28 Ağustos 2019 Çarşamba

7. BÖLÜM TEYEMMÜM 1. BÂB


Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
7. BÖLÜM TEYEMMÜM


1. BÂB
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Su bulamazsanız o vakit temiz toprakla te­yemmüm edin. Onunla yüzlerinizi ve (dirseklerle birlikte) ellerinizi meshedin.[el-Maide, 5/6]

334- Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem eşi Hz. Aişe'den radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Seferlerinin bi­rinde Allah Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile birlikte biz de bulunduk. Beydâ veya Zâtu'1-Ceyş [Buradaki şek, Hz. Aişe'den kaynaklanmaktadır. Beydâ veya Zâtu'1-Ceyş ise Mekke ve Medine arasında yer alır. Ayrıntılı bilgi için bk Kirmani,III,210.(H. Aldemir)] denen yere geldiğimiz zaman, gerdanlığım düştü. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem onu aramaya koyuldu.. Onunla birlikte sahabe de aramak için yollarından alıkondular. Ordu su bulunan bir yerde konaklamamıştı. Bu yüzden Ebu Bekir'e  radıyallahu anh gelip 'Şu Âişe'nin ettiğine bak! Hz. Peygamber'i Sallallahü Aleyhi ve Sellem ve hepimizi susuz bir yerde, üstelik elimizde su olmadığı halde durmaya mecbur etti' dediler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir  radıyallahu anh yanıma geldi. O esnada Allah Resulü Sallallahü Aleyhi ve Sellem başını dizime koy­muş uyuyordu. Bana, 'Rasulullah'ı ve insanları alıkoydun. Ne konakladıkları yerde su var, ne de yanlarında' diyerek çıkıştı." Hz. Âişe  radıyallahu anha olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Ebu Bekir  radıyallahu anh beni azarladı ve bana ağzına geleni söyledi. Eliyle böğ­rüme vurmaya başladı. Ama yerimden kımıldamadım. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem dizimde uyuyordu. Sabahleyin Rasûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem uyandığı zaman elde hiç su yoktu. Bunun üzerine Allah Teâlâ, teyemmüm âyetini indirdi. Useyd İbn Hudayr  radıyallahu anh da şöyle dedi: Ey Ebu Bekir'in ailesi bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir." Hz. Aişe  radıyallahu anha son olarak şunları dedi: "Üzerinde yolculuk yaptığım deveyi kaldırdığımız zaman, gerdanlığı altında bulduk. [Hadisin geçtiği diğer yerler:336,3672,3773,4583,4607,4608,5264,5250,5882,6344,6845]

Açıklama

(Teyemmüm Bölümü) Teyemmüm sözlükte yönelmek anlamına gelir. Dinî terminolojide ise, namaz gibi ibadetleri mubah hale getirme niyetiyle yüzü ve dirseklere kadar elleri meshetmek İçin temiz toprağa yönelmek manasında kul­lanılır.

Teyemmümün azimet mi, yoksa ruhsat mı olduğu konusunda âlimler ara­sında farklı görüşler vardır. Bazıları meseleyi ayrıntılı bir şekilde ele alarak, te­yemmümün suyun bulunmadığı yerlerde azimet, bir özrün bulunduğu yerlerde ise ruhsat olduğunu söylemiştir.

(Bulamamışsanız) Kanaatimce İmam Buhârî, yukarıdaki hadiste Hz. Âişe'nin
  radıyallahu anha "Allah Teâlâ, teyemmüm âyetini indirdi" sözünde hangisi olduğunu açıkla­madığı âyetle, Mâide süresindeki âyetin kasdedildiğini belirtmek istemiştir.

(Seferlerinin birinde) İbn Abdilberr "Temhîd" adlı eserinde söz konusu sefe­rin, Benî Mustalık gazvesi olduğunu söylemiştir. "el-İstizkâr" adlı eserinde ise, bunu, kesin bir dille ifade etmiştir. Ondan daha önce İbn Sa'd ile İbn Hibbân bu görüşü dile getirmişlerdir. Hz. Aişe'nin
  radıyallahu anha başına gelen ifk hadisesi de, bu sefer sıra­sında meydana gelmişti.

(Ne konakladıkları yerde su var, ne de yanlarında) [İbn Hacer hadisin bu bölümünü, daha evvel geçen "Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip" kısmından önce zikretti.] Hadisin bu kısmı ile, su bulunmayan yerde konaklamanın ve su bulunmayan güzergahı takip etmenin caiz olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak hadisteki ibarenin bu şekilde açıklan­ması tartışmaya açıktır. Çünkü bu olayda Müslümanlar Medine'ye yaklaşmış­lardı. Belki de Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem konakladığı yerde su olmadı­ğını bilse bile, kervanda suyun olmadığını bilmiyordu. "Yanlarında su yoktu" ifadesinin, abdest için su olmadığı anlamına gelme ihtimali de vardır. Belki de, ihtiyaçları kadar içme suyuna sahiptiler. Ancak hadisten çıkarılan anlamın ilk açıklamasının da doğru olma ihtimali vardır. Zira, yağmur yağabilir veya Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem mübarek parmaklarından su akabilirdi. Nitekim bir çok yerde bu tür mucizeler gerçekleşmişti.

Hadisten çıkarılan bir başka sonuca göre ise, lider kimse önemsiz bir mesele dahi olsa Müslümanların haklarını korumaya özen göstermelidir. İbn Battal, bahsi geçen gerdanlığın 12 dirhem olduğunun rivayet edildiğini nakletmiştir. Geride kalanın yetişmesi, cenazeyi defnetmek gibi halkın menfaatine olan hu­suslar için konaklamak da, kaybolan şeyi bulmakla aynı hükme sahiptir. Ayrıca bu hadiste, malın kaybedilmemesi gerektiğine dair bir işaret vardır.

(Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip) Böyle bir durumda kadın, kocası hazır olsa bile babasına şikayet edilebilir. Gerçi ashâb-i kiram, Hz.Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem uyuduğu için Ebu Bekir'e şikayette bulunmuştur. Zira Hz.Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem uyuduğu zaman (vahyin gelme ihtimalinden dolayı) uyandırılmazdı. 

Yine bu hadisten çıkan bir sonuca göre, kişi, eşinin yanında olan kızının ya­nına girebilir. Ancak damadının buna rıza gösterdiğini bilmesi gerekir. Bir de, onların birlikte olmadıklarını kesin olarak bilmesi şarttır.

(Eliyle böğrüme vurmaya başladı.) Buna göre baba, yaşı ilerlemiş, evli ve kendisinden ayrı bir evde otursa bile kızını tedip edebilir. Bunun gibi devlet baş­kanının izni olmasa bile insan, terbiye sorumluluğu kendisinde olan kimselerin terbiyesini verebilir.

(Ama yerimden kımıldamadım) Buna göre, kımıldamasını gerektirecek veya yanında uyuyan kimseyi rahatsız etmesine neden olacak şekilde rahatsız edilen kimsenin, kendisine reva görülene sabretmesi müstehaptır. Bunun gibi namaz kılan, Kur'an okuyan, ilim öğrenen veya zikreden kimsenin de, bu tür rahatsız­lıklara sabretmesi müstehaptır.

(Rasülullah uyandığı zaman su yoktu) Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem için teheccüd namazının farziyeti sabit olduğu halde, bu ifade sefer sırasında teheccüd namazını terk etmesi için ona ruhsat verildiğine dair delil olarak kulla­nılmıştır. Bir başka sonuca göre ise, namaz vakti girmeden abdest için su ara­mak farz değildir. Ayrıca bu hadis, abdestin, abdest âyetinden önce farz oldu­ğuna delil olarak kullanılmıştır. Çünkü ashâb-ı kiram, su bulunmayan bir yerde konaklamayı çok büyük bir olay olarak görmüştür. Yine bu yüzden Ebu Bekir, Hz. Âişe'ye karşı söz konusu tavrı sergilemiştir. Bu konuda İbn Abdilberr şöyle demiştir: "Bütün meğâzî yazarlarına göre, namazın farz kılındığı ilk günden beri Hz.Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem namazını hep abdestle kılmıştır. Bu gerçeği ancak cahil kimselerle bile bile küfürde inat eden kimseler inkar eder. Hadiste geçen "teyemmüm âyeti" ifadesi, ashâb-ı kiramın öğrendiği yeni bilginin abdestin hükmü değil de, teyemmümün hükmü olduğunu gösterir. Abdest ile daha önceden amel edilmesine rağmen söz konusu âyetin nazil olmasındaki hikmet, abdestin farzının Kur'an'da okunan bir âyete bağlı olmasına dayanır." Bir başkası da şöyle demiştir: "Muhtemelen âyetin abdestle ilgili kısmı daha önce nazil ol­muştur. İnsanlar o zaman abdestî ve hükmünü öğrenmişlerdir. Daha sonra da ayetin bu kıssaya konu olan teyemmüm meselesini içeren geri kalan kısmı in­miştir.
 (Üseyd İbn Hudayr) Ensarın ileri gelenlerinden biridir.

(Bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir) Daha önce de Hz. Ebu Bekir'in ailesi bir çok iyiliğe sebep olmuştu. Ebu Bekir'in ailesinden maksat, kendisi, ha­nımı ve kendisine bağlı olan akrabalarıdır Bu hadis, Hz. Âİşe ile babasının fazi­letine ve bir çok güzelliğe ve iyiliğe sebep olmalarına işaret etmektedir. Nitekim Amr İbn Haris rivayetinde şöyle geçmektedir: "Hak Teâlâ sizde, insanlar için bir çok bereket ihsan etmiştir." İbn Ebî Müleyke kanalıyla Hz. Âişe'den gelen ve İshâk el-Büstî'nin tefsirinde yer alan bîr rivayete göre Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ona şöyle demiştir: "Gerdanlığın ne kadar da bereketliymiş.

Bu hadisten yukarıda işaret ettiğimiz sonuçlara ilaveten başka hükümler de çıkarılmıştır. Mesela kadınlarla birlikte yolculuğa çıkmak caizdir. Kadınlar, koca­larına güzel görünmek için ziynet eşyası kullanabilir. Ödünç alınan bir eşya ile, sahibinin izni olması durumunda yolculuk edilebilir.

335- Câbir İbn Abdullah'tan Rasulullah'ın 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle dediği nakledilmiştir: "Benden önce hiç kimseye verilmeyen şu beş şey bana bahşedildi:

Bir aylık zamanda kat edilecek uzaklıkta bulunan düşmanlarımın kalbine korku salmakla desteklendim. Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı. Bu yüzden ümmetimden her kim, bir namaz vaktine girerse, namazını kılsın. Ganimetler benim için helal kılındı. Benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştt. Bana şefaat hakkı tanındı. Pey­gamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi. Ben ise, tüm insan­lara gönderildim. 
[Hadisin geçtiği diğer yerler:438,3112]

Açıklama

Hadisten ilk etapta akla gelen anlama göre Hz. Peygamber'den 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem önce gönderilen peygamberlerin bu beş özellikten birine sahip olmadık­ları anlaşılır. Hakikatte de böyledir. Hz. Nuh'un Aleyhisselam tufandan sonra yeryüzünde ya­şayan herkese gönderilmesi bu durumla çelişmez. Çünkü o dönemde, sadece ona iman edenler kalmıştı. Hz. Nuh Aleyhisselam da, elçi olarak onlara gönderilmişti. Onun peygamberliğinin yeryüzünde bulunan herkese yönelik olması, aslında bu şe­kilde gönderildiğinden dolayı değildir. Aksine meydana gelen olay, buna vesile olmuştur. Şöyle ki, tufanda diğer insanların helak olmasıyla, yeryüzünde kalan­lar o an var olanlardan ibaretti.

Bizim peygamberimiz'in risaletinin evrenselliği ise, bizzat gönderilişine da­yanmaktadır. Bu yüzden sadece kendisinin evrensel nübüvvete mazhar olduğu kesinlik kazanır.

Sahih bir şekilde bize ulaşan şefaat hadisine göre, kıyamet günü hesabı bek­leyen insanların Hz. Nuh'a 
Aleyhisselam gelip "Sen yeryüzü sakinlerinin ilk resulüsün" deme­lerinden maksat, onun evrensel bir peygamberliğe sahip olması değildir. Aksine bununla, Hz. Nuh'un Aleyhisselam yeryüzüne gönderilen ilk resul olduğu kast edilir. Faraza bu İfade İle onun nübüvvetinin evrenselliği kasdedilmiş olsa bile, bu durum, Hz. Nuh'un Aleyhisselam kendi kavmine gönderildiğini beyan eden bir çok Kur'an pasajı ile tahsis edilmiştir. Onun kendi kavmi dışındaki insanlara da gönderildiğinden bahsedilmemiştir.

Bazıları Hz. Nuh'un 
Aleyhisselam peygamberliğinin evrensel olduğuna, onun yeryüzünde bulunan herkesi ilahi vahye davet ettiğini, ancak gemiye binenler dışında bütün insanların helak olduğunu delil olarak ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, eğer bütün insanlara gönderilmemiş olsaydı onlar helak olmazdı. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Biz, bir peygamber göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz." [el-İsra 17/15] Bir de, onun ilk resul olduğu sabittir.

Bu iddiaya şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Nuh'un 
Aleyhisselam peygamberliği döne­minde insanlara başka peygamberler de gönderilmiş olabilir. Nuh Peygamber onların iman etmeyeceğini öğrenmişti. Bu yüzden kendi kavminden iman etmeyenlere beddua ederken onlara da beddua etti ve bedduası kabul oldu. Bu ga­yet güzel bir cevaptır. Ancak Hz. Nuh döneminde başka birinin peygamber ola­rak gönderildiğine dair bir bilgi nakledilmemiştir.

Evrensel peygamberlik özelliğinin sadece Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ait olması, onun şeriatının kıyamete kadar sürmesiyle izah edilebilir. Zira Nuh ve diğer peygamberlerin şeriatlarının bir kısmı, kendi dönemlerinde veya daha sonraki zamanlarda gönderilen peygamberler tarafından neshediliyordu.

Belki de, Hz. Nuh'un  
Aleyhisselam yaptığı tevhîd çağrısı, diğer insanlara da ulaşmıştır. Buna rağmen onlar, şirkte ısrar edince, cezaya çarptırılmışlardır. Ni­tekim Hûd suresinin tefsirini yaparken İbn Atiyye de bu görüşe meyletmiştir: "Hz. Nuh uzun ömürlü olduğu için, davetinin yakın-uzak herkese ulaşmamış olması mümkün değildir." İbn Dakîk el-İyd ise bu konuya şu şekilde açıklık ge­tirmiştir: "Bazı peygamberlerin daveti, her ne kadar şeriat açısından evrensel olmasa da, tevhîd bakımından bütün insanlara hitap etmekteydi. Bu yüzden kimi peygamberler, kendi kavminden olmayan müşrik toplumlara karşı savaş­mıştır. Eğer o insanlar İçin tevhîd inancı inanılması gereken bir olgu olmasaydı, peygamberler bu gibi kimselerle savaşmazdı.

Yine ihtimal dahilindedir ki, Nuh peygamber gönderildiği zaman onun kavminden başka, topluluk yoktu.[Bu son ihtimal öncekilere nazaran daha doğrudur. Zira Allah Teala şöyle buyurmuştur: Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık asla inanmayacak." (Hud,11/36). "Nuh: Rabbim! dedi,yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma!" (Nuh,71/26). İbn Baz.] Onun peygamber olarak gönderilişi de sadece kendi kavmine yönelikti. Başkaları olmadığı için görünüş itibariyle peygamberliği genel bir risalet hüviyetindedir. Eğer o dönemde başkaları da olsaydı, onlara gönderîlmezdi.

(bir aylık zamanla) Buna göre Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem dışında hiç kimse bir aylık zamanla ve daha fazlasıyla kat edilecek mesafedeki düşmanlara korku salma ile desteklenmemiştir. Ancak bundan daha kısa bir mesafede bulu­nan düşmanlarına karşı desteklenmiş olabilirler. Burada mesafe bir aylık za­manla sınırlandırılmıştır. Çünkü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile düşmanları arasındaki mesafe en fazla bu kadardı. Bu özellik, kayıtsız olarak Hz. Peygam­ber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem lutfedilmiştir. Bir başka ifadeyle ordusu olmasa da, aynı özelliğe sahiptir. Bunun ümmeti için geçerli olup olmadığı tartışılmıştır. Böyle bir şey, onun ümmeti için ihtimal dahilindedir.

(Yeryüzü benim için mescid kılındı) Yani secdeye varılacak yer kılındı. Yer­yüzünün sadece bir bölümü değil, tamamı secde yapılabilecek hale getirildi. Bu konuda İbnu't-Tîn şöyle demiştir: "Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı ifadesinden maksat, yeryüzünün diğer peygamberler için de ibadet edile­cek bir mekan kılındığı ancak, hem temiz hem de temizleyici özelliğe sahip ol­masının sadece Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  nasip olduğudur. Çünkü İsa Peygamber, yeryüzünde dolaşır ve her nerde vakit girerse namazını kılardı." Ancak Hattâbînin şu söyledikleri doğruya daha yakındır: "Önceki şeriatlara mensup kimselerin, kilise ve havra gibi, belirli yerlerde namaz kılmalarına müsa­ade edilmişti." Bu, ihtilaf noktası hakkında söylenmiş bir sözdür. Dolayısıyla Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem hususiyeti ortaya çıkmaktadır.
 (temizleyici)  Eğer bu kelime sadece "temiz" anla­mına gelmiş olsaydı, yeryüzünün temiz olması Hz. Peygamber'e özgü bir özellik olmazdı. Oysa hadis bunun için söylenmiştir. Nitekim İbnu'l-Münzir ile İbnu'l-Cârûd sahih bir senetle merfû' olarak Enes'ten şu rivayeti nakletmişlerdir: "Yeryüzü, benim için güzel, namazgah ve temizleyici kı­lındı." Güzelden maksat, temiz olmasıdır. 

Bu rivayet, toprağın da su gibi temizleyici özelliğe sahip olmasından dolayı teyemmümün hadesi ortadan kaldıracağına delil getirilmiştir. Ancak hadisten çıkarılan bu anlam pek de isabetli değildir. Ayrıca bu hadis, yeryüzünün bütün kısımlarıyla teyemmüm yapılabileceğine dair delil olarak kullanılmıştır.

(her kim) Bu lafız, umum ifade eder. Su ve toprak bulamayan fakat yeryü­zünden bir parça bulan herkesi içine alır. Bu durumda bulunan kimseler, yeryü­züne ait buldukları parçayla teyemmüm alırlar.

Bu hadiste sadece namaza özel bir durumun zikredildiği söylenemez. Çün­kü Câbir hadisi muhtasardır. Beyhakî'nin tahriç ettiği Ebu Ümâme'den gelen hadis daha geniştir. Şöyle ki; "Ümmetimden biri namaz kılmaya yönelip su bulamazsa, onun için yeryüzü hem temizleyici özelliğe sahip hem de secde edilmeye müsaittir." Ahmed İbn Hanbel ise söz konusu hadisin son kısmını şu şekilde rivayet etmiştir: "O vakit, tahûru toprağın temizleyici olma vasfı ve secdegâhı yanı başındadır." Amr İbn Şuayb rivayeti ise şu şekildedir: "Ne zaman namaz vakti girse, toprakla meshedip namaz kıldım."

Teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünde olanlar, İmam Müs­lim'in Huzeyfe'den naklettikleri şu hadise dayanmışlardır: "Yeryüzünün ta­mamı bizim için secdegâh kılındı. Toprağı ise su bulamadığımız za­man, bizim için temiz kılındı." Bu hadisteki hüküm hâstır. (Özel bir anlam taşır). Dolayısıyla umum ifade eden hüküm, buna hamledilmelidir. Böyle olunca, temizleyici olma özelliği sadece toprağa ait olur. Ayrıca bu hadiste, yer­yüzünün secdegâh olması tekit edilmiştir. Temizleyici özelliği ise tekit edilmemiş­tir. Üsluptaki bu farklılık, hükümlerin de farklı olduğuna delalet eder. Aksi tak­dirde burada da, babda zikredilen hadiste olduğu gibi iki husus, birbirine atf-ı nesak ile bağlanırdı.

Bazı alimler, "toprak lafzının, teyemmümün sadece toprakla alına­bileceğine delil olarak kullanılmasına karşı çıkmıştır. Bu hususta şöyle demişler­dir: "Her yerin toprağı, üzerinde bulunan toprak vs. gibi şeylerdir." Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Ali'den gelen hadiste şöyle geçmektedir: "Toprak benim için, temiz kılın­dı." Bunu da, Ahmed İbn Hanbel ile Beyhakî hasen bir senetle nakletmiştir.

Bu anlattıklarımız, teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünü güçlendirir. Zira bu hadis, hem toprağın değerini göstermek hem de teyemmü­mün sadece onunla yapılacağını belirtmek için varid olmuştur. Eğer toprak dı­şında başka bir şeyle teyemmüm edilecek olsaydı, sadece toprak belirtilmezdi.

(namazını kılsın) Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere bu ifade, te­yemmüm aldıktan sonra namaz kılsın manasına gelir.

(Ganimetler benim için helal kılındı.) Bu konuda Hattâbî şunları söylemiştir: "Hz. Peygamber'den 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ve önceki peygamberler iki kısma ayrılır. Onlardan bazılarına cihad yoluyla elde edilen şeyden almalarına izin verilmemişti. Dolayısıyla onların ganimetleri olmazdı. Bazılarının ise kazanılan ganimet­lerden pay almasına müsaade edilmişti. Ne var ki, onlardan yemeleri helal de­ğildi. Bir ateş çıkıp paylarını yakardı." Bir yoruma göre ise Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ganimetler konusunda dilediği gibi tasarruf yapma yetkisiyle diğer peygamberlerden ayrılmıştır. Ancak ilk açıklama daha doğrudur. Yani önceki peygamberlerin ganimetlerden İstifade etmeleri kesinlikle caiz olmamıştı.

(Bana şefaat hakkı tanındı.) Bu hususta İbn Dakîk el-İyd şöyle demiştir:  Bununla, hesaba çekilmeyi bekle­yen insanların rahatlatılmasına yarayacak şefaat-ı uzmâ (büyük şefaat) kast edilmiştir. Bunun gerçekleşeceği konusunda en ufak bir görüş ayrılığı yoktur." İmam Nevevî ve daha başkaları da, kesin bir dille bunun şefaat-i uzmâ olduğunu ifade etmiştir. Bazıları bunun, Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem isteği üzerine, reddedilmeden gerçekleşecek şefaat olduğunu, bazıları ise kalbinde zerre miktarı İman bulunanların cehennemden çıkması için yapacağı şefaat olduğunu söylemiştir. Çünkü, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem dışındaki kim­selerin yapacağı şefaat, kalbinde zerre miktarından daha fazla iman bulunan kimseler İçin söz konusu olacaktır. Nitekim bu konuda Kadı İyâz şöyle demiştir: "Bana göre, şefaat-i uzmâ İle birlikte, bu şefaat kasdedilmiştir. Çünkü, Hz. Pey­gamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şefaat-ı uzmâ'dan sonra bu şefaati yapacaktır." Rikâk Bölümünde şefaat hadisini işlerken bu konu üzerinde ayrıntılı bir şekilde dura­cağız.

Beyhakî "Şuabu'l-îmân [Eserin adı için bk. İbn Hacer,Fethu'l-Bari,I,523 (Buradaki ilgili dipnot) (H.Aldemir)] adlı kitabında şunları söylemiştir: "Sadece Hz, Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem bahşedilen şefaat, onun küçük ve büyük günah İşleyen kimselere şefaat etmesidir. Onun dışındakiler sadece küçük günah işle­yenlere şefaat edecektir. Büyük günah işleyenlere ise şefaat edemezler." Kâdî İyâz da, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem özgü şefaatin, geri çevrilmeyecek şefaat olduğunu nakletmiştir. Nitekim İbn Abbâs hadisinde şöyle geçmektedir: "Bana şefaat bahşedildi. Bunu, ümmetim için sona bıraktım. Bu şefaat, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlar İçindir." Amr İbn Şuayb'dan da şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Bu şefaat sizin ve lâilâhe illallâh'ı kabul eden herkesindir."

Öyle anlaşılıyor ki, bu hadiste Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem özgü ola­rak geçen şefaat, tevhîd inancından başka, salih ameli olmayan kimseleri ce­hennemden çıkarmak için tecelli edecek şefaattir. Ayrıca, şefaat-i uzmâ da sa­dece Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem mahsustur. Ancak burada diğerine işaret edilmiştir. Çünkü şefaatin asıl gayesi ona bağlıdır. Zira ancak böyle bir Şefaat insanı ebedî rahata kavuşturur.

(Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi.) Hadisin bu kısmın­dan babın giriş kısmında bahsetmiştik. Hadisin "Ben ise, tüm insanlara gönderil­dim bölümü, İmam Müslim'in rivayetinde "Kızıl ve siyahlara gönderildim" şek­linde geçmektedir. Burada geçen siyah, Araplar; kızıl ise, Arap olmayanlar şek­linde yorumlanmıştır. Ayrıca kızıl ile insanlar, siyah ile cinlerin kasdedildiği söy­lenmiştir. Birinci yoruma göre, yakındaki ile uzaktakine işaret etme yoluyla tüm insanlar kasdedilmiştir. Zira Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem herkese gönderil­miştir.

Bu konudaki en kapsamlı ve en açık rivayet, İmam Müslim'in Ebu Hureyre'den naklettiği şu hadistir: "Ben, bütün mahlukâta gönderildim."

Tekmile: Ebu Hureyre'den nakledilen bu hadisin baş tarafı şöyledir: "Diğer peygamberlerden altı özellikle üstün kılındım." Bu rivayette, Câbir hadi­sinde bulunan beş özellikten şefaat dışındakiler zikredilmiştir. İki de yeni ilave yapılmıştır. Şöyle ki; "Bana cevâmiu'l-kelim' olma özelliği verildi. Benimle pey­gamberlik sona erdirildi." Câbir hadisi ile bu hadisteki Özellikleri topladığımız zaman, netice itibariyle yedi özellik söz konusu olur. Ayrıca İmam Müslim'in Huzeyfe'den naklettiği bir rivayette şöyle geçmektedir: "Şu üç özellikle in­sanlardan üstün kılındım: Saflarımız meleklerin safları gibi kılındı." Huzeyfe ikinci olarak Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem yeryüzüyle ilgili ayrıcalığını zikretmiş, üçüncü olarak ise "bir Özellik daha belirtti" demiştir. Bu rivayette açıklanma­yan üçüncü özelliği, İbn Huzeyme ile Nesâî şu şekilde vuzuha kavuşturmuşlardır: "Arşın altındaki bir hazineden alınarak Bakara suresinin sonunda yer alan âyetler bana verildi." Bu İfadeyle Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Allah Teâlâ'nın ümmetinden ağır yükü kaldırmasına, onlara güç yetiremeyecekleri yükümlülükleri yüklememesine, hata ve unutmadan dolayı onların sorumlu tutulmayacaklarına işaret etmiştir.

Bu rivayetle birlikte Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ayrıcalıkları dokuza çıkar. Ahmed İbn Hanbel şöyle bir hadis nakletmiştir: "Allah'ın peygamberle­rinden hiç kimseye verilmeyen şu dört şey bana bahşedildi: Yeryüzü­nün anahtarları bana verildi, Ahmed olarak isimlendirildim, ümmetin en hayırlı ümmet kılındı." Dördüncü özellik olarak ise Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem toprağın temizleyici vasfını zikretmiştir. Böylece Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem  ayrıcalıkları on İkiye çıkar.

Bezzâr merfu' şekilde farklı bir senetle Ebu Hureyre'den şu hadisi nakletmiş­tir: "Şu altı özellik sayesinde diğer peygamberlerden üstün kılındım: Gelmiş geçmiş bütün günahlarım bağışlandı, ümmetim en hayırlı üm­met kılındı, bana Kevser lütfedildi, sizin şu arkadaşınız kıyamet günü Adem peygamber ve onun neslinin bulunacağı livâu'l-hamd'ın (hamd sancağının) sahibidir." Bu hadiste Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem , bahsettiğimiz özelliklerine ilaveten iki özellik daha saymıştır. Yine Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan merfû' olarak naklettiği bir başka hadis ise şöyledir: "Şu iki özellik ile diğer peygamber­lerden üstün kılındım: Benim şeytanım kâfirdi. Ona karşı Allah bana yardım etti. Bunun üzerine o, Müslüman oldu." İbn Abbâs ikinci özelliğin ne olduğunu unuttuğunu söylemiştir.

Kısacası bütün bu anlattığımız rivayetlerden Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem diğer pey­gamberlerden ayrıldığı on yedi özelliğinin bulunduğu anlaşılır. Daha kapsamlı araştırma yapanlar, bu sayının daha fazla olduğunu tespit edebilirler. Mesela Ebû Saîd en-Nîsâbûri "Şerefu'l-Mustafâ" adlı kitabında, diğer peygamberlerde olmayıp sadece Hz. Peygamber'de Sallallahü Aleyhi ve Sellem bulunan özelliklerin sayısını altmış olarak vermiştir.

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

1- Allah'ın bahşettiği nimetleri saymak dinen uygundur.

2- Soru olmadan bir konu hakkında bilgi verilebilir.

3- Yeryüzü, asıl itibariyle temizdir.

4- Namazın sahih olması, bu ibadete tahsis edilmiş bir binada kılınmasına bağlı değildir. "Camiye komşu olanın namazı, ancak camide kabul olur." hadi­si ise zayıftır.

5- Hanefiler'den "el-Mebsût" adlı kitabın yazarı [Serahsi.(H.Aldemir)] bu hadisi insanın değerli bir varlık olmasına delil getirmiştir. Bu konuda şöyle demiştir: "İnsan, su ve top­raktan yaratılmıştır. Bunların her ikisi de temizleyici özelliğe sahiptir. Bu da insa­nın şerefli bir varlık olduğunu gösterir."
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

27 Ağustos 2019 Salı

Lohusa Kadının Cenaze Namazı Ve Bunun Sünnetleri

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
6. BÖLÜM HAYIZ

29. Lohusa Kadının Cenaze Namazı Ve Bunun Sünnetleri

332- Semura b. Cündüb'ten
[Cündeb şeklinde de okunabilir. bk. Kirmani,III,206 (H.Aldemir)] şöyle nakledilmiştir: "Bir kadın doğum da vefat etti. Cenaze namazını Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem kıldırdı, kıldırırken cenazenin ortasında durdu. [Hadisin geçtiği diğer yerler:1331,1332]

Açıklama

(Namaz kıldırırken cenazenin ortasında durdu.) Bu konuda İbn Battal şunları demiştir: "Muhtemelen İmam Buhârî bu başlık ile, lohusa kadınların namaz kılamamalarına rağmen diğer kadınlarla aynı hükümde olduklarını belirtmek istemiştir. Bir başka ifade ile, zât itibariyle onların da temiz olduğunu belirtmiştir. Çünkü Hz. Peygamber
Sallallahü Aleyhi ve Sellem lohusa bir kadının cenazesini kıldırmıştır. Bu hadis aynı zamanda, Ölümden dolayı İnsanın necis olacağını iddia edenlere cevap niteliğindedir. Çünkü bahsi geçen lohusa kadın, hem ölmüş hem de loğusalardan eksik olmayan kan yüzünden nesacete bulaşmıştır. Onun bu hali, kadının temiz olmasına bir zarar vermiyorsa, kendisinden necaset sızmayan ölüler, hiç necis olmaz." İbnü'l-Müneyyir bunların İmam Buhârî'nin gayesinden uzak olduğunu belirterek bu görüşe itiraz edip şöyle demiştir: "Lohusa kadının şehitlerden olduğuna dair bir rivayet varsa, diğer şehitler gibi onun da namazı kılınır. İşte İmam Buhârî bunu kasdetmiştir." İbnu Reşîd de bunun, hayız bâbları arasında yeri olmadığını belirterek bu görüşü eleştirip şöyle demiştir: "İmam Buhârî, burada namazın farzlarından biriyle istidlalde bulunmuştur. Çünkü, ce­naze namazı kılman kişinin temiz olması gerekir. Hz. Peygamber'in sallallahü Aleyhi ve Sellem lohusa kadının cenaze namazını kıldırdığına bakılarak, bu kadının öz itiba­rıyla temiz olduğu sonucuna varılır. Bu konuda lohusa ile hayızlı kadının hükmü birdir."

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Özür Kanı Gören Kadının Temizlik Dönemine Girmesi

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
6. BÖLÜM HAYIZ

28. Özür Kanı Gören Kadının Temizlik Dönemine Girmesi

İbn Abbâs 
radıyallahu anh şöyle demiştir: "Temizlik dönemi bir an sürse dahi kadın gusül abdesti alır ve namaz kılar. Namaz kıldığı sürece kocasıyla birleşebilir. Çünkü namaz daha önemlidir."

331- Hz. Aişe'den 
radıyallahu anha Rasûlullah'ın Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu nakle­dilmiştir: "Hayızın başladığı zaman namazı bırak. Sona erdiği zaman ise üzerindeki kanı yıka ve namaz kıl"

Açıklama

(Özür Kanı Gören Kadının Temizlik Dönemine Girmesi) Bu, kadının hayız kanı ile damardan gelen kanı birbirinden ayırt etmesiyle olur. Özür kanının gö­rüldüğü zaman, temizlik döneminden sayılır. Bu hükme, hayız dönemine baka­rak varılmıştır.

Özür kanı gören kadının temizlik dönemine girmesi başlığı ile, kanın kesil­mesi de kasdedilmiş olabilir. Ancak birinci ihtimal daha doğrudur.

(İbn Abbâs 
radıyallahu anh şöyle demiştir: "Temizlik dönemi bir an sürse dahi gusül abdesti alır ve namaz kılar) Bu sözün yorumu hakkında Dâvûdî şöyle demiştir: "Kadın, bir an temizlik dönemine girdiğini anlar, sonra kan gelmeye devam ederse, bu durumda gusleder ve namaz kılmaya başlar."

(kocasıyla birleşebilir) Ebu Dâvûd İkrime'den başka bir senetle şunu nakletmiştir: "Ümmü Habîbe 

radıyallahu anha özür kanı görürdü. Buna rağmen kocasıyla birlikte olurdu." Eğer İkrime bunu Ümmü Habîbe'den duymuşsa bu, sahih bir hadistir.

(namaz daha önemlidir) Yani namaz, cinsel ilişkiden daha önemlidir. Öyle ulaşılıyor ki bu, İmam Buhârî'nin araştırmasının bir sonucudur. Bununla namaz ile cinsel ilişki arasında bir bağ kurmuştur. Şöyle ki; bu durumdaki bir kadın kılabiliyorsa, kocasıyla haydi haydi birlikte olabilir. Çünkü namaz, cinsel ilişkiden daha mühimdir.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

25 Ağustos 2019 Pazar

KÜÇÜK NOTLARIM (34) : Allah'ı sevmek


Allah'ı sevmek farzlardan anlaşılır. Ne kadar çok sevdiğimizde nafilelerden. Farzları yapmayanın Allah'ı seviyorum demesi boştur. Allah-u Teala lafta sevgi istemiyor, kulluk istiyor, ispat et diyor. Sadece farzları yapmak asgari düzeyde bir sevgidir. Nafileleri çoğalttıkça sevgimizi büyütürüz.

Riyasüz Salihin "Allah için sevmek" babından notlar

24 Ağustos 2019 Cumartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (33) :ümit dolu yakarışlar- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Günahsız geçirilecek birkaç günden sonra içinize gelecek güven kırıntılarındansa günahın zilleti içersinde o çaresiz ama ümit dolu yakarışların daha doğru olduğunu keşfedeceksiniz.


https://www.youtube.com/watch?v=dhUKgMc4g_o&list=PL470HxBGbzVAybwgjebEdBsDXyUO8zpYQ&index=12

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

23 Ağustos 2019 Cuma

KÜÇÜK NOTLARIM (32) :Zevk aldıklarınız hep sonludur- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Çok istediğiniz birşeye sahip olunca bir süre sonra  bıkarsınız. Dünyada  hiçbir şeyden uzun süre zevk alamazsınız. Zevk aldıklarınız hep sonludur; dünya zevkleri hep sınırlıdır ve biter. Ahireti istemeyen dünya hayatıyla yetinen kişi hep bitecek olan zevklerle meşgul olur ve sonuç hep hüsrandır. Hiçbir zaman tatmin olamaz.

https://www.youtube.com/watch?v=bwJ7usctbZI&list=PL470HxBGbzVAybwgjebEdBsDXyUO8zpYQ&index=11


Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

22 Ağustos 2019 Perşembe

KÜÇÜK NOTLARIM (31) : Hak edilen dalalet- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Kul artık kararını bir şekilde vermişse, gerçek hakkında başka bilgi istemiyorsa onun için saptırılmaktan gayri bir yol kalmamıştır.

