8 Ekim 2020 Perşembe

Bilgisayar oyunları ve internetin çocuk üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir?


“Aniden yerinden kalkıp bağırmaya başladı. Kendisine ateş eden adamı öldüremediği için aşırı bir tepki göstermişti. Bir daha denemeye koyuldu. Bir oturup bir kalkıyor, karşısındaki kişiyi yok etmek istiyordu. Rakibine ciddi zararlar vermişti. Karşısındaki adamın kanlar içinde kalmasıyla bir kahkaha attı. Bu olaylar tekrar tekrar devam etti. Ölesiye savaşıyor, düşmanlarına zarar vermek için elinden geleni yapıyordu. Annesi birkaç kere yemeğe çağırmasına rağmen masadan kalkmamıştı. Oyuna öylesine kapılmıştı ki başka hiçbir şey düşünmüyordu.”

Buna benzer hâdiseler son zamanlarda evlerde ve internet kafelerde sık sık yaşanıyor. Bilgisayar karşısında çocuklar ve gençler vaktini sürekli oyun oynamakla geçirmektedir. Anne-babaların, ''Çağın icaplarını yerine getirelim, yaşıtlarından geri kalmasın veya derslerine de yardımcı olsun.'' düşüncesiyle sıcak baktıkları bilgisayar, çocuklar tarafından çoğunlukla oyun için kullanılıyor. Masum olarak başlanan kullanma, zamanla maksadının dışına çıkmaktadır. Anne-babaların ortak sıkıntısı olan 'kontrolsüz bilgisayar kullanımı' uzmanların bile çözümü zor bir problem olarak karşısında durmaktadır.

Bilgisayar oyunları, çocukların şuuraltına ve sonraki hayatlarına nasıl tesir ediyor? Çocuğun gelişmesine müspet tesir edecek oyunlar, bilgisayarla sağlıklı sunulabiliyor mu?

Bilgisayar oyunları iki kategoride değerlendirilebilir. Birincisi, eğlendirerek, maharet geliştirilmesine, hayatın kavranmasına ve ahlâkî değerlerin aşılanmasına vesile olan oyunlar; ikincisi ise, hayal dünyasını zenginleştirmeyen, düşünce dünyasına katkıda bulunmayan, buna karşılık şiddeti ve ahlâksızlığı teşvik eden oyunlardır.

Çocuğun zihnen, bedenen ve kalben gelişmesinde oyunun müspet tesiri, hem oyunun muhtevasına, hem de oyunda geçirilen süreye bağlıdır. Bu süre ne çok, ne de az olmalıdır. Bu hususta dengeyi tutturmak, çocuğa zamanı verimli kullanma eğitimi vermekle mümkündür. Zamanını gereksiz şeylere harcayan çocuklar erişkinliklerinde de zaman konusunda duyarsız olabilmektedir. Kısacası zamanın kıymeti, bir şekilde çocuğa benimsetilebilmelidir.

Bilgisayar karşısında geçirilen boş saatler, çocuk ve gençlerin pasifleşmelerine sebep olur. Bu durum, çocuklarda stresi artırır. Özellikle hareketli, erkek çocuklarda bu hareketsizlik enerji birikmesine ve çocuğun davranışlarına olumsuz tesir eder. Bedendeki enerjinin sportif faaliyetlerle dışarı atılması, büyüme, gelişme ve paylaşmayı öğrenme açısından yararlıdır. Egzersiz, büyüme hormonunun salınmasına da vesile olur. Ayrıca, bilgisayar başında harcanan zaman, çocukları ve gençleri faydalı oyun, ders çalışma, spor yapma vb. kültürel faaliyetlere katılmaktan mahrum bırakır.

Birçoğumuz, çocuklarımızın meramını iyi ifade edemediğinden, açık ve net iletişim kuramadığından yakınır. Çocuklarımıza bir soru sorduğumuzda, onlardan ya kısa bir cevap alır veya çok bildik bir cevap duyarız. Bunun ortaya çıkışında, bilgisayar karşısında geçirilen zamanın önemli bir tesiri vardır.

Bilgisayar oyunlarındaki şiddetin her yeni oyunda biraz daha arttığını görüyoruz. Oyun endüstrisi, çocukları ekran başına çekebilmek için her türlü yolu mübah görmektedir. Yaşa uygun olmayan görüntüler, çocukların şuuraltının şekillenmesine sebep olur. Şiddet görüntülerine uzun süre mâruz kalan çocuklarda, endişe ve korku, şiddete temayül, âni parlama ve şiddeti sıradan görme gibi durumlar söz konusu olur. Şiddet dolu film seyreden ve oyun oynayan çocukların tepkileri zamanla değişir, arkadaşlarına ve çevrelerine daha fazla şiddet uygularlar. Küçük bir anlaşmazlıkta, itme ve tekme atma gibi davranışlar sergilerler. Olumsuz görüntülerden etkilenen çocuklarda, endişeli haller ve uyku bozuklukları ortaya çıkar, kişilik gelişmeleri olumsuz yönde etkilenir.

Okul öncesi çocuklarda, beş duyuya hitap eden davranışların sebep ve neticesi sorgulanmadığından, yukarıdaki anormallikler daha fazla görülür. Buna aşağıdaki hâdiseler misal verilebilir: "Şiddet unsuru taşıyan filmler izleyen üç buçuk yaşındaki bir çocuk, belli bir süre sonra tv'de gördüğünü uygulamaya geçirip kardeşini bıçaklayarak öldürmüştür. Kendini çizgi film kahramanı zanneden bir çocuk ise, uçmak niyetiyle yedinci kattan kendini aşağıya atmıştır. Fransa'da bilgisayar oyunlarında başarılı olamayan bir çocuk, sık ve aşırı sinirlenmeler neticesinde sara olmuştur." Buna benzer hadiseleri maalesef sık sık duymaktayız. Çocuklarımızın şuur altını güzellikler, iyilikler, şefkât, yardımseverlik ve başkalarını düşünme gibi olumlu özelliklerle doldurmak için onlara faydalı alternatif oyunlar sunmalıyız.

Zararlı oyunlar aynı zamanda çocukların millî kültürlerini öğrenmesini engellemekte, dolayısıyla kültürel erozyona sebep olmaktadır. Bu tür oyunlarda yabancı toplumların kültür değerleri sık sık kullanılmakta, farklı inanışların sembolleri şuur altına yerleştirilmekte, çocuklarımız farkında olmadan bunların tesiri altında kalmaktadır. Bu tür oyunlarda İslâmiyet öcü gibi gösterilmekte ve Müslümanlar terörist gibi düşünülüp vurdurulmaya çalışılmaktadır.

Kendisini bilgisayar oyunlarına kaptıran çocuklar çevrelerine yabancılaşır. Arkadaş bulmada zorlanan bu çocuklar bilgisayara tamamen mahkum olarak, kendilerini toplumdan tecrit ederler. Artık bu noktadan sonra, çocuğun tek arkadaşı bilgisayar olmakta, çocuk vakit geçirse bile, yalnızlık duygusundan kurtulamamaktadır. Anne-babaların, çocukların gelişmesine uygun meşguliyet sağlayarak, bilgisayar oyunları için harcanan zamanı dengelemeleri gerekmektedir.

Birçok bilgisayar oyununda gösterilen kötü karakterler, çocuğun şahsiyetinin oluşmasında olumsuz rol alır. Bu oyunlarda verilen, güçlü ve kuvvetli olmaya çalışma, başkalarının hayatını önemsememe, yaşamak için yok etme, ahlâkî değerlerin horlanması, başkalarının duygularını önemsememe, karşısındakine değer vermeme, insanları kategorize etme gibi mesajlar çocuğun kişiliğinin gelişmesine olumsuz tesir eder.

Oyunlar, dikkat ve öğrenmeye de tesir eder. Bilgisayar ekranında sıkça değişen görüntüler, çocukların dikkatini dağılmasına sebep olarak, konsantrasyon eksiğinin ortaya çıkmasını tetikler. Ayrıca aşırı ışık bazı hassas çocuklarda epileptik nöbetlere sebep olabilir.

Bilgisayar oyunları netice itibarıyla çocukta hayatta her şeyi bir oyun olarak görme eğilimine, sürekli hayal kurmaya, oyunda işlenen temalarla oyun sonrasında da zihnî meşguliyete, bu temaları arkadaşlarıyla olan oyunlara ve davranışlara taşımaya, aile ile olan münasebetlerde ve birlikte geçirilen zamanlardaki azalmaya, asosyal bir hayat tarzının yerleşmesine ve hayal ile gerçeği karıştırmaya sebep olmaktadır.

Elbette çağımızın bir gerçeği olan bilgisayarın faydalarına duyarsız kalmak mümkün değildir. İdeal olan, bilgisayarın olumlu yönlerinden istifade edip, menfi tesirlerinden de korunmaktır. Çocukların gelişimi için ayrılan oyun zamanı, sanal oyunlarla gerçekleri arasında dengeli şekilde paylaştırılmalıdır. Bu konuda;

— Onların da aktif olarak katılabileceği,
— Çocuk eğitimi uzmanlarının ve rehberlerin tavsiye ettiği,
— Tarih şuuru kazanmayı ve kendi kültür değerlerini benimsemeyi sağlayan,
— Dikkat ve muhakeme gelişmesini destekleyen,
— Paylaşma, takım ruhu, yardımseverlik, fedakârlık, doğruluk, çalışkanlık gibi hasletleri kazandıran,
— Merak hissini kamçılayan, öğrenmeyi kolaylaştıran ve sevdiren,
— Anne ve baba ile birlikte oynanan,
— Vazife ve sorumluluk şuuru kazanmayı sağlayan,
— Hayal gücü, düşünme alışkanlığı, keşif ve icat etme istidadını geliştiren oyunlar tercih edilmelidir.

Yüce Yaratıcı'nın insana verdiği önemli nimetlerden olan göz, kulak ve diğer organlar, bilgisayar karşısında sadece eğlenmeye yönelik oyunlar için meşgul edildiğinde, yaratılış gâyesi dışında kullanılmış olur. Dolayısıyla, anne-babalara düşen hayatî sorumluluk, çocuklarının görme, işitme, hissetme ve muhakeme etme gibi melekelerinin doğru istikamette değerlendirilmesine dikkat etmek ve buna imkân hazırlamaktır.

https://sorularlaislamiyet.com/bilgisayar-oyunlari-ve-internetin-cocuk-uzerindeki-olumsuz-etkileri-nelerdir-bu-etkileri-nasil-0

7 Ekim 2020 Çarşamba

Eyvah! Çocuğum İnternette!.. (Zararlı internet siteleri)

Çocuklarda ve gençlerde, hatta anne-babalarda internet bağımlılığı üzerine tavsiyeler. Her eve, herkese lâzım!

ESKİDEN anne babalar çocuklarını sokağın ve kötü arkadaşın etkilerinden korumak için çaba gösterir, çabaları sonuç vermediği zaman gelip bize danışırlardı. Bilgisayar ve bunun yan ürünü olan internet hayatımıza girdikten sonra, sokağın ve kötü arkadaşın yerini ‘internet kafe’ler aldı. Anne baba ile duygusal bağları zayıf, aile içinde kendilerini değerli hissetmeyen, okul başarısı düşük çocuklar ve gençler, artık sokak yerine internet kafelere gidiyorlar. Kötü arkadaşın yerini, şimdi internet bağlantısı olan ev bilgisayarları aldı. Bize danışmak için gelen anne babalar, sokak yerine, internet kafelerden ve evdeki bilgisayardan yakınıyorlar.

