... Bir taraftan farklı kültürler ve dinlerin, bir taraftan içerideki bir takım arızalı anlayışların, yapıların etkisi ile Sahabe Asrı’nın sonlarına doğru sahabenin hiç görmediği, duymadığı bir takım fikirler, görüşler duyulmaya, görülmeye başlandı. Dolayısıyla Ehl-i sünnet dışı, Ehl-i sünnet’e aykırı fikirlerin, görüşlerin tarihi o zaman dilimine kadar gider.
O zaman, sahabenin genç kuşağı hayattaydı ve bu oluşumlara karşı nasıl tavır takınılması gerektiği konusunda bize de örnek oldular. ..
...Cenab-ı Hakk, Kitab-ı Mübin’i gönderirken aynı zamanda onun fiili pratiği nasıl olacak, hayata nasıl aktarılacak, bunun da gösterme sorumluluğunu Efendimiz’e (s.a.v) yükledi. Dolayısıyla Efendimiz (s.a.v) “Cenab-ı Hakk’ın muradı nedir, bizden Cenab-ı Hakk ne istiyor?” gibi soruların cevabını yirmi üç senelik peygamberliği süresince bize en ideal biçimde gösterdi ve “Cenab-ı Hakk sizden böyle bir müslümanlık istiyor.” dedi. Efendimiz’in (s.a.v) hayatı da budur.
... iç-dış etkenler, karışıklıklar vs. ortaya çıktığı zaman Efendimiz’in (s.a.v) öğrettiği bu İslam, bid’at akımlar tarafından inancıyla, ahlakıyla, yaşantısıyla ve pratiğiyle orasından burasından çekiştirilmeye başlandı. Yani Efendimiz (s.a.v) bir konuda bir şey söylemişse o öyledir.
Bizim için ona yüklenen peygamberlik, tebliğ, tebyin misyonu gereği biz dini ondan öğreniyoruz. O olmasaydı, biz Kur’an-ı Kerım’i bile öğrenemezdik. Nereden bilecektik Cenab-ı Hakk bizden ne istiyor?
Dolayısıyla onun beyanı, açıklaması, talimatı dururken bizim kendi kafamızdan, kendi hevamızdan bir şey söylememiz asla ve kat’a doğru olamaz. Ehl-i sünnet derken biz bunu anlıyoruz.
Sünnet ne demişse ona teslim olan insana Ehl-i sünnet denir.
E, bunun karşısında yer alan kişi, gurup, akım ne ise bu da Ehl-i bid’attır. O ne diyor: ”Peygamber’in bir konuda ne dediği beni çok fazla enterese etmez. Ben kendi aklıma, kendi doğrularıma bakarım.”
İşte Ehl-i bid’at da bunu söylüyor özel olarak. Elbette bunu, böyle doğrudan, açık bir şekilde, bu tarzda ifade etmiyor. üstünü bir takım şeylerle örtüyor. “Efendim, hadisler haber-i vahiddir. Güvenemeyiz işte, elimizde Kur’an’dan başka güvenilecek kaynak yoktur.” diyor.
“Kur’an’a dönüş” cümlesi burada mı karşımıza çıkıyor?
... “Elimizde güvenilebilecek, bize kadar bozulmadan, dejenere olmadan, beşer müdahalesine uğramadan gelmiş haber-i vahiddir, öbürlerinden emin olamıyoruz. Evet itirazımız yok, Peygamber amenna, Sünnet baş üstüne ama güvenemeyiz ki. Bize nakleden insanlar kimdir. tarih içerisinde bir sürü şeyler olmuş, hadisler uydurulmuş vs.” gibi gerekçelerle “Sadece Kur’an’a güvenelim, işin garanti noktası budur. Öbürü hakkında garanti veremiyoruz.” diyerek bir şalla bunun üstünü örtüyorlar.
...Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerım’i koruyor mu?
Evet koruyor.
Peki nasıl koruyor?
Ayet-i kerîme var, eminiz. Cenab-ı Hakk buyuruyor ki “Bu Kur’an’ı, bu vahyi, bu zikri biz indirdik, biz koruyacağız.”
Peki nasıl koruyor Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’i?
Ümmet ve ümmetin hafızları vasıtasıyla koruyor. Sahabe-i Kiram döneminden itibaren Kur’an hep kitleler halinde ezberlenmiş, aktarılmış, yazıya geçirilmiş, tekrar ezberlenmiş. Yani o dönemden bu yana, başından itibaren herhangi bir ayet herhangi bir ücra köşede yanlış okunacak olsa onu düzelten birisi mutlaka bulunur. Bir camiye gidin, imam efendi yanlış okusun, cemaatten biri mutlaka çıkar ve deır ki “Bu yanlış oldu, doğrusu şudur.” Böyle koruyor Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’i.
Peki bu insanlar kim?
Bu insanlar, bu ümmetin hafızları. Kur’an’ı koruyan hafızlar aynı zamanda Sünnet’i de koruyor. Kur’an hafızları var, Hadis hafızları var. Şimdi ben bunu anlamıyorum:
“Ama tarih içinde uydurma hadis diye bir şey olmuş, hadis uydurulurmuş, böyle bir vakıa var, uydurma hadisler var.”
Uydurma ayetler yok mu? Uydurma ayetler de var. Kaynaklarına gidin, UIûmü’I-Kur’an kitaplarında uydurma ayetler görürsünüz. Peki, biz uydurma ayet var diye Kur’an’dan şüphe etmiyoruz da uydurma hadis var diye Sünnet’ten niye şüphe ediyoruz?
Bu aslında aklımıza müsteşriklerin soktuğu bir şüpheden başka bir şey değil.
“Hadis uyduruldu güvenemeyiz, ama Kur’an uydurulmadı.” Hayır, uydurma Kur’an da oldu. Var elimizde. Müsteşriklerin bastığı uydurma Kur’an nüshaları var. Şia’nın iddiaları var. İçinde bizim hiç bilmediğimiz, duymadığımız süreler var bu uydurma mushafın. Ama biz elimizdeki mushaftan asla şüphe etmiyoruz.
Bu bir çeldirmedir, ayak oyunudur ve ne yazık ki genç kuşaklar bu ayak oyununa çok çabuk kandılar. Ne oldu bu olunca? Hadisler ve Sünnet hayatımızdan çıkınca elimizde Kur’an-ı Kerım, adeta insanların yorumuna, insafına, algısına terk edilmiş ölü bir metin olarak kaldı.
...“Bu ümmetin alimi, uleması, müfessiri, müctehidi anlayamadı, ben anladım.” diyorsun.
... Haricilerin usulî bir gerekçeye dayandırdıkları birşey var. Sahabeyi tekfir ettikleri için diyorlar ki “Bunlar kafirdir, bunların naklettiği hadise biz güvenemeyiz.”
...Hariciler kurum olarak Hadis’i, Sünnet’i reddetmiyor, nakilcilerini tekfir ettikleri için bunların naklettiği şeye güvenemeyiz diyorlar. Dolayısıyla sadece Kur’an’la yetinmek gibi bir duruşları var. Bugün de aynı gerekçeyle ortaya çıkan bazı kitleler var. Evet, bunlar Harici değil, Haricilerin karakteristik özellikleri bunlarda yok ama bu noktada Haricilerin iddialarını devam ettirdiklerini görüyoruz.
Ümmetin alimini, muhaddisini örtülü ya da açık itham edip “Bunların naklettiği şeye biz güvenemeyiz, sadece Kur’an elimizde var.” diyen bir ekip var. Günümüzde bunlar Türkiye’de de var, Mısır’da, Pakistan’da , Hindistan’da da var, her yerde var. .. Kur’ancılar ya da Mealciler diyoruz biz bunlara.
...Yani başınıza bir olay mı geldi, önünüze bir problem mi çıktı? Sahabe nasıl çözdüyse biz de öyle çözelim. Sahabe’yi atlayarak ne Peygamber’e (s.a.v), ne de Kur’an’a gidebilirsiniz. Çünkü o, Kur’an’ın ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) adım adım, gün be gün inşa ettiği tek nesildir. Sahabe’yi aradan çıkardığınızda İslam tarihi de, İslam’ın kaynakları da, pratiği de olmaz. Üstelik Kur’an-ı Kerım’de ve Sünnet-i Nebeviyye’de Sahabe’yi tebcil eden, tazim eden, öven ve metheden yüzlerce nas var. Efendimiz’in (s.a.v) bize talimatları var, uyarıları var Sahabe-i kiram hakkında.
Yazının tamamı için:
O zaman, sahabenin genç kuşağı hayattaydı ve bu oluşumlara karşı nasıl tavır takınılması gerektiği konusunda bize de örnek oldular. ..
...Cenab-ı Hakk, Kitab-ı Mübin’i gönderirken aynı zamanda onun fiili pratiği nasıl olacak, hayata nasıl aktarılacak, bunun da gösterme sorumluluğunu Efendimiz’e (s.a.v) yükledi. Dolayısıyla Efendimiz (s.a.v) “Cenab-ı Hakk’ın muradı nedir, bizden Cenab-ı Hakk ne istiyor?” gibi soruların cevabını yirmi üç senelik peygamberliği süresince bize en ideal biçimde gösterdi ve “Cenab-ı Hakk sizden böyle bir müslümanlık istiyor.” dedi. Efendimiz’in (s.a.v) hayatı da budur.
... iç-dış etkenler, karışıklıklar vs. ortaya çıktığı zaman Efendimiz’in (s.a.v) öğrettiği bu İslam, bid’at akımlar tarafından inancıyla, ahlakıyla, yaşantısıyla ve pratiğiyle orasından burasından çekiştirilmeye başlandı. Yani Efendimiz (s.a.v) bir konuda bir şey söylemişse o öyledir.
Bizim için ona yüklenen peygamberlik, tebliğ, tebyin misyonu gereği biz dini ondan öğreniyoruz. O olmasaydı, biz Kur’an-ı Kerım’i bile öğrenemezdik. Nereden bilecektik Cenab-ı Hakk bizden ne istiyor?
Dolayısıyla onun beyanı, açıklaması, talimatı dururken bizim kendi kafamızdan, kendi hevamızdan bir şey söylememiz asla ve kat’a doğru olamaz. Ehl-i sünnet derken biz bunu anlıyoruz.
Sünnet ne demişse ona teslim olan insana Ehl-i sünnet denir.
E, bunun karşısında yer alan kişi, gurup, akım ne ise bu da Ehl-i bid’attır. O ne diyor: ”Peygamber’in bir konuda ne dediği beni çok fazla enterese etmez. Ben kendi aklıma, kendi doğrularıma bakarım.”
İşte Ehl-i bid’at da bunu söylüyor özel olarak. Elbette bunu, böyle doğrudan, açık bir şekilde, bu tarzda ifade etmiyor. üstünü bir takım şeylerle örtüyor. “Efendim, hadisler haber-i vahiddir. Güvenemeyiz işte, elimizde Kur’an’dan başka güvenilecek kaynak yoktur.” diyor.
“Kur’an’a dönüş” cümlesi burada mı karşımıza çıkıyor?
... “Elimizde güvenilebilecek, bize kadar bozulmadan, dejenere olmadan, beşer müdahalesine uğramadan gelmiş haber-i vahiddir, öbürlerinden emin olamıyoruz. Evet itirazımız yok, Peygamber amenna, Sünnet baş üstüne ama güvenemeyiz ki. Bize nakleden insanlar kimdir. tarih içerisinde bir sürü şeyler olmuş, hadisler uydurulmuş vs.” gibi gerekçelerle “Sadece Kur’an’a güvenelim, işin garanti noktası budur. Öbürü hakkında garanti veremiyoruz.” diyerek bir şalla bunun üstünü örtüyorlar.
...Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerım’i koruyor mu?
Evet koruyor.
Peki nasıl koruyor?
Ayet-i kerîme var, eminiz. Cenab-ı Hakk buyuruyor ki “Bu Kur’an’ı, bu vahyi, bu zikri biz indirdik, biz koruyacağız.”
Peki nasıl koruyor Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’i?
Ümmet ve ümmetin hafızları vasıtasıyla koruyor. Sahabe-i Kiram döneminden itibaren Kur’an hep kitleler halinde ezberlenmiş, aktarılmış, yazıya geçirilmiş, tekrar ezberlenmiş. Yani o dönemden bu yana, başından itibaren herhangi bir ayet herhangi bir ücra köşede yanlış okunacak olsa onu düzelten birisi mutlaka bulunur. Bir camiye gidin, imam efendi yanlış okusun, cemaatten biri mutlaka çıkar ve deır ki “Bu yanlış oldu, doğrusu şudur.” Böyle koruyor Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerîm’i.
Peki bu insanlar kim?
Bu insanlar, bu ümmetin hafızları. Kur’an’ı koruyan hafızlar aynı zamanda Sünnet’i de koruyor. Kur’an hafızları var, Hadis hafızları var. Şimdi ben bunu anlamıyorum:
“Ama tarih içinde uydurma hadis diye bir şey olmuş, hadis uydurulurmuş, böyle bir vakıa var, uydurma hadisler var.”
Uydurma ayetler yok mu? Uydurma ayetler de var. Kaynaklarına gidin, UIûmü’I-Kur’an kitaplarında uydurma ayetler görürsünüz. Peki, biz uydurma ayet var diye Kur’an’dan şüphe etmiyoruz da uydurma hadis var diye Sünnet’ten niye şüphe ediyoruz?
Bu aslında aklımıza müsteşriklerin soktuğu bir şüpheden başka bir şey değil.
“Hadis uyduruldu güvenemeyiz, ama Kur’an uydurulmadı.” Hayır, uydurma Kur’an da oldu. Var elimizde. Müsteşriklerin bastığı uydurma Kur’an nüshaları var. Şia’nın iddiaları var. İçinde bizim hiç bilmediğimiz, duymadığımız süreler var bu uydurma mushafın. Ama biz elimizdeki mushaftan asla şüphe etmiyoruz.
Bu bir çeldirmedir, ayak oyunudur ve ne yazık ki genç kuşaklar bu ayak oyununa çok çabuk kandılar. Ne oldu bu olunca? Hadisler ve Sünnet hayatımızdan çıkınca elimizde Kur’an-ı Kerım, adeta insanların yorumuna, insafına, algısına terk edilmiş ölü bir metin olarak kaldı.
...“Bu ümmetin alimi, uleması, müfessiri, müctehidi anlayamadı, ben anladım.” diyorsun.
... Haricilerin usulî bir gerekçeye dayandırdıkları birşey var. Sahabeyi tekfir ettikleri için diyorlar ki “Bunlar kafirdir, bunların naklettiği hadise biz güvenemeyiz.”
...Hariciler kurum olarak Hadis’i, Sünnet’i reddetmiyor, nakilcilerini tekfir ettikleri için bunların naklettiği şeye güvenemeyiz diyorlar. Dolayısıyla sadece Kur’an’la yetinmek gibi bir duruşları var. Bugün de aynı gerekçeyle ortaya çıkan bazı kitleler var. Evet, bunlar Harici değil, Haricilerin karakteristik özellikleri bunlarda yok ama bu noktada Haricilerin iddialarını devam ettirdiklerini görüyoruz.
Ümmetin alimini, muhaddisini örtülü ya da açık itham edip “Bunların naklettiği şeye biz güvenemeyiz, sadece Kur’an elimizde var.” diyen bir ekip var. Günümüzde bunlar Türkiye’de de var, Mısır’da, Pakistan’da , Hindistan’da da var, her yerde var. .. Kur’ancılar ya da Mealciler diyoruz biz bunlara.
...Yani başınıza bir olay mı geldi, önünüze bir problem mi çıktı? Sahabe nasıl çözdüyse biz de öyle çözelim. Sahabe’yi atlayarak ne Peygamber’e (s.a.v), ne de Kur’an’a gidebilirsiniz. Çünkü o, Kur’an’ın ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) adım adım, gün be gün inşa ettiği tek nesildir. Sahabe’yi aradan çıkardığınızda İslam tarihi de, İslam’ın kaynakları da, pratiği de olmaz. Üstelik Kur’an-ı Kerım’de ve Sünnet-i Nebeviyye’de Sahabe’yi tebcil eden, tazim eden, öven ve metheden yüzlerce nas var. Efendimiz’in (s.a.v) bize talimatları var, uyarıları var Sahabe-i kiram hakkında.
Yazının tamamı için: