18 Aralık 2019 Çarşamba

HİCR SÛRESİ 87.- 99. ayetlerin tefsiri


Allah Teala'nın Hz. Muhammed Mustafa (S.A.)'E Yaptığı Lütuflar


87- Şüphesiz ki biz, sana namazlarda tekrar tekrar okunan yedi ayeti (Fatiha'yı) ve yüce Kur'anı verdik.

88- Sakın kâfirlerden bir kısmına verdi­ğimiz çeşitli dünya nimetlerine (heveslenip) göz dikme. Onların âkibetlerine üzülme. Müminlere, merhamet kanatlarını indir.

89. De ki: "Şüphesiz ki ben apaçık bir uyarıcıyım."

90- Nitekim biz, bölücülere de emrimizi indirmiştik.

91- "Onlar Kur'an'ı (bir kısmına iman edip bir kısmına iman etmeyerek) parçalara böldüler"

92-93- Yapmış oldukları amellerden dolayı Rabbine yemin olsun ki, onların hepsini hesaba çekeceğiz.

94- (Ey peygamber!) Emrolunduğun şeyi açıkça tebliğ et. Müşriklerden yüzçevir.

95- Alay edenlere karşı biz sana yeteriz.

96- Onlar Allah'la beraber bir ilâh edi­nirler. Yakında bileceklerdir.

97- Şüphesiz ki biz, onların söyledikle­rinden senin canının sıkıldığını çok iyi biliyoruz.

98- Sen, Rabbini hamd ile teşbih et. Sec­de edenlerden ol.

99- Sana ecel gelinceye kadar, Rabbine ibadet et.

Açıklaması


"Allah'a yemin olsun ki, Ey peygamber! Biz sana Seb'ul-Mesanî'yi; namaz­larda tekrar tekrar okunan yedi ayeti ve yüce Kur'anı indirdik."

1- "es-Seb'ul-Mesanî": Yedi ayeti olan ve namazın her rek'atında tekrarla­nan Fatiha Suresi'dir. Besmele bu surenin yedinci ayetidir. Allah bu sureyi sa­dece size indirdi.

Buharî "es-Seb'ul-Mesanî" hakkında biri Ebû Said b. Muallâ'dan, diğeri Ebû Hureyre'den olmak üzere iki hadis-i şerif rivayet etmiştir:

a) Ebû Said b. Muallâ'nın hadisi şöyledir: Namaz kılarken Peygamberimiz (s.a.) yanıma uğradı. Beni çağırdı. Namazı bitirmeden onun yanına gitmedim Sonra gittim. Bana:

— Senin bana gelmene engel olan nedir? dedi. Ben de:

— Namaz kılıyordum, dedim Peygamberimiz (s.a.)

— Allah: "Ey iman edenler! Allah'ın rasulü sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman hemen Allah'ın ve rasulünün davetine icabet edin" (Enfal, 8/24) buyurmadı mı? Sana mescidden çıkmadan önce Kur'an'daki en büyük sureyi öğreteyim mi? Peygamberimiz (s.a.) Mescidden çıkmaya kalkınca ona sözünü hatırlattım. Şöyle buyurdu: "Elhamdülillahi Rabbil-Âlimîn, bana verilen es-Seb'ul-Mesanî ve yüce Kur'andır."

b) Ebû Hureyre'nin hadisi şöyledir: Peygamberimiz (s.a.) buyuruyor ki: "Kur'anın anası 'es-Seb'ul-Mesanî' Fatiha süresidir."

2- Bir başka görüşe göre es-Seb'ul-Mesanî yedi uzun sure: Kıssalar, hü­kümler ve cezaların tekrar edildiği; Bakara, Âl-i İmran, Nisa, Maide, En'am, A'raf, Enfal sureleridir.

3- Bir diğer görüşe göre: "es-Seb'ul-Mesanî"den maksat: Bütün Kur'andır. Buradaki atıf müteradif (eşanlamlı) iki kelimenin birbirine atfedilmesidir. Ni­tekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Allah sözlerin en güzeli olan Kur'anı müteşabih (ayetleri birbirine benzeyen) mesani (karşılıklı hükümleri zikreden) bir kitap olarak indirmiştir." (Zümer, 39/23) Kur'an bir yönden müteşabih, di­ğer yönden mesanidir.

Tercih edilecek görüş Buharî'nin açıklamasının Fâtiha'nın es-Seb'ul-Mesani olduğu hakkında kesin nass olmasıdır. Ancak İbni Kesir'in dediği gibi Fâti-ha'dan başkasında bu vasıf olduğunda ona bu vasfın verilmesine engel yoktur. Kur'an'ın tamamının da bu vasıfla anılması gerçeğe aykırı değildir. Ayet Küba Mescidi'nde nazil olmuştur. Bu hususta hiçbir çelişki yoktur. Bir şeyin bir isimle zikredilmesi aynı ortak vasfi taşıyan bir başka şeyin de aynı isimle anılması­na engel değildir.[11]

Bu büyük lütuftan sonra Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Ey Rasulüm! -Hi­tap aslında ümmetinedir- Zenginlere verdiğimiz dünya hayatının zinetine heveslenme." Zira bunun ardından şiddetli bir ceza vardır.

"Onların içinde bulundukları dünya metaı ve geçici zevkleri bırakıp Al­lah'ın sana verdiği Yüce Kur'an ile iktifa et." mana şudur: Allah'ın sana yaptığı vahiyle iftihar et. O'nun nimetinin azametini takdir et. Dünyaya ve dünyanın zinetine ve dünya ehlini imtihan etmek için kendilerine verdiğimiz geçici süsle­re bakma. Onların içinde bulundukları duruma imrenme. Onların seni yalanla­malarına ve senin dinine muhalif olmalarına kırılma. Sen büyük bir nimet içe­risinde olduğun zaman bu nimete göre diğer nimetler basit gelir, önemsiz sayı­lır. Bu ifade Kur'an'ın büyük bir servet, hayır ve kurtuluş yolu olduğuna delil­dir. Bu ayetin bir benzeri de: "(Ey Muhammed!) Bir kısım kâfirler, kendilerini imtihan etmek için verdiğimiz dünya hayatının süsünde sakın gözün olmasın." Tâ-Hâ, 20/131).

Hz. Ebubekir (r.a.) diyorki: "Kime Kur'an verilir de, başkasına kendisine verilen bu nimetten daha üstün bir nimetin dünyada verildiğini zannederse büyük nimeti küçültmüş, küçük nimeti büyültmüş olur."

"Onların durumuna üzülme" İslâm'ın kuvvet bulması müslümanların iz­zet bulması için, müşrikler iman etmiyorlar diye üzülme. Denilmiştir ki: Ayetin manası şöyledir: Onlara verilen bu dünya nimetine bakıp üzülme. Senin için ahirette daha üstün nimetler vardır.

Kafirlerin zenginlerine bakmaktan nehyettikten sonra Rasulüne müslü­manların fakirlerine karşı alçakgönüllü olmayı emrederek şöyle buyurdu:

"Müminlere merhamet kanatlarını indir." Yani müminlere yumuşak dav­ran. Tevazu ile davran. Onlara sert ve katı davranma. Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Allah tarafından verilen rahmet sebe­biyle onlara yumuşak davrandın. Eğer sen sert ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz insanlar etrafından dağılır giderlerdi. Öyleyse onları affet ve onlar için Al­lah'tan mağfiret dile. İşlerinde onlarla istişare et. (Âl-i İmran, 3/159).

Bundan sonra Allah onu "uyarma" vazifesine yönelterek şöyle buyurdu: Ey Muhammed! De ki! Yalanlama ve dalâlette devam etmek sebebiyle peygam­berlerini yalanlayan önceki ümmetlere gelen ve onları kuşatan intikam ve azab gibi acıklı bir azaptan uyarıcı ve kurtarıcıyım."

Buharî ve Müslim'in Sahihlerinde Ebû Musa el-Eş'arî'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Benim ve Allah'ın, benimle gönderdiği kitabın misali şu adam gibidir: Adam kavmine gelir ve şöy­le der: Ey kavmim! Ben düşman ordusunu gördüm. Ben gerçekten açık bir uya­rıcıyım. Yetişin! Yetişin! Kavminden bir gurup ona itaat eder. Derhal yola çıkar, yürümeye devam eder ve kurtulurlar. Kavminden diğer gurup da onu yalanlarlar, yerlerinde dururlar. Düşman ordusu ansızın çıkagelir. Hepsini helak eder, yok eder. İşte bana itaat edip de benim getirdiğim kitaba uyan ile bana isyan edip benim getirdiğim Hak kitabı yalanlayan kimselerin misali budur."

"Nitekim biz bölücülere de emrimizi indirmiştik. Onlar Kur'an 'ı (bir kısmı­na iman edip bir kısmına iman etmeyerek)parçalara böldüler."
(Hicr, 90-91).

(Ke-mâ enzelnâ) kelimesindeki kâfin müteallakı hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Kâfin müteallakı 87. ayettir. Yani senden önceki ehl-i kitaba (Ya­hudi ve Hristiyanlara) Tevrat ve İncili indirdiğimiz gibi sana da Kur'an'ı indir­dik. Yahudi ve Hristiyanlar Kur'an'ı kısımlara ayırdılar. Tevrat ve İncil'e uygun olan kısmına iman ettiler. Bu iki kitaba aykırı olan kısmını inkâr ettiler. Kur'an'ı (kendi zanlarınca) Hak ve Batıl diye iki kısma ayırdılar.

Bu görüş Buharî, Said b. Mansur, Hakim ve İbni Merdüveyh'in İbni Abbas'dan rivayet ettikleri görüştür.

İkinci Görüş:
Kâfin müteallakı 89. ayettir. Yani bu bölücülere -Yahudi ve Hristiyanlara- indirdiğimiz azab gibi Kureyş'i de azabın geleceği uyarısı ile uyar.

Bu durum, Kureyza ve Nadiroğulları'na uygulanan husustur. Beklenen şey olmuş gibi telakki edilmiştir. Bu mucizedir. Olacak bir şeyi haber vermek­tir. Bu da olmuştur, gerçekleşmiştir.

Bu iki görüşten herbiri bölücüleri Ehl-i Kitaptan saymaktadır. Bölünen yani kısım kısım telakki edilen Kur'an'dır. Burada Kur'an'la kastedilen oku­dukları kitaplardır. Bunlar bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr ettiler. Bu Peygamberimiz (s.a.)'i teselli babından olmaktadır. Zira onun kavmi (Kureyşliler) Kur'an hakkında sihirdir, şiirdir yahut kâhinliktir, demişlerdir.

Burada bir üçüncü görüş daha vardır ki, bu da İbni Abbas'dan rivayet edil­miştir. Fahreddin Razî bunu birinci görüş olarak saymıştır. İbni Abbas bu riva­yette şöyle demiştir: Bunlar Mekke yollarını aralarında taksim eden kimseler­dir. İnsanları, Rasulullah (s.a.)'a iman etmekten menetmektedirler. Sayıları 40 kadardı.

Mukatil b. Süleyman: Sayıları 16 kişiydi. Bunları Velid b. Mugire Hac Mevsiminde görevlendirmişti. Bunlar aralarında Mekke'nin tepelerini ve yolla­rını bölüşmüşlerdi. Buradan Mekke'ye gelenlere: İçimizden çıkıp da peygam­berlik iddia eden kişiye aldanmayın. Çünkü bu adam mecnundur, diyorlar. İn­sanları o sihirbazdır, kâhindir veya şairdir diye Peygamberimiz (s.a.)'den nef­ret ettirmeye çalışıyorlardı. Allah da onlara rezil-rüsvay edici bir hastalık gön­derdi, en kötü bir ölümle öldüler. Ayetin manası: Ben sizi bu bölücülere inen belâ gibi bir belânın gelmesine karşı uyarıyorum, şeklindedir.[12] Bu durumda bölücüler Kureyşlilerdir.

Bu uyarıdan sonra Cenab-ı Hak amellerinin hesabı görüleceğine dair yüce zatına yemin ederek şöyle buyurdu: "Rabbine yemin olsun ki hepsine soracağız" Yani Allah'a yemin olsun ki, bütün kâfirlere ihtar ve azarlama suali olarak söz ve hareketlerinden soracağız. Onlara bunun karşılığını tam olarak vereceğiz.

Ebu'l-Âliye, bu ayeti şöyle tefsir etti: Allah, kıyamet günü bütün kullara şu iki şeyi soracak: neye kulluk ettiklerini ve peygamberlere ne şekilde cevap verdiklerini soracak.

İbni Ebî Hatim, Muaz b. Cebel'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Pey­gamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ya Muaz! Kişi kıyamet günü bütün dav­ranışlarından sorulacak: Hatta gözlerinin sürmesinden, parmağındaki çamur artıklarından bile sorulacaktır. Sakın kıyamet günü senden başkasının Al­lah'ın sana verdiği nimetle senden daha mesud olduğunu görmiyeyim. (Sen kı­yamette en mes'ud insan olmaya çalış.)

Ey Peygamber! Senin görevin uyarıcı olmak ve amellerinin hesabının gö­rülmesi mutlak bir hakikat ise senin üzerine düşen sadece açıktan davette bu­lunmaktır. Artık davette gizlilik merhalesi sona ermiştir. Cenab-ı Hak buyurdu ki: "Emrolunduğun şeyi insanlara açıkça tebliğ et" Yani davetinin tebliğini her­kese açıkça yap. Bununla müşriklerin karşısına çık. Onlara aldırış etme. Şüp­hesiz ki Allah seni koruyacak ve onların şerrinden muhafaza edecektir. Müş­riklerden yüz çevir. Yani Rabbinden sana inen hususları tebliğ et. Seni Allah'ın ayetlerinden menetmek isteyen müşriklere aldırma.

"Men edenlere karşı biz sana yeteriz." Bu Rabbani bir teminat ve koruma­dır. Biz seninle alay edenlerin, sana düşmanlık edenlerin gayretlerine, seni ve Kur'an'ı alaya alanların şerrine karşı sana yeteriz. Bunlar müşriklerden güç-kuvvet sahibi bir topluluktu. Bunlar beş kişiydi: Velid b. Mugire, Âs b. Vail, Adiy b. Kays, Esved b. Muttalib ve Esved b. Abdi-Yegûs.

Cebrail a.s Rasulullah (s.a.)'a, ben onlara karşı sana yardımcı olmakla emrolundum, dedi.

Velid'in topuğuna işaret etti. Elbisesine bir ok ilişti. Kibrinden onu çıkar­maktan imtina etti. Bu ok topuğundaki bir damara isabet etti ve öldü.

Âs b. Vail'in dizine işaret etti. Âs b. Vail dizine giren bir diken sebebiyle öldü. Esved b. Muttalib'in gözlerine işaret etti. Esved'in gözleri kör oldu. Adiy b. Kays'ın burnuna işaret etti. Adiy irin sümkürdü ve öldü.

Esved b. Abdi-Yegûs'e işaret etti. Esved o sırada bir ağacın dalında oturu­yordu. Hemen bir derde tutuldu. Başını ağaca toslamaya, yüzünü dikenle yara­lamaya başladı. Nihayet öldü.[13]

Bu alay edenler müşrik idiler. Bunun için Allah bu kişileri "Onlar Allah'la beraber bir ilâh edinirler" Allah'a faydası ve zararı dokunmayan kimseleri şirk koşarlar. Onlar işlerinin âkibetini, şirklerinin sonunu, küfürlerinin neticesini "Pek yakında bileceklerdir." Bu ifade onların sonuçlarının kötü olacağı şekilde bir tehdit ve ihtardır.

Bundan sonra Cenab-ı Hak müşriklerden karşılaştığı eziyete karşı pey­gamberini teselli ederek şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki biz onların söylediklerinden senin canının sıkıldığını çok iyi biliyoruz." Ya Muhammed! Biz müşriklerin alaylarından ve şirklerinden senin eziyet çektiğini gönlünün daraldığını gayet iyi biliyoruz. Bu durum seni Allah'ın dâvasını tebliğ etmekten uzaklaştırmasın. Sadece O'na tevekkül et. Çünkü O sana yeter, onlara karşı O sana yardımcıdır. Daralmayı ve endişeyi gidermek için O'na iltica et. "Sen Rabbini hamd ile teş­bih et. Secde edenlerden ol. Sana ecel gelinceye kadar Rabbine ibadet et."

Yani Allah'ın zikriyle, O'na hamdetmekle, O'na teşbih etmekle, O'na iba­det etmekle (namazla) meşgul ol. Sana ölüm gelinceye kadar buna devam et.

Burada ölüm "yakın" kelimesiyle adlandırılmıştır. Çünkü o yakînen olacak bir olaydır. Bu tefsirin delili Allah Tealâ'nın Cehennemliklerden naklettiği şu sözleridir: "Cehennemlikler dediler ki: Biz namaz kılanlardan değildik. Yok­sullara bir şey yedirmezdik. Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık. Ceza gü­nünü yalanlardık. Ölüm (yakîn) gelene kadar bu halde devam ettik." (Müddessir, 74/43-47).

Bu ayet gönül darlığının ilâcının teşbih, takdis, tahmid ve çokça namaz kılmak olduğuna ve namaz gibi ibadetin aklı sabit olduğu müddetçe her insana farz olduğuna işaret ediyor. Kişi durumuna göre namaz kılacaktır.

Nitekim Buharî'nin Sahihinde İmran b. Husayn (r. a)'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmekte­dir: "Namazı ayakta kıl. Gücün yetmezse oturarak, ona da gücün yetmezse yata­rak kıl."

Bu ifadeler ayette zikredilen "Yakîn" kelimesinin "Ma'rifet" manasında ol­duğunu iddia eden bazı dinsizlerin ne büyük bir yanlışlık içinde bulunduğuna delildir. Onlara göre onlardan biri marifete ulaşınca ondan mükellefiyet sakıt olur. Bu inanç -İbni Kesir'in dediği gibi- küfür, sapıklık ve cehalettir. Çünkü peygamberler ve onların ashabı insanlar içerisinde Allah'ı en iyi bilen, O'nun haklarını ve sıfatlarını ve O'nun lâyık olduğu ta'zimi en iyi bilen kimseler idi­ler. Bunun yanında insanların en çok ibadet edenleri ve vefat anına kadar ha­yır işlemeye devam edenleri idiler.

Peygamberimiz (s.a.) bir sıkıntı olduğu zaman, bir iş zorlaştığı zaman der­hal namaza koşardı.

Ahmed b. Hanbel, İbni Ammar'ın Peygamberimiz (s.a.)'den şu hadis-i kudsî-yi duyduğunu nakleder: Allah Tealâ şöyle buyuruyor: Ey Ademoğlu! Günün ilk saatlerinden dört rekat kılmaktan âciz olma ki, sonunda senin yardımcın ola­yım." [14]



[11] İbn Kesir, 11/557.
[12] Razî,XIX/211.
[13] Razî, XIX/215; Kurtubî, X/62; İbni Kesir, 11/559.
[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/292-296.
http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

17 Aralık 2019 Salı

İfâda Tavafından Sonra Kadının Hayız Olması

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
6. BÖLÜM HAYIZ

27. İfâda Tavafından Sonra Kadının Hayız Olması

328-Rivayete göre, Hz. Âişe 
radıyallahu anha Allah Resûlü'ne Sallallahü Aleyhi ve Sellem Safiye bintü Huyey radıyallahu anha hayız oldu' demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem
Belki de bizim yola çıkmamıza mani olacak. Peki, sizinle birlikte tavaf etmedi mi?' diye karşılık vermiş. Etrafındakiler 'Evet' deyince (Safiye'ye)
[Hadisin bu kısmı 
Allah Resûlü'nün Hz. Âişe'den Safiye'ye gidip 'Yola koyul' demesini istemesi şeklinde de anlaşılabilir. Ayrıntı için bk.Kirmani,III,203.(H.Aldemir) ]Yola koyul' buyurmuştur.

329- İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Hayız olan kadının (tavaf etmeden Mekke'den) çıkmasına ruhsat verildi.
[Hadisin diğer kısımları (etrafı) 1755,1760 nolu hadislerde geçmektedir.]

330- (Tâvus'tan şöyie nakledilmiştir:) [
bk.Kirmani,III,204.(H.Aldemir)] İbn Ömer ilk önceleri hayızlı kadın­ların (veda tavafı yapmadan Mekke'den) çıkmaması gerektiğini söylerdi. Sonra şöyle söylediğini işittim: "Mekke'den ayrılabilirler. Çünkü Hz Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem onlara ruhsat vermiştir.[Hadisin diğer kısımları (etrafı) 1761 nolu hadislerde geçmektedir.]

Açıklama

(İfada Tavafından Sonra Kadının Hayız Olması) Bu bâb, hayız olan kadının veda tavafını yapıp yapamayacağına dairdir.

(Safiye) Hz. Peygamber'in hanımlarından biridir.

(evet deyince) Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  eşlerinin yanında bulu­nan kendilerine nikah düşmeyen kimseler evet demiştir. Ayrıca bu hadis hayızlı kadının Ka'be'yi tavaf edemeyeceğini göstermektedir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

16 Aralık 2019 Pazartesi

Özür Kanı

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
6. BÖLÜM HAYIZ

26. Özür Kanı

327- Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem eşi Hz. Âişe'den radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Ümmü Habibe radıyallahu anha yedi yıl özür kanı gördü. Bunun hükmünü Allah Resûlü'ne Sallallahü Aleyhi ve Sellem sordu. Hz. Peygamber de Sallallahü Aleyhi ve Sellem ona gusül abdesti almasını emretti ve 'Bu, damardan gelen bir kandır' dedi. Ümmü Habibe, her namaz için, gusül abdesti alırdı."

Açıklama

(Ümmü Habibe) Mü'minlerin annesi Zeyneb bintü Cahş'ın 
radıyallahu anha kız kardeşidir. (ona gusül abdesti almasını emretti) Buradaki emir, mutlak bir emirdir. Dolayısıyla emredilen şeyin tekrarlanmasına delalet etmez. Ancak Ümmü Habibe radıyallahu anha, belki bir karineye dayanarak kendisinden her namaz için gusül abdesti alması istendiği sonucuna varmıştır. Bu yüzden her namaz için gusül abdesti almıştır. Bu konuda İmam Şafiî şunları söylemiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ona gusledip namaz kılmasını emretti. Fakat o, her namaz için nafile olarak gu­sül abdesti alıyordu." Leys b. Sa'd da Müslim'deki rivayette aynı görüşü benim­semiştir: "İbn Şihâb, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem ona, her namaz için gusül abdesti almasını emrettiğinden bahsetmedi. Bu, onun kendiliğinden yap­tığı bir şeydi." Çoğunluk da, bu görüştedir. Onlara göre, özür kanı gören bir kadının, her namaz için gusül abdesti almasına gerek yoktur. Ancak kendiliğin­den gusledebilir. Fakat her namaz için abdest alması farzdır. Bu konuda Tahâvî şöyle demiştir: "Ümmü Habîbe'den gelen hadis, Fâtıma bintü Ebî Hubeyş'ten gelen ve her namaz için guslü değil, abdesti farz kılan hadisle neshedilmiştir." Ancak, bu iki hadis arasını, Ümmü Habibe hadisindeki gusül abdesti alma emri­nin nedb İfade ettiğini belirterek cem etmek daha isabetlidir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

15 Aralık 2019 Pazar

RAD SÛRESİ 26.- 29. ayetlerin tefsiri


Rızık Sadece Allah'tandır, Mucizeler Allah'ın Elindedir Ve Allah, Kendisine İman Edenleri Hidayete Ulaştırır


26- Allah, dilediği kimsenin rızkını ge­nişletir ve daraltır. Dünya hayatıyla övünenler bilsinler ki dünyadaki hayat ahiret yanında sadece bir geçimlikten ibarettir.

27- İnkâr edenler: "Rabbinden (Muhammed'e) bir mucize indirilmeli değil miy­di?" derler. De ki: "Doğrusu Allah dile­yeni saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola eriştirir"

28- Onlar inanmış ve kalpleri Allah'ı zikretmekle huzura kavuşmuş insan­lardır. Dikkat edin, kalpler ancak Al­lah'ı zikretmekle huzura kavuşur.

29- İman eden ve sâlih amel işleyen kimseler için hoş bir hayat ve dönüle­cek güzel bir yer vardır.


Açıklaması


Allah Tealâ, müşrikler için kötü yurt ve cehennemin var olduğunu ifade edince hemen arkasından dünyadaki rızık taksiminin açıklanması ve rızkın iman ve küfürle bir alâkasının bulunmadığının bildirilmesi uygun düşmüştür. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Allah Tealâ, dilediği kimsenin rızkını genişle­tir ve dilediğininkini de daraltır." Çünkü bunda insanın mümin ve kâfir olma­sına bakılmaksızın Allah'ın hikmet ve adaleti söz konusudur. Allah, müminin rızkını imtihan ve ibtilâ sebebiyle, sevabını ve ecrini arttırma için kısmış olabi­lir. Yine kâfirin rızkını da birden cezalandırmayıp mühlet vermek ve ahirette onu nimetlerden mahrum etmek için bol vermiş olabilir. Böylece adalet tahak­kuk eder. Yoksa kâfirin rızkının genişliği, onun aziz ve şerefli olduğunu, Al­lah'ın ondan razı olduğunu, müminin darlık içinde olması da onun değersizliği­ni ve Allah'ın ona gazap ettiğini göstermez. Allah Tealâ, kâfirin rızkı konusun­da şöyle buyurmuştur:

"Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır, farkında değiller." (Mü'minun, 23/56).

"Ayetlerimizi yalanlayanları, bilmedikleri yönden, ağır ağır sonuçlarına yaklaştıracağız." (A'raf, 7/182).

Allah Tealâ, bundan sonra zenginlik içindeki müşriklerin durumunu be­yan etmiştir. "Mekkeli müşrikler, dünya hayatında sahip oldukları nimetlere çok sevinip, onlardan ötürü kibirlenmişler, gözleri başka hiç bir şey görmemiş­tir. Tabiî ki Allah katındaki nimetleri idrak edememişlerdir. Ancak dünyadaki nimetler, ahiret yanında sadece çabucak yok olup giden basit bir faydadan iba­rettir.

İmam Ahmed, Müslim ve Tirmîzi'de Benî Fehr'in kardeşi Müstevrid'in ri­vayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Ahiret karşısında dünyanın durumu, birinizin şu parmağını denize daldırması gibidir. O kimse ne elde ettiğine şöyle bir baksın." Bu sırada Rasulullah (s.a.), şehadet parmağı­nı göstermiştir.

Tirmizî'de İbn Mesûd (r.a.) şöyle der: "Rasulullah (s.a.), hasırın üstünde uyumuştu. Kalktığında bir tarafı hasırın izleriyle doluydu. 'Yâ Rasülallah (s.a.)! Sana bir döşek hazırlasak!' dediysek de O 'Dünyadan bana ne! Benim dünyadaki hâlim, bir ağacın altında gölgenip yola koyulan, orasını terkedip gi­den yolcuya benzer.' buyurdu."

Allah Tealâ, müşriklerin dünya hayatının sağlamış olduğu menfaatlerle aldandıklarını ve maddiyâtın onların duygularını ve kalplerini körelttiğini be­lirtirken aldanmanın ve maddenin esiri olmanın kaçınılmaz sonucunu da ifade etmiştir. Şöyle ki müşrikler, Rasulullah (s.a.)'dan peygamberliğinin doğruluğu­nu gösteren maddî bir mucize istemişlerdir. Çünkü onlar, Kuran'ın tasdik eden bir mucize ve istedikleri hususta kesin bir delil olduğuna inanmıyorlardı. Zira maddeciydiler. Onların nezdinde akla hitabedebilmek imkânsızdı. Bu görüşü ileri sürenler, Abdullah b. Ebî Umeyye ve arkadaşlarıydı.

Allah Tealâ, bu tekliflerini şöylece hikâye eder: "Mekkeli müşrikler, şöyle bir istekte bulunurlar: 'Muhammed'e de Musa ve İsa (as)'nın mucizeleri gibi bir delil veya herkesi susturan, belirgin, maddî bir mucize indirilmeli değil miydi?' O kâfirler başka bir sefer de şöyle demişlerdi: "Haydi önceki peygamberler gibi o da bize bir mucize getirsin." (Enbiya, 21/5).

Allah, onların istediklerini yapmaya elbette muktedirdir. Fakat bir hadis­te şöyle buyrulmuştur: "Mekkeli kâfirler, Rasulullah (s.a.)'dan Safa Tepesini al­tın madenine çevirmesini, pınarlar fışkırtmasını, Mekke'nin etrafındaki dağla­rı uzaklaştırıp yerlerine geniş meralar ve bahçeler yapmasını isteyince Allah, peygamberine şöyle vahyetti: 'Ey Muhammed! Dilersen onlara bütün bunları veririm. Ancak yine de inkâr ederlerse, âlemlerden hiç kimseye yapmadığım şe­kilde onlara azab ederim. İstersen de onlara tevbe ve rahmet kapısını açık tuta­rım. ' Rasulullah (s.a.) şöyle dedi: 'Yâ Rabbi! Onlara tevbe ve rahmet kapısını açık tut.

Allah, onların bu isteklerini reddederek, mucizelerin indirilmesinin hida­yet ve sapıklıkla bir alâkasının bulunmadığını, bilâkis her şeyin Allah'ın elinde olduğunu bildirmiştir: "Siz ne kadar inatçı ve inkârda ne kadar kararlısınız! Eğer Allah, hidayete ermenizi istemezse size mucizelerin indirilmesinin hiçbir faydası yoktur. Sizin gibi küfürde kesin kararlı ve inatçı olanların bütün muci­zeler indirilse de hidayete ermeleri imkânsızdır. Çünkü dalâlet ve hidayet Al­lah'ın elindedir. Allah, dilediğini sapıklığa düşürür. Bazı mucizeler indirildik­ten sonra sizi sapıklığa düşürüp, onlardan ibret almanızı engellediği gibi başka mucizeler indirilirken de sizi saptırır. İnat etmeyi bırakıp hakka veya İslâm'a ya da "Kendisine yöneleni, doğru yola eriştirir." kavli, "Kendisine selim bir kalp ile dönen kimseyi dinine ve kendisine itaata ulaştırır." takdirindedir.

Bu ayete benzer pek çok ayet vardır: "Eğer Biz, onlara melekleri indirirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedik­çe yine de inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar." (En'am, 6/111). "İnanmayacak bir millete, ayetler ve uyarmalar fayda vermez." (Yunus, 10/101). "Doğrusu Rabbinin söz verdiği azabı hak edenler, can yakıcı azabı görene kadar kendilerine her türlü belge gelse bile iman etmezler." (Yunus, 10/96-97).

Allah Tealâ, peşinden hidayeti hak edenleri zikretmiştir: "Allah, Kendisini ve Rasulünü tasdik edenleri, kalpleri içtenlikle, güvenerek ve ümit ederek Al­lah'ın bir tek olmasıyla ve O'nun vaadiyle sükûnete kavuşanları hidayete ulaş­tırır. Dikkat edin, müminlerin kalpleri ancak Allah'ı hatırlamak, ayet ve delil­lerini düşünmek ve mükemmel kudretini yakînen bilmekle huzura kavuşur, onların sıkıntı ve huzursuzlukları yok olur. Zira bu kalplere artık iman nuru yerleşmiştir." Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar ve yatışır." (Zümer, 39/23). Mümin, Allah'ın cezalandırmasını hatırladığı zaman korkar. Allah şöyle buyurmuştur: "Mümin­ler ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer." (Enfal, 8/2). Yi­ne mümin, Allah Tealâ'nın sevap ve rahmet vaadini hatırladığında kalbi huzu­ra kavuşur ve sükûnete erer. "Ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını arttırır ve Rablerine güvenirler." (Enfal, 8/2).

Allah Tealâ, müminlerin mükâfatını bildirerek şöyle buyurmuştur: "İman eden ve sâlih amel işleyen kimseler için hoş bir hayat, nimetler, iyilikler, güzel ecirler ve dönülecek güzel bir yer vardır."

İbn Abbâs (r.a.)'ın görüşüne göre "Tûbâ" cennettir. Cennetde bir ağaç oldu­ğu görüşü de ondan rivayet edilmiştir. Kurtubî, Tûbânın cennette bir ağaç ol­duğu görüşünü tercih etmiş ve şöyle demiştir: "Doğru görüş, onun ağaç olması­dır. "[13] Çünkü bu hususta Utbe b. Abdussulemî'den merfû olarak rivayet edilen şu hadis mevcuttur: " 'Tûbâ' ismi verilen ağaç, ne güzel ağaçtır." Süheylî'nin belirttiğine göre bu hadis sahihtir.

Yine İmam Ahmed, Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'den merfû olarak şu hadisi ri­vayet etmiştir: " 'Tûbâ', cennette bir ağaçtır. 100 yıllık bir mesafeyi kaplar. Cennet ehlinin elbiseleri, onun yemiş kapçıklarından çıkar."

Buharî ve Müslim, Sehl b. Sa'd (r.a.)'den, Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir: "Muhakkak ki cennetde yolcunun gölgesinde 100 yıl yürüyüp de katedemediği bir ağaç vardır." Allah'ın ihsanına ve kudretine sınır yoktur.

Neseî hariç Kütübi Sitte'de Ebû Hureyre (r.a.)'nin rivayet ettiği hadise gö­re cennette "Orada gözün görmediği, kulağın işitmediği ve insan aklının düşü­nemediği nice şeyler vardır." [14]


[13] Kurtubî, 1/317; İbn Kesir, 11/512.
[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/139-141.

14 Aralık 2019 Cumartesi

RAD SÛRESİ 20.- 24. ayetlerin tefsiri


Mutlu, Akıllı İnsanların Özellikleri Ve Onlara Verilen Karşılık


20- Onlar, Allah'ın ahdini yerine getirir­ler, anlaşmayı (misakı) bozmazlar.

21- Onlar, Allah'ın birleştirilmesini em­rettiği şeyi birleştirirler. Rablerinden korkarlar, kötü hesaptan ürkerler.

22-24- Onlar, Rablerinin rızasını dileye­rek sabrederler, namazı kılarlar, kendi­lerine verdiğimiz rızıktan gizlice ve açıkça infak ederler. İyilik yaparak kö­tülüğü ortadan kaldırırlar. İşte onlara ahiret yurdundaki övgüye layık son, gi­recekleri Adn cennetleri vardır. Baba­larının, eşlerinin, çocuklarının sâlih olanları da oraya girerler. Melekler her kapıdan yanlarına girip "Sabretmenize karşılık size selâm olsun, sizin sonunuz ne güzeldir" derler.


Açıklaması

Allah Tealâ, Muhammed (s.a)'in peygamberliğini gerçekten bilen ve O'na indirilenlerin hak ve doğru olduğuna inanan akıl sahibi müminleri şu özellik­lerle vasıflandırmaktadır:

1-Ahde Vefa

Onlar, Allah Tealâ'nın Rab olduğunu itiraf ederek, bu konuda verdikleri sözü yerine getirirler. Ayrıca kendileriyle Allah arasında ve yine kendileriyle kullar arasındaki ahitlere sadık kalırlar.

"Allah'ın ahdi" doğruluğu hususunda aklî ve naklî delil bulunan her şey demektir. "Ahit", cins isimdir. Yani, "Allah'ın kullarına vasiyet ettiği emir ve yasakları şeklindeki O'nun bütün farzları" demektir. Bütün farzlara sarılıp, bütün günahlardan kaçınmak, bu hükmün içinde mütâlâ edilir.

2- Andlaşmaları Bozmamak


Verdikleri sözün icaplarını yerine getirirler. Rablerine karşı verdikleri iman sözünü ve insanlarla yaptıkları alış veriş ve diğer muamelelerle ilgili anlaşmaları bozmazlar. Çünkü söz verdiğinde sözünde durmayan, biriyle mücâde­le ettiğinde din ve ahlâk sınırını aşan, konuştuğunda yalan söyleyen ve kendi­sine bir şey emanet edildiğinde hıyanette bulunan münafıklar gibi olmak iste­mezler.

Buharî, Müslim ve Neseî'de Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Münafıkın alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildi­ğinde hıyanette bulunur''. Diğer bir rivayette bu alâmetler dört olup, şu şekilde­dir: "Ahitleştiğinde sözünde durmaz ve biriyle mücâdele ettiğinde din ve ahlâk sınırını aşar."

Birçok alime göre; anlaşmayı bozmamakla, ahde vefa göstermek birbirine yakın manalardır. Bu ikisi, farklı olsalar da birbirinden ayrılmayan iki mef­humdur. Ahde vefa etmek manası pekiştirilmek için anlaşmayı bozma yasağı vazedilmiştir. Veya bu, husûsî hükmün açıklanmasından sonra genel mananın ifade edilmesidir.

Katâde şöyle der: "Allah, emrini muhafaza etmek ve önemine işaret etmek için Kur'an'da tam 20 küsur yerde ahde ve anlaşmalara vefa göstermeyi zikret­miştir".

3- Sıla-i Rahim (Akrabalarla İlişkiyi Kesmemek), Allah ve Kullarla İlgili Gözetilmesi Zorunlu Olan Bütün Haklara Riayet Etmek

Onlar, Allah'ın, kendi haklarından birleştirilmesini emrettiği ve koparıl­masını yasakladığı her şeyi birleştirirler. Bu haklardan bazıları, Rasulullah (s.a.)'a cihatta ve cihadın dışında yardım etmek, kulların haklarını gözetmek ve sıla-i rahimdir.

Buharî ve Müslim Enes (r.a.)'dan, Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kim rızkının genişlemesini, ömrünün uzamasını arzu ediyor­sa akrabalarıyla bağını arttırsın". Yine fakir ve muhtaçlara yardım edip iyilik­te bulunmak da Allah hakkına bir misaldir. Bu özellik, önceki iki sıfatın içinde yer almasına rağmen, manayı pekiştirmek ve ahde vefanın sadece insanla Allah Tealâ arasında sınırlı kaldığı zannedilmesin diye tekrar zikredilmiştir.

4- Allah 'tan Korkmak

Onlar yaptıkları ve terkettikleri amellerde Rablerinden korkar ve her işle­rinde O'nu gözetirler. "Haşyet" Ta'zim göstererek ve korkulan kimseyi bilerek korkmak" demektir. Bu sebepten Allah, sadece alimlerin Allah'dan daha çok korktuklarını beyan etmiştir: "Allah'ın kulları arasında O'ndan korkan, ancak alimlerdir" (Fatır, 35/28).

5- Azaptan Korkmak

Onlar, ahiret yurdunda kötü bir şekilde ve inceden inceye hesaba çekil­mekten sakınır ve korkarlar. Çünkü ince bir hesaba tabî tutulan kimseye azab edilir. Onlar, hesaba çekilmeden önce nefislerini muhasebe ederler. Çünkü küçük büyük her şey, hesaba dâhildir. Hesaba çekilmekten korkan kimse Allah'a itaata yönelir ve günahlardan sakınır. Dikkat edilmelidir ki dördüncü özellik, Allah'tan korkmaya işaret etmektedir. Bu da Allah'ın azametinden ve büyüklü­ğünden korkmayı icab ettirir. Bu özellik ise dikkatleri kötü bir şekilde hesaba çekilmekten korkmaya yöneltmektedir.

6- Sabretmek

Sabır, nefsi hoşlanmadığı şeylere karşı tutmak, demektir. Onlar, Allah'a itaata, günah işlememeye ve belâlara sabrederler. Böylece Allah'a itaata ve mükellef kıldığı şeylere devam eder, Allah'a isyandan ve günahlardan ya da çirkin şeylerden uzak olur ve başlarına musibet ve belâ geldiğinde Allah'ın tak­dirine razı olurlar. Onlar, riya ya da şöhret için değil bilâkis Allah Tealâ'nın rı­zasını ve sevabını kazanmak için sabrederler.

7- Namazı Dosdoğru Kılmak

Yine onlar, namazı rükün ve şartlarına tam riayet ederek, kalpler Allah Tealâ'ya huşu içinde O'nun rızasına uygun şekilde namaz kılarlar.

8- Hayır İçin Malı Çeşitli Şekillerde Sarfetmek

Onlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden bir kısmını duruma göre gizlice ve açıktan sarfederler. Riya ve gösteriş olmasın diye yaptıkları infâkı kendileriyle Rableri arasında gizli tutar, bazen de teşvik etmek, insanlara öğ­retmek ve örnek olmak için açıktan sarfederler. Bu, ister eşler, çocuklar ve fa­kir akrabalar için yapılan "farz olan" harcama olsun isterse yakın olmayan fa­kir ve miskinler için yapılan "mendup infak" olsun değişmez.

9- Kötülüğe İyilikle Karşılık Vermek

Onlar, cahilliğe karşı yumuşakça muamele etmek ve eziyete karşı sabret­mek gibi kötülüklere iyilikle mukabele ederler. Allah Tealâ "şöyle buyurur: "Bil­gisizler kendilerine laf attığı zaman onlara güzel ve yumuşak söz söylerler" Furkan, 125(63); "Faydasız bir şeye rastladıkları zaman yüz çevirip, vakarla geçerler." (Furkan, 25/72). Yine izini silmesi için kötülüğün arkasından hemen bir iyilik yaparlar.

İmam Ahmed, Ebû Zer (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu ri­vayet etmiştir: "Bir kötülük yaptığın zaman hemen peşinden bir iyilik yap ki onu silip yok etsin."

Yine Ahmed, Tirmizi, Hakim ve Beyhaki de Ebû Zer (r.a.)'in rivayetine gö­re Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kötülüğün arkasından hemen bir iyi­lik yap ki onu yok etsin. İnsanlara güzel ahlâkla muamele et." Bilinmektedir ki kötülük yapanlara ve diğer insanlara güzel bir şekilde davranmak daha fazilet­li, daha cömertçe bir muamele ve daha tesirlidir. Çünkü bu, işleri kolaylaştırır, kini defeder ve neticesi daha emindir.

Allah, akıllı müminlerin bu övgüye lâyık özelliklere sahip olduklarını açık­ladıktan sonra onların hak ettikleri karşılığı zikretmiştir.

"İşte onlar için mutlu son vardır." Zikredilen bu özelliklere sahip kimselere dünya ve ahirette güzel son ve mutluluk vardır. Öyleki dünyada düşmanlarına karşı onlara yardım edilir, ahirette de cenneti elde ederler.

Hemen peşinden Allah, bu sonu daha da belirginleştirerek şöyle buyur­muştur: "Adn cennetleri" Bu güzel akıbet, içinde ebedî olarak kalacakları cen­netlerdir.

Hem onlar ve hem de eşlerinden, baba ve çocukları cihetinden sâlih mü­minler bu cennetlere girerler. Bu ayet, cennetteki derecelerin şefaatla yüksele­bileceğini göstermektedir. Yine 'sâlih olmanın' şart koşulması delâlet etmekte­dir ki sırf soy bağı bir işe yaramamaktadır. Neseb bağı, eğer sâlih amelle birlik­te olmazsa hiçbir şey ifade etmez. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Sûra üflen­diği zaman, o gün aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez." (Mü'minün, 23/101). "Allah'a temiz bir kalple gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün..." (Şuara, 26/88-89).

Tirmizi'nin rivayetinde, Rasulullah (s.a.), ölüm hastalığı sırasında Fatıma (r.a.)'ya şöyle demişti: "Ey Muhammed kızı Fatıma! Malımdan dilediğini iste. Ancak Allah'ın hakkımdaki takdiri karşısında sana hiçbir şekilde fayda sağlayamam."

Onlar cennete girerken melekler "Dünyada sabrettiğiniz için Allah'ın selâ­mı ve rahmeti üzerinize olsun. Devamlı emniyet ve selâmet içinde olun. Dün­yanın sonucu cennet olması ne güzeldir" diyerek çeşitli kapılardan girip yanla­rına gelirler. "Selâm" kavli, bir mahzûfu ihtiva eder ki takdiri "Selâmün aleyküm derler" şeklindedir.

İbni Cerir ve İbni Ebi Hatim'in Ebu Umâme (r.a.)'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) her yılın başında şehitlerin kabirlerini ziyaret eder ve şöyle derdi: "Sabretmenize karşılık size selâm olsun. Sizin sonunuz ne güzeldir." Aynı şekilde Ebûbekir, Ömer ve Osman (r.a.)'da böyle yaparlardı. [11]


[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/129-132.

Ata ve Levh-i Mahv ve İsbat nedir?


Ata ve Levh-i Mahv ve İsbat nedir? Levh-i Mahv ve İsbat levhasının hikmeti nedir?

Soru Detayı

- Kader, dua ve sadaka gibi bazı şeylerle değişir mi?
- Kaderin dua ve sadaka gibi bazı sebeplerle değişebileceğini okudum. Levh-i Mahv ve isbat Allah'ın ata kanunuyla değişebiliyor, ama Levh-i Mahfuz asla değişmiyor.Anlayamadığım Levh-i Mahv ve İsbat'taki olacak değişiklikler, zaten Levh-i Mahfuz'da mevcut.Öyleyse Levh-i Mahv ve İsbat gibi bir hususi defteriin tam mahiyeti nedir ve mevcudiyetinin hikmeti nedir?
- Ve verilip verilmeyeceği mukadderat olan bir şey için dua ederken, hangi duygu ve düşünce içerisinde olmalıyız?

Cevap

- Levh-i Mahfuz nedir ve ne için kullanılır?

Olmuşların ve olacakların, zamandaki bütün anların ve mekandaki bütün varlıkların, kısacası, her şeyin yazılı bulunduğu bir “levha”dır bu alem. İlahi ilmin aynası, kaderin defteri, kainatın programıdır.

Bilgilerin korunduğu bu alemin insandaki küçük örneği, “hafıza”dır. Şehadet aleminde mercimek kadar küçük bir et sembolüyle temsil edilen hafıza, başımızdan geçen olayları, gördüğümüz yerleri, tanıdığımız insanları, duyduğumuz sesleri, tattığımız tatları, hayatımız boyunca edindiğimiz bütün intibaları, öğrendiğimiz bütün bilgileri içine alır, ama yine de dolmaz. Dağlar, denizler, ovalar, gökyüzü, yıldızlar, büyük küçük her şey ondadır.

Bütün bu işler, o mercimek küçüklüğündeki et parçasının marifeti olabilir mi hiç?!.

Hafıza, zekanın hazinesi, tefekkürün sermayesi, benliğimizin tarihidir. Ruhumuza takılan en değerli cihazlardan biridir. Hafızasız bir zeka işimize yaramaz. Çünkü biz, eskiden öğrendiklerimize dayanarak düşünürüz.

Hafızanın bir de ebedi hayatımıza bakan yönü vardır. Hafıza, bir senet, bir vesika, bir belgedir. Ahiretteki muhasebe vaktinde, dünyada işlediğimiz sevapları ve günahları göstererek bize şahitlik eder.

“Levh-i Mahfuz”un küçük bir misalidir bize verilen. Nasıl insanın başından geçenler bütün olaylar hafızasında yazılıyorsa, kainattaki bütün olmuş, olan ve olacak olaylar da o büyük hafızada yazılıdır. Her iki “levha”da da rabbimizin “hafiz” ismi tecelli eder.

Ata, Kaza ve Kader münasebeti:

"İ'lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hakk'ın atâ, kaza ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kaza kanununu, kaza da kaderi bozar."

"Meselâ: Bir şey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kaza demektir. O kararın ibtaliyle hükmü kazadan afvetmek, atâ demektir. Evet yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kaza kanununun kat'iyyetini deler. Kaza da ok gibi kader kararlarını deler. Demek atânın kazaya nisbeti, kazanın kadere nisbeti gibidir. Atâ, kaza kanununun şümulünden ihraçtır. Kaza da kader kanununun külliyetinden ihracıdır. Bu hakikate vâkıf olan ârif: 'Ya İlahî! Hasenatım senin atâ'ndandır. Seyyiatım da senin kaza'ndandır. Eğer atâ'n olmasa idi, helâk olurdum.' der." (Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale, s.206)

Yani, Ata, bir şey hakkında verilen kararın iptali ve hükmün kaza edilmekten afvedilmesi, şeklinde tarif edilmektedir. Ata denilince, o Rahîm-i Kerim'in ve Gafûru'r-Rahîm'in af ve ihsanı anlaşılır.

Atanın kaza kanununu, kazanın da kaderi bozmasını şöyle açıklayabiliriz:

Bir padişahın umumî kanunları yanında bir de belli günlerde tatbik ettiği af ve ata kanunu vardır. Padişah o günlerde, suçlulardan bir kısmını afveder, diğer bir kısmının cezalarını hafifleştirir, bir kısım raiyetinin ise rütbelerini yükseltir ve maaşlarını artırır. İşte, daha önce umumî kanunla takdir edilen ceza, rütbe ve maaşlar, bu ata kanunuyla yürürlükten kaldırılmış olur.

Meselâ, bir şakinin işlediği bir suça karşılık on yıl hapis yatması takdir edilmiş olsun. Ata kanunuyla bu cezanın afvedilmesi halinde artık ceza infaz edilmez ve ata, kaza kanununu bozmuş olur. Cezanın kaza edilmemesiyle de kader kanunu, yâni onun suçuna mukabil takdir edilen on yıllık hapis cezası bozulmuş olmaktadır. İşte, bu misâl gibi, insanların işledikleri günahlara karşılık, kendilerine takdir edilen uhrevî cezalar Cenâb-ı Hakk'ın ata kanunuyla, yâni O'nun af ve ihsanıyla kaza edilmekten alıkonmakta ve böylece ata kanunu kaza kanununu bozmaktadır. Aynı şekilde, kazanın bozulmasıyla kader kanunu da bozulmuş, takdir edilen ceza değişikliğe uğramış olmaktadır.

Bir başka misal, kul bir günah yerine gitmek niyet ve meyliyle evden çıkar. O bu niyetle irâde düğmesine dokunduğu için, Allah da meylinin neticesini yaratacak ve onu irâde ettiği yere götürecektir. Fakat, o kulun güzel bir hali, Allah (c.c)’ın hoşuna gidecek bir tarafı, söz gelimi gecesinin zülüfünde iki damla gözyaşı ya da arabasıyla bir-iki arkadaşını bir sohbete götürüşü vardır da, bunlar Rahmet-i İlâhî'yi ihtizaza getirmiştir ve Allah (c.c) da yolda o kulun karşısına kendisini günah mahalline değil de gülzâra götürecek bir arkadaş çıkarır ve kulun iradesiyle hak ettiği hükmü değiştirir. İşte, Allah (c.c)’ın sebepli sebepsiz kulu hakkındaki bir hükmü veya bir kazâyı onun lehinde değiştirmesi, O’na ait bir atâdır.

Diğer taraftan, ata, kaza kanununun şümulünden ihraçtır, denmektedir. Şöyle ki, bir günah için takdir edilen ceza külli bir kanun iledir. Yâni, şu suçu işleyene şu ceza verilir, şeklindeki takdir, küllidir. Söz konusu suçu işleyen bir kimsenin tövbe etmesi halinde, günahının afvedilmesi ile kaza kanununun şümulünden bir ihraç durumu hâsıl olmaktadır. Bu ise aynı zamanda, kader kanununu külliyetinden bir ihraç mânâsındadır.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız kaide, kaderin değişip değişmediği sorusunu hatıra getirmektedir...

LEVH-İ MAHV İSPAT

Eşyanın yazılıp silindiği zaman sayfası.

Cenab-ı Hak, ilmindeki manalardan bir kısmını zamanın sayfasında yazmakta, daha sonra ölüm kanunuyla bunları silip yenilerini göstermektedir.

Eşyanın Allah’ın ilmindeki halinde zaman söz konusu değildir; ezel- ebed beraberdir. Bunların vücuda gelmeleri belli bir tertip ve sıra iledir, böylece zaman ortaya çıkmaktadır.

Ezbere bildiğimiz bir şiirin başı ve sonu ilmimizde beraberce bulunur. Ama bunu söylemeye veya yazmaya başladığımızda belli bir sıra ortaya çıkar.

Bir insanın ömrü boyunca geçireceği devreler, nutfede mevcuttur; ama Kitab-ı Mübin dediğimiz bu alemde daha geniş ve ayrıntılı görüntüler var ayrıca Levh-i Mahv ve İspat dediğimiz levhada, şartların yerine gelip gelmediği de kontrol edilmektedir; yani bir adamın başına gelecek şeylerin tayin ve tespiti Levh-i Mahv ve İspat'ta gerçekleşir.

İlm-i İlâhî'nin değişmesi muhaldir. Ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün hâdiseler gibi, ata kanununun tatbikatı da o ilmin şümûlündedir. Bu kader değişmez. Değişiklikler sabit ve derin olan Levh-i Mahfûz'un daire-i mümkinatta bir defteri ve yazar bozar tahtası hükmündeki Levh-i Mahv ve isbat'ta olmaktadır. Önce takdir edilen nice cezalar, daha sonra tövbe vesilesiyle ve ata kanunu ile afvedilmekte, Levh-i Mahv ve İsbat'tan silinmekte ve kaza edilmemektedir. Nitekim bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadir:

"Allah dilediği şeyi mahveder ve dilediğini isbat eder. Nezdinde kitabın aslı olan Levh-i Mahfuz vardır."(Ra'd, 13/39)

- Levh-i Mahv ve İsbat niçin var?


Levh-i Mahfuz ezel ilmidir, zamansızdır. Levh-i Mahv ise insanların anlayışına daha yakın olan şimdiki zamanda vücut bulur. Yani Levh-i Mahfuz'un şimdiki zamanda kaydediliyor olması da diyebiliriz. Levh-i Mahv ve İsbat hadiselerin ortaya çıkışının aynı zamanında oluşur. Levh-i Mahv ve İsbat zamanla kayıtlı olup, Levh-i Mahfuz'u insanların anlaması için bir basamak gibidir. Hadiselerin oluşuna şartlara göre şekillenmektedir. Burada her türlü değişikliğin olması insanın, iradesinin varlığını anlaması için önemlidir.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Duanın manası ve hikmeti nedir?
https://sorularlaislamiyet.com/ata-ve-levh-i-mahv-ve-isbat-nedir-levh-i-mahv-ve-isbat-levhasinin-hikmeti-nedir-kader-dua-ve-sadaka

13 Aralık 2019 Cuma

Hayız Günleri Dışında Sarı Ve Bulanık Akıntı Görmek

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
6. BÖLÜM HAYIZ

25. Hayız Günleri Dışında Sarı Ve Bulanık Akıntı Görmek

326- Ummü Atıyye'den 
radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Biz, bulanık ve sarı akıntıyı as­la hayız olarak kabul etmezdik."

Açıklama


(Hayız Günleri Dışında Sarı ve Bulanık Akıntı Görmek) İmam Buhârî bu başlıkla, daha önce Hz. Âişe'den 
radıyallahu anha nakledilen pamuğu bembeyaz görünceye kadar acele etmeyin hadisi ile burada Ümmü Atıyye'den naklettiği hadis arasındaki çelişkiyi gidermiştir. Şöyle ki, Hz. Aişe'nin radıyallahu anha söyledikleri hayız günlerinde görülen sarı ve bulanık akıntı hakkında geçerlidir. Ummü Atiyye'nin radıyallahu anha söyledikleri ise hayız günleri dışında geçerlidir.

(kabul etmezdik) Ümmü Atıyye 
radıyallahu anha, bu sözüyle Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem bilgisi dahilinde böyle yaptıklarını belirtmiştir. Böylece hadisi, hükmen merfû' mertebesine ulaşmıştır.

(bulanık ve sarı) Bu sözcükler, kadının irin şeklinde gördüğü sarı rengin ağır bastığı suyu İfade eder.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

12 Aralık 2019 Perşembe

Evliliğin İlk Ayları, Gelin Kaynana Savaşları

Dersten Cümleler

Sünnet: Müslümanca düşünme ve Müslümanca yaşamadır.

Ensar’ın Hanımlar: “Biz Fatıma’nın düğününden daha güzel bir düğün görmedik!”

Sa’d b. Muaz: “Ali’nin velimesi, düğün yemeği benden!”

“O benim hem dünyada, ahirette kardeşimdir ve öyle kalacaktır.”

Hz. Fatıma’nın çeyizi: “Üç minder, saçaklı bir halı, hurma lifi ile doldurulmuş bir yastık, iki el değirmeni, bir su tulumu, topraktan yapılmış bir su testisi, meşinden yapılmış bir su bardağı, bir elek, havlu, yatak için bir koç postu, yemen işlemeli bir kilim, yemen işlemeli bir elbise, kadife bir örtü…”

Alınması gereken iki temel mesaj:

– İsrafları önle!
– Saadeti eşyada arama!

Enes b. Malik: “Resulullah (sas) Ali ile Fatıma’yı evlendirdikten sonra altı ay boyunca onları sabah namazına uyandırmak için o eve gider: ‘Ey Muhammed’in Ehl-i Beyt’i! Allah size rahmet etsin! Namaz vakti geldi’ der ve onları namaza çağırırdı.”

Ebû Useyd’in azadlısı olan Ebû Saîd kendi düğün gecesini bize anlatıyor.

“Gelin, içeri girdiğinde iki rekat namaz kıl. Namazı kıldıktan sonra ellerini aç ve dua et, Allah’tan evliliğinin hayrını iste, şerrinden O’na sığın. Duadan sonra bildiğin gibi hareket et!” (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, c.3, s. 555)
Şakîk b. Seleme’nin rivayeti…

“Sevgi Allah’tandır. Nefret ise, Allah’ın size helal kıldığını haram göstermek isteyen Şeytan’dandır. Bunun için, hanımın sana geldiğinde ona, sana uyarak iki rekat namaz kılmasını söyle! Namazdan sonra ellerini aç ve şöyle dua et:”Ey Yüce Allah’ım! Beni ehlime, ehlimi de bana bereketli kıl. Hayırlı olduğu sürece bizi bir arada tut. Ayrılmak her iki taraf için de daha hayırlı olduğu zaman bizi ayır.” (Abdurrezzak, el-Musannaf, c. 6, s. 153, 154; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c. 2, s. 166)
Abdülmelik İbn Cüreyre naklediyor…

”Ey Selman! Allahü Teala takdir eder de, evlenecek olursan, karınla beraber ilk yapacak işiniz Allah’a ibadet etmek olsun.” (Abdurrezzak, el-Musannaf, c. 6, s. 154)
Hâris b. Hassan örneği…
Temelde olması gereken üç temel kavram: Merhamet, Müsamaha ve Muhabbet…

“Kendisi için istediğini mümin kardeşi için istemedikçe kamil manada iman etmiş olamaz.”

Gelinin Dünyasından Bir Pencere
Damadın Dünyasından Bir Pencere
Kayınvalidenin/Kaynananın Dünyasından Bir Pencere
Kız Annelerinin Dünyasından Bir Pencere

Gelinin Dünyasından Bir Pencere

1. Kayınbabanı ve kayınvalideni öz anne ve baban gibi görmeli, “seven sevdiklerinin, sevdiğini de sever” ilkesini unutmamalısın.
2. Kayınbabana ve kayınvalidene bakma sorumluluğun yok; ama onların, eşinin cenneti yada cehennemi olduğunu unutmamalısın.
3. Kayınbabanın ve kayınvalidenin tecrübe sahibi insanlar olarak bilmeli, o birikimin sana çok önemli katkılar sağlayacağını unutmamalısın.
4. Kayınbabanın ve kayınvalidenin yaşlılar olarak, evin rahmet kaynağı olduğunu fark etmeli, onların vesilesi ile rızıklarının bereketleneceğini unutmamalısın.
5. Kayınbabanın ve kayınvalidenin hem dünya hem ahiret yatırımı olduğunu her daim bilmeli, ne ekersen onu biçeceğini unutmamalısın.

Damadın Dünyasından Bir Pencere

1. Evin reisi olduğunu hem hanımına, hem annene hissettirmeli; bu konuda otorite boşluğu oluşturmamalısın.
2. Kadınların kadınları çok kıskandığını unutmamalı, ne hanımını annene, ne anneni hanımına karşı çok övmemeli ve çok savunmamalısın.
3. Hanımına, anne ve babana karşı hukukunu hatırlatmalı, onunda bu hukuku kendi anne ve babasına karşı yapmasına zemin hazırlamalısın.
4. Hanımının, anne ve babana karşı hizmetlerini takdir etmeli, attığı o adımlarla çok büyük bir yükü omuzlarından aldığını her daim ona duyurmalısın.
5. Anne ve babana karşı hanımının hatalarını söylediğin gibi, anne ve babanın hanımına karşı hatalarını da uygun bir üslup ile söylemeli ve her daim adaleti esas alarak davranmalısın.

Kayınvalidenin/Kaynananın Dünyasından Bir Pencere

1. Gelinini öz kızın gibi bilmeli; iki de bir: “El kızı ne olacak, gelip oğlumu elimden aldın, sana ne biçim bir koca verdim” dememelisin.
2. Gelinine annelik yapmalı, kusurlar bulmaya çalışmamalı, iki de bir: “Nerede o eski gelinler, biz kaynanamıza şöyleydik, böyleydik” dememelisin.
3. Başkalarının gelinin hakkında dedikodu yapmasına fırsat vermemeli, sen de başkalarına gelinini çekiştirmemeli, iki de bir: “falancanın gelini şöyle yapmış, böyle yapmış” dememelisin.
4. Oğlunu gelinine karşı kışkırtmamalı, en ufak bir meseleyi büyültmemeli, iki de bir: “Ah oğlum, vah oğlum” diyerek dikkatleri üzerine çekip, ortalığı velveleye vermemelisin.
5. Gelinini hizmetçin olarak görmemeli, onunda bir şerefi olduğunu unutmamalı, yapabileceğin basit işleri bile iki de bir: “Gelin, gelin” deyip, başının etini yememelisin.

Kız Annelerinin Dünyasından Bir Pencere

1. “Ben yaşamadım, sen yaşa!” deme; zorluklara alıştır ki, beklentileri itidal üzere olsun.
2. “Kendini ezdirme, diri ol!” deme; itaati telkin et ki, saadeti yanlış yerlerde aramasın.
3. “Sana ne yaptı, nasıl davrandı” deme; sırları ifşa etme ki, tedaviye imkan kalsın.
4. “Sende ona şöyle yap, böyle davran” deme; güzellikleri nazara ver ki, hissiyata kurban olmasın.
5. “Bugün sen bana gel, yarın ben sana geleyim” deme; kendine değil, evine alıştırt ki, sorumluluklarını unutturmayasın.

Damat olarak Efendimiz’i (sas), Kayınbaba olarak Ebû Bekir’i, Kayınvalide olarak Ümmü Rûmân…
Damat olarak Zübeyr b. Avvam’ı, Kayınbaba olarak Ebû Bekir’i Kayınvalide olarak Kuteyle bint Abdüluzza…
Gelin olarak Esma bint Ebî Bekir’i, Kayınvalide olarak Safiyye bint Abdülmuttalib…
Gelin olarak Zeynep bint Ali’yi, Kaynana olarak Esma bint Ümeys…
Halime validemiz Benî Sa’d yurduna döneceğine ısrar edince de bu sefer Hatice validemiz bu düğüne iştirak etmesinden dolayı ona kırk koyun ve binmek üzere bir deve hediye ediyordu. (İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 113; Belâzurî, Ensabü’l-Eşraf, c.1, s. 5)

“Vallahi! Ben onun (Hatice’nin) sevgisi ile rızıklandırıldım.”
Huzeyfetü’l-Yemani naklediyor. Efendimiz (sas) buyuruyor ki:

“Hiçbiriniz; ‘Ben insanlarla beraberim, eğer insanlar iyilik yaparlarsa ben de iyilik yaparım, kötü davranırlarsa ben de kötü davranırım.’ diyen şahsiyetsiz kimselerden olmasın! Aksine insanlar iyilik yaparlarsa iyilik yapmak, kötü davranırlarsa haksızlık etmemek için nefsinizi terbiye edin.” (Tirmizî, Birr, 63)
Hz. Ali ve Afrika’nın fatihi o büyük insan Ukbe b. Amr, farklı yerlerde aynı rivayeti bize naklediyorlar. Efendimiz (sas) buyurmuşlardır ki: “Seninle ilgisini kesenden sen ilgini kesme! Sana vermeyene sen ver! Sana kötülük edeni sen bağışla!” (Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, c. 28, s.654; Taberani, Mu’cemü’l-Evsat, c. 5, s. 364; Beyhaki, Şu’abü’l-İman, c. 6, s. 221)



Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

11 Aralık 2019 Çarşamba

Melekleri İmrendiren Şeytanları Uzaklaştıran Meclisler


“O’nun (sas) ahlakı Kur’an’dı.”

“Muhakkak ki Sen, muazzam, muazzez, muhalled, muhterem, muhteşem bir ahlâk üzeresin.” (Kalem Sûresi, 4)

Muazzam: Çok büyük, çok değerli
Muazzez: Çok aziz, çok şerefli
Muhalled: Çok canlı, çok kalıcı
Muhterem: Çok hürmetli, çok asil
Muhteşem: Çok heybetli, çok görkemli

Dönemin bu ilk dersi konusu: “Melekleri İmrendiren, Şeytanları Uzaklaştıran Meclisler”

İnsan dediğimiz varlık, telkin ile yürüyebilen bir varlıktır.

Telkin, manevi takviyedir, tabir caiz ise şarjdır.

Alak, Kalem, Müzemmil, Müddessir ve Fatiha Sûreleri’nin nazili ve başlayan süreç…
Fatiha Sûresi bir yolname, bir yol ahlakıdır: Adeta şunu der: “Yola çıkın! Yola çıkartın! Yolda kalın! Yola yakışın! Yolda ölün!”
Kur’an asıl, Sünnet usulüdür.
Darü’l-Erkam’dan, Suffa’ya giden yol…

Allah Teâlâ meleklerine: “Sizi şahit tutarak söylüyorum ki, ben bu halde olan kullarımın hepsini bağışladım” buyurur.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Orada oturanlar öyle iyi kimselerdir ki, onların arasında bulunan şaki olmaz.” “Lâ yeşkâ bihim celisühüm” (Buhârî, Daavât, 66; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 251–252, 358–359)

Sohbetin kendisinde insibağ/boyalanma, inikas/aksettirme vardır.

Efendimiz’in (sas) muhatap ahlakına dair anlattığı kıssa: İbn Mâce, Zühd, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/252
Müslim’de ve Ebû Davud’da, Ebû Hureyre’nin ve Ebû Said el-Hudrî’nin nakli ile gelen rivayet…

“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunan arşın diğer sakinlerine karşı över.” (Müslim, Zikr, 39, 38; Ebû Davud, Vitir, 14; Tirmizî, Daavât, 7; İbn Mâce, Mukaddime, 17)
Ebû Vakid künyeli Hâris b. Avf, Efendimiz’den (sas) 24 Hadis nakletmiştir.

“Allahu Ekber! Yine aynı yol, yine aynı sapma! Yemin ederim ki, İsrailoğullarının Musa’ya: “Ey Musa! Bunların ilahları gibi bize de bir ilah yap” dedikleri gibi diyorsunuz. Şüphe yok ki siz, sizden önceki kavimlerin yolundan yürüyeceksiniz!” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/218, Tirmizi, Fiten, 18)

“Size biraz önce mescidin kapısına gelen o üç kişinin haberini vereyim mi?”

“O üç kişiden biri gelip sizin halkanıza dahil oldu. Allah’a sığındı, Allah’ta onun sığınmasını kabul edip, onu barındırdı. Diğeri, sizin halkanızda yer bulamayınca, sizi rahatsız etmek istemedi. Utandı, haya etti, Allah’ta onun utanmasını kabul etti ve ona meclisiniz de yer verdi. Öteki şahsa gelince, o sizin meclisinizden yüz çevirdi, Allah’ta ondan yüz çevirdi.” (Buhârî, İlim, 8, Salât, 84; Müslim, Selâm, 10 Tirmizî, İsti’zân, 29)

“Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya dinleyen ol, ya da bunları seven ol. Sakın beşincisi olma, yoksa helak olursun.” (Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, c.1, s.122)
Ebû Said el-Hudri’nin rivayeti…

“Ey Müslümanlar! Gerçekten siz burada sadece ve sadece Allah’ı anmak için mi oturdunuz?”

“Ben size inanmadığım için ısrarla soruyor değilim. Fakat bana Cebrâil gelerek Allah Teâlâ’nın meleklere sizi göstererek, “bakın, bakın kullarıma, benim için bir araya gelen kullarıma” deyip, iftihar ettiğini haber verdi de onun için böyle ısrar ettim.” (Müslim, Zikir, 40; Nesâî, Kudât, 37)
Abdullah b. Amr’ın rivayeti: “Ben de ancak bir muallim olarak gönderildim.” (İbn Mâce, Mukaddime, 17)

Abdullah b. Abbas’ın rivayeti: “Cennet bahçelerine (riyadü’l-cenne) uğradığınız zaman, oralardan gıdalanınız, besleniniz!” Sahabe meraklandı ve sordu: “Cennet bahçeleri nerelerdir Ya Resulullah!” Efendimiz (sas) dedi ki: “İlim meclisleri cennet bahçeleridir.” (Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, 1/126 )
Sohbet Ahlakı der demez önümüze üç unsur: Hatip Ahlakı, Hitap Ahlakı ve Muhatap Ahlakı

Hatip Ahlakı

1. İhlası en önemli azık edinmeli, Allah adına ve Risalet mektebine uygun hareket edilmeli; riya, kibir, ucb gibi tüm hastalıklardan uzak durulmalıdır.
2. Yaşadığını anlatmalı, anlattığını yaşamalı; davet ettiği hakikatlere güçlü bir inanç ile inanmalı; şüphe, kuruntu, vesvese gibi tüm arızalardan beri olunmalıdır.
3. Sözü süzerek söylemeli, manayı inci gibi düzmeli, muhatapları bıktıracak izahlara girmemeli; gıybet, yalan, mübalağa gibi tüm kirlerden arınmalıdır.
4. İstikamet ve istikrarı istenilen düzeyde kuşanmalı, halini, haddini ve hedefini iyice belirlemeli, nefsine karşı değil, değerlerine karşı güven duymalı; aklını, mantığını, enesini put haline getirmek gibi tüm sapmalardan sakınılmalıdır.
5. Hiçbir beklentiye girmemeli, iki de bir muhatapların önüne herhangi bir fatura uzatmamalı; takdir, taltif ve teşekkür gibi nefsi okşayacak tüm hallerden kurtulunmalıdır.
“Ben beni beğenmiyorum, beni beğeneni de beğenmiyorum.”

Hitap Ahlakı

1. Söylenen sözler, Kitap ve Sünnet’e dayanmalı, ölçüsü ise tamamen hakikat olmalıdır.
2. Söylenen sözler, aklı ikna etmeli, kalbi ise mutmain kılmalıdır.
3. Söylenen sözler, seviyelere uygun olmalı, muhatapların ise taşıyacağı ağırlıkta dengelenmelidir.
4. Söylenen sözler, vakıaya uygunluk arz etmeli, realiteyi ise dikkate almalıdır.
5. Söylenen sözler, doğru bir dil ile takdim edilmeli, üslup ise iyice ayarlanmalıdır.

Muhatap Ahlakı

1. Selim bir niyeti kuşanmalı, onu muhafaza etmeye çalışmalı ve hatibe karşı güven duyulmalıdır.
2. Manevi bir hazırlığa girilmeli, kalp huzuru ile söylenenler dinlenilmeli ve sekineti uzaklaştıracak tavırlardan kaçınılmalıdır.
3. Hakikati elde etme aşkını, ilme karşı derin bir iştiyakı, şartlara takılmadan düzeni ve istikrarı, hayata hakim kılmalıdır.
4. Öğrendiği her şeyi üzerine almalı, ona buna değil, bana söyleniyor demeli ve amel sahasına taşıma adına gayret edilmelidir.
5. Haset hastalığına karşı tedbir alınmalı, ilim arttıkça, haşyet duygusu arttırılmalı ve bu yolun en büyük azığının vefa olduğu unutulmamalıdır.

Ukbe b. Âmir el-Cühenî ve Ebû Hureyre’den iki tablo…

“Hanginiz sabahleyin Buthan veya Akik vadisine gidip Allah’a karşı günah işlemeden ve akrabalık bağını kesmeden iri hörgüçlü, gösterişli iki deveyi hiçbir bedel ödemeden alıp, gelmek ister?”

“Vallahi birinizin her gün sabahleyin mescide gidip Allah’ın Kitab’ından iki ayet
öğrenmesi, onun için iki deveden daha hayırlıdır. Eğer üç ayet öğrenirse onun için dört deveden hayırlıdır. Okunacak, öğrenilecek her ayet, kendi sayısında deveden daha hayırlıdır.” (Müslim, Müsâfirîn, 251)

Ebû Hureyre’nin pazarda haykırışı…

“Size yazıklar olsun. Siz Efendimiz’in (sas): ‘Biz Peygamberler topluluğu ne bir dinar, bir dirhem miras bırakırız, bizim mirasımız ilimdir’ dediğini ne çabuk unuttunuz. İşte Peygamber’in mirası budur ve size düşen dünya malına gösterdiğiniz ilginin daha fazlasını bu mirası elde etmek için göstermektedir.” (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, II, 253)


muhammed emin yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:
 http://www.siyertv.com/melekleri-imrendiren-seytanlari-uzaklastiran-meclisler/

10 Aralık 2019 Salı

Nikâhta Keramet, Nikâhsızlıkta Felaket Vardır

Dersten Cümleler

Modernleşen dünya, İslam dünyasını da modernleştiriyor. Ancak bizdeki modernleşme bir nitelik problemi yaşıyor. Bu problemleri dört başlıkta sıralayabiliriz:

1- Sanayileşme olmadan kentleşme
2- Üretime dönük insan gücü yetiştirememe ve ezberci eğitim
3- İlim zihniyetinin gelişmemesi ve Din’in ruhen hayatımızdan çıkışı ve çöküşü
4- Kapitalist düzende nasıl yaşayacağımızı öğrenmeden, böyle bir düzende yaşama ve bunun getirdiği tamah ve tüketim. (Kenyalı Alim Ali Mazruî)

Bakara Sûresi 205. ayetinde, ekinlerin ve nesillerin ifsad edileceğinin haber verilmesi…
Müslümanlar olarak çağrımız her şeye rağmen nikâha/evliliğe olmalı…
Benî İsrail ailelerinin Firavun ile mücadelesi…
Bütün Firavunların korkusu bir Musa’dır.

“Nikâhta keramet vardır.”

Nikâh demek, evlilik demektir.

Keramet, kereme fiilinin mastarıdır. Anlamı, cömertlik, mertlik, hürmetli, saygılı, onurludur.

Nikah asalettir; insana onur ve şeref kazandırtır.
Nikah berekettir; eve bolluk ve verimlilik kazandırtır.
Nikah sükunettir; ruha huzur ve dinginlik kazandırtır.
Nikah muhabbettir; kalbe sevgi ve aşk kazandırtır.
Nikah kuvvettir; aileye güç ve dayanıklılık kazandırtır.
Nikah asalettir; insana onur ve şeref kazandırtır.

“Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir.” (Nur Sûresi, 32)
Hz. Ömer: “Allah’ın kitabında bu ayet olmasına rağmen halen fakirlik bahanesi ile evlenmeyen adama şaşarım.”

“Kadınlarla evlenin, çünkü gerçekten onlar malları ile gelirler (zenginliğe sebep olurlar)“ (Hâkim, el-Müstedrek, 2/174)

“Üç kişi vardır ki; onlara yardım etmek Allah üzerine bir haktır. Efendisiyle yazışma yapan köle, nâmusunu korumak niyetiyle evlenen kişi, bir de Allâh yolunda cihada çıkan mücahid.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 20, Nesâî, Nikâh, 5)

Aile, dengeyi sağlayan terazi, yapıyı koruyan destek ve saldırılara karşı giyilen zırhtır.

Nikâh meselesini konuşurken, ilk konuşulacak mesele denkliktir.

Nikahta denklik der demez karşımıza çıkacak üç temel mesele vardır.

1- Dinde Denklik
2- Dindarlıkta Denklik
3- Durumlarda Denklik

Dinde Denklik:

Müslüman bir erkeğin Ehli Kitap’tan bir hanım ile evlenebileceğini belirten ayet, Maide 5.

Müşrik erkek ve kadınlarla evlenilemeyeceğini belirten ayetler, Bakara 221 ve Mümtehine 10.

Müslüman bir kadının Ehli Kitap’tan bir erkek ile evlenemeyeceğini ise Hz. Cabir’den gelen rivayette, Peygamberimiz beyan ediyor: “Biz ehl-i kitabın kadınlarıyla evlenebiliriz, fakat onlar

Müslüman kadınlarla evlenemezler.” (İmam Şafii, Ümm, 5/6); Beyhakî, Sünen, 7/172)

Dindarlıkta Denklik

Nur Sûresi 3. ayette belirtildiği gibi zina eden erkek ancak zina eden bir kadınla, zina eden bir kadında zina eden bir erkekle evlenmelidir.

Yine aynı sûresinin 26. ayetinde söylendiği gibi, kötü kadınlar kötü erkeklere, temiz kadınlarda temiz erkeklere, yakışırlar, yaraşırlar.

Durumlarda Denklik

Durumlarda denklik, soyda, boyda, malda, fizikte ve kültürel alanlarda denkliktir.

Bir Müslüman hanımın asli vazifesi anneliktir.

1- Evlilik Allah’ın emri, Peygamberlerin sünneti olmasına rağmen neden bazı alimlerimiz bekarlığı seçmişlerdir?
2- Evliliğin erkek ve kadın için ideal bir yaş ortalaması ve sınırı var mıdır?
3- Evlenecek duruma gelen gençler için aracılık yapmak doğru mudur, yapılacaksa nasıl yapılmalıdır?
4- Kız isteme olduğu gibi oğlan istemede mümkün müdür?
5- Oğlan yada kızın rızası olmadan evlilik yaptırılabilir mi?

Evlilik Allah’ın emri, Peygamberlerin sünneti olmasına rağmen neden bazı alimlerimiz bekarlığı seçmişlerdir?

Abdülfettah Ebû Gudde’nin, “Ülemaü’l-Uzzab/Bekar Alimler” isimli bir kitabı var.

Evlilik bazıları için farz, vacip sünnet, mekruh ve bazıları için haram olabilir.

Evliliğin erkek ve kadın için ideal bir yaş ortalaması ve sınırı var mıdır?

Evliliğin yaşı yok, zamanı var…

“Ey Ali! Üç şeyi geciktirme, vakti geldiğinde namazı kılmayı, hazır olduğunda cenazeyi defnetmeyi, dengini bulduğunda evlenmeyi…” (Tirmizi, Salat, 13; Tirmizi, Cenaiz, 73)

Her buluğa eren, rüşde ermiş olur mu?

Buluğ fiziksel olgunluk, rüşd aklî olgunluktur.

Evlenecek duruma gelen gençler için aracılık yapmak doğru mudur, yapılacaksa nasıl yapılmalıdır?

” Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.” (Nisa Süresi, 85)

Kız isteme olduğu gibi oğlan istemede mümkün müdür?

“Semekandi’nin Tuhfesini şerh etti ve kızıyla evlendi.”

Oğlan yada kızın rızası olmadan evlilik yaptırılabilir mi?

Hz. Ebu Hureyre naklediyor: “Kendi onayı alınmadıkça dul kadınla, kendisinden izin alınmadıkça da genç/bakire kız ile nikah yapılmaz/evlenilemez.” Oradaki Sahabilerden biri dedi ki: Ya

Resulullah! Genç bir kızın izni nasıl olur? Efendimiz (sas) dedi ki: “Sessiz kalmasıyla!” (Buhari, Nikah, 42)

Ebû Hureyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sas) bir gün şöyle buyurdu: “Kadın dört sebepten biri için alınır: Malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı seç. (Aksi halde) sıkıntıya düşersin.” (Buhârî, Nikâh 15; Müslim, Radâ, 53)

Yusuf Has Hacip’in, Kutadgu Bilig/Mutluluk veren bilgi isimli kitabından:

“Evlenmek isteyen kimseler şu dört çeşit kadın ile evlenirler: Zengin, güzel, asil, takva sahibi… Bunlardan hangisinin daha iyi olduğunu söyleyeyim: Zengin kadınla evlenirsen, kendini onun esiri durumuna sokarsın. O malına güvenerek, dilini uzatır; senden birçok şeyler ister ve onun bütün arzularını yerine getirmek icap eder. Güzel kadınla evlenirsen güzellik geçicidir. Birde duyulmuşsa o kadının güzelliği milletin diline düşersin. Asalet ve büyüklüğe bakarak evlenirsen, o büyük aile içinde küçük kalırsın. Ama evleneceğin kadın takva sahibi olursa, her dört şeyi birlikte elde etmiş olursun: Arzun zenginlik ise, o tasarruf ederek seni zenginleştirir. Ahlâkı güzel olan güzel görünür. Kadının güzelliği ve asaleti onun tavır ve hareketidir. Bunu bilen bilir. İşte bundan dolayı ister kadın, ister erkek olsun, eş seçiminde yegâne ölçün dindarlık olsun.”



Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

9 Aralık 2019 Pazartesi

Saadet Asrının Örnekliğinde Düğün

Dersten Cümleler

“Bir zaman gelecek, kişinin helaki, karısının, çocuklarının, anne ve babasının elinden olacaktır. Kişinin ehli onu fakirlikle ayıplarlar ve gücünün yetmediği şeyleri kendisinden isterler. Adam, bu şekilde tehlikeli işlere girerse dini gider ve kendisi de helak olur.” (Beyhaki, Zühdü’l-Kebir, c. 1, s. 183; Deylemi, Kitabü’l-Firdevsi, c. 5, s. 448)

“Şimdi sen bir çift terliğe razı olarak bu adamla evlendin mi?” Kadın: “Evet” dedi. Efendimiz (sas) onların bu adımlarından razı oldu ve onların evliliklerini onayladı ve onlara dua etti. (İbn Mâce, Nikâh, 17; Tirmizi, Nikâh, 22)

Efendimiz şöyle buyurdu: “En hayırlı nikah/evlilik en kolay olanıdır.” (Ebû Davud, Nikâh, 30, 31)
Düğün kelimesi eski Türkçe’den gelen bir kelimedir. Aslının toykün veya toygün olduğu, sonradan düğün diye değiştiği söylenir. Toykün, büyük bir kalabalıkla yemek yemek, yani yemek töreni anlamına gelir.

Düğünün Arapça karşılığı ise Ferah’tır. فَرَح Ferah: Sevinç, mutluluk ve neşe demektir.
Düğün yemeğine ise velime denir.

Sünnete göre evliliğin en önemli meselesi nikâh, düğünün en önemli meselesi ise velimedir.
İnsanlarımızın en fazla sordukları sorular:

Düğün camide mi olmalı, salonda mı?
Müzik çalınmalı mı, çalınmamalı mı?
Oyun oynanmalı mı, oynanmamalı mı?
Gelinlik giyilmeli mi, giyilmemeli mi?
Gelin arabası süslenmeli mi süslenmemeli mi?
Davetiye basılmalı mı basılmamalı mı?
Düğünde Kur’an okunmalı, konuşma yapılmalı mı, yoksa okunmamalı ve yapılmamalı mı?
Takı merasimi olmalı mı, olmamalı mı?
Kadınlar kendi aralarında başı açık durmalı mı, durmamalı mı?
Fotoğraf çektirmeli mi, çektirmemeli mi?
Sünnet’e uygun bir düğünde neler olmalı?

İhlas olmalı
İlan olmalı
İkram olmalı
İhtiram olmalı
İhsan olmalı

Sünnet’e uygun bir düğünde neler olmamalı?
İhtilat olmamalı
İsraf olmamalı
İfşa olmamalı
İhmal olmamalı

İtidalsizlik olmamalı

İhlas, ne yapılırsa yapılsın; Allah’a adına ve Allah namına yapılmasıdır.

Düğün günü her şey namaz üzerinde şekillenmelidir.

Efendimiz (sas): “Nikâhı ilan edin” buyurmuştur.

“Çağrıldığınız zaman davete icabet ediniz.” (Buhârî, Nikâh, 72)

“Her kim çağrıldığı bir davete icabet etmez ise, gerçekten o, Allah’a ve Rasûlü’ne isyan etmiş olur. Oruçlu olsa bile, icabet eder ve duada bulunur. Eğer oruçlu değilse yer ve dua eder. Eğer (özürsüz) yemez ise günahkâr olur ve cefa etmiş bulunur.” (Müslim, Nikâh, 110; Ebû Davud, Et’ime,1)

“Vallahi siz bana (şu an) insanların en sevimlisisiniz!” (Buhari, Nikâh, 75)
Muhammed b. Hatıb el-Cumahî’nin Efendimiz’den naklettiğine göre Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Faslü ma beyne’l-harami ve’l helali ed-duffü ve’s-savtü/Evliliğin helal mi haram mı olduğunu birbirinden ayıran en önemli özellik def çalmak ve sözdür.” (Tirmizi, Nikâh, 72)
Aişe annemiz bu konuda bakın bize nasıl bir hadis aktarıyor. Diyor ki: “Efendimiz (sas) buyurdu ki: “Düğünlerinizi mescid gibi halka açık yerlerde yapın ve düğünlerinizde def çalın.” (İbn Mace, Nikâh, 20)

Es’ad b. Zürare’nin kızı Habibe bint Es’ad ile Sehl b. Huneyf’ın düğünü…

“Aişe! Ne yaptınız gelini yolcu ettiniz mi? Damat evine gönderdiniz mi?”

“Gelinle beraber def çalıp, şarkı söyleyecek cariyeler de gönderdiniz mi?”

“Neden yapmadınız. Ensar’ın ne güzel gazelleri/türküleri vardır, onlarda eğlenceyi pek severler.. Keşke yapsaydınız ve onların çok sevdiği şu şarkıyı söyleseydiniz.”

Size geldik, size geldik.
Size selam Bize selam
Olmasaydı kızıl altınlar
Görünmezdi alınlar
Olmasaydı siyah buğdaylar
Semirmezdi vücudlar…

Keşke böyle şarkıları söyleyecek birini gönderseydiniz.” (Buhari, Nikâh, 63; İbn Mace, Nikâh, 21; Taberani, Mu’cemü’l-Evsat, c.3, s. 315)
Halid b. Zekvan el-Medenî naklediyor, diyor ki bir bayram günüydü. Baktım Medine’de sokaklarda bazıları def çalıp şarkı söylüyorlar…
Rübeyyi bint Muavviz düğününü anlatıyor…

“Aramızda yarın olacakları bilen Allah’ın Peygamber’i var!”

“Böyle söylemeyin. Yarın ne olacağını Allah’tan başka kimse bilemez. Siz biraz önce söylediğiniz şeylere devam edin!” (Buhari, Nikâh, 49; İbn Mace, Nikâh, 21; Tirmizi, Nikâh, 6)
Karaza b. Ka’b ve Ebû Mes’ûd el-Ensarî ‘nin içinde oldukları biri düğün…

“Ya istersen gel yanımızda otur ve söylenenleri dinle, yada kalk git, düğünümüze laf etme. Bize düğünlerimizde eğlenmek için izin verildi.” (Nesai, Nikâh, 80)
İmam Gazali’nin İhyası, diğeri ise Şehabeddin Sühreverdi’nin Avârifu’l-Ma’ârif adlı eseri…

Müzik konusunda genel ilkeler şunlar olmalıdır:

1- Müzik, eğlence, mizah müminin mürüvvetini zedelememelidir ve ancak hayatın küçük bir parçasında yer almalıdır.
2- Yapılan müzik insanları Allah yolundan alıkoymamalı, dini sorumluluk ve görevleri ihmal edecek seviyede olmamalı ve asla ibadet gibi telakki edilmemelidir.
3- Sözleri şeriatımızın ruhuna uygun olmalı, dini değerlerimizi alay konusu etmemeli, kadere dil uzatmamalıdır.
4- Müziğin söz veya icrasında yalan, iftira, zinaya teşvik, sırları ifşa etmek, haramları ve günahları basitleştirmek gibi dinimizce yasaklanan hususlar yer almamalıdır.
5- İnsanlar arasında düşmanlığı, kötü duyguları, nefsani arzuları arttırmamalı, dini ya da dünyevî istifadelerden tamamen uzak bir şekilde faydasız şeylerle meşgul etmemelidir.

Düğünün en önemli Sünneti velimedir.

Hanefiler’de velimenin hükmü Sünneti Müeekkede, diğer bazı mezheblere göre ise vaciptir.

“Hiç değilse bir koç kesde, bizleri düğün yemeğine çağır!”
Davetlilere ihtiram, saygı gösterilmeli, rahat etmeleri için uygun ortamlar hazırlanmalı, misafirler geldiklerine pişman olmamalıdırlar.
Sünnet üzere olan bir düğünde neler olmamalı?

İhtilat olmamalı

Kadın-erkeğin birbirine karışması, mahremiyetin zedelenmesi, hududların/sınırların çiğnenmesidir.

“Düğünde ilk gün verilen yemek gereklidir. İkinci gün verilen yemekler sünnettir, üçüncü gün verilen yemekler ise gösterişten ibarettir. Her kim bu dünyada düğün yemeğinde gösteriş yaparsa Allah’ta ona kıyamet günü gösteriş yapmasına karşılıkta bulunur.” (Tirmîzî, Nikâh,10)

“Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Çünkü amaçsız yere saçıp savuranlar ihvane’ş-şeyâtîn/şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (İsra Sûresi, 17/26, 27)

“Kadınlar bize galebe çaldı, Ey Ebû Eyyüb!” (Taberani, Mücemü’l-Kebir, 3853)

“Şüphesiz ki kıyamet günü Allah’ın en çok ehemmiyet vereceği emanet, karı koca arasındaki emanettir. Karı ile koca birbiriyle içli dışlı olduktan sonra hanımının sırlarını erkeğin etrafa yayması, o gün en büyük ihanettir.” (Müslim, Nikâh,123-124)

“Yemeğin en şerlisi fakirlerin çağırılmayıp, (sadece) zenginlerin çağırıldığı düğün yemekleridir.” (Müslim, Nikâh, 110)
بارك الله لكما، وبارك عليكما، وجمع بينكما في الخي

“Allah bu evliliğinizi ikiniz içinde bereketli kılsın! Bereketini üzerinizde daim eylesin. Ve ikinizin arasını da hayırlarla birleştirsin!”


Muhammed Emin Yıldırım 

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

8 Aralık 2019 Pazar

Fetva ve takva ile amel


Soru Detayı
Dinimizin emirlerini fetva ve takva boyutlu olarak ele alanlar var. Fetvanın helal dediğine takvanın haram veya caiz değil dediği oluyor. Bu "Allah (c.c)'ın haram dediğine helal, helal dediğine haram demek" gibi bir şey değil mi?

Cevap

Bilindiği üzere dini konularda bir fetva derecesi vardır, bir de takva. Dinin her meselesinde üst üste bu iki basamağı her zaman görmek mümkündür.

Fetva basamağı, dini hayatta çıkılacak ilk mecburi basamaktır. Fetva basamağından aşağıda kalınacak başka basamak yoktur. Fetvanın üstünde ise takva basamağı vardır. Takvayı tercih eden ilave sevabını alır; etmeyen günaha girmez. Ancak fetva öyle değildir. Fetva mecburidir. Çünkü fetvanın altında inilecek başka basamak yoktur. Fetvadan düşen tutunacak yer bulamaz, kuyu dibine düşer.

Burada şunu da ilave etmeliyim ki; insan (ilgi duyabiliyorsa) kendi nefsi için çoğu yerde takvayı tercih etmeli, takva ile amel etmeye gayret göstermelidir. Ama başkaları için fetvayı kafi bulmalı, fetva ile amel edeni muhabbete layık görmeli, hafife almamalıdır ki, arada sevgi azalması söz konusu olmasın.

İlave bilgi için tıklayınız:
Azimet-Ruhsat meselesi ne demektir, izah eder misiniz? Peygamber Efendimiz zamanında mezhepler yoktu, bunlar nereden çıktı?..

7 Aralık 2019 Cumartesi

RAD SÛRESİ 12.- 15. ayetlerin tefsiri


Allah'ın Uluhiyyetinin, Rububiyyetinin Ve Kudretinin Delilleri

12- Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla yüklü bu­lutları meydana getiren O'dur.

13- O'nu gök gürlemesi hamd ile, melek­ler de korkularından teşbih ederler. Onlar pek kuvvetli olan Allah hakkında çekişirken, O yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar.

14- Gerçek davet ve dua ancak O'na ya­pılandır. O'ndan başka dua ettikleri putlar, onlara hiçbir cevap vermezler. Durumları, suyun ağzına gelmesi için avuçlarını ona açmış bekleyen adama, benzer. Hiçbir zaman suya kavuşamaz. İşte kâfirlerin yalvarışı da böyle, boşu­nadır.

15- Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler.


Açıklaması

Şimşeğe boyun eğdiren Allah Tealâ'dır. Şimşek, zıt kutuplu elektrik yüklü iki bulutun birbirine yaklaşması sebebiyle buluttan yayılan parlak ışıktır. Onu korkutmak için size gösterir. Yolcu olan da, ekin tanelerini harmanda toplayan çiftçi de ondan korkar. Her insan, onun gözü kamaştıran çakışından veya her önüne çıkanı katıp götüren sellere sebep olmasından çekinir. Yine onu Allah, ümitlendirmek için size gösterir. Ekinlerini, ağaçlarını sulamak için yağmura ihtiyacı olanlar, havanın topraktan, kumdan, dumandan ya da mikroplardan temizlenmesi için yağmuru bekleyenler onu ümitle gözlerler. Genel olarak in­sanlar iki kısımdır: Birinci gurup, kendisine göre hayır saydığı şeylerle sevinir ve ümitlenir. İkinci gurup ise, başına gelen ve kötü, zararlı saydığı şeyler sebe­biyle kötümser, bezgin ve asık suratlıdır.

Su dolu, yağmur yüklü bulutları meydana getiren Allah Tealâ'dır. Bu bu­lutlar, suyunun çokluğu sebebiyle ağır ve yere yakındır.

Mücâhid şöyle der: "Su yüklü, bulutlardır."

Gök gürlemesi, sözle değil, aksine lisân-ı hâl ile Yaradanı ortaktan ve aciz­likten tenzih eder, O'na boyun eğdiğini ilân ederek, kudreti ve hikmeti karşı­sında O'na mutî' olduğunu bildirir. Yine Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların teşbihlerini anla­mazsınız" (İsra, 17/44).

Melekler de Allah'dan korktuklarından ve O'nu yücelttiklerinden, Rablerine teşbih eder ve O'nu eş ve çocuktan münezzeh kılarlar.

Allah, azab etmek için yıldırımlar gönderir ve bunlarla dilediklerini ceza­landırır. Bu sebepten âhir zamanda yıldırımlar çoğalacaktır.

Ahmed b. Hanbel, Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kıyamet yaklaşınca yıldırımlar çoğalır. Öyle ki kişi bir kavme gelir ve 'Güneş doğmadan önce kimleri yıldırım çarptı' der. On­lar da 'Falanca, falanca, falanca yıldırımla helak oldu' derler."

Gök gürlemesi ve şimşeğin her ikisi de ya hayır müjdecisidir ya da kötü­lükle korkuturlar. Bu sebepten Rasulullah (s.a.) gök gürültüsü duyulduğunda veya şimşek görüldüğünde dua etmemizi emretmiştir.

Buharî Ahmed b. Hanbel, Sâlim'den babası tarikiyle Rasulullah (s.a.)'ın gök gürlemesi ve yıldırımları işittiği zaman şöyle dua ettiğini rivayet ederler: "Ey Allah'ım! Gazabınla bizi öldürme, azabınla bizi yok etme. Bundan önce kö­tülüğü bizden defet"

Şimşek ve gök gürlemesi esnasında şöyle denilmesi sünnettir: "Korku ve ümide düşürmek için size şimşeği gösteren, yağmurla yüklü bulutları getiren O'dur. O'na gök gürlemesi hamd ile, melekler de korkularından teşbih ederler."

îmam Malik Muvatta'ında, Abdullah b. Zübeyr (r.a.)'dan gök gürlemesini duyduğu zaman konuşmayı bırakıp ve şöyle dua ettiğini rivayet eder: "Gök gü­rültüsünün hamd ile meleklerin korku ile teşbih ettikleri Yüce Allah, noksan sıfatlardan uzaktır."

Ahmed b. Hanbel, Ebû Hüreyre (r.) den, rivayet ediyor; O gök gürültüsünü işittiği zaman şöyle dua ederdi: "Gök gürültüsünün hamd ile teşbih ettiği Yüce Allah, noksan sıfatlardan uzaktır."

Enes (r.a.), Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yıldı­rım, Allah Tealâ'yı zikreden kimseyi çarpmaz."

Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.), gök gürül­tüsünü işittiğinde şöyle dua ederdi: "Gök gürültüsünün hamd ile ve meleklerin korku ile teşbih ettikleri Yüce Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. O'nun her şeye gücü yeter." Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle derdi: "Kim bu duayı okur da onu yıldırım çarparsa, diyeti bana aittir."

Allah'ın kudretini ve ilâh olduğunu gösteren bunca delile rağmen kâfirler, mücadele edip, Allah Tealâ'nın azameti ve O'ndan başka ilâhın olmadığı konu­sunda şüpheye düşerler. Mücâhid şöyle der: "Bir Yahudi, Rasulullah (s.a.) ile tartışarak ona Allah Tealâ'nın hangi şeyden olduğunu sordu."

Allah Tealâ, pek kuvvetli ve anında yakalayandır. Mumahale düşmana çok hileli davranmak demektir. Allah Tealâ, onlar farkına varmadan şiddetli azabı indirmek için ustaca tasarrufta bulunur. Temahhale"Hile yapmaya çalış­tı, gayret etti" manasına kullanılır.

O, üstünüzden ve altınızdan size azâbetmeye kadirdir. "Hilelerinin sonu­nun nasıl olduğuna bir bak! Biz onları ve milletlerini, hepsini yerle bir ettik" (Nemi, 27/51). "Allah, kasabaların zalim halkını yakalayınca, böyle yakalar. Ya­kalaması da şiddetli ve elimdir." (Hud, 11/102).

Bu ayette Rasulullah (s.a.) teselli edilmiştir. Zira kâfirler, sadece Onun peygamberliğini inkâr etmekle kalmamışlar, bilâkis daha da ileri giderek Al­lah'ın ulûhiyyetini de inkâr etmişlerdir.

Doğru davet, dua ve yakarış, ilâh edinilen putlara, totemlere, meleklere ya da insanlara değil sadece Allah Tealâ'ya mahsustur.

İbn Abbâs (r.a.), Katâde ve diğer alimler şöyle der: Ayette geçen "Davetü'l-Hakk", Lâ ilahe illallah kelime-i tevhididir. Yani, 'Mahlûkâtın bir kabul etmesi ve ihlâslı ibadet etmesi gereken tek varlık Allah'dır' demektir."

Keşşaf da bu ayetle ilgili iki vecih zikredilmiştir. Birincisi: "Davet", batılın zıddı olan Hakk'a muzâf kılınmıştır. Yani "îslâm daveti, İslâm'a mahsus hak davasıdır" demektir. İkincisi: "Davet" "Allah Tealâ" demek olan Hakk'a muzâf kılınmıştır. Manası "Dua, ancak işiten ve kabul eden, hak olan Allah'adır" şeklindedir. [6]

Bu ve bundan önceki ayetler, Rasulullah (s.a.) ile onları tehdit ettiği ceza hususunda mücadele ettiklerinden dolayı kâfirleri korkutmaktadır. Ebû Hayyân, "Gerçek dua ve ibadet ancak O'nadır" kavli hakkında şöyle der: "Görünen o ki ayetteki bu izafet, mevsufun sıfata izafeti kabîlindendir. 'Ahiret yurdu' kavli de böyledir. Takdiri şöyledir: 'Gerçek ve hak davet, başkalarına değil, sa­dece Allah'a mahsustur. Çünkü Allah'dan başkasına yapılan davet batıldır'. Mana şöyledir: 'Gerçek davet, sadece Allah Tealâ'ya yapılan davettir'. Bu ayet, kâfirlerin Allah ile beraber ilâhlar ihdas etmelerini reddetmektedir. Kim Al­lah'a dua ederse bu yaptığı dua haktır. Onlar yüzünden Allah hakkında müca­dele ettikleri putlarına dua etmeleri ise bunun aksidir. Zira bu dua batıl olup, hiçbir yarar sağlamaz. Bu sebepten Allah, "O'ndan başka dua ettikleri putlar..." diye buyurmuştur.[7]

Allah'dan başka, putlara ve asılsız mâbudlara dua edenlerin -ki onlar müşriklerdir- isteklerini, bunlar kesinlikle karşılamaz, onların dualarını kabul etmez, yakarışlarını duymaz ve onlara fayda temin edemeyip zararı da onlar­dan uzaklaştıramazlar. Bunların durumu, susuz olduğu halde ağzına gelmesi için uzaktan kendisine avuçlarını açmış bekleyen bir kimseye, suyun karşılık vermesine benzer. Su, cansız varlık olup duayı anlayamaz, sese karşılık vere­mez ve onu hissedemez. Bu teşbihin ne kadar canlı ve gerçekçi olduğuna ve Al­lah'a dua eden kimsenin açtığı gibi avuçların açıldığına dikkat edilmelidir.

Bu, Allah'ın kendisinden başkalarına ibadet edenlerin, onların dualarına karşılık vermelerinden ümitsizliğe düşmeleri için vermiş olduğu bir misaldir. Maksat akıllarını ve hislerini harekete geçirmektir. Araplar, erişemeyeceği bir şey için gayret gösterip çabalayan kimseye, suyu avuçla alan kişiyi misal ver­miştir. Şair şöyle der:

"Onunla aramızda olan aşk yüzünden suyu açık bir avuçla alan kimseye benzedim.

İşte kâfirlerin putlara ibadeti de böyle, ziyandır, kayıptır ve boşunadır. Zi­ra onların hem putlara yaptıkları dualar karşılıksızdır hem de Allah, bunların dualarını kabul etmez.

Bundan sonra Allah Tealâ, kudretinin, azametinin ve kuvvetinin mükem­melliğini açıklayarak şöyle buyurmuştur: "Her şey Allah'a boyun eğip itaat eder. Müminler ve melekler, hem sıkıntıda hem rahatlıkta isteyerek boyun eğerken kâfirler sıkıntı anında istemeyerek itaat ederler. Aslında insan, hay­van, nebat ve cansız varlıklar, bütün mahlûkat kendilerini yaratan ve meyda­na getiren Yaratana boyun eğip, itaat ederler. Aynı şekilde adı geçen bütün bu varlıklardan gölgesi olanların gölgeleri de güneş doğuncaya kadar sabahın er­ken saatlerinde ve gündüzün sonunda Allah'a secde eder ve boyun eğerler." Gölgenin uzaması ve çekilmesi bu vakitlerde meydana geldiği veya Arapların kullanageldikleri gibi devam ifade etmek için bu iki vakit özellikle zikredilmiş­tir. Allah'a secde edilmesi, O'nun Rab olduğuna delâlet eder. Allah Tealâ'dan başkası ibadet edilmeye lâyık değildir. [8]


[6] Zemahşerî, 11/162. Ebu Hayyan diyor ki: Zemahşeri'nin zikrettiği ikinci vecih doğru değil­dir. Çünkü buna göre (lillahi Davetullah) demektir. Bu terkib ise doğru değildir.
[7] el-Bahrul-Muhit, V/376.
[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/111-114.