa her şeyi O’nun (sas) tebliğ ettiğini, tebliğ ettiği her şeyi tebyin ettiğini, tebyin ettiği her şeyi ise ta’lim ettiğini bilerek adım atmaktır.
Tebliğ: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez.” (Maide, 67)
Tebyin: “Biz bu Kitab’ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.” (Nahl, 64)
Ta’lim: “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara, 151)
7. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, maddi ve manevi kirlerden temizlenmenin yolunun, O’nun (sas) rehberliğinde olduğunu bilerek, tezkiyenin ortaya çıkabilmesi için gayret etmektir.
“Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Cuma, 2)
8. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) sesinin üzerine ses, adımın önüne adım, yani koyduğu hüküm üzerine başka bir hüküm koymamaktır.
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Hucurât, 1)
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurât, 2)
9. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) bir beşer olduğunu, ama sıradan bir beşer değil, seçilmiş son elçi olduğunu kabul ederek, aklı, zihni ve kalbi bu hakikat ışığında tanzim etmektir.
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab, 40)
10. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) asla hevasına göre konuşmayacağına, konuştuğu her sözün vahye uygun olacağına inanarak, konum belirlemektir.
“O, arzusuna göre de konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.” (Necm, 3,4)
11. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nu (sas) şahid, müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izni ile Allah’a davet eden ve âlemleri nurlandıracak hakikatleri ulaştıran bir elçi olarak bilmek ve bu bilinçle kulluk çizgisini devam ettirmektir.
“Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab, 45, 46)
12. Resûlullah’tan (sas) razı olmak, O’nun (sas) bütün çağrılarının insanlığa hayat verdiğini, ruh üflediğini unutmadan, değerlerine karşı müthiş bir özgüven duymaktır.
“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfâl, 24)
“Ey İbn Abbas! Onlarla Kur’an üzerinden değil, Sünnet üzerinden mücadele et!”
Bu söz üzerine şaşırıyor İbn Abbas ve şöyle diyordu: “Ey Emire’l-Müminin! Niye onlarla Kur’an üzerinden mücadele etmeyelim. Biz ki Ehli Beytiz, hangi ayetin nerede nazil olduğunu, ne anlama geldiğini, hangi ayetin nasıl bir hüküm taşıdığını herkesten iyi biliriz! Böyle olmasına rağmen nasıl onlarla ayetler üzerinden mücadele etmeyelim?”
“Ey İbn Abbas! Kur’an, “zû vücûh”tur.” Yani Kur’an ayetleri pek çok manaya ihtimallidir.”
Zilletin bir tarifi de elinde güç varken, zalime bir şey diyememektir.
Önümüzde mücadele etmek zorunda olduğumuz üç cephe var:
Küfür Cephesi
Nifak Cephesi –en zoru bu-
Cehalet Cephesi
Sa’d b. Muâz: “Ya Resûlullah! Herhalde sen Ensar’ın bu konudaki fikrini öğrenmek istiyorsun. Ya Resûlullah! Bizler sana iman ettik, akabede el uzatıp söz verdik. Ne yaparsan yap biz seninle beraberiz. Vallahi ya Resûlullah bize işaret etsen ve desen ki, dalın şu Kızıldeniz’e bizden hiçbiri geri durmayacak, arkalarına dahi bakmadan senin emrini yerine getirme adına denize dalacaktır. Yürü Ya Resûlullah! Yürü bizi ancak arkanda bulacaksın, yürü ve bizi Allah’ın bereketine ulaştır.”
Huneyn’de, Ensar’ın Resûlullah’ı (sas) razı etmeleri…
Muhammed Emin Yıldırım
18 Kasım 2017 Cumartesi
Okunan Ayetler, Öğretilen Hikmetler
Dersten Cümleler
Sözün sahibi ilim şehrinin kapısı Hz. Ali, bu sözü ondan bize aktaran ise Abdullah b. Bürde (ra); diyor ki Hz. Ali: “Hadisleri öğrenmek ve irdelemek amacıyla birbirinizi ziyaret edin ve asla hadislerin kaybolup gitmesine, silinmesine izin vermeyin.” (İbn Ebî Şeybe, Kitâbü’l-Musannaf, 5/121)
Nebevî Miras’tan pay almak için buradayız; bilmediğimiz hakikatleri öğrenmek, bildiklerimizi iyice pekiştirmek, unuttuklarımızı hatırlamak, eksik bildiklerimizi tamamlamak, hepsinden öte birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye ederek, hayatlarımızı İslamlaştırmak için buradayız.
“Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve (size öğretilen) hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.” (Ahzab, 34)
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim 6)
Evlerde yangın var…
Her dilde olduğu gibi Arap dilinde de Müteradif ve Müşterek kelimeler var. Malum olduğu üzere Müteradif; Eş anlamlı kelimler, Müşterek çok anlamlı kelimelerdir.
Meydan almak: Geniş ölçüde olmak
Meydan aramak: Fırsat gözetmek, olanak aramak
Meydan bulamamak: Fırsat bulamamak
Meydan birine kaldı: Ortada engel olacak kimse yada şey bulunmamak
Meydan kalmamak: Bir şeyin yapılmasına fırsat olmamak yada gerek kalmamak
Meydan okumak: Korkmadığını, çekinmediğini açıkça bildirmek, belirtmek, korkutmak
Meydan vermemek: Olumsuz, kötü bir durumdan kaçınmak
Meydana atılmak: İleri sürülmek, herkesin bilgisine sunulmak
Meydana atmak: Ortaya çıkarmak
Sözün anlamı, sözün bağlamındadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de hikmet, on yerde kitap kelimesiyle beraber olmak üzere yirmi defa geçmektedir. Ayrıca üç defa mülk, birer defa da mev‘iza, hayır, âyet kelimeleriyle birlikte kullanılmıştır.
Bir yerde ise “Hikmetün bâliğa” şeklinde geçer, bu terkib ise bizzat Kur’ân-ı Kerîm’i ifade eder.
Mukātil b. Süleyman’ın (ö. 150/767) el-Vücûh ve’n-nežâir adlı eserinde hikmetin beş “vech”i yan, beş farklı anlamı olduğu belirtilmektedir. Nedir bunlar?
1. Kur’an’da emir ve nehiy kipleriyle geçen öğütler (Bakara 2/231; Âl-i İmrân 3/48; Nisâ 4/113)
2. Anlayış (fehm) ve ilim anlamında hüküm (Meryem 19/12)
3. Nübüvvet/Peygamberlik (Bakara 2/251; Nisâ 4/54; Sâd 38/20)
4. Başta Kur’an’ın tefsiri olmak üzere ilim (Bakara 2/269)
5. Bizzat Kur’an’ın kendisi (Nahl 16/125)
Râgıb el-İsfahânî’ye göre hikmet: “ilim ve akılla gerçeği bulma” anlamındadır. İsfahânî der ki: “Eğer hikmet kavramı Allah için kullanılacaksa anlam; “eşyayı en ince detaylarına kadar bilmek ve onu en sağlam ve kusursuz biçimde yaratmak” anlamındadır.
İbn Manzûr ise hikmetin özellikle Allah’a nispeti halinde “En değerli varlıkları, en üstün bilgiyle bilmek” mânasına geldiğini belirtir.
Tabiin neslinin büyük isimlerinden İmam Katâde’ye göre hikmet, sünnet demektir. İmam Mâlik’e göre, dini bilmek ve anlamaktır. İbn Zeyd’e göre ise hikmet, ancak Resûlullah’ın (sas) öğretmesiyle mümkün olan din demektir.
Seyyid Şerîf el-Cürcânî malumunuz bizim en meşhur kelam âlimlerimizdendir, ancak Arap dili ve Fıkıh’da da çok ciddi bir ilim sahibidir, o ise hikmet kavramının insan için ne anlama geldiğini şöyle ifade eder: “Hikmet insanın gücü ölçüsünde, nesnelerin mahiyet ve hakikatlerini bilmesidir.”
İmam Taberi, Bakara Sûresi’nin 29. âyetinin tefsirini verirken, hikmet için şöyle bir tanım verir: “Hikmet, bilgisi ancak resulün beyanıyla idrak edilebilecek olan ilâhî hükümleri bilmek, bu hükümleri ve bunların delâlet ettiği diğer hükümleri kavramaktır.” (Câmi’u’l-beyân, I, 557-558; III, 89-91)
İmam Zemahşerî ise Allah’ın dilediğine büyük bir hayır olarak verdiği hikmeti (Bakara 2/269) ayetini tefsir ederken, hikmete: “ilim ve amel uygunluğu” şeklinde bir tanım vermiştir.
İmam Kurtubî’ye göre de Hikmet bazı ayetlerde Kur’an’ın bir sıfatı, bazı ayetlerde ise bizatihi Sünnet anlamındadır.
İmam Mâtürîdî’ye göre ise hikmet “tam uygunluk yani mutlak isabet” anlamındadır. Ayrıca şöyle der: “Her şeyi yerli yerine koyma” şeklinde de ifade edilebilen bu tanım aynı zamanda “adl”in de karşılığıdır.
İmam Şafi (rh) gerek İslam ilim tarihinin ilk fıkıh usulü sayılan er-Risale kitabında, gerek muhteşem eseri el-Umm’da yer yer hikmetin Sünnet olduğunu açıkça ortaya koyar ve bunu çeşitli ayet ve hadislerle delillendirir. Onun birde Cima’ü’l-İlim adlı bir eseri vardır; bu eserinde üç temel konuyu işlemiştir:
1. Sünnet’in bağlayıcılığını kabul etmeyen fırkanın görüşü ve reddiyesi
2. Allah’ın farizaları
3. Peygamber’in nehiyleri/yasakları
İmam Şafi şöyle der: “Allah, Peygamber ile iki şekilde bağ kurar ve O’ndan iki şey ister: Birincisi Allah ona vahiy indirir ve O’ndan insanlara da bu vahiy iletmesini ister. İkincisi de Allah (cc) Peygamberine şöyle yap diye risalet (mesaj) gönderir, o da onu yapar ve muhataplarından yapılmasını ister. İşte birinci Kitap yani Kur’an, ikinci Hikmet yani Sünnet’tir.”
“Hikmet, ilim ve amelde sağlamlılık, bir başka deyişle sözde ve işte isabet etmektir.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 1, 409)
Kur’an-ı Kerim’de hikmet kavramı ne anlamlarda kullanılmıştır?
1. Hikmet, sadece Hz. Peygamber’e (sas) bahşedilmiş bir özellik değil, başka peygamberlere de verilmiş bir nimettir.
Hz. Yusuf’a (Yusuf, 22)
Hz. Davud’a (Bakara 251, Sa’d, 20)
Hz. Yahya’ya (Meryem, 12)
Hz. İsa’ya (Ali İmran, 48, Maide 110)
Hz. Lokman’a (Lokman, 12) da verildiği beyan edilir.
“(Yusuf) erginlik çağına erişince, ona hikmeti/isabetle hükmetme yeteneğini ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.” (Yusuf, 22)
2. Hikmet, Hz. Peygamber’e (sas) tâlim görevinin bir gereği olarak, muhataplarına öğretmesi için verilen bir vazifedir.
Bakara 129, 151, Ali İmran 164, Nisa 113, Cuma 2…
3. Hikmet, Allah’ın (cc), istediği kullarına bahşedeceği büyük bir nimet, tarifsiz ve hesapsız vereceği büyük bir servettir.
Bakara, 269
İbn Abbas’a yapılan dua: “Allah’ım! Ona hikmeti öğret/ver!”
4. Hikmet, mümin kulların başta tebliğ ve davet olmak üzere her daim işlerini ona göre yapmaları gereken çok temel bir mükellefiyettir.
Nahl, 125
“(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl, 125)
5. Hikmet, tüm müminlerin evlerinin en temel azığı olması gereken bir meseledir.
Ahzab, 34
Hz. Peygamber (sas) hikmeti nasıl tâlim etmiştir?
1. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin mesajlarının lafzî anlamlarını, hikmet ile ise o mesajların maksadını tâlim ettirmiştir.
2. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin anlattıklarını, hikmet ile ise anlatmak istediklerini tâlim ettirmiştir.
3. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin istediklerini, hikmet ile ise istediklerinin nasıl olacağını ve nasıl yaşanılacağını tâlim ettirmiştir.
Hz. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin mesajlarının lafzî anlamlarını, hikmet ile ise o mesajların maksadını tâlim ettirmiştir.
“İman edenler, bununla beraber imanlarına zulüm bulaştırmayanlar, işte ancak onlar emniyet içerisinde olanlardır. Onlar dosdoğru yolu bulmuş kimselerdir.” (En’âm 82)
Sahâbe, Efendimiz’e (sas) sordular ve ayette geçen “imanlarına zulüm bulaştırmanın” ne manaya geldiğini öğrenmek istediler. Efendimiz (sas) bu soruya şöyle bir cevap verdi: “Ayette geçen zulüm sizin anladığını zulüm değildir. Siz Lokman Sûresi’nin 13. ayetini okumadınız mı? Orada Lokman oğluna ne diyor: ‘Evladım sakın Allah’a ortak koşma! Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür.’ İşte burada geçen zülüm, şirktir.”
Hz. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin anlattıklarını, hikmet ile ise anlatmak istediklerini tâlim ettirmiştir.
Adî b. Hâtem et-Tâî’nin (v. 67/686) (ra) bir hatırası…
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Tevbe, 9/31)
Hz. Peygamber (sas) Kur’ân ile Rabbimizin istediklerini, hikmet ile ise istediklerinin nasıl olacağını ve nasıl yaşanılacağını tâlim ettirmiştir.
“Çeyrek dinar veya daha fazla çalanın eli kesilir.”
“Üç dirhem değerinde bir şey çalanın eli kesilir.”
“Allah size çocuklarınız hakkında vasiyette bulunuyor. Erkeğe, iki kadın payı kadar pay vardır…” (Nisa, 11)
“Katil asla mirasçı olamaz.”
“Allah’a ve Resûlü’ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğu yaymaya çalışanların cezası ancak öldürülmeleri ya da asılmaları veyahut da ellerinin ve ayaklarının çaprazvari bir şekilde kesilmesi ya da bulundukları yerden sürülmesidir.” (Maide, 33)
“Ya Resûlullah! Eğer bir adam sadece hırsızlık yapmışsa elini kesmelisin. –zaten bu konu hakkında Maide 38’de açık bir hüküm var- Eğer sadece yol kesmişse ayağını kesmelisin. Hem yol kesip, hem hırsızlık yapmışsa; hem ayağını hem elini kesmelisin. Adam öldürmüşse kısas uygulayıp, sen de onu öldürmelisin. Hem adam öldürmüş, hem yol kesmiş, hem de onun bunun ırzına tecavüz etmişse sen de onu asmalısın. Yok, bundan daha az bir suç işlemişse sen de onu sürgün etmelisin.” (Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vili’l-Kur’ân, X, 267; Nesai, Kitabü’l-Muharebe, 7)
Bazı kaynaklarda Hayber Fethi sırasında Müslüman olduğu söylense de, nübüvvetin ilk yıllarında iman eden bahtiyarlardan birisi de İmrân b. Husayn’dir. (v. 52/672)
Hz. Peygamber’in (sas) kutlu lisanından bize 180 tane hadis rivayet etmiştir.
Babası Husayn b. Ubeyd, oğlu İmrân’dan sonra Müslüman olmuştur.
“İmanın birleştirdiği bu baba ve oğulun haline ağlıyorum. Biraz önce Husayn kâfir olarak geldiğinde İmrân babasından gizlendi, ona görünmemeye çalıştı. Sonra babası iman edince onun elini ayağını öpmeye çalıştı. İşte beni ağlatan imanın bu güzelliğidir.”
“Bize Kur’ân dışında başka bir şey anlatmayın. Ne de olsa o mübin bir kitaptır ve ne arasak onda vardır. Bundan dolayı biz Kur’ân’dan başka bir şey tanımayız!”
“Sen ne ahmak adamsın böyle! Söyle bakalım Kur’ân’ın hangi ayetinde yazıyor öğle namazının dört rekât olduğunu, hangi ayetinde yazıyor kıraatin sabah, akşam, yatsı da cehri (açıktan), öğle ve ikindi de sırrî (gizli) olduğunu…” ve sayıyor sayıyor, onlarca şey söylüyor. Sonra diyor ki: “Bunlar Kur’ân’ın müphem yani kapalı meseleleridir, onları ancak Resûlullah (sas) tebyin etmiş, açıklamıştır ve hayatı ile tatbik edip, bizlere göstermiştir.”
Muhammed Emin Yıldırım
17 Kasım 2017 Cuma
Dünyadaki Cennet: Aile
Yeryüzünün Müslümanlar için mescit kılındığını, bu yüzden bir Müminin nereye giderse gitsin orada asla mülteci değil muhacir olacağını dile getirerek sözlerine başlayan Muhammed Emin Yıldırım Hocamız, Almanya’ya hicret etmiş kardeşlerimize şunları söyledi: “Eğer dünyanın neresine gidersek gidelim muhacir isek, muhacirliğin mükellefiyetini yerine getirmek zorundayız. Eğer muhacirsek örneğimiz Mus’ab’dır (ra). Biz dönmek için değil, ölmek için bir yerlere gideriz. Orada dönmenin değil, ölmenin hesabını yaparız, öyleyse orada kalıcı eserler bırakmanın derdine düşeriz.”
Efendimiz’in (sas) ifadesiyle dünyanın müminin zindanı olduğunu aktaran Hoca, “Biz sefa yurdunda değil, cefa yurdundayız. Ancak dünyada da cennetin kokusunu alabileceğimiz yerler var. Mescid-i Haram öyledir, Arafatta vakfe öyledir, Mescid-i Nebevi öyledir, ilim meclisleri öyledir. Eğer Allah’ın istediği gibi kurulur ve yürütülür ise her ev de birer Dar’ul İslam’dır ve cennetin kokusunun duyulacağı bir yerdir.” dedi.
Ailenin, birbirini dengeleyen ve birbirlerini dışarıdan gelen saldırılara karşı koruyan iki insan demek olduğunu belirten Muhammed Emin Yıldırım Hoca, evliliğin gayelerini 5 madde altında toparlayarak, bu gayeler doğrultusunda üzerimize düşenleri bizlerle paylaştı.
1- Evlilik nimettir; öyleyse şükrü eda edilmelidir.
2- Evlilik dindir. Eğer dinse gözünü korur gibi onu korumalısın.
3- Evlilik devlettir. Her devletin olduğu gibi evliliğin de anayasası vardır. Evliliğin yasasını belirleyen de Allah’dır.
Hanımlarınız size Allah’ın emanetidir. Emanete sadakat müminliğinizin en temel işaretidir.
Hanımlar! Eşleriniz sizin için birer nimettir. Nimete nankörlük etmeyin.
4- Evlilik ibadettir. Öyleyse her ibadetin külfeti olduğu gibi evliliğin külfetine de katlanılmalıdır.
5- Evlilik imtihandır. İmtihansa eğer, sabrı kuşanarak yürümek zorundayız.
Evliliğin dinin yarısı olduğunu da hatırlatan Muhammed Emin Yıldırım Hoca, evlilik öncesi ve evlilik boyunca dikkat edilmesi gereken konulara da değinerek sözlerini nihayete erdirdi.
Muhammed Emin Yıldırım
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)