10 Şubat 2024 Cumartesi

***Riyâzü's Sâlihîn'in "ŞÂBAN ORUCU" Bâbı


ŞÂBAN ORUCU 

ŞÂBAN AYI'NIN ONBEŞİNDEN SONRA RAMAZANI KARŞILAMAK İÇİN ORUÇ TUTMANIN YASAKLANMASI, ANCAK ŞÂBANI BÜTÜNÜYLE ORUÇLU GEÇİRENİN VEYA PAZARTESİ-PERŞEMBE GÜNLERİ GİBİ BELLİ GÜNLERDE ORUÇ TUTMAYI ÂDET EDİNMİŞ OLAN KİMSENİN TUTABİLECEĞİ 

Hadisler 

1227. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Sizden biriniz bir-iki gün öncesinden oruç tutarak ramazanı karşılamaya kalkmasın. Ancak belli günlerde oruç tutmayı âdet edinmiş olan kimse, o gün orucunu tutsun." 

Buhârî, Savm 5, 14; Müslim, Sıyâm 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 7, 11; Tirmizî, Savm 2, 4, 38; Nesâî, Sıyâm 13, 31, 32, 38; İbni Mâce, Sıyâm 5 

1230 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır. 


1228. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Ramazandan ( bir-iki gün) önce oruç tutmayınız. Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruca başlayınız; şevvâl hilâlini gördüğünüzde oruca son veriniz. Hilâli görmenize bulut mani olacak olursa, günü otuza tamamlayınız." 

Tirmizî, Savm 5 . Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 13 

1230 numaralı hadis ile birlikte açıklanacaktır. 


1229. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

"Şâbanın ikinci yarısında oruç tutmayınız." 

Tirmizî, Savm 37. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 13.

 Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır. 


1230. Ebü'l-Yakzân Ammâr İbni Yâsir radıyallahu anhümâ şöyle dedi: 

Ramazandan olup olmadığı belli olmayan günde (yevmü'ş- şek) oruç tutan kişi, Ebü'lKâsım sallallahu aleyhi ve sellem'e isyân etmiş olur. 

Ebû Dâvûd, Savm 10; Tirmizî, Savm 3. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 3 

Açıklamalar 

Ramazân-ı şerîfi karşılamak maksadıyla, şâban ayının son yarısında ve özellikle ramazandan bir-iki gün önce oruç tutmayı yasaklayan bu dört hadis, ramazan orucuna başlamayı -tâbir câizse- garanti altına almayı, farz orucu nâfilelerle karıştırmamayı hedeflemektedir. Bu hadisler asıl faziletin, nâfileyi nâfile olarak, farzı da farz olarak uygulamakla elde edileceği fikrini pekiştirmektedir. Şimdi bu dört hadisi tek tek ve birbirleriyle ilgileri açısından ele alalım. 

Birinci hadiste, Peygamber Efendimiz, ramazanı karşılamak maksadıyla bir-iki gün öncesinden nâfile oruç tutulmasını yasaklıyor. Bu yasağın tek istisnası, her ayın belli günlerinde oruç tutmayı âdet edinmiş olan kimsedir. Böyle birinin oruç tuttuğu gün, ramazandan önceki bir-iki güne denk gelmişse, o kişinin, alışkanlığını bozmamak için o gün oruç tutmasına müsaade edilmektedir. Çünkü aslolan, başlanmış olan ibadetlerin sürdürülmesidir. Böyle bir âdeti olmayanlar için nâfile mi ramazan orucu mu karışıklığı söz konusu olur. Ayrıca farz olan ramazan orucuna tam zamanında dinç olarak başlanabilmesi için "ramazanı karşılama" niyetiyle de olsa, bir-iki gün öncesinden oruç tutulması, hadisin ifadesiyle söyleyecek olursak, "ramazanın önüne geçilmesi" uygun görülmemiştir. Bunun sebebi, geçmiş bazı ümmetlerin düştüğü hataya düşülmesini önlemektir. Çünkü onlar, farz olan oruç günlerini, kendi ilâveleriyle artırmışlar sonra da emredilmiş olan farzı bile yerine getirmemişlerdir. Hadisimizin getirdiği yasak, bu tür bir aşırılığa düşülmemesi için köklü bir tedbirdir. 

İkinci hadiste bu durum daha açık ve net ifadelerle ortaya konmakta, ramazandan önce "Belki ramazan ayı girmiştir" gibi bir düşünce ile de olsa, oruç tutulması yasaklanmaktadır. "İhtiyat" ya da "tedbir" gibi gözüken, fakat "şüphe"ye dayalı olan bu tür hareketlere girilmesi hoş karşılanmamaktadır. Ramazan orucuna ramazan ayının hilâli görülünce başlanması, şevval ayı hilâli görülünce de oruca son verilmesi, kesin bir ifade ile anlatılmaktadır. Geriye tek bir ihtimal kalmaktadır. O da ramazandan önceki gün hava bulutlu olur da hilâli gözetlemek ve görmek mümkün olmazsa ne yapılacaktır? Onun da cevabı çok açıktır. Kamerî ayların en fazla otuz gün oldukları dikkate alınarak, şâban ayı otuza tamamlanır, sonraki gün hilâli hâlâ görmek mümkün olmasa bile, artık ramazan orucuna başlanır. Aynı şekilde şevval hilâli de havanın kapalı oluşu sebebiyle görülemeyecek olursa, bu defa da ramazan ayı otuza tamamlanır ve sonraki gün bayram edilir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in ifade buyurdukları bu çözüm, hem pek tabii ve kolay hem de son derece gerçekçidir. İhtiyata en uygun, her zaman ve her yörede geçerli bir çözümdür. 

Her iki hadîs-i şerîfte de ramazan ayının girmiş olduğu kanaatine kesinlikle varıldıktan sonra ramazan orucuna başlanması gerektiği üzerinde ısrarla durulmakta ve bunun yolu gösterilmektedir. 

Üçüncü hadis, bu durumu biraz daha sağlama almakta, şâban ayının son yarısına gelindiğinde nâfile oruç tutulmamasını emretmektedir. Hiç şüphesiz bu yasak, belli günlerde nâfile oruç tutma alışkanlığı olmayanlar ve üç ayları oruçlu geçirmeyenler içindir. Şâban ayının son on beş gününe kadar oruç tutmayan, tam ramazana yaklaşıldığı bir dönemde oruç tutmak isteyenlere yönelik bir kısıtlamadır. Çünkü ramazana, güçlü ve istekli bir şekilde ve ramazan olduğu kesinlikle bilinerek başlanması daha uygundur. 

Dördüncü hadis, her ne kadar, Ammâr İbni Yâsir'in görüşünü yansıtıyor gibiyse de bu hadiste, "ramazandan olup olmadığı bilinmeyen günde oruç tutan kişinin Hz. Peygamber'e isyan etmiş olacağı" hükmünü vermek, ictihadla ulaşılabilecek bir sonuç değildir. Bu sebeple hadis, hadis usulü ölçülerine göre "hükmen merfû'"dur. Yani Hz. Peygamber'den öğrenilmiş bir hükmü bize ulaştırmaktadır. Yevm-i şek denilen, ramazanın ilk günü mü yoksa şâbanın son günü mü olduğu kesin olarak bilinemeyen günde oruç tutmanın, üçüncü hadisteki "şâban ayının son yarısında nâfile oruç tutmamak" tavsiyesine karşı çıkmak olacağı için Hz. Peygamber'e isyan etmek anlamına gelmektedir. "Ne olur ne olmaz, ben tutayım" demek, doğru değildir. Yapılacak iş, şâban ayını otuza tamamlayıp sonraki günü ramazan olarak değerlendirmekten ibarettir. Şüphe ile ibadet olmaz. Hele, ibadetlerimizi kendisinin beyanları doğrultusunda yapmakla yükümlü olduğumuz Sevgili Peygamberimiz'in açık tâlimatı varken, kendiliğimizden bazı uygulamalara girmemiz aslâ doğru değildir. 

Hadislerden Öğrendiklerimiz 

1. Allah rızâsı için nâfile olarak tutulacak oruç ile farz olan ramazan orucu birbirine karıştırılmamalıdır. 

2. Pazartesi, perşembe veya her ayın belli bazı günlerinde oruç tutma alışkanlığı olmayan kimselerin, durup durup da ramazandan bir-iki gün önce ramazanı karşılıyorum diye oruç tutmaya kalkmaları yasaklanmıştır. 

3. Belli zamanlarda nâfile oruç tutma alışkanlığı olanlar ramazandan önceki güne rastlasa da o alışkanlıklarını sürdürebilirler. 

4. Yevm-i şekte oruç tutmamak gerekir. 

5. Şâban ayında oruç tutmanın fazileti, ikinci yarısında oruç tutmamak kaydıyla düşünülmelidir.

SÜNNETE UYGUN İBADET-15- Şâban Orucu


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Bu bölümdeki dört hadis-i şeriften Ramazan’ı karşılamak için birkaç gün öncesinden oruç tutulmaması gerektiğini, yine hilal görülüp oruca başlanacağını, hilalle oruca son verileceğini, Şaban’ın onbeşinden sonra oruç tutulmaması gerektiğini, Ramazan’dan bir gün önce oruç tutulmaması gerektiğini öğreneceğiz. [1]

1227. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizden biriniz bir–iki gün öncesinden oruç tutarak ramazanı karşılamaya kalkmasın. Ancak belli günlerde oruç tutmayı âdet edinmiş olan kimse, o gün orucunu tutsun."[2]

1228. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ramazandan (bir–iki gün) önce oruç tutmayınız. Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruca başlayınız; şevvâl hilâlini gördüğünüzde oruca son veriniz. Hilâli görmenize bulut mani olacak olursa, günü otuza tamamlayınız."[3]

1229. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şâbanın ikinci yarısında oruç tutmayınız."[4]

1230. Ebü'l–Yakzân Ammâr İbni Yâsir radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Ramazandan olup olmadığı belli olmayan günde (yevmü'ş–şek) oruç tutan kişi, Ebü'l–Kâsım sallallahu aleyhi ve sellem'e isyân etmiş olur.[5]


sadakat.net/riyazus-salihin- 219) Şâban Orucu (Şâban Ayı'nın Onbeşinden Sonra Ramazanı Karşılamak İçin Oruç Tutmanın Yasaklanması, Ancak Şâbanı Bütünüyle Oruçlu Geçirenin Veya Pazartesi–Perşembe Günleri Gibi Belli Günlerde Oruç Tutmayı Âdet Edinmiş Olan Kimsenin Tutabileceği)

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 359.
[2] Buhârî, Savm 5, 14; Müslim, Sıyâm 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 7, 11; Tirmizî, Savm 2, 4, 38; Nesâî, Sıyâm 13, 31, 32, 38; İbni Mâce, Sıyâm 5.
[3] Tirmizî, Savm 5 . Ayrıca bk. Nesâî, Sıyâm 13.
[4] Tirmizî, Savm 37. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 13.
[5] Ebû Dâvûd, Savm 10; Tirmizî, Savm 3. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 3.


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

8 Şubat 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 89


Ne yaparsan yap başkasını uyaramazsın

Yâsîn 11-“Sen ancak zikrin peşine düşeni ve görmediği halde Rahman’dan çekinen kişiyi uyarabilirsin.” 

Yani, "hakikat nedir" bunun arayışında olan, Cenabı Hakk’ın etrafa döşediği yağmur gibi yağan hatırlatmalar, yani ayetlerin izini süren kişileri sen uyarabilirsin. 

Ne yaparsan yap başkasını uyaramazsın. Yani uyardığından bir netice çıkması için kişinin tercihi gayreti gerek. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

7 Şubat 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 88


Helak olanın helak olması da, hayat bulanın hayat bulması da sapasağlam bir beyyine ile olacak

Yâsîn 10-"Kendilerini uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, asla iman etmezler."

Onların "iman etmezler" hakkındaki hükümleri hak olarak tecelli etti. Azabın bu hak edilmesi inzal ile veya Resul ile başlayan bir şey değil, insanın kendi donanımlarını kullanıp kullanmamasıyla, akledip akletmemesiyle, ayetleri üstüne basa basa görmezden gelmesiyle ilişkilidir. 

Helak olanın helak olması da, hayat bulanın hayat bulması da sapasağlam bir beyyine (delil) ile olacak.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

5 Şubat 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 87


Kalbini bizim zikrimizden gafil bıraktığımız bu adama itaat etme

İnsân Sûresi Şubat 2023

Sabah-akşam Cenab-ı Hakk’a yalvaran kimselerle beraber ol.
 
Onlar Cenab-ı Hakk’ın rızasını umuyorlar. 

Gözünü onlardan ayırma. 

Demek ki niyeti, muradı, istikameti tutturabilmek için araçlara sarılmak lazım. Nerede bulunduğuna dikkat etmek lazım. Kimlerle hemhal olduğuna bakmak lazım. 

Gider berikilerin yanına, onların malına, mülküne, servetine uzun uzun bakakalırsan bu sefer oranın etkisine girmeye başlarsın, içinde oradaki arzuların uyanması başlar. 

Cenab-ı Hakk’a yalvaran, O’na kulluk eden bu insanlarla beraber olursan kendini yönetmen, istikamet üzere kalman kolaylaşır. 

“Kalbini bizim zikrimizden gafil bıraktığımız bu adama itaat etme.” 

Baktın Allah’ı bilmiyor. Allah’ı hatırına getirmiyor. Bütün işleri seküler. Nerede ne yiyilir, ne içilir, nasıl daha çok para kazanılır vs. bir ay otursan kalksan bunlar konuşuluyor. Hayatı Allah’a saygılı olarak yaşamak gibi bir refleksi, bir takvası yok. İşleri eninde sonunda boşa çıkacak olan hevası peşine düşmüş bu kimseleri her çağda bulabiliyoruz, ismini vermeye gerek yok. Her çağda örneği var. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

4 Şubat 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 86


Allah bir adamın içinde iki tane kalp yaratmamıştır

İnsân Sûresi, 24. ayet“Öyleyse Rabbinin hükmüne sabret. Ve onlardan hiç bir günahkarın sözüne itaat etme.”

Görevini yerine getir, sorumluluğuna sahip çık, işini güzelce yap, devam et, vazgeçme. 

“Allah bir adamın içinde iki tane kalp yaratmamıştır.” Yani 2 tane kalbimiz yok ki biriyle dünyaya yönelelim, diğerini de Cenab-ı Hakk’a tahsis edelim. Ya Rabbi sana bu kalp sevgisiyle bağlanacağım, diğeriyle de ötekileri yaşayacağım. Bende ikisi de var. 

Bu günümüz Müslümanlık tipine uyuyor. Adam her ikisini de yaşıyorum diyor. Allah yolu deyince de en önde o. Dünya yolu deyince de en önde o. 

Biz mutediliz diyor. Nasıl bir itidalse bu. Öyle birbirine zıt iki tane amacınız olmaz. Enerjiniz heder olur. Kul paramparça olur. Kişinin muradı (asıl amacı) bir tane olabilir. 

Peki bu insanlar dünyayı yaşamayacak mı, maişet kazanmayacak mı, evlat sahibi olmayacaklar mı? 

Bunlar kısa hedefler. Bunlar büyük muradın bir parçası olabilir ancak. 

Ayette dikkatimi çeken bir şey var. Bir insanın demiyor da bir adamın diyor. Bazı müfessirler diyor ki, Allah kadını istisna etti çünkü yeri geliyor kadının içinde iki tane kalp olabiliyor. Allah bir yandan bize bir hakikati söylerken diğer yandan sözün yanlışa girmesine müsaade etmiyor. Çünkü O en doğruyu konuşandır. Dolayısıyla biliyoruz ki ilke herkes için geçerli. Kadınlar için de erkekler için de dünya ahiret yol ayrımı aynı. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

3 Şubat 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 85


Rabbinin kitabını adım adım izle

İnsân Sûresi, 23. ayet

 “Biz sana Kuran’ı indirdik.”

Öyle bir Kuran indirdik ki. Yani biz sana öyle değer verdik ki, gözünü daha başka yerlere çevirmene gerek yok. 

Ebubekir Radıyallāhu anh’ın deyimiyle; “Allah bir insana Kuran’ı nasip etmiş de hala fakirlikten şikayet ederse, Allah fakirliği iki kaşının arasına kıyamete kadar yazsın.” Allah’ın bu lütfuyla, o kadar zenginliğine rağmen kalkmış hala fakirlikten şikayet ediyor, diye. 

Bu ayette de böyle bir espri var, biz sana Kuran’ı indirdik. Kalkıp da şimdi başkalarının projelerine, başkalarının o dünyevi heyecanlarına girme, Rabbinin kitabını adım adım izle. Cenab-ı Hakk’ın kuralları değişmez. Hayatı üzerine oturttuğu sistem bellidir. Dünyaya yönelen kaybeder, Cenab-ı Hak’ın rızasına yönelen kazanır. Dünyaya rağbetini, arzunu kışkırtacak ve O’nu unutturacak karşı propagandanın etkisine girme, sözünü dinleme, peşine düşme. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

2 Şubat 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 84


Nezr Etmek

İnsân Sûresi Şubat 2023

NEZR ETMEK: Dinen mükellef olmadığı halde, kişinin farz veya vâcip türünden bir ibadeti yapacağına dair Allah'a söz vermesi.

Ayeti Kerime’de “O kullar adaklarını, verdikleri sözleri yerine getirirler” diyor. (İnsan Sûresi-7)

Nezre vefa gösterenler. Bunları biz ekstra olarak kendimize adadık, yapmasak da olur demezler. Allah’a adadıkları için sorumluluk duyarlar. Hiç bir mücbir sebep yokken nezrettiklerini yerine getirirler. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

1 Şubat 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 83


Ya Rabbi O’nu makamı mahmuda erdir

İnsân Sûresi Şubat 2023

Resulullah efendimiz Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, Rabbimizden kendisini makamı mahmuda erdirmesi için dua etti. Ve biz ümmetinden de buna dua etmemizi istedi. 

Biz de o yüzden özellikle ezanlarımızda dua ediyoruz; “Ya Rabbi O’nu makamı mahmuda erdir” diye. 

Hz İbrahim bile “Ya Rabbi beni rahmetinle salih kullarının arasına kat.” diye dua etti. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

31 Ocak 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 82


Rabbimizden bize verilen veya verilmeyenlerin hepsi sınamak içindir

İnsân Sûresi Şubat 2023

Rabbimizden bize verilen veya verilmeyenlerin hepsi sınamak içindir. Ödül-ceza olarak görmeyeceğiz. 

Kişi her durumda sınanır. Rabbi ona ikramda bulunursa, nimetler verirse “Rabbim bana çok değer veriyor” der. Olaya, “Cenab-ı Hakk beni sınıyor, elime bu imkanları veriyor bende sorumluluk doğuyor. Ben de bunların sorumluluğuyla O’na karşı kulluğumu icra etmeliyim” şeklinde bakıp, sınanıyorum diyeceğine, kendisinin ödüllendirildiğini okur. Kendisine çok değer verildiğini, yine kendisinden biliyor. “Ben çok iyiyim ki Allah bana bunları veriyor.” diyor. 

Bu doğru bir okuma biçimi değil. Cenab-ı Hak diyor ki iyilikle de sınasak yanlış okumayı başarıyor, kötülükle de sınasak yanlış okumayı başarıyor. 

Bu, hep benmerkezci okuyan, Allah-u Teala'yı kendi hizmetkarı sanan bakış açısına dönüşebilir. Bu çok tehlikeli bir şey. “Ben iyiyim ki Allah da bana iyilikte bulunuyor. Yaptıklarım doğru ki Allah da bana böyle iyi davranıyor” diyerek kendini aklıyor. Ama insan bunu yapıyor. 

Eğer Allah-u Teala sınamak için onun rızkını kıssa (dünyadaki asıl akış sınamak üzere) bu sefer de der ki “Allah beni aşağıladı. Değer vermiyor” İşte bu tepkilerle ziyanda olmak yerine aklederek kalbimizi kullanırsak, doğruyu yanlışı ayırt edebiliriz. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

29 Ocak 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 81


Sevdiklerinizden infak etmedikçe Birr’e eremezsiniz

-BİRR/EBRAR: Doğruluk, dürüstlük, içtenlik ve iyi davranışların kişiyi getirdiği kavram. Bu kişiler berr olan EBRAR kimseler. Bir kişinin kalbi ve dili arasında tam bir içtenlik oluşursa Birr’e kavuşur. 

Ayrıca sevdiklerinizden infak etmedikçe Birr’e eremezsiniz. (Ayeti Kerime’de “Sevdiğinizden” demiyor, “sevdiklerinizden” diyor. İyi ki öyle diyor, yoksa her sevdiğimizi infak etmek anlamı taşırdı.) 

Birr’in olmazsa olmazı, sevdiklerinden infak etmek! 

Sıdk, kişiyi Birr’e iletmiyorsa, o zaman o gerçek bir sıdk değildir, sözde kalan bir şeydir. 

Zorlu, sıkıntılı dönemlerde sabırlı davrananlar da Birr sahibidir. 

Ya Rabbi ölürken bizi Ebrar’ların arasına kat, başka türlü bizi öldürme ya Rabbi. Ebrar gürûhuna bizi muvaffak eyle. Ebrardan olamazsak şayet, kaybetmiş oluruz, dürüstlüğümüzün hakiki bir karşılığı olmaz.

 Yolda gördükleri Ebrar’ın dalgasını geçen, alay konusu eğlence konusu yapan seküler kimselerin muradı dünyadır. Müminler bu yolda sabır ve sebat ederler. Allah’ın vaadettiklerine tutunan bu kimseler dünyada elbette aşağılanabiliyorlar. Bu, peygamberlerin de istisnasız başına gelen bir şey. Ama ahirette de Mü’minler gülecekler. Son gülen iyi güler. 

İnsân Sûresi Şubat 2023

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

28 Ocak 2024 Pazar

Kadının kıskançlığı sevap mı?

   
Soru Detayı

- Bu hadis sahih midir?
- Peygamber Efendimiz, ölüm döşeğinde olan Hz. Hatice annemizin yanına gelir ve:
 -Biliyor musun Ya Hatice dünyadaki zevcelerim dışında ahirette dört tane daha zevcem olacak der. Bunun üzerine Onu bu zamana kadar hiç kıskanmayan Hz Hatice annemiz kıskanır ve üzülerek:
 - Yaa gerçekten mi Efendim, diyerek gözyaşlarını tutamaz. Onun kıskandığını anlayan Efendimiz (sav) tebessüm ederek dışarı çıkar. Yanlarında olup onların bu haline şahit olan Hz. Fatıma annemiz Efendimizin arkasından koşarak seslenir:
- Babacığım neden annemi son anlarında böyle üzdünüz ki... diye sorar. Efendimiz de:
 - "Kızım niyetim anneni üzmek değil, annenin amel defterine baktım az önce. Bir amel hariç bütün amellerden sevabını almış. Eksik olan ameli ise eşini kıskanmak. Çünkü beni bu zamana kadar hiç kıskanmamış. Ben de bu sevaptan da mahrum kalmasın diye onu kıskandırdım biraz üzüldü ama çok şükür ki o ameli de tamamlayıp sevabını aldı." der ...
- Peygamber Efendimiz “Allah erkeklere cihadı yarattığı (emrettiği) gibi kadınlara da kıskançlığı yaratmıştır. (yani kıskanç olmalarına hükmederek) fıtratlarına bu duyguyu koymuştur. Kadınlardan kim buna sabrederse şehit sevabı kazanır.”
- Bu hadisin kaynağı nedir? Sahih midir? 

Cevap

- Sorudaki Hz. Hatice validemizle ilgili bilgileri kaynaklarda bulamadık. Pek isabetli görünmemektedir. 

- Bir rivayete göre, İbn Mesud şöyle demiştir:

“Allah kadınlara kıskançlığı, erkeklere de cihadı yazmıştır (fıtratlarının gereği olarak farz kılmıştır). Bu sebeple, herhangi bir kadın iman şuuru ve sevabını (Allah’tan) bekleyerek sabır gösterirse (kıskançlığını dışa vurmazsa), bir şehit sevabı kazanır.” (bk. el-Camiu’s-Sağir, h.no: 3549)

- Münavi, senedinde bulunan bazı ravilerin zayıf kabul edildiğini bildirmiştir. (bk. Feyzu’l-Kadir, h.no: 1767)

Heysemi de bu rivayetin senedinde zayıf bir ravi olduğunu belirtmiştir. (bk. Mecmau’z-zevaid, 7690)

Bu iki kaynak da rivayeti açıkça Peygamber (asm) Efendimizin sözü olarak aktarmışlardır. 

Allah’ın sevdiği ve sevmediği kıskançlık şekli vardır:

Allah’ın sevdiği kıskançlık ortada ciddi bir şüpheye yol açan şüpheli konumla ilgilidir. Sevmediği kıskançlık ise, hiçbir şüphenin söz konusu olmadığı bir ortamda lüzumsuz yere yapılan kıskançlıktır. (bk. Taberani, el-Kebir, 1772)

https://sorularlaislamiyet.com/kadinin-kiskancligi-sevap-mi

27 Ocak 2024 Cumartesi

İddet ne demektir? İddet süreleri ne kadardır?

“Saymak, miktar, adet” anlamlarına gelen iddet, bir fıkıh kavramı olarak, herhangi bir sebeple evliliğin sona ermesi hâlinde, kadının yeni bir evlilik yapabilmek için beklemek zorunda olduğu süreyi ifade eder. İddetin, kadının hamile olup olmadığının anlaşılarak nesebin karışmasını önleme, taraflara düşünme ve tekrar bir araya gelme fırsatı verme, kadın için yeni hayata ruhen hazırlanma, evlilik bağını bir anda yok etmeme gibi hikmetleri bulunmaktadır.
Evlilik, boşanma veya fesih yoluyla sona ermişse ve kadın da hamile değil ise âdet gören kadın üç hayız süresi iddet bekler. “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler.” (el-Bakara, 2/228).
Herhangi bir sebeple âdet görmeyenler ise üç ay süreyle iddet beklerler. “Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır.” (et-Talâk, 65/4).
Evlilik erkeğin ölümü ile sona ermiş ve kadın da hamile değilse, iddet süresi dört ay on gündür. “İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler.” (el-Bakara, 2/234).
Evlilik ne şekilde sona ererse ersin, hamile olan kadının iddeti, doğum yapıncaya kadardır; doğum yapmasıyla iddeti sona erer. “Hamile olanların bekleme süresi ise doğum yapmalarıyla sona erer.” (et-Talâk, 65/4).
İddet beklemenin başlangıcı, tarafların fiilen birbirlerinden ayrı kaldıkları an değil, boşamanın veya ölümün gerçekleştiği andır.
İddet beklemekte olan bir kadının başka biri ile nikâhlanmasının haram olmasının hikmeti, kendisinde hâlâ eski evliliğinin etkilerinin bulunabilmesi, eski kocasının haklarının korunması ve neslin birbirine karışma ihtimalinin bulunmasıdır.

26 Ocak 2024 Cuma

Cemaate yetişemeyen kimse camide tek başına namaz kılarken kâmet getirmeli midir?

Düzenli olarak cemaatle beş vakit namaz kılınan camilere o vaktin farz namazını kılmak üzere giren kimselerin, cemaatle veya yalnız başına namaz kılacak olmaları hâlinde tekrar ezân okuyup kâmet getirmelerine gerek yoktur. Düzenli olarak beş vakit namazın kılınmadığı cami ve mescitlerde ise ezân okuyarak ve kâmet getirerek namaz kılmak daha faziletli olup (Alâüddîn, el-Hediyyetü’l-‘Alâiyye, 37) sadece kâmetle de yetinilebilir. Hanefîlerin bu yaklaşımına karşılık diğer birçok mezhep, her iki ihtimalde de kâmet getirmenin mendup olduğunu söylemiştir.

25 Ocak 2024 Perşembe

Namaz kılanın önünden geçilmesi namazı bozar mı?

İster kapalı, ister açık alanda olsun zorunlu olmadıkça namaz kılan birisinin önünden geçilmemelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz kılanın önünden geçmektense beklemenin daha hayırlı olacağını belirtmiştir (Buhârî, Salât, 101 [510]; Müslim, Salât, 261 [507]). Namaz kılanın da, uygun bir yere durmak veya sütre vb. bir şey koymak suretiyle önünden geçilmemesi için önlem alması gerekir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), önünden insan veya hayvanların geçmesi muhtemel olan bir yerde namaz kılan kişinin önüne sütre (değnek veya başka bir şey) koymasını tavsiye etmektedir (Müslim, Salât, 241-242 [499]). Sütreyi terk etmek ise mekruhtur.
Namaz kılanın önünden geçen kimse sorumlu olmakla birlikte, önünden geçilen kişinin namazı bozulmaz. Fakat büyük camilerde, namaz kılanın secde mahallinin uzağından geçmek caizdir (Kâsânî, Bedâî’, 1/217).
Cemaatle kılınan namazlarda, sadece imamın sütre edinmesi yeterlidir; diğerlerinin sütre koyması gerekmez (Buhârî, Salât, 90 [494-495]). Namaz kılanın önündeki sütrenin ardından geçmekte bir sakınca yoktur.

24 Ocak 2024 Çarşamba

Çocuklara isim verirken dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?

   
Soru Detayı

- Aleyna ve Keziban isimleri ne manaya geliyor?

Cevap

Yeni doğan çocuğa kısa bir süre içinde güzel bir isim koymak anne ve babaların en önemli görevlerindendir. Çocuğa konulan isim hem bu dünyada hem de ahirette geçerlidir. Rasulullah (sav) sadece çocukların değil, büyük insanların ismiyle dahi ilgilenmiştir. Kötü bulduğu bazı isimleri değiştirme yoluna gitmiştir. Yine konulması gereken güzel isimler hakkında bilgiler vermiş, zaman zaman bizzat kendileri çocuklara isimler vermiştir.

Rasulullah (sav) güzel isim koymanın önemini şöyle açıklıyor:

“Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse isimlerinizi güzel yapın.” (Ebu Davud, Edeb 69)

Bu çağırma işlemini Allah'ın görevlendirdiği bir melek Allah'ın izniyle yapacaktır. Hiç kimse kıyamet günü Allah (c.c.)’ın hoşlanmayacağı isimle O’nun karşısına çıkmak istemez. Öyleyse kötü olan isimlerin çocuklara verilmemesi gerekir.

Rasulullah (sav)’ın isim konusundaki hassasiyetini daha iyi anlamak için şu hadis-i şerifi de görmek lazım. Yahya bin Said (r.a.) anlatıyor:

Hz. Peygamber (sav) bol sütlü bir deve hakkında:

“Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki, Rasulullah (sav) adama:

“İsmin ne?” diye sordu. Adam:

“Mürre (acı)” diyince ona “Otur!..” dedi. Hz. Peygamber (sav) tekrar:

“Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. Hz. Peygamber (sav) ona da:

“İsmin ne?” diye sordu. Adam:

“Harb” diyince, ona da: “Otur!..” dedi. Rasulullah (sav):

"Bu deveyi bize kim sağacak?” diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu. O da

“Ya’iş” (yaşıyor) cevabını alınca ona,

“Sen sağ” dedi. (Muvatta, İsti’zan 24)

Allahü Azimüsşan’ın has isimleri olan Allah ve Rahman isimleri, kullara isim olarak verilmez. Sadece Abdullah ve Abdurrahman şeklinde verilir. Ancak sıfatları isim olarak verilebilir. Mesela; Kerim, Halim, Kadir, gibi kelimeleri insanlara isim olarak vermek caizdir. Ancak bu isimlerin başına bir (Abd) kelimesi ilave ederek söylemek ise pek güzel bir dikkattir. Zira (Abd) kelimesini ilave ederek söylediğiniz takdirde Kerim’i Abdülkerim olarak söylersiniz. Bu takdirde Kerim’in kulu demiş olacağınızdan mana pek güzel bir şekil alır.

Nitekim Aziz isminin başına da bir (Abd) kelimesi ilave ederek, söylediğinizde azizin kulu manasına Abdülaziz demiş olursunuz. Mecburi olmasa da güzel bir hassasiyet olur.

İslam alimlerinin bildirdiğine göre, Zat-ı Akdesin Allah  lafza-i celal gibi Rahman isimi de başkaları için kullanılmayan ism-i hastır. (Taberi, 1/130)

Yine Taberi’nin belirttiğine, göre, Rabbimiz;  insanlara “Allah, Rahman, Halık” gibi isimlerle isimlendirmelerini yasaklamıştır. Buna mukabil, “rahim, semi, basir, kerim” gibi isimlerle isimlenmelerine cevaz vermiştir. (Taberi, 1/132)

Buna göre, genel ilke olarak denilebilir ki, Allah’a mahsus bir vasfı ifade den isim ve sıfatlarla isimlenmek caiz değildir. Örneğin: “Halık, Samed, Bâki, Ebedî, Ezelî, Sermedi, Rezzak, Mütekebbir, Evvel, Âhir, Zahir, Batın, Allamu’l-ğuyub” gibi isim ve sıfatları kullanmak doğru değildir.

Rasulullah (sav)’ın açıklamalarına göre en güzel isim olarak adlandırılanlardan bazıları şunlardır: Erkek ismi olarak, Abdullah, Abdurrahman, Muhammed, peygamberlerin isimleri, Hasan, Hüseyin ve diğer İslam büyüklerinin isimleri tavsiye edilen isimlerdir. Kız isimleri olarak da, Aişe (Ayşe), Fatıma, Zeyneb, Hatice, Cemile, Zehra… gibi isimler güzeldir.

Mahşerde her çocuk, konan ismiyle çağrılacaktır. Şayet çocuğun ismi kötü manaya gelen gayri müslim ismi ise, mahşer halkı önünde isminden dolayı utanan çocuk,

"Allah beni doğuştan Müslüman olarak dünyaya gönderdi, sen neden bana kötü manaya gelen ismi koydun?" diye isim koyandan davacı olacaktır. İsmin manasının böylesine ehemmiyetinden dolayıdır ki, Peygamber'imiz (sav) kötü manaya gelen yabancı isimleri iyi manaya gelen Müslüman isimleriyle değiştirme örnekleri vermiştir. Mesela (Uzza putun kulu) manasına gelen (Abdu'l-uzza)'yı, Allah'ın kulu manasına gelen (Abdullah) ile değiştirmiştir. Ateş parçası manasına gelen (cemre)'yi de güzel kız manasına gelen (cemile) ile Harp ismini de Hasan'la düzeltmiştir. Demek ki, Müslüman isminden maksat, mananın kötü olmamasıdır.

Bununla beraber bazen isimlerde mana açık da olmayabiliyor. (Aleyna) gibi. Son zamanlarda çok rastladığımız bu (Aleyna)'nın ne manaya geldiğini pek bilemiyoruz. Çünkü, Kur'an'da geçen (aleyna) isim değildir. Sadece yer aldığı cümlenin içinde (üzerimize) manasına gelmektedir:

(Vema aleyna) bizim üzerimize, (illel'belağ) tebliğden başka bir görev yoktur, manasına gelebilen (bizim üzerimize)'yi, cümle içindeki yerinden çekip birine isim olarak verdiğinizde, ne manaya geldiğini anlamak zorlaşmaktadır. Belki de Yasin'deki bu (aleyna)'yı isim olarak seçenler, (bu çocuk bizim üzerimize Allah'ın bir ihsanıdır) demek istemekteler.

Bir de kızlarımıza verilen Kezban ismi vardır ki, zannederim yanlış anlaşılan isimlerden biri de budur. Kezban'ı hep yalancı manasına anlayanlar, Kur'an'daki (tükezziban) ile karıştırmışlardır. Çoğu kimseler Farsçadaki (ev hanımı) manasına gelen (Kedban)'dan alınma Kezban'ı, Arapçadaki 'yalanlayan' manasına gelen tükezziban'dan alınma sanarak bu isimden hep ürkmüşlerdir

Bununla baraber iyi bir anlamı olmasına rağmen yanlış anlaşılacak isimler koymamaya dikkat etmenin faydalı olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle kız çocukları için, Büşra, Beyza, Selma, Esma, Ahsen, Rabia, Saliha, Salime, Adile... gibi kolay seslendirilen, yanlış yazma ve yanlış söyleme ihtimali olmayan tek isimler tercih edilebilir.

Çocuğun isminin güzel olması bir fazilet olsa da ahirette özel muameleye tabi tutulacağı söylenemez. Çünkü ahirette insanın göreceği muamele onun ameline göre olacaktır.

Sözün özü: Ebeveynler yavrularına karşı ilk görevlerini yerine getirirken, gayri müslim kimliğini çağrıştıran yabancı isim koymaktan kaçınmalı ki, mahşerde koydukları isimlerle çağrılan çocuklarının şikayetine muhatap olmasınlar. Bu konuda elbette bizim gibi düşünmeyenler de olabilir: "Tercih size aittir, kim neye layıksa onu bulur." demekten başka sözümüz olamaz onlara da.

Müddessir Sûresi'ndeki ayetin ikazı hepimiz için geçerlidir:

"Herkes kendi tercihinin sorumlusudur!.." (Müdessir, 74/38)

https://sorularlaislamiyet.com/cocuklara-isim-verirken-dikkat-edilmesi-gerekenler-nelerdir 

23 Ocak 2024 Salı

Peygamber Efendimiz neden Berre / Berra ismini değiştirmiştir?


Efendimiz (a.s.m), kötü anlama gelen bazı isimleri değiştirdiği gibi, sahibini şımartma ihtimali olan bazı güzel isimleri de değiştirmiştir. Berra da bunlardan biridir.

Berra; yüksek ahlaka sahip, her yönüyle arı-duru, tertemiz anlamına gelir. Bu anlamıyla sahibini hep iyi bir insan olarak hatırlattığı için, nefis muhasebesi yapmaktan alıkoyma ihtimali vardır. Az da olsa, dinî imtihan açısından bir risk taşıdığı için “sedd-i zerayi” kuralı gereğince değiştirilmiştir.

Hz. Peygamber (asm), "iyi insan, kusursuz kimse, günahsız" anlamına gelen "Berre" ismini Zeyneb'e çevirmiştir. Bu ismi taşıyanın zihninde, kendini beğenme gibi bir mana teşekkül edebilir. Bu da isimlenenin karakterini olumsuz yönde etkilemek demektir. Zira bu isim hakkında Hz. Peygamber (asm), "Allah sizin iyi olanlarınızı en iyi bilendir." buyurarak bu adı değiştirirken, "Kendinizi temize çekmeyin!"1 sözüyle de, güzel bir ismi başka güzel bir isimle değiştirmenin gerekçesini belirtmiştir. Bunun anlamı, "Berre adını takıp da bununla iyi olduk sanmayın! Allah kimin iyi olduğunu herkesten daha iyi bilir!" demektir.2

Rivayetlere göre Zeynep bnt. Ebî Seleme'nin adı Berre idi. Nefsini tezkiye ediyor denildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm) onu Zeyneb diye isimlendirdi.3 Demek ki buradaki çirkinlik, mananın çirkinliğinden gelmiyor. "Kendini temize çıkarmayın, kimin muttaki (temiz) olduğunu o (Allah) çok iyi bilir."4 âyetine muhalefetten ileri geliyor, denebilir. Şu halde İslam âdâbına uymayan, kişiye gurur, kibir, aldanma telkîn eden isimler uygun değildir. Diğer bir rivayette belirtildiğine göre Cüveyriye bnt. el-Haris'in ismi de Berre idi, Hz. Peygamber (asm) onu da Cüveyriye'ye çevirmiştir.

Resûl-i Ekrem'in (asm), "Yanından çıkan birinin 'Berre'nin yanından çıktı' denmesini sevmiyorum"5 buyurarak yasağın diğer bir gerekçesini açıkladığını görmekteyiz. Şu halde bu kategoride yer alan isimleri değiştirmesinin genel sebebi; hem ismin anlamından hem şahsa yansıyan menfi etkisinden kaynaklandığı şeklinde yorumlanabilir. Çünkü nefsin tezkiyesini yalnız Allah bildiği gibi, ismin ifade ettiği anlam hakikatın hilafına da olabilir. Bu sebeple sahibini yersiz güvene ve bunun bir uzantısı olarak da kullukta gevşekliğe itebilir. Zira yersiz güven takvayı zedelediği gibi kulluk ifasında gevşekliğe de sebep olur.

Dipnotlar:

1. Müslim, Âdâb 19.
2. Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Ter. ve Şer., VI, 535.
3. Buhârî, Edeb 108; Müslim, Edeb 17.
4. Necm, 53/32.
5. Müslim, Âdâb 16.

https://sorularlaislamiyet.com/peygamber-efendimiz-neden-berre-berra-ismini-degistirmistir

22 Ocak 2024 Pazartesi

İnsanın hayatta iken, çocukları arasında ayrım yaparak birine veya bazılarına mal varlığının tamamını veya bir kısmını bağışlaması caiz midir?

Esasen kişinin sağlığında kendi malında istediği şekilde tasarruf etme hakkı vardır. Fıkhî açıdan kişi, malının bir kısmını veya tamamını yabancı birisine verebileceği gibi çocuklarından birisine veya bazılarına da verebilir. Bu tasarrufu fıkhen geçerlidir. Ancak bu tasarrufun ahlakî boyutu konusunda İslâm âlimleri arasında farklı görüşler vardır. Konu hakkındaki tartışmalar ilgili hadisin farklı anlaşılmasına ve farklı yorumlanmasına dayanır.
Hz. Peygamber (s.a.s.), malının bir bölümünü bir oğluna vermek isteyip, kendisini şahit tutmak isteyen Beşîr b. Sa‘d’a (Nu‘mân b. Beşîr’in babasına), diğer çocuklarına da mal verip vermediğini sormuş, vermediğini öğrenince, ona şahit olmamış, başkasını şahit tutmasını istemiş (Müslim, Hibât, 17 [1623]), hadisin farklı rivâyetlerine göre “onu geri al” (Buhârî, Hibe, 12 [2586]; Müslim, Hibât, 9 [1623]); “çocuklarınız arasında âdil davranın” (Buhârî, Hibe, 13 [2587]; Müslim, Hibât, 13 [1623]); “zulmüne beni şahit tutma” (Buhârî, Şehâdât, 9 [2650]; Müslim, Hibât, 16 [1623]) gibi ifadelerle Beşîr’in bu tutumunu onaylamadığını göstermiştir.
Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîlerdeki güçlü görüşe göre, babanın hayatında iken çocuklarına mal vermesi durumunda eşit davranması müstehap, ayrım yapması mekruhtur (Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi‘, 6/127; İbn Nüceym, el-Bahr, 7/288; Haraşî, Şerhu Muhtasar, 7/82; Zekeriyyâ el-Ensârî, Esne’l-metâlib, 2/483). Ahmet b. Hanbel’e, bazı Mâlikîlere ve Hanefîlerden İmam Ebû Yûsuf’tan gelen bir rivâyete göre ise babanın mal verirken evlatları arasında eşit davranması vacip, ayrım yapması haramdır (İbn Kudâme, el-Muğnî, 6/51-52; İbn Cüzey, el-Kavânîn, 241).
Babanın bütün çocuklarına mal vermesi durumunda; kız erkek ayrımı yapmadan hepsine eşit mi vereceği yoksa mirasta olduğu gibi erkek çocuğuna iki, kız çocuğuna bir pay mı vereceği konusu da tartışmalıdır. Bu konuda da çoğunluğun görüşü, hepsine eşit vermesidir (Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi‘, 6/127; İbn Kudâme, el-Muğnî, 6/53).
İster farz olsun ister müstehap, babanın mal verirken çocukları arasında eşit davranması, dinin ruhuna daha uygundur. Ayrıca çocuklar arasında ayırım yapmak, onların hem ana babalarına hem de birbirlerine karşı buğzetmelerine, aralarına soğukluk hatta düşmanlık girmesine sebep olabilir. Bu yüzden babalar meşru bir gerekçe yoksa mal verirken çocukları arasında eşit davranmalı, aralarında ayrım yapmamalıdırlar.
Bununla birlikte, çocuklardan biri veya bir kısmının, tedavisi imkânsız bir hastalığa yakalanması, engelli olması, büyük bir borç yükü altında bulunması, ailesinin kalabalık olup geçim sıkıntısı çekmesi, ilmî faaliyetlerde bulunup da ihtiyaç içinde olması gibi sebeplerle bazılarının daha muhtaç durumda olmaları hâlinde, kendilerine ihtiyaçları oranında fazla mal verilebilir (Şeyhîzâde, Mecme‘u’l-enhur, 2/610). Şu kadar var ki, mümkün olduğu takdirde bu konuda diğer çocukların da rızalarının alınması daha uygun olur.

21 Ocak 2024 Pazar

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 80


Sen toprağa bırakıldığın durumu talihsiz görme

İnsân Sûresi Şubat 2023

Ölülerdik, Allah bize hayat verdi, sonra bizi tekrar öldürecek, sonra bize tekrar hayat verecek. 

Biz yeryüzüne gelmeden önce baya bir zaman geçmiş. O aralar neredeydik? Milyarlarca yıl geçmişte esamem bile anılmazken yokmuşum hiç! 

Allah azze ve celle sonra beni yarattı. Her nerede idiysem ben yine ona döneceğim, yabancı bir yere gitmiyorum. Geldiğim yere gidiyorum meçhule değil. 

Biz O’na aitiz, O bizi var etti ve yine O’na dönmekteyiz. 

Dolayısıyla, nasıl ana rahmi cenin için özellikle tasarlanmış bir kapsül ise, (Cenab-ı Allah “kararin mekin” demiş. Yani kalınabilecek rahat yer. Muazzam bir ses yalıtımı, ısı yalıtımı ile cenine has hazırlanmış) kabir de bizim yol güzergahımızdaki tanımlı, önceden hesaplanmış, hazırlanmış bir alandır. 

Yani nasıl anne karnında yaratılırken Rabbimiz bizi mekin, sağlam yere yerleştirdiyse, kabrin de buna karşılık gelen bir başka yerleştirildiğimiz alan olduğunu ve rahim kadar kabrin de bu iş için hazırlanmış özenle tasarlanmış bir yer olduğunu düşünmemiz gerek. 

Çünkü çoğu insanın zihninde bir çukura bırakılmak, atılmak gibi, değersiz bir şekilde yok olmaya, hiçe bırakmak gibi yer alıyor ama hayır! 

Bırakıldığı andan itibaren, oradaki bu iş için görevlendirilmiş şeyler hemen icabına ve yapması gereken şeye girişiyorlar. 

Allah azze ve celle diyor ki; Siz yeri öyle kupkuru cansız görüyorsunuz ama biz ona bir su indirelim kıpırdanır, kabarır. Farklı farklı canlılar oradan çıkar. 

Dolayısıyla sen toprağa bırakıldığın durumu talihsiz falan görme. O, bu tanzim edilmiş sürecin, zincirin tam da olması gereken kısmında yer alıyor. 

Dolayısıyla kabre gönül huzuru ile gireceğiz. Yani orası rahim gibi bir yer ama tabi amel boyutu ayrı. Fakat beden eşleşiyor. 

Tam da olması gereken zamanda olması gereken yere girmiş gibidir. Çünkü Cenab-ı Hak sıralamayı böyle koydu. O aşamadan sonrası da var. Sonra Cenab-ı Hak dilediğinde tekrar onu alıp çıkaracak. İnsanlar oradan dağılacaklar. Allah bizi iki kez meyyit, iki kez hayy (canlı) kılıyor. Şu an bu 4 basamaktan ikincisindeyiz. Dördüncü aşama son aşama, ondan sonrası yok

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

20 Ocak 2024 Cumartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 79

Cenab-ı Hakk’ın açık ifadelerini öylece kabullenmeli

İnsân Sûresi Şubat 2023

Cenab-ı Hakk’ın sarih (açık) ifadelerini öylece kabullenmeli, bilemediğimiz kısımları da anlamaya çalışmalıyız. 

Anlamadığımız yerde açık olan ifadeleri örselemeye başlarsak bu sefer anladığımıza benzetmiş veya bilmediğimiz kısımlardaki düşündüğümüz senaryoya çözüm aramış gibi oluruz. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

19 Ocak 2024 Cuma

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 78

Erdemin tanımı 

İnsân Sûresi Şubat 2023

Hayırseverlik, iyilikseverlik, insaniyet vb tanımlar altında Cenab-ı Hakk’a sorumluluğun dışında kalan her türlü erdem tanımı aslında sakat ve temelsizdir. 

Bunlar seküler bir boyutta sunulmaya çalışılıyor ve bunlar bir o kadar sahte ve fake kalmaktadır.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

18 Ocak 2024 Perşembe

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 77

Özgürlük sadece Allah’ın sevgisindedir

İnsân Sûresi Şubat 2023  

Allah'tan gayrı vazgeçemeyeceklerimizin hepsi aslında bizim prangalarımızdır. 

Özgürlük sadece Allah’ın sevgisindedir. 

Kul başkaca nelerden vazgeçemiyorsa bunların tutsağı olarak Allah’a sırtını dönmeye mahkum olacaktır. 

Kul Cenab-ı Hakk’ın sevgisine yöneldi mi sığındı mı eşyadan vazgeçebilir hale gelir, hatta insanlardan da vazgeçebilir. Bu özgürlüktür. 

Artık ne kaybettiklerine üzülecek ne de bulduklarına sevinip şımaracak bir durumdadır. 

O, Cenab-ı Hakk’ın sevgisiyle yaratanın da yönetenin de O olduğunu bildiği için hayatın an be an sınav adımları üzerinde ilerletildiğinin farkındadır. 

Vazgeçilmezi olarak Allah sevgisini merkeze yerleştirmiş, girdileri çıktıları sadece izlemektedir. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

17 Ocak 2024 Çarşamba

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 76

Korkular azaldıkça günahlar çoğalır

İnsân Sûresi Şubat 2023

Cenab-ı Hakk’ın güya rahmetine sığınıyoruz düşüncesiyle, O’na karşı korkusuzluğumuzu besliyoruz. 

Rahmetinden aldığımız cesaret ile yine O’nun azabına karşı cesaretimizi çoğalttıyoruz. 

Bu korkunç bir durum ve kendi içinde çelişkili. 

Cenab-ı Hakk’a korkumuzu besleyecek olana sarılmalıyız. 

Rahmeti, ancak ümidimizi beslemeli, korkusuzluğumuza yol açmamalı. 

Korkular azaldıkça günahlar çoğalır. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1 

14 Ocak 2024 Pazar

“İslâm’ın güncellenmesi”, içtihat, tecdîd ve reform-Faruk Beşer


 Okumanızı tavsiye ederim...

Din, Hz. Âdem’den Resûlüllah Muhammed’e (sa) hiç değişmeden gelen iman esasları bütünüdür ve “Allah katında din İslam’dır”. Bu esaslar hep aynı kalmıştır yani sabitedir, ancak doğru anlaşılmaları da belli özellikleri ve belli bir çabayı gerektirir.

Bununla birlikte her peygambere özel “bir şeriat ve yöntem yani uygulama biçimi, sünnet” (5/48) verilmiştir. Peygamberlerin şeriatlarının esası da kendi ümmetleri için sabitedir. Ama ilahî hikmetin gereği, şeriatta zamana ve mekâna göre yoruma açık boşluklar bırakılmış ve işin ehli olanların, dini esas alarak bu boşlukları bütünle uyumlu yorumlarla doldurması istenmiştir. Bu yorumların akide ve ibadet alanına ait olanlarında ittifak edileni icma adını alır ve böyle bir icma da artık değişmez. Şeriatın furûatına ait yorumlara ise içtihat denir. İçtihat, buna ehil olanların bilgisine göre yapılacağı için bilgi değiştikçe içtihat da değişir. Değişmezse İslam, tabir hoş değil ama, güncellenemez, mazide kalır ve kulların görüşleri sabit din sanılır.

Allah’ın, furûat alanında kasten bıraktığı bu boşlukların doldurulmasını kullarına bırakması önemli bazı gerçeklere de işaret eder: Allah’ın kendi dininde kuluna belli ölçülerle söz söyleme hakkı vererek ona değer vermesi, onu ilme ve düşünmeye teşvik etmesi, böylece de kullarının özellikle ilim/bilgi ve tefekkür sahibi olanlarını diğerlerinden üstün tuttuğunu göstermesi bunlardandır.

İkinci olarak, Allah (cc) sanki bu dinin varlığını ancak ilim ve tefekkürle sürdürebileceğine dikkat çekmiş olmaktadır. Bu durum ayrıca işaret eder ki, hayatta sürekli değişiklikler meydana gelecek ve dinin sürdürülebilmesi için bu değişikliklerin takip edilip iyi anlaşılması gerekecektir. Çünkü değişiklik insanda ve eşyanın tabiatında oluşmayacağına göre, insanın tabiatı keşfedip kullanmasında olacaktır. Bu da bilimle yapılır. O halde bilime paralel olarak tabiatı tanımayı sürdüremeyenler bu yeni değişikliklere Müslümanca yorum getiremeyecekler ve dini insanların idrakine anlatamayacaklar, sonuçta da davet, tebliğ ve cihad görevlerini hakkıyla yerine getiremeyeceklerdir.

İçtihat ilim, amel ve tefekkürle olan ilmî eylemin adıdır ve yapılabilmesi büyük bir kabiliyet ve çabayı gerektirir. Zaten içtihadın kelime anlamı, gücünü sonuna kadar kullanma, cehd ve gayret sarf etme demektir. Cihad da aynı köktendir ve ilginçtir ki, kelimelerin kalıbı itibariyle içtihat cihaddan daha ileri bir cehd ve gayreti anlatır. Yani içtihat, cihaddan daha zordur ve daha önemlidir.

İslam alimlerinin işin başında bu görevleri hakkıyla yerine getirdiklerinde şüphe yok. Ama sonrakiler, bir yap-boz panelindeki gibi yeni oluşan boşluklara uyumlu yeni parçalar bulma yerine, ilklerin kendi zamanlarındakilere koyduğu parçaları alıp alıp kullandılar. Oysa her zamanın müçtehidine bırakılan boşluklar için, onların bilimin verilerini hesaba katarak yeni parçalar oluşturmaları, suyun akış yönünü belirlemeleri, hayatın önünü açmaları gerekirdi. Ama bu görevin hakkıyla yerine getirilememesiyle yapbozdaki boşluklara konan ama tam uyumlu olmayan parçaların bıraktığı ara boşluklar da gittikçe büyüdü. Oraları başka düşünceler doldurmaya başladı. Parça ile bütün arasında insicam bozuldu. Bazı alimler bunları tamirle ömür tükettiler. İşte bu yanlış parçaların yerine, doğrularının konması ve resmin bütünüyle ortaya çıkarılması çabalarına da “tecdîd/yenileme” denir. O halde tecdîd ilk halin korunması, tabir caizse, belirsizliğe sebep olan küllerin kaldırılması ve dinin aslî şekli ve safiyetiyle ortaya çıkarılması ameliyesidir.

Böylece beş önemli kavrama işaret etmiş olduk: Din, şeriat, içtihat, icma ve tecdîd. Günlük dilde din ve şeriat birbiri yerine kullanıldığına da işaret edelim.

Tecdîd yapabilme gücündeki alimlere ‘müceddid’ denir. Müceddid bir bakıma müçtehidin daha kapsamlı düşünenidir. Diğerleri gibi bu kavram da Resûlüllah’ın (sa) şerefli sözlerinden alınmıştır. “Allah bu ümmete her asrın başında dinlerini tecdid edecek (yenileyecek) biri(leri)ni gönderir” (Ebu Davud). Dinin aslı yani ilk formu, hep olduğu gibi durmaktadır. Problem ara boşluklara yapılan yanlış yamalardadır. Onun için tecdid bir reform değildir. Reform asli safiyeti/formu değişen şeylerde olur. Mesela Hıristiyanlık için reform yapılması normaldi. Ama İslam için reformdan söz edilemez. Gerçi onlar da reform değil deform yaptılar. Bizdeki din adına tarihselcilik iddiası da deformasyondur.

https://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk-beser/islmin-guncellenmesi-ictihat-tecdd-ve-reform-2062383


11 Ocak 2024 Perşembe

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZÜ HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEMİ-5-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim



F- Mevzu Hadisleri Tanıma Yolları 
Günümüz insanının mevzu hadisler konusunda yaşadığı en önemli problemlerden biri her duyduğu hadisi sağlam kabul etmesi, duyduğu hadisleri kaynaklardan tetkik etme, test etme imkanına sahip olmaması ve mevzuat kitaplarını tanımamasıdır. Dolayısıyla kaynağı gösterilmeyen ve şüpheli görülen hadisler mutlaka mevzuat kitaplarından tedkik edilmelidir. 

Müracaat edebileceğimiz belli başlı mevzuat kitapları şunlardır: 
a)- Makdisi (ö.507/1113): Tezkiretü'l-Mevzuat.
 b)- İbnü'l-Cevzi (ö.597/1201): Kitabu'l-Mevzuat.
 c)- Ömer el-Mevsıli (ö.622/1225): el-Muğni ani'l-hıfz ve'l Kitab.
 d) es Sağani (ö.650/1252): el-Mevzuat.
 e)- Suyuti, (ö.911/1505): el-Lealiu'l-Masnua fi'l-Ehadisi'l-Mevzua.
 f)- İbn Arrak (ö.963/1556): Tenzihu'ş-Şeria. 
g) Fetteni ( ö.986/1578): Tezkiratü'l-Mevzuat.
 h)- Aliyyü'l Kari (ö.l014/1605): el-Masnua fi Ma'rifeti'l-Hadisi'l-Mevzua, Esraru'l-Merfua fi'l-Ahbari'l-Mevzua. İkinci eser Ahmed Serdaroğlu tarafından 1966 yılında tercüme edilmiştir.
 i)- Şevkani ( ö.l250/ 1832): el-Fevaidü 'l-Mecmua fi 'l-Ehadisi'l-Mevzua.

 Mevzu hadisleri bulmada bize kolaylık sağlayan bu kitaplardan istifade edilmekle beraber, halkın dilinde meşhur olmuş hadisleri (sahih, hasen, zayıf, mevzu vb.) bir araya toplayan eserlerden de mevzu hadisler konusunda istifade edilebilir. 

Bu tür eserlerden piyasada mevcut ve meşhur olanları şunlardır: 
a)- İbn Kayyım el-Cevziyye (ö.751/1350): el-Menaru'l-Münif fi's-Sahih ve'd-Daif.
 b)- Zerkeşi (ö.794/1392): et-Tezkira fi'l-Ehadisi'l-Müştehira.
 c) Sehavi ( ö.902/1 496): el-Mekasidü'l-Hasene. 
 d)- Suyuti ( ö.91 1/1505): ed-Dürerü'l-Münteşira fi'l-Ehadisi'l-Müştehira.
 e)- Ibnu'd-Deyba eş-Şeybani (ö.944/1537): Temyizu't-Tayyib mine'l-Habis.
 f)- Acluni (ö.l162/1749): Keşfu'l-Hafa.
 g)- Derviş el-Hut (ö.l276/1859): Esne'l-Metalib. 

Hadis alimleri erken dönemlerde hadis uyduranlarla yoğun bir mücadele içerisine girmiş ve bu kişileri bir bir tesbit ederek cerh ve ta'dil açısından nasıl bir şahsiyet olduklarını biyografik {tabakat) kitaplarda herkesin bilmesi için teşhir etmiştir. Bunların kimler olduğunu bilmek için bu tür eserlere müracaat etmek yeterlidir. Ayrıca bazı zayıf ve mevzu hadisleri bilmenin başka bir yolu da bazı kaynaklara yapılan tahriç çalışmalarına müracaat etmektir. Bunlardan bazılarını yukarıda zikretmiştik. Mevzu hadisleri tanımanın bir başka usulü de hadisçilerin ortaya koymuş olduğu kriterlerin bilinmesidir. Hadis kaynaklarında senedi olmayan bir hadis kabul edilmediği gibi hadisin senedinde hadis uydurucu bir ravinin bulunması da o hadisin reddi için yeter bir sebeptir. Öte yandan hadisçiler tarafından sağlam bir hadisin Kur'an'a, sahih hadislere, icmaya, dini prensiplere, akla, kesin olan tarihi olaylara aykırı olmama şartları getirilmiştir. Ayrıca hadisin lafızlarında bir takım bozuklukların bulunmaması gerekir. 

Sonuç 
Son olarak şunu söyleyebiliriz ki, mevzu hadisler konusunda alimiyle, aydı­nıyla ve genel halk kitleleriyle bir bütün olarak bir "hassasiyet" geliştirmemiz gerekmektedir. Bu hassasiyeti oluşturmada bir başlangıç olmak üzere, ilim adamı, düşünür, öğretmen, vaiz, imam, müftü, yazar vb. kim olursa olsun, kullanacakları hadisler konusunda son derece titiz davranmalı, özellikle mevzu hadisleri kullanmaktan şiddetle kaçınmalıdır. 121

 Şunu da belirtmek gerekir ki, hadis nakletmeyi sıradan ve basit bir iş olarak telakki etmeyip, hadisin dinde ikinci kaynak olduğunu ve dini şekillendirdiğini unutmamak gerekir.

Zayıf ve mevzu hadisleri belirtmeksizin sahih hadis gibi nakletmenin dini açıdan mahzurlu ve memnu olduğu unutulmamalıdır.

Her hadisin hükmü ve amel yönü farklı olduğu için hadislerin hak ettiği yere konulması, sahihe sahih, zayıfa zayıf ve mevzuya mevzu denilmesi ve birbirleriyle kesinlikle karıştırılmaması konusunda gerekli titizliğin gösterilmesi ilmi dürüstlüğün bir gereğidir. 

Hadisleri sıhhat açısından kaynaklardan araştırma veya işin uzmanlarına sorma anlayış, bilinç ve alışkanlığı kitlelere kazandırılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.

DİYANET ilmi Dergi Cilt: 37. Sayı:l • Ocak-Şubat-Mart 2001 ·

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZU HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEMİ Yard. Doç. Dr. Saffet Sancaklı

isam.org.tr


121 Kırbaşoğlu Hayri, a.g.e., sh., 146 . 

 BİBLİYOGRAFYA
 Abdülfettah Ebu Gudde, Mevzfı Hadisler, terc., Enbiya Yıldırım, İnsan Yay., İst., 1995.
 Abdurrahman Abdülhak, Mevzfı ve Zayıf Hadislerin Akideye Etkisi, terc., İbrahim Özsoy, Hak Yay., İst., trs.
 Acdic Muhammed Hatib, es-Sünne Kable't-Tedv!n, 3. bsk., Beyrut, 1980. Acluru, İsmail b. Muhammed (ö.1162/1748), Keşfü'l Hafa ve Müzllü'l-llbas Amma lştehera mine'l-Ehadisi ala elsineti'n-Nas (I-II), 3. bsk., Daru İhyai't-Tfırasi'l-Arab!, 1352/1933.
 Ahmet b. Hanbel (ö.241/855), Müsned (I-VI), Çağrı Yay., İst., 1982. (Ofset) 
Ahmet Nairn-Karnil Miras, Sahlh-i Buhar! Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi (I-XII), D.l.B. Yay., Ank., 1975.
 Aliyyü'l Karı, Nureddin Ali b. Muhammed (ö. 1014/1605), el-Esraru'l-Merffıa fi'l-Ahbari'l Mevzfıa (Mevzfıatü'l-Kübra), thk. Muhammed b. Lütfi es-Sebbağ, 2. bsk., el-Mektebetü'l-lslamiyye; Beyrut, 1986. el-Masnfıa f! Ma'rifeti'l-Hadisi'l-Mevzfıa (Mevzfıatu's-Suğra), thk. Abdülfettah Ebu Gudde Neşr., Mektebetü'l-Matbfıati'l-İslamiyye, Haleb, 1969.
 Begavi, Hüseyn b. Mes'ud (ö.516/112), Şerhü's-Sünne (I-VIII) thk. Ali Muhammed Muavvız ve Adil Ahmet Abdulmevcut, Daru'l-Kütübi'l llmiyye, l.bsk., Beyrut, 1412/1992. 
Buhan, Ebu Abdiilah Muhammed b. İsmail, (ö.256/870), Sahilı-i Buhar!, (I-VIII-II (; Çağrı Yay., 2. bsk., İst. 1982. 
C anan, İbrahim, Kütüb-i Sine Muhtasarı Tercüme ve Şer hi (1-X V lll) A.kçag Yay., Ank. 1988.
 Cihan Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla llgisi, Etüt Yay., 2.bsk., Samsun, 1997. 
Derviş el-Hut, Ebu Abdiilah Muhammed b. Derviş el-Beyriiti (ö.1276/1861), Esne'l-Metalib fi Ehad!se Muhtelifeti'l-Meratib, Daru'l-Fikr, Beyrut, 1991. 
Ed-Dumeyni, Misfir b. Gurmullah, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, terc. tlyas Çelebi-Adil Bebek- Ahmet Yücel, Kitabevi Yay., İst 1997. i \ ' ', Ebu Davfid, Süleyman b. El-Eş'as es-Sicistaııl, (ö.275/888), Sünen-i Ebi Davud (I-V) Çağrı Yay., İst. 1981 (ofset). 
Elbani, Muhammed Nasırüddin, Silsiletü'l - Ehiidi'isi'z- Zaife ve'l Mevzua, (IV) Mektebetü'l-Maarif, Riyad, 1412/1992.
 EbU Zehv Muhammed, el-Hadis ve'l-Muhaddisun, Daru'l Kitabi'!- Arabi, Beyrut, 1404/1984.
 İbn Arrak Ebu'I-Hasan Ali b. Muhammed (ö.963/1555) Tenzlhü'ş-Şerlati'lMerffia Ani'l-Ahbari'ş-Şeniati'l-Mevzfıa, (I-II), thk, Abdülvehhab Abdüllatif-Abdullah Muhammed es-Sıddik, Darü'l-Kütübi'l-llmiyye, 2. bsk., Beyrut, 1401-1981. 
İbnü'l Cevzi, Ebu'l Ferec Abdurrahman b. Ali (ö.597/1201) Kitabü'l-Mevzfıat, thk. Abdurrahman Muhammed Osman, 2. bsk., Darü'l-Fikr, 1403/1983.
 İbn. Kayyım el-Cevziyye, Muhammed b. Ebi Bekr (ö.751-1350), el-Menarü'l Münlf fi's-Sahlh ve'd-Daif, thk. Abdülfettah Ebu Gudde, Mektebetü İbn Teymiye, Kahire, trs. 
İbn. Mace, Ebu Abdiilah El-Kazvini (ö.275/888), Sünen (I-II), thk. Muhammed Fuad Abdülbaki, Darü'l Fikr, trs.
 İbnü's-Salah, Ebu Amr Osman b. Abdirrahman, (ö.643/1245), Ulfımu'l-Hadis (Mukaddime) thk. Mustafa Dlh Boğa, Mektebetü'l Farabi, 1404/1984. 
İzmirli İsmail Hakkı, Yeni Ilm-i Kelam, haz., Sabri Hizmetli, Umran Yay., Ank., 1981. 
Kandemir Yaşar, Mevzfı Hadisler, D.l.B.Y., Ank., 1975. 
Kasımi Muhammed Celiilüddin, Kavaidü't-Tahdls min Fununi Mustalahi'lHadis, Beyrut, 1979. 
Kırbaşoğlu M.Hayri, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara Okulu Yay., Ank., 1999.
 Koçyiğit Talat, Hadis Istılahları, 2. bsk., A.ü.I.F.Yay., Ank., 1985. ................. , Hadis Tarihi, A.ü.I.F.Y ay., Ank., 1977. 
Leknevi Ebu'I-Hasanat Muhammed Abdülhay (ö.1304/1886), el-Ecvibetü'lFiidile li'l-Esileti'l-Aşreti'l-Kamile, thk., Abdülfettiih Ebfı Gudde, 3. bsk., Mektebetü'l-Matbuati'l-İslamiyye, Beyrut, 1994.
 Müslim Ebu'l- Hüseyn Müslim b Hacciic, (ö.261/874), el-Camiu's- Sahih, (IV), thk. M.F.Abdülbaki, Darü İhyai't-Türasi'l-Arabi, Lübnan, 1375/1956 . 
Nurettin Itr, Menhecu'n-Nakd fi Ulumi'l-Hadis, Daru'l-Fikr,Dımeşk, ı981. 
Okiç Muhammed Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde tedkikler, A.Ü.LF.Y., O.Yalçın Matbaası, İst. ı959.
 Polat Salahattin, Hadis Araştırmaları, Insan Yay, İst., ı997.
 Sağani, Radiyüddin Ebu'l-Fedail el Huseyn b. Muhammed (ö.650/ı252), elMevzuat, thk. M.Abdulkadir Ahmed, Mektebetü'n-Nahdiyyeti'lMısriyye, Kahire, 1411/ı991. 
Sehavi, Muhammed b. Abdirrahman (ö.902/1496), Fethu'l-Muğis, Şerhu Elfiyeti'l-Hadis, (I-III) Daru'l-Kütübi'l-!lmiyye, Beyrut, ı 4 ı 7/ı996. el-Mekasidü'l-Hasene fi Beyani Kesirin mine'l-Ehadisi'l-Müştehira ale'l-Elsine, thk., Muhammed Osman, Daru'l, Kitabi'!, Arabi, 2. bsk., Beyrut, ı994,
 Sıbru Mustafa, Islam Hukukunda Sünnet, terc., Edib Gönenç, Evs Yay., İst., ı981.
 Sofuoğlu Cemal, Zayıf ve Mevzfı Hadisler Açısından Tirmizi'nin Sünen'i, D.E.ü.I.F.D., sayı:6, İzmir, ı983.
 Subhi Salih, Hadis !limleri ve Hadis Istılahları, terc., M. Yaşar Kandemir, D.l.B.Yay., Ank., ı971.
 Suyfıti, Celalüddin Abdurrahman b. Ebi Bekr (ö.911/ı505) el-Camiu's-Sağir min Hadisi'! Beşiri'n-Nezir (I-II), thk., Abdullah Muhammed ed-Derviş, Dımeşk, ı996.
 ed-Dürerü'l Münteşira fi'l - Ehadisi'l-Müştehira, thk. M.Abdülkadir Ara, Darü'l-l'tisam, Kahire, ı987. 
el-Lealiu'l-Mesnfıa 'fi'l-Ehadisi'l-Mevzfıa, (I -II), Darü '1-Kütübi'l-Ilmiyye, Beyrut, 14 ı 7/ı996.
 Tedribü'r Ravi fi Şerhi Takribi'n-Nevevi, (I-II), thk. A.Abdüllatif, 2.bsk. Darü lhyai's-Sünneti'n -Nebeviyye, Beyrur, 1399/1979.
 Şevkani, Muhammed b. Ali (ö.ı250/1834), el-Fevaidü'l-Mecmfıa fi'l-Ehadisi'lMevzfıa, thk. Abdurrahman b.Yahya, Matbaatu's-Sünneti'l-Muhammediyye, Kahire, 1380/ı960.
 Şeybani, Abdurrahman b. Ali b. Muhammed b. Ömer (ö.944/ı537), Temyizu't-Tayyib mine'l-Habis fima yedfırü ala elsineti'n-Nasi mine'l-Hadis, Daru'l-Kütübi'l-llmiyye, 2.bsk., ~eyrut, ı988.
Tehanevi Zafer Ahmed, Yeni Usul-i Hadis thk, Abülfettah Ebu Gudde, terc., Ihrahim Canan, İzmir, 1982. 
Tirmizi, EbU İsa Muhammed b. İsa, (ö.279/892), Sünenü't-Tirmiz! (I-V) thk. Ahmed Muhammed Şak!r- M.F.Abdulbaki- İ.Adve Avad, Kahire, 1357/1938). 
Uğur Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, T.D.V.Yay., Ank., 1992. 
Yıldırım Ahmet, Tasavvuf'un Temel Öğretileriniry Hadislerdeki Dayanakları, T.D.V.Yay., Ank., 2000.
 Yusuf el-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, terc. Bünyamin Erul, Rey Yay., Ist. 1991.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR