29 Mart 2016 Salı

Hz. Peygamberin Allah'ı En İyi Bileniniz Benim Sözü

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
2. BÖLÜM ÎMÂN

13. Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Allah'ı En İyi Bileniniz Benim" Sözü

Marifet kalbin fiilidir, çünkü Yüce Allah "Sizi ancak kalbinizin kazandığından sorumlu tutar
[Bakara Suresi,225] buyurmuştur.

20- Hz. Âişe'den 
(radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Allah Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ashabına bir emir verdiğinde, amellerden güçlerinin yeteceğini onlara emrederdi.

Ashâb-ı kiram şöyle dedi: "Ey Allah'ın elçisi! Biz senin durumunda değiliz. Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır."

Bu söz üzerine Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yüzünden öfkesi anlaşılacak şekilde sinirlenir sonra da şöyle derdi:

"Allah'a karşı gelmekten en çok sakınanınız, O'nu en iyi bileniniz benim".

Açıklama

Buhârî'nin konu başlığında âyeti vermesinin amacı; tek başına sözle imanın yeterli olmadığını, buna inancın da eklenmesinin şart olduğunu, inancın ise kal­bin fiili olduğunu ifâde etmektir. Ayetteki "kalbinizin kazandığı" ifadesinden kasıt, kalbinizde yerleşen anlamındadır. Ayet aslında yeminler hakkında gelmekle birlikte, iman konusunda bunun delil getirilmesi, anlam bakımından ortaklık sebebiyledir. Çünkü yeminde de imanda da hakikatin üzerinde döndüğü esas nokta, kalbin amelidir. Buhârî, Zeyd b. Eslem'in bu âyeti tefsirine dayanmış gibidir. Çünkü o, "Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz" âyeti hak­kında şöyle demiştir: Kasıtsız yemin kişinin "şöyle yaparsam kâfir olayım" demesidir. Kişi kalbini kesin olarak buna bağlamadıkça Allah onu bu yeminden so­rumlu tutmaz. Böylece âyet ile hadis arasındaki münasebet ve bu âyet ve hadi­sin imanla ilgili konulara dahil olma gerekçesi ortaya çıkmış olmaktadır.

Bu hadis Kerrâmiye mezhebinin "İman yalnız sözden ibarettir" görüşü aley­hine delildir. Yine bu hadiste imanın artması ve eksilmesine de delil vardır. Çünkü Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah'ı en iyi bileniniz benim" sözü, Allah hakkındaki bilginin farklı dereceleri bulunduğunu, bu konuda bazı insanların başkalarından daha üstün olduğunu, Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise derecelerin en üstününde yer aldığını göstermektedir. Allah'ı bilmek, O'nun sıfatlarını, hükümlerini ve bunlara ilişkin şeyleri bilmeyi kapsar. Gerçek iman budur.

Kalpte Bulunanlardan Sorumluluğu Gerektirenler

Nevevî şöyle demiştir: Âyette, "kalbin fiillerinin kalpte yer etmesi halinde kişinin bundan sorumlu olacağı" şeklindeki doğru görüşe delil vardır. Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Allah ümmetimin içinden geçen şeyleri, bunları konuşmadığı veya yapmadığı sürece bağışladı" hadisi, "bunlar kişinin kal­binde yer etmediği takdirde bağışlanır" şeklinde yorumlanır. Ben (İbn Hacer) derim ki: Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"bunları yapmadığı sürece" sözünün genel ifadesi de bunu göstermektedir. Çünkü inanç kalbin amelidir (yaptığı şeydir).

Amelde Orta Yolu Tutmak, Aşırı Gitmemek

"Onlara bir şey emrettiğinde güç getirebilecekleri şeyleri emrederdi" ifadesi­nin anlamı, "onlara bir şey emrettiğinde, devam edemeyeceklerinden korkarak onlara zor gelmeyecek kolay gelecek şeyler emrederdi" demektir. Kendisi de onlara emrettiği hafif amellerin benzerini yapardı. Ashâb-ı kiram, derecelerinin (yükselmesi için Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)yaptığından daha fazla ame­le ihtiyaçları olduğuna inanırlardı. Bu sebeple Allah Resûlü'nden kendilerine zor yükümlülükler yüklemesini talep eder ve ona "biz senin durumunda değiliz" derlerdi. O ise buna öfkelenirdi. Çünkü dereceler elde etmiş olmak, amelde kusurlu davranmayı gerektirmez. Aksine nimetleri karşılıksız veren Allah'a şük­retmek için ameli daha da çoğaltmayı gerektirir. Nitekim bir başka hadiste Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ayakları şişinceye kadar namaz kılmasının sebebini soran Hz. Aişe'ye): "Ben Allah'a çokça şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurmuştur. Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına kolay amelleri emretmesi buna devam edebilmeleri içindir. Nitekim diğer bir hadiste de şöyle duyurulmuştur: "Allah'ın en sevdiği amel devamlı olandır".

Hadisten Çıkan Sonuçlar
Bu hadisten aşağıdaki sonuçlar çıkmaktadır:

1. Salih ameller; dereceleri yükseltir ve günahları siler. Bunun yanında sahi­bini yüksek mertebelere ulaştırır. Çünkü Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahabeyi bu yönde delil getirip bunu gerekçe gösterdikleri için değil, başka bir
sebeple yadırgamıştır.

2. Kişi ibadette ve ibadetin neticelerinde son sınıra ulaştığında, nimetin devam etmesini ve şükrederek daha da çoğalmasını sağlamak için ibadete devam etme konusunda daha gayretli olur.

3. Şâri'in koymuş olduğu azimet ve ruhsat sınırlarını aşmamak gerekir. Dine uygun kolay ameli esas almanın, dine aykırı zor amelden daha üstün olduğuna inanmalıdır.

4. İbadette evla olan orta yolu tutmak ve devamlılıktır, ibadeti terke sebep olacak şekilde aşırı gitmek değil. Nitekim bir başka hadiste şöyle buyrulmuştur: "Yolculuğunda çok hızlı giden ne mesafe kat etti, ne de (hayvan) sırtı bıraktı".

5. Sahabe ibadete çok büyük bir rağbet duyar ve daha fazla hayır yap­mayı isterdi.

6. Dinin emrine aykırı davranıldığında öfkelenmek meşrudur. Ehliyetli olan kişi, bir şeyi yanlış anladığında onu, uyanışa teşvik için, yadırgamak meşrudur.

7. Kişi, övünmekten ve kibirlenmekten emin olduğunda, ihtiyaç duyulması halinde, kendisinde bulunan üstünlükleri söyleyebilir.

8. Allah Resulü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) insanın ulaşabileceği olgunluk seviyesinin en üst basamağındadır. Çünkü ilmî ve amelî hikmet ona özgüdür. Hz. Peygam­ber "en çok bileniniz" sözü ile ilmî hikmete, "ona karşı gelmekten en çok sakınanınız" sözü ile amelî hikmete işaret etmiştir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

27 Mart 2016 Pazar

Îmanın Alâmeti Ensarı Sevmektir

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
2. BÖLÜM ÎMÂN

10. Îmanın Alâmeti Ensarı Sevmektir

17- Enes'ten (radıyallahu anh) rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

İmanın alâmeti ensarı sevmektir, nifakın (münafıklığın) alâmeti ise ensara buğzetmektir.
[Hadisin geçtiği yer,3784]

Açıklama
Ensar", Allah Resûlü'ne yardımcı olanlardır ki, bunlar Evs ve Hazreç kabi­leleridir. Onların çocuklarına, antlaşmalı olduğu kimselere ve azat ettiği kölelere de bu isim verilir. Hz. Peygamber'i 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve beraberindekileri Medine'ye hicretten sonra barındırdıkları, onların hizmetlerini gördükleri, mallarını onlarla paylaştıkları, pek çok konuda onları kendilerine tercih ettikleri için bu yüksek dereceye diğer kabileler değil de yalnızca onlar nail olmuşlardır. Onlarm yaptığı bu işler, Arap olan ve olmayan bütün fırkaların onlara düşmanlık etme­sini gerektiriyordu. Düşmanlık ise öfkeyi getirir. Ardından onlara özgü nitelikler başkalarının onları kıskanmasını gerektiriyordu. Kıskançlık da öfkeyi getirir. Bu sebeple onlara öfke duymayı yasaklayan uyarı gelmiş ve onları sevme konu­sunda teşvik söz konusu olmuştur. Öyle ki onların faziletlerinin büyüklüğüne, yaptıkları işin değerine işaret etmek için onlar hakkındaki sevgi ve nefret, imanın ve nifakın göstergesi kabul edilmiştir. Gerçi bu manada onlara ortak olanlar, zikredilen faziletlere de ortak olurlar. Müslim'in Sahih'inde Hz. Ali (radıyallahu anh)hakkında Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şu hadisi rivayet edilmiştir: "Seni ancak mümin olan sever, sana ancak münafık buğz eder". Bu, tek tek bütün sahabe hakkında geçerlidir. Çünkü aynı üstünlük onlarda da bulunmaktadır. Zira onlar dini en güzel şekilde savunmuşlardır.

el-Müfhim adlı eserin sahibi şöyle demiştir: "Sahabe arasında gerçekleşen savaşlara gelince, şayet onlardan birinin diğerine buğz etmesi söz konusu olmuş­sa bu buğz, hadiste kasdedilen şekilde değil, muhalefeti gerektiren haricî bir durum sebebiyledir. Bu yüzden sahabe, birbirinin münafık olduğuna hükmetmemiştir. Onların durumu, müctehidlerin hükümler karşısındaki durumu gibidir: Doğruyu bulana iki ecir, hatalı olana ise bir ecir vardır.



Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

25 Mart 2016 Cuma

Îmanın Tadı

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
2. BÖLÜM ÎMÂN

9. Îmanın Tadı

16- Enes'ten
radıyallahu anh rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

"Üç şey kimde bulunursa imanın tadını bulur:

1. Allah ve Resulünü başka her şeyden çok sevmek,

2. Sevdiği kişiyi yalnızca Allah için sevmek,

3. İnkarcılığa dönmeyi, ateşe atılmak kadar kötü görmek. [Hadisin geçtiği diğer yerler:21,6041,6941]

AÇIKLAMA

Îmanın Tadı
"İmanın tadı" ifadesi ile Buhârî, imanın tadının imanın neticelerinden oldu­ğunu belirtmek istemiştir. Önceki bölümde Hz. Peygamber'i
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)sevmenin imandan olduğunu belirttikten sonra, imanın tadına nasıl varıla­bileceğini ifade etmiştir.

"İmanın tadı" ifadesinde tahyîl-i istihare (hayal yoluyla bir benzetme) vardır. Müminin imana olan rağbeti, tatlı bir şeye benzetilmiş ve bu şeyin özelliklerinden olan tat ona izafe edilmiştir. Bu benzetme hasta ve sağlam kişiye de işaret et­mektir. Çünkü safra hastası, balın tadını ekşi olarak algılar. Sağlam kişi ise balın tadını nasıl ise o şekilde algılar. Sıhhat durumu ne ölçüde düşerse balın tadını alma da o ölçüde azalır. Hadisteki bu benzetme, Buhârî'nin ispatlamaya çalıştığı imanın artması ve eksilmesini en açık şekilde güçlendiren bir delildir.

Şeyh Ebû Muhammed b. Ebû Cemre şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"tad" ke­limesini kullanmasının sebebi şudur; "Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti)" [İbrahim Suresi,24] âyetinde Allah imanı bir ağaca benzetmiştir. Bu âyette yer alan güzel söz, ihlas kelimesidir. Ağaç, imanın köküdür. Dalları ise emre uymak, ya­saktan kaçınmaktır. Ağacın dalları, müminin önem verdiği hayırlardır. Meyvesi ise taatleri işlemektir. Meyvenin tadı, onun toplanmasıdır. Son sınır meyvenin olgunlaşması olup tadı da bununla ortaya çıkar.

Allah ve Resûlü'nü Her Şeyden Daha Çok Sevmek
Beyzâvî şöyle demiştir: Buradaki sevgiden kasıt, akl-ı selimin tercih etmeyi gerektirdiği şeyi, nefsin arzusuna aykırı olsa bile, tercih etmek şeklindeki aklî sev­gidir. Nitekim hasta, doğası gereği ilaçtan hoşlanmaz, nefret eder. Ancak aklı gereği ilaca meyleder ve onu alır. Kişi, kanun koyucu olan Allah'ın emrettiği ve yasakladığı şeyde kesin olarak dünyada iyilik, ahirette kurtuluş olduğunu bildi­ğinde akıl bu yönü tercih etmeyi gerektirir. Kişi O'nun emrine itaat eder, arzu ve isteklerini O'na tabî kılar. Bundan aklî olarak lezzet duyar. Çünkü aklî lezzet duymak, olgunluk ve iyiliği mahiyeti itibarıyla idrak etmektir. Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)bu duruma "tat" adını vermiştir. Çünkü, somut lezzetlerin en güçlüsü budur.

Hadiste yer alan üç özelliğin imanın olgunlaşma belirtileri sayılmasının se­bebi şudur: 
Kişi gerçek nimet verenin Allah olduğunu, O'nun dışında ne veren ne de engelleyen bulunduğunu, O'nun dışındakilerin sadece aracı olduğunu, Peygamber'in Rabbin muradını kendisine açıklayan kişi olduğunu anladığında bu durum, bütün varlığıyla O'na yönelmesini gerektirir. Artık O'nun sevdiğinden başkasını sevmez, sevdiği kişiyi de ancak O'nun için sever. Allah'ın vaad ve tehdid ettiği şeylerin tümü kesin gerçektir. Bu kişiye, vaad edilenlerin tümü gerçekleşmiş gibi gelir. Zikir meclislerini cennet bahçeleri, inkarcılığa dönmeyi ise ateşe atılmak gibi görür.

Bu hadisin Kur'ân'dan şahidi de şu âyettir:

"De ki; "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz (soy ve sopunuz), elinize geçirdiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler size Allah'tan, Resûlü'nden ve O'nun yolundaki cihâddan daha sevimli ise, o halde Allah'ın emri gelinceye kadar bekle-yedurun. Allah fâsiklar topluluğunu hidâyete erdirmez.-Tevbe Suresi,24-

Hadisten Çıkan Sonuçlar
Bu hadis faziletlerle donanmaya, kötülüklerden kurtulmaya işaret etmekte­dir. Hadiste sayılan üç özelliğin ilki faziletlerle donanmayı, sonuncusu da kötü­lüklerden kurtulmayı ifâde etmektedir.

Allah sevgisi farz ve mendup olmak üzere iki kısımdır.
a. Farz olan sevgi, Allah'ın emirlerine uymaya, yasaklarından sakınmaya, kaderine razı olmaya yönlendiren sevgidir. Haram kılınmış bir fiili yapmak veya bir farzı terk etmek suretiyle günah işleyen kişi, kendi arzusunu öne aldığı için Allah sevgisindeki kusuru sebebiyle günah işlemiştir. Kusurlu davranış, kimi za­man da mubahları fazlaca işlemekle olur. Bu, insanın Allah'ın rahmetine çokça güvenerek günah işlemesine sebep olacak gerektirecek şekilde gafleti doğurur, yahut da gaflet devam ede ede sonunda kişi günaha düşer. Bu ikinci kişi pişmanlıkla günahı terk etme konusunda acele eder. "Zina eden kişi, zina ettiği sırada mümin olarak zina etmez" hadisi buna işaret etmektedir.

b. Mendup olan sevgi, kişinin nafilelere devam etmesini ve şüpheli şeyler­den kaçınmasını gerektiren sevgidir. Bu sıfata genel olarak sahip olan kişi çok nadirdir.

Peygamber sevgisi de aynı şekilde iki kısımdır. Şunlar da peygamber sevgi­sine dahildir: Emir ve yasakları onun ışığından almak, yalnızca onun yolunu tut­mak, onun koyduğu kurallara rıza göstermek, verdiği hükümden dolayı içinde hiçbir sıkıntı duymamak, cömertlik-başkasını tercih etme-ağırbaşlılık-alçakgönüllülük vb. sıfatlarda onun ahlâkını örnek almak. Kim bu konularda nefsi ile cihad ederse imanın tadını bulur. Müminlerin derecesi bu cihada göre değişir.

Şeyh Muhyiddin şöyle demiştir: "Bu büyük bir hadistir, dinin temellerinden biridir. İmanın tadından kasdedilen, ibadetlerden lezzet almak ve din uğruna zorluklara katlanmaktır. Bunu, dünya menfaatlerine tercih etmektir. Kulun Allah'ı sevmesi, ona itaat etmek ve ona muhalefeti terk ile gerçekleşir. Peygamber sevgisi de böyledir."

Hadiste "herkesten" değil "her şeyden çok sevmek" ifadesi kullanılmıştır. Bu, hem insanları hem diğer varlıkları içeren bir ifadedir.

"Kişiyi yalnızca Allah için sevmek" hakkında Yahya b. Muâz şöyle demiştir: "Allah için sevmenin hakikati, sevginin sevilen kişinin iyiliğinden dolayı artma­ması, kötülüğünden dolayı da azalmamasıdır."


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

21 Mart 2016 Pazartesi

Allah'ın Resûlü'nü(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sevmek İmandandır

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
2. BÖLÜM ÎMÂN

8. Allah'ın Resûlü'nü(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sevmek İmandandır

14- Ebû Hureyre'den rivayet edilmiştir: Allah Resulü şöyle buyurdu:

"Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, hiçbiriniz beni ana-babasından ve çoluk çocuğundan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz".


Açıklama
"Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki..." ifadesi yemin talep eden bulunmasa bile önemli bir şeyi pekiştirmek için yemin etmenin caiz olduğunu göstermektedir.

"İman etmiş olmaz" ifadesi "olgun bir imana sahip olamaz" anlamına gel­mektedir.

"Ana-babasından ve çocuğundan" ifadesinde ana-baba çocuktan önce söy­lenmiştir. Çünkü herkesin ana-babası olmakla birlikte herkesin çocuğu yoktur. Bu sebeple çoğunluğun durumu dikkate alınmıştır. Nesâî'nin Enes'ten rivayet ettiği hadiste ise çocuk ana-babadan önce gelmektedir. Bu da çocuğa karşı daha çok şefkat beslendiği içindir.

15- Enes'ten rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Hiçbiriniz, beni kendi canından, ana-babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz".

Açıklama
Çocuk ve ana-babanın zikredilmesi manayı daha etkili kılmaktadır. Çünkü aklı başında bir kimse için bunlar kişinin karısından ve

malından daha üstündür. Hatta kimi
durumlarda kişinin kendi canından daha üstündür. Hattâbî buradaki sevgi ile doğal sevginin değil, isteğe bağlı sevginin kasdedildiğini söylemektedir.

Nevevî ise şöyle demiştir: "Bu hadiste nefs-i emmâre ve n
efs-i mutmainne'ye  işaret edilmektedir. Şöyle ki: Nefs-i mutmainne yönü ağır basanların Hz. Peygamber'e(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)duydukları sevgi daha üstün olmaktadır. Nefs-i emmâre yönü ağır basanların hükmü ise bunun aksidir."

Kadı Iyaz, hadiste yer alan hususun imanın geçerliliği için şart olduğunu söylemiştir. Çünkü o buradaki sevgiyi saygı duyma, yüceltme anlamında kabul etmiştir.

el-Müfhim adlı eserin yazarı ise bu hadiste bunun kasdedilmediğini söyleye­rek Kadı Iyaz'ı eleştirmiştir. Çünkü birinin en yüce olduğuna inanmak sevgiyi gerektirmez. Zira kişi bazen bir şeyi büyük görmekle birlikte ona sevgi duymayabilir.

Hz. Peygamber'i
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Canından Çok Sevmek
Bu hadise göre, içinde Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)karşı bu sevgiyi duymayan kişinin imanı olgunlaşmamıştır. Buhârî'nin el-Eymân ve'n-Nüzûr bölümünde Hz. Ömer'den (radıyallahu anh)rivayet ettiği şu hadis de buna işaret etmektedir: Ab­dullah b. Hişâm'm Hz. Ömer'den(radıyallahu anh)rivayet ettiğine göre Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Ey Allah'ın Resulü! Yemin ederim ki sen bana kendi canım dışındaki her şeyden daha sevgilisin" dedi. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Hayır, Canımı elinde tutan Al­lah'a yemin ederim ki sana kendi canından da daha sevgili olmadıkça olmaz". Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: "Vallahi şu anda sen bana kendi canımdan da daha sevgilisin". Hz. Peygamber de (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona: "İşte şimdi oldu Ömer!" buyurdu. Bu sevgi yalnızca Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)en üstün olduğuna inanmaktan kaynaklanmaz. Çünkü Hz. Ömer bu konuşmadan önce de buna inanıyordu.

Hz. Peygamber'i 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Her Şeyden Çok Sevmenin Alâmetleri
Hadiste belirtildiği şekilde Hz. Peygamber'i(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)sevmenin alâmetlerinden biri şudur: Kişi kendi arzuladığı bir şeye kavuşmak ve Hz. Pey­gamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)görmek seçenekleri ile karşı karşıya kalacak olsa, Hz. Peygamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)görme bahtiyarlığını kaybetmek, arzuladığı şey­lerden herhangi birini kaybetmekten daha zor geliyorsa bu kişi hadiste belirtildiği şekilde, Hz. Peygamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)her şeyden daha çok seviyor demek­tir. Bu durumda olmayan kişi için ise bu söz konusu değildir. Bu yalnızca Hz. Peygamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)görme veya bu imkânı kaybetme ile ilgili değildir. O'nun(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)sünnetine yardım etmek, şeriatını savunmak, karşı çıkanları bastırmak da böyledir. İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak da bu kapsama girer. Çünkü hadiste zikredilen en çok sevmek" bunlarla anlaşılır.

Hz. Peygamber'i 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Niçin Her Şeyden Çok Sevmeliyiz?
Şöyle ki: Bir insan ya kendisini ya da başkasını sever. Kendisini sevmesi, ömrünün âfetlerden uzak bir şekilde devam etmesi anlamına gelir. Gerçek an­lamda kişinin istediği budur. Başkasını sevmesi ise, kişinin dünya veya âhirette farklı türlerde yarar sağlamasından kaynaklanır.

Kişi, doğrudan veya sebep olmak şeklinde kendisini inkârın karanlıklarından imanın nuruna çıkaran Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)tarafından elde ettiği yararı incelediğinde görür ki (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)kendisinin ebedî nimetler için­de kalmasına sebeptir. Kişinin bu şekilde elde edeceği yarar, diğer bütün yararların üstündedir. Bu yüzden de Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)herkesten çok sevilmeyi hak etmektedir. Çünkü sevgiyi körükleyen faydayı insana herkesten çok sağlayan odur. Ancak insanlar bu konuda, bunları hatırında tutma veya unutma bakımından, birbirinden farklı derecelere sahiptir. Şüphesiz ki sahabe bu konuda en önemli paya sahipti. Çünkü bu sevgi, tanımaya bağlı­dır. Onlar ise bu sevgiyi en çok bilen kişilerdi.

Her Mümin Hz. Peygamber'i 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sever
Kurtubî şöyle demiştir: Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)doğru bir şekilde inanan herkeste, onu başka her şeyden çok sevme özelliği bulunur. Ne var ki inananlar bu konuda farklı derecelere sahiptir. Bazıları bu konuda en büyük paya sahip olduğu halde, bazıları ise şehvetlere batmış olmaları ve zamanlarının büyük bölümünde gaflet perdeleri ile örtülmüş olmaları sebebiyle daha az paya sahiptir. Ancak inananların büyük bir çoğunluğu yanlarında Hz. Peygamber'den (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bahsedildiğinde onu görmeyi arzularlar. Öyle ki bir çoğu onu görmeyi eşine, çocuğuna, malına, ana-babasına tercih eder, onun uğrunda teh­likeli işlere atılmaktan çekinmez. Bunu haber veren kişi de, kalbinde hiç tereddüt duymaksızın bunu duymuştur. Hatta O'nun (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabrini ziyaret etmeyi ve yaşadığı yerleri görmeyi bütün saydıklarımıza tercih eden kişilerin bulunduğu da görülmüştür. Çünkü onların kalbine Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sevgisi iyice yerleşmiştir. Ne var ki araya giren gaflet durumları sebebiyle bu durum -maalesef- çabucak geçmektedir. Yardım istenilecek olan yegâne varlık Allah'tır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

17 Mart 2016 Perşembe

632.KİŞİNİN İYİ MÜSLÜMAN OLMASI

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

2. BÖLÜM ÎMÂN


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi) 
   
Bu hadis insanları işlediği günahlar sebebiyle tekfir eden ve onların sonsuza kadar cehennemde kalacağını savunan Haricîler vb. fırkalar aleyhine bir delildir. Hadisin baş kısmı İmanın artıp eksildiği inkâr edenleri reddetmektedir. Çünkü İyiliğin dereceleri farklıdır. Hadisin son kısmı da Haricîleri ve Mutezile'yi reddet­mektedir.

31. Kişinin İyi Müslüman Olması

41- Ebu Saîd el-Hudrî Allah Resûlü'nün şöyle buyurduğunu söylemiştir:

"Kişi Müslüman olur da Müslümanlığını iyi yaparsa Allah onun ön­ceki bütün günahlarım bağışlar. Bundan sonra (yaptıklarının) karşılığı söz konusudur: Bir iyiliğe on katından yediyüz katına kadar sevap var­dır. Kötülüğe ise kendi misli kadar günah vardır, ancak Allah dilerse bundan da vazgeçer (bağışlar)".

Açıklama

Kişi Müslüman olur da...": Bu hükümde erkekler ve kadınlar ortaktır,

Müslümanlığını yaparsa Yani; inancı, ihlası, İslâm'a içi ve dışı ile gir­mesi, Cibril hadisinde belirtildiği gibi- bir şey yaparken Rabbi'nin kendisine ya­kın ve yaptıklarından haberdar olduğunu sürekli aklında tutması ile iyi bir Müslüman olursa, demektir.

Kâfirler Yaptıkları İyiliklerin Karşılığını Alırlar mı?
El-Mâzinî şöyle der: "Kâfirin Allah'a yaklaşması söz konusu olamaz. O, şirk halinde iken işlediği amellerden dolayı sevap da almaz. Çünkü Allah'a yaklaşan kişinin, kime yaklaştığını bilmesi şarttır. Oysa kâfir böyle değildir." Kadı Iyaz da el-Mâzinî ile aynı yorumu yapmaktadır. Nevevî ise bunu zayıf görerek şöyle der: "Araştırmacı ilim adamlarınca kabul edilen -hatta üzerinde icma edilen- görüş şudur: Kâfir bir kimse sadaka, akraba ile ilişkiyi sürdürme vb. güzel ameller işle­dikten sonra Müslüman olur ve Müslüman olarak da ölürse daha önce yapmış olduğu iyiliklerin sevabı kendisine yazılır. Bunun temel kurallara aykırı olduğunu iddia etmek kabul edilemez. Çünkü kâfirin zıhar keffaretî gibi bazı fiilleri dün­yevî hüküm açısından muteberdir. Zıhar keffaretini yerine getirdikten sonra Müslüman olsa yeniden keffareti yerine getirmesi gerekmez, daha önceki yeterli olur.

Doğru olan şudur: Allah'tan bir lütuf ve iyilik olarak kişiye Müslümanlığı sı­rasında sevap yazılmasından hareketle sonradan Müslüman olan kişinin inkâr döneminde yaptığı amelin de kabul edilmesi gerekmez. Hadis yalnızca sevap yazılmasından bahsetmiş.İnkâr halinde iken yapılan amelin kabul edilmesi konu­suna temas etmemiştir. Kâfir iken yapılan amelin kabul edilmesinin İslâm'a gir­meye bağlı olması da mümkündür; buna göre kişi Müslüman olursa önceden yaptığı iyilikler kabul edilir ve bundan dolayı sevap alır, Müslüman olmazsa bu iyiliklerden sevap alması söz konusu olmaz. Bu, güçlü bir görüştür. Nevevî, İbra­him el-Harbî, İbn Battal ve bunlar dışındaki ilk dönem alimleri ile sonrakilerden Kurtubî ve İbnü'l-Müneyyir bu görüşü kabul etmiştir.

İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Dinin temel kurallarına aykırı olan şey, bir insanın kâfirken yaptığı iyiliklerden sevap almasıdır. Ancak kâfirken yapılan iyiliklerin sevabının, kişinin Müslüman olmasından sonra onun sevaplarına ek­lenmesini engelleyen bir durum söz konusu değildir. Nitekim Yüce Allah kişiye hiç ameli yok iken doğrudan lütufta da bulunabilir. Yine amel etmekten aciz olan kişiye, kudretinin yettiği dönemdeki amellerin sevabını yazar. Kişiye hiç yapmadığı amellerin sevabını yazması mümkün olduğuna göre, şartlarına uy­maksızın yapmış olduğu amellerin sevabını yazması da mümkündür."

İbn Battal şöyle demiştir: 'Allah kullarına dilediği şekilde lütufta bulunabilir, kimse O'na itirazda bulunamaz."

Diğer bir âlim de şunu delil getirmiştir: Kur'an ve sahih hadisin de gösterdiği gibi ehl-i kitaptan iman eden kişiye iki kat mükâfat verilir. Oysa ilk inancı ile ölse, yapmış olduğu iyiliklerin karşılığını alamaz. Bu iyilikler heba olur gider. Bu da gösteriyor ki ilk amelinin sevabı ikincisine eklenerek yazılmaktadır. Yine şunu da delil getirmiştir: Hz. Âişe, İbn Cüd'an hakkında onun yaptığı iyiliklerin kendi­sine fayda verip vermeyeceğini Hz. Peygamber'e sormuş o da Şöyle demiştir: "O hiçbir gün; Rabbim kıyamet günü hatamı bağışla" dememiştir. Bu durum Abdullah İbn Cüd'an'nı Müslüman olduktan sonra bu sözü söylemiş olması halinde kâfir iken yaptıklarının yararını göreceğini göstermektedir.

Bundan sonra (yaptıklarının) karşılığı söz konusudur": Yani dünyadaki kar­şılıkların yazılması söz konusudur.

Ancak Allah dilerse bundan da vazgeçer": Sibeveyh el-Fevâid adlı eserin­de "Ancak Allah bağışlarsa başka, o bağışlayıcıdır" demiştir.

42- Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Allah Resulü şöyle buyurmuştur:

"Sizden birisi iyi Müslüman olursa yaptığı her iyilik on katından yediyüz katına kadar yazılır. Yaptığı her kötülük ise kendi misli kadar yazılır".


İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi) nden faydalanılmıştır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR   

12 Mart 2016 Cumartesi

631.İMANIN KAPSAMINDA OLAN HUSUSLAR

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)

2. BÖLÜM ÎMÂN

3. İmanın Kapsamında Olan Hususlar

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kim­senin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır, (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dileyenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zaman­larında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakîler ancak onlardır.[Bakara Suresi,177]

Açıklama

İmanın kapsamında olan hususlardan kasdedîlen, İmanın bizzat kendisini oluşturan veya iman edildiği için yapılan amellerdir. Bu âyetin delil getirilme ve konunun içinde geçen hadisle ilişkisi Abdürrezzak ve diğerlerinin Mücâhid'den rivayet ettiği şu hadisten anlaşılmaktadır:

Ebû Zer, Hz. Peygamber'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) imanı sorduğunda, Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yukarıdaki ayeti okumuştur. Ayet takvanın yalnızca sayılan vasıflara sahip kişilerin özelliği olduğunu belirtmektedir. Buradaki takva sahiplerinden kasıt ise şirkten ve kötü amellerden korunanlardır. Bu âyette yeralan emirleri yapan, yasaklardan sakınanlar kâmil müminlerdir. Âyet ve hadisin ortak noktası şudur: Ameller, tasdikle birlikte imanın kapsamına dahil olduğu gibi âyette sözü edilen "iyilik" kapsamına da dahildir.

Şayet "hadisin metninde tasdik yoktur" denilirse buna "tasdik, Müslim ve diğer imamların rivayet ettiği hadisin aslında bulunmaktadır" şeklinde cevap verilir.

9- Ebû Hureyre'den 
(radıyallahu anh) naklen bildirilmiştir: Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurmuştur:

"İman altmış küsur şubedir. Haya da imandan bir şubedir".

Açıklama
Küsur" üç ile on arasını ifade eder.

"Şube" ile kasdedilen parçadır. Bununla "iman altmış küsur özellikten oluşur" şeklinde bir anlam kasdedilmektedir.

Hayâ
Hayâ" çirkin şeyden kaçınmaya yönlendiren ve hak sahibinin hakkı konusunda kusurlu davranmayı engelleyen bir huydur. Bu sebeple başka bir hadiste "Hayânın bütünü hayırdır" buyrulmuştur. Şayet "hayâ doğuştan gelen bir huydur, bu durumda nasıl imanın bir şubesi olabilir?" denilirse şu şekilde cevap verilir: "Hayâ yaratılıştan da gelebilir, sonradan da edinilebilir. Ancak bunu dine uygun kullanmak çaba, bilgi ve niyeti gerektirir. İşte bu sebeple imandan olur. Ayrıca taati yapmaya, günahtan kaçınmaya yönlendirdiği için de imandandır.

"Burada Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) niçin sadece hayâdan bahset­miştir?" diye sorulursa şu şekilde cevap veririz: Hayâ bir bakıma geri kalan iman şubelerini yapmaya sevkeden bir etkendir. Çünkü hayâlı kişi dünya ve âhirette rezil olmaktan korkarak Allah'ın emirlerini tutar, yasaklarından sakınır.

İmanın Şubeleri
Kadı Iyaz şöyle demiştir: "Bir grup âlîm kendi ictihadları ile burada bahse­dilen imanın şubelerini belirlemeye çalışmışlardır. Ancak hadiste kasdedilenin bunlar olduğunu söylemek çok güçtür. Burada sayısı belirtilen şubeleri ayrıntılı olarak bilmemek imanı zedelemez".

Âlimlerin bu konuda ortaya koyduğu görüşlerden yola çıkarak imanın şu­belerini aşağıdaki şekilde belirledim: Bu şubeler kalbin, dilin ve bedenin amelleri olarak üç kısma ayrılır.

A. Kalbin amelleri: Kalbin amelleri inanç ve niyet ile ilgili hususları içerir. Bu bölümde yirmi dört özellik bulunmaktadır:

1. Allah'a inanmak: Allah'ın zatına, sıfatlarına, birliğine, O'na benzer hiçbir şeyin bulunmadığına, O'ndan başka her şeyin sonradan yaratıldığına inanmak buna girer.

2. Meleklere inanmak,

3. Kitaplara inanmak,

4. Peygamberlere inanmak,

5. Kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna İnanmak,

6. Ahiret gününe inanmak: Kabir suali, ba's/öldükten sonra dirilme, neşir, hesap, mizan, sırat, cennet ve cehenneme inanmak da buna dahildir.

7. Allah'ı sevmek,

8. Allah için sevmek- Allah için buğzetmek,

9. Hz. Peygamber'i 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sevmek ve onun yüceliğine inanmak: Hz. Peygamber'e(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selam getirmek, sünnetine uymak da buna girer.

10. İhlas. Riya ve nifakı terk etmek de buraya girer.

11. Tevbe,

12. Havf (Allah'tan korkmak),

13. Recâ (Allah'ın rahmetini ümit etmek)

14. Şükür,

15. Vefa,

16. Sabır,

17. Kazaya rıza göstermek,

18. Tevekkül,

19. Rahmet,

20. Tevazu: Büyüğe saygı, küçüğe merhamet göstermek de buna girer.

21. Kibir ve kendini beğenmeyî terk etmek,

22. Kıskançlığı terk etmek,

23. Kini terk etmek,

24. Öfkeyi terk etmek.

B. Dilin amelleri: Dilin amelleri yedi özelliği içerir:

1. Tevhid'i telaffuz etmek,

2. Kur'an okumak,

3. İlim öğrenmek,

4. ilim öğretmek,

5. Dua,

6. Zikir: İstiğfar da buna girer.

7. Boş sözlerden kaçınmak.

C. Bedenin amelleri: Bedenin amelleri otuz üç özelliği içerir.

a. Bunlardan on beş özellik kişinin bizzat kendisi ile ilgilidir:

1. Hissen ve hükmen temizlenmek: Necasetlerden kaçınmak da buna girer.

2. Avret yerlerini örtmek,

3. Farz ve nafile namazları kılmak,

4. Zekât,

5. Köle azat etmek,

6. Cömertlik: Yemek yedirmek ve misafirleri ağırlamak da buna girer.

7. Farz ve nafile oruçları tutmak,

8. Hacca gitmek ve umre yapmak

9. Tavaf etmek

10. İtikafta bulunmak,

11. Kadir gecesini araştırmak,

12. Dinini fitnelerden korumak: Şirk ülkesinden hicret etmek de buna girer.

13. Adağı yerine getirmek,

14. Yeminlerini tutmak,

15. Keffâretleri eda etmek.

b. Altı özellik de kişinin kendisine bağlı olanlara karşı yerine getirmesi gere­ken görevlerdir:

1. Evlenmek suretiyle iffetini korumak,

2. Aile fertlerinin haklarını yerine getirmek,

3. Ana-babaya iyilik etmek, onlara isyan etmekten kaçınmak,

4. Çocukları terbiye etmek,

5.Akrabalarla ilişkiyi sürdürmek,

6.İtaati hak eden efendilere itaat etmek (veya kölelere iyi davranmak).

c. Bunlardan on yedi özellik topluma karşı yerine getirilmesi gereken özel­liklerdir:
1. Adaletle hükmetmek,

2.Yöneticilere itaat etmek,

3. İnsanların arasını düzeltmek, (Haricîlerle ve eşkıya ile savaşmak da buna girer.)

4. İyilik konusunda yardımlaşmak: İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak da buna girer.

5. Dinde belirtilen cezaları (had cezalarını) uygulamak,

6. Cihad etmek, İslâm ülkesinin sınırlarını korumak,

7. Emaneti eda etmek, ganimetin beşte birini hazineye ödemek,

8. Borç vermek, borç aldığında geri ödemek,

9. Komşuya ikram etmek,

10. İnsanlarla güzel ve iyi geçinmek,

11. Helal yoldan mal kazanmak ve bu malı gereken yere harcamak,

12. İsrafı ve gereksiz yere harcamayı terk etmek,

13. Selâma karşılık vermek,

14. Hapşırana "yerhamükallah" demek,

15. İnsanlara eziyet vermemek,

16. Oyun ve eğlence gibi boş şeylerden kaçınmak.

17. Yoldan gelip geçenleri rahatsız eden şeyleri kaldırmak.

Bunlar toplam altmış dokuz özellik etmektedir. Burada birbirine eklenen özellikleri ayırmak suretiyle bunları yetmiş dokuza çıkarmak da mümkündür.

Müslim'in rivayetinde şu fazlalık yer almaktadır: "Bu özelliklerin en üs­tünü Lâ ilahe illallah, en alt derecesi de gelip geçenleri rahatsız eden şeyleri yoldan kaldırmaktır". Bu hadis, imanla ilgili özelliklerin mertebeleri­nin birbirinden farklı olduğunu göstermektedir.


İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi) nden faydalanılmıştır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR    

10 Mart 2016 Perşembe

Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "İSLÂM BEŞ TEMEL ÜZERİNE BİNA EDİLMİŞTİR" Sözü

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn. 

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
2. BÖLÜM ÎMÂN

1. Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"İslâm Beş Temel Üzerine Bina Edilmiştir" Sözü

Îman hem söz hem de fiildir, artar da eksilir de.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

İmanlarına iman katsınlar diye.
[Fetih Suresi,4]

Onların hidayetini arttırdık.[Kehf Suresi,13]

Allah iman edenlerin hidayetini arttırır.
[Meryem Suresi,76]

Doğru yolda olanların hidayetini arttırmış ve onlara takvalarını vermiştir.[Muhammed Suresi,76]

İman edenlerin imanı artsın diye.[Müddesir Suresi,31]

(Münafıklar): Bu (inen sûre) hanginizin imanını arttırdı? (derler.) Gerçek şu ki (bu İnen sûre) îman edenlerin imanını arttırmıştır.[Tevbe Suresi,124]

(Münafıklar müminlere): Onlardan (size saldırmak üzere gelen Kureyşli-lerden) korkun, derler. Oysa bu iman edenlerin İmanını arttırır.[Âl-i İmrân Suresi,173]

Bu onların yalnızca imanını ve teslimiyetini arttırmıştır.[Ahzâb Suresi,22]


 Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek de imandandır.

Ömer b. Abdülaziz, Adiy b. Adiy'e yazdığı mektupta şunları söylemiştir: "İmanın farzları, inanç esasları, yasakları ve sünnetleri vardır. Kim bunları ta­mamlarsa imanı tamamlamış olur. Bunları tamamlamayan kişi imanı da tamamlamamış olur. Ömrüm olursa anlamanız için sizlere bunları açıklayacağım. Şayet ölürsem (illa da dünyada kalıp) sizinle birlikte olmaya karşı hırslı değilim".

Hz. İbrahim şöyle demiştir:
"Kalbim mutmain olsun diye" [Bakara Suresi,260] Muâz, (arkada­şına) şöyle demiştir: "Otur da bir süre iman edelim."

İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Yakîn {kesin inanç), imanın tamamıdır."

İbn Ömer şöyle demiştir: "Kişi, gönlünü tırmalayan (kendisini huzursuz den) şeyi terk etmedikçe gerçek takvaya ulaşamaz."

Mücâhid şöyle demiştir:
"Sizin için şeriat kıldı" [Şûra Suresi,13] âyeti, "Ey Muhammed biz sana ve diğer peygamberlere aynı dini tavsiye ettik" anlama gelmektedir.

İbn Abbas şöyle demiştir:
"Şeriat ve yol kıldı [Mâide Suresi,48] âyeti "yol ve sünnet kıldı" anlamına gelir.

Îmân Nedir?
İman'ın sözlük anlamı tasdîk etmek doğrulamaktır. Dindeki terim anlamı ise; Hz.Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rabbi'nden getirdiği şeyleri tasdik etmektir. İmanın tanımındaki bu nokta üzerinde görüş birliği vardır.

Şu konularda ise görüş ayrılığı meydana gelmiştir:
Kalpteki tasdikle birlikte, bunun ötesinde, bu tasdiki dil ile ortaya koymak şart mıdır?

Yahut da tasdik edilen inancı, emredilenleri yapmak ve yasaklardan kaçınmak suretiyle, fiil olarak ortaya koymak şart mıdır?

Yukarıda geçen "İman söz ve fiildir" ifadesi başka bir rivayette "iman söz ve ameldir" şeklinde yer almıştır. Bu, selefin kullandığı bir cümledir.

Burada iki konu üzerinde durulacaktır:

1. Söz ve amelin imana dahil olup-olmaması

2. İmanın artması ve eksilmesi

1. Söz ve Amelin îmana Dahil Olup-Olmaması
İmanın söz olmasından kasıt kelime-i şehadeti söylemektir. Amelden kaste­dilen ise kalp ve organların amelinden daha genel bir şeydir. Bunun içine inanç ve ibadetler de girer. Söz ve ameli imanın tarifine koyanlar ile koymayanlar, burada Allah katındaki imanı dikkate alarak görüş belirtmişlerdir.

Selef (ilk dönem ehl-i sünnet âlimleri) şöyle demişlerdir: "İman kalple inan­mak, dil ile söylemek ve organlarla amel etmektir". Bununla, imanın kemale ulaşması için amellerin şart olduğunu ifade etmek istemişlerdir. İleride geleceği üzere imanın artması ve eksilmesi şeklindeki görüşleri de buradan kaynaklanmaktadır.

Mürcie (mezhebine mensup olanlar) "İman yalnızca inanç ve sözden ibaret­tir" demişlerdir.

Kerrâmiyye (mezhebine mensup olanlar) "İman sadece sözden ibarettir" demiştir.

Mu'tezile (mezhebine mensup olanlar) "İman; amel, söz ve inançtır" demiş­tir.

Mu'tezile ile selef arasındaki fark şudur:
Mutezile, amelleri imanın sıhhati için, Selef ise imanın kemali için şart koşmuşlardır. Bunların tamamı daha önce de söylediğimiz gibi Allah katındaki iman açısındandır.

İnsanlar (arasındaki) hükümler açısından ise İman yalnızca ikrardan (dil ile inandığını söylemekten) ibarettir. Bir kimse diliyle iman ettiğini söylerse dün­yada kendisine İslâm'ın hükümleri uygulanır, puta tapmak gibi kâfir olduğunu gösteren bir fiili bulunmadıkça kendisinin kâfir olduğuna hükmedilmez. Bazı alimler, inkarcılığı gösteren bir fiil yapana "kâfir" demişlerdir. Bunlar, o kişinin, kâfirlere ait bir fiili yapmış olmasını dikkate almışlardır. Bu kişiye "kâfir" deme­yenler ise, fiilin hakikatini esas almışlardır. Mutezile ise, iman ile küfür arasında bir konum bulunduğunu belirterek "fâsık ne mümin ne de kâfirdir" demiştir.

2. İmanın Artması ve Eksilmesi Konusu

Selef (ilk dönem ehl-i sünnet âlimleri) imanın arttığını ve eksildiğini söyle­mişlerdir. Kelamcıların çoğunluğu ise bunu inkâr ederek şöyle demiştir; "İmanın arttığı ve eksildiği kabul edilirse, kişinin şüphe içinde olması kabul edilmiş olur".

Şeyh Muhyiddin şöyle demiştir: "Tercihe şayan olan en kuvvetli görüş, dü­şünüp araştırma ve delillerin açıklığa kavuşması ile kişinin tasdikinin arttığı ve eksildiğidir. Bu sebeple Hz. Ebû Bekir'in
(radıyallahu anh)imanı herkesin imanından daha güçlüdür, öyle ki bu imana şüphenin bulaşması asla mümkün değildir". Bu görüşü şu husus da desteklemektedir: Herkes kendi durumundan bilmektedir ki kişinin kalbinde olan inanç, zaman zaman artmaktadır. Öyle ki kimi zamanlarda yakîn, samimiyet ve tevekkül bakımından başka zamanlardan daha güçlü ol­maktadır. Yine delillerin ortaya çıkması ve sayısının artması ile tasdik ve bilgi de artmaktadır.

Muhammed b. Nasr ei-Mervezî Ta'zîmu Kadri's-Salat isimli kitabında bir grup imamdan bu görüşü nakletmiştir.

Abdürrezzak Musannef isimli eserinde; Süfyan-ı Sevrî, Mâlik b. Enes, el-Evzâî, İbn Cüreyc, Ma'mer ve diğer âlimlerden yaptığı nakillerle selefin görüşünü açıklamıştır. Bu kişiler, kendi dönemlerinde İslâm ülkesinin farklı şehirlerinin önde gelen alimleri idi.

Aynı şekilde Ebu'l-Kâsım el-Lâlkâî de Kitabu's-Sünne isimli eserinde; Şâfü, Ahmed b. Hanbel, Ishak b. Râhuye, Ebû Ubeyd ve diğer imamlardan bu görüşü nakletmiştir.

Sahih bir senetle Buhârî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Farklı şehirlerde binden fazla âlimle görüştüm. Hepsi de imanın söz ve fiilden ibaret olduğunu, artıp eksildiğini kabul ediyordu, farklı görüşe sahip olanı görmedim".

Hâkim, Menâkıbu'ş-Şâfiî isimli kitabında şöyle demiştir: Ebu'l-Abbas el-Esam, er-Rebî'in şöyle dediğini bize rivayet etmiştir: Şafiî'nin şöyle dediğini işit­tim: "İman söz ve ameldir. Artar ve eksilir". Bunu Ebû Nuaym el-Hılye adlı ese­rinde Şafiî'nin hayatını anlattığı bölümde er-Rebî'den farklı bir senetle rivayet etmiştir. Bu rivayette fazladan şunlar da yer almaktadır: "İman taat ile artar, günah ile eksilir. (Şafiî) daha sonra şu âyetleri okudu: 'İman edenlerin imanı artsın diye...'".

Buhârî imanın artıp eksildiğini söyledikten sonra Kur'an'dan konuyla ilgili ayetleri buna delil olarak getirmiştir. îmanın arttığının sabit olmasıyla bunun mukabili de sabit olur. Çünkü artmayı kabul eden bir şey, zarurî olarak eksilmeyi de kabul eder.

Allah İçin Sevmek - Allah İçin Buğzetmek

"Allah İçin sevmek ve Allah için buğzetmek de imandandır" sözü, Ebû Davud'un, Ebû Ümâme ve Ebû Zer'den rivayet ettiği bir hadistir. Bu hadisin tam metni şöyledir: "Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir". Ebû Umâme'nîn hadisinin metni ise şöyledir: "Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir ve Allah için men ederse imanı tamamlamış olur."

Ömer b. Abdülaziz'in "Ömrüm olursa anlamanız için sizlere bunları açıkla­yacağım" sözü, "bunların asıllarını (temel prensiplerini) değil, detaylarını açıkla­yacağım" demektir. Çünkü asılları zaten özet bir şekilde bilinmekteydi. Ömer b. Abdülaziz'in sözü bu bölümde imanın artıp eksildiğini göstermek için aktarılmış­tır. Sözün içindeki "imanını tamamlamıştır", "imanını tamamlamamıştır" ifadeleri bunu göstermektedir.

"Hz. İbrahim; (evet iman ettim) ancak kalbim mutmain olsun diye..., de­miştir [42] sözü ile Buhârî, Saîd b. Cübeyr'in bu âyet ile ilgili tefsirine işaret etmiş­tir. O bu âyeti "yakînim artsın diye", Mücâhid de "imanıma iman katayım diye" şeklinde tefsir etmiştir. Peygamberimiz'e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Hz. İbrahim'e (Aleyhisselam) uyması emredilmiştir. Hz. İbrahim hakkında imanın artması söz konusu olunca, bu bizim peygamberimiz hakkında da sabit olur.

Muaz b. Cebel'in "Otur da bir süre iman edelim" sözü imanın artmasına açık bir şekilde delildir. Çünkü bu söz imanın kendisi şeklinde anlaşılamaz. Zira Muaz zaten iyi bir mümin idi. Bu sebeple Muaz bu sözle, Allah'ı zikrederek imanı arttırmayı kasdetmiştir.

Yakîn - îmân İlişkisi
İbn Mesud'un "Yakîn, imanın tamamıdır" sözüne gelince; "İman yalnızca, tasdîkten ibarettir" görüşünü kabul edenler bu söze dayanmışlardır. Oysa İbn Mesud imanın kökünün yakîn olduğunu belirtmek istemiştir. Kalpte yakîn olun­ca, organların tümü salih ameller işlemek suretiyle Allah'a kavuşmayı arzular. Nitekim Süfyan-ı Sevrî de şöyle demiştir: 'Yakîn, gerektiği gibi bir kalbe yerleşse cennet iştiyakı ve cehennem korkusu ile o kişi uçardı."

Takva - Îman İlişkisi

İbn Ömer'in "Kişi, gönlünü tırmalayan (kendisini huzursuz eden) şeyi terk etmedikçe gerçek takvaya ulaşamaz" sözündeki takvadan kasıt, nefsi şirkten ve kötü amellerden korumak, salih amellere devam etmektir. İbn Ebi'd-Dünya Kitâbu't-Takvâ adlı eserinde Ebû Derdâ'dan şunu rivayet etmiştir: "Takva, ha­rama düşme korkusu ile helal gördüğün şeyi bile terk edecek şekilde Allah'tan sakınmakla tamamlanır" demiştir.

Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve diğer alimler, amellerin imanın kapsamına gir­mesine şu âyeti delil getirmişlerdir:
"Halbuki onlar onun dininde ihlas sahipleri ve Hanîfler (İslâm'a bağlananlar) olarak Allah'a ibadet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkası ile emrolunmadılar. Dos­doğru din, işte budur.[Beyyine Suresi,5]

Şafiî şöyle demiştir: "Onların (amelin imandan olduğunu kabul etmeyenle­rin) aleyhine bu ayetten daha güçlü bir delil olamaz".


İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi) nden faydalanılmıştır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

8 Mart 2016 Salı

Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "ALLAH'I EN İYİ BİLENİNİZ BENİM" Sözü


Bir süre önce İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bari" muhtasarını okumaya başladım. Bu Sahîh-i Buhârî Şerhi'nden kendime not düştüğüm hadisleri sizinle de paylaşacağım biiznillah.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)

2. BÖLÜM ÎMÂN

13. Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "Allah'ı En İyi Bileniniz Benim" Sözü


Marifet kalbin fiilidir, çünkü Yüce Allah "Sizi ancak kalbinizin kazandığından sorumlu tutar -el Bakara,2/225- buyurmuştur.

20- Hz. Âişe'den 
(radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Allah Resulü(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına bir emir verdiğinde, amellerden güçlerinin yeteceğini onlara emrederdi.

Ashâb-ı kiram şöyle dedi: "Ey Allah'ın elçisi! Biz senin durumunda değiliz. Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır."

Bu söz üzerine Hz. Peygamber 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yüzünden öfkesi anlaşılacak şekilde sinirlenir sonra da şöyle derdi:

"Allah'a karşı gelmekten en çok sakınanınız, O'nu en iyi bileniniz benim".

Açıklama
Buhârî'nin konu başlığında âyeti vermesinin amacı; tek başına sözle imanın yeterli olmadığını, buna inancın da eklenmesinin şart olduğunu, inancın ise kal­bin fiili olduğunu ifâde etmektir. Ayetteki "kalbinizin kazandığı" ifadesinden kasıt, kalbinizde yerleşen anlamındadır. Ayet aslında yeminler hakkında gelmekle birlikte, iman konusunda bunun delil getirilmesi, anlam bakımından ortaklık sebebiyledir. Çünkü yeminde de imanda da hakikatin üzerinde döndüğü esas nokta, kalbin amelidir. Buhârî, Zeyd b. Eslem'in bu âyeti tefsirine dayanmış gibidir. Çünkü o, "Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz" âyeti hak­kında şöyle demiştir: Kasıtsız yemin kişinin "şöyle yaparsam kâfir olayım" demesidir. Kişi kalbini kesin olarak buna bağlamadıkça Allah onu bu yeminden so­rumlu tutmaz. Böylece âyet ile hadis arasındaki münasebet ve bu âyet ve hadisin imanla ilgili konulara dahil olma gerekçesi ortaya çıkmış olmaktadır.

Bu hadis Kerrâmiye mezhebinin "İman yalnız sözden ibarettir" görüşü aley­hine delildir. Yine bu hadiste imanın artması ve eksilmesine de delil vardır. Çünkü Hz. Peygamber'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Allah'ı en iyi bileniniz benim" sözü, Allah hakkındaki bilginin farklı dereceleri bulunduğunu, bu konuda bazı insanların başkalarından daha üstün olduğunu, Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise derecelerin en üstününde yer aldığını göstermektedir. Allah'ı bilmek, O'nun sıfatlarını, hükümlerini ve bunlara ilişkin şeyleri bilmeyi kapsar. Gerçek iman budur.

Kalpte Bulunanlardan Sorumluluğu Gerektirenler

Nevevî şöyle demiştir: Âyette, "kalbin fiillerinin kalpte yer etmesi halinde kişinin bundan sorumlu olacağı" şeklindeki doğru görüşe delil vardır. Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Allah ümmetimin içinden geçen şeyleri, bunları konuşmadığı veya yapmadığı sürece bağışladı" hadisi, "bunlar kişinin kal­binde yer etmediği takdirde bağışlanır" şeklinde yorumlanır. Ben (İbn Hacer) derim ki: Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"bunları yapmadığı sürece" sözünün genel ifadesi de bunu göstermektedir. Çünkü inanç kalbin amelidir (yaptığı şeydir).

Amelde Orta Yolu Tutmak, Aşırı Gitmemek

"Onlara bir şey emrettiğinde güç getirebilecekleri şeyleri emrederdi" ifadesi­nin anlamı, "onlara bir şey emrettiğinde, devam edemeyeceklerinden korkarak onlara zor gelmeyecek kolay gelecek şeyler emrederdi" demektir. Kendisi de onlara emrettiği hafif amellerin benzerini yapardı. 

Ashâb-ı kiram, derecelerinin yükselmesi için Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaptığından daha fazla ame­le ihtiyaçları olduğuna inanırlardı. Bu sebeple Allah Resûlü'nden kendilerine zor yükümlülükler yüklemesini talep eder ve ona "biz senin durumunda değiliz" derlerdi. O ise buna Öfkelenirdi. Çünkü dereceler elde etmiş olmak, amelde ku­surlu davranmayı gerektirmez. Aksine nimetleri karşılıksız veren Allah'a şükretmek için ameli daha da çoğaltmayı gerektirir. Nitekim bir başka hadiste Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ayakları şişinceye kadar namaz kılmasının sebebini soran Hz. Aişe'ye): "Ben Allah'a çokça şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurmuştur. Hz. Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashâbına kolay amelleri emretmesi buna devam edebilmeleri içindir. Nitekim diğer bir hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Allah'ın en sevdiği amel devamlı olandır".

Hadisten Çıkan Sonuçlar
Bu hadisten aşağıdaki sonuçlar çıkmaktadır:

1. Salih ameller; dereceleri yükseltir ve günahları siler. Bunun yanında sahi­bini yüksek mertebelere ulaştırır. Çünkü Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)sahabeyi bu yönde delil getirip bunu gerekçe gösterdikleri için değil, başka bir sebeple yadırgamıştır.

2. Kişi ibadette ve ibadetin neticelerinde son sınıra ulaştığında, nimetin devam etmesini ve şükrederek daha da çoğalmasını sağlamak için ibadete devam etme konusunda daha gayretli olur.

3. Şâri'in koymuş olduğu azimet ve ruhsat sınırlarını aşmamak gerekir. Dine uygun kolay ameli esas almanın, dine aykırı zor amelden daha üstün olduğuna inanmalıdır.

4. İbadette evla olan orta yolu tutmak ve devamlılıktır, ibadeti terke sebep olacak şekilde aşırı gitmek değil. Nitekim bir başka hadiste şöyle buyrulmuştur: "Yolculuğunda çok hızlı giden ne mesafe kat etti, ne de (hayvan) sırtı bıraktı".

5. Sahabenin ibadete çok büyük bir rağbet duyar ve daha fazla hayır yap­mayı isterdi.

6. Dinin emrine aykırı davranıldığında öfkelenmek meşrûdur. Ehliyetli olan kişi, bir şeyi yanlış anladığında onu, uyanışa teşvik için, yadırgamak meşrûdur.

7. Kişi, övünmekten ve kibirlenmekten emin olduğunda, ihtiyaç duyulması halinde, kendisinde bulunan üstünlükleri söyleyebilir.

8. Allah Resulü 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)insanın ulaşabileceği olgunluk seviyesinin en üst basamağındadır. Çünkü ilmî ve amelî hikmet ona özgüdür. Hz. Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "en çok bileniniz" sözü ile ilmî hikmete, "ona karşı gelmekten en çok sakına­nınız" sözü ile amelî hikmete işaret etmiştir.

İbn Hacer el-Askalânî'nin "Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi) nden faydalanılmıştır.