17 Mayıs 2024 Cuma

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ya da kısaca Ehl-i Sünnet tabiri “Hz. Peygamber ile ashabın dinin temel konularında takip ettikleri yolu benimseyenler” manasına gelir (Yavuz, “Ehl-i Sünnet”, DİA, 10/525). Bilindiği gibi Rabbimizin insanlığa gönderdiği İslâm’ın öğretileri, son vahiy Kur’ân’ın Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından tebliğ ve beyan edilmesiyle vücut bulmuştur. Hz. Peygamber’in Sünneti; Kur’ân’ın beyanı, somut bir açıklaması ve uygulamasıdır. Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e itaati emretmesi, ona Kitab’ı beyan görevi vermesi, onun ve beraberindeki müminlerin yolundan ayrılmayı yasaklaması gibi hükümler, Allah Resûlü’nün Sünnetinin Müslümanlar için sürekli bir rehber ve model olmasını zorunlu kılmıştır.

Ashâb-ı Kirâm, Resûlullah’a iman edip onunla uzun süre beraber bulunmuş, davranışlarına şahit olmuş, söylediklerini dinlemiş, onun yüce ahlâkını benimsemiş kişilik sahibi, samimi ve fedakâr şahsiyetlerdir. Vahyin inişinin ve tatbikatının canlı tanığı olan Sahâbe-i Kiram, İslâm’ı bizzat Hz. Peygamber’den görmesi, öğrenmesi ve yaşayarak sonraki nesillere aktarması nedeniyle önemli bir yere ve ayrıcalığa sahiptirler.

Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra Müslümanlar arasında siyasî ihtilaflar baş göstermiştir. Hz. Ali ve Hz. Muaviye arasındaki hakem olayından sonra Haricilik, diğer Müslümanları tekfir eder bir nitelikte ortaya çıkmış ve ümmetin büyük kitlesini teşkil eden ana topluluktan (Cemaat, Sevâd-ı azam) ayrılmıştır. Aynı şekilde Hz. Ali ve onun soyundan gelenlerin imâm/halife olmalarını dinî bir emir ve esas olarak telakki eden ve bunu imanın bir şartı olarak görenler de Hz. Ali taraftarları anlamında “Şia” ismiyle ayrı bir grup oluşturmuşlardır.

Bütün bu siyasi mücadeleler neticesinde büyük günah işleyenin durumu, kader, imâmet ve yöneticilere itaat gibi meseleler başlıca tartışma konularını oluşturmuştur. Bunun yanında farklı inanç ve kültürlerle karşılaşılması, naslarda yer alan Allah’ın fiilleri ve sıfatları gibi bazı hususların yeniden yorumlanması ihtiyacını doğurmuştur. Bu tür meseleler Mutezile, Müşebbihe ve Mücessime gibi yeni ekollerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Ümmetin büyük kitlesini teşkil eden ana topluluk, Kur’ân’ı ve Hz. Peygamber’in Sünnetini esas almış ve başta Râşit Halifeler olmak üzere Sahâbenin yolunu takip etmiştir. Ümmetin ana gövdesine “Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat” adının verilmesinde esas unsur budur. Çünkü diğer gruplar bir veya daha fazla noktada İslâm’ın temel esaslarından olmayan bazı meseleleri inanç esası haline getirmeleri gibi nedenlerle “Cemaat”ten ayrılmışlardır. Mesela Hariciler, büyük günah meselesindeki dışlayıcı itikatlarıyla diğer Müslümanları tekfir etmişler, âyet-i kerimeleri, Kur'ân ve Sünnet bütünlüğü içerisinde bilinen anlamlarından farklı olarak yanlış yorumlamışlardır. Aynı şekilde Şiiler, Hz. Peygamber’den sonra ümmetin dinî ve siyasî liderinin (imâmın) kim olacağı meselesinde konuyla ilgili Kur'ân ve Sünnetin temel tutumunu ve Sahâbenin anlayışını terk edip, bazı âyet ve rivâyetleri kendi görüşleri doğrultusunda zorlama yorumlara tabi tutmuşlardır. Onlar, imâmetin vahiyle bildirilen ve bir inanç esası olarak kabul edilmesi gereken dinî bir hüküm olduğunu iddia etmişler, âyet ve hadisleri de bu yanlış anlayışlarına dayanak yapmışlardır.

İşte İslâm’ın anlaşılması ve yaşanmasında Hz. Peygamber’in Sünnetini ve ilk üç nesil Müslüman ümmetin çoğunluğunun (Cemaatin) yolunu takip eden ana kitleye, "Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat" adı verilmesi böyle bir arka plana dayanmaktadır.

Tarih boyunca selef-i sâlihînin yolunu takip eden geniş Müslüman kitlelerin mensubu bulunduğu Eşarîlik ve Matüridîlik gibi itikadî mezhepler ile Hanefîlik, Malikîlik, Şafîilik ve Hanbelîlik gibi amelî/fıkhî mezhepler, Ehl-i Sünneti temsil edegelmiştir. Aynı şekilde bu itikadî ve fıkhî anlayışları benimseyen ve şer’î esaslara bağlı kalan tasavvufî yorumlar da Ehl-i Sünnet içerisinde kabul edilmiştir. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet tabiri dışlayıcı değil, Kur'ân ve Sünneti anlama ve yorumlamada Sahâbe ve selef-i sâlihînin anlayışını takip eden, açıkça bidat ve dalâlete düşmeyen bütün Müslümanları kapsayıcı bir kavramdır.

Ehl-i Sünnetin en önemli ilkelerinden biri, aynı kıbleye yönelen (Ehl-i Kıble) hiçbir Müslümanı İslâm dairesi dışında görmemektir. Zira bidata varan görüşleri nedeniyle, Ehl-i Sünnet ana gövdeden ayrılanlara “Ehl-i bidat” adı verilmiş, ancak bu tekfir gibi ağır bir nitelemeye dönüştürülmemiştir. Ehl-i Sünnete göre bir kimseye Müslüman isminin verilmesi, onun “Ehl-i Kıble” oluşu ve Kelime-i Tevhid’i tasdik etmesiyle ilgilidir. Yani “Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullâh” düstûrunu benimseyen ve dile getiren herkes mümindir. Bu kimse, dinin emir ve yasakları konusunda ihmalkâr davransa da İslâm dışında görülemez ve küfürle itham edilemez. Ehl-i Sünnetin bu konulardaki bazı esasları şöyledir:

- Bir fiil veya sözün “küfür” kapsamına girmesiyle, bu tür fiilleri işleyen veya sözleri söyleyen kimse hakkında “kâfir” hükmü verilmesi aynı şey değildir. Dinin zorunlu olarak bilinen esaslarından birisini veya birkaçını inkâr ettiğini kendi irade ve rızasıyla açıkça beyan etmedikçe bir kimsenin kâfir olduğuna hükmedilemez.

- Kur’ân âyetlerine getirilen yorum ve tevil, Allah’tan başka bir ilâhın varlığını kabul etme, Allah’ın bazı insanların şahsına hulul ettiğine inanma, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamberliğini inkâr etme veya peygamberliğin O'ndan sonra devam ettiğini iddia etme; katî delillerle sabit olan haramları helal sayma ya da şer‘î yükümlülükleri kaldırma gibi dinin zorunlu olarak bilinen hüküm ve esaslarının dışına çıkmadığı veya bunları alay konusu etmediği sürece tekfir sebebi olarak görülmez. Bu itibarla İslâm âlimleri bu hususu, “tenzilin inkârı küfürdür, tevili ise küfür değildir” şeklinde bir ilke haline getirmişlerdir.

Bununla beraber günümüzde bazı kişi ve gruplar kendi görüşlerini merkeze alıp bunlara aykırı gördükleri her türlü farklı yorumu Ehl-i Sünnet karşıtı olarak nitelendirmekte ve mahkûm etmektedirler. Bu ve benzeri daraltıcı ve dışlayıcı tutumlar, İslâm tarihi boyunca kuşatıcılığı ve kapsayıcılığı esas alan Ehl-i Sünnet anlayışıyla uyuşmamaktadır. Özellikle günümüzde Ehl-i Sünnet kavramını dinî ve ideolojik bir yaftalamaya dönüştüren bu anlayışlar, ayrımcı ve ötekileştirici bir tavrı öne çıkardığı gibi güncel meydan okumalar karşısında yeni yorum ve çözümlere yönelen tüm arayışları Ehl-i Sünnet dairesinden çıkmakla itham etmektedirler.

Müslümanın yapması gereken geçmişten günümüze İslâm’ın ana yolunu temsil eden Ehl-i Sünnet tabirini bu türden dışlayıcı bakış açılarına kurban etmemesi ve bu kavramı ideolojik bir yaftalamaya alet etmemesidir. Bu itibarla Ehl-i Sünnet yaklaşımı, yukarıda belirtilen çerçevede bütün Müslümanları kucaklayan ve ötekileştirmeden İslâm’ın kardeşlik inancını pekiştiren bir anlayıştır.

16 Mayıs 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 106


Sâffât 97, 98: “Ötekiler, “Onun için bir yapı kurun ve (orada hazırlayacağınız) kuvvetli ateşe atın onu!” dediler. Böylece onu engellemek için bir plan kurdular; ama biz onları alta düşürdük.”

Onlar tuzak kurup ismini lekelemek istediler. Onun için binalar kurdular. 

Onu yakmaya giden süreçte uzunca bir zaman var. 

İlkin ikna etmeye caydırmaya çalıştılar. İkna edemeyince korkuttular. Onu büyük bir azabın beklediğini, mancınıkların hazırlandığı, büyük bir ateşin yakılacağını söylediler korkutmayı denediler. İbrahim as BEN KORKMUYORUM dedi. Bir adım geri atmadı. Küçük yaşına rağmen bu işkencelerden korkmadı. Ben sizin eş koştuklarınızdan nasıl korkayım? Siz eş koşmaktan korkmuyorsunuz, ben eş koştuklarınızdan mı korkacağım? Siz de Allah'ı tanıyorsunuz ben de Allah'ı tanıyorum bunda hemfikiriz. Siz diyorsunuz ki Allah putların da sahibi. Putlar ara işi görürler diyorsunuz. 

İbrahim aleyhisselam:"BEN RABBİME GİDİYORUM" 

Sonunda İbrahim’i ateşe attılar. Cenab-ı Allah ateşe dedi ki "OL". "Serinlik ol esenlik ol." İbrahim’e bir şey olmadı. 

Onları dibe düşürdük sefil eyledik, İbrahimi yükselttik. İbrahim oradan çıkınca bütün hazırlık tersine döndü. 

İbrahimin tanrısı ibrahimi korudu, bilgisi dilden dile herkese ulaştı. İbrahimi tutmanın sisteme iyice zarar vereceğini takdir ettiler. İbrahimi salıverdiler. Çünkü o muazzam ateşten kurtulması demek onun son derece güçlü bir el tarafından korunması demek. O muazzam ateşin içinden hiç bir yeri yanmamış olarak bir çocuk çıkıp gelince o zaman dediler ki İBRAHİM GİTSİN. Ve İbrahim dedi ki BEN GİDİYORUM. Sizin işiniz bitti , ben mesajımı verdim. 

İbrahim aleyhisselam bir yerde duran biri değil. İbrahim aleyhisselam bir gezgin. İbrahim aleyhisselam hicret eden yola çıkan birisi. Sorumluluk hisseden birisi. Nereye gidiyorsun dendiğinde BEN RABBİME GİDİYORUM diyen birisi. 

99 : “İbrâhim, “Ben rabbime gidiyorum” dedi, “O bana yol gösterecektir.”

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

15 Mayıs 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 105

KAPIYI ÇALMAYA DEVAM

Sâffât 100: “Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlât ver!”


İbrahim aleyhisselâm babadan/atadan ayrılınca yalnızlığı hissetti. Ve Rabbinden kendisine salih evlat vermesini istedi. 

İbrahim aleyhisselam geniş bir coğrafyayı uzun zaman yalnız olarak gezip dolaşmış. O kadar uzun zaman yalnız yaşamış ki Cenab-ı Hak onun için İBRAHİM TEK BAŞINA ÜMMETTİR demiş. 

Duası uzun yıllar sonra yaşlılığında kabul oldu ve İsmail aleyhisselam doğdu. 

O yüzden peygamberimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem diyor ki KAPIYI ÇALMAYA DEVAM. 

Duaya devam. 

Cenab-ı Hak kulunun dua etmesinden memnun. “De ki Rabbin seni ne etsin duanız olmasa!” 

İbrahim aleyhisselâm duaya tutkun. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

5 Mayıs 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 104


Teslim olmadan ölmeyin

Teslimiyetinden değil teslimiyetsizliğinden kork. 

Teslim olmadan ölmeyin. Ne yapın ne edin Allah’a teslimiyeti başarmadan ölmeyin. Teslimiyetten sonra ölebilirsiniz. 

Peki ya hayat? Hayat zaten bunun için vardı. Bu İbrahim aleyhisselam'ın hayattan anladığı ve çocuklarına vasiyet ettiği bir şey. 

Hz İbrahim zürriyetine son derece düşkün biri. 

Sâffât 102: “…. Dedi ki: “Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın.” 

Allah-u Teala İbrahim aleyhisselam’a öyle bir çocuk vermiş ki, o da babası gibi Hakk’a teslimiyeti esas almış. 
Onun ben rûyamda gördüm ifadesinden mesajı almış, mesajın kaynağının nereden geldiğini anlıyor. Sana bunu Rabbimiz emrettikten sonra ben bu emre teslimim. 

Nasıl insanlar ki bunlar, hareketlerinde, cevaplarında hep O’nunla olan irtibatı yakalıyor ve o irtibat üzerinden meseleyi çözmeye çalışıyorlar. Babasına olan teslimiyeti değil onu Yaradan’a olan teslimiyeti beyan ediyor. İbrahim aleyhisselam’a Cenab-ı Hak tam da istediği gibi bir evlat nasip etti. Sağlam ve Hakk’a teslim olmuş bir evlat. 

Dolayısıyla evladın nasıl gelişeceği nasıl hareket edeceği bir bakıma babanın sınavının bir semeresi, bir ürünü gibi olabilir. 

Evlat bir fitnedir, bir imtihan aracıdır. Ama babanın duruşu ve babanın sınavının sonuçlarıyla da bir bakıma içli dışlıdır. Cenab-ı Hak onları öyle bir ayarlar ki bi anda oğlanı sınarken, aynı babayı oğlu üzerinden sınar. Oradaki giriş çıkışlar (evladın iyiliği kötülüğü, akıllılığı akılsızlığı, yaramazlığı işe yararlılığı) hem evlat hem babanın sınavıyla ilişkilidir. 

Orada çok karmaşık bir sistem işlemektedir. Cenab-ı Hak orada öyle bir denge tanzim etmiş ki bizler birer baba olarak çocukta gördüğümüz yanlışları kendi kusurlarımızın tecellisi olarak değerlendirmiş olsak çok yanlış etmiş olmayız. 

Aynı teslimiyeti İsmail’in annesi Hacer’in dilinde de gördük. “Eğer Rabbinin emriyse gidiver , O bizi zayi etmeyecektir.” dedi. Dolayısıyla İsmail aleyhisselam’ın son derece güzel bir annesi babası var. İbrahim aleyhisselam da oğluna son derece sevgi dolu. Böyle bir kimsenin muhatap olduğu emri düşünelim. 

Teslimiyetin bu düzeyde olması gerektiğini bu ayetlerle öğrenmiş olduk. 

Sınav, kulun en zorlu anında gelir. Sınavdan geçince artık Cenab-ı Hak yolları kolay eyler. 

-İbrahim son derece duygulu, yufka yürekli biri. Lut kavmine dahi acıma duygusuyla hareket eden biri. Halim. 

-Allah İbrahim’i halil edindi. 

-Ben seni insanlara imam tayin ettim. 

-Ben Mü’min olmayanları da rızıklandıracağım. 

-Bizim çocuklarımıza ve ailemize karşı sorumluluğumuz onları ateşten korumayla ilgilidir. Allah Kuran’da çocuklarınıza şöyle böyle maişet yapın, şunları onlara bırakın diye bir emir vermiyor. Ateşten nasıl koruyacağız? İbrahim gibi dua ederek. 

“Ya Rabbi namazı kılsınlar.”

“Onları rızıklandır ki şükretsinler.”

İbrahim iyi bir baba. Çünkü evlatlarına dua ediyor! Dolayısıyla baba demek çocuklarını ateşten korumak için tedbir alan, bu tedbirlerin başında da hep duaya başvuran kimsedir! İbrahim aleyhisselâm Kuranı Kerîm’de bir baba örneğidir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

4 Mayıs 2024 Cumartesi

**HIDRELLEZİ KUTLAMAK

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Hızır ve İlyas (aleyhimüsselâm)'ın her bahar başlangıcında buluştuklarına inanılan milâdi 6 Mayıs, Rumî 23 Nisan'a rastlayan güne hıdrellez denmiş. Söz konusu günde Hızır ve İlyas (aleyhimüsselâm) buluşarak sohbet ederler ve bu günlerde vakitlerini Allah yolunda olmanın ve birlikteliklerinin verdiği sevinçle kuvvet bulurlardı. Hızır (Aleyhisselam)'ın Allah'ın lütfu ile dolaştığı yerde yeşillikler çıkar ve çorak yerler çiçeklere bezenirdi. İşte bu olaya dayanarak, halk zamanla bu günlerde buluşup Hızır ve İlyas   (aleyhimüsselâm)'ın geleneğini sürdürmek amacıyla özel  dua günleri tertib eder olmuşlar.Ancak bu zamanla aslî hüviyetinden çıkarılarak günümüzde olan şekliyle Hıdrellez adını almıştır.

Günümüzde kullanılan mânası ise; insanların kıştan kurtuluşlarının bir işareti ve bahar güneşinden faydalanma, piknik yapma, stres atma, eğlenme, nişan, düğün, sünnet törenleri tertip etme, uğursuzlukları giderme, adak adama, dilekte bulunma gibi düşünceleri gerçekleştirme amacıyla gelenekselleşen "bahar bayramı" inancıdır ki tam bir bid'at olarak ortaya çıkmıştır.

Halk inancında ,geceden gül dallarına gümüş kuruşlar, çeyrekler, kırmızı bezler bağlanır, gül dibine genç kızlar yüzük atar, mani söyler, içki sofraları hazırlanır, davullar eşliğinde oyunlar oynanır, su kenarlarında, yeşilliklerde eğlenilir, 

ateş yakılıp üzerinden atlanılır, oyuncak evler yapıp gerçeğine kavuşulacağının düşünülmesi
gibi İslâm'la çelişen ve din ile ilgisi olmayan inançlara rastlanmaktadır. Aynı şekilde Hıristiyan inancına göre Saint Georges yortusu da bizim halk geleneklerimizle paralellik arzeder ve Hıdrellezle aynı günde kutlanmaktadır.

 Görüldüğü üzere İslâm'ın Tevhid bilincinden uzak, sahte mitolojik dürtülerin ve şamanist kalıntıların uzantılarını yansıtan günümüz Hıdrellez anlayışıyla, Hıristiyan Saint Yortusunun paralelliği de göstermektedir ki İslâm dışı her şeye yakınlık duyma ama İslâm'ın gerçek kimliğine karşı çıkma düşüncesinin neticelerini gözler önüne sermektedir.

Sonuç olarak Müslümanlıkta, miladî aylar içinde mübarek gün ve gece yoktur.


6 Mayıs Hıdırellez günü Müslümanlıkla bağdaşmaz. Hazret-i Hızır’la Hazret-i İlyas’ın buluştuğu gün diye kutlanan bir hurafedir. 

Kutlamak caiz değildir.

Dinimiz İslam

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 103


Kişi imandan feragat edemez 

Belli bir şeyler karşısında feragat edebileceği bir şeyse o iman, Cenab-ı Hak onu getirir ve imandan feragat etmesini sağlar. Çünkü böyle bir imanı Cenab-ı Allah kabul etmiyor, değerli saymıyor. 

Her şey yıkılacak iman yıkılmayacak. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 


3 Mayıs 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 102


Tesbihat, zikir, Cenab-ı Hakk’a dönme, yalvarma kişiyi kurtarır

Sâffât 143-144: “Şayet o tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar balığın karnında kalırdı.” 

Demekki tesbihat, zikir, Cenab-ı Hakk’a dönme, yalvarma kişiyi kurtarır. Yunus aleyhisselam’ın zikri onun vahim akibetini değiştirebiliyor, tekrardan onu selamete kavuşturabiliyor ise Cenab-ı Hakk’ı anmanın, yâdetmenin musibetleri tersine çevirmede ne denli değerli ve önemli olduğunu gösteren son derece önemli bir ayeti kerime. 

Tesbih edenlerden olmasaydı balığın karnında mahpus hali sürüp gidecekti. Tıpkı şeytanınki gibi. 

“Ve biz onu hasta olarak kıyıya attık.” 

“Onun üzerine, geniş yapraklı ve kabak türünden bir bitki bitirdik.”
 

Bu bitki ona gölge oldu. Yunus aleyhisselâm ilahi bir bakım ile iyileştirildi. Muhtemelen yapraklardan akan bir takım sıvılarla tedavi edildi ya da yaprakların kendisiyle. 

Sürecin her halkası son derece kontrollü bir el tarafından kontrol ediliyor. Ve Yûnus aleyhisselâm kaçtığı yere geri döndürülüyor.

 “Onu yüz bin kişiyi aşan yere gönderdik.” 

Cenab-ı Hak onu iyileştirdi ve tekrar elçi olarak gönderdi.  

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

2 Mayıs 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 101


İster meleklere dişi adlar taksınlar, ister meleklerin adlarını dişiler için kullansınlar bu aynı şey

Sâffât 150: “Biz melekleri dişi yaratmışız da onlar da bunu görmüşler mi?” 

Ben onlara yerlerin ve göklerin yaratılışını bile göstermedim, kendi yaratılışlarını bile görmediler, hangi meleğin erkekliğinden dişiliğinden bahsediyorlar? Kendi yaratılışını görmemiş olan meleklerin yaratılışını nasıl görecek? Dolayısıyla meleklere iftira atıyorlar, yalancılar. 

“Ahirete inanmayanlar meleklere dişi adlar takarlar” Necm-27. 

İster meleklere dişi adlar taksınlar, ister meleklerin adlarını dişiler için kullansınlar bu aynı şey. Eğer bu insanlar kızların adına "melek" diyorlar da erkeklere demiyorlarsa, demek ki dişi varlığı meleklere daha yakın, daha uyumlu görüyorlar. 

Eğer zihinde melek tasavvurunda bir kadın figürü var ise bu da yine köklerinde böyle sapkın bir inancın yattığını gösterir. 

Ne yazık ki toplumumuzda meleklerin dişi varlıklar olduğu hususunda doğrudan bir inanç yoksa da bunu besleyen şuur altı bir yaklaşım var. Bu son derece kötü bir durum, itikat noktasında problemli bir durum. Bunun üstüne varmak lazım. 

Meleklerin cinsi yoktur, Allah’ı tesbih eden, ibadet eden, saygın, mübarek kullarıdır. Asi olmazlar ne emrolunursa onu yaparlar. 

Melek ismini kızlarımıza koyabiliyoruz. Veya bir kızı tarif ederken “melek gibi” diyebiliyoruz. Hiç ben bir erkeği melek diye tarif edebildiğimizi görmedim. Hatta bir adama “melek gibisin” dersek belki alınabilir çok mu kadınsı görünüyorum diye, kınayabilir. 

Bu konu aslında öncelikli bir problemimiz, itikadi bir konudur ve kişiyi dinden çıkarma noktasına götürür. 

Hele hele bazı meleklerin iyilik-kötülük sağlıyor gibi fonksiyonları olduğu düşünülüyor ise bu neredeyse müşrik Kureyş inancıyla örtüşür. İslam inancı varsa da yoksa da bunun manası olmaz. Çünkü yanı sıra Allah inancı Kureyş’te zaten vardı. Onlar zaten “elbetteki bunlar Allah’ın mülkü” diyorlardı. Ama böyle demeleri onların inancını masum ve mazur hale getirmedi. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 



26 Nisan 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 100

Basiret her zaman çabayla elde edilir

Sâffât 175: “Hallerini gör onların; ileride kendileri de görecekler.” 


Basiret her zaman çabayla elde edilir. Bir ameliyeyle, bir girişimle elde edilir. 

Eğer insan basirete ulaşmak istemezse, bulunduğu noktada her şeyin basit bir yorumu veya nedeni, gerekçesi var gibi gözükebilir. 

Cenab-ı Hak en değerli olan bilgiyi-hakikati, talipleri için, araştıranlar için, onun peşinde koşanlar için takdir etmiş. Bu ilahi sünnet en başından beri böyle cereyan etmiş. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

23 Nisan 2024 Salı

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 99


Falanca doktor olmasaydı çocuğum olmazdı 

Sâffât 182: “Ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.”

Hamde Cenab-ı Hakk’tan gayrısı layık değildir. Yerlerin ve göklerin tüm anahtarları O’nun elinde. Minnetimiz sadece O’nadır. 

Neticede gelecek olanı Cenab-ı Hak'tan bilip müsterih olmak lazım. 

Bütün nimetleri Allah’tan bilmek aynı zamanda bunları başkalarından bilmemekle de eş anlamlıdır. 

Aracılar bu hususta yüzde 1 bile katkı sağlamaz. Onlar da bizler gibi yaratıklardır. 

Biz biliyoruz ki Cenab-ı Hakk’ın sünnetinde Cenab-ı Hak araya göstermelik başka kimseler koyuyor. Mesela çocuğu olmuyordur. O doktor bu doktor dolaşırken bir dönem geliyor bu doktorun tedavisiyle Cenabı Hak çocuk ihsan ediyor. O kimseyi konuşurken duyuyorsunuz ; falanca doktor olmasaydı çocuğum olmazdı filanca doktor bunu böyle yaptı vs. 

Yani Cenab-ı Allah gönderirken bir kimse üzerinden bunu sağlıyor. Kul halbuki Cenab-ı Hakk’tan istemişti. 

Sonra kulun denklemi değişiyor. Ben Allah-u Teala'dan istedim Allah da bana verdi demeyi unutuyor, falanca doktora denk geldik de o bize bu işi sağladı diyor. 

Cenab-ı Hakk’ın araya koyduğu küçük bir ayrıntıyla, küçük bir çelme ile kul hemen yere çakılıyor. 

İbrahim aleyhisselam’ın denklemini düşünün. “Ben Allah’tan istedim O da verdi; dolayısıyla O’na hamd ediyorum” diyor. Hz İbrahim aleyhisselam çok uzun yıllar dua etmiştir. 130’lu yaşlarda oğlu İsmail olmuştur. Neredeyse 100 yıl.

“Ya Rabbi bana bir oğul” diye dua etmiş. “Rabbim duaları işitendir.” 

Rabbimiz her an bizi sınıyor. O’nu hatırlayıp O’na mı teşekkür edeceğim hamd edeceğim; yoksa O’nu unutup aradaki kimselere mi teşekkür edeceğim onlara mı minnet duyacağım? 

Hamd ile dua arasında da yakın bir ilgi var. Hamd edip bütün içtenliğimizle O’ndan isteriz. 

Rabbimiz bizi sınamak ister şükür mü edeceğim küfür mü edeceğiz? Küfür Arapça’da nankörlük demek, üstünü örtmek demek. Asıl nimeti vereni gözardı edip kendini öne çıkarmak veya bir başkasını öne çıkarmak demek. Allahtan olduğunu kaybetmek demek. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

22 Nisan 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 98

Cehennemden kurtaran kelime-i tayyibe nedir?

Fâtır, 10 "Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızâsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur."

İzzet sahibi kimselere yakın durmak insanlar için çok önemlidir. Bu bir fayda temin eder.

Kişiyi cehennemden kurtaran kelime-i tayyibe nedir? La ilâhe illallah’tır.

Güzel söz yükselir, doğrudan Allah’a erişir. Kişinin güzel amelleri de kişiyi yükseltir. Önce söylem-sonra eylem. 

Kişi söylediği sözün arkasında durmazsa güzel söylemlerinin anlamı kalmaz. Kişi bu ikisini birlikte gerçekleştirirse Cenab-ı Hakka yakınlaşır ve izzetinin gölgesine sığınmış demektir. Bundan ayrı sigorta aramak anlamsız kalır.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

21 Nisan 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 97


Herkes fakir, tek bir zengin var!

Herkes ihtiyaçlı, ihtiyaçsız olan tek olan Allah’tır.

Denklem bu kadar nettir. Allah’ın zenginliğini anlamak, aslında kulluğumuzu anlamak demektir. (El-Ganîyy)

Cimrilik edenler aslında o hayrı kendinden esirgiyor.

Allah yolunda sadaka verenler Allah’ın parasıyla yine Allah’ı hoşnut eder, Allah-u Teala hoşnut olunca daha çok verir. Dolayısıyla vermeyenler kendilerine cimrilik eder.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

20 Nisan 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 96


Dünya hayatınız nasıl geçti?

Hesap gününde nesep bağı ortadan kalkacak. Birbirlerini aramazlar, sormazlar, karşılaşmak da istemezler.

Hesap bitikten sonra cennetlikler cennete girdikten sonra o zaman dünya hayatında bağı olanlarla muhabbet etmeyi isterler. “Dünya hayatınız nasıl geçti?” diye sorarlar. Cevap şu olur: “Korkuluyduk, dünya hayatımız hep korkulu geçti” Tarif böyle. Bu işte takva. Ve “biz dünyadayken sadece O’na dua ederdik”


Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

19 Nisan 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 95


Kârun iyi bir Tevrat okuyucusuydu, gece gündüz tilavet ederdi

Fâtır 32: “Sonra biz kullarımızdan ıstıfa eylediklerimize Kitab’ı miras bıraktık.” (Istıfa: İyisini seçip ayıklamak, ıslah edip safileştirmek)

Bu ayette şunu rahatlıkla anlıyoruz ki Kitap’la alaka kurmuş, Kitap’tan nasibi olan kimseler Allah’ın ıstıfa eyledikleri kullarındandır. Rabbimizin seçip, süzmesi, ayıklaması, arındırması! Kitap onlara miras kaldı. Bu çok güzel bir müjdedir.

Kişi kendisini Kitap’la ne kadar iç içe buluyor, ne kadar miras olduğunu biliyor, ne kadar rehber ediniyor, ne kadar mesai veriyor ? Ne kadar gayret ediyor? Bu gibi hususlarda kişi kendini etrafıyla karşılaştırmalı.

“Kitab’ın mirasçısı” dendiğinde akla gelebilecek biri olup olmadığı hususunda şöyle bir yoklamada bulunmalıdır. Neden bu çok önemli? Çünkü Allah, kendilerine Kitab’ı miras bıraktığı kullarını ıstıfa eylediğini buyuruyor (tıpkı Adem’i, Nuh’u, İbrahim’in ailesini, İmran’ın ailesini, Musa’yı ıstıfa ettiği gibi)

Allah hangi kullarına Kitab’ını miras bırakır, faydalanmalarını sağlar? Bu Allah’ın hikmetine tâbidir, randevuze ve rastlantısal, rastgele değil.

Hâkim ve Alîm olan Cenab-ı Hak tam da buna layık kullarını ıstıfa eder. Kitab’ı hak edecek, öğrenme gayreti, fedakarlığı gösteren, elverişli kimselere miras bırakır. Ve “Allah iman edenleri ve ilim sahiplerini derece derece yükseltir.”

Tabi peygamber efendimizden (sav) sonra Kitab’ı miras alan tüm nesiller bu kapsamdadır. Peki bu nesillerdeki kimselerin hepsi aynı durumda mı? Hepsi aynı tepkiyi mi vermiş? “Zaten affedileceğiz” mi diyorlar? Saptılar azgınlaştılar mı?

Demek ki Kitab’ın varisi olmak her zaman kişiyi kurtarmıyor. Varis olmak elbette bir seçkinlik ancak sürecin düzgün tamamlanması için Kitab’a vefa ve sadakat gerekiyor. Aksi taktirde sadakatsizlik ve nankörlük ters tepmek olur ki bu çok vahim bir akıbete götürür.

Kuranı Kerim’de bunun en tipik örneği Musa aleyhisselam’ın kavminden olan Kârun’un hikayesidir.

Kârun iyi bir Tevrat okuyucusuydu, gece gündüz tilavet ederdi. Ayetlerin ilmi verilmişti. Ama sonra deri değiştirir gibi sıyrıldı. Şeytan da onu takibe aldı ve taşkınlardan oluverdi.

Ve Allah-u Teala, Kârun’u da, hazinelerini de yere yutturdu.

Dolayısıyla Kitab’a vâris olmak son derece büyük şeref, ancak bu yolun sonu değil, bu büyük bir sorumluluğun başlangıcı.

Bu yola hiç girmesek ne olur? Sorumluluğunu yerine hiç getirmemiş, taşın altına elini koymamış, görmezden gelmiş yok saymış, ıraz etmiş, Allah’ın en beter bulduğu vurdumduymaz akletmez tiplerden olur.

“Madem öyle ben bu Kitab’ın altına hiç girmeyeyim. Bu büyük bir sorumluluk. Alakasız durayım.” diyenler, en suçlu kimseler. Verilen nimetlerden (göz, kulak, kalp vs) hepsinden sorumluyuz. Dolayısıyla bu ilim süreci zorunludur.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

18 Nisan 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 94


Cenab-ı Hak karşısında iyi bir kulluk sergilemek isteyenlerin muhakkak ilimle iştigal etmesi gerektir

Fâtır 28: “Allah’tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar.”

Ayet bu yönü itibariyle, Cenab-ı Hak karşısında iyi bir kulluk sergilemek isteyenlerin muhakkak ilimle iştigal etmesi gerektiğini ortaya koyar.

Kitap, ilmin kaynağıdır. Kişinin "Allah-u Teala'dan korkuyorum" diyebilmesi için Kitab’ı izlemesi gerek.

Ayet-i kerimede “tilavet” kelimesi geçer, tilavetin okumak anlamı olduğu gibi, burada izlemek, peşi sıra gitmek demektir.

Korkumuzu, takvamızı sergileyeceğimiz bilgiler ancak Kitab’tadır. Kitab’la ilgisi olmadığı halde Allah’tan korktuğunu söyleyenlerin korkusu askıdadır, hayata yansımamıştır.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

17 Nisan 2024 Çarşamba

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HER AY ÜÇ GÜN ORUÇ TUTMAK " Bâbı-22-


Bu üç gün orucun en üstün olanı "eyyâm-ı bîz = aydınlık günler" denilen ayın 13, 14 ve 15. günlerinde tutulandır. 12, 13 ve 14. günlerdeki oruç daha üstündür denilmişse de meşhur olan doğru görüş birincisidir.

 Hadisler

1261. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: 

Dostum sallallahu aleyhi ve selllem bana şu üç şeyi; her ay üç gün oruç tutmayı, iki rek'at kuşluk (duhâ) namazı kılmayı ve uyumadan önce vitir namazını edâ etmeyi tavsiye etti.

 Buhârî, Savm 60; Teheccüd 33; Müslim, Müsâfirîn 85. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 7; Nesâî, Sıyâm 81, Kıyâmü'l-leyl 28 

1267 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır. 

1262. Ebü'd-Derdâ radıyallahu anh şöyle dedi:

 Sevgilim sallallahu aleyhi ve sellem bana, yaşadığım sürece asla terketmeyeceğim üç şeyi; her ay üç gün oruç tutmayı, kuşluk namazını kılmayı ve uyumadan önce vitir namazını eda etmeyi tavsiye etti. 

Müslim, Müsâfirîn 86. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir

 1267 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1263. Abdullah İbni Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Her ay üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçla geçirmek demektir." 

Buhârî, Savm 59 ; Müslim, Sıyâm 197. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 78, 82 

1267 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1264. Muâze el-Adeviyye'den rivayet edildiğine göre kendisi, Hz. Âişe'ye: 

- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, her ay üç gün oruç tutar mıydı? diye sordu. Âişe: 

- Evet, dedi. Bu defa Muâze : 

- Ayın hangi günlerinde tutardı? diye sordum, diyor. Âişe: 

- Ayın hangi günlerinde tutacağına pek ehemmiyet vermezdi, cevabını verdi. 

Müslim, Sıyâm 194. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 70; Tirmizî, Savm 54; İbni Mâce, Sıyâm 29 

Muâze el-Adeviyye

Ümmü's-Sahbâ' diye bilinen Basralı bu hanım, sahâbîlerden Abdullah el-Adevî'nin kızıdır. Tâbiûn neslinin orta tabakasına mensup güvenilir bir kimsedir. Sünen sahipleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. 

Allah ona rahmet eylesin.

 1267 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1265. Ebû Zer radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

- "(Ey Ebû Zer!) Ayda üç gün oruç tutacağın zaman, on üç, on dört ve on beşinci günleri tut." 

Tirmizî, Savm 54. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 84

 1267 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1266. Katâde İbni Milhân radıyallahu anh şöyle dedi:

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize eyyâm-ı bîz'da, ayın on üç, on dört ve on beşinde oruç tutmayı emretti. 

Ebû Dâvûd, Savm 68. Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 84; İbni Mâce, Sıyâm 29 

Katâde İbni Milhân 

Kays İbni Sa'lebe oğullarından olan Katâde, Hz. Peygamber'den iki hadis rivayet etmiştir. Kendisinden oğlu Abdülmelik ile Yezid İbni Abdullah rivayette bulunmuştur. Efendimiz onun yüzünü mübârek elleriyle sıvazlamıştır. Katâde çok yaşlandığı zaman bütün organları son derece yıprandığı halde yüzü tazeliğini korumuştur. Vefat edeceği zaman yanında bulunan Hıbbân İbnu Umeyr, Katâde'nin yüzünün, bir ayna gibi parladığını söylemiştir.

 Allah ondan razı olsun.

 Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1267. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazarda ve seferde eyyâm-ı bizı oruçsuz geçirmedi. 

Nesâî, Sıyâm 70 

Açıklamalar

 Her ay üç gün oruç tutmak, Peygamber Efendimiz'in çok oruç tutmak isteyenlere ısrarla yaptığı tavsiyeler arasındadır. Bununla ilgili bir hayli rivayet bulunmaktadır. Bu tavsiyelerin asıl gerekçesi, Üçüncü hadiste yer almaktadır: Her ay üç gün oruç tutmak, bütün seneyi oruçla geçirmek demektir. Bu, şevval orucu bölümünde (bk. 1257 hadis) işaret edildiği ve rakamlarla belirtildiği gibi bir iyiliğe on katı sevap verileceği müjdesinin tabii sonucudur.

 1141 numarada da geçmiş olan birinci hadiste Hz. Ebû Hüreyre; ikinci hadiste Ebü'd-Derdâ hazretleri; burada yer almamakla birlikte bir başka rivayette de Hz. Ebû Zer, hemen aynı ifadelerle Peygamber Efendimiz'in, kendilerine üç şeyi tavsiye ettiğini bildirmektedirler. Her üç rivayette de Resûlullah'ın ilk tavsiyesi, her ay üç gün oruç tutulmasıdır. Kuşluk ve vitir namazı ile ilgili diğer iki tavsiye de aynen tekrar edilmektedir.

 Ebû Hüreyre ve Ebû Zer hazretlerinin "halîlim = dostum" diye, Ebü'd-Derdâ'nın ise, "habîbim = sevgilim" diye nitelendirdikleri Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu üç sahâbîsinin fakir kimseler olduklarını dikkate alarak, onların haline en uygun ve onları mânevî bakımdan zengin kılacak olan oruç ve namaz tavsiyesinde bulunmuştur. Çünkü oruç ve namaz bedenî ibadetlerin en şereflisi ve en önde gelenidir. Farzlar dışında Allah rızâsı için yapılacak ibadetlerin en uygun sayısını ve zamanını da ilk iki hadiste bulmaktayız. Bunlar her ay üç gün oruç tutmak, her gün iki rek'at kuşluk namazı kılmak, özellikle uyuduktan sonra uyanmaları zor olan müslümanlar için de uyumadan önce vitir namazını kılıvermek. 

Bizim buradaki konumuz, her ay tutulması tavsiye edilen üç gün oruçtur. Nevevî merhum, konunun baş tarafına koyduğu açıklamada bu üç gün oruç için en uygun zamanın, eyyâm-ı bîz denilen her ayın 13, 14 ve 15. günleri olduğuna dikkat çekmektedir. Nitekim beşinci ve altıncı hadislerde görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz, bu üç günü oruçlu geçirmeyi açıkça tavsiye etmiştir. Yedinci hadiste ise, sefer ve hazar hâlinde Efendimiz'in eyyâm-ı bîzı hep oruçlu geçirdiği bildirilmektedir. Yani hem sözlü hem de fiilî sünnet, her ay tutulacak üç gün oruçun eyyâm-ı bîzda tutulması yönünde gerçekleşmiştir. Sadece dördüncü hadiste, Peygamber Efendimiz'in, bu üç günlük oruç için gün tayini yapmadan ayın evvelinde, ortasında veya sonunda tuttuğu bildirilmektedir. Bu rivayet, işi biraz daha kolaylaştırmakta ve söz konusu olan sevabın sadece eyyâm-ı bîzda tutulacak üç gün oruç için değil, ayın herhangi bir kesiminde tutulacak üç günlük oruç için de geçerli olduğu müjdesini vermektedir. 

Bir kere daha hatırlatalım ki, hadislerde söz konusu olan ay, kamerî aydır. Bizim kullanmakta olduğumuz milâdî senenin ayları değildir. Dolayısıyla günler de Kamerî aya ait günlerdir. Ona göre hesap edilmelidir.

 Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Her ay üç gün oruç tutmak, bütün bir seneyi oruçlu geçirmek demektir. 

2. Her ay tutulacak üç gün orucun kamerî ayların on üç, on dört ve on beşinci günleri tutulması daha uygundur. 

3. Bu üç gün orucunun, kamerî ayın herhangi bir kısmında tutulması da mümkündür. 

4. İki rek'at kuşluk namazı kılmak ve uyumadan önce vitir namazını edâ etmek, Peygamber Efendimiz'in tavsiyeleri arasındadır. 

5. Hz. Peygamber'in tavsiyeleri ile fiilleri arasında tam bir uyum bulunmaktadır. O, ümmetine tavsiye ettiklerini kendisi de yapmış ve yaşamıştır.

16 Nisan 2024 Salı

Şevval orucu Ramazanda tutulamayan oruçların yerine tutulabilir mi?


S:Hocam, Şevval orucu kaza orucumuzun yerine geçer mi? Mesela Ramazandayken bir kadın özel durumundan dolayı tutamadığı oruçları şevval orucuyla beraber tutup bir sayabilir mi?

C:Bir taşla iki kuş mantığı gibi bir mantıkla ŞEVVAL ve RAMAZAN kazasını birleştirmek tercih edilen bir görüş değildir. Oruç tutmaya zorlananlar kaza oruçlarını tutmalıdırlar. İmkanı olanlar ise önce ŞEVVAL orucunun ardından da KAZA ORUCUNU tutmalıdırlar.


Nureddin Yıldız

14 Nisan 2024 Pazar

***.SÜNNETE UYGUN İBADET-24-Şevval ayı Orucu

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

1257. Ebû Eyyûb radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ramazan orucunu tutan ve buna şevval ayında altı oruç daha ekleyen kişi, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur."[1]

* Bu hüküm her hayırlı işin on katı sevap ile değerlendirileceği esasına dayanır. Yani 30 Ramazan + 6 Şevval 36 x 10 = 360 gün. 

Sünnet olan bu oruç Ramazan bayramının 2. gününden başlamak üzere peşpeşe tutulabileceği gibi o ayın içinde ayrı ayrı zamanlarda da tutulabilir. [2]



Eğer kazaya kalmış orucunuz varsa kaza orucuna niyet edip,kazasını öder. Ayrıca bu aya hürmet ve tazim gösterip oruç tuttuğu içinde bu ayın sevabından da istifade eder.

Eğer kaza borcunuz yoksa; nâfile ibâdetleri yerine getirmek mecbûrî olmadığı halde, bu ibâdetler kulu Allah'a yaklaştırdığı için tutulabilir.


Nitekim hadîs-i kudsîde buyurulduğu üzere "Farzlarla kulum benim gadabımdan (azabımdan) kurtulur. Nâfilelerle bana (benim rızama) yaklaşır", buyurulmaktadır.

O halde; mânevî mertebelere nâil olmak isteyen herkes, nafile ibâdetleri imkân nisbetinde yerine getirmelidir. Yapılmadığı takdirde ise, mânevî bir mes'ûliyeti yoktur.


[1] Müslim, Sıyâm 204. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 57; Tirmizî, Savm 53; İbni Mâce, Sıyâm 33
[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 366.


Not:Ramazan bayramı, sadece bir gündür. O da, Şevval ayının ilk günüdür.

İnsanlar tarafından bilinen ve Ramazan bayramının üç gün olduğu meselesine gelince, bu, insanlar arasında meşhur olan ve hiçbir dînî hüküm gerektirmeyen bir örften ibârettir.

Buhârî -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:

"Ramazan bayramı günü oruç tutma babı... Sonra 1992 nolu hadisi rivâyet etmiştir.

Ebu Saîd el-Hudrî'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:

"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Ramazan bayramı ile Kurban bayramı günü oruç tutmayı yasaklamıştır." 
(Buhârî, Edâhi 16).


Buna göre Ramazan bayramı sadece bir gündür. Oruç tutulması haram olan gün de o gündür. Şevvâl ayının ikinci veya üçüncü gününe gelince, bu günlerde oruç tutmak haram değildir. Bu iki günde Ramazan orucunun kazasını veya nâfile oruç tutmak câizdir. 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"     

12 Nisan 2024 Cuma

Şevval Orucu Kaza Orucu Yerine Geçer mi?

S:Şevval orucu kaza orucu yerine geçer mi? Eğer geçerse niyet ederken nasıl niyet etmemiz gerekiyor?

C:Şevval orucu sünnettir. Ramazan ayından kalan oruç ise farzdır. Farz mı sünnet mi diye sorulduğunda kesinlikle önce farz demek durumundayız. Eğer farzlarla beraber sünnetleri de tutabileceksek ya da gelecek ayda farzları tutacağından endişesi olmayan biri isek Şevval orucunu öne alabiliriz. Hayır sadece beş altı gün oruç tutabilecek kadar sıkışık isek (mesela yaklaşan ileri hamilelik veya benzeri bir durum varsa) farzlara niyet ederek oruç tutarız. Bazı âlimler farzlarla beraber Şevval orucuna da niyet etmenin mümkün olduğunu söylemişlerdir.


Nureddin Yıldız

11 Nisan 2024 Perşembe

***Riyâzü's Sâlihîn'in " PAZARTESİ - PERŞEMBE ORUCU " Bâbı-21-


 Hadisler

1258. Ebû Katâde radıyallahu anh şöyle dedi: 

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e pazartesi günü oruç tutmanın fazileti soruldu. O da şöyle buyurdu:

 "O gün, benim doğduğum, peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür." 

 Müslim, Sıyâm 197, 198 

1260 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1259. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Pazartesi ve perşembe günleri ameller (Allah'a) arz olunur. Ben, oruçluyken amellerimin arz olunmasını isterim." 

Tirmizî, Savm 44. Ayrıca bk. Müslim, Birr ve's-sıla 36 (ancak burada oruçla ilgili kısım yer almamaktadır); Nesâî, Sıyâm 70 

Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.


1260. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pazartesi ve perşembe günleri orucuna özen gösterirdi.

 Tirmizî,Savm 44. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd 60; Nesâî, Sıyâm70; İbni Mâce,Sıyâm 42 

Açıklamalar

 Nâfile oruç tutmanın müstehap olduğu zamanlar arasında pazartesi ve perşembe günleri de bulunmaktadır. Üçüncü hadisten öğrendiğimize göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu iki günde oruçlu olmaya ayrıca bir önem verir ve özen gösterirdi. Kendisine bunun sebebi sorulmuş o da, görüldüğü üzere birinci hadiste: "O gün, benim doğduğum ve peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür" buyurmuştur. 

Sevgili Peygamberimiz hem maddî hem de mânevî kişiliğinin ortaya çıktığı pazartesi gününü, bu güzelliklerin bir takdiri ve teşekkürü olarak oruçlu geçirmeye çalışmıştır. Pek tabii olarak, Sevgili Peygamberimiz'in doğduğu ve peygamber olarak görevlendirildiği gün, biz ümmeti için de son derece büyük bir anlam taşır. Bu sebeple pazartesi günleri mümkün olduğunca oruçlu bulunmaya çalışmak suretiyle, hem Sevgili Peygamberimiz'in sünnetine uyulmuş, hem de onun bu günlere ait hatıraları yâdedilmiş olur. İman ufuklarımızı aydınlatan nübüvvet ve İslâm aydınlığının ilk parladığı günü oruçlu geçirmek elbette uygun bir davranıştır. Öte yandan zaman ve mekânların kıymeti, sahne oldukları olayların büyüklüğü ve değeri ile ölçülür. Pazartesi günü de iki cihan güneşi Peygamber Efendimiz'in doğumuna ve İslâm'ın ilk vahyine sahne olduğu için büyük bir kıymeti haizdir. 

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, ikinci hadiste bu defa, pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçirmesinin bir başka hikmetini açıklamaktadır: "Pazartesi ve perşembe günleri ameller Allah'a arz olunur. Ben, oruçluyken amellerimin arz olunmasını isterim." Kulların amelleri günlük olarak sabah ve akşam Allah'a yükseltilir, haftalık olarak pazartesi ve perşembe günleri arzolunur. Yıllık olarak da şaban ayında sunulur. Bu birbirinden farklı olan durumlarla ilgili ayrı ayrı hadisler vardır. Ancak hemen belirtelim ki, durum farklılığından dolayı bu hadisler arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Her biri farklı zamanlardaki işlemleri haber vermektedir.

 Peygamber Efendimiz'in, şâban ayını ne ölçüde oruçlu geçirmeye çalıştığı ile ilgili bilgiler 1250 numaralı hadiste geçmişti. Burada da pazartesi ve perşembe günlerinde "amellerinin oruçlu iken arz olunmasını istediği için" oruç tuttuğunu öğrenmekteyiz. Ayrıca Müslim'in rivayet ettiği, fakat burada yer almayan bir başka hadiste de (Birr ve's-sıla 35) "Cennet kapıları pazartesi ve perşembe günleri açılır..." buyurulmaktadır. 

Efendimiz'in bu tavrı ve açıkladığı gerekçeler, biz ümmeti için üzerinde derin derin düşünülecek hususlardır. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1. Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak müstehaptır. 

2. Peygamber Efendimiz pazartesi ve perşembe günlerini oruçlu geçirmeye özen gösterirdi. 

3. Amellerinin oruçlu iken Allah'a arz olunmasını isteyenler, pazartesi ve perşembe günlerini oruç tutarak geçirmelidirler.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " ŞEVVAL ORUCU " Bâbı

 ŞEVVAL AYINDA ALTI GÜN ORUÇ TUTMAK


1257. Ebû Eyyûb radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Ramazan orucunu tutan ve buna şevval ayında altı oruç daha ekleyen kişi, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur. " 

Müslim, Sıyâm 204. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 57; Tirmizî, Savm 53; İbni Mâce, Sıyâm 33

10 Nisan 2024 Çarşamba

***BAYRAM NAMAZI KILINIŞI

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Bayram namazına gitmeden evvel eğer fitrenizi vermediyseniz vermeyi unutmayın inşallah.Bu sene (2024) fitre miktarı en az 130 Tl olarak belirlenmiştir. Çoğu için sınır yoktur. Allah cc hayrını arttıranın ecrini arttıracağını vaadetmiştir.


Şevvâl ayının birinci günü (fıtr (Ramazân) bayramının 1. günü)nde, güneş doğduktan ve kerâhat vakti (namaz kılmak haram olan vakit) çıktıktan sonra, yâni işrâk vaktinde, iki rek’at bayram namazı kılmak, erkeklere vâcibdir. Bayram namazlarının şartları, Cumâ namazının şartları gibidir. Fakat burada hutbe sünnettir ve namazdan sonra okunur. Fıtr bayramında, namazdan önce tatlı (hurma veya şeker) yemek, gusletmek, misvâk kullanmak, en iyi elbise giymek, fıtrayı namazdan önce vermek, yolda yavaşça tekbîr okumak müstehâbdır. 

Bayram namazının kılınışı:


 Birinci rek'at:

''Niyet ettim Allah rızası Ramazan Bayramı Namazını kılmaya, uydum imama" diye niyet eder.

İmam, "Allâhu Ekber" deyip ellerini yukarıya kaldırınca, cemaat da imamın peşinden "Allâhu Ekber" diyerek ellerini yukarıya kaldırıp göbeği altına bağlar.

Hem imam, hem de cemaat gizlice "Sübhâneke"yi okur. Bundan sonra üç kere tekbir alınır. Tekbirlerin alınışı şöyledir:

Birinci Tekbir
: İmam yüksek sesle, cemaat da onun peşinden gizlice "Allâhu Ekber" diyerek (iftitah tekbirinde olduğu gibi) ellerini yukarıya kaldırıp sonra aşağıya salıverirler. Burada kısa bir süre durulur.

İkinci Tekbir: İkinci defa "Allâhu Ekber" denilerek eller yukarıya kaldırılıp yine aşağı salıverilir ve burada da birincide olduğu kadar durulur.

Üçüncü Tekbir: Sonra yine "Allâhu Ekber" denilerek eller yukarıya kaldırılır ve aşağıya salıverilmeden bağlanır.

Bundan sonra imam gizlice "Eûzü-Besmele", açıktan fatiha ve sûre okur. (Cemaat birşey okumaz, imamı dinler.) Rükû ve secdeler yapılarak ayağa (ikinci rek'ata) kalkılır ve eller bağlanır. 

 İkinci rek'at:

İmam gizlice Besmele, açıktan fatiha ve bir sûre okur. Sûre bitince imam yüksek sesle, cemaat da gizlice (birinci rek'atta olduğu gibi) üç kere daha tekbir alır, üçüncü tekbirden sonra eller bağlanmadan, dördüncü tekbir ile rükua varılır, sonra da secdeler yapılarak oturulur.

Oturuşta, imam ve cemaat, Ettehiyyâtü, Allâhümme salli, Allâhümme barik ve Rabbenâ âtina… duasını okuyarak önce sağa, sonra sola selam verip namazı bitirirler.
Namazdan sonra imam minbere çıkarak oturmadan hutbe okur. Cuma hutbesindeki "Elhamdülillâh" yerine bayram hutbesine, "Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Lâ İlâhe İllallâhü ve'Ilâhü Ekber, Allâhu ekber ve lillâhil-hamd" diyerek başlar. Cemaat da imamla beraber tekbir getirir. Bayram hutbesini namazdan önce okumak mekruh olduğu gibi, hutbeyi terk etmek de mekruhtur.

İmam, Ramazan Bayramı hutbesinde fıtra, kurban bayramı hutbesinde de kurban hakkında cemaate bilgi verir.

Bayram namazından önce evde ve camide, bayram namazından sonra camide nafile namaz kılmak mekruhtur.

Bayram namazından eve geldikten sonra kılınabilir. Herhangi bir sebeple bayram namazını geçiren kimse, onu kaza edemez ve tek başına kılamaz. 

Namaza geç gelinirse:

Bayram namazında imama birinci rek'atta zait tekbirler alındıktan sonra uyan kimse, hemen tekbirleri alır.

 Birinci rek'atın rükûunda yetişen kimse ise ayakta iftitah tekbirini alır. İmama rükûda yetişebileceğine kanaat getirirse zait tekbirleri de ayakta alır. İmama rükûda yetişemeyeceğini anlarsa iftitah tekbirinden sonra rükûa varır ve rükû tespihleri yerine ellerini kaldırmadan zait tekbirleri alır. Tekbirleri alırken imam rükûdan kalkarsa kalan tekbirler kendisinden düşer.

İkinci rek' atta imama yetişen kimse, imam selam verdikten sonra ayağa kalkıp kılmadığı rek'atı, tekbirlerle beraber yerine getirir.

Ramazan bayramı namazı, bayram gününün tespit edilmemesi veya şiddetli yağmur gibi bir sebeple birinci günü kılınamaması halinde ikinci günü kılınabilir. İkinci günü de kılınamazsa artık ondan sonra kılınmaz.

Kurban bayramı namazı, aynı sebeplerle bayramın birinci günü kılınmazsa ikinci günü kılınır. İkinci günü de kılınmadığı takdirde üçüncü günü kılınabilir. Bundan sonra kılınmaz.


Bayramımız mübarek olsun.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

9 Nisan 2024 Salı

***NİÇİN BAYRAM YAPIYORUZ?

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İşte, onbir ayın sultanı, rahmet mağrifet ve cehennemden kurtuluşa vesile olan mübarek ay bitti. Bugün bayram... Oruçlarımızı tuttuk, namazlarımızı, terâvihlerimizi cami ve mescitlerde edâ ettik. Mümin kardeşlerimizle beraber olduk. Fakirlere, muhtaçlara, imkânlarımız el verdiği ölçüde yardım ettik.


Bayramda erken kalkmak, gusletmek, misvak kullanmak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giymek, sevindiğini belli etmek, Ramazan Bayramı’nda bayram namazından önce tatlı yemek, hurma yemek, hurmayı 1, 3, 5 gibi tek adet yemek, teke riayet etmek, karşılaştığı müminlere güler yüzle selam vermek, fakirlere sadaka vermek, İslamiyet’e doğru olarak hizmet edenlere yardım etmek, dargınları barıştırmak, salih akrabayı, din kardeşlerini ziyaret etmek, onlara hediye vermek sünnettir.


 Ramazan gittiği için değil, günahlarımız affolup, büyük sevaba ve büyük nimete kavuştuğumuz için bayram yapıyoruz.

Bunu bilen Müslüman nasıl sevinmez ve bayram etmez? Bayram günleri sevinmek, neşelenmek gerekir. Hazret-i Ebu Bekir, kızı Âişe validemizin evine gidince, iki cariyenin def çalıp oynadığını gördü. Ensar-ı kiramın kahramanlıklarını övüyor, destan söylüyorlardı. Hazret-i Ebu Bekir, (Resulullah’ın evinde böyle şey yapılmaz, susun) dedi. Düğünlerde ve bayramlarda, kadınların def çalmaları caiz olduğu için, Peygamber efendimiz hazret-i Ebu Bekir’e, (Onlara mani olma! Her kavmin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır. Bayram, sevinç günleridir) buyurdu. (Buhârî)

Hazret-i Ali, (Bugün, orucu kabul edilenlerin ve günahları affedilenlerin bayramıdır) buyurdu. 

Eğer bunlar tevbe ederse, Allahü teâlâ günahlarını affeder. 


Ne mutlu günahlardan sakınarak oruç tutanlara… Onlar, asıl bayramı âhirette yapacaklardır!

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

***RAMAZAN RİSALESİ-4-RABB'İMİZDEN GELEN BAYRAMIMIZ

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

İbni Abbas radıyallahu anhumadan şöyle rivayet edilmiştir:

… Bayram gecesi olduğunda o gece ‘ödül gecesi’ olarak adlandırılır. Bayram sabahı olunca da Allah Teâlâ, her yere meleklerini gönderir. Yeryüzüne inerler ve yollarda dururlar. Yüksek sesle nida ederler. Cinler ve insanlar hariç Allah’ın yarattığı her mahluka seslerini duyururlar. Derler ki:

“Ey Ümmeti Muhammed! Kerim olan Rabb’e koşun, bol veriyor; büyük günahları affediyor.”

Müslümanlar bayram namazını kılmak için çıktıklarında Allah meleklerine şöyle der:

“İşçi işini bitirince ne hak eder?”

Melekler şöyle cevap verirler:

“Ey ilahımız! Onun hak ettiği, ücretinin verilmesidir.”

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ey meleklerim. Siz şahit olun. Ben onların tuttukları Ramazan oruçlarının ve kıldıkları namazların sevabı olarak rızamı ve mağfiretimi kararlaştırdım.”

Sonra şöyle buyurur:

“Kullarım!

Benden dileyin. İzzetime ve celalime yemin olsun ki, bugün benden ahiretiniz için ne dilerseniz onu vereceğim. Dünyanız için de ne isterseniz ona bakacağım. İzzetime yemin olsun, benden korktuğunuz sürece hatalarınızı örteceğim. İzzetime ve celalime yemin olsun ki, sizi utandırmayacağım. Hak sahipleri arasında sizi mahçup etmeyeceğim. Mağfiret edilmiş olarak dağılın. Beni razı ettiniz.”

Melekler sevinirler. Bu Ümmet’in Ramazan orucundan sonraki bayramda Allah’tan elde ettiklerine mutlu olurlar. 
-Tergib ve Terhib, 2/101-

Bizi tövbe edince bağışlayan, bağışladıktan sonra bir daha sorgulamayan ve bizi sevindiren Allah'ımız ne büyük, ne yücedir!

O'nun bayramı da ne güzel, ne hoştur!

Dönüş Günümüz!
Rabb'imiz geçmişimizi bağışladığı için bugünümüz bayram oldu. biz de o günlerimize dönmeme kararı alarak bu günümüzü ebedi bir bayrama dönüştürebiliriz.

Bugünümüz bayram olsun...

Kullara kulluktan sıyrılıp, Allah'a kulluğa döndüğümüz gün olsun. Hayatı boşa harcadığımız günlerden, cennete hazırlık için kullandığımız günlere dönelim.

"Bayram Günü"

1- Erkekler gusül abdestlerini alarak bayram namazına gidelim. İçimizden çoşkumuz eksik olmasın. Niyetimiz tam olsun. Evden namaz için çıkarken diyelim ki:

"Rabb'im!  

Emrettin oruç tuttum. Gayret ettim. Şimdi lütfettin bayram namazına gidiyorum. Beni bayramların bayramına Senin rızana, Cemal'ine kavuştur. Huzurundan kovma. Beni, ailemi, çocuklarımı, bütün mü'minleri bağışla. 

Bize rahmet et. Üzerimizden müsibetleri kaldır. Gücümüzün yetmeyeceği şeyleri bize yükleme.

İnsanlara muhtaç olmaktan, ezilip büzülmekten beni muhafaza buyur.

Dinini aziz kıl. Kur'an'ını yücelt. Beni ve zürriyetimi dininin sadık hizmetkarları yap..."

2- Namaza çıkmadan varsa birkaç hurma, yoksa bir miktar tatlı yiyerek bir sünneti yaşayalım.

3- Bayram namazına giderken ve geri dönerken tekbir getirmeyi unutmayalım. Gün Allah'ı yüceltme günüdür. Kullarına bayram ettiren, Rahman olan Allah'ı tazim günüdür.

4- Güzel ve temiz kıyafetler giyelim.

5- Birbirimizi tebrik edelim. Ashab-ı Kiram böyle günlerde birbirlerine:
"Bizim de sizin de ibadetlerinizi Allah kabul buyursun!" diyerek dua ve tebrik ederlerdi. Birbirimize gülümseyelim.
  
6- Barışalım, barıştıralım. Önce kendimizle barışalım. Kimliğimize, geçmişimize dönelim. Sonra çevremizle barışalım. Kimseyle küs kalmayalım. Kaynaşalım. Biz bir arada gönül gönüle olursak Rabb'imize daha yakın oluruz.

7- Garipleri unutmayalım, kimsesizlerin kimsesi olalım.
Göstermelik olmasın; Rabb'imizin görmesi için olsun. Çıkarımız Rızaullah olsun.

8- Çocuklarımızı sevindirelim. Onlara neden bayram ettiğimizi ve bu bayramın neyi temsil ettiğini izah edelim. Onları çoşkulu ve umutlu bir bayramla tanıştıralım. Allah'ı ve Peygamber'ini sevmelerine, insanlığa hizmet etme duygularına zemin hazırlayalım.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Nureddin Yıldız Hocaefendi'nin "Ramazan Risalesi" kitabı kaynak olarak kullanılmıştır.