Bilgisayar kullanmayı bilmeyen çoğu anne baba, derslerine yardımcı olacağı zannıyla, yüzlerce dolar ödeyip çocukları için bilgisayar alıyorlar. Bilgisayar ise, tek başına, bir makineden ibarettir; ders öğretmek ve çocuğu daha akıllı yapmak gibi bir marifeti yoktur. Bilgisayarı faydalı kılan ‘software’ dediğimiz programlar ve eğitim CD’leridir. Bu programlar da, ancak kullanmasını bilen ve doğru biçimde kullanabilen ellerde faydalı olabilir.

Gördüğüm kadarıyla, çocuklar, harçlıklarıyla eğitim programları yerine oyun CD’leri satın alıyorlar. Bilgisayarın başında saatlerce oyun oynayarak zamanlarını boşa harcıyorlar. Zamanlarının boşa gitmesi bir yana, çoğu şiddet içerikli savaş ve dövüş sahneleriyle dolu olan bu oyunlar onlarda saldırganlık duygularını besliyor. Nitekim, bilgisayar oyunlarını incelediğinizde, onların sadece eğlendirmekle kalmadığını, aynı zamanda güçlü olma, kıyasıya yarışma, rakiplerini geride bırakma ve kazanma hırsı aşıladığını; bunları yaparken de, sevgi, yardımlaşma, paylaşma ve acıma duygularını körelttiğini görürsünüz. Korkak ve özgüvenden yoksun çocuklar, oyunu kazandıkları zaman, kendilerini cesur ve kahraman hissediyorlar. Böylece, başa çıkamadıkları gerçek dünyadan kaçıp, sanal bir mutluluk veren sanal bir dünyaya sığınıyorlar.

İnternette sizi ve çocuğunuzu bekleyen tuzaklar

ESKİDEN disketle çalışan küçük atari (oyun) cihazları vardı. Atari’si olmayan çocuklar atari salonlarına gider, oyun ihtiyaçlarını karşılarlardı. Anne babaların o günlerde yakındıkları atari salonları, bugünün internet ortamı yanında çok masum kalırlar. İnternet bağlantısı olan her bilgisayar, çocukların ve gençlerin ruh sağlığını bozmaya hazır potansiyel bir tehlikedir.

Dönem ödevi için malzeme toplamak amacıyla internete bağlanan bir öğrenciyi düşünün. Tamamen iyiniyetlidir, bilgi toplamaktan başka bir amacı yoktur. Arama motoruna istediği bilgiyi yazar ve ‘ara’ komutunu verir. Arama motoru, bu bilgiyi alabileceği onlarca site adresini bir liste hâlinde verir. Çocuk bu adreslerden birini tıkladığı zaman, daha gireceği adres açılmadan, bu adrese yamanmış ‘pop-up’ dediğimiz bir veya birkaç reklam sitesi açılıverir. Çocuğu sitede tutmak için, ücretsiz abonelikten tutun da ücretsiz müzik ve film CD’si göndermeye kadar bir sürü cazip seçenekler ileri sürülür. Yapacağı şey, sadece bir form doldurmak ve gösterilen web adresine bunu postalamaktır. Büyüklerin bile kaçamadığı bu tuzağa çocuklar kolayca düşerler. Çünkü, ücretsiz hediyeler gönderilecektir!

Bu reklam sitelerinin önemli bir kısmı pornografi içerikli olup yasa gereği “18 yaşından küçükler için uygun değildir” uyarısı yapılır. Ancak, siteye girecek kişinin 18 yaşından küçük olduğunu kim ve nasıl tespit edecektir? Çocuk, meraktan, “18 yaşından büyüğüm” seçeneğini işaretleyerek siteye kolayca girebilir. Böylece, çok masum bir amaçla internete giren bir çocuk kendisini onu her bakımdan zararlı bir sitenin içinde buluverir.

Bu bakımdan, çocuklarınızı internetin zararlarından korumak için ilk yapacağınız şey, bilgisayarı herkesin göreceği bir yere koymaktır. Ondan sonra, internetin faydaları ve zararları konusunda çocuğunuzu bilgilendirmeniz, bilgisayarda geçireceği zamanı sınırlandırmanız, ve internete bağlı iken onu arasıra kontrol etmeniz gerekmektedir.

Cevap bekleyen sorular

İNTERNETİ kötü amaçlarla kullanan kişilerin insanlar ve özellikle çocuklar üzerinde yol açtığı tahribat, son yıllarda, bir dizi araştırmanın konusu olmuştur. Bu araştırmalardan birini yürüten psikolog Michael G. Conner, “Internet Addiction and Cyber Sex” başlıklı makalesinde, altına kendi notunu da düşerek, şu soruları soruyor:

• Çocuğunuza dilediği zaman tanımadığınız bir yere gitmesine, tanımadığınız kişi veya kişilerle birkaç saat birlikte olmasına izin verir misiniz?

(Eğer çocuğunuzun odasında internet bağlantısı olan bir bilgisayar varsa, sorumuza “Hayır” demenizin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü, odasının kapısını kapatıp kendi başına kaldığında çocuğunuzun ne yaptığını bilemezsiniz. İstediği zaman internete bağlanıp, tanımadığı bir siteye girerek tanımadığı kişi veya kişilerle birlikte olabilir.)

• Kocanızın tanımadığınız bir kadının evine gitmesine, onunla saatlerce sohbet etmesine ve birlikte yatak odasına girmelerine izin verir misiniz?

(Eğer kocanızın çalışma odasında internet bağlantısı olan bir bilgisayar varsa ve onun bir internet bağımlısı olduğunu biliyorsanız, sorumuza cevap vermeden önce iyi düşünün.)

• İlişkileri yalan üzerine kurulmuş yabancı insanlarla tanışmak, onlarla sohbet etmek ve sırlarınızı paylaşmak ister misiniz? İnternet üzerinden tanıştığınız ve sohbet ettiğiniz insanların kim olduğunu biliyor musunuz? Onların verdikleri bilgilerin doğruluğundan emin misiniz?

(Eğer, “İki taraf bu sanal beraberlikten zevk alıyor ve eğleniyorsa, yalanın ne zararı var?” diyorsanız, sizin bir internet bağımlısı olduğunuzu söylemek zorundayız.)

Çocuğunuz veya siz, internet bağımlısı mısınız?

PSİKOLOG Conner, yaptığı araştırmada, günde iki saat ve daha fazla süre internette gezinenlerin internet bağımlısı olma riskiyle yüzyüze olduğunu ve aşağıdaki problemlerle karşılaştığını tesbit etmiş:

• Her gün internete bağlanma ihtiyacı duyma

• Çevreye karşı duyarsızlık

• Toplum ve aile ilişkilerinde zayıflama

• Günlük işlerde verimli ve üretken olamama

• Depresyon

• Eşler arasında cinsel uyumsuzluk

• Cinsel fantezilere düşkünlük

• Problemleri çözmeye çalışmak yerine, işleri oluruna bırakma

• İşyerinde interneti kişisel amaçları için kullanma

• Akademik ve zihinsel faaliyetlerde gerileme

Conner’in belirttiğine göre, günde iki saatten az bir vakit alması kaydıyla, bilgi almak, e-mail göndermek ve gelen mail’leri okumak için internete bağlanıyorsanız, endişe edecek bir durum yok. Ama eğer internet üzerinde harcadığınız zaman haftada toplam 18 saatten fazla ise, ‘internet bağımlılığı’ riski taşıyan insanlar grubuna giriyorsunuz demektir. Bankacılık ve internet pazarlamacılığı gibi görevler dışında, kişisel nedenlerle interneti günde 10 saatten fazla kullanan bir kimsenin ise, internet bağımlılığı ise, mutlaka tıbbî ve psikolojik tedavi gerektiriyor. Bu durumdaki bir kişi, Conner’a göre, muhakkak tedavi edilmesi gereken hasta bir internet bağımlısıdır.

Sanal bir dünya

Her alışkanlık gibi, internet alışkanlığı da irade zayıflığından ve iç denetim eksikliğinden kaynaklanıyor. İnternete bağlandığınız an, önünüzde onlarca seçenek çıkıverir. İstediğiniz adrese girebilir, istediğiniz bilgiye ulaşabilir, istediğiniz kişiyle sohbet edebilir, sonuçlarını düşünmeden istediğiniz gibi yalan söyleyebilirsiniz. Utanç verici, insan onurunu ayaklar altına alan, en iğrenç şeyleri izleyebilirsiniz. Çünkü, bunlardan kimsenin haberi yoktur. İlk günler eğlenmek, hoşça vakit geçirmek, yeni şeyler öğrenmek, heyecan yaşamak, internette neler olup bittiğini görmek ve belki de ibret almak için bu sanal âleme girmişsinizdir. Ancak, çok geçmeden, kendinizi aldattığınızı, huylarınızın değişmeye başladığını, gerçek hayattan her gün biraz daha koparak siberdünyanın bir üyesi olduğunuzu görürsünüz.

Psikolog Michael G. Conner, sözkonusu makalesinde internet bağımlılığının bilimsel açıklamasını yapıyor ve diyor ki: “İnternette yeni ve heyecan verici şeyler öğrendikçe, beyin kimyasında değişmeler görülür. Yaptığımız işten zevk aldığımız ve heyecan duyduğumuz zaman, beyinde ‘dopamine’ adı verilen bir kimyasal madde salgılanır. Bu maddenin salgısı arttıkça, yaptığımız işten başka birşey düşünmeyiz, çevremize karşı ilgimiz azalır.”

Sanal dünyanın yalanları

AİLECE tanıştığımız bir bayan okuyucum, geçenlerde kocasıyla birlikte ziyaretime geldi. Sohbet sırasında kocasının internet bağımlılığından yakındı, ve ona biraz nasihatta bulunmamı istedi. Ama daha ben ağzımı açmadan okuyucumun eşi savunmaya geçti. “Ben zararlı sitelere girmiyorum, haber okuyorum, bilgi topluyorum, sohbet ediyorum (chat yapıyorum), tartışma gruplarına katılıyorum, e-mail gönderiyorum ve gelen e-mailleri okuyorum” dedi ve ekledi: “İçkim yok, sigaram yok, kahveye gitmiyorum, meyhaneye gitmiyorum, evimde oturuyorum. Bunun nesi kötü?”

Okuyucumun eşi, bir internet bağımlısı idi. Karısına ve çocuklarına karşı sorumlulukları olduğunu, evine ayırması gereken zamanı internette tanımadığı insanlarla sohbet ederek geçirdiğini, bu yüzden aile içi ilişkilerin bozulmaya başladığını görmek istemiyordu.

İnternete giren çoğu insan isimleri, yaşları, cinsiyetleri, sosyal statüleri, meslekleri, adresleri ve kişisel özellikleri hakkında yalan söylemektedir. Geçenlerde bir okuyucumdan çok ilginç bir elektronik mektup aldım. İnternet üzerinden tanıştığı bir kızla nişanlanmış. Birbirlerini çok seviyorlarmış. Bir vesileyle, kızın elektronik posta adresinin şifresini öğrenmiş ve—doğru olmayan birşey yapıp—onun elektronik posta kutusuna girip kıza gelen bütün mektupları okumuş. Nişanlısının sanal âlemde bir başkasıyla dört senedir evli olduğunu ve sanal kocanın soyadını taşıdığını öğrenmiş. Kendisine “Sen benim ilk aşkımsın” diyerek yalan söylediği için nişanlısından ayrılmak istiyormuş, ancak karar vermeden önce bir de bana danışmak istemiş...

İnternetin pek çok marifetlerini duymuştum, ama ‘sanal âlemde evlilik’ yapıldığını ilk defa duyuyordum. Bana mektup yazan okuyucum sıradan biri değildi, makine mühendisliği son sınıfta okuyan bir gençti. Nişanlandığı kız da üniversite öğrencisi idi. Eğer bu iki genci dinleme ve analiz etme fırsatı bulabilseydim, büyük bir ihtimalle, karşıma çocuklarına yeterli zaman ayırmayan, onların sıkıntılarına ve sevinçlerine ortak olmayan, sevgi ve güven veremeyen, yüksek tahsil yaptırarak görevlerini yerine getirdiklerini zanneden iki aile modeli çıkacaktı.

Açıkçası, çocuklarımızı internetin zararlı etkilerinden korumanın yolu da, en sonunda ailede denge ve mutluluğun sağlanmasına gelip dayanıyor

6 Ekim 2020 Salı

Ezan duasının dinî hükmü nedir ve nasıl yapılır?


Ezandan sonra, Hz. Peygambere (s.a.s.) salavat getirmek sünnet; vesile duasını yapmak menduptur (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 67, 68; Cezîrî, el-Mezâhibü’l-erbe‘a, I, 283).
Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Ezânı işittiğiniz zaman, onun dediğini tekrarlayın. Sonra bana salât getirin. Çünkü gerçekten kim bana bir defa salât getirirse, Allah onu on rahmet ile anar. Sonra da benim için Allah’tan vesile isteyin. Çünkü vesile Cennet’te bir makamdır ki, ancak Allah’ın kullarından bir kula layık görülmüştür, umarım ki o kul ben olayım. Artık kim benim için Allah’tan vesile isterse, şefaatim ona helal olur.” (Müslim, Salât, 7; Tirmizî, Menâkıb, 1)
Konu ile ilgili olarak Buhârî’de yer alan rivayet şöyledir: “Her kim ezanı işittiğinde ardından;
اللَّهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَالصَّلاَةِ الْقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِى وَعَدْتَه
(Ey bu tam davetin ve kılınmak üzere olan bu namazın Rabbi olan Allah’ım! Muhammed’e vesileyi, fazileti ihsan et. Bir de kendisine va’d ettiğin Makam-ı Mahmûd’u verip oraya ulaştır) derse, kıyamet gününde benim şefaatim ona vâcib olur.” (Buhârî, Ezan, 8).
Bazı kaynaklarda, duanın sonuna “sen va’dinden dönmezsin.” ifadesi eklenmiştir (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, I, 603, 604). Ezan bittiğinde onu duyanlar bu hadiste ifade edildiği şekilde dua ederler.
Ayrıca “Ezan ile kamet arasında dua reddolunmaz.” (Tirmizî, Salât, 46) hadisi gereği, vesile duasının ardından başka dualar da yapılabilir (Nevevî, el-Mecmû’, III, 118).

5 Ekim 2020 Pazartesi

Fiilî dua ne demektir?


Allah, kâinatta meydana gelecek tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Hem dünyada hem de içinde yaşanılan evrendeki her şey Allah’ın koyduğu sebep-sonuç (kanun ve kural) ilişkilerine göre şekillenir. Arzu ettiği bir şeyin olmasını isteyen kişi, onun sebeplerini de yerine getirmek zorundadır. Örneğin çocuk sahibi olmak isteyen kişinin evlenmesi, sınavda başarılı olmak isteyen öğrencinin derslerine çalışması fiilî dua sayılır.
Kişi, Allah’tan istediği şeyin gerçekleşmesi için Allah’ın kendisine öğrettiği sebepleri ve kanunları elinden geldiği kadar yerine getirip tamamlar, sonucunu da Allah’tan bekler. “İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır.” (Necm, 53/39) mealindeki âyette insanların çalışmaları ile alacakları sonuç arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiş ve bu çalışmanın fiilî bir dua manasına geldiğine işaret edilmiştir. Hayvanı hasta olan ve iyileşmesi için sadece dua eden birisine söylenen “Duana biraz da katran ilacı ekle...” sözü, fiilî dua için güzel bir örnektir.
Bir işin gerçekleşmesi için dua edip oturan insanın yapmış olduğu hareket ne kadar yanlış ise, tüm çalışmaları yapıp, gerekli tedbirleri aldıktan, yani fiilî duasını tamamladıktan sonra “Bu işi ben tamamladım.” diyerek sözlü dua etmeyenin yapmış olduğu davranış da o derece yanlıştır.

4 Ekim 2020 Pazar

Kur’an’da geçen dua âyetlerinin mahiyeti nedir?


Kur’an-ı Kerim’de dua ile ilgili âyetler geniş bir yer tutar. İki yüz kadar âyet doğrudan doğruya dua konusundadır. Ayrıca tövbe, istiğfar gibi kulun Allah’a yönelişini ve O’ndan dileklerini ifade eden çok sayıda âyet de geniş anlamda dua ile alakalıdır. Konuyla ilgili âyetlerin bir kısmında insanların Allah’a dua etmeleri emredilmiş, duanın usûl, âdâb ve tesirleri üzerinde durulmuştur (Bakara 2/186; Nisâ 4/32; A’râf, 7/29, 55, 180; Yûsuf, 12/86; Mü’min, 40/60). Bazı âyetlerde şartlarına riayet edilmeyerek yapılan duanın kabul görmeyeceği ifade edilir (Bakara, 2/200; Yûnus, 10/12, 22, 106; İsrâ, 17/11; Mü’minûn, 23/ 99-100; Kasas, 28/88; Fussılet, 41/51). Bu gruptaki âyetlerin çoğunda, dünyada iken Allah’ı ve O’nun hükümlerini tanımaktan kaçınan, ancak ahirette gerçeği anlayıp acı akıbetleriyle yüz yüze gelince pişmanlık duyacak olanların dünyaya yeniden döndürülmeleri için Allah’a yakarışları anlatılmıştır. 100’den fazla âyette peygamberlerin, diğer salih insanların veya toplulukların dualarına yer verilmiştir.
Bazı sûre ve âyetler örnek dua metinleri mahiyetindedir. Fâtiha sûresi buna güzel bir örnektir. Bakara sûresinin 201. âyetinde geçen, “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver; bizi cehennem azabından koru.” mealindeki dua, Fâtiha’dan sonra en çok okunan dua olmuştur.
Enes b. Mâlik, Hz. Peygamberin (s.a.s.) dua ederken en çok bu âyeti okuduğunu (Buhârî, Deavât, 55) ve okunmasını tavsiye ettiğini (Müslim, Zikir, 23) belirtmiştir. Âl-i İmrân sûresinin 8-9, 16, 53, 191-194. âyetleriyle, Furkân suresinin 74. âyetinin de dua niyetiyle okunduğu görülür. İbrahim sûresinde Hz. İbrahim’in duasını ihtiva eden 35-41. âyetler ve özellikle, “Rabbim! Hesap günü gelip çattığında beni, annemi, babamı ve müminleri bağışla.” mealindeki 41. âyet sıkça tekrar edilen dua âyetleridir. Tâhâ sûresinde Hz. Mûsâ’nın duası (Tâhâ, 20/25-35) özellikle kısa, canlı, ahenkli ve etkili cümleleriyle Kur’an’daki dua örneklerindendir. Bu âyetlerde “Rabbim! Yüreğime genişlik ver; işimi kolaylaştır; dilimin bağını çöz ki sözümü anlasınlar.” ifadeleriyle dua edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Eyyûb’a nispet edilen dua cümleleri ayrı bir üslûp taşır. Bu âyetlerde Hz. Eyyûb’un, son derece ağır bir hastalığa ve musibetlere mâruz kalmasına rağmen, dualarında Allah’tan istekte bulunmadığı, sadece durumunu arz etmekle yetindiği görülür (Enbiyâ, 21/83-84; Sâd, 38/41). İslam âlimleri onun bu tutumunu, sabır erdeminde yükselişin ve kulluk terbiyesinin en güzel örneği olarak değerlendirirler (“Dua”, DİA, II, 536).

3 Ekim 2020 Cumartesi

Tesettür İle ilgili karar


Nûr Sûresi'nin 30. ayetinde, mü’min erkeklerin harama bakmamaları, namus ve iffetlerini korumaları emredildikten sonra 31. âyetinde kadınlarla ilgili olarak meâlen: "Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini (bakmaları haram olan şeylerden) çevirsinler,
edep yerlerini korusunlar -kendiliğinden görünen müstesna- zînetlerini açmasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar" buyrulmakta ve ayetin devamında kadınların kendiliğinden görünmeyen zînet yerlerini, kimlerin yanında açabilecekleri belirtilmektedir.
1- HARAMA BAKMAK VE ÎFFETİ KORUMAK
Görüldüğü gibi bu iki âyette hem erkeklerin hem de kadınların harama bakmamaları, edep yerlerini iyice örtülü tutup, iffet ve namuslarını zina, fuhuş ve onlara sebep olabilecek durumlardan korumaları emredilmektedir. Hz. Peygamber (S.A.V) de; "...Gözlerin zinası şehvetle bakmaktır..." buyurarak harama bakmayı, göz zinası olarak nitelemiştir.1
Ancak, gözün harama tesadüfen ilişmesinin kasıtlı bakmak hükmünde olmadığı da hadis-i şeriflerde belirtilmiştir.2
İslâm âlimleri, yukarıda mealleri yazılı âyetlere ve konuyla ilgili hadislere dayanarak, erkeklerin ve kadınların, nikâhlı eşleri dışında herhangi bir kimseye şehvetle bakmalarının haram olduğu üzerinde müttefiktirler. Tedavi, şahitlik ve evlenme maksadı gibi, zarûret veya ihtiyaç halindeki bakmalara, fıkıhta belirtilen şartlar ve ölçüler dâhilinde müsaade edilmiştir.
Fitne tehlikesi ve şehvet korkusu olmamak kaydı ile, gerek erkeklerin ve gerekse kadınların, kendi yakınlarından ve yabancılardan kimselere ve nerelerine bakıp bakamayacaklarına dair hükümler, delilleri ile birlikte fıkıh kitaplarında mevcuttur.3
2- ÖRTÜNME
Nur Sûresi'nin 31. âyetinde zikredilen bu emirlerden sonra kadınların örtünmesi ile ilgili olarak da, kendiliğinden görünenler müstesna zînetlerini, zinet yerlerini açmamaları ve başörtülerini yakalarının üzerine salmaları emredilmiştir.
Cahiliyet devrinde başını örten kadınlar, başörtülerini enselerine bağlar veya arkalarına salıverirlerdi. Allah Teâlâ, bu ayetle, İslam’dan önceki bu âdeti kesinlikle yasaklayarak mü'min kadınların -kendiliğinden görünen hariç zînetlerini, zînet yerlerini açmamalarını ve başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun, gerdan ve göğüslerini iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir.
Hz. Aişe (R.A): "Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eyleye, Yüce Allah: "Mü'min kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar" âyetini indirince, onlar eteklerinden bir parça keserek, onunla başlarını örttüler."4 der.
Yine Hz. Aişe (R.A) bir gün Ensar kadınlarından sitayişle bahsederken, buna benzer bir ifade ile başörtüsü emrine nasıl uyduklarını anlatır.5
ÖRTÜLMESİ GEREKLİ OLMAYAN KISIMLAR
Örtülmesi emredilen, zînetten istisna edilen ve mücmel olarak geçen "kendiliğinden görünen" ifadesi; Ashaptan Hz. Ali, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, Enes, Tabiilerden Said b. Cübeyr, Atâ, Mücâhid, Dahhâk, Müctehid İmamlardan Ebû Hanife, Malik ve Evzaî’nin de (Radiyallahu anhum) dâhil olduğu İslâm âlimlerinin çoğunluğu tarafından; "Yüz ve bileklere kadar eller" olarak tefsir edilmiştir.6
ÖRTÜLMESİ GEREKLİ OLAN KISIMLAR
Âyetteki "kendiliğinden görünen" mücmel ifadeyi -az da olsa- farklı tefsir eden âlimler, kadınların, istisna dışında kalan zînetlerini ve zînet yerleri olan saç, baş, boyun, kulak, gerdan, göğüs, kol ve bacakların örtülmesi olarak anlamışlar ve bunlardan herhangi birini açmalarının câiz olmadığı hükmünde ittifak etmişlerdir.7 Kadınların, bu zînet yerlerini kimlerin yanlarında açabilecekleri ise, âyetin devamında bildirilmektedir.
Bu âyet-i kerime nâzil olunca, yukarıda rivayet edilen hadislerle de sabit olduğu üzere, Ensar ve Muhâcir kadınların, eteklerinden bir parça keserek, onunla başlarını örtmeye acele etmeleri, Hz. Aişe’nin (r.a.) ablası Esma’nın (r.a.), ince bir elbise ile Hz. Peygamber’in (a.s.) huzuruna çıktığı zaman, Hz. Peygamber' in "Ergenlik çağına gelen bir kadının elleri ve yüzü dışında kalan yerlerini göstermesinin câiz olmadığını" bildirmesi, yine Hz. Peygamber'in, bileklerinin dört parmak yukarısını işaret ederek "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadına, ergenlik çağına gelince yüzü ve şuraya kadar elleri hariç, herhangi bir yerini açması câiz değildir," buyurması; söz konusu ayetteki emirlerin vücub için olduğuna, kadınların yukarıda sayılan zînet yerlerini örtmekle yükümlü olduklarına delâlet etmektedir.
ÖRTÜNMENİN GAYESİ
Dinimizin emrettiği örtünmeden maksat, kadının zînetini ve zînet yerlerini eşi veya mahremi olmayan erkeklere göstermemesi ve yabancı erkekler tarafından görülmesine meydan vermemesidir. Bu itibarla örtünün; saçın, ten renginin veya zînetlerin görülmesine engel olacak kalınlıkta, vücut hatlarını göstermeyecek nitelikte olması gerekir.8 Bu konuda, yukarıda meali zikredilen hadis-i şerifler dışında, daha pek çok hadis-i şerif bulunmaktadır.9
Ahzâb Sûresi'nin 60. âyetinde; de "Ey Peygamber eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle: (Evden çıkarlarken) üstlerine vücutlarını iyice örten dış elbiselerini giysinler. Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar." buyrulmaktadır.
Bu âyette müslüman hanımların evlerinden çıkarken, üstlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafeti ile sokağa çıkmamaları emredilmektedir.
Nûr Sûresi'nin 60. ayetinde ise, yaşlanmış kadınların, 31. Ayette örtülmesi emredilen zînet ve zînet yerlerini örtmek kaydı ile (manto, pardesü, vs. gibi) dış elbiselerini üstlerine almadan dışarı çıkabilecekleri belirtilerek şöyle buyrulmaktadır: "Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların zînetlerini, (yabancı erkeklere) göstermeksizin, dış elbiselerini çıkarmalarında, kendilerine bir vebal yoktur. Yine de dış elbiseli olmaları, kendileri için hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir."
NETİCE:
1. Gerek erkeklerin ve gerekse kadınların gözlerini haramdan korumaları,
2. Kadınların, vücudun el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik câiz olan erkekler yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek nitelikte bir elbise (örtü) ile örtmeleri.
3. Başörtülerini, saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmaları, Dinimizin, Kitap, Sünnet ve İslâm âlimlerinin ittifakı ile sabit olan kesin emridir. Müslümanların bu emirlere uymaları dini bir vecibedir.
----------------------------------------------

1 Buhârî, Kader, 9; VII, 214, (Çağrı Yay. İstanbul 1981); Müslim, Nikah, 44, Hadis No: 2152-2153; II, 612, (Çağrı Yay. İstanbul 1981); Beyhakî, VII, 89.
2 Müslim, Adab, 10 (II, 1699, Hadis No: 2159); Tirmizi, Edep, 28 (V, 101, Hadis No: 2777) Ebû Dâvûd, Nikah, 44, ( II, 609, 610, Hadis No: 2148, 2149); Müsned, IV, 358, 361; Dârimî, İsti’zân, 15, s. 674; Rikâk, 3, s. 694 (Çağrı Yay. İstanbul 1981); Beyhakî, VII, 90, (1. Baskı, Hind, 1353)
3 Serahsî, Mebsût, X, 145-165, (Beyrut, 1986); Nevevî, Minhâc, II, 206-215, (Celâleddin Mahallî’ye ait şerhle birlikte, II. Baskı, Mısır 1934); Kasânî, Bedâiu’s-Sanâi’, V, 118-125, (Mısır, 1328/1910); İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, V, 320-329, (Matb’a-i Âmire, İstanbul)
4 Buhârî, Tefsîr, Tefsîru Sûreti’n-Nûr, (V. 13); Ebû Dâvûd, Libâs, 33, (IV, 357), Beyhakî, VII, 88.
5 Ebû Dâvûd, Libâs, 32, (IV, 356),
6 Taberî, Câmiu’l-Beyân, X, 117-121, (Beyrut, 1405/1984)
7 Taberî, age., agy.; Fahreddin Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb, XXIII, 201, 210, (Matba’tü’l-Behiyye, Mısır); Kurtûbî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’an, III, 315, 319, (Lübnan, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî); İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’an, (Lübnan, Daru’l-Ma’rife) III, 1365-1376; Serahsî, Mebsût, X, 145-165; Celâlüddin Mahalli, Şerhu’l-Minhâc, III, 206-215; Kâsânî, age., c. ,118-125; İbn Âbidîn, age., V, 320-329; İbn Hazm, Merâtibü’l-İcma’, s. 29.
8 Serahsî, age., X, 155; İbn Âbidîn, age., V, 320-329.
9 Müslim, Libâs, 34, ( II, 1680, Hadis No: 2128), Cennet, 13 (II, 2192 Hadis No: 2128) Müsned, II, 356.

2 Ekim 2020 Cuma

Kadınların ve erkeklerin saçlarını boyamaları caiz midir?


Kişinin temiz, bakımlı ve düzgün görünümlü olması, dinimizin tavsiye ettiği hususlardandır. Saç, sakal ve bıyık bakımı bu bağlamda değerlendirilmelidir. Saçı temizlemek, yıkamak, koku sürmek, taramak ve boyamak, Hz. Peygamberin teşvik ettiği hususlardandır (Buhârî, Enbiyâ, 50; Müslim, Libâs, 80). Buna göre, başkalarını yanıltma kastı olmaksızın saç, sakal ve bıyık boyanabilir (Mubârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahfezî, V, 433-441).
Erkeğin saçını, siyah dışındaki kına rengi gibi renklere boyaması caiz ise de siyah renge boyaması mekruh görülmüştür. Mekke’nin fethi günü, Hz. Ebû Bekr’in yaşlı babası Ebû Kuhâfe’nin saçlarının beyazlaştığını gören Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bu beyaz saçın rengini değiştiriniz ve siyahtan sakınınız.” (Ebû Dâvud, Tereccül, 18)
Ancak saçı beyazlaşan kimse genç olursa, siyaha boyamasında da bir sakınca görülmemiştir. Çünkü bu durumda siyaha boyanan saç tabii hâline dönüşmüş olacaktır. Nitekim Sa’d b. Ebî Vakkas, Ukbe b. Âmir, Hasan, Hüseyin ve Cerîr gibi sahabilerin bunu uyguladıkları nakledilmektedir (Şevkânî, Neylü’l-evtâr, I, 367, 373).
Kadınlar için ise bir sınırlama yoktur. Bu konuda dikkat edilmesi gereken husus, kadının saçını ve vücudunun diğer mahrem yerlerini yabancı erkeklere göstermemesidir.
Boya, saç üzerinde kimyasal bir tabaka oluşturup suyun temasına engel olmadıkça guslü ve namaz abdestini engelleyici bir unsur değildir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 288).

30 Eylül 2020 Çarşamba

Belli Bir Vakte Bağlı Olmaksızın Yapılan Zikrin Fazileti Hakkındaki Deliller-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


23Ebû Zerr'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Sizden her birinizin âzâlan (organları) üzerinde bir sadaka (vermek) vardır: Her tesbîh bir sadakadır, her hamd bir sadakadır, her tehlîl (lâ ilâhe illallah) bir sadakadır, her tekbîr (Allahu Ekber) bir sadakadır, iyiliği emretmek bir sadakadır, kötülükten alıkoymak bir sadakadır. Bunların hepsine de kuşlukta kılacağın iki rekât namaz kifâyet eder."[36]

[36] Müslim.

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

29 Eylül 2020 Salı

Kur'ân-ı Kerim Okumanın Fazileti İle İlgili Hadisler


Kur'ân-ı Kerim okumanın fazileti nedir? Kur'ân-ı Kerim okumanın insan üzerinde ki maddi ve manevi etkileri nelerdir? 


Kur’an şefaat edecektir

Ebû Ümâme radıyallahu anh, ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i:

“Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçı olarak gelecektir” buyururken işittim, demiştir. (Müslim, Müsâfirîn 252.)

Kur’an okumanın sevabı

İbni Mes’ûd radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim Kur’ân-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 16)
Kur’an sureleri birbiryle yarışırlar

Nevvâs İbni Sem’ân radıyallahu anh şöyle dedi: Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i: “Kıyamet gününde Kur’an ve dünyadaki hayatlarını ona göre tanzim eden Kur’an ehli kimseler mahşer yerine getirilirler. Bu sırada Kur’an’ın önünde Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri vardır. Her ikisi de kendilerini okuyanları müdafaa için birbiriyle yarışırlar” buyururken işittim. (Müslim, Müsâfirîn 253)

En hayırlınız Kur’an öğrenen ve öğretendir


Osmân İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 21)

Kur’anı kekeleyerek zorla okumanın sevabı


Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kur’an’ı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkâr meleklerle beraberdir. Kur’an’ı kekeleyerek zorlukla okuyan kimseye de iki kat sevap vardır." (Buhârî, Tevhîd 52)

Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir

Ebû Mûsa el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’an okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’an okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır.” (Buhârî, Et’ime 30 Fezâilü’l-Kur’ân 17, Tevhîd 36)

Allah Teâlâ Kur’an ile yükseltir
Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah şu Kur’an’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.” (Müslim, Müsâfirîn 269)

Gıpta edilecek iki kişiden biri de Kur’an ile meşgul olandır

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.” (Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45)

Kur’an huzur verir

Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Bir adam Kehf sûresini okuyordu.Yanında iki uzun iple bağlanmış bir at vardı. O adamın üzerini bir bulut kapladı ve yaklaşmaya başladı. Atı da o buluttan ürkmeye başlamıştı. Sabah olunca, adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve bu durumu anlattı. Bunun üzerine Peygamberimiz: “O sekînedir; okuduğun için inmiştir” buyurdu. (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 11)

Kur’an okunmayan ev harabedir

İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.” (Tirmizî, Fazâilü’l-Kur’ân 18)

Oku ve yüksel

Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Her zaman Kur’an okuyan kimseye şöyle denecektir: Oku ve yüksel, dünyada tertîl ile okuduğun gibi burada da tertîl ile oku. Şüphesiz senin merteben, okuduğun âyetin son noktasındadır.” (Ebû Dâvûd, Vitr 20) 

Ezberlediğiniz sureleri unutmayın

Ebû Mûsa radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şu Kur’an’ı hâfızanızda korumaya özen gösteriniz. Muhammed’in canını kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Kur’an’ın hâfızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ipinden boşanıp kaçmasından daha hızlıdır.” (Buhârî, Fazâilü’l-Kur’ân 23)

Kur’an ilgisiz kalmaz

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kur’an hâfızı, bağlı devenin sâhibine benzer. Deve sahibi devesini sürekli gözetirse elinde tutar. Eğer onunla ilgilenmezse kaçıp gider.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 23)

Kur’an'ı güzel okumak

Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i: “Allah, güzel sesli bir peygamberin, Kur’an’ı tegannî ile yüksek sesle okumasından hoşnut olduğu kadar hiçbir şeyden hoşnut olmamıştır” buyururken işittim, demiştir. (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 19; Tevhîd 32)

Dâvûdi sesli Sahabe

Ebû Mûsa el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurdu: “Şüphesiz Dâvûd’a verilen güzel seslerden bir nağme de sana verilmiştir.”(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 31)

Kur’an-ı Kerim'i Peygamberimizden daha güzel okuyan biri yoktur

Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i yatsı namazında “Ve’t-tîni ve’z-zeytûni” sûresini okurken dinledim. Ondan daha güzel sesli bir kimse işitmedim." (Buhârî, Ezân 102)

Kur’an'ı tegannî ile oku

Ebû Lübâbe Beşîr İbni Abdülmünzir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kur’an’ı tegannî ile okumayan kimse bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Vitr 20)

Peygamberimizin "bana Kur'an oku" dediği Sahabe

Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh der ki: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: – ”Bana Kur’an oku” buyurdu. –Yâ Resûlallah! Kur’an sana indirilmişken ben sana nasıl Kur’an okurum? dedim. – ”Ben Kur’an’ı başkasından dinlemeyi gerçekten çok severim” buyurdular. Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ sûresini okudum. “Her ümmetten gerçek bir şahit, seni de bunlara hakkıyla şahit getirdiğimiz zaman halleri nice olur” [âyet 41] anlamındaki âyete gelince: – ”Şimdilik yeter” buyurdular. Kendisine dönüp baktım, iki gözünden yaşlar boşanıyordu." (Buhârî, Tefsîru sûre(4), 9; Fezâilü’l-Kur’ân 33, 35)

Kurân’ı tercih ediniz

Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi’ne çıkarken Neccâroğulları’nın bayrağını Umâre bin Hazm’a vermişti. Daha sonra Zeyd bin Sabit’i görünce, bayrağı Umâre’den alıp ona verdi. Umâre -radıyallâhu anh-: “–Yâ Rasûlallah! Bana kızdınız mı?” diye sorunca Peygamber -aleyhisselâm-: “–Hayır! Vallâhi kızmadım! Fakat, siz de Kur’ân’ı tercih ediniz! Zeyd, Kur’ân’ı senden daha çok ezberlemiştir! Burnu kesik zenci köle bile olsa, Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimse başkalarına tercih edilir!” buyurdu. Evs ve Hazrec kabîlelerine de, bayraklarını Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimselere taşıtmalarını emretti. Bunun üzerine Avfoğulları’nın bayrağını Ebû Zeyd, Benî Selime’nin bayrağını da Muâz -radıyallâhu anh- taşıdı. (Vâkıdî, III, 1003)

Hiçbir peygambere verilmeyen iki nur

İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, bir keresinde Cebrâil aleyhisselâm Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturmakta iken, Resûl-i Ekrem yukarı taraftan kapı gıcırtısına benzer bir ses işitti ve başını kaldırdı. Cebrâil: – Bu, şimdiye kadar hiçbir şekilde açılmayıp sadece bugün açılan bir gök kapısıdır, dedi. Peşinden o kapıdan bir melek indi. Bunun üzerine Cebrâil: – Bu, yeryüzüne inen bir melektir. Bugüne kadar hiç inmemişti, dedi. Melek selâm verdi ve Peygamberimiz’e şöyle dedi: – Müjde! Sana, senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur verildi. Biri Fâtiha sûresi, diğeri Bakara sûresi’nin son âyetleri. Bunlardan okuyacağın her harfe karşılık sana sevap ve ecir verilir. (Müslim, Müsâfirîn 254)

Kur’an okunan evi rahmet kaplar

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir cemaat Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.” (Müslim, Zikr 38)

Kur’ana sımsıkı sarılın

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız iki mühim emânet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. O da Allâh’ın Kitâbı’dır! Kur’ân, semâdan yeryüzüne uzatılmış sağlam bir ip gibidir. Diğer emânet de âilem, Ehl-i Beyt’imdir. Kur’ân ve Ehl-i Beyt’im cennette Havuz’un başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra o ikisine karşı nasıl muâmelede bulunduğunuza iyi bakın, dikkat edin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3788)
Huzûr-i kalb ile Kur’ân oku

Hadîs-i şerîfte buyrulur: “Sizden birisi Rabbi ile münâcât ve mükâlemeyi (O’na yalvarıp O’nunla konuşmayı) severse huzûr-i kalb ile Kur’ân okusun.” (Suyûtî, I, 13/360)

Kur’an oku ve onunla amel et

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Kim Kur’ân-ı Kerîm’i okur ve onunla amel ederse, kıyâmet günü ebeveynine bir tâc giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş dünyâdaki bir eve konulduğunda onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur’ân-ı Kerîm ile bizzat amel edenin ışığı nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?” (Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1453)

Ticaretten daha karlı şey

Ebû Ümâme -radıyallâhu anh- da şöyle anlatıyor: Birisi Peygamber Efendimize geldi ve: “–Yâ Rasûlallâh! Falan oğullarının hisselerini alıp sattım, şöyle şöyle kâr elde ettim.” dedi. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Sana bundan daha kârlı bir şeyi haber vereyim mi?” dedi. Adam: “–Öyle bir şey var mı?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Kur’ân’dan on âyet öğrenen bir kimse senden daha kazançlıdır!” buyurdu. Bunun üzerine adam gitti ve hemen on âyet öğrenip geldi ve bunu Rasûlullâh’a bildirdi. (Heysemî, VII, 165)

Kur’ân, Al­lâh’ın zi­yâ­fe­ti­dirRasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştu: “Her zi­yâ­fet çe­ken, zi­yâ­fe­ti­ne (in­san­la­rın) gel­me­si­ni is­ter ve bun­dan mem­nun olur. Kur’ân da Al­lâh’ın zi­yâ­fe­ti­dir. On­dan uzak dur­ma­yı­nız.” (Dâ­ri­mî, Fe­zâ­ilü’l-Kur’ân, 1)

Kur’an ehli kimdir?

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “−Şüphesiz insanlardan Allâh’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm: “−Ey Allâh’ın Rasûlü! Onlar kimlerdir?” diye sorunca Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “−Onlar, Kur’ân ehli, Allâh ehli ve Allâh’ın has kullarıdır!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

Kur’an bilenlerin önceliği

Uhud Harbi sonunda ashâb-ı kirâm: “−Yâ Rasûlallâh! Şehidlerimiz pek çok. Bize ne yapmamızı emir buyurursunuz?” diye sordular. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “−Derin ve geniş kabirler kazınız, her kabre ikişer, üçer koyunuz!” buyurdu. Ashâb: “−Önce hangilerini koyalım?” diye sorunca Hazret-i Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-: “−En çok Kur’ân bileni önce koyunuz!” buyurdu. (Nesâî, Cenâiz, 86, 87, 90, 91)

Kur'ân'ı yaşayana cennet vardır

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Kim Kur’ân’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, Allâh bu sâyede o kimseyi cennetine koyar. Âilesinden hepsi cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148)

Kur’ân oku­yu­nuz

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, birgün Kur’ân âşıklarından Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh-’a hitâben: “–Allâh Teâlâ, «lem yekünillezine keferû» sûresini sana okumamı emir buyurdu.” dedi. Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh-: “–Allâh Teâlâ benim ismimi zikretti mi?” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Evet!” buyurdu. Übey bin Kâ’b, bu ikrâm-ı ilâhî karşısında çok duygulandı ve içli içli ağladı." (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 16, Tefsîr, 98/1, 3; Müslim, Müsâfirîn, 246)

Kur’ân bu­lu­nan bir kal­be azâbedilmez

Hadîs-i şerîfte buyrulur: “Kur’ân oku­yu­nuz... Çün­kü Al­lâh, için­de Kur’ân bu­lu­nan bir kal­be azâb et­mez...” (Dâ­ri­mî, Fe­zâ­ilü’l-Kur’ân, 1)

Ümmetin en şereflileri

Peygamber Efendimiz buyurur: “Ümmetimin en şereflileri, Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen hâfızlar ve gecelerini ihyâ edenlerdir.” (Suyûtî, I, 36/1063)

Kur’ân bir zenginliktir

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kur’ân bir zenginliktir ki ondan sonra fakirlik olmaz (yâni ona sâhip olan en muazzam bir hazîneye sâhip olmuştur) ve ondan başka zenginlik de yoktur (yâni o ilâhî hazîne hiçbir maddî zenginlikle kıyas edilemez).”
(Heysemî, VII, 158)

Kur’an Kerîm okumak Allah Teâlâ'yı zikirdir


Bir hadîs-i kudsîde Azîz ve celîl olan Allâh Teâlâ: “Kur’ân-ı Kerîm okumak ve Ben’im zikrim, her kimi, Ben’den bir şey istemekten meşgul eder, geri bırakırsa, Ben ona, isteyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm.” buyurmaktadır. (Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 25/2926)

Şifa Kur'ân'dadır

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlardır: “Devânın en hayırlısı Kur’ân’dır.” (İbn-i Mâce, Tıb, 28)

Allah Teâlâ Kur'ân okuyanı dinler

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Allâh, geceleyin iki rekat namaz kılan (ve Kur’ân okuyan) bir kulu dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemez. Allâh’ın rahmeti, namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, Kur’ân’la hemhâl oldukları andaki kadar hiçbir zaman Allâh’a yaklaşmış olamazlar.” (Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 17/2911)

Kur’ân yeryüzünde nûr, gökyüzünde azıktır


Ebû Zerr -radıyallâhu anh-: “−Yâ Rasûlallâh! Bana nasihatte bulun!” dediğinde Âlemlerin Efendisi: “−Kur’ân okumaya ve Allâh’ı zikretmeye bak, çünkü Kur’ân yeryüzünde senin için bir nûr, gökyüzünde de bir azıktır.” buyurmuştur. (İbn-i Hibbân, II, 78)

Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati… Çünkü hamele-i Kur’ân (yâni Kur’ân hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde peygamberler ve asfiyâ (yâni safâya ermiş olan Allâh dostları) ile birlikte Arş’ın gölgesindedir.” (Münâvî, I, 226)

Kur’ânı küçük yaşlarda öğrenmek

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler (Yâni Kur’ân’ın feyziyle nûrlanır.)” (Ali el-Müttakî, I, 532)

Kuran Okuyanın Kıyamette Durumu
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Kur’ân ehline ve âilesine şu güzel müjdeleri vermişlerdir:

“Kıyamet günü kabir yarılıp Kur’ân’ı okuyan kişi dışarı çıktığında, Kur’ân onu rengi solmuş bir adam gibi karşılar. «Beni tanıyor musun?» diye sorar.

Mü’min «Tanıyamadım» der.

O şahıs, «Ben öğle sıcağında seni susuz, gece uykusuz bırakan arkadaşın Kur’ân’ım. Her tüccar ticaretinin peşindedir. Sen ise bugün her ticaretin peşinde olacaksın!» der. Hemen sağ eline saltanat, sol eline ebediyet verilir, başına vakar tâcı konur, anne-babasına hulleler giydirilir ki dünya ehli onlara kıymet biçemez veya bunlar dünya ve içindekilerden daha kıymetlidir.

Onlar, «Bu değerli elbiseler bize niçin giydirildi?» diye sorarlar. «Çocuğunuzun Kur’ân’ı eline alması sebebiyle» denir.

Sonra Kur’ân okuyan kişiye, «Oku ve cennetin dereceleri ve odaları arasında yüksel!» denir. O, ister hızlı, ister tertîl üzere olsun okumaya devam ettiği müddetçe yükselmeye devam eder.”
(Ahmed, 5: 348; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15; Abdürrazzak, Musannef, 3: 373; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6: 129)

28 Eylül 2020 Pazartesi

Ahzab sûresi 52. âyet indikten sonra Peygamberimiz herhangi bir cariye edinmiş midir?


"Bundan sonra sana kadınlar helâl olmaz; mülkiyetin altında bulunanlar dışında kadınlarını, güzellikleri hoşuna gitse bile başka eşlerle değiştirmen de helâl olmaz. Allah her şeyi görüp gözetmektedir."
Ahzab,52.-

 Bu âyetin gelişinden sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir eşini boşamamıştır. Peygamber eşlerine ayrılma ya da Peygamber eşi olarak kalma muhayyerliği verilmiş ve istisnasız hepsi Peygamber'le kalmayı tercih etmişlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu âyetten sonra da başka bir kadınla evlilik yapmamıştır, cariye de edinmemiştir.

27 Eylül 2020 Pazar

Allah Teâlâ'nın en çok Peygamberimiz'i sevme sebebi nedir?


Allah Teâlâ'nın Peygamberimiz'e olan sevgisi O'nun sadece bir-iki vasfına dayanmaz. Allah Teâlâ Hz. Muhammed (sav)'i son elçisi olarak seçmiş, O'na iman etmeyi kendisine imanın şartı saymış, O'nu inkar edeni kendisini inkar etmiş olarak görmüş (Araf, 158), Allah'a ve Peygamber'e itaati bir arada şart koşmuş (Nisa, 59), Allah'ı sevmenin ölçüsü olarak Peygamber'e tabi olma gerekli kılınmış (Al-i İmran, 31), Allah ve Peygamber sevgisi bir arada talep edilmiş (Tevbe, 34), örnek alınacak en güzel numune olarak gösterilmiş (Ahzab, 21), âlemlere rahmet olarak gönderilmiş (Enbiya, 107), Allah'ın ve meleklerin O'na daima salât-u selam ettikleri bildirilmiş (Ahzab, 56), Kur'ân'da sayısız yerde ve İslam'a giriş cümlesi olan kelime-i tevhide kendi adı ile Rasûlü'nün adını bir arada zikretmiş, O'nun sünnetini dinin ikinci kaynağı olarak ikame etmiştir (Haşr, 7).
Çok bilinen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz "Ben kendisine; babasından, evladından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, hiç biriniz iman etmiş olmaz." (Buharî) buyurarak kendisine duyulacak sevgiyi imanımızın var oluşunun şartlarından olduğunu bize bildirmiştir.
Burada üzerinde durulması gereken nokta bu sevgiye O'nun değil, bizim ihtiyacımız olduğudur. Çünkü insanı davranışları konusunda en çok motive eden şey duygularıdır. Bilgi ve düşüncelerimiz duygusal olarak da benimsenmedikçe davranışa dönüşmez. İşte bu nedenle dahi biz Allah'ın dinini kendi bireysel ve sosyal hayatımızda somut olarak var edebilmek için Allah ve Rasûlü'nü her şeyden çok sevmeye muhtacız. Efendimiz'in sünnetini az önce kaynak olarak verilen âyet-i kerimeler doğrultusunda hayatımıza aksettirebilmek ancak, kendi nefsimiz, ailemiz, sevdiklerimiz ve sosyal çevremiz aksini talep ettiğinde bile sünnete uygun olanı tercih edebilecek gücü kendimizde bulabilmemiz durumunda mümkün olabilir. İşte bu güç Allah'a ve Rasûlü'ne duyduğumuz bağlılık ve sevgiden kaynaklanır. Bu nedenle de O'nu sevmeye kendimiz için muhtacız.
Hz. Muhammed (sav)'in Allah tarafından son elçi ve kıyamete kadar kendisine tabi olunacak en güzel örnek olarak seçilmesini sadece şakku's-sadr (göğsünün yarılması) hadisesine bağlamak yeterli bir açıklama olmaz. "Allah niçin en çok Hz. Muhammed (sav)'i sevmektedir?" sorusunun cevabını Allah adına biz veremeyiz. Yukarıda kaynak gösterilen âyetlerde açıklanan sebepler dışında bizim için tamamen gayb olan bu konuda söylenecek tek söz "kesbi (kişisel çaba ve gayretle elde edilen) ve vehbi (Allah vergisi olan) bütün özellikleri nedeniyle Allah O'nu çok sevmektedir." olabilir. Bunun dışındaki izahlar sadece kişisel varsayımlardan ibarettir.


 Fatma Bayram (Uzman İlahiyatçı)

26 Eylül 2020 Cumartesi

Ölüler dirileri duyar mı, rabıta, tevessül ve telkin


Soru
Gazali’nin Ölüm ve Ötesi kitabını okurken, kabirdekilerin dünyadakilerle iletişime geçip geçemeyeceğini araştırmak geldi aklıma. Siz değerli büyüğümün kalemine önem verdiğim için merakla okudum. Hocam siz şehitler ve bazı kimseler dışında kabirdekilerin dünyadakilerle iletişim kurmadığını düşündüğünüzü beyan etmişsiniz. Ben safi Anadolu kızıyım, değerlerime bağlı, bu ülkenin yetiştirdiği bir öğretmenim. Yaşadıklarımı veya öğrendiklerimi değerlerimden kopmadan mantık ve duygu gibi hasletlere tam oturtarak düşünmeyi severim. Sayın hocam, ben daha 13-14 yaşlarındayken babaanneme bir misafir geldi. 70 yaşlarında tertemiz Anadolu ninesi. Bu ninem mezarlıktan dönerken bize uğradığını söyledi. Sonra çok normalmiş gibi anam babam yine telâşlıydı dedi. Çok çok şaşırdığımı ve korktuğumu hatırlıyorum. Nineye sordum (cuma günüydü bu hadise) nasıl telâşlıydılar nine, dedim? “Abe kizanim bugün cumadir. Bayram vardir” dedi. Ninenin kabirdeki babası, ninenin kabirdeki anasına “hadi yine geç kaldık hadi çabuk ol bayram bitecek şimdi” diyormuş sürekli. “Peki, nine sen onlarla konuşabiliyor musun” dedim, “Yok be kizanim er gidişimde konişitiklerini duyarım” dedi. O günü, 36 yaşımdayım hâlâ unutmam. Diyeceğim o ki, bu ninenin kabirdeki olanları duyması da bir iletişim şekli olarak kabul edilebilir mi? Nine bunları duyduysa belki daha niceleri de dünyadakilerle konuşabiliyor olamaz mı? Bu arada bu ninenin yalan bilmez, namazında abdestinde dosdoğru bir kadın olduğunu öğrendim o gün. Anadolu yaşlılarını bilirsiniz, zikir tasavvuf ehli olmayanı çoktur, ama zikir ehli olandan daha feyiz verici halleri vardır. Tıpkı bu nine gibi...

Allah’a emanet olunuz saygıdeğer hocam.

Cevap
Bu sorunun cevabını da içine almış bulunan bir kitabımı yıllarca önce yazmıştım, aşağıda adı sanı gelecek. Tam iki yıl önce de bu değerli öğretmen kızımızın muhtemelen okuduğu aşağıdaki yazıyı yazmıştım; bugünlerde tarikatlar konusu tartışıldığı için ve kızımızın sorusunun cevabını da içerdiği için bir daha okumakta fayda var, güncelleyerek sunuyorum.

Bu soruya farklı meşrebi ve mezhebi olan âlimler farklı cevaplar vermişlerdir; çünkü ölülerin duyması durumunda hem onlardan bir şeyler talep etmek mümkün olacak hem de kabir başında yapılan telkin, makul ve meşru olacaktır.

Bu konuda genel fıkıh kitaplarında bilgiler bulunmaktadır, ayrıca özel olarak kitaplar da yazılmıştır. Burada bahsedeceğim iki kitapçık var:

Birincisi meşhur Bağdadlı müfessir Âlûsî’nin oğlu Mahmud’un yazdığı “el-Âyâtu’l-Beyyinât fi Adem-i Semâ’i’l-Emvât ınde’l-Hanefiyyeti’s-Sâdât” adını taşıyor (Arabistan, 1425), ikincisi ise yine Bağdadlı ve Nakşibendî-Hâlidî Dâvud b. Süleyman’a ait, ismi de “Risale fi’r-Reddi alâ Mahmud el-Âlûsî”. Bu reddiye, tabii ikincisinden sonra yazılmış ama önce 1306’da basılmıştır.

Tasavvufta rabıta var; bir sâlik zikrini yapmaya başlarken önce rabıta yapıyor, Allah’tan Peygamberimize (s.a.) O’ndan Hz. Ebu Bekir veya Hz. Ali’ye, onlardan aşağıya doğru diğer meşayihe ve en sonunda kendi şeyhine gelen feyze kalbini açıyor. Bu zevatın fâni âlemden göçmüş (ölmüş) olmaları manevî tesirlerinin devamına mani olmuyor, Allah Teâlâ gerektiğinde onlara hayat veriyor ve mesela selâm verenlere cevap veriyorlar, yahut ruhlar (Berzah) âleminde dünyadakilerle irtibat kurmalarına engel bulunmuyor.

Tasavvufta bir de tevessül konusu var. Tevessül, Allah Teâlâ’dan bir şey isterken, O’nun sevdiğine inanılan bir zatın gıyaben araya sokulması, hatırlanması veya türbelerinin ziyaret edilerek orada, kabaca ifade etmek gerekirse, “Yâ Rabbi! Onun hatırı için duamı kabul et, bana şunu bunu yap, ver…” denmesi şeklinde gerçekleşiyor. Bunun da makul olabilmesi, bazı zevatın öldükten sonra da dünyadakileri duymasına ve/veya onlarla irtibat halinde olmalarına bağlıdır.

Tabii İslâm uleması içinde, yukarıda açıklandığı üzere “Ölülerin dünyadakileri duymalarının mümkün olmadığına” ve “açıklanan şekliyle tevessülün caiz olmadığına” inananlar da var.

Her iki grup inançlarını aklî ve naklî delillerle savunuyorlar.

Bu yazının konusu tevessül olmadığı için merak edenlere “Ebediyyet Yolcusunu Uğurlarken” isimli kitabımı tavsiye ederim. Diyanet Vakfı’nın yayınladığı bu küçük kitapta hem karşı çıkan İbn Teymiyye’nin görüşünü hem de M. Zâhid Kevserî’nin (v. 1371/1951) “Muhikku’t-Takavvul fî Mes’eleti’t-Tevessül” isimli risalesindeki savunmasını özetlemiştim.

Peygamberimiz (s.a.), şehitler ve bazı münferit olaylar müstesna, genel mânâda ölülerin, dünyada yaşayan insanları duymadıklarına inanıyorum. (Bu nineninki de doğru ise münferit olaylardan sayılır ve sözünden anlaşılan odur ki, nine onları duyuyor fakat onlar nineyi duymuyorlar).

Yukarıda adını verdiğim Âlûsî de kitabında bunu (duymadıklarını) savunuyor, âyetler ve hadîsleri sıralayıp açıklıyor, fıkıh mezheplerinin görüşlerine yer veriyor ve özellikle de Hanefî mezhebi âlimlerinin sözlerini naklediyor.

Allah Teâlâ mübarek kitabında “ölülere Peygamberimizin bile sesini duyuramayacağını” açıkça ifade buyuruyor (Fâtır 22, Neml 80, Rûm 52).

Peygamberimiz’in (s.a.) bir iki vak’ada müşrik ölülerine seslenişini, bu kesin ifadeli âyetler sebebiyle şu şekillerde yorumluyorlar:

Bundan maksat ölülere duyurmak değil, yaşayanlara ders vermektir.

Bu vak’aya mahsus olmak üzere Allah Teâlâ Peygamberi’ne mucize olarak bu imkânı vermiştir.

Âlûsî, Hanefi mezhebinin görüşünü şöyle özetliyor:

“Tenvîru’l-Ebsâr” isimli kitabın Tahâvî ve İbn Âbidîn tarafından yapılan şerh ve haşiyeleri, Fethu’l-Kadîr, Hidaye, Merâkı’l-Felâh ve haşiyesi, el-Kenz ve şerhleri gibi Hanefî mezhebinde muteber ve fetva kaynağı olan kitaplardan naklettiğim ifadelerden açıkça anlaşılan odur ki: Bir insan, ruhu cesedini terk ettikten sonra dünyadakileri işitemez. Hanefî uleması bu hükümde ittifak etmişlerdir. Diğer mezheplerden de onları teyit eden âlimler vardır.”

Ölüler dirileri işitemeyeceğine göre kabir başında yapılan telkin de makul ve meşru olmuyor. Bu konuyu, yukarıda adını verdiğim kitabımda şöyle açıklamıştım:

Cenazeyi defnettikten sonra Resulûllâh’ın (s.a.) kabirde bir müddet kaldığını, cemaate: “Kardeşiniz için istiğfar edin ve iman üzerine sebatını dileyin; çünkü o şu anda sorguya çekilmektedir”, buyurduğunu daha önce zikretmiştik. Buna göre sünnet olan definden sonra kabrin başında bir müddet kalmak, Allah Teâlâ’ya, din kardeşimizin affı ve mağfireti için dua etmektir. Kur’ân-ı Kerîm’den bazı kısımların okunmasının da sünnet ve faydalı olduğunu nakletmiştik. İmdi bu sünneti terk edip onun yerine “Ey filân oğlu veya kızı filân, dünyayı terk ettiğin zaman ve durumu hatırla...” şeklindeki sözlerle imamın telkin vermesi sünnet değildir. Bunu Resulûllâh’ın (s.a.) yaptığına veya yapın dediğine dair sahih bir hadis yoktur. Büyük müçtehit ve hadis bilgini Ahmed b. Hanbel’e telkini sorduklarında şu cevabı vermiştir: Ebû’l-Muğîre vefat edince Şamlılar bunu yaptılar, bunlardan başka mezkûr telkini yapan birisini görmedim.

Birkaç sahâbe ve tâbiûnun telkin yaptığına ve bazı zayıf rivâyetlere dayanan Şâfiiler mezkûr telkinin müstehap olduğunu söylemişlerdir. Mâlikî ve Hanbelîler bid’at olduğunu göz önüne alarak “mekrûh” demişlerdir. Hanefîlere göre ne sünnettir ne de mekrûhtur; ne yapılması tavsiye edilir, ne de bırakılması.

Durru’l-Muhtâr’ın, metninde, “Ölü defnedildikten sonra telkin yapılmaz” denmiş, İbn Abidin Reddü’l-Muhtar’da bu rivâyetin kuvvetli olduğunu nakletmiştir. Fakat Hanefîlerin çoğuna göre -yukarıda zikrettiğimiz gibi- ne yapın denir, ne de yapmayın. Sünnet ve fıkıh karşısında telkinin durumu da bundan ibarettir. Bir ülkedeki bütün müftü ve mürşitler ittifak edebilirse bu bid’atın terki daha uygundur. İhtilâf ve tefrikaya sebep olacaksa tasfiyesinin zamana 
bırakılması gerekir.


25 Eylül 2020 Cuma

Peygamberimiz Kur'ân-ı Kerîm okumada hangi yöntemi tavsiye etmiştir?


Soru: Peygamberimiz Kur'ân-ı Kerîm okumada hangi yöntemi tavsiye etmiştir? Kendisi nasıl okurdu? Makamla okumak sonradan oluşmuş bir gelenek midir?

Sorunuzla ilgili rivayetlere geçmeden önce Kur'an-ı Kerim'in makamla okunması konusunda biraz bilgi vermek gerekir düşüncesindeyiz.
Tarih boyunca Kur'an-ı Kerim'e duyulan saygı sebebiyle, okunuşundan anlaşılmasına, yorumlanmasından yaşanmasına kadar üzerinde durulması gereken hususlar, bütün yönleriyle, Müslümanlar tarafından ele alınıp incelenmiştir.
Kur'an'ın okunuşu da "kıraat" ve "tecvit" ilimleriyle, ayrıntılı bir şekilde tespit edilmiştir. Ancak kıraate makamın katılıp katılmaması tartışma konusu olmuştur. İslam'ın fıtrat dini oluşu, insanın yaratılışına en uygun din oluşu ve insanın güzelliğe meyli dikkate alındığında görülecektir ki, mûsikî de güzel sanatların en eskisi, en yaygını ve en etkili olanıdır.
Ayrıca Kur'an'ın kendisinde de üstün bir âhenk ve üslubun olduğu görülmektedir. Bunu sağlayan unsurların başında ise âyet sonlarında güzel bir uyum ve ahenkle yer alan fasılalar gelmektedir.
Öte yandan, konuyla ilgili âyet ve hadislerin işaret ettiği mana; tecvid kaidelerine uymak kaydıyla, okuyuşu güzel ses ve makam ile süslemenin caiz olduğu ve hatta teşvik edildiği şeklindedir. Bununla birlikte, işi çığırından çıkararak ses gösterisine dönüştürmek, makamı ön plana almak, tecvid kurallarından fedakarlık etmek ve okunanın Allah kelamı olduğu şuurundan uzaklaşmak elbette caiz değildir.
Konuyla ilgili rivayetlerden bazıları şöyledir:
-"Kur'an'ı tertîl ile (ağır ağır, tane tane, düşünerek) oku" (Müzzemmil 73/4)
-Ümmü Seleme ve Enes b. Malik'den gelen bilgilere göre Peygamberimiz Kur'an'ı tane tane okur, durulacak yerlerde durur, uzatılacak yerleri uzatırdı. (Buhari, fedailü'l-Kur'an 29)
-Bera b. Azib şöyle demiştir: "Resulullah'ı yatsı namazında Tûr suresini okurken işittim. Ondan daha güzel sesli, yahut okuyuşu ondan daha güzel hiç kimseyi işitmedim." (Buhari, Ezan 102)

Konuyla ilgili daha geniş bilgi için bkz.
Kur'an-ı Kerim'in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, İsmail Karaçam.
Kur'an Okuma Esasları, Abdurrahman Çetin.

Meral Günel (Uzman İlahiyatçı)

24 Eylül 2020 Perşembe

Bir soru


Soru: Annelerin eğitim adına çocuğunu dövdüğünü düşünürsek cennet nasıl onların ayakları altında olur? Peygamberimizin bu konudaki tutumu nasıldı?

“Cennet anaların ayakları altındadır.” Hadis-i Şerifi, annelerin çocuklarını dövebileceği anlamına gelmez. Böyle bir yorum hadisin lafızlarını zahiri anlamlarıyla ele almak olur ki, bu yolla maksadın anlaşılması mümkün değildir. Bu sözden anlaşılması gereken, anaya hürmetin lüzumu ve onun rıza ve hoşnutluğu olmadan cennete gidilemeyeceği gerçeğidir. Yoksa ‘ana-baba evladı üzerinde kayıtsız-şartsız bir mülkiyeti haizdir ve evladına dilediğini yapabilir’ anlamına gelmez. İslam’da anne karnındaki ceninin bile, korunması gereken hakları vardır. Hiçbir yetişkin, çocuğu üzerinde dilediğince tasarruf edemez (bkz. Doç. Dr. Orhan Çeker, İslam Hukukunda Çocuk, Kayıhan Yayınları).
Peygamberimiz evliliği, çocuk sahibi olmayı ve çocukları iyi yetiştirmeyi teşvik etmiş ve bu konuda büyüklerin sorumluluğuna dikkat çekmiştir (bkz. Buhari, I, 215). Çocuklarına düşkün olan hanımları övmüş ve anneleri, çocuklarına karşı sevgi ve şefkatle davranmaya teşvik etmiştir (bkz. Buhari, VI, 120-121).
Hz. Peygamber çocuklarla ilgilenir, selam verir (İbn Mace, II, 1220), onların hatırını sorardı. Zaman zaman çocukları ve özellikle torunlarını sırtına bindirirdi. Hoşlanacakları adlar takarak çocuklarla şakalaşır ve onları eğlendirirdi. Bütün bu sıcak yakınlıktan dolayı çocuklar Onu (sav) çok sever, bir yolculuktan döneceği zaman kendisini karşılamaya çıkarlardı (İbn Hanbel, IV, 5; Ebu Davud, III, 219).
Hz. Peygamber çocuğa iyi bir terbiye ve eğitim verilmesini çocuğun babası üzerindeki hakları arasında saymıştır. Terbiyeyi ana-babanın çocuğuna bırakacağı en güzel miras olarak değerlendirmiştir (Tirmizi, IV, 337). Anne-babanın çocuklara (öpücüğe varıncaya kadar her konuda) eşit muamele yapmasının onların görevi ve çocuğun da doğal hakkı olduğunu bildirmiştir (İbn Hanbel, IV, 269). Bu konuda çocukların kız-erkek, büyük-küçük, öz veya üvey olması arasında fark yoktur.
İslam alimleri altı yaşından önce çocuğa herhangi bir nedenle vurulmasının haram olduğunu, ayrıca farzı ilgilendirmeyen konular için çocuğa asla vurulmaması gerektiğini klasik dönemden itibaren belirtmişlerdir. Hz. Peygamber'den rivayet edilen “on yaşına geldiği halde namazı ihmal ediyorsa döverek kıldırma” ifadesi hayatında hiçbir çocuğa vurmamış olan Peygamberimizin namaz konusunu ne kadar ehemmiyetli gördüğünün bir yansımasıdır. Bu hadisi yorumlayan ulema 10 yaşından sonra çocuklara terbiyevi amaçlı vurmayı “yaralayıcı olmamak, üç darbeyi geçmemek ve başa vurulmamak” gibi kurallarla sınırlamışlardır (bkz. Kütüb-i Site Tercüme ve Şerhi, İbrahim Canan, c.8, s.231).
Dayağın eğitim-öğretim işinin bir parçası olarak görüldüğü toplum düzenlerinde bu sınırlamalar bir gelişme olarak görülebilirse de eğitimin hiçbir aşamasında dayağın düşünülemeyeceği günümüzde daha etkin disiplin yöntemleri için bkz. Doç. Dr. Halis Ayhan, Din Eğitimi ve Öğretimi ve Dr. Thomas Gordon, Çocukta Dış Disiplin mi İç Disiplin mi.

Fatma Bayram (Uzman İlahiyatçı)

23 Eylül 2020 Çarşamba

Belli Bir Vakte Bağlı Olmaksızın Yapılan Zikrin Fazileti Hakkındaki Deliller-EL-EZKÂR-İ.NEVEVİ


Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kulun Allah'ı zikretmesi, diğer her şeyden daha büyüktür. "[19]
"İbâdetle beni zikredin, ben de size sevabım vereyim."[20]
"O Yûnus (peygamber) eğer tesbîh edenlerden olmasaydı, insanların öldükten sonra dirileceği (Kıyâmet) gününe kadar balığın karnında bekliyecekti."[21]
"(Melekler) gece gündüz (Allah'ı) tesbîh ederler, bıkmazlar. "[22]
10Ebû Hüreyre'den (Abdurrahmân ibn Sahr'den radıyallahü anh) otuz kadar ifade ile nakledildiğine göre demiştir ki, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
İki söz vardır ki onlar dile hafiftirler, terazide ağırdırlar; Rahmân olan Allah'a sevimlidirler: (Bunlar: Sübhânellâhi ve bihamidihî, Sübhânellâhil'azîmi)
"Allah'a hamd ederek O'nu noksanlıklardan tenzih ederim, Yüce Allah'ı tenzih ederim."[23]

[19] Ankebût: 45
[20] Bakara: 152.
[21] Saffat: 143-144
[22] Enbiyâ: 20.
[23] Buhârî. Müslim. Tirmizî.

http://islamilimleri.com/Ktphn/Kitablar/13/005/Turkce/CiftSayfa.htm

22 Eylül 2020 Salı

Bi'datlere düşmeden şifa için nasıl dua edebiliriz?

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şifa için nasıl dua edeceğimizi bizi öğretmiştir. Başka yollar aramak bize bi'dat kapısını açar. 

 Kur’an’ın şifa olduğunda hiçbir şüphemiz yoktur. Onu okuyan kendine dua etmiş olur, Kur’an, cin ve şeytan kaynaklı sıkıntılara karşı koruyucudur, Kur’an ruhi hastalıkların, şifasıdır, manevi desteğidir. 

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şu ayet, şu sure şu hastalık için şifadır dememişse bunun bir hükmü yoktur.

Ancak Kur’an’ın tamamı şifa maksadı ile okunabilir. Hadislere baktığımızda Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in Fatiha, İhlâs, Felak-Nas sûreleri ve Ayetel kürsi okunmasını tavsiye ettiğini görüyoruz. Halis bir niyetle bu belirtilen sûre ve ayetleri okuyana biiznillah şifa kaynağı olurlar.

 Hastaya okunan şeyler ya Kur’an ayetleri olmalı ya da hadisi şeriflerde okunması tavsiye edilen dualar olmalıdır. Birtakım rumuzlar, tılsımlarla okuma olmaz.

HADİSLERDE ŞİFÂ DUÂLARI

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hastalara şöyle duâ etmiştir:

Hazret-i Âişe –radıyallahu anha-’dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– ailesinden bazı fertleri sağ eliyle sıvazlar ve şöyle duâ ederlerdi;

*«  اَللّٰهُمَّ ربَّ النَّاسِ ، أَذْهِبِ الْبَأسَ ، اَشْفِ  أَنْتَ الشَّافيِ، لاَ شِفَاءَ إِلاَّ شِفَاؤُكَ ، شِفاءً لاَ يُغَادِرُ سَقَماً »*

Allahümme Rabennas Ezhibil be’s, eşfi enteşşafi, laşefae illa şifauk şifaen la yuğadiru sekama.

Anlamı:“Bu hastalığı gider ey insanların Rabbi! Şifâ ver, çünkü şifâ verici sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Öyle şifâ ver ki hiç bir hastalık bırakmasın.” (Buhârî, Merdâ, 20; Müslim, Selâm, 46; Ebû Dâvud, Tıbb, 18, 19)

Yine Âişe –radıyallahu anha-’dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem, bir insan bir yerinden şikayet eder veyahut bir çıbanı veyahut bir yarası olursa şehadet parmağının içini yere değdirir, sonra da onu rahatsız olan yerin üzerine kor ve şöyle derdi:

 *« بِسْمِ اللّٰهِ ، تُرْبَةُ أَرْضِنَا ، بِرِيقَةِ بَعْضِنَا ، يُشْفَى بِهِ سَقِيمُنَا ، بِإِذْنِ رَبِّنَا »*


Bismillahi turbetu ardina birikati ba’dina yüşfa bihi sekimuna bi-izni rabbina.

Anlamı: “Allah’ın adıyla duâya başlarım. Bizim yerimizin toprağı ve birimizin tükrüğü vesilesiyle Allah’ın izniyle hastamız şifâ bulur.” (Buhârî, Tıbb, 38; Müslim, Selâm, 54; Ebû Dâvud, Tıbb, 19)

*   Ebu Said el -Hudri radıyallahu anh diyor ki: Cebrail Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem–e geldi: Ya Muhammed, bir şikayetin var mı, dedi. O da, evet, dedi. Cebrail şöyle dua etti:

*« بِاسْمِ اللّٰهِ أَرْقِيكَ، مِنْ كُلِّ شَيْءٍ يُؤْذِيكَ، مِنْ شَرِّ كُلِّ نَفْسٍ أَوْ عَيْنِ حَاسِدٍ، اَللّٰهُ يَشْفِيكَ، بِاسْمِ اللّٰهِ أَرْقِيكَ »*


Bismillahi erkıyke min kulli şeyin yu’zike min şerri kulli nefsin ev aynin hasidin, Allahu yeşfike bismillahi erkıyke.

Anlamı:“Allah’ın ismiyle seni rahatsız eden her şeyden sana okurum. Her nefsin veya hasetçi her gözün şerrinden Allah sana şifâ versin. Allah’ın adıyla sana okurum.” derdi.(Müslim, Selâm,2186)

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bir rahatsızlıkları olduğu zaman Muavvizeteyn sûrelerini (Felak ve Nas sureleri) okur, kendi üzerine üfler ve onu eliyle üzerinden silerdi. Ve şöyle buyururlardı:

 *بِسْمِ اللّٰهِ اَللّٰهُمَّ دَاوِني بِدَوَاءِكَ وَاشْفِنِي بِشِفَاءِكَ وَأَغْنِنِي بِفَضْلِكَ عَمَّنْ سِوَاكَ وَاحْذَرْ عَنِّي أَذَاكَ.*


Bismillahi Allahümme dâvini bi devaike veşfini bi şifaike ve ağnini bi fadlike ammen sivâk vahzer anni ezake.

İbn Abbas radıyallahu anhumadan: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm şöyle buyurdu: Kim eceli gelmemiş bir hastayı ziyaret eder de onun yanında yedi defa:

* أَسْأَلُ اللّٰهَ الْعَظِيمَ رَبَّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ أَنْ يَشْفِيَكَ »*


Es-elullahel-azime rabbel arşil azimi en yeşfiyek.

Anlamı: “Ulu arşın Rabbi ulu Allah’tan sana şifâ vermesini istiyorum!” derse muhakkak Cenab-ı Allah ona o hastalıktan şifa verir. (Ebû Dâvud, Cenâiz,316)

Abdullah bin Amr bin As radıyallahu anhumadan: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hastalara şöyle buyurmuştur: Bir adam bir hastayı ziyaret etmeye geldiği zaman:

*اَللّٰهُمَّ اَشْفِ في عَبْدَكَ يَنْكَأْ لَكَ عَدُوًّا، أَوْ  يَمْشِي لَكَ إِلَى صَلَاةٍ*


“Allahümmeşfi abdeke yenke’ leke adüvven ev yemşî leke ilâ salatin.” 

Anlamı: (Allah’ım! düşmanın canını yakan, yahut namaza koşan kuluna şifa ver, desin.) Ebû Dâvud, Cenâiz, 3107;

* Osman İbnu Ebi'l-As radıyallahu anh vücudundaki bir ağrıdan dolayı Resûlullah aleyhissalâtu vesselâma şikayet etti. 
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da ona:
'Elini, vücudunda ağrıyan yerin üzerine koy; Üç kere,
'Bismillah'tan sonra yedi kere, 

*أَعُوذُ بِعِزَّةِ اللَّهِ وَقُدْرَتِهِ مِن شَرِّ مَا أَجِدُ وَأُحَاذِرُ »*


'Eûzü bi-izzetillahi ve kudretihi min şerri mâ ecidu ve uhâzir.'/ 'Bedenimde çekmekte olduğum şu hastalığın şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınıyorum.' de dedi.(Müslim, Selam,2202)

İbn Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ağrılardan ve sıtmadan şöyle dememizi buyururdu: 

*بِسْمِ اللّٰهِ الْكَبِيرِ ،نَعُوذُ بِاللّٰهِ الْعَظِيمِ مِنْ شَرِّ عِرْقٍ نَعَّارٍ، وَمِنْ شَرِّ حَرِّالنَّارِ*


Bismillahil kebir neuzu billahil azimi min şerri ırkın na'arin, ve min şerri harinnar.

Büyük Allah'ın adıyla, zonklayan her damarın şerrinden ve cehennem ateşinin hararetinin şerrinden ulu Allah'a sığınırız. (İbn Sünni,571;Tirmizi,Tıb,2075;İbn Mace,Tıb,3526)

Bu gibi durumlarda  da yine kendine Fatiha,İhlas ile muavvizeteyn okuması da uygundur. Eline üfler, ağrıyan yerine sürer.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.