Dalalet hak edilen bir süreçtir, dayatılan bir süreç değildir.

Hidayette hak edilmez. O kişide hayra dair bir iş olur, küçük bir girişimi olur, iyiliği vardır. Allah bunları bahane eder hidayet verir.


Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

21 Ağustos 2019 Çarşamba

KÜÇÜK NOTLARIM (30) :Allah-u Teala, Hakkın peşine düşeni mutlaka hidayete erdirir- Prof. Dr. Halis AYDEMİR



Nahl suresi 24. ayetin tefsirinden kısa notlar:

Gerçeği reddetmek bir zaman sonra gerçeği görememeye dönüşüyor. Rabbimiz kulun dönmesi için bir süre imkan tanır, sonra direnen kimseden o imkanı alır. Çünkü Allah kibriya sahibidir. 

Onlar bu öncekilerin masalıdır derler.

Biz melekleride indirsek ölüleri de konuştursak yine iman etmezler. Gerçeği anlamadıkları için değil gerçeğe boyun eğmek istemediklerinden onu yaftalayıp kendilerine ayrı bir yol tuttular.

Kendi ön yargılarını, kanaatlerini oluşturdular; bilgilenmeye araştırmaya da çalışmadılar.

Halbuki Allah-u Teala, Hakkın peşine düşeni de hidayete erdirir.

Ortalık yanlış bilgilerle dolu olsa da, kafa karıştırıcı söylemler olsa da Allah masum bir kimseyi heder etmez. Ben gerçeği istiyorum diyen hele de Yaratıcısına bunun icin dua edeni asla zayi etmez. 

Duyduğu konuyu bir de ben araştırayım demeyen kişi düştüğü bu durumu hakeder. Allah cc biz sana basiret kalp akıl verdik buyurduğunda verilecek cevap yoktur.

Allah hiç bir masumu terketmez mutlaka başkalarıyla uyarır. Ancak o ilimsiz bir şekilde, öğrenmeye kapalı olduğu müddetçe ve aynı zamanda hevasına da uyduğu için bu şekilde devam etmek isterse o başka... 

https://www.youtube.com/watch?v=Fpg03N5mSAQ&list=PL470HxBGbzVAybwgjebEdBsDXyUO8zpYQ&index=4


Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

20 Ağustos 2019 Salı

KÜÇÜK NOTLARIM (29) : Tercih bizim- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Allah cc, kulların "ortamım yoktu, öğrenemedik, gayri müslim doğdum vs." gibi bir durumun olmadığını; rızıklarını verdiği gibi gerçeği de farkettiriyor belletiyor ki tam bir sorumlulukla tercih yapsınlar.
En idraksizine, cahiline bile kavratır; kullarını öyle yaratmıştır çünkü. Bunu sağladığını ve üzerine aldığını buyuruyor yüce Allah.

Kul bilmeden sapmaz, bile bile tercihini yapar. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

19 Ağustos 2019 Pazartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (28) : her türlü iman etmezler- Prof. Dr. Halis AYDEMİR



Allah cc kullarını iman etmeye mecbur bırakacak hiçbir şeye girişmez.  

Kafirler, Allah cc melek indirseydi ya dediler. Eğer indirseydi o zaman irade ortadan kalkar mecburen iman ederlerdi. Firavun’un iman etmesi de böyle olduğu için kabul olmadı. 

Bu sebepten ya şöyle bir mucize verseydi ya da şöyle olsaydı demek farketmez onlar her türlü iman etmeyeceklerdi. 

Onlar başından itibaren sizinle beraber gerçeği farketmiş bulundular; ne var ki bu gerçeğin onlarda oluşturduğu rahatsızlık dolayısıyla bu gerçeği yok saymayı tercih ettiler. Gerçeği yok sayarak belki üstesinden geliriz dediler. Sosyal statülerini kaybetmeği göze alamadılar, heva ve heveslerinden vazgeçmeyi göze alamadılar. kendilerini Yaratıcının boyunduruğu altında görmek istemediklerinden büyüklendiler.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

18 Ağustos 2019 Pazar

KÜÇÜK NOTLARIM (27) :Tercihimiz ya küfür ya iman! - Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Bir şeyi olması gereken yerine koymamak zulümdür Allahu Teala'yı da hayatımızda olması gereken yere koymazsak kendimize zulmederiz. Allah bunların hidayetlerini karartır. Allah zalimlere hidayet etmez.

Hidayeti kulun ameline endekslemiştir Allah u Teala.

Allah bizi her gün tercihlerle karşı karşıya bırakıyor eşini mi, çocuğunu mu, malını mı tercih edeceksin yoksa Allahu Teala yı mı diye yoklar. 


Allah ve insanlar arasındaki tercih insanın takvasına göredir. Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem in Zeyd'in ra karısı ile evlenmesinin emir buyurulması ona çok ağır gelmesine rağmen Allah-u Teala'yı tercih edip emirini yerine getirdi. Aynı şekilde İbrahim aleyhiselam'ın evladını boğazlaması emrini dinlemesi evladını tercih etmeyip Allah-u Teala'yı tercih etmesi gibi.

Örneğin "kızımın düğünü bir kere oluyor sonra bir yolunu bulur Allahı memnun ederim" diyerek Allahu Teala'yı ikinci plana atınca, ahirette Rabbimiz bize "sen Beni hep ikinci plana attın bu sana hep daha sevimli geldi" buyurduğunda ne diyeceğiz?

 Tercihlerimiz bir sonraki perdeyi açıyor. Ya küfür ya iman . İşte bu perdeleri açmadan önceki süreçte bu tercihlerimiz var. Allahu Teala'nın sonradan yarattığı şeyleri daha çok sevmemiz; hediyeyi, hediyeyi verene tercih ettiğimiz bu süreç bizi adım adım küfre götürüyor.

Böylece yapmayız dediğimiz bir sonraki aşamayı kolaylıkla yapıyoruz.

Kalp Allahı bırakıp başka şeyleri sevmekle kararır. 


Kimi malının kimi evladının, eşinin sevgisine kapılır; an gelir Allah gibi severler. Örneğin evladına sevgisi artar artar Allah sevgisini geçer. Bu nasıl anlaşılır: Çocuk Allah-u Teala'nın istemediği birşey ister, çocuğun istediği yapılır. 

Biri kariyer yapmayı çok ister, onu illa ki elde etmek için çabalar ve an gelir onu Allah gibi sevmeye başlar. Bu nasıl anlaşılır: Kariyerin gerektirdiği fakat Allah-u Teala'nın istemediği birşey olunca kariyerin gerektirdiği şey yapar. 

Canlı ya da cansız uğruna Allahı terkettiğimiz herşey putumuza dönüşür. O an hayatımızda küfür süreci başlar.

Kişinin hayatında bu bir tek şey üzerinden de bir çok şey üzerinden de olabilir.



Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

17 Ağustos 2019 Cumartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (26) : irade ile küfür yolunu tercih etmek- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


- İnsanlar ikiye ayırılır: imanı(hakikati) yakinen farketmiş ve bunu itiraf etmiş kişi diğerleri de
yine imanı yakinen farketmiş, kendi içinde bunu kesinkes itiraf etmiş tıpkı bir mümin gibi ama bunu dışa vurmadan tekrar küfre yönelmiş kimseler.

 Yoksa yaşamı boyunca hakikati hiç farketmemiş gerçeğe hiç uyanmamış dolayısıyle de küfürde kalmış kimse yoktur. Böyle kimseler olsaydı bunlar Cenab-ı Hakk'ın huzurunda "Ya Rabbi! biz hiç bir zaman anlayamadık, idrak edemedik, gerçeği bize farkettirmedin ki biz de mü'min olabilelim" diyerek karşı bir hüccet bulurlardı ki; Allah-u Teala böyle bir hücceti hiç bir insana bırakmamıştır. O'nun yegane ilah olduğunu bütün kullarına belletmiştir. Bu kişiler imanın eşiğine gelmişlerdir fakat kendi iradeleri ile küfür yolunu tercih etmişlerdir. Allah-u Teala merak etmeyin biz herkese bilgiyi, hakikati onlara tastamam farkedecekleri ana kadar kesinlikle ulaştıracağız; ayetlerimizi göstereceğiz tanıyacaklar, Hem dıştan hem içlerinden hak onların nezdinde apaçık belirinceye kadar buyurur.  

Görüldüğü üzere iman açısından fırsat eşitliği herkes açısından aynıdır. 

Mükellef olan herkes ahiret bakımından eşit fırsatlara kavuşurlar.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

16 Ağustos 2019 Cuma

KÜÇÜK NOTLARIM (25) :küfre düşme süreci- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Kafirler ne arzu ediyorsa o doğru, ne istiyorsa o adil, o güzeldir. Bu durum bir süre sonra şöyle bir sürece girer: neyi arzuluyorsa o onun kutsalı olur.

Hevalarıyla örtüşen herşey onların istikametidir. Eğer güzel, doğru, adil olan onların arzularına uyarsa ve örtüşürse onu alırlar bu sebepten bazı zamanlar doğru davranış sergilerler.

Müminler ise bir iş hevalarıyla ters düştüğünde doğrunun peşinde olmakla sınanırlar. 


Kişi iman ettiği takdirde Allah cc hidayet verir. İman edebilmesi için(hakikati bulabilmesi için) akletmesi gerekir.

İlim olmadan akletme olamaz; konu hakkında fikrimiz yokken aklettik sanıyoruz halbuki ilimsiz akledilemez.

Amel imanı koruyan bir fanus gibidir -akidem kuvvetli amelde gevşeklik yapsam olur- demeyin. Amelsizlik akideyi tehlikeye sokabilir.

Kendisine hakikat geldiği halde yalanlamalarının sebebi hevalarını rahatça yaşamak, kötü amellerde özgürleşebilmek, hayatı istediği şekilde değerlendirebilmek içindir.

İmandan küfre düşme süreci şudur ki nasıl yaşarsanız öyle inanmaya başlarsınız.

Kul ya imanını ya küfrünü arttırır.


Öğrenmeye devam eden imanını arttırır.

Şayet öğrenmesi durur ameli de yavaşlarsa geri düşmeye başlar ve süre de uzarsa münafiklığa doğru kaymaya başlar.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

15 Ağustos 2019 Perşembe

KÜÇÜK NOTLARIM (24) : iltica - Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Bir harama düşeceğini anlayan kul Allah-u Teala'ya iltica edip "Rabbim bunu kalbimden sök al ben kurtulamıyorum "derse Allah cc onu ondan alır. Allah-u Teala ondan bir süre beklemesini, direnmesini bekler; başarırsa alır. 

Allah cc o kişi bu sınırı geçince sen Bana saygıyı seçtin tamam der ve onu ondan alır.

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden küçük notlar

3 Ağustos 2019 Cumartesi

HAC İBADETİ VE MEKÂNLARI


ALTIN OLUK

Kâbe damına konulan ve Arapça’da mîzâbü’r-rahme, Farsça’da mîzâb-ı rahmet denilen oluk.

CEBELİRAHME جبل الرحمة

Arafat vadisinde bulunan, eteğinde Hz. Peygamber’in vakfe yaptığı küçük dağ.

Cİ‘RÂNE الجعرانة

Huneyn Gazvesi’nde elde edilen ganimetlerin dağıtıldığı yer.

CUHFE الجحفة

Hac veya umre maksadıyla Mısır ve Suriye tarafından Mekke’ye gelenlerin ihrama girdikleri mîkāt yeri.

FİDYE الفدية

Esaretten kurtulmak için veya yerine getirilmeyen yahut kusurlu olarak eda edilen bazı ibadetlerin telâfisi amacıyla ödenen bedel.

HAC SÛRESİ سورة الحجّ

Kur’ân-ı Kerîm’in yirmi ikinci sûresi.

HAREM الحرم

Mekke ve Medine şehirleriyle çevrelerindeki belirli bölgeler için kullanılan terim.

HAREMEYN الحرمين

Mekke ve Medine şehirlerini birlikte ifade eden tabir.

HEDY الهدي

Hac ve umre yapan kimselerin Harem sınırları içinde kestikleri kurban.

HERVELE الهرولة

Hac ve umrede Safâ ile Merve arasında sa‘y yaparken belli bir mesafenin süratli ve canlı bir yürüyüşle geçilmesini ifade eden terim.

HİCAZ الحجاز

Arabistan yarımadasında Kızıldeniz’in doğu sahili boyunca uzanan ve Haremeyn ile mîkāt yerlerini içine alan coğrafî bölge.

HİCR الحجر

Kâbe ile hatîm denilen yarım daire şeklindeki duvar arasında kalan ve altın oluğun altına rastlayan yer.

HİRA جبل حراء

Hz. Muhammed’e ilk vahyin geldiği mağaranın bulunduğu dağ.

IZTIB‘ الاضطباع

İhramlı iken sağ omuzun açık bırakılması anlamında bir fıkıh terimi.

İFRAD
حجّ الإفراد

Umre yapmaksızın sadece hac ibadetini ifa etme, umresiz hac anlamında fıkıh terimi.

İHRAM الإحرام

Hac veya umre yapan kimseye normal durumlarda helâl olan bazı davranışların haram kılınması anlamında fıkıh terimi.

İSTİLÂM الاستلام

Tavafta Hacerülesved’in hizasına gelindiğinde elle dokunma, öpme ya da elleri havaya kaldırıp tekbir getirerek onu uzaktan selâmlama anlamında bir fıkıh terimi.

KIRÂN القران

Aynı ihramla hem umrenin hem haccın ifa edildiği hac türü.

MEKKE مكّة

Kâbe’nin bulunduğu ve hac ile umre ibadetinin ifa edildiği kutsal şehir.

MENÂSİK المناسك

Hac ve umre sırasında yerine getirilen belirli davranışlar anlamında fıkıh terimi.

MESCİD-i HAYF مسجد الخيف

Mina’da Hz. Peygamber’in Vedâ haccında çadır kurduğu ve cemaatle namaz kıldığı yerde yapılan mescid.

MEŞ‘AR-i HARÂM المشعر الحرام

Hac menâsikinin ifa edildiği yerlerden biri.

MÎKĀT الميقات

İhrama girilecek zaman ve yer anlamında fıkıh terimi.

MÜLTEZEM الملتزم

Hacerülesved ile Kâbe kapısı arasında, dua etmenin makbul olduğu yer.

NİYÂBET النيابة

Başkası adına ve/veya hesabına iş görmek, başkasının yerine bazı dinî vecîbeleri yerine getirmek anlamında fıkıh terimi.

REMEL الرمل

Ardından sa‘y yapılan tavafların ilk üç şavtında yapılması sünnet olan hızlıca ve çalımlı yürüyüş.

SA‘Y السعي

Hac ve umre ibadetlerinde Safâ ile Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelmeyi ifade eden fıkıh terimi.

SEVR MAĞARASI غار ثور

Hz. Peygamber’in hicret esnasında üç gece gizlendiği, Kur’ân-ı Kerîm’de zikri geçen mağara.

ŞAVT الشوط

Hacerülesved’den başlayıp yine aynı yere gelinceye kadar Kâbe’nin etrafını bir defa dolaşma ve Safâ tepesiyle Merve tepesi arasında gidiş gelişten her biri anlamında fıkıh terimi.

TELBİYE التلبية

İhrama girenlerin lebbeyk şeklinde başlayan zikir cümlelerini söylemesi.

TEMETTU‘ التمتّع

Bir hac mevsiminde umre ve hac ibadetlerini her biri için ayrı ayrı ihrama girerek yerine getirme.

UMRE العمرة

İhramlı olarak Kâbe’yi tavaf edip Safâ ile Merve arasında sa‘y yapmak suretiyle eda edilen ibadet.

ZÜLHULEYFE
ذو الحليفة

Hac veya umre maksadıyla Medine’den Mekke’ye gidenlerin ihrama girdikleri mîkāt yeri.

27 Temmuz 2019 Cumartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (23) : Belalar- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


10 siddetinde bir bela yaşayacaksak, nimetteyken hergün şükredersek belanın şiddeti hafifler.

Allah cc adildir. Sonuçta sen tek bir şiddetli imtihan olur 10 puan alırsın; beriki 10 ayrı imtihandan 10 puan alır. Burada Allaha karşı zannını bozmamaktır istenen.

İçkiye istegi zaten olmayan birisi için o emri yerine getirmesi kolaydır. İçmeyi seven biri ise bırakmak için çaba sarfederken sınanır. Bu imtihanın şiddeti onun zorlanmasıyla paraleldir . Biri için küçük olan bu imtihan diğeri için büyük bir imtihan olabilir.

Herkesin zorlanması kendine verilen mal, para ... ile paraleldir . Sonuçta herkese verilen zorluk aynıdır.


Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden küçük notlar

26 Temmuz 2019 Cuma

KÜÇÜK NOTLARIM (22) : Zafiyetler- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Hangi konuda zafiyetimiz varsa bu zafiyetler üzerinden kişinin kararlılığı yoklanıyor! Kişi Cenabı Hakkın emrettiği hususta boyun eğmemeyi kararlı bir tepkiye dönüştürürse o sıkıntılı taraftan çürüme başlar. Biz hiçbir konuda Cenabı Hakka bunu benden isteme yapamam diyemeyiz

Sınanırken Allahu Teala’ya saygılı olmaya devam ediyor muyuz bu yoklanır. İnsandaki değişik duygular yoklanıyor! Koşulların değiştirilmesiyle kişi Allah Azze ve Celleye saygılı olmaya devam edecek mi? 

Cenabı Hakka saygılı oluruz ama iş menfaatimizle çatıştığında ikilemde kalıyormuyuz? Yoksa  Allahu Teala’ya saygılı olmaya devam ediyor muyuz?

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden küçük notlar

25 Temmuz 2019 Perşembe

KÜÇÜK NOTLARIM (21) : şeytanlaşmak- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Kendisini görmediğimiz şeytan adeta bir kanal üzerinden bizim düşünce dünyamıza değişik dosyalar indiriyor ve o indirdiği dosyalardaki acayip görüntü ve düşüncelerle bir virüs gibi Allah için olan niyetlerimizi bozmaya çalışıyor…

Kul şeytanlaşmadığı, kararlı bir şekilde inkar etmediği sürece ne kadar günahı olursa olsun Cenabı Hakk'dan af diliyorsa kesinlikle Allah Azze ve Celleyi bağışlar ve esirger bulur!

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

24 Temmuz 2019 Çarşamba

KÜÇÜK NOTLARIM (20) : Musibetler - Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Yaşadığımız her musibet Rabbimiz tarafından bizim bir yanlıştan dönmemiz için verilmiştir.
 Her musibet Rabbimizin mümin kullarına "dur etme, yapma" demek için verdikleridir. 

Bize verilen irade ile biz hakkı ya da batılı tercih ederiz. Allah-u Teala bizi bu konuda serbest bıraktığı için müdahale etmez. Kendi irademiz ile hakka dönmemizi ister.

Ama kişi inatla ve kesin bir kararlılıkla durmaz yanlışlarına devam ederse Rabbimiz de onu kendi haline bırakıp yardımı keser. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

23 Temmuz 2019 Salı

Namazda gülmek abdesti bozar mı?


Hanefi mezhebine göre, namazda sesli gülmenin hem namazı hem de abdesti bozmasının delili nedir?

Hanefiler(1) namazda sesli gülme ile kahkahayı birbirinden ayırmışlardır. 


Hanefilere göre "gülmek" sadece kendisinin duyabileceği kadar olan harekettir. Gülmede yanındakiler sesi işitmez. Bu şekilde gülmenin hükmü sadece namazı bozmuş olmaktır. Bu türlü gülmek abdesti bozmaz.

Fakat "kahkaha" hem namaz kılanın kendisinin hem de yanındakilerin işiteceği kadar olandır. Bu hem namazı hem de abdesti bozar. 


"Tebessüm" ise, sessiz olarak ortaya çıkan hareket olup, bundan ötürü namaz bozulmaz.

Hanefilerin yukarıdaki görüşlerinin dayandığı delil mana olarak şu hadisi şeriftir:

"Sizden her kim kahkaha ile sesli olarak gülerse, hem namazı hem de abdesti birlikte iade etsin."
(2)

Şafii mezhebine göre ise, namazdayken kahkaha ile gülündüğünde iki veya daha fazla harf yahut anlaşılır bir harf açığa çıkarsa namaz bozulur. Bu durumda namazın bozulması kahkahadan değil, kahkaha ile birlikte telaffuz edilen harften dolayıdır. Gülmesi baskın gelen kişi çok gülmediği takdirde namazı bozulmaz.

Dipnotlar:

1. El-Hidaye 1, 6; El-Bedayi 1, 232
2. Bu konuda rivayet edilmiş müsned ve mürsel hadisler vardır. Müsned olan hadisler Ebu Musa el Eşari, Ebu Hureyre, Abdullah b. Ömer, Enes b. Malik, Cabir b. Abdullah, İmran b. Husayn ve Ebu'l-Muleyh tarafından rivayet edilmiştir. Ebu Musa hadisini Taberani rivayet etmiştir: "Bir ara Resulullah (a.s.m) insanlara namaz kıldırırken bir adam mescide girerek mescid içindeki bir çukura düşmüştü. Bu adamın gözleri kör idi. Namazdaki cemaatin çoğu buna güldüler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.m) gülen cemaatin namazları ile birlikte abdestlerini yenilemelerini emretmiştir." (Nasbu'r-Raye 1, 47-54)
(bk. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, II/151)

22 Temmuz 2019 Pazartesi

Arazilerin çeşidi, mirasta paylaşımı, zekatı (öşürü)


Soru:
Mirasta, arazi paylaşımının kadın-erkek eşit olarak yapılacağını ve arazilerin sahibi devlet olduğu için bunlardan elde edilen üründen zekat verilmeyeceğini söyleyenler ve yazanlar var. Bu konularda bizi aydınlatmanızı rica ediyoruz.

Cevap:

Vaktiyle halkın mülkü olmayan, yalnızca tasarrufuna (kullanımına) malik oldukları bir arazi çeşidi vardı, buna mîrî arazi denirdi. Bu arazinin, tasarruf hakkı sahibinin ölümü halinde kimlere nasıl intikal edeceği padişahların çıkardığı kanunlar ile düzenlenirdi. Bazan bu arazilerin erkek ve kız evlada eşit olarak intikali de kanunlaştırılmıştı. Bugün böyle bir arazi yoktur. Bütün mülk toprakları tam mülkiyet niteliklidir; yani taşınır mallar nasıl mülk ise onlar da öyle mülktür ve tam mülkün varisler arasında paylaşımı feraiz kurallarına ve oranlarına göre yapılır.
Bugün bütün topraklar gerçek mânada, tam mülkiyet hakkıyla mülk olduğu için bu topraklardan elde edilen zirâi ürünlerden zekat (öşür) de verilecektir.

http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00063.htm

21 Temmuz 2019 Pazar

Ev ve arabanın zekatı ile ilgili birkaç soru.


Soru ve Cevaplar:
...Zekatla ilgili net bir cevaba ulaşamadığımız bir mevzuda bizi aydınlatırsanız memnun oluruz. Ben kirada oturuyorum. Başka da bir evim yok. Ama ödemekte olduğum iki ayrı kooperatif hissesi var. Birincisi memleketimde olup ev sahibi olabilmek amacıyla kendim ödüyorum. İkincisi ise arkadaşımla birlikte ortak girdik ve yarı yarıya ödüyoruz. Bununla ilgili niyetimiz öncelikle bitene kadar ödemek. Sonrasında eğer taraflardan birinin o günün şartlarında almaya gücü yeterse birimizin tamamını satın alarak ev sahibi olması -ki bu gün için bu imkansız- ya da kiraya verip kirasını ortak almak. Üçüncü ihtimal ise başkasına satıp parasını paylaşarak başka bir yerde değerlendirmek. Yani bu gün için ne yapacağımıza henüz biz de karar vermiş değiliz. Bizim bununla ilgili bulduğumuz tek husus: "Ticari olmayan ev, dükkan, gibi mallara zekat düşmez. Ancak bunların kira ve gelirlerine, nisab fazlası olması halinde zekat düşer." Çevremizden ise koop. olarak devam ettiği müddetçe zekatın düşeceği yönünde fetvalar da duyduk. Bu yüzden ihtilafta kaldık.

Soru 1. Benim durumumda olan bir kişi bu koop.ların zekatını nasıl verecek? 


Cevap. İster kooperatif yoluyla ister başka şekilde ev yaptıran veya yaptırmak isteyen bir kimse eğer bu evi oturmak için yaptırıyorsa, hem bu evin yapılmış kısmının değeri üzerinden hem de bunun için ayırdığı paradan zekat vermez, ev aslî (temel, olmazsa olmaz) ihtiyaçlardan sayılır. Oturmak içim değil de satıp parasını başka şeylere sarfetmek için ev yaptırıyorsa bunun maliyet değerinden ve buna ayırdığı paradan kırkta bir olarak zekat vermesi gerekir.

Soru 2.
Kendi evinde oturduğu halde, kişinin kiracısı olmayan ve satılık olmayan ikinci bir evi varsa o evin zekatı var mıdır? Neye göre verilir. 

Cevap. Böyle bir ev kira için ayrılmış ise zekata tabi değildir; kiraya verildiğinde safi geliri (yıllık olarak nisabı buluyorsa) bunun yüzde onu zekat olarak verilir.

Soru 3.
Kendisi kirada oturduğu halde başka bir evi ve bundan gelen kirası varsa ve aldığı kira ile kendi kirasını ödüyorsa zekatı olur mu? (Diğer mallarından ödeyeceği zekata o kirayı dahil eder mi?) 

Cevap.
Evi olduğu halde burada oturmayıp kirada oturan, evini de kiraya veren bir kimsenin bu evden vereceği zekat, yukarıdaki maddede geçen kira gelirinden verilen zekattır; yani nisaba erişen safi gelirin yüzde onunu zekat olarak verir. Zekatı kırkta bir olan malların zekatı ile -gelir getiren ve zekatı, safi gelirinin onda biri olan ev, otobüs, makine, otel vb.nin zekatı ayrı ayrı hesaplanır.

Soru 4.
Araba binek hükmünde ve zekat düşmez diye biliyoruz. Ancak her an satılabilecek konumda olduğundan ticari mal gibi düşünülmeli midir? 

Cevap. Bir çok mal hemen satılabilir durumdadır; hemen satılabilir olmak malı zekatlık yapmaz; yani edinme ve kullanma niyeti esas alınır; aslî ihtiyaç sayılan mallar zekata tabi değildir; araba da böyledir.

Soru 5.
Araba hususunda lüks olması zekatı nasıl etkiler. (5 milyarlık araba da var 35 milyarlık araba da var) Hepsi tek binek hükmünde midir? 

Cevap.
Eski zamanlarda da insanların binekleri kıymet bakımından farklı idi; çok değerli atları ve develeri olanlar ile adi bineği olanlar aynı sayılır, kıymetli binek sahipleri bundan dolayı zekat ödemezlerdi.

http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00062.htm

20 Temmuz 2019 Cumartesi

İSRA SÛRESİ 22.- 30. ayetlerin tefsiri


Müslüman Toplumun Esasları: İmanın Esası Tevhid, İslam Toplumunun Temeli Aile Bağıdır

22- Allah ile beraber başka bir ilâh edin­me! Yerilmiş ve terkedilmiş olarak kalırsın.

23- Rabbin hükmetti ki: Kendisinden başkasına ibadet etmeyesiniz. Ana ve babaya iyi davranasınız. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken yaşlanacak olursa onlara: "Öf dahi deme! Onları azarlama ve her ikisine de tatlı söz söyle.

24- Merhametinden dolayı onlara alçakgönüllülük kanatlarını indir ve de ki: "Rabbim o ikisi beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et."

25- Rabbiniz nefislerinizde olanı en iyi bilendir. Eğer salihlerden olursanız 'muhakkak ki o, kendisine dönenlere mağfiret edicidir.

26- Yakın akrabaya hakkını ver, misk­ine ve yolcuya da. Ama saçıp savurma.

27- Çünkü saçıp savuranlar şeytanlarla kardeş olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.

28- Rabbinden beklediğin bir rahmet için onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan o zaman onlara yumuşak bir söz söyle.

29- Ve elini boynuna bağlı kılma. Onu büsbütün de açıp durma; yoksa kınan­mış ve pişman olarak kalakalırsın.

30- Muhakkak ki Rabbin dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır, Basîr'dir.


Açıklaması

Yüce Allah tevhidin gerçeğini açıklamak üzere Rasulüne sas hitapta bulun­maktadır. İmanın gerçeği tevhiddir, Allah'ın ortaklarını reddetmektedir. Bu hitabın muhatapları ümmetin mükellef olanlarıdır. Çünkü o dönemde Hz. Peygamberin sas anne ve babası yoktu.

Ey mükellef olan insan, ulûhiyyet ve ibadetinde Yüce Allah'a ortak koşma!

Yalnızca O'nu ilâh ve Rab tanı. O'ndan başka ilâh yoktur, O'nun dışında ilâh yoktur, O'nun dışında Rab yoktur, hakkıyla ibadete lâyık kimse yalnız O'dur. Sen Allah ile birlikte bir başka ilâhı kabul edecek olursan, Ona ortak koştuğundan dolayı kınanmış olursun. Yardımsız kalırsın, Rabbin sana yardımcı olmaz; hatta sen kime ibadet ettiysen seni de onunla başbaşa bırakır. Onun ise ne bir fayda ne de bir zarar verecek gücü vardır. Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizî, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediğini nakletmektedirler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Her kime bir ihtiyaç arız olur da o da bunu insanlara (karşılamaları için) götürecek olursa, onun bu ihtiyacı karşılanmaz. Her kim bu ihtiyacını Allah'a arz ederse er veya geç Allah'ın ona bir rızık göndermesi uzak değildir." Kısacası müslüman toplumun birinci esası Allah'ı tevhid etmek ve ona şirk koşmamaktadır.

Akide ve imanın en büyük esası olan tevhidin açıklanmasından sonra Yüce Allah imanın şeâirini (alâmetlerini) ve gereklerini söz konusu etmektedir. Bu hususlar da şunlardır:

1- Yalnızca Yüce Allah'a ibadet etmek: "Rabbin hükmetti ki: Kendisinden başkasına ibadet etmeyesiniz." Yani Yüce Allah kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Bu ise iki hususu kapsamaktadır: Yüce Allah'a ibadet ile meşgul olup Allah'tan başkasına ibadetten sakınmak. Çünkü ibadet tazimin en ileri derecesidir. Bu ise Aziz ve Celil olan Allah'tan başkasının hakkı değildir.

2- Anne, babaya iyilik: "Ana ve babaya iyi davranasınız." Yüce Allah pek çok ayet-i kerimede kendisine ibadet etmek emriyle birlikte anne babaya iyi davranma emrini bir arada zikretmiştir. Çünkü insanın var olmasının gerçek sebebi olan Yüce Allah'tan sonra, var olmasının zahirî sebebi onlardır. Şefkat, merhamet, onların iyiliklerinin tercih edilmesi, yumuşaklıktan oluşan bir ortam içerisinde çocukların terbiye edilmesini onlar sağlamışlardır. Buyruğun anlamı şudur: Ve Yüce Allah anne babaya iyilik yapılmasını emretmiştir. Yahut da anne babaya iyilik yapmanızı, onlara güzel davranmanızı emretmiştir. Nitekim Yüce Allah bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurmak­tadır: "Bana, anne ve babana şükret diye
tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş yalnız banadır." (Lokman, 31/14). Bu ise onların çocuklarına olan şefkatleri ve iyilikleri dolayısıyladır. Çocuğun terbiye ve korunması için azami gayret harcamalarından ötürüdür. O bakımdan onlara karşı güzel davranmak, iyi hareketlerde bulunmak bir vefakârlıktır, bir insanlıktır. Bu da onlara karşı güzel davranmakla, varlıklı ise maddi açıdan yardım ile olur. Bundan dolayı Yüce Allah onlara yapılacak bir­takım iyilik şekillerini beyan ederek şöyle buyurmaktadır:

"Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken yaşlanacak olurlarsa..." Yani ana ve baba yahut onlardan birisi senin yanında yaşlanacak ve ömürlerinin son dönemlerinde senin yanında tıpkı hayatının başlangıcında olduğu gibi zayıf ve aciz düşecek olurlarsa aşağıdaki şu beş görevi yerine getirmelisin:

a) "Onlara öf dahi deme." Yani en asgari seviyede sıkıntı belirten kötü bir söz söyleme. Hatta öf dahi dememelisin. Bu kötü sözün en aşağı derecesindeki sıkılmanın ifadesidir. Bu her durumda, özellikle de zayıf oldukları, yaşlandıkları ve kazanç sağlamaktan acze düştükleri vakit böyle olmalıdır. Çünkü o dönemde artık iyiliğe olan ihtiyaçları daha fazladır, daha gereklidir ve daha önceliklidir. Bundan dolayı Yüce Allah yaşlılık durumunu özellikle zikret­miştir.

Müslim, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün." Kimin ey Allah'ın Rasûlü? diye sorulunca şöyle dedi: "Anne babasından birisinin yahut da ikisinin yaşlılığına yetişip de cennete giremeyen kimsenin."

b) "Onları azarlama". Yani senden onlara karşı çirkin bir iş sadır olmasın. Of demenin yasaklanması ile azarlanmanın arasındaki fark şudur: Birincisi az veya çok usancı açığa vurmayı yasaklamaktadır. İkincisi ise cevap vermek yahut yalanlamak gibi yollarla sözle dahi onlara muhalefeti açığa vurmayı yasaklamaktadır. Oflamak, puflamak gizli ve hafif kötü söz, azarlamak ise kaba ve sert bir şekilde paylamak demektir.

c) "Ve her ikisine de tatlı sözler söyle." Yani ikisine de hoş, güzel, yumuşak; onları sayıp tazim etmekle ve onlara karşı tam bir edep ile söz söyle. Dikkat edilecek olursa Yüce Allah öncelikle onları rahatsız edecek şeyleri yasakladı, arkasından onlara güzel söz söylemeyi, onlarla hoş konuşmayı emretti. Çünkü tehalli olumsuzluklardan arınma güzelliklerle bezenmekten önce gelir. Ömer b. el-Hattâb (r.a.) bu yüce buyruğu açıklarken şöyle demektedir: "Bu, kişinin babacığım ve anneciğim demesi şeklinde olur." Yani onları isimleriyle çağırmasın. Onlara sesini yükseltmesin. Onlara dik dik bakmasın. Said b. el-Müseyyeb'e tatlı söz söylemenin ne demek olduğu sorulmuş, o da: "Bu, suçlu bir kölenin oldukça sert efendisinin karşısında konuşması gibi olmalıdır." diye cevap vermiştir.

d) "Merhametinden dolayı onlara alçakgönüllülük kanatlarını indir." Yani davranışlarınla onlara karşı alçakgönüllülüğünü sergile. Bundan kasıt ise ala­bildiğine alçakgönüllü ve yumuşak davranmaktır. Çünkü kanatların indirilme­si mütevazi davranmaktan kinayedir. Kuşun yavrusunu kanadı altına alması haline benzetilmektedir. Alçakgönüllülüğün anne babasına karşı merhamet ve şefkattan dolayı olması gerekir. Yoksa yalnızca emre uymak ve tenkit edilmek­ten korkmaktan dolayı olmamalıdır.

e) "Ve de ki: Rabbim o ikisi beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et." Yani yaşlandıkları vakit olsun, vefatları esnasında olsun Yüce Allah'tan onlara rahmet dile. el-Kaffal (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) dedi ki: Yüce Allah, anne babaya iyiliği öğretirken söylenecek sözleri öğretmekle kalmayıp buna yapılacak davranışları öğretmeyi de ilâve etmektedir ki, bu da rahmetle dua etmektir. Kişi: "Rabbim...onlara merhamet et." demekle emrolunmuştur. Merhamet lafzı ise din ve dünyadaki bütün hayırları kapsayıcı bir lafızdır. Yüce Allah'ın: "Beni küçükken yetiştirdikleri gibi" buyruğu ise, "Beni terbiye ederken bana iyilik yaptıkları gibi sen de onlara iyilik yap." anlamındadır. Terbiye, geliştirip büyütme demektir. Özellikle onu söz konusu etmesi kulun anne babasının şefkatini ve onu terbiye ederkenki çaba ve gayretlerini hatırlaması içindir. Bu onun anne babasına olan şefkat ve düşkünlüğünü daha da arttıracaktır.

Anne babaya iyilik hakkında pek çok hadis-i şerif vârid olmuştur. Bunlar­dan birisini Tirmizî ve Hâkim, Ebu Hureyre ile Enes (r.a.)'ten rivayet etmekte­dirler. Buna göre Rasulullah (s.a.) minbere çıktı, sonra üç defa "Âmin, âmin, âmin" dedi. "Ey Allah'ın Rasulü, ne diye âmin dedin?" diye sorulunca şöyle dedi: "Bana Cebrail geldi ve Ey Muhammmed, dedi. "Yanında adın anıldığı halde sana salatü selâm getirmeyenin burnu yere sürtünsün: Âmin de," dedi ben de âmin dedim. Sonra: "Ramazan ayına erişip de Ramazan ayı çıkıp gittiği halde kendisine mağfiret olunmayanın burnu yere sürtünsün. Âmin de," dedi; ben de âmin dedim. Sonra; "Anne babasına yahut onlardan birisine yetişip de bu durumun kendisini cennete sokmadığı kişinin de burnu yere sürtünsün. Âmin de," dedi ben de âmin dedim."

İyilik onlar hayatta iken olduğu gibi onların ölümünden sonra da olabilir. Buna delil ise Ahmed, Ebu Davud ve İbni Mâce'nin Malik b. Rabîa es-Sâidî'den yaptıkları şu rivayettedir: Malik dedi ki: Ben Rasulullah (s.a.)'ın yanında otu­ruyor iken ona Ensar'dan bir adam gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, onların vefat etmelerinden sonra anne babamın benim üzerimde kendilerine karşı yap­mam gereken bir iyilik var mı? Hz. Peygamber sas şöyle dedi: "Evet! Dört şeyi yer­ine getirmelisin: Onlara rahmet ve istiğfarla dua edeceksin, söz vermişlerse yer­ine getireceksin, arkadaşlarına ikramda bulunacaksın ve onlar tarafından akrabalık bağı ile bağlandığın akrabalarını gözeteceksin. İşte vefat etmelerinden sonra onlara karşı yapmakla görevli olduğun iyilikler bunlardır."

Şayet anne ve baba kâfir iseler çocuğun, hayatta oldukları sürece hidayet bulmaları, için onlara dua etmesi, imana kavuşmalarından sonra da onlara rahmet olunması için duada bulunması gerekir. Kur'ân-ı Kerim ölümlerinden sonra müşriklere mağfiret dilemeyi yasaklamıştır, isterse bunlar akraba olsun­lar. Bu yasak şu ayet-i kerimede yer almaktadır: "Peygamberlerin ve iman edenlerin yakın akraba olsalar dahi müşriklere mağfiret dilemeleri olacak şey değildir." (Tevbe, 9/113). Buna göre müslüman kimse -müslüman olmayan anne ve babasına ölümlerinden sonra rahmet dilemek müstesna- güzel bir şekilde davranır.

Bu ayet-i kerime gereğince amel etmek için yalnızca bir defa onlara rah­met talep etmek yeterlidir. Çünkü emrin zahiri vücup ifade eder ve yine emrin zahiri tekrarı gerektirmez. Süfyan'a: "Anne babasına insan ne kadar dua etmelidir, günde bir defa mı ayda bir defa mı, senede bir defa mı?" diye soru­lunca, şu cevabı verdi: (Namazdaki) Teşehhüdün sonlarında onlara dua etmenin yeterli olacağını ümid ederiz.

Anne babaya kötü davranmanın büyük günahlardan olduğunu dinimizin ortaya koymuş olması yeter. Tirmizî, Abdullah b. Ömer'den şöyle bir hadisi şerif rivayet etmektedir: "Rabbin razı olması babanın razı olmasına bağlıdır. Rabbin gazap etmesi babanın gazap etmesine bağlıdır."

Daha sonra Yüce Allah anne babaya iyilik yapmak hususunda işi gevşek tutmaktan sakındırarak: "Rabbiniz nefislerinizde olanı en iyi bilendir..." diye buyurmaktadır. Yani asıl değerlendirme kalpte olana, sizin nefislerinizde gizle­diğiniz itaatte ihlâsa veya ihlâssızlığa göredir. Yüce Allah sizin nefislerinizde olana muttalidir. Hatta O, bu durumlarınızı sizden daha iyi bilir. Çünkü siz yanılır, unutur ve her şeyi kuşatamayabilirsiniz. Kasdi olmayarak bir kimse herhangi bir yanlışlık, bir hata işleyecek olursa, niyeti iyi olduğu sürece Allah bundan dolayı onu cezalandırmaz. Çünkü şanı yüce Allah tevbe edip tekrar hayra yönelenlere, kasdi olmayarak yaptıkları kusurlara pişman olanlara mağfiret edicidir, bağışlayıcıdır. Günahtan tevbe eden kimse ise masiyetten itaate dönen kimsedir. Allah'ın hoşlanmadığı şeyi terk edip Allah'ın sevdiği, razı olduğu şeye dönendir. Ayet-i kerimeden kasıt ise ihlâsı terk etmekten sakındırmaktır.

3- Akrabaya, yoksullara ve yolculara iyilik: "Yakın akrabaya hakkını ver, miskine ve yolcuya da." Yüce Allah anne babaya iyiliği söz konusu ettikten sonra, akrabaya iyilik yapmayı ve akrabalık bağlarını gözetmeyi zikretmekte­dir. Buyruğun anlamı şudur: Ey mükellef olan insan! Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış garip yolcuya hakkını ver. Bu ise akrabalık bağını gözetmek, sevgi göstermek, ziyaretleşmek, güzel geçinmek, muhtaç olduğu takdirde yok­sula yardımcı olmak, yolcuya da gideceği yere ulaşıncaya kadar azığını ve bineğinin masraflarını karşılamak için yardımda bulunmaktır. Hitap Rasulullah (s.a.)'a olmakla birlikte maksat umumidir. Ebu Davud'un Bekr b. el-Hâris'ten rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber sas şöyle buyurmuştur: "Annen ve baban, sonra sana daha yakın olan ve daha yakın olan." Yahut da: "Sonra da yakınlık sırasına göre akrabaların" Buharî ile Müslim de Enes'ten Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Her kim rızkının genişletilmesini, ömrünün uzun olmasını arzu ederse akrabalık bağlarını düzeltsin."

Bu emir Ebu Hanife'nin görüşüne göre kızkardeş, kardeş, anne-baba gibi nahrem olan akrabalara nispetle vücub (zorunluluk) ifade eder, Şafiî'nin görüşüne göre ise mendupluk ifade eder, -diğer akrabalar müstesna- nafakalarını karşılamak vaciptir. Hanefilere göre ise uzak dahi olsa, bütün akraba lehine nafaka vaciptir.

Yoksullara ve yolculara yardımcı olmak ise mendup sadakalar arasında yer alır.

4- Savurganlığın yasaklanması: "Ama saçıp savurma!" Yüce Allah infakı ve karşılıksız olarak harcamayı emrettikten sonra israfı yasaklamakta ve harca politikasını beyan etmektedir. Yani sen malı ancak mutedil bir şekilde olmayan yollarda ve hak sahipleri için harca. İsrafa da düşme. Savur-(tebzir) sözlükte malı israf yollarında harcayıp tüketmektir. Orta yollu mutedil yollu olmak ise İslâm'ın sosyal ve dini politikasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 'Ve onlar ki infak ettiklerinde (harcadıklarında) israf da etmezler, cimrilik de etmezler, bu ikisi arasında orta yolu tutarlar." (Furkân, 25/67).

Daha sonra Yüce Allah israfı şeytanların fiillerine izafe etmek suretiyle savurganlığın çirkinliğine dikkat çekerek: "Çünkü saçıp savuranlar şeytanlarla kardeş olmuşlardır." diye buyurmaktadır. Yani mallarını Yüce Allah'a isyan yolunda harcayan savurganlar bu çirkin fiilleriyle şeytanlara benzerler. Bunlar dünyada da ahirette de şeytanlarla birliktedirler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim Rahmanın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o onun (ayrılmaz) arkadaşıdır." Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "O zulmedenleri ve onlara eş olanları... (yani şeytanlardan onlarla birlikte olanları.) toplayınız..." (Saffat, 37/22).

İbni Mes'ud der ki: Savurganlık gerekli olmayan yerde harcamaktır. Mücahid der ki: Bir insan malının tümünü hak yolda harcayacak olsa savurganlık yapmış olmaz. Hak olmayan bir yerde bir avuç dahi harcayacak olsa bu da savurganlık olur. Ali (ra) nin şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Kendine, aile halkına israfsız ve savurganlığa sapmadan infak ettiğin ile verdiğin sada­ka senin lehinedir. Riyakârlık ve desinler diye yaptığın infak ise şeytanın payınadır." Selef-i salihinden birisi hayır bir yolda alabildiğine harcamalarda bulundu. Kendisine: "İsrafta hayır yoktur." denilince o: "Hayır, hayırda israf yoktur." diye cevap verir.

"Şeytan ise Rabbine karşı pek nanköndür." Yani şeytan Rabbinin nimetini çokça inkâr eder. Çünkü o Yüce Allah'a gereğince amel etmemiştir. Aksine Allah'a isyana, O'na muhalefete yönelmiştir. O bakımdan masiyetlerde ve yeryüzünde fesat çıkartmak yolunda insanları saptırmak uğrunda çalışmıştır.

el-Kerhî der ki: Yüce Allah'ın kendisine bir mevki, şeref veya mal ihsan ettiği kimse de bu durumdadır. Eğer bu kişi bunu Allah'ın razı olmayacağı bir alanda kullanacak olursa bu da Allah'ın nimetine bir nankörlüktür. Çünkü bu kişi sıfat ve fiiliyle şeytana uygun davranmış olur.

Şeytanın Rabbine karşı nankör olma niteliği, savurganın da aynı şekilde Rabbine nankör olacağını göstermektedir. Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Bu ayet-i kerime Arapların âdetlerine uygun olarak indirilmiştir. Çünkü onlar talan ve baskınlar yoluyla mal topluyorlar, sonra da böbürlenmek ve övünmek arzusuyla bu malları insanları İslâmdan alıkoymak, müslümanları zayıflat­mak, düşmanlarını güçlendirmek için harcıyorlardı. İşte bu ayet-i kerime onların yaptıkları işlerin çirkinliklerine dikkat çekmek için nazil olmuştur.

5- Vereceğine dair güzel vaadde bulunmak yahut güzel söz söylemek: "Rabbinden beklediğin bir rahmeti elde etmek için onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan o zaman onlara yumuşak bir söz söyle." Yani eğer akrabadan, yoksuldan, yolcudan malının azlığı ve fakirlik sebebiyle -onları açıkça redd etmekten utanarak- yüz çevirecek olursan onlara güzel, yumuşak söz söyle ve Allah'ın rızkı gelecek olursa onları gözeteceğini belirterek onlara iyi vaadlerde bulun ve geçerli bir mazeret açıkla.

6- Yapılacak infakta orta yolu tutmak. "Ve elini boynuna bağlı kılma..."  Allah infakı emrettikten sonra burada da infakın adabını ve geçim için arta yol tutmayı, cimriliği yererek israfı da yasaklayarak emretmektedir. Yani kendine ve akrabalık bağlarını gözetmek hususunda ailene ve hayırlı işlerde cimri olma. Aynı şekilde aşırıya kaçacak şekilde alabildiğine bol bol infak ederek takatinden fazlasını verme. Gelirinden fazla -elinde bir şey kalmayacak şekilde- harcamada bulunma.

Kısacası: İnfakın esasları yaşayışta iktisat (orta yollu olmak), infakta da vasatı aşmamaktır. Cimrilik de etmemeli, israfa da kaçmamaktır. Cimrilik, aşırı eli sıkılık, savurganlık ise aşırı harcamadır. Her ikisi de yerilmiştir. işlerin en hayırlıları ise orta yollu olanlarıdır.

Ahmed, İbni Mes'ud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah sas) buyurdu ki: "İktisat eden fakir düşmez." Beyhakî de İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Nafakada iktisat geçimin yarısıdır." ed-Deylemî de Müsnedü'l-Firdevs'inde Enes'ten merfu olarak şunu rivayet etmektedir: "Tedbir (idareli harcama) geçimin yarısıdır. Sevgi göstermek aklın yarısıdır. Üzüntü yaşlılığın yarısıdır. Aile efradının azığı ise iki zenginlikten birisidir."[9]

Buharî ile Müslim'de Ebu Hureyre (r.a.)'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kulların sabahladığı her günde mutlaka iki melek semadan iner. Onlardan birisi: "Allah'ım, infak edene infak ettiğinin yerini tutacak olanı ver." Diğeri ise: "Allah'ım cimrilik edenin malını da telef et" diye dua eder. Müslim'in Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayetine göre Hz. Peygamber sas şöyle buyurmuştur: "Sadakadan dolayı bir mal eksilmez. Allah için alçakgönüllülük edeni de Allah yükseltir." Ebu Davud da Abdullah b. Ömer'den merfu olarak şunu rivayet etmektedir: "Cimrilikten sakınınız, çünkü cimrilik sizden öncekileri helak etti. Bu cimrilik duygusu kendilerine cimri olmalarını emretti, onlar da cimrilik ettiler. Akrabalık bağını kesmelerini emretti kestiler, kötülük yapmalarını emretti onlar da kötülük işlediler."

Daha sonra Yüce Allah rızkın kendi iradesine bağlı olduğunu belirtti ki, insanlar kimi vakitler rızıklarının daralmasının Allah nezdindeki hallerinin kötülüğünden kaynaklanmadığını idrak etsinler. Şöyle buyurmaktadır: 'Muhakkak ki Rabbin dilediğine rızkı genişletir ve daraltır." Yani ey Rasul, rızık veren, kısan, yayan, yarattıklarında dilediği gibi tasarruf eden, dilediğini zengin kılan dilediğini fakir kılan -bu husustaki hikmeti gereğince- senin Rabbindir. İşte bundan dolayı Yüce Allah: "Muhakkak ki O kullarından haberdardır, Basîr'dir." diye buyurmaktadır. Yani o Yüce Allah her bir insanın maslahatının ancak o kadarında olduğunu bilir. O kimin zenginliği hakettiğini, kimin fakirliği hakettiğini çok iyi bilen, haberdar olan, her şeyi görendir. Kulların rızıklarındaki farklılık Allah'ın (haşa) cimriliğinden dolayı değildir. Aksine bu maslahatlara riayet içindir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

"Benim kullarımdan kimisi vardır ki, ona ancak fakirlik elverişlidir. Eğer ben onu zengin edecek olursam onun aleyhine dinini bozmuş olurum. Yine kullarımdan öyleleri vardır ki onlara ancak zenginlik uygun gelir. Şayet ben o kimseyi fakir düşürecek olursam onun aleyhine olmak üzere dinini ifsad eder­im." Zenginlik bazı kimseler hakkında imtihan olabilir. Fakirlik ise bir ceza olabilir.

Ayet-i kerimeden maksat şudur: Yüce Allah Rasulüne kendisinin Rab olduğunu öğretmektedir. Rab ise kullarını terbiye eden, onu ıslah edip ihtiyaçlarını karşılayan ve ıslahına elverişli bir miktarda ihtiyaçlarını karşılayarak kimisine rızkı genişleten, kimisine de daraltandır. [10]


[9] Bu hadisi el-Kudai, Ali (r.a.)'den rivayet etmiş olup hasen bir hadistir.
[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/54.

19 Temmuz 2019 Cuma

İSRA SÛRESİ 9.- 11. ayetlerin tefsiri


Kur'an-ı Kerimin Hedefleri

9- Muhakkak bu Kuran en doğru olana iletir ve salih ameller işleyen mümin­lere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.

10- Ahirete inanmayanlara gelince; onlar için elem verici bir azap hazırladık.

11- İnsan hayır istiyormuşçasına şer ister, insan çok acelecidir.

Açıklaması

Ey İsrailoğulları, ne diye Kur'ân-ı Kerim'e iman etmiyorsunuz? Halbuki Kur'ân da Tevrat gibi ilâhi bir kitap olup Allah tarafından Rasulü Muhammed (s.a.)'e indirilmiştir. Bu Kitab'ın üç niteliği vardır:

1- Bu Kur'ân-ı Kerim en doğru olan yola iletir. Dosdoğru din demek olan en mükemmel yolu gösterir. Yüce Allah'ın tek ve Samed, mülkün mutlak sahibi Aziz ve mutlak egemen olduğu, öldürüp dirilten, aziz ve zelil kılan olduğunu ihtiva eden tevhid temeli üzerinde yükselen "müsamahakâr hanif dine" davet eder. Yine onun davet ettiği yol, faziletli amellerdir ve bu yol, dünya ve âhiret hayrını ihtiva eder. Yüce Allah'ın: "En doğru olan" buyruğunun anlamı eğriliği olmayan, en doğru, en adil ve mutedil olan yol demektir.

2- Bu kitap salih amel işleyen müminlere kıyamet gününde amellerinin karşılığı olmak üzere büyük bir ecir olduğu müjdesini verir.

3- Allah'ın varlığını, birliğini tasdik etmeyen, öldükten sonra dirilmeyi, mükâfat ve cezayı kabul etmeyip inanmayan, hayır işler işlemeyen kimseleri ise yaptıklarının bir cezası olmak üzere, onlara cehennem azabının bulunduğunu bildirip uyarır ve korkutur.

Yani Yüce Allah müminlere iki tür müjde vermektedir: Birisi kendilerine verilecek olan sevap, diğeri ise düşmanlarına verilecek olan cezadır. Ayet-i ke­rimede azap hakkında "müjde" tabirinin kullanılması onlara tehakküm (bir çe­şit alay) kabilindedir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Onlara acıklı bir azabı müjdele" (Ali İmran, 3/21). Ya da bir şeyin zıddını kullanmak kabilinden de olabilir. Yüce Allah'ın: "Bir kötülüğün karşılığı onun gibi bir kö­tülüktür." (Şûra, 42/40) buyruğunda olduğu gibi.

Yüce Allah, İsrailoğulları'na ve diğerlerine hidayeti gösteren Kur'ân-ı Ker-im'in niteliklerini beyan ettikten sonra hidayet bulan insanın durumunu beyan etmektedir ki, her ikisi arasındaki ilişki, daha bir güçlensin ve semavî kita­plarla hidayet bulanların bir olduklarını göstersin. İşte bunu açıklamak üzere Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İnsan hayır istiyormuşçasına şer ister." Yani insanın niteliği aceleciliktir. O kimi zaman kızdığı vakitlerde kendisi yahut çocukları veya malı aleyhine kötülük isteyerek beddua eder. Ya da ölümü, helak olmayı, yok olmayı diler, lanetler yağdırır. Tıpkı Rabbinden esenlik, afiyet ve bol rızık istiyormuş gibi dua eder. Eğer onun bu bedduası kabul olunacak olursa helak olur. Fakat Yüce Allah lütuf ve rahmeti dolayısıyla onun bu duasını kabul buyurmaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şayet Allah insanlara hayrı çabucak istedik­leri gibi, kötülüğü de alelacele verecek olsaydı, elbette ecellerine hükmedilirdi." (Yûnus, 10/11).

Ebu Davud da Hz. Câbir'den peygamberimizin şöyle buyurduğunu naklet­mektedir: "Kendiniz aleyhine, mallarınız aleyhine beddua etmeyin ki Allah'ın duaları kabul ettiği ana tesadüf edersiniz de o anda o bedduanız kabul olunur."

İnsanı bu şekilde beddua etmeye iten onun tezcanlılığı ve aceleciliğidir.

Bundan dolayı Yüce Allah: "Ve insan çok acelecidir." diye buyurmaktadır. Yani akıbeti hakkında hiç düşünmeksizin istediğini elde etmekte acele davranır. [6]


[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/26-27.

18 Temmuz 2019 Perşembe

İpek Kaftan İle Namaz Kılmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
8. BÖLÜM NAMAZ

16. İpek Kaftan İle Namaz Kılmak

375- Ukbe b. Amir'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü'ne 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ipekten do­kunmuş bir kaftan hediye edildi. O da, onu giyerek namaz kıldı. Namazını bitir­dikten sonra hoşuna gitmemiş gibi ani bir hareketle kaftanı çıkardı ve Bunu kullanmak müttakilere yaraşmaz' buyurdu. [Hadisin geçtiği diğer yer:5801]

AÇIKLAMA

"İpek kaftan" arkadan yırtmaçlı bir tür kaftandır. Bu hadisten ilk etapta akla gelen manaya göre, Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu elbise İle na­maz kılması, İpeğin erkeklere haram kılınmasından öncedir. İmam Müslim'in Câbir'den naklettiği hadis de bunu desteklemektedir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ipek bir kaftanla namaz kıldı. Sonra onu çıkarıp 'Cebrail bunu giymemi yasakladı' buyurdu." Ayrıca "Bunu kullanmak müttakîlere yaraşmaz" sözü de bunu destekler niteliktedir. Çünkü müttakilerle diğerleri arasında bir şeyin haram olup olmaması hususunda bir fark yoktur. Bu hadisteki muttaki lafzı ile Müslüman, yani küfürden korunan kasdedilmiş olabilir. İpeğin erkeklere ya­saklanması, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem kaftanı çıkarmasına neden ol­muştur. Bu olay, ipeğin haram kılınışının başlangıcını teşkil eder.

Buraya kadar anlattıklarımız kabul edildiği takdirde, Allah Resulünün 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem namazını iade etmediğini göstererek ipek elbise ile namaz kılmanın caiz olduğunu söyleyenlerin tutunacakları bir delil kalmaz. Çünkü Hz. Peygam­ber Sallallahü Aleyhi ve Sellem  İpeğin haram kılınmasından önce bu şekilde namaz kıldığı için, namazını tekrar kılmamıştır.

Çoğunluğa göre erkeklerin ipek elbise ile kıldığı namaz geçerlidir. Ancak bu şekilde namaz kılmak haramdır. İmam Malik'e göre, ipek elbise ile namaz kılan, henüz vakit çıkmamışsa namazını iade eder. Doğrusunu en iyi Allah bilir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

17 Temmuz 2019 Çarşamba

Çapraz Çizgili Veya Resimli Elbiseyle Namaz Kılan Kimsenin Namazı Bozulur Mu?

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
8. BÖLÜM NAMAZ

15. Çapraz Çizgili [Kumaşın üzerindeki 
Çapraz Çizgililer dikkat çektiği ve Hıristi­yanların haçına benzediği için böyle bir elbiseyle namaz kılmak istememiştir.(A.Ağırakça)] Veya Resimli Elbiseyle Namaz Kılan Kimsenin Namazı Bozulur Mu?

Çapraz çizgili veya resimli elbiseyle namaz kılan kimsenin bu namazına en­gel olunmaz.

374- Enes'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Âişe'nin yünden yapılmış rengarenk ince bir perdesi vardı. Onunla evin bir tarafını örterdi. Bir gün Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem 'Şu perdeni gözümüzün önünden kaldır! Zira üzerin­deki şekiller, namaz kılarken gözüme takılıyor' dedi.[Hadisin geçtiği diğer yer:5959]

(Namazı bozulur mu?); İmam Buhârî burada, ihtilaflı konulardaki tutumunu sürdürdü. Zira bu konu da ihtilaflı konulardan biridir. Buradaki ihtilaf, nehyin, fesada delalet edip etmeyeceği hususundadır. Çoğunluğa göre nehiy, kendi içinde bir manaya delalet ediyorsa fesadı gerektirir. Aksi takdirde fesadı gerek­tirmez.

(Haç şeklinde görünen çapraz çizgili veya resimli elbiseyle namaz kılan kim­senin, bu namazına engel olunmaz) Hadisten ilk etapta akla gelen anlam, bütün yönleriyle konu başlığını karşılamamaktadır. Ancak biraz düşündükten sonra, konu başlığı ile ilgisinin ortaya çıktığı görülmektedir. Şöyle ki, örtü her ne kadar resimli olsa da, Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem onu ne giymiştir ne de onunla namaz kılmayı açıkça yasaklamıştır. Ayrıca üzerinde boydan ve çapraz çizgiler de yoktur. Bu durumda ortaya çıkan problem şu şekilde aşılır: Böyle bir örtünün elbise olarak kullanılmasının yasaklanması evleviyetledir. Haç şeklinde çapraz çizgili elbiseler ve resimli elbiseler arasında ortak noktalar vardır. Çünkü Hıristi­yan ve müşrikler tarafından her ikisine de, yani haç'a da mücessem resimlere de ibadet edilmektedir. Bu da Allah'tan başkasına ibadet demektir. Örtünün kaldı­rılmasının emredilmesi, kullanılmasını gerektirir. Kanaatime göre musannif, "haç şeklinde" lafzı ile bu hadisin diğer rivayetlerinde nakledilen bilgilere işaret etmiş­tir. Nitekim "Libâs Bölümü"nde Hz. Âişe'den naklettiği hadis şu şekildedir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem üzerinde haça benzer şekillerin bulunduğu eşya ve kumaşların evin­de kalmasına asla müsaade etmezdi."

Bu hadis, resimli elbiselerle kılınan namazın bozulmayacağına delalet eder. Çünkü Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem perdeyi parçalamamış namazını da yeniden kılmamıştır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR